26 Eylül 2015 Cumartesi

SİYASAL KAPKAÇÇILAR




Siyasal Kapkaççılar



YEKTA GÜNGÖR  ÖZDEN.

04.04.2005/Sayı:79


Kiminin “Dünya tersine döndü, deyişiyle anlatmaya çalıştığı çelişkilerle aykırılıkların boyutu gerçekten ölçülemez düzeye geldi. İçerde ve dışarda her gün üzücü durumlara ilişkin haberlerle ne olacağını ve nereye gidildiğini düşünüp tartışan insanlarla karşılaşıyoruz. Demokrasinin biçimsel koşullarından biri olan seçimlerin şaşırtıcı sonuçları, sağduyu özleyişinin doruğa çıkan çığlıkları, demokrasiden yararlanarak oldubittiler ve zorbalıklarla yönetime elkoyma çabaları, yağmalar, öldürmeler birbirini izliyor. Gerçeklerle gerçekdışılıklar birbirine karışmış durumda. İçte ve dışta tehlikeli, tırmanışlar seziliyor.
Sevr özlemiyle yanıp tutuşan, Lozan’ın intikamını almak için çırpınan Avrupa ülkeleri ve yandaşları AB sürecinde Türkiye’yi güç durumda bırakacak her yolu geçerli sayarak baskılarını artırmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanımakla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne son verecek Protokol imzalanacak, görüşmeler başlayıncaya kadar alacakları dışında görüşmeler sırasında da Kurtuluş Savaşı’yla itilen isteklerinin kabulü için dayatacaklardır. Dinsel azınlıklar, Kıbrıs, Ege, sözde ermeni soykırımı yanında şimdi de Türkiye, İran, Suriye’deki kürtleri tek çatı altında toplamayı amaçlayan “Demokratik konfederalizm”den söz ediliyor. Nevruz, kutlamalarını kötüye kullanarak içlerini döken kürtçülerin Diyarbakır’da açtıkları dövizlerde bunlar okunuyordu. İçimizdeki hain şebekenin büyük kesimiyle medya olduğunu bilmeyen kalmadı. Batıdan beslenen, eğitimini belli yerlerde yapıp belli yerlerde çalışan niteliksiz, kişiliksiz, bilgisiz, nankör kimileri nasıl aldıkları kuşkulu bilimsel sıfatları ya da yerleştikleri köşeleri kullanarak kin kusuyorlar. Kürtçülerin, şeriatçıların, faşistlerin hepsinin arkasında AB’ciler var. Yine Nevruz’u izleyen günlerde Diyarbakır’da “AB sürecinde Kürt’üm, tarafım, haklarımı istiyorum, kampanyasının başlatılmasının nedeni AB kışkırtmasıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın haklı hiçbir yanı bulunmayan bu tür yaklaşım ve girişimlerin Türkiye’de kürt devleti kurmak çabasının bir evresi olduğu açıktır.
Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti kurucularıyla birlikte karalanıyor. 1930’ların dünyadaki seçkin cumhuriyetlerinin başında sayılan Atatürk Cumhuriyeti’ne edilmedik söz bırakılmıyor, 1950 sonrası laçkalıklara neden olanlar unutuluyor, unutturuluyor. Üstelik acındırıcı yayınlarla, adları verilen yapılanmalarla kurucularla kurtarıcıların önüne geçiriliyor. Yazılarıyla ne olduğunu iyice gösterenlerden biri Sultan Abdülhamit’in dehası(!)ndan söz ederken “1940 yılında ulaştığımız gelişme seviyesi, ancak 1914’deki seviyemizdi” diyebiliyor. Bir yenisi çıkıp duygusallığa dayanan zamansız, gereksiz, yersiz yorumlarıyla lâiklik, ulus devlet, ulusalcılık için veryansın ediyor. Zamanı, ortamı, koşulları, olanakları, tebaadan birey, ümmetten ulus olmayı gözardı ederek lâikliğin değerini yitirdiğini, birleştirici öneminin kalmadığını, devleti kutsamanın faşistlik saydığı milleti kutsamaya dönüştüğünü, böyle solculuk olmayacağını, lâik kesimin ulusta kutsallık aramasının, faşistlik olduğunu, aydın kesimin AB’ni antimiliter olduğu için istediğini, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerektiğini, ulus devletin kuruluş gerekçeleriyle bugün yaşanamayacağını, Batı’nın ulusal egemenlik retoriğinin dışına çıkmamızı istediği bir ironi olduğunu anlatıyorlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gereklerini, amacını, sonuçlarını asla gözetmiyorlar. Günümüzdeki iç ve dış olaylar sarmalını görmezlikten geliyorlar. Cumhuriyetin demokrasiyi amaçlayarak bilim devleti olarak kurulduğunu, cumhuriyeti kuran Türkiye halkının oluşturduğu ulusun milliyetçiliğinin ırka dayanmadığını, lâikliği benimseyen herkesin aynı düşünmediğini unutuyorlar. Yabancılardan etkilenerek, onların beğenisi kazanacak biçimde konuşup yazmak moda oldu. Medya bunları vitrine çıkarıyor. Yansız, bilgili, kişilikli kimselere dakika vermiyor. Bilimsellikten uzak çocukça, şımarıkça görüşlerle sunulan hep Türkiye karşıtları. Bir yazar “Medyanın Günahı” başlıklı yazısında kimi sorunları sıralamıştı. Bunlar olmasa, bunlara güvenmeseler “Apo’ya, İmralı’ya selâm. Dişe diş, kana kan seninleyiz Öcalan” çığlıkları atılabilir miydi? Terörbaşının ablalarının elleri kardeşleri yerine konularak ve ona yaranmak için öpülmüyor mu? Ulusu oluşturan çoğunluğun içindekilerin, her yere, her kata gelmiş kişilerin ayrılıkçıların, yabancı kuklalarının peşinde koşmalarının anlamı açık seçik ortadadır. AB yetkililerine Türkiye’nin sömürgeleri, üsleri olmadığı anlatılmadıkça bu çirkinlikler artarak süreceğe benzemektedir, protokolu nasıl değerlendirip uygulayacaklar bir gösterge olacaktır.
Halkımız onur yaralayıcı tepkisizliklere, ilgisizliklere katlanamadığı için Bayrağa sarılmaktadır. Mersin’de kürtçülerin denemek ya da karşıtlıklarıyla amaçlarını pekiştirmek için çocuklara çiğnetip yakmaya çalıştırdıkları Bayrak olayından sonra bu terbiyesizliği, bu düşmanlığı kınayacak yerde belli kişiler ve kuruluşlar milliyetçilik kışkırtmasından sözetmeye başladılar. Kimileri de yüzsüzlük yapıp provakasyon bahanesi getiriyor. Bu yaşta, bu eğitimi almış çocukların bayrağı bir-iki kişinin önerisiyle yakmaları inandırıcı olamaz. Aile ve soy bağları incelendiğinde bilerek, isteyerek yaptıkları anlaşılır. Bunları bu yola itenler yaptırımlardan korkanlardır. Çocukları kullanacak kadar alçalanların amaçları bellidir. Avrupalılar kendi ülkelerindeki küçük bir olay için büyük önlemler alırken Türkiye’deki büyük olaylar için küçük önlemleri bile fazla bulmaktadırlar. Devletin simgesi, ulusun kutsal varlığı Türk Bayrağı yerine ikinci bayrak kullanıp dolaştıranlar, zafer işareti yapıp kürtçe konuşup söy1eyenlerin utanmazlığı tepkilerde ölçüsüzlüğü, aşırılığı haklı kılmaz. Sağ duyuyu yitirmeden gerekli yanıtların verilmesi, hukuk yolları izlenerek sonuç alınmalıdır. Ancak dinciliği öne çıkaran, ulusalcılığa önem vermeyen iktidarın anlamsız hoşgörüsüyle bu olaylar çığrından çıkmaktadır. “Ruhsatsız arsaya Atatürk büstü dikmek” benzetmesiyle dolaylı bir kınamaya gidilmiştir.

Gerçekdışı savlar

Osmanlı devletine karşı oyunlara girmeleri, ayaklanmaları, Türklere saldırıları nedeniyle uzaklaştırılmak, başka yerlere ve ülkelere gönderilmek istenen ermenilerin karşılaştıkları kimi olayları yalanlarla süsleyip soykırım olarak göstermek hukuksal koşullara asla uymadığı gibi gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Ermenilerin yaptıkları, toplu mezarlara gömdükleri unutulmuş, savaş ortamında ve olağan önlemler sırasında karşılaşılan iki yanlı saldırılar yine batılıların kışkırtmasıyla Osmanlıyla hiçbir ilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmak istenmiştir. Batılıların kendi yaptığı soykırımlar, işgaller, elatmalar, sömürgeci ve yayılmacı anlayış, kapitalizmin emperyalist açılımları unutturularak Türkiye yargılanmıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy’nin büyük bir gerçekçilikle anlattıkları suçlamanın çirkin bir yaygara olduğunu ortaya koymaktadır. ABD ırkçlığı, AB bölgeciliği hiçbir kural tanımamaktadır. Kırgızistan olayları, Gürcistan, Ermenistan, Ukrayna’dan sonra başka ülkelerin de sırada olduğunu göstermektedir. Bu zorbalıkları Türkiye’de bile denemeye kalkışabilirler. Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temelini bu nedenle yıkmak istemektedirler. Ermenileri öldüren kürtler değil midir? Ermenileri öldürenlerin çocuklarının oturduğu köyleri PKK yakmamış mıdır? Belgeler ermenileri yalanlamıyor mu?

Ermeni terör örgütü Asala’nın kıydığı değerlerimize değinen, Azerbaycan işgalini kınayan Avrupa ülkesi yok. Kürtçüler ve şeriatçılar gibi ermenileri kışkırtan da Türkiye’yi istemeyen Avrupalılar. Oysa her ermeni onlar gibi düşünmüyor. 1991’de Tokat’ta Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün büyükboy portrelerini çerçeveletip evinin güzel bir köşesine koyan, ayrıca sineklerin kirletmemesi için naylonla kaplayan İmasti hanımla, Türkiye’den ayrılan yakınlarını kınayarak Atatürk ve arkadaşlarına övgüler yağdıran İstanbul’daki M. Tütüncüyan’ı unutamam. Niksar’da anneleri ermeni olan arkadaşlarımız vardı, hepsi de bizim gibi düşünen insanlar. Şimdi sormacalarda kimi birlikteliklere karşı çıkılıyorsa, giderek pekişecek yurttaşlık bilinci unutulup karşıtlığa dönüşmenin nedeni yine batılıların kışkırtmasıdır. Dostluk yerine düşmanlık seçilmesinin ağırlığı ermenilerde ve destekçilerindedir.

İnkârla sıyrılmak mı?

Başbakanın Genelkurmay Başkanı’na seslenişi (hitabı) tartışma konusu oldu. Görüntülerle yayımlandığı, duyulduğu gibi bir sesleniş olmadığı ve duyulmadığı savunuldu. Bunlara inanmayanlar, duymaları nedeniyle kendilerine güvenini yitirdiğini yazanlara rastlandı. Göz gördüğüne, kulak duyduğuna inanır, inkâr mı gerçek mi, belirlemekte güçlük çekilmektedir.
Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Irak politikası olmadığına ilişkin sözleri eleştirildi. Sanırız komutan gerçekçi, yeterli, etkin, doyurucu bir politika olmadığından yakındı. Yoksa şöyle ya da böyle elbet bir politika vardır. Ama bu gözlenen politika değildir. Ayrıca Komutanın konuşmaması gerektiği söylenip yazıldı. Kanımızca, konuşmasında sakınca yoktur. Öteden beri “Asker kılıcıyla, yargıç kararıyla konuşur” sözünü gerektiği yerde söylerim. Ancak, “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde susması gerekenler konuşur” sözü de benimdir. Sınırlarımızın savunulması saldırıların karşılanıp giderilmesi, bunlara ilişkin önlemlerin alınması Kara Kuvvetleri Komutanlığının başlıca görevleri kapsamında bulunduğundan Komutanın bu konularda konuşması doğaldır, hatta gereklidir. Bizde işine gelmeyenlerin yararlı konuşmaları eleştirdiklerini herkes bilir. Benim için Meclis’e saçma bir öneride bile bulunulmuştu. Oysa görev gereklerine, yargıçlık niteliklerine aykırı bir davranışım, konuşmam ve yazmam olmadı. Türk Devrimi’ni, Atatürk ilkelerini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, lâiklik ve cumhuriyeti savunmama katlanamadılar. Olaylar beni doğruladı. Değerbilmezler her değere saldırırlar.

Bir Anımsatma : 

Atatürk’ü inkâr edenler neleri inkâr etmezler ki.
Apo’nun Türkiye korumasında, güven içinde yaşadığı yalan mı? AB’nin, Türkiye’ye baskı uyguladığı, ikilemli davrandığı, yabancıların, başka yöreleri bölgeleri bırakıp yalnızca güneydoğuya gelip gittikleri, kimi Büyükelçilerin bile kışkırtıcı davranışlarda bulundukları doğru değil mi? Teröre karşı hangi görevdeki ya da emekli yurttaşımız Apo kadar korunuyor? Ermeni soykırımı savı, BOP, AB’nin istediği ödünler için de Genelkurmay Başkanı ne diyor, halk bunu öğrenmek istiyor. Bayrak için açıklanan duyarlık beğeniyle karşılanmakla birlikte önemli öbür olaylar için de beklenti var.
Mersin’deki olaylardan birkaç gün sonra, ancak Genelkurmay bildirisi yayımlanınca tepki verip ilgi gösterenler yine suskunluğu seçtiler. Ayrılıkçıların önceki imza kampanyası takipsizlik kararıyla sonuçlandı. İkincisi AB görüşme süreci başlayınca AB’ne verileceği gözdağıyla imzaya açıldı. Bakalım yetkililer, ilgililer, sorumlular ne diyecekler?
AB’nin yabancılara oy hakkı ve azınlık baskıları ne sonuç getirecek? 17 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ne olacak göreceğiz. Türkiye’nin ABD’nin bir eyaleti olmadığı yine kanıtlanacak mı? yoksa İncirlik Üssü hükümet kararıyla serbest mi bırakılacak? Kırgızistan olaylarına “Devrim-Ekspress devrim-halk devrimi” diyenlerin yanılıp yanılmadıklarını birileri herhalde anlatacaktır.
Karmaşa mı kargaşa mı
AB’nin paralı sözcüleri giderek artmakta. Akçalı destek alan derneklerin proje yardımı savunmasıyla giriştikleri propaganda çalışmalarının alanı genişliyor. Emperyalizmin kanatları giderek büyüyor. Bayrak olayının hafife alınmasına çalışanlar cirit atıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüş ve açıklamalarını “fetva” diye sunanlar var. Ülkemizdeki lâikleri düşman sananlar ve böyle suçlayanlar Avrupa Hıristiyan Demokratlarının üyeliğine başvuruyor. Milli Eğitim Bakanlığı sanat ve sporla ilişkiyi kesecek, ilgiyi azaltacak program düzenlemelerine başlıyor. İktidar, Atatürk’e ilişkin ne varsa yıpratmak yıkmak, unutturmak çabalarına sessiz kalıyor. Okullarda 18 Mart törenleri Atatürk’ün adı anılmadan düzenleniyor. Çanakkale’ye giderek alternatif tören düzenleyen gericiler Atatürk’den asla söz etmiyor. Bu büyük insan ülkeyi kurtardığı, herkesi yurttaş olarak sahibi yaptığı devleti kurduğu için mi suçlu? Sürücü kursu sınavına sıkmabaşla giren öğrenciyi almayan öğretmene ceza verilmesinin anlamı nedir? Djyarbakır’da PKK ve Apo lehine atılan sloganlarla birlikte PKK’nın “Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi”nin flamasının açılmasını neleri göstermektedir?
Atatürk’ün kızı Sabiha Gökçen’in aramızdan ayrılışının dördüncü ölüm yıldönümünde kaç kişi, kaç kuruluş, nasıl andı? Kimi gazetelerin Fethullah’a ayırdığı yerin kaçta kaçı kadar Gökçen’e yer verildi? Kim olduğu ve neler yaptığı iyi bilinen Said-i Nursî için düzenlenen toplantıya İstanbul’da katılanlarla kutlama gönderenlerin sayısı tehlikeyi anlatmıyor mu? Nevruz’un Türklerin bayramı olduğunu gözardı edip kürtçülere yaranmak için “Newroz” diye yazanlar kimin nesi?
Yabancı hayranlığı uyduluk ve uşaklığa dönüşünce, Kürtçülük ayrımcılığı demokratlık olarak savunuldukça daha çok çarpıklıklarla karşılaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin yabancılara koşulsuz toprak satımına getirmek istediği ölçüler bile eleştiri konusu olmuştur. Anlamadan, öğrenmeden, bilmeden yazıp çizmek beceri değildir. Anayasa Mahkemesi’ni, özellikle yöneticilerini eleştirecek çok neden bulunabilir, kararları bilimsel yönden tartışılabilir ama gerekçesi yazılmadan, yürürlükteki Anayasaya uygunluğu amaçlayan denetimini karalamak asla doğru değildir.
Kapkaç ve gasp olaylarının öldürmelerle birlikte giderek arttığı günümüzde eve-yatak odasına giren hırsızların öldürülmesinin cezasız bırakılmasını istemek, koşulları gözetmeden bu yola gidenleri cezasız bırakmak çözüm olamaz. Yatak odasına evin başka bir bölümüne girenlerin kötü eyleminden döndürmek, saldırılarını önlemek için girişilen davranış ölüm sonucunu getiriyorsa koşulları gözeterek ceza verilemeyeceği kuralı getirilebilir. Önceden hiç ceza verilmez denemez. Sanırım öneriler bu doğrultudadır.
Yinelemekte yarar var, Atatürkçülüğü dışlayan asla Kuva-yı Milliyeci olamaz. Cumhuriyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ikinci evresidir. Demokrasinin beşiğidir. Kurtuluş Savaşımız, Türk Devrimi’yle tamamlanmak istenmiştir. Cumhuriyet bir ulusal eğitim düzenidir. Özellikle bizim için. Kurtarıcı ve kurucuları, olayların başını, sonunu bilmeden kişisellik ürünü nedenlerle eleştirmek, kurumları ve kavramları yozlaştırmak eski tüfek olmanın gereği olabilir ama cumhuriyeti cumhuriyet yapmaya andlı nitelikli yurttaş olmanın gereği olamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonra kurulan siyasal partilerin yaptıklarıyla onlara dayanılarak yapılanları, alınan olağan ve zorunlu önlemleri eleştirmek, günün koşullarında kimi görüş ve tutumlarıyla öne çıkan sorumluları karalamak kolaylığını seçip 1950 sonrasına değinmekten kaçınanların çözüm önerilerine rastlanmıyor. Bayrağa saygısızlığa tepkilerden korkanlar ve gocunanlar, PKK militanları önünde değil de saldırıyı savuşturmaya çalışan Türk Silâhlı Kuvvetleri önünde canlı kalkanlığa soyunanlar, Güney Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıyarak KKTC’nin geçersizliğine attığı imzayı “Teknik konu” nitelemesiyle savunanlar, TBMM’nin “Ne günlere, kimlere kaldık” dedirten Egemenlik Ödülü’nün kimi adayları, aşırma yayınlar, göz nuru, alın teri, kutsal emek ürünü mallarımızın hazıra konan yabancılara satılmasıyla başarma, yaratma gücümüzün kırılması yeterince söz konusu edilmiyor. Değinilmiyor bile. Silahlı Kuvvetlerimizin temsil, yönetim, komuta, anlam ve ağırlık yönünden etkisiz ve güvenilmez bir duruna gelmesine yönelik iç ve dış çabaların sinsice sürdüğüne ilişkin kuşkular üzüyor ve düşündürüyor.

Siyaset Pazarı

Tuzu kuru medya çocukları için ABD Başkanı’nın konuşmasında sözde ermeni soykırımına değinmesi, Kongre’nin bu konuda karar alması için Cumhuriyetçi Parti milletvekili ve senatörlerince imzalanan önerinin önemi yoktur. Bir değerli gazetecinin “Türklerden ödün istenecek, Rumlara ödül verilecek” deyişi, gülünçtür. Yine bizim medya militanlarına göre AB’nin ve ABD’nin gözüne girmek için yapılan tüm saçmalıklar, verilen ödünler, eğilmeler, eziklikler, aymazlık ve sapkınlıklar AB’ne girmenin ve demokratlığın gereğidir. Gerçekte kimi devşirme bilimcilerin, kimi siyaset soytarısının, kimi medya dansözlerinin iyiliklere ilgisizliği, kötülüklere ilgisi Mütareke Basını’nı aşan başkalaşmalarının sonucudur. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Haklarını ve Demokrasiyi Destekleme Raporu’ndaki yanlış değerlendirmelere karşı çıkan da olmadı. Özellikle yargının dış etkilere açık olduğuna ilişkin bölüm ajanların yanlı ve amaçlı iletmesine bağlanmalıdır. Bir sözümü anımsıyorum “Yargının bağımsız olduğunu söyleyemeyiz ama bağımlı olduğunu da ileri süremeyiz. Yapılacak çok şey var. Yargımıza etki yapacak güç, değil Türkiye’de, dünyada yoktur.” Yargının bağımsızlığı, kolluk güçlerinin yansızlığı mutlak sağlanarak söylentiler ve yakıştırmalar önlenmelidir. Bağımsızlık ve güvence birlikte ele alınmalıdır.
Lozan Barış Antlaşması’nın dışına çıkarak eğitimde çokbaşlılığı getirecek azınlıkları artırma hazırlıkları yenilenme ve ilerleme sayılamaz. Çanakkale Savaşları’nda boş yere kan döküldüğü savunulamaz. Yasamsal olmayan savaşları cinayet sayan Mustafa Kemal Atatürk suçlanıp kimileri kimi yakınlıklar nedeniyle okşanamaz. Vekil imamların kadroya alınması uygun karşılanamaz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında üstlerine yaranmak için sinen, susan pısırıkları utandırması gereken olay, Bayrağımıza saldırıyı önleyerek hakettiği ödülü Şehitler ve Gaziler Derneği’ne bağışlayan polis memurunun soylu davranışıdır. Hiçbir kişisel amacı ve beklentisi olmayan içtenlikli bir yurttaş duyarlığıyla kimi konulara değiniyor, hiçbir karşılık istemeden gençleri destekliyorum. Kaç kez karşı çıktığım siyasal partilere Hazine yardımının doğru olmadığı görüşümde haklı çıktığımı gösteren belirtiler çoğalıyor. Olanlar Türkiye’mize oluyor. Yazık değil mi? Hazine yardımının hiçbir yararı yoktur. İsteyen istediği yerden para alıyor, buluyor. Değişik yöntemlerle para verenler de biliniyor. Devlet, halkın parasını çoğu gereksiz giderler için partilere vermek zorunda değil. Partlilere üye olmanın en doğal gereği ödenti vermeyi, bağışta ve destekte bulunmayı bilecekler. Partisinin olanaklarından yararlanmayı bilenler o kuruluşun akçalı gücüne katkı yapmayı görev sayacaklar. Partilere verilen paralarla devlet neler yapabilirdi. Öğretmenine, hekimine, teknik adamlarına, diplomatına gereken aylığını vermeyeceksin, partilere para dökeceksin. Vakıflara, derneklere nasıl verilmiyorsa partilere de verilmeyebilir. Üstelik siyasal transferler para için yapıldıkça haksızlığın ağırlığı büyüyor.
Ayrılmaları, katılmaları gördükçe partilere giriş, partilerden çıkış nedenlerinde kimi çirkinlikler saptanıyor. İlke yok, tutarlılık yok. Medyamız siyasal ahlâka gereken önemi vermediğinden ayrılma ve katılmalar da alkışlar ve rozet takmalarla değerlendiriliyor. Birkaç yıl önce ayrıldığı partisinin proğramı, tüzüğü, yöneticileri değişmiyor, dönüp dolaşıp oraya geliyor. Anlaşılıyor ki kimi duygusallıklar, kimi kişisel sürtüşmeler, Bakanlık beklentileri, partizan istekler etkili oluyor. Kürtçe selâmlamak, kürtçe şarkılar söylemek, sıkmabaşı serbest bıraktıracağını anlatmak oy avcılığının, halk dalkavukluğunun hâlâ geçerli olduğunu ortaya koyuyor. İnanç sömürüsünden, ilkellikten kurtulmadıkça siyaset bekleneni veremez. Kimsenin ülkeyi, devleti, gençleri düşündüğü yok. Bilim, sanat, spor için, siyasal etik için doyurucu bir söz duyulmuyor. Ne yaptığı belli kişilerin, nasıl olduğunu bilinen partilerin kapısı çalınıyor, yeniden seçilmek için.
Ayrılıkçıların tüm bahanelerini ellerinden almak, ulusal birliği güçlendirmek için “haksızlık ve eşitlik” söylemlerinin ayrıntısı saptanıp tartışılmaz ilkelerdeki birliktelikte anlaşılarak yurttaşlıkta buluşmanın gerekleri ortaya konulmalıdır. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Azınlığa özenmenin anlamsızlığı, ulusal kimliğini inkâr edenin yurttaş olamayacağı kesin dille anlatılmalı, yalpalamalar bırakılmalıdır.
Kıbrıs’ta Denktaş’ın ilkelerinden uzaklaşanlarla destekçileri tarihsel sorumlulukların altında ezileceklerdir. Başbakan ile Adalet Bakanı’nın Yeni Türk Ceza Yasası’nın yürürlük zamanı konusunda birbiriyle çelişen sözleri yönetim durumunu açıklamaktadır.
Birbirinden ayrılması olanaksız, Türk Devrimi’nin kaynağı ve dayanağı olan Atatürk ilkelerini anlatan Kemalizm’le Atatürkçülüğü karşılaştırmanın en azından aymazlık olduğu unutulmamalıdır. Daha çok gericiler 30 Ağustos 1922’den sonrayı benimsemez, Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi yeğler. Atatürk, Mustafa Kemal’le birlikte aramızdan ayrılmasından sonra ki özgün yerini de kapsayacak biçimde tüm yapıyı, tüm anlamıyla Kurtarıcı ve Kurucuyu kapsar. Milliyetçilikle anlatılmak istenen ulusçuluk ve ulusalcılık da böyledir. Ayırmak yıkıcılıktır.

Şamata

Renkli basın hemen iktidarı övmeye başladı. Halkın, çalışanların emeklilerin büyük ölçüde sıkıntı çektiği dönemde büyümeyi rakamlarla şişirme yarışına giriştiler Tok açın durumunu bilmez ki. Büyük paralar alanların geçim sorunları yoktur.
Birkaç yazar yine sıkmabaşı dillerine, kalemlerine doladı. İktidar yöneticilerinin eşleri üniversitedeki bir törene ya da toplantıya sıkmabaşla gelirse üniversite ilgilileri ne yapsın? Zor mu kullansın, kabalık mı etsin? Dışardan gelenlerin üniversite kurallarına saygı duyması, özen göstermesi gerekir. Onlar bu terbiyeyi yansıtmazsa, incelik ve anlayış göstermezse bunu bir açıklık olarak değerlendirmek yanlıştır. Torunların ortamı karartma çabaları siyasetçilerden destek bulsa da akıl, bilim ve ahlâk yolu onlara kapalı kalacaktır.
Kimi yönlerden boşluk, bozukluk, yanlışlıklar içeren özürlü Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğünün iki ay ertelenmesi bir çözüm değildir ama kimi yararları olabilir. Yanlıştan dönmeyi erdem bilmek anlayışının yerleşmesi için olumlu bir başlangıç sayılabilir.

http://www.turksolu.com.tr/79/ozden79.htm

..

22 Eylül 2015 Salı

Kobanenin ortaya çıkardığı yeni güç, Pankürdizm



  ‘Kobane’ nin Ortaya çıkardığı yeni Güç;  Pankürdizm




Yeni Harita 

                

                     ‘Kobane’ nin ortaya çıkardığı yeni güç;

                       Pankürdizm

ABD nin 2003 Irak işgali sonrasında gelişen ve onu izleyen 10 yıl içinde bölgede önemli bir güç merkezi yaratan Kürt gurupları, Orta-Doğu da yeni yaratılan hercümerc oluş sonrası için sınırlar ötesi bir toplum-devlet projesi hazırlığı içinde. Kısaca Pankürdizm olarak adlandırılan bu akımın Ana gövdesini petrol zengini Kuzey Irak yönetimi oluşturuyor. Parasal gücü ve devlet deneyimi dışında bir parlamentosu olan Kuzey Irak yönetimi Uluslararası ilişkiler açısından da Kürdistan olarak düşünülen siyasi coğ-rafyanın en önemli parçası. ‘Kobane Krizi’ olarak adlandırabileceğimiz Ayn El Arab kenti çevresinin IŞID tarafından kuşatılması girişimi sırasında uluslararası PR kampanyası Kuzey Irak, Suriye Kürt bölgeleri ve Türkiye Kürt siyaseti tarafından birlikte yürütüldü. Yaklaşık 1 ay süren bu ilk ‘Pankürdist siyasi girişim’ ABD,İngiltere,Almanya,Fransa gibi ülkelerin parlamentolarında lobi gurupları ve sokaklarda protesto gösterileri ile ‘Kobane’ konusunda ABD’nin etkili hava hücumlarını yönlendirerek  IŞID ın geri çekilmesi sonucununda büyük bir rol oynadı. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde ‘açılım süreci’ boyunca karşısında bulunacak olan güç işte bu birleşik ‘Pankürdist’ blok olacaktır. Kobane kampanyası bunu net olarak ortaya koydu.

                         Barzani ve PYD artık iç politika aktörleri

IŞID ile savaşım adı altında en az iki yılı kapsayacağı tahmin edilen askeri mücadele ve hazırlıkları,tarihin garip bir cilvesi olarak, Türkiye’de açılım ve Kürt meselesinin çözümü takvimi ile örtüşüyor. PKK  tarafından ‘usul hakkında’ yapılan öneri ve şartlar TBMM de kesin bir üstünlüğe sahip olan AKP tarafından şu veya bu biçimde kabul sürecinde. Görüşmelerin nasıl ve hangi şartlarda sürdürüleceği konusu Türk medyasında yer alırken meselenin ‘esası’ hiç bir yerde dile getirilmiyor. Yani, Kürtlere tanınacak olan otonominin sınırları ve biçimi ‘zamana ve güçler dengesine’ bırakılmış durumda. Türkiye’nin ulusal bütünlüğü  için en büyük tehlike de burada. Süreç ve bir yanında PKK nın oturduğu masadaki görüşmeler bir yerinde kesildiği zaman, Türkiye karşısında kimleri bulacaktır ? Bunlar uygun bir zamanda Kürt Devleti olduğunu ilan edecek olan Kuzey Irak, Uluslararası ‘de facto’ tanıma kazanan ve silahlandırılan Suriye Kürt Kantonları ve bölgedeki Kürt nufüsun en büyük bölümünü oluşturan Türkiye Kürtleri ve onun adına açılım masasında oturan PKK’dan meydana geliyor. Pankürdizmi bu yapılaşmasından daha da tehlikeli hale getiren bir başka neden ise IŞID savaşı nedeniyle Türkiye sınırları içine yerleşecek olan ABD hava kuvvetleri ve onun kara ve denizdeki destek unsurlarıdır. Bu güç yada başka bir ifade ile ‘uluslararası toplum’, açılım görüşmeleri çıkmaza girip sokağa inildiği zaman BM, NATO, AB olarak tüm siyasi ve askeri varlığıyla ‘taraf’ olacaktır.

                            Kritik tarih   2015 Seçimi

Türkiye Cumhuriyeti önümüzdeki günlerde tarihinin en kritik dönemine girerken  savaş tehdidi altındaki sınırlarından öte, içeride açılım süreci ve ülke sınırları içinde yerleşecek ABD-NATO güçlerinden meydana gelen bir gündem ile yaşıyor. Bu şartlar altında yapılacak olan 2015 seçimlerinde ortaya çıkacak olan TBMM, önümüzdeki 4 yıl boyunca iktidar mekanizmasını kuracak ve ‘açılım sürecini’ yeni bir Anayasa ile sonuçlandıracaktır. Kısaca siyasi rejimi, devlet yapısı ve siyasi sınırları, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduklarından çok farklı bir ülke ile karşı karşıya kalmak söz konusu. Kobane olayı bu gerçeği çok açık bir biçimde gözler önüne serdi.


Mahir Tan      LondraPosta-Londra


..

ATATÜRK PARTİSİYİZ DİYEN CHP DE İKİ ÖNEMLİ HABER...& İKİ ÖNEMLİ GİRİŞİM.. PARÇALANMAYA GİDEN TÜRKİYE



İ

                                     
ATATÜRK PARTİSİYİZ  DİYEN CHP  DE İKİ ÖNEMLİ HABER...&  İKİ ÖNEMLİ  GİRİŞİM.. PARÇALANMAYA GİDEN TÜRKİYE  

                   
                     İki haber ve CHP Kurultayı


    Son hafta içinde medya’da yer alan iki haber önümüzdeki dönemde yaşanacak siyaset gündemininde habercisi oldu. Bu haberlerden birincisi, 13 Ağustos tarihinde önemli medya organlarında yayınlanan DİHA (Dicle Haber Ajansı) kaynaklı, Şemdinli’de 13 IŞID üyesi olduğu belirtilen militanın YDG-H ( PKK Gençlik Örgütlenmesi) tarafından tutuklanmaları,sorgulanmaları ve kendi üst makamlarına teslim edilmesi hakkında. İkinci haber ise geçtiğimiz günlerde Lice’de PKK nın ilk militanlarından Mahsun Korkmaz’ın silahlı bir heykelinin dikilmesi. Bu haberin gazetelerde yayınlanması üzerine MHP Genel Başkanı oldukça sert bir açıklama yaptı. AKP ve CHP’den ise parti yada sözcüler adına yapılan bir protesto veya açıklama yok. Oysa bu iki haber herkesin bildiği bir gerçeği yeniden gözler önüne serme açısından son derece güncel ve uyarıcı. Bu bölgede ‘de facto’ bir PKK otonomisi faaliyette görünüyor.

                      CHP kongresi ne ile uğraşacak

     CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı Olağanüstü Kurultay açıklamasına göre Eylül ayı içindeki bir tarihte yeni bir kongre yapılıyor. Bu kongre 2015 yılı içinde yapılacak olan genel seçimlerden önceki son büyük çaplı tartışma ortamını yaratıyor. 2015 Seçim kampanyası sürecinde ise Partilerin ‘açılım’ konusundaki görüşlerinin gündemi tamamiyle işgal edeceği kuşkusuz. CHP yönetiminin bu tarihi dönemde uygulayacağı program ve siyasetler ne olacaktır ? . CHP’nin mevcut yönetiminin yada Muhalefet olarak son günlerde isimleri ön plana çıkan liderlerinin Kongre tartışmalarının odağını bu yöne çevirmeleri gerekiyor. Zira CHP nin Eylül ayında yapılacak Olağanüstü Kongresinden sonra yapılacak olan Kurultay’da ‘atı alan Üsküdar’ı geçmiş’ olacak. Doğrudan doğruya Türkiye’nin bir ulus-devlet olarak yapısını ilgilendiren bu tarihi tartışma döneminde CHP nin nasıl bir yönetime sahip olacağı önümüzdeki Olağanüstü Kurultayın ana maddesini oluşturmak zorunda. Bu gündemi CHP nin mevcut yönetim kurullarının ‘gönüllü’ olarak yapıp yapmayacağı çok su götürür. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ortaya çıkan ve Kongre’yi zorlayan Muhalif isimlerin medya ve kongre delegeleri önünde bu konuyu tartışmaya açmaları ve Partide ‘Kılıçdaroğlu ekibi’ olarak bilinen yönetimin izlediği politikaları bu açıdan değerlendirmeleri şarttır. Bu konuda CHP mevcut yönetiminin politik çizgisinin işaretleri şu üç tasarruf ile ortaya çıkmış görünüyor;
  1. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’unun 2012 yılında Hakkari’de yaptığı konuşmada ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı’na Türkiye’nin koyduğu şerhlerin kaldırılması.
  2. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimi programında 2014 Temmuz ayında Diyarbakır’da yaptığı ‘tüm kırmızı çizgileri kaldıracağız’ açıklaması.
  3. Yine 2014 Temmez ayı sonunda TBMM de yapılan ‘açılım’ oylaması için Sezgin Tanrıkulu İmzasıyla (Kemal Kılıçdaroğlu değil) Parti Milletvekillerine gönderilen '' Destekliyoruz''  genelgesi. (CHP DE GENEL BAŞKAN SEZGİN TANRIKULUMU? KEMAL KILIÇDAROĞLUMU? ) Bu oylama sonunda MHP nin Muhalefetine karşın AKP ve çok az sayıda CHP milletvekilinin oyları ile ‘PKK ile yapılan görüşmelerin Resmi olarak ve devlet adına sürdürülmesi karar altına alınmıştır. ( BURADAKİ KARAR  ÇOK ÖNEMLİ DİKKATİNİZE !!! PKK İLE YAPILAN GÖRÜŞMELERİN RESMİ OLARAK VE DEVLET ADINA SÜRDÜRÜLMESİ KARAR ALTINA ALINMIŞTIR ) CHP ÜSTÜ KAPALI AKP  NİN ÖNÜNÜ AÇMIŞTIR..ÜLKE PARÇALANMASININ  ÖNÜNÜ AÇMAKTIR  BU KARAR VE SİYASİ GİRİŞİM..TAKDİRLERİNİZE..

                             
            ‘Siyasi Mevta’ları değil, Canlı bir tehlikeyi konuşun

  CHP nin birkaç hafta gibi kısa bir süre içinde toplanacak Olağanütü Kurultay’ı hiç kuşkuya yer yokki ‘üzeri örtülmeye çalışılan bir seçim hezimetinin’, ortaya çıkan muhalefet liderlerinin baskısıyla tabanda oluşan huzursuzluğun damgasını taşıyor. 10 Ağustos sonrası yalnız CHP saflarında değil tüm Türkiye’de en çok konuşulan konu Muhalefetin ‘çatı adayının siyasi kimliği’ ve hangi kaynakların etkisi ile Cumhurbaşkanı adayı olarak sunulduğudur. Öte yandan bu sorunun cevapları yalnızca ‘İhsanoğlu’nun siyasi kişiliği ötesinde, bir sosyal demokrat ve Cumhuriyetçi partinin kendi yapılanmasında benimseyeceği ilkelerle ilgilidir. Bir parti başkanı kendi başına böylesi hayati bir konuda hiç bir kitle örgütü ve parti organına danışmadan karar verebilir ve herkesi bağlayacak bir aday ismini açıklayabilir mi ? Bu soru doğrudan doğruya 60 Yıldan beri,kısa aralıklar dışında, muhalefette kalmış bir partinin,Demokratik Siyasi Parti ile Muhalefet Şirketi arasında sıkışıp kalmış karakteri ile ilgilidir.  CHP Muhalefet kanatları içinde Başkanlık adayı olarak belirlenecek liderin çok iyi dengelemesi gereken ‘siyasi gündem’ sorununda öncelikle ‘açılım’ ve onun getireceği açık olan sorunların ilk sıralara taşınması ve Parti içindeki ‘Başkan Hegemonyası’na karşı demokratik bir tüzük yaratılması çabası olmalıdır.
 Olağanüstü Kongre’nin toplanmasında ‘aciliyet’ şartını yaratan, açık bir biçimde 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan yöntem, yönetimin net bir hezimeti hasıraltı etme çabası, Acemice seçim çalışması politikaları olmuştur. Ancak unutulmaması gereken, Cumhurbaşkanlığı ‘çatı adayının’ seçimden önce ve seçimden sonra bir ‘Siyasi Mevta’ oluşudur.Bu sonuç çatı adayının aldığı oydan da bellidir. Oysa kapıdaki tehlike canlı ve hızla güç kazanan bir tehlikedir. Eylül ayında yapılacak kongrede belirlenmesi gereken ilk sorun Parti’nin ‘açılım karşısındaki’ politikası olmalıdır.  Bu aynı zamanda CHP nin varlık sebebinin tartışılmasıdır.


Mahir Tan            LondraPosta- Londra    

ESKİ CHP NE İDİ.? YCHP NE OLSUN ? ( DIŞ BASINDAN )




 ESKİ  CHP NE  İDİ.?  YCHP  NE OLSUN ?  
( DIŞ BASINDAN )



                CHP Genel Merkezi Sarıgül tehdidi ile içiçe 

                   Bu pislik senin eserin

Düzmece Muhalefet YCHP nin çöküşü İstanbul’dan başlıyor. Zira Şişli ve Beşiktaş gibi CHP nin geleneksel oy depolarında YCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun milletin başına musallat ettiği çetelerin ne oldukları açık olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin 7 milletvekilinden birinin seçildiği bu kentte artık YCHP dikiş tutmaz. Hırsızlık,Mafyacılık, adam kayırma ve rüşvetin gırla gittiği savcılık kurumlarına kadar sıçrayan Şişli ve Beşiktaş ilçeleri CHP ye İstanbulda topladığı oyların yaklaşık 3 te birini, veriyordu. Halkın oylarını vererek Şişli’de  Belediye Başkanı yaptığı Hayri İnönü’yü ‘CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu  ile görüştükten sonra, yine aynı partinin İstanbul Milletvekili Apaydın aracılığı ile Ankara’da evine çağıran CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Sarıgül’ün ‘ABD de yaşayan çocuklarını kaçırtıp öldürteceğim.Bu iş için 750 bin dolara Mafya tuttum’ tehdidiyle istifa mektubu imzalatttığı ayan beyan ortada artık. Sarıgül ailesinin yalnızca ABD de değil Türkiye’de de bir hayli masraf yapıp bir yerli otopark mafyasına Başkan İnönü’nün danışmanının dövdürttüğü de tüm Türkiye’ye görüntülü olarak gösterildi.
CHP yi bir dizi istifa paklar bundan sonra İstanbul teşkilatından. Sahte muhalefet, imar yolsuzlukları, mafya ve hırsızlıklarla iç içedir artık YCHP İstanbul’da.

                        Kimler istifa etmek zorunda

Şişli ve Beşiktaş Belediyeleri çevresinde dönen olayların ilk sorumlusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Sarıgül çetesinin başı Mustafa Sarıgül’ü,‘hakkında daha önce aynı parti tarafından verilmiş yolsuzluklar nedeniyle ihraç kararına rağmen’ İstanbul halkının önüne aday diye çıkaran odur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çıkarıp, Cumhurbaşkanlığını Erdoğan’a hediye eden Kılıçdaroğlu’nun iktidara bir başka servisi oldu Sarıgül olayı. Bugün savcılık kayıtlarında bulunan Hayri İnönü ifadesi  ise Şişli olayının ne boyutlarda olduğu daha net olarak toplumun gözleri önüne seriyor. CHP genel Merkezi,Hayri İnönü’nün verdiği ifadeye göre; barıştırmak bahanesiyle Şişli Belediye Başkanı’nı Ankara’ya çağırıyor ve İnönü Genel Merkezde Kılıçdaroğlu ile görüştükten sonra, bir İstanbul Milletvekilinin aracılığı ile Sarıgül’ün evine çağrılıyor ve orada ailesi ve çocukları ölümle tehdit ediliyor. Bu ifade tehdit suçunun işlenmesine kimlerin iştirak ettiğini ortaya koyan birinci elden bir şahadet anlatımıdır. CHP den sözümona arabulucu olarak belirlenen İstanbul Milletvekili ve eski din adamı İhsan Özkes, Medya’ya defalarca ‘ben konuştum tehdit yok..’ açıklamalarını yapmasına karşın, mağdur İnönü ailesinin savcılığa verdiği ifadeye göre ‘cebinde Sarıgül’ün İnönü’den ‘çocuklarını öldürtürüm’ tehdidiyle aldığı istifa mektubunu taşıyor. Bu skandal sürecinde bir dizi CHP muhalefet medyası organları da halka ‘tehdit olmadığını’ söyleyen haberler üretiyor. Şişli Belediyesi olaylarının anlattığı gerçek ortada artık;  YCHP örgütü yolsuzluk,mafya ve suç örgütleri ile içiçe bir parti haline gelmiştir.
YCHP nin önünde iki seçenekli bir çözüm görünüyor sadece;
İlk seçenek etik olanı ; Partinin yöneticileri ve Şişli rezaletinde adı geçen kişiler hemen istifa edip gitmelidirler.
İkinci seçenek ; Biz sizi göndeririz…

Mahir Tan       LondraPosta-Londra             




HER DÖNEM OY UĞRUNA BEYAN DEĞİŞTİREN, YENİ SLOGANLAR BULAN CHP DEN İNCİLER..




HER DÖNEM OY  UĞRUNA BEYAN DEĞİŞTİREN, YENİ SLOGANLAR  BULAN CHP  DEN İNCİLER..   

"Yeniden CHP' için son bir ay  

                 ‘Yeniden CHP’ üzerine

‘Yeni’ CHP, Ana Muhalefet Partisinin büyük ölçüde Genel Başkan yada yöneticilerinin son aylarda yaptıkları açıklamalara dayanarak yapılmış bir yakıştırma. ‘1930 ların CHPsi değiliz’, ‘ 6 Oku yeniden yorumlayacağız’, ‘ Dersim için özür diliyoruz’, ‘ Anadilde eğitim çocuğun yüksek çıkarına göre kabul edilmelidir ’ gibi partinin siyasi çizgisine ilişkin önemli açıklamalar,kamuoyunda CHP’nin eski Cumhuriyet’in Kurucu Partisi kimliğinden sıyrılıp artık ‘yeni’ bir parti biçimine dönüştüğünün kanıtları olarak algılandı. Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemi sonrasında hızlanan ‘yenileşme’ hareketi parti merkezinde egemen olurken, çok sayıda eski ve yeni CHP milletvekilinden oluşan guruplar bu politikaya karşı çıkarak ‘yeni CHP’ ye karşı ‘yeniden CHP’ sloganı altında partiyi eski ‘Cumhuriyet’in kurucu partisi’ kimliğine döndüreceklerini vurguladılar. 50, 75 gibi CHP’nin önemli sayıda deneyimli, eski ve yeni politikacalarının imza verdiği bildiriler hala gazetelerin sayfalarında yer alıyor. Bu isimlerin ‘CHP Muhalefeti’ olarak adlandırılmaları durumunda önemli bir soru çıkıyor ortaya ;
 Ne zaman muhalefet edeceksiniz ?
2015 haziran ayında yapılacak seçimlerden önce mi, yoksa sonra mı muhalefet bayrağı açacaksınız ? Eğer,varsa, CHP Muhalefetinin zamanlaması 2015 Genel Seçimi sonrasına endeksli ise, bu hareketin fazlaca bir kıymet-i harbiyesi bulunmadığını görmek gerekir. Hiç zahmet edilmese de olur. Zira, Türkiye’nin tarihindeki en kritik genel seçim sonucu kurulacak olan Parlamento, ülkeyi bir rejim değişikliğine sürükleyecek, bir bölgesel etnik otonomi yaratacak ve laikliği net olarak tasfiye edecek olan bir Meclis aritmetiği yaratma tehlikesi taşıyor.        

                       Merkez 110 aday ile geliyor

Önümüzdeki şubat ve mart ayları siyasi partilerde milletvekili adaylarının belirlendiği dönem. CHP yönetiminin  Medya’ya ve özellikle yerel yayın organlarına yansıyan eğilimi,adayların büyük ölçüde merkez yoklaması ve Genel Başkan kontenjanından belirleneceği şeklinde. YCHP yönetimi 83 Merkez adayı ve 27 Genel Başkan Kontenjanı ile toplam olarak 110 milletvekilini kendi içinden belirleme uğraşında. CHP il teşkilatlarında,özellikle Ege ve Akdeniz illerinde merkezden gelecek adaylara karşı önseçim yapma çabasında olan üyelerin verdikleri mücadele, bu illerde yayınlanan yerel gazetelerde önemli haberler oluşturuyor. Örneğin; İzmir’de yayınlanan Ege Meclisi gazetesindeki bir haberde ; ‘İzmir’de geçen seçimde 6 milletvekili çıkaran 1. Bölge adaylarının tümünün merkezden,5 milletvekili çıkaran 2. bölgenin ise 2-4 adayının merkezden gönderileceği’ bildiriliyor. Garantili adaylıkların yer alacağı İstanbul ve Ankara listelerinin de bundan farklı olmayacağını düşünmek için yeterli sebepler var.  Kısacası, CHP adına çıkarılacak aday listelerinde seçilme şansı bulunan hemen tüm sıralar YCHP yönetimi tarafından işgal edilecektir.

                    YCHP, TBMM de ‘ Açılım’ ın garantisini verdi.

                      
‘CHP geçtiğimiz kasım ayında TBMM ne 70 maddelik bir kanun teklifi sundu. Teklifte ; Öcalan tarafından istenen ‘toplumsal mutabakat ve ortak akıl heyeti kurulması’, anadilde eğitim, Kürt sorununa çözüm için demokratik,eşitlikçi bir Anayasa hazırlanması,adları değiştirilen yerlere eski adlarının verilmesi,koruculuğun lağvedilmesi, Newroz un resmi bayram ilan edilmesi, Hırant Dink adının Şişli’de bir caddeye verilmesi gibi bölümler var.’ Sezgin Tanrıkulu tarafından basın toplantısı ile kamuoyuna açıklanan bu teklif, CHP’nin mevcut yönetiminin önümüzdeki parlamento döneminde yapmayı planladığı yasama faaliyetini dile getiriyor.  2012 ve 2014 yıllarında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından iki kez Kürt meselesinin çözümü için ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı’ adlı metine Türkiye tarafından konulan çekinceleri kaldıracaklarını açıklayan CHP, 2015 sonrasında kurulacak mecliste hangi saflarda bulunacaklarını ilan ediyor. 
Bu nedenle CHP içinde Kılıçdaroğlu yönetimine karşı mücadele etmeyi planlayan bir muhalefet-varsa- sessiz kalmaları halinde büyüyecek olan ‘tehlikeyi’ görmek zorunda. Sessizlik, 2015 sonrasında TBMM de ‘AKP-HDP’ ittifakına bir de YCHP milletvekilleri eklenmesine yol açacaktır. YCHP bunu geçtiğimiz kasım ayında Sezgin Tanrıkulu tarafından verilen kanun teklifi ile bir ‘niyet beyanı’ olarak açıklamıştır. CHP içinde kendisini Cumhuriyetçi olarak adlandıran muhalefet harekete geçmek ve araba devrilmeden kararını vermek zorundadır. Bunu Cumhuriyet Toplumuna borçlusunuz..

Mahir Tan      LondraPosta-Londra  

http://londraposta.blogspot.com.tr/2015/01/yeniden-chp-icin-son-bir-ay-niden-chp.html

..

20 Eylül 2015 Pazar

SABRİ UZUN'UN İN'İ, ADLI KİTABI '' KARADENİZ FIKRASI '' GİBİ




SABRİ UZUN'UN İN'İ, '' KARADENİZ FIKRASI '' GİBİ,





Yıllarını Emniyet İstihbaratında geçirmiş ve bir dönem Emniyet İstihbaratının başı olarak görev yapmış olan Sabri Uzun’un fırtınalar yaratacağı iddia edilen ‘İN’ine birçok tepki var.



Her Kötülük Paralel’den 
Kitabın arka sayfasında bir zamanın kahramanı Hanefi Avcı’nın takdim yazısı var. Avcı; “Sabri Ağabey yakın dönemin önemli olaylarının şahitlerinden biri. Yaşananların arka planını çok iyi biliyor. Devlet geleneğini bozmamak adına görevdeyken öğrendiklerini uzun süre paylaşmak, yayımlamak istemedi. Sahip olduğu bilgilerin bir kısmının devlet sırrı değil ‘Paralel Devlet Yapılanması’nın suçları olduğunu anlayınca da yazmaya karar verdi. Yazdıklarının çok önemli olduğu kanaatindeyim. İçeriğinin bir kısmını tahmin etsem bile İN benim için de yeni ve aydınlatıcı olacaktır.” demiş. Paralel devlet yapılanmasını yeni anlayan istihbaratçı Sabri Uzun, “çok önemli” bilgilerini anlatırken beni de unutmamış. Hiçbir dayanağı olmayan, istihbaratçıyım diyen birisine yakışmayan tutarsız iddialarda bulunmuş. Aynı kardeşi Hanefi Avcı gibi. Bu konuya değinmeden önce Sabri Uzun kitabında neler demiş, ne gibi iddialarda bulunmuş, nasıl tepkiler almış bir göz atalım. 


SABRİ UZUN ANLATIYOR:

Baykal Kasetlerini Pensilvanya Çektirdi, Baykal, Gülen’e Telefon Edip Sordu

“Baykal, Pensilvanya'da oturan Fethullah Gülen'e telefon edip " Bu kaseti senin şakirtlerin mi kaydedip yayınladı?" diye bir soru sorma gereğini neden duydu acaba? Acaba Ankara Savcısı Nuh Mete Yüksel'in bir kadınla birlikteyken kaydedilmiş görüntülerini yayınlayanların da Gülen Cemaati şakirtleri olduğunu önceden bildiği için mi bu soruyu sormuştu?”

Yayınlanmadan Önce Baykal'a İzlettirdiler 

“Ben, kendisiyle ilgili kayıtların, yayınlanmadan önce Baykal'a verildiğine inanıyorum. Bu görüntüler Deniz Baykal'a Cemaat'in bir imamı tarafından, sanki kendilerinin hiç ilgisi yokmuş gibi gösterildi, "Bize böyle bir kaset verdiler ama yayınlamıyoruz" vb. denildi ve Baykal'ın da sonradan bu nedenle teşekkür etmesi sağlandı.”


DENİZ BAYKAL: 

Boş Laflar. İddialar Spekülasyon 
CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun'un, kaset komplosunun perde arkasını anlattığı kitapta dile getirdiği iddiaların spekülasyondan öte bir anlamı olmadığını belirtti. Baykal, "Bunlar boş laflar. Böyle konularda daha sağlam, ciddi verilerle çalışma yapmaya ihtiyaç var. Bu konu spekülasyon konusu olmayı hak etmiyor" dedi.


SABRİ UZUN:

Cinayet Cemaatçiler Eliyle Gerçekleştirildi. Kriz Çıkartma Amaçlı Eylemler

“Şahsi gözlemlerim sonucunda? Anavatan Partisi Hükümet'inin düşürülmesi (Türkbank kasetinin yayımlanması, ses kasetinin CHP'ye servis edilmesi (1998), Telekulak sahtekârlığı (1999) ve Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi olaylarını (2002), Cemaat'in "Çenç-çakma-dönme Cemaatçiler" eliyle gerçekleştirdiği "kriz çıkartma" amaçlı eylemler olarak değerlendiriyorum.”

Öldürülmeseydi Gülen Davasında Tanık Olacaktı

“Burada bir parantez açmam gerekli... Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesinin 12. yılında, eşi Şengül Hablemitoğlu, "Kocam öldürülmeseydi Gülen davasında tanık olacaktı," dedi. Şengül Hanım, 18 Aralık 2014'te Aydınlık gazetesinden Sezim Özadalı'nın, "Nuh Mete Yüksel, soruşturmanın klasörlerine Gülen'in CIA ajanı olduğuna dair Necip Hoca'nın makalelerini koymuştu..." şeklindeki sorusu üzerine şu cevabı verdi: "Necip, bunları makalelerinde çeşitli dipnotlarla göstermiş ve belgeleyerek yazmıştı. Davanın da müdahil ve tanığı olarak yer alacaktı."


ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU:

Köstebek Yazıldığı ve Basıldığı Tarihte Görevdeydi.

“Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: “Sabri Uzun bir kitap yazdı, İN, bana göre kendisi OUT oldu ve başka bir yerde -in- olma çabası içinde. Ancak mevzu bu değil. Mevzu kanal kanal dolaşıp “paralelin muazzam bir güç” olduğuna dair örnekler gösterip “öyle yazmışımdır”, “bunu da mı demişim” gibi ifadelerle kitabını anlatmasıdır. Konuya ilişkin bana artık soru sormayın. Gidin kendisine sorun. Köstebek yazıldığı ve basıldığı tarihte görevdeydi. “Ay bak ben bilememişim görüyon mu gitmiş Hablemitoğlu cinayetinin soruşturmasını şakirtin tekine vermişim...” kıvamında açıklamaları yapan kendisi. Bir de twitter’da beni takibe almış hemen engelledim”.”


SABRİ UZUN:

Türkbank Kasetini Cemaat Sızdırdı, Fikri Sağlar’a Kaseti Verdi

“Sabri Uzun, 55. Hükümet’in düşürülmesini sağlayan Türkbank’ın özelleştirilmesiyle ilgili ses kasetinin cemaat tarafından Fikri Sağlar’a ulaştırıldığını iddia etti. Sabri Uzun’un kitabında yer alan bu iddiada, 55. Hükümet’in düşürülmesini sağlayan Türkbank yolsuzluğuyla ilgili Alaattin Çakıcı ve Korkmaz Yiğit arasındaki ses kasetinin, CHP Milletvekili Fikri Sağlar’a Cemaat tarafından ulaştırıldığı belirtiliyor.”


FİKRİ SAĞLAR: 

Sabri Uzun Yolsuzlukları, Hırsızlıkları Kapama Gayretinde

“CHP Parti Meclisi üyesi Fikri Sağlar, “O kasetin bana geliş biçimini saklamış değilim, Yüce Divan’daki tanık ifademde de o kasetin bana nasıl teslim edildiğini ayrıntılarıyla açıklamıştım. Kaynağın kim olduğu önemli değil, önemli olan yapılan hırsızlıklardır. Sabri Uzun, bugün ile o günü karıştıran bir kafa yapısı içerisinde. Bazı şeyleri çok berrak aktarmıyor. O konuya dair ayrıntılar “Kod adı Susurluk” adlı kitabımda var. Belgeler bana bir kamu görevlisi tarafından ulaştırıldı. Posta yoluyla gönderildi. Söz konusu kaseti o zaman CHP içinde bulunan bir avuç cesur insanla beraber açıkladım. O gün de büyük bir yolsuzluk vardı ve ortaya çıkarılmıştı, yolsuzluğu örtmeye çalışanlar da. Sabri Uzun içinde miydi dışında mıydı bilmiyorum. O günkü istihbarat dairesi ve diğer polislerdi. Bu gün de 4 eski Bakan’ın yolsuzluğunu kamufle etmeye çalışan benzer bir güç var.” (NOT: Fikri Sağlar söylediklerinde haklı. O tarihte "paralel yapı" mı biliniyordu ki, Fikri Sağlar bandı alırken düşünsün? Biliniyorsa, Sabri Uzun'un şimdi yere-göğe koyamadığı Hanefi Avcı da o tarihte "paralel"di.  Ayrıca bu paralel yapı böyle hırsızlıkları, yolsuzlukları ortaya çıkarıyorsa faydalı bir hizmet görüyordu demek.  Önemli olan bandı kimin verdiği değil, olayın doğru olup olmadığıdır. Susurluk Araştırma Komisyonu Üyesi olan Fikri  Sağlar'a o tarihte ben de birçok bilgi verdim. Gerçi Fikri Bey o bilgileri kitap yazmaya, film yapmaya kullandı ama ziyanı yok. Neticede kamuoyu öylede olsa bilgilendi. M. Eymür)


SABRİ UZUN: 

Uğur Mumcu Vakfına Böcek Yerleştireceklerdi, Şüpheli Davranışlarından Dolayı Deşifre Oldu
Uzun, kitabında “Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin ardından kurulan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’na “böcek” yerleştirilmek istendiğini ancak polislerin şüpheli davranışlarından dolayı deşifre olduklarını” yazmış. 

 

GÜLDAL MUMCU:

Ank. Em. Md. lüğü Araştırma Geliştirme biriminden Uğur ve Şamil

“Adalet ve Demokrasi haftasının hazırlıkları için ilk toplantı 4 Kasım 2009 akşamı gerçekleştirilmişti. Vakfa gelen ve kendilerini Ankara Emniyet Müdürlüğü Araştırma Geliştirme biriminin mensubu olduklarını ifade eden ve polis kimliklerini gösteren sivil kıyafetli iki kişi “Burada ne yapıyorsunuz? Niye toplandınız” tarzında, adeta sorgularcasına sorular yöneltmişlerdir. Gelen şahıslar adlarını ve çalıştıkları bölümü kendi el yazılarıyla bırakmışlardır. Polislerin adları: Uğur Efe, Şamil Gener.”

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı aradım

“İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ı aradım. “Demokratik bir ülkede mi yoksa başka bir rejimin olduğu ülkede mi yaşadığımızı” sordum? o da konuyu bilmediğini, araştırıp bana bilgi vereceğini söyledi. Daha sonra Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’nden iki polis vakfa gelerek güvenlik kameralarında kayıtlı görüntüleri izleyip ilk gelenlerin isimlerini alarak gitti. Yaklaşık bir saat sonra bu defa, Ankara Emniyeti’nden olduklarını söyleyen iki polis, yine ilk gelenlerin isimlerini alarak gitti. Gece yarısına doğru 0312 384 06 70 numaralı telefondan Ankara Emniyet Müdürü olduğunu söyleyen bir zat aramış, bu kişilerin kendi birimlerinde bulunmadığını, kimliklerinin sahte olabileceğini, “Siz bizim hedefimizde değilsiniz. Böyle bir şey yapılması mümkün değil. Biz size sadece yardımcı olmaya çalışırız” şeklinde konuşmuştur. Belki, kendini Ankara Emniyet Müdürü diye tanıtan sanal birisiyle konuşmuşumdur.” (NOT: Sabri Uzun'un bu tip istihbari faaliyetlerin başında olduğu için konu hakkında detaylı bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor. Bu vakfa neden "böcek" konulmak istendiğini de açıklaması faydalı olur. Herhalde Uğur Mumcu suikastını çözmek için değildir... M.E.) 


SABRİ UZUN:

Mehmet Özbay, Eymür ile bağlantıda.

“ABD' Gidişinde T. Güney'i Karşılayan Mehmet Özbay, Eski MİT mensubu Mehmet Eymür ile bağlantıda olan bir kişidir.” 

Otelde Eymür ile Em. Md. Yrdc. ları ve Şube Md. lerinin Toplantı Yaptıklarını duydum

“Ergenekon operasyonları ve yargılama başladıktan sonra Mehmet Eymür ile birçok emniyet müdür yardımcısının ve şube müdürünün İstanbul'daki Princess Otel'de toplantı yaptıkları da duyumlarım arasındadır.”


SABRİ UZUN’A CEVABIM ŞUDUR: 

İstihbaratçılık Akıl İşidir, Dedikodu Değil...

Bu kitaptaki diğer yazılar da böyle hiçbir inandırıcılığı olmayan, duyumlara, yorumlara dayanıyorsa yazıklar olsun istihbaratçı polis Sabri Uzun’a. Sadece telefon dinleyip, istihbaratçı olunmaz. En azından dedikodu üreteceğine biraz incelese Tuncay Güney'in beni tanımadığını öğrenebilirdi. Ben Tuncay Güney'i 4 Haziran 2000 yılında "Çift Meslekliler" başlıklı yazı ile ilk gündeme getiren kişiyim. 5 Temmuz 2001'de ise aynı konuda genç gazeteci Aydoğan Vatandaş'ın yazdığı "Peker neden gözaltına alındı?" isimli yazıyı "Çift Mesleklilerin Devamı" başlığı altında yayınladım.  Yani Sabri Uzun dedikodu ile uğraşırken ben Tuncay Güney konusunda görevlilerin ve kamuoyunun dikkatini çektim.

Tuncay Güney'i sadece kağıt üzerinden ve televizyondan tanıyorum. Tuncay Güney'i tanısam veya bana bağlı bir eleman olsa neden saklayayım ki. Yalan er geç ortaya çıkar. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ı, Alaattin Çakıcı'yı, Tarık Ümit'i tanıdığımı sakladım mı ki Tuncay Güney'i saklayayım. Zaten Tuncay Güney de birçok söyleşide beni tanımadığını söyledi. Sabri Uzun'a, Tuncay Güney'in Şenkal Atasagun'un emri ile MİT tarafından ABD'ye yollandığını belirten 20 Kasım 2014 tarihli Sabah Gazetesinide okumasını tavsiye ederim.

Princess Otel'de toplantı konusu

Princess Otel'de toplantı konusuna gelince; maksat bir pislik atıp mide bulandırmak herhalde. Peki, bu toplantı ne ile ilgiliymiş? Katılan polisler kimlermiş? Uzun ne ima etmek istiyorsa açıkça söylesin de bilelim, cevabını verelim. Yoksa bu şekildeki imaları şerefsizce bir tarz olarak niteliyorum. 


SABRİ UZUN:

Cemaat Namuslu Bürokratları Berteraf Etti. 
“Cemaat, namuslu bürokratları bertaraf etmeye ve onların yerine kendi hâkim-savcı, emniyet müdürü ve komutan görünümlü imamlarını görevlendirmeye başladı. Bu operasyonlara en iyi örnek, Hanefi Avcı (2005), Sabri Uzun (2006), Emin Arslan (2009) gibi, Cemaat'in devleti ele geçirmesini deşifre edecek istihbaratçıların. Cemaat tarafından Ak Parti üzerinden bertaraf edilmesidir. 2013 Mayıs'ında MİT Müsteşar Yardımcısı Muhammet Dervişoğlu hakkında da ihbar mektubu yazarak soruşturma başlattılar ama Ak Parti, o tarihte meselenin farkına vardığı için başarılı olamadılar”


EMİN ASLAN KİMDİR:

Uzun’un 'Namuslu' Ölçüsü
Sabri Uzun, başta Hanefi Avcı ve Emin Aslan olmak üzere kendisine yakın bütün görevden alınan polis şeflerinin, “Ergenekon” ve diğer mahkemelerde yargılananların tamamının masum, namuslu insanlar olduğunu, bunların "Paralel Yapı"nın komplosuna uğradığını yazmış. Sabri Uzun’u fazla tanımıyorum ama özellikle Emin Aslan ve Hanefi Avcı konusunda bilgi ve görüşümü paylaşabilirim: 

Emin Aslan'ı tanırım. 1988 yılından 1991 yılına kadar İstanbul İI Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü yapmıştır. 1992 yılında İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı bir yıl sonra yani 1993'te de Emniyet İstihbarat Daire Başkanı oldu. Susurluk kazası sırasında ve Hanefi Avcı'nın MİT'in telefonlarını dinlediği dönemde İstihbarat Dairesi'nin başındaydı. Mehmet Ağar'ın Emniyet Genel Müdürlüğü ve sonra Bakanlığı sırasında bütün illegal faaliyetleri bilen en yakın polis şefiydi, Yaşar Öz, Tarık Ümit gibi sivil elemanlara pasaport, özel plaka sair malzeme temin eden, o tarihteki "faili meçhul" olaylardan haberi olan en yetkili kişilerden biriydi. Nitekim Emniyet Genel Müdürünün imzasıyla, Abdullah Çatlı'ya müstear isimle verilen, yetki belgesi, silah taşıma izni, kimlik kartı, sürücü belgesi ve pasaport tespit edilmişti. Bu şekilde 50 kişiye böyle belgeler verildiği Susurluk Komisyonu tutanaklarında vardır.


Daha önce de yazdım. Emin Arslan’la vaki bir telefon konuşmamızda resmi telefonlarımızın "Emniyet İstihbarat tarafından dinlenmesine tepki göstermem üzerine bana, "esasında Yeşil'i (Mahmut Yıldırım) izlediklerini, bu arada istemeden bizimle olan bir temasını kaydettiklerini, Yeşil'de bazı malzemeleri olduğunu ve kullanmasından kuşku duyduklarını" belirtmişti. Benim, "o malzemeleri biz aldık" demem üzerine "çok rahatladığını, bir ara gelip bu konuda görüşeceğini" söyledi. Ancak görüşmemiz kabil olmadı. Yeşil’in elinden aldığımız, Emniyet İstihbarat Dairesi tarafından verilen malzemenin biri, aynı anda 100 yerde birden patlama yapılmasını sağlayabilecek gelişmiş bir elektronik düzendi.


Emin Aslan, bu kanunsuz işlerden haberi olmadığını söyleyerek zamanında kurtuldu. Peki  "uyuşturucu baronu" denilen Habib Kanat ile  buluşmaları, görüşmeleri, ailevi ilişkileri hepsi paralel yapı düzmecesi mi? Emniyet Genel Müdür Yardımcısının uyuşturucu baronu ile ne gibi bir dostluk ilişkisi olabilir? Bırakın bu Paralel'in arkasına sığınıp kolay aklanma metodunu...

HANEFİ AVCI'YA GELİNCE...

MİT Müsteşarı Olmayı Bekliyordu…
Bir dostum bana, "Hanefi Avcı Edirne Emniyet Müdürlüğünden sonra MİT Müsteşarlığı veya İstanbul Emniyet Müdürlüğü bekliyordu. Eskişehir Emniyet Müdürlüğüne tayin edilince hayal kırıklığına uğradı. Cemaatin aleyhine dönmesi ve kitap yazması bundandır. Düşündüğü yerlere gelseydi hiç sesi çıkmazdı" demişti. Bu kesin bir bilgiye mi dayanıyor bilmiyorum ancak bana çok mantıklı geldi. Senelerce bir cemaatin kanatları altında yaşa, Emniyet’in en üst makamlarına gel, en hassas yerlerde çalış, önüne gelenin telefonlarını dinle, sonra birden bire yıllar süren uykundan uyan, beraber olduğun insanların ne kadar paralel, ne kadar zararlı olduğunu anla ve oturup kitap yaz! 


Yine Televizyon kanallarında, basında, sık sık boy göstermeye başlayan  Hanefi Avcı hakkında ben de birkaç kitap yazabilirim. 

Yakın tanıyanların da yardımıyla kimdir, nedir öğrenelim. 1956 yılında Kahramanmaraş'ın Pazarcık İlçesi Karabıyıklı Köyü'nde doğmuş olup, baba adı İbrahim'dir. 1976 yılında polis enstitüsünü bitirmiş, sekiz yıl kadar Mersin'de görev yapmıştır.

1984-92 arası Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürlüğü görevine atanan Hanefi Avcı, Güneydoğu'da sıkıyönetim ilan edilmesinden sonra 7.Kolordu Komutanlığı talimatıyla, Yarbay Ali İhsan Gürcihan'ın emrinde çalışmak üzere görevlendirildi. Bu dönemde, görev alanı tüm Güneydoğu'yu kapsıyordu. Daha ziyade aşiretleri PKK'ya karşı tavır almaya teşvik eden çalışmalar yürütüyordu. Güneydoğu’daki çalışmaları sırasında kendisini MİT mensubu olarak tanıttığı ve bu sebeple Dev-Sol'un ''Haklıyız Başaracağız" adlı kitabında MİT mensubu olarak adı geçtiği belirtildi. 

Çalışkan bir kişi olarak tanınıyordu. 1987’de Necdet Menzir'in Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne tayini üzerine aralarında yakın bir mesai arkadaşlığı oluştu. Buna rağmen Avcı’nın bir gün Necdet Menzir ile birçok kişinin yanında yılbaşı tartışmasına girdiği ve çok küstahça bir tavırla yılbaşının kutlanmaması gerektiğini belirttiği söylenmektedir. Necdet Menzir 1992’de İstanbul Emniyet Müdürlüğüne tayin edilince Hanefi Avcı’yı da İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne getirmiş, Avcı, 1992'den 1996 yılına kadar İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı görevinde bulunmuştur.  Daha sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. 


Emniyet’in ve özellikle İstanbul’un telefon dinleme sisteminin gelişmesinde büyük katkısı olmuştur. Ancak polisteki, bu gün yaşadığımız, devlet büyükleri dahil illegal dinleme alışkanlığının mimarı da odur. Meslektaşları arasında pek sevilmez. Her polis müdürü hakkında bilgi toplar ve telefonlarını dinler düşüncesi hakimdir. Kıskanç yapılıdır. Hep ön planda olmak ister.

Diyarbakır'da görevli bulunduğu sırada, telefonları illegal olarak dinlediği, elemanlarına MİT’in ve Jandarma’nın hayli üzerinde ödeme yaptığı, bazen ödemeyi dolar olarak verdiği, PKK itirafçısı elemanlarına silah, sahte silah ruhsatı, kimlik verdiği belirtilmekte, Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığında yapılan sabah toplantılarında Jitem sorumlusu Bnb. Cem Ersever (ölü) ile PKK ile mücadele konusunda tartıştığı bilinmektedir. Cem Ersever, devletin de örgüt gibi dağda yaşayarak istihbarat toplaması gerektiği fikrini korurken, Hanefi Avcı bu tip faaliyetin devlet güçlerini yıpratacağı düşüncesini taşıyordu.


Avcı, 2000 tarihli “Türk Hizbullah'ını Kim Kurdu?” başlıklı yazıda da belirtildiği gibi itirafçı PKK mensupları ile yurt içi ve yurt dışında mahiyeti tam olarak bilinmeyen faaliyetler yürütmüştür. Hem Diyarbakır’da hem de İstanbul'da itirafçı PKK ve diğer örgüt mensuplarıyla yakın ilişkileri olmuştur. “Türk Hizbullah'ını Kim Kurdu?” başlıklı yazıda da bulunan ve bir kısmı yukarıdaki resimlerde görülen PKK’lılar şunlardır.: 

1. MUSTAFA DENİZ – Cem Ersever’den sonra öldürülen ve ona en yakın PKK itirafçısı. Hanefi Avcı’nın ona silah ve sahte ruhsat verdiği ortaya çıktı. 
2. İBRAHİM YALÇIN – Diyarbakır’da iken Hanefi Avcı’nın Abdullah Öcalan’a yönelik bir operasyon için yurt dışına gönderdiği ekibinin başı. 13 Eylül 2002’de gazetelerde bir iş adamının oğlunu kaçırıp 110 milyar para isteyen ekipten.


3. MURAT DEMİR – Murat İpek ile birlikte Meclis Uğur Mumcu Komisyonu'na düzmece yönlendirici açıklamalarda bulunan, televizyonlara çıkan, beyanatlar veren ve bilahare Şanar Yurdatapan’ın temin ettiği sahte pasaportla yurtdışına kaçacakken yakalanan PKK’lı itirafçılar yalan ürettiklerini belirterek özür dilediler. Onları bu senaryoya kimin yönettiği, Hanefi Avcı’nın bu konudaki rolü ise aydınlanmadı.
4. MURAT İPEK – İki Murat yakalandıklarında, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Necati Altıntaş ile Şırnak Emniyet Müdürlüğü görevi esnasında tanıştıklarını, Denizli'deki eylemler esnasında polis evinde kaldıklarını, emniyet araçlarını kullandıklarını belirtmişlerdir. Murat İpek, o zaman "Denizli Emniyet Müdürü olan Necati Altıntaş ve Şube Müdürü Ali Soysal'a bağlı olarak çalıştık. Necati Altıntaş bana 'Ufaklık' derdi. Onun yanında yetiştim. Bizi Denizli’ye görevi için çağırdı. Bir televizyonun taranması, bir televizyoncu ve HADEP İl Başkanı'nın vurulması ve yerel bir sanatçının öldürülmesi emirlerini aldık demiştir.
5. SÜLEYMAN ÜGER – Soyadı “Üğer, Ülger, Öğer” ve “Öger” olarak da geçmektedir. İbrahim Yalçın yönetiminde yurt dışına giden ekibe bir aksilik çıkarsa doğrudan Hanefi Avcı’yı aramaması söylenmiş irtibat için 3 isim verilmişti. Bunlardan biri İstanbul Kadıköy iskele meydanında bulunan dolmuş duraklarının arkasında yer alan, Et-Balık Kurumunun yanındaki sabit pazar girişinde büfecilik yapan Süleyman Üger’in telefonuydu. 
6. CEMAL ÜGER – Ölü, Soyadı “Öğer” olarak da geçmektedir. Süleyman Üger’in kardeşi.


7. FERİT AYCAN – İbrahim Yalçın yönetimindeki ekibe verilen diğer irtibat telefonu ise İstanbul Fatih adliyesi karşısında fotoğrafçılık yapan Siverekli, PKK mensubu Ferit Aycan'a aitti. PKK'ya karşı çıktığı için 1986 yılında, Almanya’da yasadışı Dev-Yol örgütü lideri Kürşat Timuroğlu'nu öldüren ve geçen yıl Hırvatistan'da yakalanan Ferit Aycan, adını bile gizlemeye gerek duymadan tam 8 yıl boyunca pek çok kez Türkiye'ye giriş çıkış yapmış. Can Dündar ondan 12 Ocak 2002’de "Koruma altında bir katil" başlıklı yazısında bahsetmiş. Okuyalım: "10 gün önce Hamburg'da ilginç bir duruşma vardı. 39 yaşında Siverekli bir PKK'lı, Alman mahkemesi tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Adı: Ferit Aycan'dı. Suçu: PKK'nın emriyle adam öldürmek... Ferit Aycan'ın öldürdüğü adam, okuduğum lisenin müdürü, hocam, yazar Vecihi Timuroğlu'nun oğluydu. Dev - Yolcu Kürşat Timuroğlu, 25 Şubat 1986'da Hamburg'da evinin önünde öldürülmüştü. Öldürülme nedeni, - mahkemenin gerekçeli kararına göre - PKK'nın uyguladığı şiddet politikasına karşı çıkmış olmasıydı. Duruşmada ortaya çıkan bilgilere göre Aycan, Timuroğlu'nu öldürdükten sonra Şam'a uçmuş, havaalanında Apo'nun koruması Nusret Aslan tarafından karşılanmış, Helvi kampına götürülmüş, eyleminden dolayı terfi ettirilip, Türkiye'ye savaşmaya yollanmıştı. Öykünün sonrası daha da ilginç: Yakalanmasına yol açan ihbar mektubuna göre Aycan, 5 - 6 yıl Urfa, Diyarbakır bölgesinde eylemlere katılmış. Sonra örgütten ayrılmış ve yeni patronları ona yeni bir hayat kurmuşlar. 23 Aralık 1992'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden kendi adına pasaport almış. Nisan 1993'te Alman polisine gönderilen bir ihbar mektubu ile kimliği ortaya çıkmış. İhbarcı, Aycan'ın sadece karıştığı eylemleri değil, İstanbul adresini, telefon numaralarını da vermiş Alman polisine... Alman polisi de durumu Türkiye'ye bildirmiş. Ne beklersiniz? Aycan'ın hemen yakalanmasını değil mi? Hayır! Bakın neler olmuş: 1993'ten itibaren İnterpol tarafından cinayet suçuyla kırmızı bültenle aranan Aycan'a Türkiye'de kimse dokunmamış. 8 Ağustos 1995'te yani bütün dünyada arandığı dönemde Aycan, İstanbul Ticaret Odası'na başvurup üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ikametgâh senediyle, Fer - Tur şirketi adına dosya açtırmış. Fatih'te Stüdyo Serhat adlı bir fotoğraf stüdyosu açmış. Bu arada 1996 ve 1998'de patlayıcı madde ve silah bulundurmaktan 2 kez tutuklanmış. Suç tekrar ettiği için 1.5 yıl da hapis cezası almış. Yine Hamburg - Şam bağlantısı fark edilmemiş. Bu arada Aycan, pasaportuyla 1993'ten itibaren 8 kez Türkiye'ye giriş çıkış yapmış. Nasıl olduysa gümrük bilgisayarları da İnterpol kayıtlarını atlamış. Aycan, bunun verdiği cesaretle olsa gerek, 1999'da Florya Şenlikköy'de yine kendi adına, 75 bin dolarlık bir ev satın alıp, mahalle muhtarlığına kayıt yaptırmış. O kayıtlar da gözden kaçmış. İşi bozan Hırvatlar olmuş. Aycan, 18 Eylül 2000 günü Hırvatistan'da yakalanmış, hemen Almanya'ya iade edilmiş ve yargılanmaya başlanmış. İşte o duruşma 2 Ocak 2002 günü sona erdi ve Aycan PKK'nın emriyle Timuroğlu'nu öldürmekten ömür boyu hapse mahkûm oldu. Şimdi soralım: İnterpol'ün 1993'ten beri bütün dünyada kırmızı bültenle aradığı bir PKK'lı katil, nasıl olup da bunca güvenlik bariyerini aşarak, pasaport alabildi, şirket kurabildi, ev satın alıp muhtarlığa kayıt yaptırabildi, ülkeye giriş çıkış yapabildi? Kimler, ne amaçla korudu Kürşat Timuroğlu'nun katilini?.. Kimler PKK imzalı bu cinayete ortak oldu?" Can Dündar kardeşim herhalde Ferit Aycan’a yeni bir hayat sunan “Patronunu”ve onu kimin koruduğunu şimdi anlamıştır… 


8. ABDURRAHMAN KAYIKÇI – Nuri oğlu, Diyarbakır-Bismil 1961 doğumlu Faik Kod Abdurrahman Kayıkçı, PKK örgütünün kurucularındandır. 1979 yılında yakalanmış ve cezaevine girmiştir. Cezaevinde iken Hanefi Avcı ile irtibat kurar.1990 yılında tahliye olur. Abdullah Öcalan ile görüş ayrılığına düştüğünden Ahmet Kod Mehmet Cahit Şener ve Sarı Baran Kod Cihangir Hazır ile birlikte Surye’de PKK-Vejin’i kurarlar. Mehmet Cahit Şener 1991’de Suriye-Kamışlı’da PKK tarafından öldürülür. Sarı Baran Kod Cihangir Hazır ise örgüt mensupları ile birlikte Kuzey Irak’a geçerek Barzani’ye sığınır. Kayıkçı ise Türkiye’ye dönerek Hanefi Avcı ile çalışmayı devam ettirir. 27 Kasım 1996 tarihinde Gebze’de 34 FBM 44 plakalı otomobilde Mustafa Bayrak sahte kimlikli Faysal Esen’le birlikte 1 adet Motorola marka telsiz, 1 adet 7.65 çapında Unique marka tabanca, tabancaya ait 9 adet mermi, 1 adet kelepçe ile yakalanırlar. Şahıslar kendilerinin Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nda görevli Hanefi Avcı ve İstanbul Emniyet Müdür Muavini Reşat Altay’a bağlı görev yaptıklarını bildirir. Kimlik ve malzemeler Hanefi Avcı tarafından verilmiştir. Şahıslar herhangi bir işleme tabi olmadan serbest bırakılırlar. Abdurrahman Kayıkçı hakkında, “Kürdistan Aktüel” adlı sitede "Kayıkçı Vakası ve Aydoğmuş'un Analizi” başlıklı hayli enteresan bir yazı var. Uzun olduğu için yer vermedim. Ancak araştırmacılar için bağlantısını veriyorum.
9. FAYSAL ESEN – Diyarbakır-Çınar 1963 doğumlu Faysal Esen PKK’nın eski Çukurova Bölge Sorumlusudur. Adı İstanbul’da, birçok olaya karışmıştır. O tarihte, Almanlara yakın olan Murat Bayrak’ın Sancak Tül fabrikasında “güvenlik görevlisi” olarak çalışıyordu.

Evet, Hanefi Avcı ile bağlantılı bu isimlere Yeşil Kod Mahmut Yıldırım ve Osman Gürbüz gibi daha pek çok kişiyi ilave edebiliriz. Gördüğünüz gibi, Hanefi Avcı, ismi üzerinde “İç İşleri Bakanlığı” mensubu olmasına ve yetkisi olmamasına rağmen, yurt dışına eylem yapmak üzere ekipler eğitiyor, silahlar, bombalar telsizler verip bunları yolluyor, Abdullah Öcalan karşıtı “VEJİN” hareketini başlatan adamlar onun ekibinden, yurt içinde adamları, faili meçhul cinayetlerin odak noktasında telsiz, tabanca ve kelepçe ile yakalanıyor, hiç bir işlem yapılmadan bırakılıyor. İnterpol’ün 15 yıldır aradığı terörist onun en yakın elemanlarından biri. Ne yapıyor, kime çalışıyor belli değil… Şimdi biraz başkalarının bilgilerine yer verip, önemli bazı bilgileri sona bırakarak yazıyı bitireceğim. Biliyorum uzun oluyor ama konu Hanefi Avcı ve olaylar da hayli enteresan.


MEHMET BARANSU’NUN MÖSYÖ’SÜNDEN ALINTILAR

Gardaş, Süleyman’a Git… 
“Gardaş, şimdi sana bir telefon numarası vereceğim. Hemen ara, telefonunu verdiğim şahıs Kadıköy´de seni bekliyor. Çalıştığın gazeteyi söyleme. Hürriyet´te çalışıyorum diyebilirsin. Kolay gelsin” Gazeteci, Hanefi Avcı´nın bu sözleri üzerine söylenen yere gider ve Süleyman´la tanışır. Süleyman, dönemin Eminönü Belediye Başkanı Doç. Dr. Ahmet Çetinsaya´nın mafya içersinde ´Kelebek İbrahim´ lakaplı bir adamı olduğunu ve Çetinsaya´nın yaptığı yasadışı işleri anlatmaya hazır olduğunu söyler. Bunun üzerine üçlü buluşur ve Kelebek İbrahim, konuşmasında Çetinsaya´nın tüm kirli çamaşırlarını ortaya döker. Peki, Hanefi Avcı, Süleyman´a anlattığı bilgilere nasıl ulaştı? Kadir Çelik, Kelebek İbrahim üzerinden dinlemeye takılmış, Çetinsaya da aynı yöntemle Avcı´nın avı olmuştu. 

Süleyman, Avcı´dan “Hanefi Abi” diye bahsediyordu ve bir dediğini iki etmiyordu. Süleyman Aktüel dergisinden iki gazeteciyle daha tanışıyordu. Bu gazetecilere Avcı´dan gelen bazı kritik haberleri ulaştırıyordu. Süleyman´ın bir de Faysal adında bir arkadaşı vardı. Gazetecinin gözlemlerine göre Süleyman ve Faysal ´parça başı iş´ yapıyorlardı. Faysal zaman zaman ´çözmesi´ için Süleyman´a iş getiriyordu. Süleyman, Susurluk Skandalı´nda adı geçen Süleyman Üger´den başkası değildi. Faysal ise, PKK itirafçısı olan Faysal Esen´di.”

Avcı´nın yumuşak karnı Süleyman Üger
“Ergenekon Terör Örgütü´ne yönelik hazırlanan Birinci İddianame´de yasal dinlemeye takılan Gazeteci Belma Akçura ile Ergenekon sanığı, bir dönemin ünlü polis şefi Adil Serdar Saçan´ın konuşmaları dikkat çekicidir. Saçan telefonda Akçura´ya Avcı´nın yumuşak karnının Süleyman Üger olduğunu söylüyor “Üger´in üzerine gidin biraz bakim. Hanefi zıplayacak mı zıplamayacak mı?” diyordu.”


Susurluk´un Kara Kutusu Babat
“ Avcı´nın itirafçılar arasında en sıkı şekilde koruyup kolladığı isimler arasında İbrahim Babat başı çekiyordu. Adı İbrahim Babat. Kod adı Mete. PKK itirafçısı. 1990-1992 yılları arasında Binbaşı Ahmet Cem Ersever´in komutanı olduğu, sadece itirafçılardan oluşan, “öldürmeye yetkili” JİTEM grubunun komutan yardımcısı. Devlet ve kendi adına öldürdüğü insanların sayısını hatırlamıyor. Avcı, cezaevinden ´Rahşan affı´ ile serbest kalan ve Suriye´ye teslim edilen Babat´a olan ilgisini hiçbir zaman kesmedi. Avcı nerede görev yapıyorsa Babat´ın Türkiye´de yaşayan karısı Zelal Alataş ve çocuklarını da orada, yakın çevresinde tutmaya çalıştı. Avcı´nın PKK itirafçılarıyla ilişkisinin iki önemli tanığı da Abdülkadir Aygan ve Sedat Peker´dir.”

Telekulak Avcı’ya Av Olanlar
“28 Eylül’de Devrimci Karargah Örgütü’ne yardım ve yataklık yapmaktan tutuklanan Hanefi Avcı’nın lojmanında ve makamında yasadışı dinlemelerin kaydedildiği kasetler bulundu. Dinlenenler arasında Ertuğrul Özkök, Mehmet Ali Birand, Cüneyt Özdemir, Uğur Dündar, Mehmet Ali Yılmaz, Ahmet Özal, Enis Berberoğlu gibi isimler vardı. Avcı’nın dinlemeleri içinde şüphesiz en ‘flaş’ı Çevik Bir’in dinlenmesiydi. ...Bir, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde görev yapan bir doktorla telefonda görüşmesi esnasında dinlemeye takılmıştı. Çevik Bir, Hanefi Avcı’nın ağına ikinci defa PKK’nın cezaevi sorumlusu Sabri Ok’la haberleşirken takıldı. Avcı, Türk medyasının sık sık görüşlerine başvurduğu ABD’li stratejistlerden Michael Rubin, Harold Rhode ve Richard Perle’nin Türkiye’deki yakın dostu, kendisini tanıtırken ‘Kürt Yahudisi’ olduğunu belirtmeden geçmeyen, Rahmetli Turgut Özal’ın da danışmanlığını yapmış olan Aydan Kodaloğlu’na da özel ilgi gösterdi ve kısa sürede hakkındaki tüm bilgilere ulaştı. Kullanılan yöntem de teknik takipti. Elde ettiği bilgileri de Cüneyt Ülsever’in de dahil olduğu bazı gazetecilerle paylaştı. Hep yasadışı dinlemelerden dert yanan, kendisinin dinlendiğinden dem vuran Avcı’nın torbasında Abdullah Çatlı ve Turgay Ciner’de yer aldı. Avcı bu isimleri de her zaman büyüteç altında tutardı.”


ŞAMİL TAYYAR

Hanefi Avcı Hizbullah'ı neden korudu?
“Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Ergenekon soruşturmasında tanık sıfatıyla ifade verirken, Hizbullah’ın öldürülen lideri Hüseyin Velioğlu’nun jandarma muhbiri olduğunu söylememiş miydi? İşte o sözler: 

“Ben Hatay Emniyet Müdürü’yken, İl Alay Komutanlığı’na Vicdan Başaran’ın atanması nedeniyle Adana Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz kente geldi. Üçümüz yemeğe gittik. Yemek sırasında uzun boylu birisi hep ayakta duruyordu. Koruma zannettim. Ben de ‘Temel Paşa, bu arkadaş neden ayakta duruyor, o da yemek yesin’ dedim. Temel Cingöz de ‘Gel otur Hüseyin’ dedi. Tabii Hizbullah operasyonundan sonra o adamın Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendik.”

Tekrar başa dönüp Arif Doğan’ın şu iddiasını da hatırlayalım: “Hanefi Avcı’yı JİTEM’e transfer ettik, arşivde vardır.” Diyeceksiniz, iyi güzel de bu anlattıklarınızda yeni olan nedir? Üstelik bu konuya durup dururken nerden geldiniz? Haklısınız...”


“Elime eski tarihli bir yazı geçti. 23 Ocak 1985 tarihli belgede Hanefi Avcı’nın imzası var. O tarihte Diyarbakır’da başkomiser ve İstihbarat Şubesi Müdürlüğü’ne vekalet ediyor. Böyle bir yazıya sebepse Siyasi Şube’nin 8 Ocak 1985 günü İstihbarat Şube’den Hizbullah’ın Diyarbakır ili ve çevresindeki faaliyetleriyle ilgili bilgi talebi... Malum, o günlerde Hizbullah yeni palazlanmaya başlamış, bölgede meydana gelen bazı faili meçhul olaylarda Hizbullah’ın adı geçiyor. Siyasi Şube, İstihbarat Şube’ye diyor ki: Hizbullah’la ilgili elinizde ne tür bilgi ve belge var? Avcı, Siyasi Şube’ye cevap yazıyor: “Hizbullah örgütü ile ilgili olarak ilimizde yapılan inceleme ve araştırma sonucu bahse konu örgütün ilimizde legal veya illegal herhangi bir faaliyetinin tespit edilemediğini bilgilerinize arz ederim.” Ünlü istihbaratçı, Hizbullah’ın Diyarbakır’da legal veya illegal herhangi bir faaliyetini tespit edemiyor!”


MUSTAFA DENİZ'İN DEĞERLENDİRME RAPORU:

Tevfik Diker Tarafından Susurluk Komisyonu’na İntikal Ettirilen İddialar: 
“Manisa Milletvekili Tevfik Diker tarafından (Susurluk) Komisyon Başkanlığına sunulan 23.1.1997 tarihli yazıda: Cem Ersever olaylarında adi geçen ve 15.11.1993 tarihinde Polatlı yakınlarında ölü bulunan itirafçı Mustafa Deniz hakkındaki değerlendirme raporunda; 

Ferit Kod adlı Mustafa Deniz’in 1984 yılında PKK örgütüne girdiği, bazı eylemlere katıldığı 15.10.1989 tarihinde kendi isteği ile Van'da teslim olduğu, Teslimiyetini takiben güvenlik kuvvetlerine yardımcı olarak pek çok eylemi ve örgüt militanını yakalattığı. Diyarbakır 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 1989/1348 hazırlık, 1989/526 esas sayılı davada sanık olarak yargılandığı, yargılama sonunda TCK'nin 125/4 maddesine göre salıverildiği. Ferit kod adlı Mustafa Deniz’in salıverildikten sonra başta JİTEM olmak üzere Emniyet istihbarat örgütlerine yardım ettiği. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı tarafından kendisine taşıması için Brovning marka L27507 seri nolu silahın verildiği ve aynı dönemlerde kısa adi JİTEM olan Jandarma İstihbarat Teşkilatı bünyesinde sözleşmeli personel olarak çalıştığı. Çalışması sırasında gösterdiği üstün çaba sonunda teşkilatta sorumlu emekli Binbaşı Cem Ersever'in yardımcılığını yaptığı, çalışma arkadaşları arasında Ali Hoca kod adlı Ali Ozansoy, Sarı Adil kod adlı Adil Timurtaş ve Mete kod adlı İbrahim Babat ile birlikte çalıştığı. (EK-46)” 


“Bu çalışmalar sırasında bazı güvenlik görevlilerinin zorla adam kaçırma, fidye, uyuşturucu madde kaçakçılığı gibi suçlara karıştığının belirlenmesi sonucu JİTEM içinde görüş ayrılığı çıktığı, emekli Binbaşı Cem Ersever, Mustafa Deniz ve Ali Ozansoy'un raporları üzerine Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis tarafından Adil Timurtaş ve İbrahim Babat'ın uzaklaştırıldığını, bu iki şahsın bunun üzerine Diyarbakır’dan tanıdıkları Hanefi Avcı’nın yanına sığındıkları ve emniyet içinde oluşturulan gizli oluşumlara katıldıkları, Sarı Adil kod adlı Adil Timurtaş ile Mete kod adlı İbrahim Babat'ın uyuşturucu ve silah kaçakçılığı işlerine bulaştıkları, istihbarat raporlarını devletin bazı kademelerinden gizleyerek özel şahıslar için çalışma yaptıkları, bu çalışmalar için emirleri halen Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda teknik işlerden sorumlu başkan yardımcısı olarak görev yapan Hanefi Avcı'dan aldıkları.

Bu çalışmalar sırasında önce JİTEM sorumlusu emekli Binbaşı Cem Ersever'in, ardından da Ferit kod adlı Mustafa Deniz’in Adil Timurtaş ve İbrahim Babat'ın içinde bulundukları oluşum tarafından öldürüldüğü, bu şahısların halen, oluşturulan bu yapı içinde çalışmalarını sürdürdükleri, üzerlerinde emniyet tarafından verilen silah ve kimlik taşıdıkları belirlenmiştir. 

Değerlendirme raporuna ekli, o dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı tarafından imzalanmış tarihsiz belgede; ``Aslen Ağrı ili Merkez Leylekpınar mahallesi nüfusuna kayıtlı, İbrahim oğlu 1965 doğumlu Mustafa Deniz itirafçı olup, Güvenlik Kuvvetlerin yardımlarından dolayı bölücü eşkıyanın hedefi olup hayati her an harici ve ciddi tehlikeye maruz olduğundan Silah Taşıma Ruhsatı müracaatı neticesi alınıncaya kadar kendi güvenliğini sağlaması amacıyla kendisine ''L-27507'' Seri no.lu Brownig marka 9 mm Tabanca verildiği, gerektiğinde gerekli kolaylığın gösterilmesini, tereddüt halinde Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürlüğünün 11799 ve J. Asayiş Komutanlığın 26173 nolu Telefonlardan bilgi alınabileceği'', belirtilmiştir. 

Öte yandan yine Manisa Milletvekili Sayın Tevfik Diker 5.3.1995 tarihinde Susurluk Komisyon Başkanlığına yaptığı müracaatta; PKK itirafçısı Mustafa Deniz’e ait L-27507 seri nolu 9mm Brovning marka tabanca ile bu tabancanın taşınabilmesi için Hanefi Avcı tarafından verilen silah taşıma belgesi ile ilgili olarak kendisinin İçişleri Bakanı Meral Akşener’e soru önergesi yönelttiğini, alınan cevapta da; böyle bir silahın Emniyet ve Jandarma envanterinde olmadığı, Mustafa Deniz’e verilmediğinin bildirildiği, silahın nerede olduğunun bilinmediği gibi belge hakkında da açıklama yapılamadığından bu konudaki çelişkinin aydınlığa kavuşturulması için Komisyona müracaatta bulunduğunu belirtmiştir.” 


SEDAT PEKER: 

İtirafçıları Bana Hanefi Avcı Gönderdi. 
“Yakın tarihimizde hem geçmişte birçok insan şeytani zekâları sayesinde hak etmedikleri hâlde toplumda kahraman payesi aldı. Hanefi Avcı, Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiği andan itibaren bizden haberdardı ve bizimle irtibat hâlindeydi.” 

Başkomiser Pala Şeref
“Hanefi Avcı’nın Pala Şeref” lakaplı başkomiseri ile irtibat hâlindeydik. Hatırlarsanız Avcı tutuklanmadan önce Taraf gazetesi ile yaptığım röportajda kendisinin Diyarbakır’dan getirdiği itirafçıları benim yanıma verdiğini söylemiştim. Daha sonraki günlerde bu dediğimi doğrulayan belgeler, ses kayıtları ortaya çıktı.” 

Süleyman ve Diğerleri Emanet
“Benim yanıma gelen itirafçıların isimleri Süleyman Öğer (Üger), kardeşi rahmetli Cemal Öğer (Üger), Ali Ozansoy’un kardeşi, Hüseyin Tilki, Hidayet Bozyiğit ve başka birkaç kişiydi. Gazetelerde devamlı yayımlanan bir resim var, oradakilerin hemen hepsi Hanefi Avcı’nın selamıyla emanet olarak gelmişti. Devlete faydaları olduğu için bu arkadaşlarla ilgilendim.”


Mehmet Kurt Olayı
“Bir gün Adanalı iş adamı Hayrettin Alp bana gelerek bu kişilerin benim yakınım olduğunu duyduğunu söyledi. Ahbabı olan Kanal-6’nın eski sahibi Mehmet Kurt’tan bir arsa için avanta para istiyorlarmış. Ben bu olaydan çok rahatsız oldum. Kendisine ‘evet, ben bu arkadaşları tanıyorum; ancak bunlar istihbarat müdürü Hanefi Avcı’nın ekibi’ dedim. Hayrettin Alp bu dediklerimi Mehmet Kurt’a söyleyince o araya tanıdıklar koyarak Hanefi Avcı’nın yanına gitmiş. Avcı önce rahatsız olmuş, sonra da ‘Benim ekibim değiller ancak devlete faydaları oldu’ demiş. Kontrolsüz ve tehlikeli olduklarını söylemeyi de unutmamış. Yani bu olayı bir şikâyet olarak kabul edip resmiyete koyacağına, adama bir de para ödesin diye telkinlerde bulunmuş. Çok iyi hatırlıyorum. Mehmet Kurt’tan büyük para alındı.”


Polis’te İtirafçılara Dokunulmazlık… 
“Orhan Taşanlar İstanbul’a gelince Asayiş Şubesi tarafından gözaltına alındım. Yanımda bu itirafçı arkadaşlar da vardı. O zamanki şube müdürü Sedat Demir, ‘İtirafçılarla İstanbul’u parselliyormuşsun!’ dediğinde, kendisine ‘Bu kişiler istihbarat şubenin, Hanefi Avcı’nın adamları’ demiştim. Beni odadan dışarı çıkarttı. Sonra Avcı’yı aramış, itirafçıları yarım saat içinde bıraktılar. Beni de herhâlde Avcı’nın ismini verdiğim için bir ton eziyet edip ertesi gün bıraktılar. Bu itirafçılar kendi başlarına iş yapmaya başlayınca yani kontrolden çıkınca Avcı da rahatsız olmaya başladı. Ancak işledikleri suçları kendisi kapatıyordu.”

Tahsilat ve Uyuşturucu
“Mesela Tatlıcı ailesinin bir alacağı için içecek fabrikası olan bir adamı rahmetli Hidayet Bozyiğit ve bir iki itirafçı bel üstünden vurarak ağır yaralamıştı. Bu olayı da faili meçhul olarak Avcı kapattı. Arşivlerde tarif ettiğim (vurulan) kişinin kim olduğu vardır. Bu olay yanlış hatırlamıyorsam 93-95 yılları arasında oldu. Daha sonra Hidayet Bozyiğit’i narkotikten atılma bir komiser öldürdü (uyuşturucu konusundan dolayı).”


Dev-Sol’cu Bedri Yağan’ı infaz edenler Avcı’nın İtirafçıları
“Dev-Sol içinde tasfiye edilen Bedri Yağan’ın ve diğerlerinin tüm bitişik atış raporları çatışmada ölmediklerini, infaz edildiklerini gösteriyor. Öldürenler polis değil, bu itirafçılardı. Benim yanıma yolladığı itirafçıları o operasyonlarda kullanıyordu. En son temizliği yani imha işini onlar yapıyordu. Bunu bana itirafçı ekibinin sözcüsü konumunda olan Süleyman Öğer anlattı. Bu konuşmaya Avukat Muhittin Beyaz ve Giresunspor’un eski başkanı Olgun Peker Aydın da şahittir.”

Ortaklar Arasında Silahlı Haraç Bölüşme Kavgası 
“İbrahim Babat, Süleyman Öğer’i Kalaşnikof ile taradı, cezaevine girdi. Oradan Hanefi Avcı hakkında birçok açıklama yaptı. Bana gönderdiği itirafçılardan biri de İbrahim Babat’tı. Şu an ölüsüne de dirisine de kimse ulaşamıyormuş. Avcı Organize Suçlar Daire Başkanlığı’ndan alınınca 2 ay sonra Süleyman Öğer ve kardeşlerine organize şube operasyon yaptı. Bu sırada Cemal Öğer kalp krizi geçirerek vefat etti. Avcı bu kişileri operasyonlarda kullandı. Bunu bana bizzat kendileri içkili bir sofrada anlattı.”


İBRAHİM BABAT:

Ortağım Süleyman
“Meclis Susurluk Komisyonu kayıtlarında geçtiği gibi Bodrum olayı öyle gelişti. Bu işi Mustafa Keskin adındaki şahıs eski iş ortağım Süleyman Üger’e getirmişti. Süleyman'da bana Bodrum'da bir iş olduğunu Sun Kulüp olarak bilinen Bodrum Günbet'teki işyeri sahibi ile kiracısı arasında bir problem olduğunu, bu problemi çözme durumunda nakit bir para alabileceğimizi söyledi. Bunun üzerine ben Mustafa keskin, Süleyman Üger'le birlikte İzmir'e daha önce JİTEM'den tanıdığımız yüzbaşının yanına gittik. Ben durumu Sinan Yüzbaşı'ya izah ettim. Kendisinden ekip de istedim. Bana üç tane astsubay verdi, birlikte Gümbet'e gittik. Mal sahibi olan Başmısırlı'yı, kiracısı A. Köseyi bir masaya oturtup barıştırmak istedik. Mal sahibi A. Başmısırlı bizden korkarak polise bizi şikâyet etti. Bunun üzerine çok sayıda polis bulunduğumuz yeri basarak bize kimlik sordu. Göz altına almak istediler. Yanımızdaki astsubaylar jandarma olduğumuzu polislerin kendilerini alma yetkilerinin bulunmadığını, özel bir operasyonda olduğumuzu kendilerinin kimleri kollamaya çalıştıklarını sert bir şekilde ifade ettiler. Bunun üzerine çaresiz kalan polis astsubayların kimlik bilgilerini alıp ayrıldılar. Bizi ihbar eden A.Başmısırlı polisin bizi almadığını görünce korkup aynı gece İstanbul'a kaçtı. Bir aracı vasıtasıyla bizimle barışmak istedi. Bir kaç gün sonra İstanbul'da görüştük biz yüz bin dolar istedik ağladı veremeyeceğini söyledi. Bunun üzerine 40 bin dolara anlaştık. Ayrıca işyerinin kiracısından Süleyman'la birlikte bir buçuk milyar civarında para aldık. Bunun yarısı işi getiren Mustafa Keskin, on bin dolarını da Sinan yüzbaşıya verdim.” 


“Daha sonra Süleyman Üger’in aldığımız çeklerin günü dolmadan ve benden habersiz kırdırdığını öğrenince aramızda sert tartışmalar oldu. Bu tartışmalar üzerine birbirimize ateş ettik. O ayağından yaralandı, benim de Mercedes arabam zarar gördü. Ben Bursa'ya kaçtım. Süleyman önce polislere benim ismi mi vermemiş. Ancak Bursa'da taşındığım eve polislerin gelip beni yakalamak istediklerini öğrenince Yalova Jandarma Alay Komutanlığı'na gittim. Arif Doğan, bana emniyet müdürleri ile görüşerek yardımcı olacakları sözünü alınca bende kendi arabamla ve iki astsubayla birlikte Kadıköy'e gelerek teslim oldum. Ama emniyette tutanak tutulduğunu görünce suçu inkar ettim.”


BİR BİLEN ANLATIYOR:

Her Taşın Altından Süleyman Üğer
Görüldüğü gibi birçok olay Hanefi Avcı’nın en yakın adamı Süleyman Üger ile bağlantılı çıkıyor. Hanefi Avcıyı ve faaliyetlerini çok iyi bilen bir kişi şunları anlatıyor:

Diyarbakır Bölge Valiliğinden Para Aktarımı
“İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğüne geldiğinde Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in girişimleri sonucu Bölge Valiliği hesabından İstanbul'a yüksek miktarda para aktarılmıştır. Avcı söz konusu paraları İstanbul'da istihbarat faaliyetlerinde kullanacağını belirtmiş ve paralar Süleyman Üger adına kurulan bir şirket aracılığı ile İstanbul'a getirilmiş ve Emniyet İstihbarat şubesine aktarılmıştır.”

Teknik Gelişmeler İçin Sık Sık Yurtdışına seyahat…
“Sık sık teknik gelişmeleri izlemek için yurtdışına çıkan Hanefi Avcı, yurtdışı seyahat ve malzeme alımı konusunda herhangi bir sorununun olmadığını ifade etmiştir.”

Tecrübeli Elemanlardan Güçlü Vurucu Tim. 
“Pişmanlık yasasının gündeme gelmesiyle Diyarbakır "E" tipi cezaevindeki pişmanlıkçı mahkûmlarla cezaevinde özel toplantılar yapmış, Recep Tiril, Hidayet Bozyiğit (ölü) Hüseyin Tilki, Mehmet Girgin (ölü), Alaattin Kanat, Ali Ozansoy gibi en kıdemli itirafçı ve döneminin en iyi örgütçüleri Hanefi Avcı ile yakın ilişki içerisine girmişler, Avcı tarafından kullanılmışlardır.”


Avcı Kontrolünde MİT Elemanları
“Avcının Diyarbakır’dan tanıdığı elemanlar,  Hanefi Avcı’yı, kendi seviyelerine kadar inebildiği ve kendilerine maddi manevi her türlü kolaylığı sağladığı için tercih etmişler, Jitem ve Diyarbakır Emniyeti gibi diğer birimlerden uzaklaşmışlardır. Ancak Avcı ile ilişkilerinin mahiyeti tam olarak bilinmemektedir. Avcı kontrolünde olan bazı elemanlarının MİT’le ilişki kurmasına özellikle izin vermiştir.” 

Danışman Ali Ozansoy
“Ali Ozansoy Avcı tarafından İstanbul İstihbarat Daire Başkanlığı'na danışman yapılmıştır. Avcı çoğu pişmanlıkçı elemanlarına silah ve sahte ruhsat vermiştir. 13 ağustos 1993 tarihinde beş Devrimci Sol taraftarının öldürüldüğü PERPA olayında masum bir şahsın ölümüne neden olduğunu yakınlarına belirtmiştir.” 

Behçet Cantürk’ü İnfaz Emri
“Hanefi Avcı, 1994 yılı başlarında Süleyman Üger ve kardeşi Cemal Üger (ölü) ile istihbaratta görevli bir polis memurunu Behçet Cantürk’ü öldürmeleri için göreve sevk etmiştir. Ancak söz konusu görev neticelendirilemeden Behçet Cantürk başkaları tarafından öldürülmüştür.”


BİR TELEFON KONUŞMASI:

Adamı Aldık, Şimdi Aşağıya Girdi… 
xx.xx.XXXX tarihinde Saat XXXX'da Türkcell hattından Süleyman isimli şahıs "Başkan" diye hitap ettiği ve Hanefi Avcı olduğu anlaşılan kişi ile görüşmüştür. Görüşme içeriğinden; Süleyman isimli şahsın bir operasyonun sonucunu bildirmek için aradığı anlaşılmaktadır.

-Hanefi Avcı: Efendim. 
-Süleyman: Alo. 
-Hanefi Avcı: Efendim. 
-Süleyman: Başkanım Süleyman ben Antalya. 
-Hanefi Avcı: Evet Süleyman kardeş?
-Süleyman: Başkanım bir tanesini aldık. 
-Hanefi Avcı: Ha.
-Süleyman: Adamın fakat arkadaşlar şeydeyken aldılar. Yanı ikaz etmemize rağmen irtibat esnasında aldılar.
-Hanefi Avcı: Ha.
-Süleyman: Onun dışında onu yanlış yaptık ancak bir tanesi şu anda elimizde başkanım.
-Hanefi Avcı: Bir şey çıkıyor mu?
-Süleyman: Başkanım şimdi aşağıya girdi, artık…
-Hanefi Avcı: Anladım.
-Süleyman: Artık şeye alacağız.
-Hanefi Avcı: Tamam.
-Süleyman: O ikinci bir tanesi işte su anda o önceki irtibatı kuran firar buluşamadılar herhalde Başkanım.
-Hanefi Avcı: Haydi iyi olacak inşallah kardeş. 
-Süleyman: İnşallah Başkanım yani bizim, işi birazcık hafiften deşifre ettik gibi oldu ama yani onun dışında.
-Hanefi Avcı: Hayırlısı olsun ne yapalım olmasaydı iyiydi ama olmuş artık.
-Süleyman: Başkanım yani arkadaşları ikaz ettik sabahleyin de öyle sıkıntı olunca arkadaşlar riske giremedi herhalde, yani   *onun için o şekilde oldu Başkanım.
-Hanefi Avcı: Hayırlısı olsun.
-Süleyman: Bir emriniz var mı Başkanım?
-Hanefi Avcı: Sağ ol bize mesaj çekilsin.
-Süleyman: Anlaşıldı Başkanım.
-Hanefi Avcı: Tamam kardeş.
-Süleyman: Biraz netleştirince ben hemen mesaj çekeceğim Başkanım.
-Hanefi Avcı: Tamam kardeş sağ olasın.
-Süleyman: Oldu hürmetler Başkanım ellerinizden öperim.
-Hanefi Avcı: Sağ ol.

Yukarıdaki konuşma Hanefi Avcı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nda  görevli olduğu sırada yapılmıştır.  Emrinde bir sürü Polis çalışan Hanefi Avcı, Antalya'da eski bir PKK'lı ile nasıl bir çalışma yürütmektedir?. Bu Hizbullahvari çalışmanın amacı nedir? Aşağı alınacak olan kişiye ne yapılacaktır? Süleyman, "Artık şeye alacağız" derken ne demek istemektedir. Süleyman’ın “arkadaşlar” dediği kimseler kimlerdir? Yukarıda Necdet Açan'ın "Avcı, Avları'yla" yazısında eskiden yaptığı işkencelerden pişmanlık duyduğunu söyleyen Hanefi Avcı, artık işkenceyi başkaları vasıtasıyla mı yapmaktadır. Yine Necdet Açan'ın kaleme aldığı "Ben Susurluk'tan Süleyman Ü.” yazısı ne maksatla yazılmıştır. Bu yazıda Hanefi Avcı'nın rolü nedir. Hanefi Avcı'nın birçok yazısı ile onu destekleyen Necdet Açan'la ne gibi bir bir ilişkisi vardır? Hanefi Avcı, yaptığı faaliyetler ve çıkışları ile kime, neye hizmet etmektedir. Sorular, sorular, sorular? Avcıya soracak o kadar çok sual var ki…

Yukarıdaki konuşmanın tam tarihi ve diğer teferruat şimdilik saklı tutulmaktadır. 

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=520