9 Haziran 2019 Pazar

OPERASYON BÖLÜM 23

OPERASYON BÖLÜM 23


Daniel Tarschys’e göre Öcalan sorunu, 


Avrupa Konseyi, 1998 kasım ayında Roma’da yakalanan Öcalan’ın yol açtığı fırtınaya tutuldu. Örgüt bünyesinde ve çevresinde başlatılan girişimlerle birlikte sabırsız beklentiler de artarken, örgütün rolü ve etkinliği sürekli tartışma 
konusu ediliyor. Bazıları, konseyi uzun zamandır Türkiye’de insan hakları konusunda yaşanan açık ihlalleri göz ardı etmekle ve Avrupa toplumunun temel değerlerini koruma görevini yerine getirmek için yeterince çaba göstermemekle 
suçlarken, diğerleri de örgütü Türk içişlerine müdahale etmekle itham ediyor. Avrupa ve özellikle Avrupa Konseyi, işlenen suçlara göz yummakla,terörizmle mücadelede sorumluluk almamakla ve şimdi de, baş sorumlunun  yakalanması nın ardından insan hakları konusunda ders vermekle eleştiriliyor. 
Bu tür eleştirilerin temelinin olup olmadığı konusunda bir yargıya varmadan önce, Avrupa Konseyi’nin farklı yapı ve araçlarla harekete geçtiğini hatırlamak gerekiyor. Türkiye’deki durum, parlamenterler meclisinde düzenli olarak ve yapıcı bir anlayış çerçevesinde çeşitli siyasî kesimlerden Türk parlamenterlerin katılımıyla tartışılıyor. Öcalan olayı mecliste büyük ilgi uyandırdı ve meclis, davada hazır bulunmaya ve 31 mart tarihinde Roma’da toplanacak olan daimi komisyonda yapılacak tartışmalardan birini bu davaya ayırmaya karar verdi.

Örgüte üye 40 ülkeye karşı yapılan kişisel başvuruları inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çoğu zaman Türkiye konusundaki şikâyetlerle ilgilendi. Mahkeme, Öcalan olayında, avukatlarının talebi üzerine Ankara’dan açıklama istedi ve Ankara talep edilen açıklamaları mahkemeye iletti. Mahkeme Türkiye’den, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilkelerine eksiksiz riayet etmesini isteyerek, olağanüstü mahkemelerin kullanımına koyduğu çekincelerin altını çizdi. 
Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi, Türkiye’deki tutukluluk şartlarına ilişkin birçok rapor hazırladı. Bu ülkeye yakınlarda düzenlenen bir ziyaret çerçevesinde, komite üyelerinden ve uzmanlardan oluşan bir grup, İmralı 
Adası’na giderek, Abdullah Öcalan’la tanıksız görüştü.Türkiye’yle ilgili konulara ve özellikle Öcalan olayına gösterilen bu büyük ilgi, acaba egemen bir ülkenin içişlerine bir müdahale teşkil eder mi? Hiç şüphesiz Türkiye’de bu konuda 
büyük hassasiyet duyuluyor ve çoğu zaman Avrupalıların insan hakları konusundaki yaklaşımları taraflı ve ikiyüzlü olarak nitelendiriliyor. Bu bakış açısını da, Türkler ile Avrupalılar arasındaki ayırımı da kabul etmiyorum. Türkler tam anlamıyla Avrupalıdırlar ve böyle kabul edilmelidirler. 

Avrupa Konseyi’nin diğer ülkeleri gibi, Türkiye de, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını koruyacağını taahhüt etmiştir. Demokrasi ve insan hakları sözkonusu olduğu zaman Avrupa’da artık “içisleri” yoktur. 
Türkiye zengin bir kültür hazinesine sahiptir. Bu ülke, 75 yıl önce cumhuriyetin kurulmasından bu yana çok önemli ekonomik gelişmeler kaydetmiştir ve bundan gurur duymakta haklıdır. Ancak, halen ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan Türkiye, ulusal bütünlüğü ve beraberliği için endişe duymaktadır. Kendi kendini tecrit etme içgüdüsü hâlâ mevcut. Ancak ülkenin, ortak tecrübe ve değerlerimize dayanan bir Avrupa stratejisi geliştirme yolunu seçeceğine 
inanıyorum. 

Çoğulculuğun ve kimlik zenginliğinin günümüz Avrupası’nda olağandışı bir durum yaratmadığını herkes kabul etseydi, kim bilir ne kadar acı ve anlaşmazlık önlenmiş olurdu. Avrupa ülkelerinin büyük bölümü, azınlık ve bölgesel 
farklılık taleplerini ulusal bütünlükleriyle işte bu temelde barıştırmışlardır. 
Bu amaca ulaşma tercihi ilgili ülkeye ait olsa da, kanıtlanmış olan Avrupa deneyimlerinden de faydalanması önemlidir. Öte yandan, her ülke, insan haklarının korunması için bazı yükümlülüklere ve ortak kurumların kontrolüne 
tabidir. Avrupa Konseyi’nin Öcalan olayına gerçek ve olası katkısını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.” 

Öcalan Anahtarı 

Bu görüş de Türkiye’nin Avrupa Birliği içinde Öcalan olayıyla birlikte gideceği yolu net biçimde göstermektedir. 
Türkiye Avrupalı olacaksa “Öcalan kosunda Avrupa’nın dediklerini komplekse kapılmadan yapmak zorundadır” yaklaşımı Avrupa’nın net tavrı. Ancak Türkiye buna nasıl yaklaşacak? Bu sorunun yanıtı Öcalan’la ilgili kavganın sonucuna bağlı. 
Gerçi bazı Arap yazarlara göre sorun içinde çözümlerini de barındırıyor: 
“Öcalan ve Kürt Sorunu... Çözüm Güç, Ama Olanaksız Değil” başlıklı yazısında, El Haliç gazetesinde 11 mart 1999’da Fransa’da yaşayan Iraklı yazar Dr. Aziz el Hac, Öcalan’ın yakalanmasını uluslararası bir kaçırma operasyonu olarak değerlendiriyor ve şunları söylüyor: 

“Hiç kuşkusuz önceden de söylediğimiz gibi tamamen meşru olmasına rağmen bağımsız ve birleşik bir Kürt devleti hayali, ne şimdiki aşamada ne de yakın gelecekte gerçekçidir. Dolayısıyla işin gelecekteki gelişmelere bırakılması 
gerekiyor... 

Avrupa, Kürt sorununu bölgedeki ve dünyadaki siyasî birikimini güçlendirme kapısı haline de getirme olanağına sahiptir. 

Son olarak diyebiliriz ki, Türkiye’de sorunun barışçı ve demokratik bir şekilde çözüme kavuşturulması, bu ülkede istikrarı sağlayarak olumlu bir birikim sahibi yapacaktır. Yine böyle bir çözüm, bölgemizde Kürt sorununun genelinde tarihî bir hamle yaratacaktır. Çünkü Kürt sorununun Türkiye boyutu, geçmişte de, günümüzde de çözümün yolundaki ana engel, Kürtlerin günümüze kadar çektiği acıların da birinci etkeni durumundadır.” 

Aslında yazarın savunduğu tezler Avrupa’nın en etkin görüşlerini barındırıyor. Türkiye bir Kürt devletine evet desin, kendisi de Avrupa Birliği içinde erisin. Bu da yeni Sevr olarak Türkiye’nin karşısında dayatılan ve Öcalan’la gelişen bir 
boyutta devam eden yaklaşım. Bu oyunun sonunda Avrupa Birliği’nin istediklerini elde ettikten sonra Türkiye’ye olumsuz yanıt vermesi olasılığı da yüksek bulunuyor. 

Abdullah Öcalan’ın yakalanış öyküsünün buraya kadar olan bölümlerinde Türkiye dışındaki oluşumlar ve Öcalan’ın kendi ağzından bölümleri aktardık. Şimdi Türkiye’nin Öcalan operasyonundaki rolü ne oldu sorusunun yanıtını verme 
zamanı geldi sanıyorum. 

KİTABIN Beşinci Bölümü., 

Türkiye’nin Zaferi 

Türkiye İstiyor.,

Türkiye, Abdullah Öcalan’ın Suriye’yi terk ettiğini öğrendikten sonra onun peşinden uzun süre koştu. İtalya’da kaldığı süre içinde onu etkisiz hale getirebilecek yöntemler üzerinde de uzun süre çalışmalar yapıldığı biliniyor. 
Türkiye, Öcalan’ın Atina’da olduğunu 1 şubat 1998 günü öğrendi. Batılı bir gizli servis Öcalan’ın Hollanda’ya girmek için çabaladığını, ancak bunu başaramayıp, geldiği yer olan Atina’ya dönmek zorunda kaldığını bildirdi. Bunlar Yunanlıların ellerinde oradan oraya dolaşmakta olan Öcalan’la ilgili son dönemde elde edilen ilk bilgilerdi ve anlamı da Öcalan’ın Yunanistan’da olduğuydu. 

1 şubat 1998 günü, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun Yunan gizli servisi EİP’nin başkanı olan Haralambos Stavrakis’e acil kodlu bir faks çekti. PKK gibi bir örgütün liderinin NATO ve Batı ittifakı içinde bulunan Yunanistan tarafından himaye edilmesini ve kaçması için yardımcı olunmasını kınadı. Bunun “vahim sonuçlar doğuracağını” hatırlattı.Öcalan’ın Atina’da bulunduğunun saptandığını iletti. Bu faksın yanıtı 2 şubat günü geldi. Yunan gizli servisi “Öcalan diye birisi bizde yok” yanıtını verdi.Yunanlılar, Türk tarafının yanıldığını bildirdi. Stavrakis’e göre Öcalan, Yunanistan’da değildi. Olmayınca da sorun yoktu. Karşılık faks kısaydı ve netti. İnkâra dayanıyordu. Sonuna kadar inkâr. 

Türkiye aynı anda Amerika ve diğer Batılı ülkeler nezdinde de girişmelerde bulunuyordu. Amerikalılar bu girişimler üzerine, Öcalan’ı elinde tuttuğunu bildikleri Yunanistan üzerinde büyük bir baskı uygulamaya başlamıştı. 2 şubat günü Ankara’daki Amerikan yetkililerine bütün Türk yetkilileri aynı mesajı iletiyordu: 

“Yunanistan sonuca katlanır” 

“Bu işler böyle kolay kapanmaz. İş ciddidir. Sonuçlarına Yunanistan katlanır.” 

Amerikalı yetkililer 2 şubat günü alarma geçmiş bir halde Ankara’da Öcalan sorununun bir Türk-Yunan savaşı sonucunu doğurup doğurmayacağını soruşturuyordu.Yanıtlar Amerika’yı telaşlandırmıştı. Amerika’nın öncelikleri 
değişiyordu. Amerikalı yetkililer Yunanistan’a “Derhal Öcalan’dan kurtulun” mesajları iletiyorlardı. Yunanistan’daki panik havası Ankara’dan izlenmeye başlamıştı. 
3 ve 4 şubat günlerini Yunanistan ile Öcalan’ın ne yaptığını öğrenmekle geçirdi Ankara.Öcalan’ın Kenya’ya yol aldığı öğrenilmişti. Amerikan gizli servisi gerekli izlemeyi yapıyordu. İsrail gizli servisi Mossad bu dönemde hiç devreye girmedi. Sadece Suriye’den Öcalan’ın çıkışını teyid etti. Oysa Mossad uzunca bir süredir Türkiye’yle geliştirilen ikili anlaşmalar uyarınca hem yakalama ve kaçırma operasyonları için eleman eğitiminde, hem de Öcalan’ın izlenmesinde etkindi. Öcalan’ın izlenmesi konusunda İsrail, Türkiye’yle1996 yılında yapılan iki gizli servisin birbirlerine yardım ve destek anlaşması uyarınca PKK ve Öcalan konusunda etkin olarak devreye sokuldu. İsrail o kadar etkin oldu ki bir süre sonra Mossad’ın Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’daki PKK faaliyetlerini izleme çalışmalarından MİT rahatsızlık duymaya başladı. Ama İsrail izleme çalışmaları için OFEG-3 adlı casus uydusunu devreye soktu. Bu uydu ve Mossad’ın diğer kaynakları MİT’e teknik ve bilgi aktarma düzeyinde yardımcı oldular. 

Ancak İsrail gizli servisi yakalama aşamasında hiç devrede olmadı. 

Dünyanın gözü Öcalan ve Türkiye’nin üzerindeydi. Bütün gizli servisler aynı kanıyı taşıyordu: Öcalan MİT tarafından öldürülecekti.Bu kanının bir uzantısı olarak Öcalan’ı topraklarında barındırmakta olan Rusya panik içindeydi.Rus TASS Ajansı bunun bir göstergesi olarak 4 şubat 1999 perşembe günü şu haberi geçiyordu: 

“Apo’ya Suikast Korkusu” 

Rus TASS Ajansı, Abdullah Öcalan’ın Hollanda’daki avukatı Britta Bohler’in ‘‘Öcalan’ın hayatından endişe ediyoruz’’ açıklamasını, ‘‘MİT, Öcalan’ı yok etmek ya da gizlice ele geçirerek Türkiye’ye götürmek için gizli operasyon hazırlıkları yapıyor. Endişeliyiz” diye yansıttı. 

Haber Rus televizyon ve radyolarında geniş yankı uyandırdı. TV ve radyolar haberi “Türkiye Öcalan’ın peşini bırakmıyor ve bu defa ciddi, Türk ajanları saldırıya hazırlanıyor. Öcalan, İtalya’yı terk ettiğinden bu yana suikast 
tehlikesi ciddi bir şekilde gündeme geliyor. Bu nedenle Öcalan’ın avukatının söylediği gibi Apo’nun üç günde bir yerini değiştirmesi gerekiyor” yorumlarıyla verdiler. 
MİT’in Rusya’da suikast düzenlemeye hazırlandığı öne sürülürken, Rusya Dışişleri ve Federal Güvenlik Servisi FSB, kısa bir açıklama yaparak ‘‘Öcalan daha önce Bakan İgor İvanov’un açıkladığı gibi Rusya topraklarında yok ve 
bulunmayacak. Türk basını tarafından yaratılan bu spekülasyon can sıkmaya başladı’’ dedi. 

Avrupa Basını: “Barınacak yer arıyor.” 

Avrupa’da kapı kapı dolaşan Abdullah Öcalan için Batı basınında ilginç yorumlar yer aldı: 
Fransa’nın Liberation gazetesi, “Apo umutsuz bir biçimde barınacak yer arıyor” sözlerine yer verdi. Apo’yu taşıyan uçağı, hiçbir Avrupa ülkesinin kabul etmediğini belirtti. 

Belçika’nın Libre Belgique gazetesi “Öcalan’a hoşgeldin diyen yok” başlıklı haberde, Ankara’nın kararlı tavrı sonunda teröristin Avrupa’da sığınacak kapı bulamadığını yazdı. 
Almanya’nın Köln Express gazetesi ise dünkü sayısında, “Öcalan’ın hayalet uçağı bize ne zaman gelecek?” diye sordu. İçinde 8 kişi olan uçağın bir saatlik uçuş masrafının 10 000 mark tuttuğuna işaret edildi. 

İngiltere’nin The Daily Telegraph, “Türkiye Apo konusunda haklı” sözlerine yer verdi. 

24. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder