30 Haziran 2019 Pazar

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 13

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 13


4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu, 


Bu düzenlemenin 4483 sayılı Kanunda yer alması ve kamu görevlilerinin görev suçlarına ilişkin olması, yapılan değerlendirmeyi değiştirmeyecektir. 

Kanun koyucunun kamu personeline tanıdığı güvenceleri, sıradan vatandaşlara tanımadığı gibi bir yaklaşım kabul edilemez. Nitekim söz konusu düzenlemenin 
tüm ihbar ve şikayetler bakımından geçerliliği kabul edilmektedir. 4483 sayılı Kanundaki açık düzenleme karşısında, dikkate dahi alınamayacak ihbarların, 
CMK’nın 135. maddesine göre kuvvetli suç şüphesi oluşturduğunu ileri sürmek imkânı bulunmamaktadır. Kaldı ki 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına 
Dair Kanunun 6. maddesinde de, aynı kanunun 4. maddesinde gösterilen şartlardan herhangi birini taşımayan dilekçelerin, yani “...dilekçe sahibinin 
adı-soyadı ve imzası ile iş veya ikamet adreslerinden birini...” taşımayan dilekçelerin işleme konulmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Diğer yandan 
bu ihbarlar aşağıda da ifade edileceği üzere, soruşturma sürecinde neredeyse yapılan tüm işlemlerde delil olarak zikredilmiş ve soruşturma aşamasında 
en önemli delil olarak kullanılmıştır. Ancak soruşturma sürecinde şüphelilerin ihbarda yer verilen uyuşturucu, PKK gibi iddialarla bir ilgisinin bulunmaması 
karşısında, yapılan ihbarın sıhhati hiç tartışılmamıştır. Bu durum dahi, yukarıda ifade ettiğimiz, söz konusu ihbarın hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş 
bilgileri delil olarak bir soruşturmanın başlangıcında kullanmak amacıyla özel olarak hazırlandığı şüphesini kuvvetlendirmektedir. 

17. CMK’nın 135. maddesi bağlamında değinilmesi gereken ikinci husus ise başka şekilde delil elde etme imkânının yokluğudur. Gerek CMK’nın 135. Maddesine istinaden yapılan ilk talepte ve verilen kararda, gerekse süreçte verilen CMK’nın 135. ve CMK’nın 140. Maddesi çerçevesinde verilen kararlarda, başka şekilde delil elde etme imkânının yokluğundan bahsedilmektedir. Ancak bu konuda yapılmış hiçbir araştırma bulunmamaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere soruşturmada kullanılan ilk ihbar 2009 yılında yapılmıştır, ikinci ihbar 2010 yılında yapılmıştır. Yapılan ilk iki ihbarın doğrudan şüpheli Rıza SARRAFla bir 
ilgisi bulunmamaktadır. Sonuncusu ise 18 Temmuz 2012 tarihindedir. 

İhbarı alan kolluk birimleri 13 Eylül 2012 tarihine kadar yapılan ihbarlarla ilgili hiçbir işlem yapmamışlar, ancak 13 Eylül 2012'de soruşturmaya başlanmasının ertesi gününde başka şekilde delil elde etme imkânının yokluğundan bahisle telekomünikasyonun denetlenmesi tedbiri talep etmişlerdir. Bu zaman diliminde ne yapıldığı konusunda hiçbir belge olmadığına göre, hiçbir araştırma faaliyetine girişilmeksizin doğrudan son araç niteliğindeki koruma tedbirlerinin uygulandığı sonucuna ulaşılmalıdır. Bu durum, soruşturmanın başlangıçtan itibaren hukuka aykırı yöntemlerle sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır. 

18. 17 Eylül 2012 tarihinde İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın hukuka aykırı olması tek başına, sadece bu kararla uygulanan tedbirleri etkiler mahiyette değildir. Soruşturma başından sonuna kadar sadece telefon dinlemeleri üzerinden bir soruşturma sürdürmek şeklindeki hukuken kabul edilemez çarpık anlayışı, bu karardan sonra alınan her yeni kararın bu karara dayanmasını sonuçlamıştır. Nitekim bu karardan sonra yapılan tüm taleplerde bu ilk karara atıf yapılmış, yeni şüpheli olarak zikredilen diğer kişiler de bu karar nedeniyle yapılan iletişimin denetlenmesi işlemi sonunda elde edilen delillerle takip altına alınmıştır. 
19.Benzer durum teknik takip kararları bakımından da geçerlidir. Örneğin aynı ihbarlara dayalı olarak gecikmesinde sakınca bulunduğu gerekçesi ile Rıza SARRAF hakkında 3 Ekim 2012 tarihinde saat 19.15-20.00 saatleri arasında teknik takip talimatı verilmiş, talimatın gerekçesinde Rıza SARRAF’ın o tarihte yurt dışından iki adet valizle geleceği, bazı şahıslarla kaçak altın ve nakit ticaretine ilişkin görüşmeler yapacağı ileri sürülmüştür. 

Verilen talimat sonrasında yapılan teknik takipte Rıza SARRAF’ın havaalanından çıkarak eşi ile görüştüğü, sonrasında da ayrıldığı tespit edilmiştir. 

Görüldüğü üzere teknik takip kararının dayanağı olan iddia gerçek dışı çıkmış, bahsi geçen yerde ve zaman diliminde ileri sürüldüğü gibi kaçak altın veya nakit hususunda bir görüşme yapıldığı tespit edilememiş, bahsi geçen valizler de görüntülenememiş tir. Buna rağmen söz konusu talimat yasal zorunluluk gereği hâkim onayına sunulmuş, İstanbul 32. Sulh Ceza Hâkimliğinin 4 Ekim 2012 tarihli ve 2012/500 D. İş sayılı kararı ile onanmış, buna ek olarak 4 hafta daha teknik araçla takip kararı verilmiştir. Kararda soruşturma konusu suçlar ise yurt dışına kaçak altın sokmak ve bu yoldan elde dilen parayı aklamak şeklinde belirtilmiştir. 

Ancak kararda, hangi bilgi ya da delile dayalı olarak bu suçlara ilişkin kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu, buna ek olarak ne sebeple başka şekilde delil elde 
etme imkânının bulunmadığının tespit edildiği belirtilmemiştir. Teknik takip kararında dayanılan deliller de, telekomünikasyonun denetlenmesi kararlarında 
kullanılan üç adet delil vasfından yoksun ihbardan ibarettir. Buna ek olarak söz konusu teknik takip kararında ifade edilen, Rıza SARRAF’ın yurt dışından 
kaçak yoldan altın ve nakit ticareti hususunda görüşmeler yapacağı bilgisinin ne şekilde elde edildiği belirtilmemektedir. Talepte bu durum, sadece bu 
yönde bilgi edinildiği şeklinde ifade edilmiştir. Tüm bu hususlar bir yana bırakılsa dahi izahı imkânsız olan husus, söz konusu teknik takip kararının içeriğinde 
Cumhuriyet Savcısının talimatıyla yapılan teknik takip işleminin onanması, buna ek olarak 4 hafta daha teknik araçla takip kararı verilmesidir. Kararın 
verilmesi sırasında onaya sunulan teknik takip işleminin hukuka aykırı olduğu, bir delile dayanmadığı, ulaşılan sonuçtan da açıkça anlaşılmasına ve iddianın 
gerçek dışı olduğunun ortaya çıkmasına rağmen, yeniden 4 hafta teknik takip kararı verilmiş olması hukuken izah edilebilir değildir. 

20. Yine aynı ihbarlara dayalı olarak 15 Ekim 2012 tarihinde, Rıza SARRAF, Abdullah Happani ve Mohammat Sadeg Rafgar Shishenk isimli şahısları kaçak 
altın ve nakit ticaretine ilişkin bir araya gelecekleri ve 2.000.000 Euronun Esenşehir Monor Sitesine teslim edileceği bilgisi ve gecikmesinde sakınca 
bulunan hal olduğu belirtilerek teknik araçla takip talimatı verilmiş, karar daha sonra onaya sunulmak üzere İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmiş, 
ancak ne sebeple olduğu anlaşılmaz biçimde 8. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından onanmıştır. Aynı tarihte 8. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Murat Cesurtürk, Levent Balkan ve Mohammat Sadeg Rafgar Shishenk hakkında da telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi kararı verilmiş, talepte ve kararda suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kara para aklama ve kaçakçılık suçlamalarına yer verilmiştir. Teknik takibe ilişkin tutanak incelendiğinde, takibin Atatürk Havalimanına gelen Süleyman Aslan’a başladığı görülecektir. Oysa ne Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen talimatta ne de hâkim kararında Süleyman Aslan yer almamaktadır. Buna rağmen teknik takip işlemi yapılmış, sonrasında Süleyman Aslan'ın evine girdiği tespit edilmiş, ardından teknik takip talimatına konu olan diğer kişilerin yolda görüntülenen bir miktar parayı bu adrese teslim ettikleri tespit edilmiştir. Oysa talimata dayanaklık eden İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün yazısında, adres de dahil paranın hangi adrese ulaştırılacağı bilgisine yer verilmiştir. İşlemin yapılış şeklinden açıkça anlaşıldığı üzere, kolluk birimleri söz konusu para alış verişi iddiasının bir tarafının Süleyman Aslan olduğunu bilmektedirler. 

Buna rağmen bu isim ve işlem zikredilmeksizin, teknik takip talebinde bulunulmuş, ancak işlem Süleyman Aslan'ı da dahil eder bir biçimde yapılmıştır. 

Bu durum, soruşturmanın başında delilleri toplayarak, delillerden hareketle şüphelilere ulaşmak amacıyla değil, belirli bir kişi grubunun peşinen şüpheli 
kabul edip bir soruşturma sürdürüldüğünü, usulüne uygun kararlar alınmadan takip ve tespitler yapılıp bu tespitlerden sonra geriye yönelik olarak kararlar 
alındığını göstermektedir. 

21. Süleyman Aslan'la ilgili ilk teknik araçla takip kararı 8 Kasım 2012 tarihinde verilmiştir. Aynı karara ilişkin talepte yine yukarıda izah edilen iki ihbar dışında başka bir delil sunulmamıştır. Yine aynı kararda Rıza SARRAF hakkında verilmiş ilk teknik araçla takip kararının 4 hafta daha uzatılmasına karar verilmiştir. İlk karar 3 Ekim 2012 tarihinden itibaren 4 hafta için verilmiştir. Bitiş tarihi bu durumda 30 Ekim 2012 tarihidir. Kanunun uzatma olarak nitelendirdiği ek süre, ilki bittikten 9 gün sonra adeta ikinci yeni bir karar olarak uygulanmıştır. Alınan teknik takip kararlarında görülen bu sorun, iki yıllık bir zaman dilimi içerisinde, teknik takip kararlarının süresi dolduktan sonra tekrar başvurup uzatma kararı alınması şeklinde ortaya çıkmıştır. 

Oysa CMK’nın 140. maddesinde teknik araçla takip koruma tedbirinin 4 hafta için verilebileceğini, bu sürenin zorunlu hallerde 4 hafta daha uzatılmasının mümkün olabileceğini öngörmekte, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda ise l'er hafta olmak üzere yeniden uzatmalara müsaade edilmekteydi. 

Ancak uzatma olarak nitelendirilen bu durum, kararın uygulanma süresi bittikten sonra belirsiz aralıklarla tekrar tekrar bu tedbirin uzatılması imkânı nı 
vermemektedir. Buna rağmen 2 yıllık zaman dilimi içerisinde şüpheliler belirsiz aralıklarla teknik araçla takip kararına muhatap kılınmışlardır. 

Bu suretle kanunun uzatma olarak nitelendirdiği ek süreler, keyfi biçimde sonsuz ve süresiz biçimde teknik takip uygulanması gibi kabul edilemez bir 
sonucu ortaya çıkarmıştır. 

22. 16 Ekim 2012 tarihinde Ercan Sağın, Ekonomi Bakanlığı özel kalem müdürü Onur Kaya ve Ekonomi Bakanlığında görevli Mustafa Behçet Kaynar 
hakkında örgüt, kara para aklama ve kaçakçılık suçlarını işledikleri iddiasıyla telekomünikasyonun denetlenmesi ve teknik araçla takip talebinde bulunulmuştur. 
İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen 17.10.2012 tarih ve 2012/608 sayılı kararla talep kabul edilmiştir. Kararda herhangi bir gerekçe yer 
almamaktadır. Adı geçenlerden Onur Kaya ve Mustafa Behçet Kaynar hakkında dinleme kararı alınmasının tek nedeni, 2012 yılı Ekim ayı içerisinde Rıza SARRAFla yaptıkları bir kaç telefon görüşmesinden ibarettir. 

Bu görüşmelerde neler konuşulduğu dosyadan anlaşılmamaktadır, zira muhtemeldir ki söz konusu görüşmeler soruşturmayla ilgisiz oldukları için imha edilmiştir. Kararda ve talepte de bu kişiler hakkında hangi delile dayalı olarak 
CMK m. 135'te düzenlenen tedbire karar verildiği ifade edilmemektedir. Diğer kararlar incelendiğinde de, şüpheliler hakkında ilk kararda olduğu gibi, hiçbir delile dayanmaksızın, sadece ilk hukuka aykırı kararda hakkında dinleme kararı verilmiş kişilerle görüşmüş olması, bu kişiler hakkında da karar alınması için yeterli görülmüştür. Nitekim kolluk fezlekesinde şüpheli olarak zikredilenler dışında pek çok kişi hakkında da karar alındığı, ancak sonrasında hiçbir işlem yapılmadığı görülmektedir. 

23. 14 Kasım 2012 tarihinde Mali Suçlar Müdürlüğü, daha önce Rıza SARRAF hakkında alınmış dinleme kararının uygulanması sırasında elde edilen verilerden hareketle, Ebru Gündeş hakkında CMK’nın 135, Cengiz Kumartaşoğlu hakkında ise CMK 135 ve 140. maddelerinin uygulanması hususunda karar alınmasını istemiştir. Söz konusu dinleme sırasında Kanunun açıkça yasaklamış olmasına rağmen Ebru GündeşRıza SARRAF arasındaki görüşme de dinlenmiş ve kayda alınmıştır. 

Söz konusu görüşmeye istinaden de yeniden karar alınmak istenmiş, başka bir ifadeyle kaydedilmesi yasak olan görüşme delil olarak kullanılmıştır. 
Üstelik Ebru Gündeş şüpheli olarak Fezlekede yer almamakta, görüşme içeriğine bakıldığında ise, görüşmenin herhangi bir aile içi görüşme olduğu da görülmekte  dir. Kanuna göre kayda alınması yasak olan, bir şekilde kaydedilmişse bile imha edilmesi gereken telefon görüşmelerine, dosyada ve deliller arasında yer verilmiş olması, hukuka aykırı delillere ilişkin bir başka örnektir. 

24. Ebru Gündeş'in dinlenmesine dayanak olan kararda yer alan Cengiz Kumartaşoğlu hakkındaki dinleme kararında, adı geçenin hangi fiile iştirak şüphesiyle dinlendiği anlaşılamamaktadır. İş bu dinleme kararında diğerlerinden farklı olarak örgüt, kara para aklama ve kaçakçılık suçları zikredilmiştir. Ancak dinleme tutanakları ve fezleke incelendiğinde Cengiz Kumartaşoğlu'nun hiçbir konuşmasının dosyaya girmediği, şüpheliler arasında isminin dahi zikredilmediği 
görülecektir. Teknik takiplere ilişkin evrak incelendiğinde, Cengiz Kumartaşoğlu hakkında alınan teknik takip kararının hiç uygulanmadığı, adı geçenin Rıza SARRAF ve diğer kişilerle hiç bir arada görülmediği tespit edilmektedir. 

Bu durum, soruşturmanın başında, olayla ilgili herkesi dinlemek, teknik 
araçla takip etmek suretiyle şüpheli tespitine çalışıldığını gösteren örneklerden biridir. Nitekim Yaşar Aktürk hakkında 7 Nisan 2013 tarihinde Rıza SARRAFla yapmış olduğu görüşmeden hareketle 24 Mayıs 2013 tarihinde talepte bulunulmuş, talep İstanbul 8. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından aynı gün kabul edilerek 3 ay süre ile denetim kararı verilmiştir. Adı geçen kişi fezlekede şüpheli olarak dahi yer almamaktadır. Bu kişi ile ilgili daha sonra herhangi bir uzatma kararı verilmediği gibi, fezlekede 7 Nisan 2013 tarihindeki konuşması dışında bir konuşma da yer almamaktadır. 

25. 14 Aralık 2012 tarihinde Rıza SARRAF hakkında yeniden teknik araçla izleme işleminin uzatılması talep edilmiştir. Uzatılması istenen ikinci 4 haftalık süre 8 Kasım 2012 tarihinde başlamış, 5 Aralık 2012 tarihinde bitmiştir. Talep yazısının ilk talepten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Daha açık ifadeyle uzatmanın gerekli olduğunu gösteren ve geriye doğru iki ay içerisinde toplanmış hiçbir yeni delil bulunmamaktadır. Buna rağmen talep kabul edilmiş ve 17 Aralık 2012 tarihinde İstanbul 11. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından bir hafta daha uzatma kararı verilmiştir. Benzer biçimde aynı gerekçelerin tekrar edilerek teknik takip ve telekomünikasyonla iletişimin denetlenmesi kararlarının uzatılması soruşturma aşamasında sürekli biçimde ortaya çıkan bir hukuka aykırılıktır. 02 Ocak 2012 tarihinde soruşturmanın başlangıcında kullanılan delil vasfı olmayan ihbarlara yer verildikten sonra Rüçhan Bayar, Mehmet Bilici, Muaccet Korkmaz hakkında ilk kez, Mohammat Sadeg Rafgar Shishenk ve Süleyman Aslan hakkında ilk kez uzatma olmak üzere 4'er hafta, Rıza SARRAF hakkında 3. kez 1 haftalık uzatma talep edilmiştir. Bu talep İstanbul 36. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından aynı gün kabul edilmiştir. Yine uygulanarak süresi bitmiş teknik araçla takip kararı, aradan bir süre geçtikten sonra uzatılmaktadır. Zira Rıza SARRAF hakkında verilen son takip kararı 24 Aralık 2012 tarihinde bitmiş, 2 Ocak 2013 tarihinde uzatma kararı alınmıştır. 
Alınan bu teknik takip kararı bakımından asıl önemli husus ise, kararın denk geldiği tarih, fezlekede altın kaçakçılığı olarak nitelendirilen Gana'dan altın ihracı fiiline tekabül etmesidir. Aşağıda değinileceği üzere söz konusu fiil, o tarihte  Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturulmuş, kısmen takipsizlik, kısmen idari para cezası ile sonuçlandırılmıştır. Fezlekede en fazla yer verilen 
bu fiil sırasında teknik takip kararı alınmış olmasına rağmen, bu kararın uygulanmamış olması dikkat çekicidir. 

26. Yücel Özçil hakkında, aynı ihbarlar kullanılarak ve başka hiçbir bilgiye yer verilmeksizin 18 Şubat 2012 tarihinde teknik araçla takip talebinde bulunulmuş, 
talep İstanbul 27. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 20 Şubat 2013 tarihinde kabul edilmiştir. 
Bu talep ve kararda suçlama rüşvet, kaçakçılık ve kara para aklama olarak belirtilmiştir. Başka bir ifadeyle daha önceki tarihte örgüt nitelendirmesi yapıldığı halde, daha sonra örgüt suçlaması kapsam dışına çıkarılmıştır. Dosyada yapılan incelemede teknik araçla takipler bakımından kanunda öngörülen azami 
sürenin dolmasından sonra örgüt suçlamasının eklendiği görülmektedir. 

Telekomünikasyonun denetlenmesi ve teknik araçla takip kararlarının uzatılmasının ancak örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda mümkün olması nedeniyle, isnat edilen fiilin örgütlü olarak işlendiği nitelendirilmesi yoluna gidildiği anlaşılmaktadır. Bu durum, CMK’nın 135 ve 140. maddelerinde Kanun koyucu tarafından ortaya konan koşulların dolanılması anlamına geleceği gibi, elde edilen delillerin kullanılmasını engelleyecektir. Zira daha uzun süre dinleme ve takip amacıyla hukuki tavsif yapılması elde edilen delilleri hukuka 
aykırı hale getirecektir. 

14. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder