Suriye ve Su Sorunu Bağlamında Terör BÖLÜM 1
Fatih ÖZÇELİK,
Dr. Öğr. Üyesi, Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
fatihozcelik@duzce.edu.tr
Özet
Türkiye Cumhuriyeti, en uzun sınır komşusu Suriye ile belli dönemlerde birtakım sorunlar yaşamıştır. Bu sorunların en büyüğü de Türkiye Cumhuriyeti’nin Fırat ve Dicle nehirleri üzerine baraj yapma kararı almasıyla başlamıştır. Bu karar Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye arasında “Su Sorunu” olarak adlandırılan problemin temelini oluşturdu. Suriye, Uluslararası platformlarda sürekli Türkiye karşıtı söylemler ve eylemlerde bulundu. Türkiye Cumhuriyeti ile yaşadığı su sorununda koz olarak terörü destekleme yoluna da gitti. Topraklarını Türkiye
aleyhine faaliyet gösteren bütün terör örgütlerine açtı. Bu çalışmada su sorunu ve bu sorundan kaynaklı başka sorunların ortaya çıkması ve gelişimi incelendi. Elde edilen veriler analiz edilerek bir değerlendirmede bulunuldu.
Giriş
Ortadoğu dünyanın yumuşak karnı olarak nitelendirilen, çok çeşitli yönetim
biçimlerini ve sorunları içinde barındıran bir coğrafyadır (Memiş, 2002: 255).
“Ortadoğu” kavramı ilk kez II. Dünya Savaşında İngilizler tarafından
Mısır’daki askeri birliklerin “Ortadoğu Komutanlığı” olarak adlandırılmasıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu bölgeyi tanımlamak için daha öncesinde “Yakın Doğu” kavramı kullanılmaktaydı (Oran, 2001: 194).
Ortadoğu yer altı kaynakları ve jeopolitik durumundan ötürü tarih boyunca
iç karışıklıklar ve büyük mücadelelere sahne olmuştur. Ülkeler bulundukları
çevrenin özelliklerinden etkilenirler. Ortadoğu gibi zor bir coğrafyada yerini
almış olan Suriye de bundan nasibini almıştır. Hatta günümüzde bölgedeki
en sorunlu ülkenin Suriye olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Suriye’nin kuzeyde Türkiye Cumhuriyeti, güneyde Ürdün, doğuda Irak,
güneybatıda ise İsrail ile sınırdaştır. Ayrıca Batıda Akdeniz’e kıyısı vardır.
Resmi adı “El Cumhuriyetü’l-Arabiyye es-Suriye” olan ülke gerek coğrafi
gerekse jeopolitik konumu itibariyle çok kıymetli bir arazide yer almaktadır.
Suriye’nin stratejik açıdan önemli bir coğrafi alanda yer alması, petrolce
zengin Arap yarımadası ülkelerine komşu olması, Irak ve Mısır arasındaki
doğal ulaşım koridorunu oluşturması, Arap ve İslam dünyasının siyasi fikir
akımlarının meydana geldiği, dini ve kültürel bir merkez olmasıyla ilgilidir
(Bulut, 2008: 5).
1. Su Sorununun Başlaması
20. yüzyılda nüfusa bağlı olarak su kaynaklarına olan ihtiyacın artması
devletlerin bu konuya gün geçtikçe daha da önem vermesine neden
olmaktadır. CIA’nın hazırlamış olduğu bir raporda, dünya su kaynaklarının
tükenmeye başlamasından dolayı dünyada su savaşlarının başlayacağı
belirtilmiştir (Gönlübol ve Bingün, 2014: 667). Türkiye de bu durumun
farkında olarak su kaynaklarını verimli kullanabilmek amacıyla 1960’lı
yıllarda Fırat Nehri üzerine Keban barajını inşa etmeye başladı ve 1973
yılında barajın yapımı tamamlandı. Bu barajın yapımından sonra, Türkiye
enerji kaynağı ihtiyacı artışına bağlı olarak baraj yapımı konusunda projeler
geliştirmeye başladı ve Güney Doğu Anadolu Projesi(GAP) bu kapsamda
ortaya çıktı.
Türkiye, Fırat ve Dicle Nehirleri üzerine yapmayı planladığı barajlar
sayesinde su potansiyelini daha verimli kullanmak istiyordu. GAP
kapsamındaki yörelerin kalkındırılması ve yatırımların artırılması
hedefleniyordu. Fakat Türkiye’den doğup Irak ve Suriye’den geçerek Basra
Körfezine dökülen Fırat ve Dicle nehirleri Ortadoğu devletlerinin yaşamını
etkileyen bir önem arz etmekteydi. Bundan dolayı Suriye ve Irak bu proje
nedeniyle su kullanımının kendileri açısından azalacağını (Sinkaya, 2011: 86)
ve Türkiye’nin yeri geldiğinde GAP kapsamında yapılan bu barajlar
sayesinde suyu kendilerine karşı bir koz olarak kullanacağı endişesine
kapıldılar. Hatta Türkiye Keban Barajı’nda su birikimini sağlayabilmek için
Irak ve Suriye’ye yönelen akarsularda bir müddet kısıntı yapmak zorunda
kaldı. Irak ve Suriye hükümetleri bu duruma tepki gösterdiler ve saniyede
100 metreküp su verilmesinin uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu
belirterek Fırat Nehri üzerinden kendilerine saniyede 300 metreküp suyun
gelmesi gerektiğini söylediler (Cumhuriyet Gazetesi, 02.04.1974).
Ancak su sorununa bağlı ilk büyük kriz Türkiye ve Suriye arasında
meydana gelmedi. Türkiye ve Suriye’nin aynı dönemlerde bitirdiği Keban
ve Tabka barajlarının dolumu esnasında Irak su sıkıntısı çekmeye başladı.
Sıkıntı kaynağının Suriye olduğunu düşünen Irak Suriye’yi tehdit etti ve iki
ülke arasında gerilim ortaya çıktı. Suudi Arabistan’ın araya girmesiyle
Suriye ve Irak arasındaki sorun çözüldü (Maden, 2011: 35).
2. Suriye ve Irak’ın Türkiye’ye Karşı Ortak Hareket Etmeleri
Suriye ve Irak, Suudi Arabistan’ın arabuluculuğuyla aralarındaki Tabka
problemini çözdükten sonra beraber hareket etme kararı alarak Türkiye
aleyhine faaliyetlere giriştiler. Suriye ve Irak, Türkiye’nin nehirleri
değerlendirme projelerine karşı, uluslararası alanda bu projelerin
kendilerine zarar verdiği konusunda kamuoyu oluşturma çalışmalarına
başladılar. Hatta su sorununun tüm Arap dünyasının ortak sorunu olduğu
konusunda ortak bir düşüncenin oluşturulmasını da büyük ölçüde
sağlamayı başardılar (Gönlübol vd. 2014: 228).
Arap devletlerinin Suriye ve Irak tarafında yer almasının çeşitli nedenleri
vardı. Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu dünya düzeni
içerisinde Batılı tarafta yer alması Arap devletleri ile ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Zira Arap devletlerinin önemli bir kısmı SSCB’ye yakın duruyorlardı (Gönlübol vd. 2014: 228). Araplara ait olduğunu savundukları topraklarda İsrail Devleti’nin kurulması ve bu devleti tanıyan ilk Müslüman devletin Türkiye olması nedeniyle Türkiye’ye kırgınlıkları ve kızgınlıkları söz konusu idi. Bu durum Suriye ve Irak’ın yanında yer almalarının başka bir nedeniydi (Soysal, 1999: 521). Bunların yanında Türkiye’nin bölgede etkin bir güç haline gelmesini istemiyor lardı (Çelebi, 2009: 67 ).
Arap devletlerinin Suriye ve Irak’ın yanında yer alması Türkiye’yi olumsuz
etkiledi. Örneğin Türkiye’nin en büyük enerji ve sulama projesi içinde yer
alan barajlardan Karababa Barajı için hiçbir uluslararası kuruluş ve ülke
kredi vermeye yanaşmadı. Söz konusu projelerin finansmanında kullanılmak üzere Türkiye’ye verilecek kredileri engellemek amacıyla Dünya Bankası’na baskı yapıldı (Cumhuriyet Gazetesi, 25.06.1984). Arap devletlerinin etkisinde kalan Dünya Bankası ve IMF kredi desteği verilebilmesi için nehirler üzerinde hak sahibi olan tüm ülkelerin ortak bir anlaşmaya varmaları gerektiğini belirtti (Erdağ, 2015: 43).
Uzun süren tartışmalar üzerine Türkiye, 1980 yılında Fırat’ın sularından
yararlanılması konusunda müzakerelere hazır olduğunu bildirdi. İlk aşamada bu konudaki görüşmelerin nehrin geçtiği üç ülkenin de katılımıyla yapılabileceğini belirtti. Suriye ve Irak Türkiye’nin önerisini kabul etti.
Ancak 1984 yılına gelindiğinde Türkiye’ye karşı ortak hareket eden Suriye
ve Irak arasında birtakım problemler baş gösterdi. Bu nedenle Suriye
görüşme masasına oturmaktan kaçındı. Öngörülen toplantılar Suriye’nin
katılmamasından dolayı yapılamadı. Suriye’nin bu tutumundan dolayı
ortaya çıkan tıkanıklık, bu konudaki tavrını değiştirmesiyle belli ölçülerde
aşılmaya başlandı ve üç ülke arasında Bağdat’ta teknik düzeyde görüşmeler
yapıldı ancak bu toplantılardan tam bir sonuç alınamadı
(Cumhuriyet Gazetesi, 25.06.1984).
3. Suriye Yönetiminin İç Siyasette Türkiye Aleyhtarlığı
Suriye yönetimi, ülke içindeki problemleri çözmekte yetersiz kaldığında
başarısızlığın bahanesi olarak Türkiye’yi suçlamaktaydı. Türkiye neden
gösterilerek başarısızlıkların üzeri örtülmeye çalışılıyordu. Örneğin SSCB’ye
Ukrayna modeliyle 1970’li yıllarda inşa ettirilen Al-Tavra barajı sulak ve
yağışlı bölgelere uygundur. Çölün ortasına inşa edilen bu baraja Fırat’tan
gelen su tesir edemediğinden; Ukrayna modeline göre inşa edilen tribünler
hareket ettirilemedi. Bundan dolayı elektrik üretiminde aksaklıklar yaşandı.
Hâlbuki bu dönemde Türkiye vaat ettiği 500 metreküp suyun üzerinde 700
ve 1000 metreküp su salımı yapmıştı.
Ancak Suriye yönetimi kendi halkından yanlış yatırım yapıldığı bilgisini gizleyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlama yoluna gitti. Bu suçlama kampanyaları bazen öyle boyutlara ulaşmıştır ki yiyecek sıkıntılarından bile Türkiye sorumlu
tutuluyordu. Suriye yönetimi 1986 yılının sonlarında elindeki tavuk stoklarının hepsini İran’a petrol karşılığında verdi. Bu ticaretten ötürü Suriye iç piyasasında büyük bir tavuk bir kıtlığı meydana geldi. Şam yönetimi ise kıtlığın gerekçesinin Türkiye olduğunu söyledi. Suriyeli yetkililer basına verdikleri demeçte: “Türkiye’de tavuk vebası çıktı önlem almadılar ve bize de sıçradı, tavuklarımız telef oldu” diyerek Türkiye’yi suçladılar (Milliyet Gazetesi 19.04.1987).
Suriye yönetiminin su meselesinden kaynaklı Türkiye aleyhtarlığı başka
konularda da devam etti. Sözgelimi 1988 yılında Amman’da İslam
dünyasının önde gelen liderlerinin bir araya geldiği İslam Konferansı’nda,
Türkiye Bulgaristan’daki Türk azınlığın sorunu konusunda İslam liderlerinden beklediği desteği büyük ölçüde buldu. Ancak Suriye konferansın ilk gününden itibaren Bulgaristan’ın görüşünü destekledi.
Konferans sırasında dönemin Türk Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Suriye
Dışişleri Bakanı Faruk Şara ile görüştü ve Bulgaristan’daki Türk azınlığın
zulüm gördüğünü ve bir insanlık dramının yaşandığını söyledi.
Buna rağmen Suriye, Bulgaristan yanlısı tutumunda ısrarcı oldu
(Milliyet Gazetesi 25.03.1988).
4. Suriye Yönetiminin Türkiye’ye Karşı Terörü Desteklemesi ve PKK Terör Örgütü
Her platformda Türkiye karşıtı bir pozisyonda bulunan Suriye koz olarak
terör kartını da kullanmıştır. Türkiye aleyhine her türlü oluşumu
desteklemekten geri kalmayan Suriye yönetimi, kendi topraklarını Türkiye
Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne kast eden terör gruplarına açtı.
DHKP/C (Dev-Sol), THKP/C Halkın Devrimci Öncüleri (Acilciler), TKP/ML,
SVP, TKEP, TKSP, PKK, Üçüncü Yol ve 16 Haziran Hareketi gibi sol görüşe
sahip terör örgütleri Suriye tarafından desteklendi. Suriye destekli bu
örgütler 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde meydana gelen terör eylemlerini
gerçekleştirdiler. 12 Eylül'den sonra sol örgütlerin sona erdirilmesi ile
birlikte, Suriye ve müttefikleri yeni bir arayış içerisine girdiler. 1970’li
yıllarda ASALA ve Türkiye karşıtı sol örgütlere destek veren Suriye, 1980’li
yıllarda ise PKK’yı destekleyerek Türkiye’yi zor duruma düşürmek için
elinden gelen gayreti sarf etmeye başladı (Manaz, 2003: 2).
1979 yılında faaliyetlerini arttırarak örgütlenmeye başlayan PKK terör
örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, 7 Temmuz 1979 tarihinde Suriye’ye
giderek, burada Filistin Kurtuluş Örgütü’yle temasta bulundu ve kendisine
Filistin kimliği verildi. Bu zamanlarda Lübnan ikiye ayrılmış, bir bölümü
Arap Barış Gücü adı altında Suriye’nin denetimine girmişti. 1976 yılında
Suriye, Lübnan’ın Bekaa vadisini işgal etti. Suriye denetimine giren bu
topraklarda Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı birçok örgüt, Ermeni ASALA
terör örgütü ve Lübnanlı Dürzi ve Şii milislerin kampları bulunmaktaydı.
Denetimsiz ve yasadışı faaliyetler için uygun bir yer olan bu topraklarda
Öcalan da kendisine bir yer ayarlamak istedi ve Filistinli grupların
yardımıyla Bekaa vadisinin güneyinde bir yer gösterilerek buraya 30-40
kadar PKK’lı terörist yerleşti. Bu kampın nüfusu zaman içerisinde Lübnan
ve Suriye’den katılımlarla arttı. Askeri eğitim için müsait olan bu yere
Sovyet ve Kübalı subaylar gelerek Filistinliler ile birlikte PKK’lılara da
eğitim vermeye başladılar (Kurubaş, 2004: 117).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder