Suriye ve Su Sorunu Bağlamında Terör. BÖLÜM 2
Örgüt Suriye’deki yönetimin etkisi altında hareket eden Suriye Kürdistan Sosyalist Partisi ile ilişkiye girerek rahat çalışma imkânı elde etti (Cumhuriyet Gazetesi, 15.12.1989). Suriye bu süreç içerisinde PKK’ya birçok olanak sağladı. Sağlamış olduğu olanaklar şunlardır:
- Türkiye’den Suriye’ye geçişi kolaylaştırmak
- Militanlara barınmaları için yer temin etmek
- Militanlara eğitim için Lübnan’a geçiş, para ve sahte kimlik sağlamak.
- Örgüt temsilcilerinin kongre yapmalarına izin vermek.
- Türkiye aleyhine çalışan diğer terör örgütler ile ilişki kurup
Türkiye aleyhine propaganda çalışmalarını desteklemek.
Ayrıca Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, bizzat kardeşi Rıfat Esad’ın
kontrolü altında bulunan ve Şam’ın kuzeyindeki Zapitan ve Saika
kamplarında Suriyeli subaylara PKK’lı militanlara eğitim verdirdi. Ülke
sınırları içerisindeki kampların kurulmasını kolaylaştırarak sayılarının
artmasına da ortam hazırladı. Ayrıca Hafız Esad örgüt elebaşı Abdullah
Öcalan’a ev tahsis ettiği gibi koruma da sağladı (Alpagut, 1989: 6).
Bekaa Vadisinde barınan ve Türkiye aleyhine faaliyet gösteren PKK ve
ASALA terör örgütleri 7 Nisan 1980 tarihinde Lübnan’da tertip ettikleri
basın toplantısında ortak hareket etme kararı aldıklarını açıkladılar.
Fransa’nın Strazburg şehrindeki konsolosluğumuza yapılan terör saldırısı
bu kararın bir sonucudur (Alpagut, 1989: 6). Suriye yönetimi tarafından
desteklenen PKK ve ASALA 1984-1988 yılları arasında Türkiye’de ortak
terör faaliyetleri gerçekleştirdiler. PKK ve ASALA’nın yurtdışındaki birçok
eyleminde ve Doğu Anadolu’daki saldırılarda beraber hareket ettikleri resmi
makamlarca tespit edildi (Milliyet Gazetesi, 14.10.1984). PKK elebaşı
Abdullah Öcalan ASALA üst yönetimine yazdığı bir mektubunda Ermeni
terör örgütünden “ortak davamızın savunucusu” şeklinde söz ediyordu.
Ayrıca örgütün finansmanını sağlayabilmek adına para temini için Ermeni
terör örgütleriyle eroin kaçakçılığı ve ticareti yaptığı kuvvetli kanıtlarla
ortaya çıkarıldı (Milliyet Gazetesi, 21.10.1984).
Ermeni terör örgütü ASALA’ya bağlı teröristlerin Suriye’de barındırılmasından dolayı 1983 yılında Türkiye, Suriye’ye teröristlerin ülkeden çıkarılması konusunda bir nota verdi. Ancak Suriye bunu dikkate almayarak desteğini sürdürmeye devam etti (Şalvarcı, 2003: 108).
Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı sözcü vekili Yalım Eralp’e sorulan “Suriye’de teröristleri barındırdığı konusunda uyarıda bulunuldu mu? Sorusuna: Bu konudaki görüşler, Türk hükümeti yetkililerince defalarca açık beyanlarla belirtildi. Komşu ülkelerin görüşlerimizi çok iyi bildiğinden eminiz” şeklinde cevap vermiştir (Milliyet Gazetesi, 19.10.1984).
Her ne kadar Suriye, Türkiye karşıtı politikalar izlese de Türkiye 1980’li
yıllarda dostça bir tavır sergileyerek, barajlarda yeterli su toplanmamasına
rağmen fazla miktarda suyu Suriye topraklarına bırakarak Suriyeli çiftçilerin
zarar etmesini engelliyordu. Bu iyi niyet davranışlarına rağmen Suriye
yönetimi ilişkilerin düzelmesi için adım atmıyordu (Gündoğdu,2011: 77).
Türkiye’nin Batı bloguna yakın bir politika sergilemesi, Suriye’nin de SSCB
tarafından destekleniyor olması iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi
önündeki ayrı bir engel oluşturmuştur. ABD Savunma Bakan Yardımcısı
Richard Perle’nin 1983 yılında Sovyetlerin Suriye yönetimine büyük miktarda silah vermesinin ve Suriye topraklarında Rus askeri konuşlandırmasının Türkiye ve NATO’nun güney kanadı için bir tehlike oluşturduğunu belirtmiştir (Milliyet Gazetesi, 22.05.1983). Norveçli parlamenter Tom Frinking tarafından 1985 yılında hazırlanan raporda; Suriye’de halen 4 bin Sovyet tankı ve Türkiye sınırının 60 km uzağına rampalara yerleştirilmiş Sovyet füzeleri olduğu, Kuzeydoğu sınırında, Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Suriye’nin Türkiye için yeni bir tehdit oluşturduğu belirtilmiştir. NATO Asamblesi Genel kuruluna sunulan ve
Türkiye’ye büyük bir bölüm ayrılan 45 sayfalık bu raporda Suriye’de bazı
terörist grupların eğitildiği ve daha sonra Türk topraklarına sızdıklarına da
dikkat çekilmişti (Milliyet Gazetesi, 10.10.1985). Ayrıca Suriye, Türkiye’nin
NATO’ya üyeliğinden endişe duyuyordu. Bir Türkiye-Suriye savaşında
Batı’nın Türkiye’nin yanında yer alacağını düşünüyordu
(Milliyet Gazetesi, 1985: 7).
Turgut Özal’ın Başbakanlığa gelmesiyle birlikte Türkiye ekonomik olarak
dışa açılmaya başladı. Buna bağlı olarak da Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler
kurmayı dönemin dış politika hedefleri arasına aldı. Başbakan Özal ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ile bölgedeki sorunların çözülebileceğini ve barışın tesis edilebileceğini düşünüyordu. Bu bağlamda Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yolunda girişimlerde bulundu (Sinkaya, 2011: 87).
Fakat Suriye, olumsuz hareketlerini sürdürmeye devam etti. Bunun üzerine
Türkiye aleyhine yapılan eylem ve söylemlere karşılık Başbakan Özal,
Bitlis’te yaptığı konuşmada doğu ve güneydoğu komşularını sert bir dille
uyardı. PKK’ya destek verdiğini düşündüğü ülkeleri isim vermeden tehdit
etti: “İcabında o yuvaları bulundukları yerde tahrip etmek de bizim gücümüz
dahilindedir” (Cumhuriyet Gazetesi, 01.07.1987).
1987 yılında Türkiye ve Suriye ilişkilerinin rayına oturtulabilmesi amacıyla
Turgut Özal Şam’a gitti. İki ülke liderleri arasında görüşme yapıldı, bu
görüşme sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad “Şundan emin
olmalısınız ki Suriye’den Türkiye’ye zarar gelmeyecektir” dedi. Suriye’den,
Abdullah Öcalan’ın teslim edilmesi istenmiş fakat Şam yönetimi “Burada
yok ki nasıl verelim?” demiştir (Milliyet Gazetesi, 17.07.1987). İki ülke
arasında yaklaşık 45 dakikalık bir görüşme olması tahmin edilirken görüşme
yaklaşık 3.5 saat sürdü. Hatta Türk heyetinin Suriye başbakanı ile yaptığı
görüşmelerde PKK sorununa doğrudan değinmemiş olması dikkatlerden
kaçmamıştır. PKK’nın 3. Kongresinin Lazkiye kentinde toplandığını da
kabul etmeyen Suriyeli yetkililer, Lübnan’ın Bekaa vadisinde eğitilen
teröristler konusunda da Lübnan’ın egemen bir devlet olduğu ve bu
konunun kendileriyle görüşülmesi gerektiğini bildirmiştir (Cumhuriyet
Gazetesi, 17.07.1987).
PKK, Türkiye karşıtı olan devletlerden aldığı destekler sayesinde örgüte
katılımlarını arttırdı, güçlendi ve yeni işbirliklerine girişti. Brüksel ve
Viyana’da aynı anda basın toplantısı düzenleyen PKK ve YNK (Kürdistan
Yurtsever Birliği) sözcüleri Öcalan ve Talabani arasında ittifak protokolü
imzaladığını açıkladı ve bu protokolün Suriye’de yapıldığı ima edildi
(Cumhuriyet Gazetesi, 04.06.1988). Bu gelişme üzerine Türkiye, Suriye’nin
imzalanan güvenlik protokolüne uymadığını, bu nedenle somut adımlar
atılması gerektiğini Şam yönetimine bildirdi. Türkiye’ye karşı faaliyetlerde
Suriye topraklarının bir geçiş alanı olarak kullanılmasının engellenmesini,
Suriye birliklerinin kontrolündeki Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeki PKK
kamplarına karşı etkin tedbirler almasını ve Şam’da barınan PKK liderinin
sınır dışı edilmesini istedi. Aksi takdirde Ulusal güvenliğin göz ardı
edilmeyeceğini, bölgesel sular dahil koz olarak kullanılabilecek her şeyin
hesaba katılacağını belirtti (Cumhuriyet Gazetesi, 04.10.1989).
1990’da SSCB’nin dağılması ile Batı’nın gözünde, Türkiye’nin stratejik
öneminin azalacağını düşünen dönemin devlet yöneticilerinde çeşitli kaygılar meydana geldi. Türkiye, yeni etki alanları açmak ve kaygıları ortadan kaldırmak amacıyla Batı taraftarı aktif bir politika izlemeye başladı.
Batı taraftarı politikadan kaynaklı olarak 1990-1991 yıllarında meydana
gelen Körfez Savaşı’nda ABD ve müttefiklerinin yanında yer aldı
(Sinkaya, 2011: 88).
Ancak Turgut Özal hükümetinin Körfez krizinden kaynaklı beklentileri
gerçekleşmedi. Hatta olumsuz gelişmelerin meydana gelmesine sebep oldu.
Savaş sırasında koyulan ambargolar Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin özerk bir
siyasi yapı oluşturmaları PKK’nın terör faaliyetlerin daha da artmasına
sebep oldu. Türkiye bir yandan bağımsız bir Kürt Devleti’nin ortaya
çıkmasını engellemeye diğer yandan PKK’ya karşı yürüttüğü askeri
mücadeleyi sürdürmeye devam etti (Sinkaya, 2011: 88). Bölgedeki Kürt
sorunu devletlerarası bir seviyeye ulaştı. Meydana gelen bu yeni koşullarda
Kürt sorununun çözümü için eyleme geçerek, Suriye ve Ortadoğu
ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirme çalışmalarına başladı. Dönemin Dışişleri
Bakanı Kurtcebe Alptemoçin 7 günlük bir geziye çıkarak Ortadoğu’nun
önde gelen devletleri Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’la resmi temaslarda
bulundu (Oran, 2001: 554). Fakat bu dönemde Türkiye’nin İsrail’e su satışı
meselesinin ortaya çıkması Arap başkentlerinde eleştirilere neden oldu.
Arap kaynakları Türkiye’nin İslam kardeşlerinden ve komşularından
esirgediği suyu İsrail’e vermesinden yakınmaya başladı (Cumhuriyet
Gazetesi, 27.05.1990). Türkiye, Arapların olası bir tepkisine karşılık en yetkili
ağızdan İsrail’e su satmayacağını duyurdu (Cumhuriyet Gazetesi, 15.07.1990).
Suriye, Türkiye’nin ılımlı politikalarına olumlu bir cevap vermemeye devam
etti ve özellikle PKK eylemlerine desteğini sürdürdü. Körfez Savaşı’nın
ardından meydana gelen terör eylemlerinin sayısının ciddi manada artması
üzerine, Türkiye Suriye’ye uyarıda bulunarak Bekaa vadisinde yuvalanan
teröristlerin kamplarını bombalayacağını duyurdu. Bu uyarıdan sonra
Suriye ve Türkiye ilişkileri gerginleşti. Her iki ülke yetkilileri 1992 yılında
bir araya gelerek bir güvenlik protokolü imzaladılar. Bu protokole göre
Suriye PKK’nın etkinliklerini yasaklayacak, terör örgütü olduğunu kabul
edecek ve Bekaa’daki PKK kamplarını kapatacaktı (Duran, 2011: 509). 1993
yılında Suriye’nin tarım ve su işlerinden sorumlu bakanı Türkiye’ye gelerek
su sorununun çözümü için Başbakan Tansu Çiller ile görüştü. Tansu Çiller
su işinin bir sorun olmadığını Ortadoğu’da bir barış köprüsü olduğunu
belirtti. Türk Dışişleri Bakanlığı bu ziyaret nedeniyle bir açıklamada
bulundu. Bakanlığın açıklamasında, 1986 yılında Suriye ile yapılan
anlaşmaya göre GAP bitene kadar Fırat Nehri’nden Suriye’ye saniyede 500
metreküp su verilmesinin kararlaştırıldığını ancak Suriye’nin daha çok su
istediği belirtildi. Ayrıca resmi anlaşmalarda GAP’ın bitmesi halinde 500
metreküp sudan daha fazlasının verileceği konusunda bir madde olmadığı,
üstelik GAP’ın da henüz tamamlanmadığı ifade edildi. Yine Bakanlık
açıklamasında Atatürk Barajı’nın yapılmasından önce Fırat Nehri’nin
düzensiz aktığı, su akışının 200 ile 2000 metreküp arasında değişiklik
gösterdiği, barajın yapılmasıyla su akışının düzenli hale getirildiği, suyun
saniyede 1000 metreküp tutulduğu, Suriye’ye saniyede 500 metreküp su
aktığı, Türkiye’nin ülkelerin ihtiyaçları doğrultusunda su paylaşımını
savunduğu, Suriye’nin ise bu yaklaşımdan uzak bir tavır sergilediği,
Suriye’nin olaya teknik açıdan değil siyasi açıdan baktığı dile getirildi
(Milliyet Gazetesi, 15.07.1993).
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder