9 Haziran 2019 Pazar

OPERASYON BÖLÜM 27

OPERASYON BÖLÜM 27

KİTABIN Altıncı Bölümü.,

Öcalan açıklıyor: “Nasıl yakalandım?” 

Kitabı kaleme alırken, hatta daha yazmayı hayal ettiğim zamanlarda bile, özellikle Abdullah Öcalan’ın kendi ağzından, bana özel olarak nasıl yakalandığını anlatmasını istemiştim. Bu isteğimi daha sonra avukatları aracılığıyla İmralı’da bulunan Öcalan’a da ilettim. Kendisi nasıl yakalandığı konusunda yine avukatları aracılığıyla bana özel bir metni yolladı. 

Ben bu metni olduğu gibi, hiçbir kelimesini değiştirmeden aynen burada yayımlıyorum. Öcalan bu metinde kendisinin ele geçirilişini bir “komplolar” dizisi gibi göstermeye çalışıyor. Anlattıkları bana akrebin etrafı ateşle çevrildiğinde kendini vurmasını anımsattı. Öcalan etrafını kan ve gözyaşı yerine siyasetle çevirmiş olsaydı, mutlaka kabul görebileceği yerler olurdu. Ama o kendisini bir ateş topu haline dönüştürüp, sonra da beni tutun diyor. Onu hiç kimsenin eline alması mümkün değildir. Terörün bir insanlık suçu olduğunu kabul eden herkes için bu yazdıklarım geçerlidir. Terörden bu kadar çok çeken Türkiye’nin kendini savunma hakkı sadece bir hak gibi görülemez. Aynı zamanda bu bir meşru savunmadır. 
Öcalan’ın yakalanışı akrebin kendini soktuktan sonra zehirlendim diye bağırmasına benziyor. Bu yüzden onun komplolar teorisi de gerçekçi değil. Yakalanışı uluslararası destek gören bir terör örgütünün liderinin, tıpkı başvurduğu yöntemle, uluslararası bir operasyonla ele geçirilmesinden başka bir şey değildir. 

Hukukîdir. Meşrudur. Ve uygundur. 

Teröristin kendini savunma hakkı var da, mağdurun yok mudur? 
Ben kitabın içsel zenginliği ve bir taraf olarak Öcalan’ın söyleyeceklerinin önemi bakımından bana yollanan metni aynen yayımlıyorum. İşte Abdullah Öcalan’ın kendi kaleminden yakalanış öyküsü ve detayları. 

Öcalan anlatıyor 

“9 ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkmak zorunda kalmamızla birlikte başlayan ve yakalatılmak suretiyle, 16 şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye teslim edilmemle noktalanan, gerçekten de tarihin gördüğü en kapsamlı bir operasyon  yaşanmış tır. Öncelikle Suriye’den Avrupa’ya çıkmamı şöyle açıklayabilirim, dağa çıksaydım birey olarak benim için kurtuluş olabilirdi. Ama dağa çıksaydım, çıkmaz daha da derinleşirdi. Şunun bilinmesi gerekir yaşadığımız bu kapsamlı 
sorunu çok uzun zamandır bir diyalog anlayışı içinde çözmek istiyorduk, fakat çok çeşitli nedenlerle, yani hem bizden hem de devletin o zamanlardaki yaklaşımlarından kaynaklanan nedenlerle hepimizi derinden üzen bir faciayla, bir felaketle yüz yüze kaldık. 

İşte bunun için dağa çıkmayı tercih etmedim. Kolay olanı, dağa çıkmaktı. Bunu bildiğim için böylesi bir sonucu yaratmaya hakkım olmadığına kendimi inandır dım. Bunu da içselleştirdim. Avrupa’yı da çok kapalı buldum. İtalya’da 
kalmakta ısrar etseydim kalabilirdim. İnsanın onuru üzerinde oynama tehlikesini görünce oradan ayrıldım. Bundan sonra Kenya sürecini de bir çeşit kadercilik olarak değerlendiriyorum. Yakalandığım anda uçaktaki o ilk barış sözcüğünü kullanmam da yeni bir sürecin başlanıcı oluyordu. Daha önce de düşünmüştüm. Aslında ilk kararım tavır koyma yönündeydi. Yemeyecektim, içmeyecektim, konuşmayacaktım. Ama daha sonra, bazı gerçeklerin gizli kalacağını düşündüm. Barış için yaşayacağım dedim. Uçak Mısır’a, İsrail’e veya Kıbrıs’a indi. Yine üç yere indiğimizi daha sonra helikopterle Anadolu topraklarına geldiğimizi sanıyorum. Benim yanımdakilerin niteliğini bilmediğimden (çünkü gözlerim kapalıydı), faili meçhul ihtimalini dile getirdiğimde buna tepki gösterdiler sana o şansı vermeyeceğiz dediler. 

Mahkeme sürecinde ben şunu fark ettim. bu operasyonla birlikte benim en başından fark ettiğim birçok konu, sorunun bütün ilgilileri tarafından bilinmiyor du. Muhtemelen Türkiye’nin bu oyunun birçok kısmından haberi yok. 

Benimle ilk temas kuran askerî yetkili: ‘Bu bir oyundur, kardeşi kardeşe kırdıracaklar bunu bozacağız’ demesini olumlu buldum. Bu genel bir tutumdu. Ben de ‘Peki siz sözlerinizin sahibi olabilecek misiniz? Gücünüz varsa ben barışa 
hazırım’, dedim. 

Ancak irade ve gücü olan barış yapabilir. Yetkililer, barış ve kardeşlik sözleri edince bunu ciddi buldum, ben de yapabilirim dedim. Bu tutumumu şimdiye kadar da sürdürdüm. Bu oyunu siyasîler bilmiyor ya da bilmek istemiyor, 
askerler kısmen biliyorlardır. Kendilerine de, barışa gücünüz varsa yapalım diyorum. Bunun tavizle, zorlamayla ilgisi yoktur. 1993’ten Turgut Özal döneminden beri böyle bir tavrım vardır. Barış politikaları o günlerden beri sürmektedir, 

İmralı’da bunu daha da somutlaştırdım. 

Teslim alınmam NATO kararıdır. ABD önderlik etti. Dikkat edilirse o gün tüm Avrupa ülkelerine inişim yasaklanmıştı. Primakov, o da yasakladı o gün. Bu tespit edilmeli. Benim hakkımda NATO seviyesinde de karar var. 
Burada önemli olan Yunanistan’ın rolüdür. Bunun iyi görülmesi gerekir. Yunanistan’ın yaptığı korkunçtur. Yaptıkları bilinçlidir. Dürüst değiller. Yunanistan, benim ortadan kaldırılmam suretiyle Türkiye’de bir Türk-Kürt savaşı başlatmak istemiştir. 

Bu oyunu ilk başta hiç kimse anlamadı. Bu bir tuzaktı aslında. İngiltere’nin payı var. Bu tuzağı Türkiye’nin halen sezdiğini zannetmiyorum, en üst düzeyde bile anlaşılamamıştır. Siyasiler benim şahsımda zafer sarhoşluğuna kapılmış. 
Türkiye’de Kürt sorunu çözülürse Türkiye artık hiçbir gücün elinde oyuncak olmaz.Bu tuzağı Türkiye’nin halen kavradığını sanmıyorum. Tuzak Kürtlere ve Türkiye’ye de kurulmuş aslında. Esasen bu tarzda bir oyun yeni de değildi.Beni harcamak amacıyla 1993’ten beri yazılan senaryo buydu. İdam gerçekleşirse, gelişen tepkilere paralel bir diktatörlük, sertlik gelecek. Saddam benzeri daha sonra Sırbistan olayı gibi NATO devreye girecek, olay Kosova’ya dönebilir. Ecevit bunu görmeli. Buna devletin tavrı ne olacak. Türkiye’yle de oynanıyor. Tarihî sorumluluk seyri bana bu oyunu bozmamız gerektiğini emrediyor. Bunun için sezdiklerini, bildiklerimi ileride daha detaylı anlatmayı düşünüyorum. 

Fakat şimdiden şunu söyleyebilirim bu kapsamlı komplo iyi anlaşılamazsa, Türkiye’de çıkmaz derinleşirse kesinlikle yeni bir Iraklaşma, Yugoslavyalaşma, Lübnanlaşma, Kosovalaşma olur. Hızlı demokratik bir yaklaşım bu çıkmaza düşmesini engeller, düze çıkarır. 

Türkiye inşallah bu oyuna gelmez. Ben bu oyunu bütün gücümle bozmak istiyorum. Bütün çabam buna yönelik olacaktır. 
Bu koşullarda yapabildiğim asıl şey, Türkiye’yi ve kendimi büyük bir oyuna düşürmekten kurtarmaktır. Tekrar söylüyorum plan kapsamlıdır. Israrla Pangalos’un ben Kenya’daki Yunan elçiliğinde iken benim için “atın onu oradan” 
demesi korkunç bir tuzaktı. Oysa, Yunanistan’a gitmem onların davetiyle olmuştu. Bildiğiniz gibi daha sonra kendi yasalarını da hiçe sayarak benim iltica talebimi reddetmişlerdi. Bizi kullanmak istediler, ancak ben bu oyuna gelmeyince de bu kez ortadan kaldırmak istediler: ben asla onların istediği bir şekilde Türkiye’ye karşı bir oyun içinde olmazdım. 

Olmadım da.Ben bu tuzağı açığa çıkarttım. 

Kurulan bu tuzağı gerçekleşme biçimi olan komployu bütün yönleriyle açıklamak gerekiyor. Aslında hâlâ karanlıkta kalan yanları var. Ama zaman içerisinde yaşanan bütün gerçeklerin açığa çıkacağını sanıyorum. Bilindiği gibi bütün 
dünyada etkili olan bazı yasadışı, hatta bazen de hükûmetlerüstü, devletlerüstü olan çokuluslu bazı gizli örgütler vardır. 

Bunlar binlerce iş yaptı böyle. Bunların en çok bilineni gizli NATO Gladiosu’dur. 
Hatırlanacağı gibi, Rusya yetkilileri, mahkeme başladığı gün şöyle diyordu. Öcalan üzerinde çok büyük pazarlıklar yapılıyor diyordu. İtalya’daki birim de hukukî değil, özel bir kuvvettir. Savunma Bakanlığı’na, NATO’ya bağlıydı. 
D’Alema Kabinesi’nin gücü ve haberi yoktur.Hükûmetlerüstü çalışıyorlar. Gizliydiler, takmıyorlardı kimseyi. Clinton bile susuyor bu konuda, bunlara karşı gücüm yok diyor. Komplo gerçekleştiği günlerde NATO istihbaratı, İsviçre’de 
toplantı yapıyor. Bu komploda inisiyatif İngiltere’de olabilir. İsrail lobisinin İngiltere’de etkinliği var. Onların da etkisi olabilir. Londra önemli rol oynamıştır. İsrail ve Yunanistan da işbirliği yapmıştır diyebilirim. Türkiye’yi de haberdar 
etmişlerdir. Genelkurmay biz bu oyunu bozacağız dedi. Öyle sanıyorum ki Genelkurmay da kendi çizgisine tam hâkim değil. Kışlalı’yı bile halen aydınlatamadı. Bence Genelkurmay da enterne ediliyor. 

NATO’nun 20 yıllık Gladiosu halen Türkiye’de de çok güçlüdür. 

Suriye’den itibaren benim içine girdiğim süreç, NATO’nun içine girdiği süreçtir. Bu süreçte NATO’nun özel operasyon birimi tarafından kontrole alınma durumum vardır. Suriye’den çıkıp Yunanistan’a -tuzağa- çekilirken bile, oradaki NATO görevlileri etkili olmuştur. Bu süreçte; benimle muhatap olan, hem askerî hem de sivil kesimler NATO’nun elemanlarıydı. 

İtalya’da benimle ilişkilenen grubun da, NATO’yla bağlantıları vardır. İtalyan hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecinde belirleyici rol almıştır. Bu anlamda İtalya hükümeti, kendine güvensizdi ve belirleyici olma güçleri de 
yoktu. 

Yunanistan’a son gittiğimde de, NATO’nun ve ABD’nin askerî çevresi etrafımdaydı. Bu anlamda, Avrupa da genel olarak benimle ilgilenen NATO’nun çekirdek birimidir. 
Kenya’ya gönderildiğimde beni karşılayan Yunanistan Büyükelçisi Kostulas, “NATO’da 20 yıldır seni sürekli araştıran birimin başında idim. Seni gökte ararken yerde buldum.” dedi. 
Bütün bu sözler anlamlıdır, iyi yorumlanmalıdır. 
Türkiye’nin tüm bu süreçten haberi vardı. Türkiye’ye sürekli haberler veriliyor, durmadan haber akışı sağlanıyordu. Teslim edilmem Yunanistan’ın çıkarlarının geliştirilmesi midir? Yoksa İsrail’in çıkarlarının geliştirilmesi midir? Görünüşte her ne kadar, Türkiye’yi bilgilendiriyoruz deseler de, Yunanistan İstihbarat Şefi Baby, Kalenderis ve Kostulas, bu üçü de NATO çalışanı ve azılı Türk düşmanıdır. Bu üç kişi, hangi amaçla beni bu oyunun içine çektiler. Kendi çıkarları için mi, Amerikan çıkarları için mi, yoksa İsrail çıkarları için mi? Bu noktalar henüz aydınlatılabilmiş değildir. 
Bu ekip, daha sonra beni Türkiye’ye pazarlamak istedi ve sonuçta beni enterne eden de, NATO’nun Gladiosu’dur. 

İnisiyatif ABD’lilerin elindeydi. ABD’den komplodan sorumlu kişi Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Sandy Berger’dir. Beri ben Clinton’la konuştum, Öcalan’a yardım eder misin? diye sordum demişti. Bunun üzerine Clinton eliyle ağzını kapatmış. ‘Sandy Berger bunu bilir’ demiş. İkinci bir kişi daha söylüyor. Cevap aynı oluyor. Bu konuda tam yetkili olan şahıs Sandy Berger’dir ve operasyonu da Berger yönlendirmiştir. Gelinen aşamada; Clinton inisiyatif almış mı veya ne kadar almış? Bunu bilemiyorum. İsrail Suriye’yi kendine çekmek için bu komploda yer almıştır. Kenya’daki durumuma ilişkin, İsrail’in de katkısı olabileceğini düşünüyorum. İsrail’in bu konuyla ilgili sorumlu kişisi İstihbarat Şefi David İrvin’dir. Bana karşı geliştirilen komployu, ABD’den SandyBerger’le birlikte yürüttüler. Perde arkasındaki iki adam bunlardır. Burada Türkiye’nin fazla bir rolü yoktur. Mesut Yılmaz, ‘Öcalan’ın getirilişinde bizimkilerin haberi yoktur’ dedi.Dışişleri çevreleri de, ‘Getirilişi aleyhimizedir’ dedi. Kenan Evren de, ‘Bu adam başımıza bela olur’ tarzında açıklama yaptı. 

Genel olarak; ‘Bizim fazla rolümüz yoktur. Zaten paketlendi’ deniliyor. 
Avrupa ve ABD’yi top yekûn suçlamıyorum. İsrail için de şunu belirtmek gerekiyor. Komplo Netanyahu dönemine aittir. David İrvin, o dönemin istihbarat şefi idi. Şimdi Barak baştadır. Barak barışçıl görünüyor, Ortadoğu’da barış 
sürecini geliştirmeye çalışıyor. Yunanistan’da da demokratlar olabilir, Yunan halkından dostlarımız vardır, ancak komploda hükûmetin rolü açıktır. İtalya için de şu söylenebilir, İtalyan hükûmetini de aşan bir Gladio birimi komploda 
etkili rol oynamıştır. 

28. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder