30 Eylül 2018 Pazar

DARBELER - SİVİL ASKER İLİŞKİLERİ ve SORUNSALI

DARBELER - SİVİL ASKER İLİŞKİLERİ ve SORUNSALI


Atilla SANDIKLI
Prof. Dr., BİLGESAM Başkanı
18.07.2017


Türkiye’de askeri darbe girişimleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kurumsal olarak ya da bazı subayların kendi başlarına inisiyatif alarak sivil yönetime 
yaptığı müdahalelerdir. Türkiye 1950 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili siyasal hayata geçiş yapmıştır. TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu 
ifade ederek bazen bazı yasaların geçmesini engellemek ya da geçirmeye zorlayarak, bazen de Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini istifaya zorlayarak ya da alaşağı ederek demokratik sivil yönetime müdahale etmiştir.

Bu darbe ve muhtıralar 12 Eylül Darbesi gibi bazen emir komuta zinciri içinde; bazen de 27 Mayıs Darbesi gibi emir komuta zinciri dışında sadece bir grup 
subay tarafından planlanmış ve icra edilmiştir. TSK 1960 ve 1980 yıllarında iki kez yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise hükümeti istifaya 
zorlamıştır. Son olarak da 15 Temmuz 2016’da, TSK içindeki FETÖ mensupları kendi komutanlarına yönelik isyan ve siyasi yönetime karşı darbe girişiminde 
bulunmuştur.

Bütün darbe, darbe girişimi, ayaklanma ve muhtıraların motivasyonunu ve temelini yapısal nedenler oluşturmuştur. Yapısal sorunların başında da 
“Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin bilimsel ve çağdaş esaslar doğrultusunda şekillendirilememesidir”.

MAKALENİN DEVAMINI DERGİMİZE ABONE OLARAK OKUYA BİLİRSİNİZ...

Atilla SANDIKLI
Prof. Dr., BİLGESAM Başkanı

http://stratejistdergisi.com/entries/g%C3%BCvenlik/sivil-asker-i-li%C5%9Fkileri-sorunsal%C4%B1


***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 9

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 9



HEDEFTE TÜRK GENÇLİĞİ VARDI

1960'da 27 Mayıs ihtilalinin ardından 1960'lı yıllarda tek rakamlı seyreden enflasyon oranı, 12 Mart Muhtırasının verildiği 1971'de çift rakama çıktı. 1970'li
yıllarda "enflasyon" kelimesi halk diline girdi. Türkiye'nin artık bir canavarı vardı. 1970'lerin ilk yarısındaki dünya petrol krizi ve Kıbrıs Barış Harekatı; ikinci yarısında ise Türkiye'deki yatırım-tasarruf dengesizliği ve siyasi istikrarsızlık, enflasyon canavarını büyüttü. Bu arada dünyada 2. petrol krizi patlak vermiş, OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980'de ikinci kez yüzde 150 oranında artırmıştı. Bu şok, Türkiye'yi yoğun ekonomik krizin içindeyken yakaladı. 1979'da TÜFE'de 56,8 ve TEFE'de 69,5'a ulaşan enflasyon oranları , 1980 Darbesi ' nin konuşulduğu günlerde %115,6 ve %98,8 oranlarıyla 3 haneli rakamlara ulaşmıştı.

   1977 yılında ülkenin içinde bulunduğu darboğazdan çıkmak için IMF "acı reçete"sini devrin başbakanı Ecevit'e bildirmişti. Ecevit, bu paketi "ancak
diktatörlükle yönetilen ülkelerde yürürlüğe konulabilecek bir poje" biçiminde nitelendirmiş , geri çevirmişti. Bu değerlendirmenin ne kadar gerçekçi olduğunu 
Türkiye 3 yıl sonra görecekti. Türkiye'ye dayatılan, sonradan "24 Ocak Kararları" diye adlandırılan krizden çıkma paketinin en önemlileri bölümleri şunlardı:

1- Türk Parasını Koruma Kanunu kaldırılacak.
2- KİT'ler özelleştirilecek.
3- Gümrük mevzuatı, dış sermayenin giriş ve çıkışını kolaylaştıracak şekilde değiştirilecek.
4- Bankacılık ve sermaye piyasasının canlanması için gerekli önlemler alınacak.
5- Yabancı şirketlere petrol arama izni verilecek.
6- Tahkim Kanunu çıkarılacak.
7- KİT ürünlerine zam yapılacak, devlet sübvansiyonu kaldırılacak.
8- Memur ve işçi ücretleri dondurulacak.

Ecevit'in 1977'de " Ancak diktatörlükle kabul ettirilebilir" bulduğu kararları Süleyman Demirel 24 Ocak 1980'de Uygulamaya koydu.
Türk Lirası, %48,6 oranında Devalüe edildi.

  ^^ 
YIL 1946
İlk devalüasyon, Recep Peker Hükümeti '7 Eylül
Kararları'nı aldı. Dolar 1,83 TL'den 2,83 TL'ye
fırladı. Bir yıl sonra hükümet düşürüldü.

YIL 1958
Demokrat Parti, '4 Ağustos Kararları'nı aldı. Dolar
2,83 TL'den 9 TL'ye fırladı. 1960'ta darbe yapıldı.
Başbakan ve iki bakanı asıldı.

YIL 1970
Başbakan Demirel, '9 Ağustos Kararları'nı açıkladı.
Dolar 9 TL'den 15 TL'ye çıktı. 7 ay sonra 12 Mart
Muhtırası verildi ve hükümet düştü.

YIL 1980
Demirel hükümeti, '24 Ocak Kararları'nı açıkladı.
Dolar 70 TL'ye çıktı. 8 ay sonra 12 Eylül darbesi
oldu ve Demirel hükümeti düşürüldü.

YIL 1994
Çiller koalisyonu '5 Nisan Kararları'nı açıkladı. Dolar 32 bin TL'ye yükseldi. 28 Şubat 1997'de 'Post-Modern Darbe' yapıldı ve Çiller hükümeti düştü.
Hürriyet [23] ^^

 < [ … ] ABD ' nin ve sermayenin güdümündeki Türk eliti, " Benim dediğim ve İnandıklarım doğrudur, Sizinkiler yanlıştır " dayatmasının sonuçlarının tüm kurumlarda anarşi ve terör olacağını bilmiyorlar mıydı? Elbette biliyorlardı. Amaç açık: "gerginlik yarat", "tırmandır", "sokağa dök" ve "yok et".
Ersal Yavi, İhtilalci Subaylar [22] >


Bu arada cinayetler adım adım katliama dönüşüyordu. 11 Nisan 1980'de yazar, TRT yapımcısı Ümit Kaftancıoğlu, 28 Mayıs 1980'de MHP yöneticilerinden Gün
Sazak öldürüldü. Çorum'da "Aleviler cami yaktı" kışkırtmasıyla evler, dükkanlar ateşe verildi. İnsanlar kurşuna dizildi.

Gazetelerdeki "Çorum Yanıyor " manşetleri arasında 24 Haziran 1980'de başlayan olaylar sonucunda ölü sayısı 24'ü bulmuştu, yüzlerce yaralı vardı. 15
Temmuz 1980'de DİSK Genel Başkanı ve sendikacı Kemal Türkler evinin önünde öldürüldü. 20 Temmuz 1980'de ise 12 Mart döneminin Başbakanı Nihat Erim,
Dragos'taki evinden çıkarken öldürüldü. İşte "bu ahval ve şerait" içinde 12 Eylül Harekatı "ülkedeki anarşi ve terörü önlemek ve akan kanı durdurmak amacıyla"
yapıldı.

   12 Eylül'e gelinirken özellikle 1978 yılında tırmanan olaylar, suikastler, katliama dönüşen kışkırtmalar bir rastlantı mıydı? Yoksa 24 Ocak kararlarını uygulanabilir kılmak için Ecevit'in öngördüğü "diktatörlük rejimi"ni sağlamak üzere gerekçe mi aranıyordu? Tarih, ikinci tezin doğru olduğunu kanıtlamıştır. Cumhuriyettarihinde büyük devalüasyonlara, ekonomik krizlere baktığımızda bunların peşinden bir darbe ve sıkıyönetim süreci yaşandığını görüyoruz.

    12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koymasıyla tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi ve " Gerginlik Yarat - Tırmandır - Sokağa Dök - yok et" 
Zincirinin son halkasının uygulanmasına başlandı. 12 Eylül darbesinde bir milyon kişi gözaltına alındı. Bir milyon 683 bin kişi fişlendi. 210 bin dava açıldı, 230 bin kişiyargılandı, yaklaşık 100 bin kişi “örgüt üyesi” olmakla suçlandı. 30 bin kişi yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. 338 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “ Sakıncalı” olduğu için işten çıkarıldı. 171 kişinin işkencede öldüğü  belgelerle kanıtlandı. 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci öldürüldü, gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis istendi.

   Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi, gazeteler 300 gün kapatıldı.

   49 ton gazete, dergi ve kitap sakıncalı bulunduğu için imha edildi. 7 bin kişi için idam istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi.
   55 kişi idam edildi. İdam edilenlerden Erdal Eren, 17 yaşındaydı. Evren'in o ünlü "asmayalım da besleyelim mi?" sözü üzerine mahkemede yaşı büyütüldü idam  edilebilsin diye.

   <  "Biz ihtilal yapmadık. İhtilal yapan liderler, kendinden evvelki yönetimde bulunanları ya hapse atarlar veya yurt dışına sürerler veya vururlar, öldürürler. 
  Biz kimseye dokunmadık. Dokunmadık, çünkü istemedik; vatandaşlar arasında tekrar bölünmeler başlamasını, tekrar yaraların deşilmesini istemedik." Kenan Evren, 30 Aralık 1985, Diyarbakır "Biz, 'neden idamı kaldırdınız?' diye o ülkelere soramıyorsak onların da bize 'siz neden idam ediyorsunuz?' diye sormaya hakları yoktur." Kenan Evren, 30 Nisan 1986, Erzincan asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı kimin kimi neden niçin astığı budur işte asıl sorun!
 Hasan Hüseyin Korkmazgil, 1977  >

   1982'de Anayasa bir kez daha değişti.

   1961 Anayasasının 12 Mart darbesinin ardından "kuşa çevrildiğini" söyleyenler, henüz birşey görmemişti. 12 Eylül darbesinin ardından çıkarılan 1982
Anayasası, 1960 ihtilalinden miras kalan özgürlük kırıntılarını da süpürüp götürmüştü. 

<  Türkiye'nin hem iktisadî ve siyasî tarihine mal olan, hem de popüler lisanına yerleşen ünlü "24 Ocak Kararları" deyimi 24 Ocak 1980 tarihine kadar ithal ürünlere karşı yüksek gümrük oranları ile himaye edilen, esas itibariyle iç piyasaya yönelik üretim yapan, dolayısıyla uluslararası alanda rekabet gücü olmayan bir sanayi ve ekonomi politikasının artık sürdürülemeyeceği, dışa kapalı bir ekonomik ve toplumsal yapıdan liberal bir iktisat politikasının egemen olduğu bir yapıya geçileceğini 
hem özetliyor, hem de simgeliyordu. 24 Ocak Kararları aynı yılın sonbaharında vuku bulan 12 Eylül darbesiyle birlikte kendisine elzem olan en büyük desteği buldu: Muhalefetin olmadığı, sendikalar ve derneklerin feshedildiği bir askerî rejim ve bu askerî rejimin "ekonomi dehası" Turgut Özal. Ondan sonrası malûmdur....
Rıfat N. Bali, "Piyasalar" veya " Hayatın Gerçekleri " [24]   >

1973 yılında kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, yargının, "hukuk devleti" normları dışında işlemesine olanak sağlaması nedeniyle Anayasa Mahkemesinin
15 Haziran 1976 yılında verdiği bir kararla kapatılmıştı. 1982 Anayasası ile DGM yeniden kuruldu. Diğer yandan 1961 Anayasasının "hukuk devleti" bakımından 
en önemli hükümlerinden biri, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğuna ilişkin düzenlemeydi. 1982 Anayasasının aynı konuyu düzenleyen 125. Maddesinde ise yargı yolunu kapayan kurallarla Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlere, Yüksek Askeri Şura kararlarına, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yoluna gidilemeyeceği, anayasal hüküm haline getirildi. Bu hüküm, belli idari işlem ve eylemlerin yargılanamaması ile hukukun artık siyasileşmesine kapıyı açmıştı.

Darbenin hemen sonrasında Milli Güvenlik Konseyi'nin yönetimde kaldığı süre içinde 626 yasa, 90 da kanun hükmünde kararname çıkardı. 

Bu dönem içinde Siyasi Partiler Yasası, Sendikalar Yasası, Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası, Dernekler Yasası, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası, YÖK Yasası gibi birçok temel yasa yürürlüğe girerken Anayasaya konan geçici madde ile bu yasalara karşı anayasa mahkemelerine başvurma yolu da kapatıldı. 1982 Anayasasının, 1961 Anayasası ile tanımlanmak istenen "sosyal devlet", "hukuk devleti", özetle temel demokratik hakların engellenmesine ilişkin maddelerini, bu maddeler çerçevesinde çıkarılan kanun, kanun hükmünde kararname, yönetmeliklerin tümüne burada değinmek mümkün değil. Ancak 12 Eylül darbesi, 1982 anayasası ile pekiştirilerek ve etkisini uzun yıllar sürdürecek hale getirildi.

Sonsöz

Sonsöz niyetine, Kurtuluş'tan 12 Eylül'e yolculuğumuzu birkaç alıntı ile tamamlamak istiyorum.


Peki, Kurtuluş'tan 12 Eylül'e geçen 57 yıl içinde yedi düveli yenen, düşmanı denize döken, Lozan'da tam bağımsızlığını tüm dünyaya ilan eden o ülkeye ne olmuştu?  Yanıtı yine Mustafa Kemal veriyor:



 ^^ <  "Türk Halkı'nın kaderi tarih boyunca aldatılmışlığın bir serüvenidir. Tanzimat da hayatı değiştirmedi. Birinci Meşrutiyet onun dışında bir hareketti. İkinci Meşrutiyet çilelerine yeni acılar ekledi. Bütün bunlardan sonra Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin bağımsızlık azminin şuurlu şahlanışı ve Atatürk devri, halkın kendi kişiliğini idrake hazırlayış yılları idi. Bunu halkın yeniden aldatılışı olan çok partili devir takip etti…" Fethi Gürcan'ın savunması, Mamak 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi, 1963 [4]

"Türkiye'nin 1940'larda başlayan, dış ilişkilerindeki yanlışlığın altında emperyalizmin ne olduğunu bilmemek yatmaktadır. Bu nedenle ABD ile 1947'de başlayan ilişkilerin, bağımlılık ilişkileri olduğu düşünülmemiş ve giderek yoğunlaşan ilişkiler, Türkiye'yi 12 Eylül'e, yıldan yıla artan bunalımlar içinde taşımıştır.  Dolayısıyla 12 Eylül, Türkiye'de 1940'lardan uzanan ilişkiler zincirinin halkalarından biridir."  M. Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye [25] > ^^

Peki, Kurtuluş'tan 12 Eylül'e geçen 57 yıl içinde yedi düveli yenen, düşmanı denize döken, Lozan'da tam bağımsızlığını tüm dünyaya ilan eden o ülkeye ne olmuştu?  Yanıtı yine Mustafa Kemal veriyor:

^^ < İstiklal-i tam [tam bağımsızlık] için şu düstur var: Hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir [pekiştirilmelidir]. Bu kadar büyük gayeler, bu kadar muhaddes, azametli hedefler kağıt üzerindeki düsturlarla, arzu ve hırsla husul bulamaz. Bunların tahakkuk-ı tammını temin için [tam olarak gerçekleştirilmesi için] yegane kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetvic edilmezse [taçlandırılmazsa] semere, netice, payidar [kalıcı] olamaz.
 Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi açılış konuşması, 1923  > ^^

Peki ne yapmalı? Yurtseverliği, sorgulayıcılığı, muhalefeti bilimsel temellere dayandırmayı ilke edinmişlerin yakın tarihimizi iyi bilmeleri, günlük olayları bu tarih zincirinin bir halkası olarak değerlendirmeleri, deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarmaları ve belki de herşeyden önemlisi, "susma, haykır"ı şiar edinmeleri tarihsel bir görev olarak önlerinde duruyor.


<   Dünya tarihinin en alçakça yargılamalarından biri, belki de başlıcası, Mithat Paşa davasıdır. Bilindiği gibi Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun yapıcısı Mithat Paşa Yıldız'daki uydurma mahkemede, kiralık yargıçlar önünde yapma ve uydurma suçlardan mahkum edilir. 
Sonradan boğdurulacağı zindana sürgün edilecektir. 
Bir gemiye bindirilir. Gemi kalkar. Ama Boğaz'dan dışarı çıkmaz. Kız Kulesi önüne geldiğinde demir atar. Kırksekiz saat burada yatar gemi, ondan sonra yol alır.

Meraklı birkaç kişi, nedenini Abdulhamit'e sorarlar. Sultan Abdulhamit, "Mithat Paşa'nın uğruna kendisini feda ettiği millet, bakalım bunun için ne yapacak, Mithat Paşa'yı kurtarmaya çalışacak mı, merak ettim. Bunu anlamak için gemiyi kırksekiz saat Kızkulesi önünde beklettim" der. […]
Toplumumuz, Mithat Paşa dönemi sağırlığından bugün ne oranda bir duyarlılığa gelmiştir? Sağır bir ortam… Ama gerçek ulus severler ortamın sağırlığına kızmazlar, bilinçle duyarlı bir ortam yaratmak için yine de çalışırlar.
Aziz Nesin, Yeni Tanin Gazetesi, Temmuz 1963  >


Kaynakça:

[1] Çetin Yetkin, "Karşı Devrim 1945-1950", Otopsi Yayınları, 2002
[2] Mehmet Akif Aydın, "Türkiye'de Laiklik Uygulaması: Diyanet Modeli", TESEV Konferansı, Bilgi Üniversitesi, 25.2.2005
[3] George L. Smith, "The Jupiter Missiles of Turkey, 1961 - 1962",
     http://www.hlswilliwaw.com/Turkey/html/JupiterMissiles-Home.htm
[4] Öner Gürcan, "Ben İhtilalciyim - Fethi Gürcan", Süvari Yayınları, 2005
[5] Kemal Gözler, "Türk Anayasa Hukuku", Ekin Kitabevi Yayınları, 2000
[6] 27 Mayıs 1960 Devrimi / Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası, Boyut Kitapları, 1998
[7] Talat Aydemir, "Ve Talat Aydemir Konuşuyor", May Yayınları, 1966
[8] Nesrin Turhan, "İhtilalin Süvarisi", Doğan Kitapçılık, 2004
[9] http://www.kronoloji.gen.tr
[10] http://bucatarih.sitemynet.com
[11] http://www.geocities.com/almanakturkiye
[12] http://www.aygazete.com/ayindosyasi/(17.8.2004)
[13] Aydın Çubukçu, "Bizim '68", Evrensel Yayınları, 2003
[14] Nurettin Çalışkan, "ODTÜ Tarihçe 1956 - 1980", Arayış Yayınları, 2002
[15] Emre Erdoğan, "Seçim Sistemleri ve Siyasal Sonuçları", http://www.urbanhobbit.net/
[16] Kamil Ateşoğulları, "29. Yıldönümünde 15-16 Haziran İşçi Direnişi", Dev-Maden-Sen Yayınları, 1999
[17] Ömer Faruk Gençkaya, "Siyasi Partilere ve Adaylara Devlet Desteği, Bağışlar ve Seçim Giderlerinin Sınırlandırılması; Karşılaştırmalı bir İnceleme ve 
      Türkiye için Öneriler",
  http://www.tesev.org.tr/dosyalar/siyasi_parti/siyasi_partilere_ve_adaylara_devlet_destegi_bagislar_ve_secim_giderlerinin_sinirlandirilmasi.mcw
[18] Vedii Bilget, "Girdap", Kastaş Yayınevi, 2002
[19] http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/chron.html
[20] Maria Mies, "Wars are Good for the Economy": The Global Free Trade System,
       http://portland.indymedia.org/en/2004/08/293957.shtml
[21] Eğitim-Sen, Siyasal İslam, Din Eğitimi Ve İmam Hatipler Gerçeği
       http://www.egitimsen.org.tr/bilgibelge/13ekim2003_imamhatip.html
[22] Ersal Yavi, "İhtilalci Subaylar", 3. Kitap, 2. Baslı, Yazıcı Yayınevi, 2005
[23] http://dosya.hurriyetim.com.tr/19subat/06kriz.asp
[24] Rıfat N. Bali: “Piyasalar” veya "hayatın gerçekleri”, Birikim, Haziran - Temmuz 2003, Sayı: 170 - 171
[25] M. Emin Değer, "Oltadaki Balık Türkiye", Otopsi Yayınları, 2004



***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 8

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 8


    Kışkırtmalar sa sürüyordu. Öğrenci çatışmaları nedeniyle Bursa Eğitim Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü tatil edilmişti.
İstanbul Vatan Mühendislik Okulu'nda "kendilerine komandoismini veren ülkücüler" bir öğrenciyi öldürdüler. 

   Türkiye,
" Komando " ve " ülkücü " sözcüklerini bundan böyle sık sık duyacaktı. 27 Şubat 1975'de TÖB-DER'in Anadolu'nun çeşitli yerlerinde düzenlediği "pahalılığı ve faşizmi protesto" mitingleri, karşıt görüşlülerinmüdahelesi sonucu çatışmaya dönüşüyordu.

   1 Mart 1975'de Cumhurbaşkanı Korutürk, yeni hükümeti kurma görevini Başbakanı Sadi Irmak'a verdi. Sadi Irmak'ın girişimleri sonuç vermeyince Hükümet bunalımının 6. ayı dolarken, Cumhurbaşkanı Korutürk, yeni hükümeti kurma görevini 19 Mart 1975'de AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verdi. 
    Bu arada, 1960 ihtilalinin ardından siyaset yasağı getirilen DP'lilerden 43'ü, yasağın kalkmasıyla birlikte törenle AP'ye katılıyorlardı.

31 Mart 1975'de AP Genel Başkanı Demirel'in başkanlığında kurulan MC (Milliyetçi Cephe) Hükümeti açıklandı, 12 Nisan'da da güvenoyu aldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve CGP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu, Başbakan Yardımcısı olarak Kabinede yer aldılar. 
"1. MC" dönemi başlamıştı. 12 Ekim 1975'de 27 ilde 54 senatör ve 6 milletvekilliği için yapılan araseçimlerde; AP 27 senatör, 5 milletvekili; CHP 25 senatör, 1 milletvekili; MSP 2 senatör çıkardı. 6 eski Demokrat Partili yeniden parlamento ve senatoya girmeyi başardı. 1960 ihtilali boşa yapılmıştı sanki.

Öte yandan şiddet vahşileşmeye başlamıştı. Diyarbakır'da çatışan öğrenciler, bir öğretmenin kulağını kestiler. Yurdun çoğu yerindeki Üniversitelerde olaylar artmaya başladı. ODTÜ 10 gün kapatıldı. İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, 'Öğretim özgürlüğü ve can güvenliği bulunmadığı' gerekçesiyle, öğretimi süresiz olarak tatil ettiğini açıkladı. Ağrı'nın Eleşkirt ve Erzurum'un Horasan ilçelerinde halk güvenlik güçleriyle çatıştı. Şiddet ülke geneline yayılıyordu. MC Hükümetinin ilk 6 ayı sonunda ölü sayısı 21'i bulmuştu. Çatışmalar, yürüyüşler, boykotlar, günlük yaşamın bir parçası haline gelmişti. 25 Ocak 1977'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, İstanbul genelinde son bir yıl içinde 510 öğrenci olayının meydana geldiği, bu olaylarda 13 öğrencinin öldüğü, 254 öğrencinin yaralandığı bildiriliyordu. 1 Mayıs 1977, "Kanlı 1 Mayıs"a dönüşüyordu. 1 Mayıs İşçi Bayramı için İstanbul'da Taksim Meydanı'nda toplanmış onbinlerce kişinin üzerine ateş açılıyor, 34 kişi yaşamını yitiriyor, yüzlercesi yaralanıyordu. (Kanlı 1 Mayıs'ın katilleri yakalanamadı ama onun yerine çözüm bulunmuştu: 1 Mayıs 1979'da sokağa çıkma yasağı konuyor, o günün akşamında İçişleri Bakanı, 1 Mayıs'ın ülke genelinde sakin geçtiğini, sokağa çıkma yasağına uymayan 1706 kişinin gözaltına alındığını belirtiyordu.)




    Bu arada ABD ile ilişkiler geriliyordu. 16 Nisan 1974'de Amerikan Temsilciler Meclisi, 24 Nisan tarihini, " Ermenilere karşı işlenen insanlık dışı suçları anma günü" kabul etti.
Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırmayı da reddetti. 

Bunun üzerine Türkiye, ABD'ye Türkiye'deki ortak savunma üsleri anlaşmalarının geçersiz olduğunu, İncirlik Üssü dışındakilere Türk Bayrağı çekileceğini bildirdi. Gerginleşen Türk-Amerikan ilişkilerini görüşmek üzere NATO Konseyi acele toplantıya çağrılırken, Kıbrıs Türk Federe Devleti Savunma Bakanı Osman Örek'de, Türk tarafındaki ABD üslerinin kapatılacağını açıkladı. 29 Temmuz 1975'de Genelkurmay Başkanlığı, İncirlik dışındaki ABD üslerinin devralındığını açıkladı. 30 Temmuz 1975'de de Kıbrıs Türk Federe Devleti ABD'ye ait 3 Haber alma tesisini kapattı. 
   31 Temmuz 1975'de SSCB, Türkiye'ye askeri helikopter satmayı teklif ediyordu!

Ekonomik durum içler acısıydı. 1 Mart 1977'de MC Hükümeti'nin görevde olduğu süre içerisinde Türk Lirası 9. kez devalüe ediliyordu. TL'nin dolara karşı toplam 
kaybı %27'ye ulaşmıştı. 15 Mayıs 1977'de Türkiye'nin, tarihinin en büyük döviz sıkıntısını yaşadığına ilişkin haberler hükümet kanadında büyük tepkilere yol açtı. 
"Türkiye'ye verilen kredilerin nerelere harcandığını yerinde belirlemek amacıyla" ülkemize gelen IMF yetkilileri ise işçi ücretlerinin dondurulmasını ve yeni bir 
devalüasyon yapılmasını istiyorlar, 16 Mayıs 1977'de Merkez Bankası'nın çekleri Japonya ve İsviçre'deki bazı bankalar tarafından karşılığı olmadığı gerekçesiyle 
ödenmiyordu. Tam bağımsızlığı şiar edinen Cumhuriyetin ilanının üzerinden henüz 54 yıl geçmişti ve Türkiye artık "70 sente muhtaç"tı.

1977 GENEL SEÇİMLERİ: “Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen!”

    5 Haziran 1977'de yapılan genel seçimlerden, CHP %41,4 oy oranıyla çıktı. Ecevit, azınlık hükümeti kurdu ancak güvenoyu alamadı. 
Bunun üzerine 1 Ağustos 1977'de MHP ve MSP'nin AP'ye güven oyu vermesiyle kurulan AP azınlık hükümeti ile II.MC devri başladı.
İslamın siyasallaşması devlet eliyle 1976 yılında I.MC hükümeti tarafından iyice hızlandırılmıştı. Hükümet temsilcisinin de katıldığı Pakistan konferansında islamın
siyasallaşması yönünde önemli kararlar alınmıştı. Bu kongrede eğitimle ilgili alınan kararların bazıları şunlardır:

_ İslam ülkelerindeki tüm üniversitelerde "Siret Kürsüleri" kurulmalıdır.
_ Arapça'nın okullarda zorunlu dil dersi olarak okutulması sağlanmalıdır.
_ İslami öğreti, ilkokuldan başlayarak üniversitelere kadar ders olarak okutulmalıdır.
_ İlkokulda Kuran'ın en az beş bölümü, ortaokul ve liselerde tümünün ezberletilmesizorunlu olmalıdır.
_ İslam ülkelerinin, tamamında islam enstitüleri açılarak, islam kültürü araştırılmalıdır.

Gündüz çalışanlar için islamiyeti öğretecek gece enstitüleri yada akşam kursları açılmalıdır.
Bu konferanstan hemen sonra 1977'de Ankara'da Dünya İslam Talebe Federasyonu Konferansı ile Siretu'n-Nebi Konferansı toplandı. I. ve II. MC hükumetlerinin  işbaşında olduğu 1975 - 1978 yılları arasında açılan yeni imam-hatip okulu sayısı 233 ile rekor düzeye ulaşmıştı. Bu gidişi 12 Eylül askeri yönetimi destek oldu. 

Askeri yönetimin iş başında bulunduğu 1980 yılında 35 yeni imam-hatip okulu açıldı. 1982 Anayasa'sının 24.maddesiyle din eğitimi devlet güvencesine alındı. 
Sözü edilen 24. maddeye göre, "din dersleri ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunludur." İHL'lerin Hükümetlere Göre Dağılımı [21]: 


II. MC iktidarı, henüz 4 aylıkken CHP'nin "içte ve dışta güvenliği sağlayamadığı, cephecilik anlayışıyla ulusal birliği zedelediği, halk çoğunluğunu yoksulluğa sürüklediği ve T.C. Devleti'ni Anayasa'nın belirlediği kurallardan ve çerçeveden uzaklaştırmaya çalıştığı" iddiasıyla verdiği gensoru ile 31 Aralık 1977'de devrildi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet, gensoru ile devrilmiş oldu. Bülent Ecevit, AP'den devşirdiği 11 bakanla birlikte 2 Ocak 1978'de kabine kurdu. Top usta bir çalımla yine CHP'deydi.

  Bu arada "kader ağlarını örüyor", Kenan Evren, "hiç hesapta yokken" Genel Kurmay Başkanı oluyordu. İlginçtir, 27 Mayıs'tan bu yana genelkurmay başkanlarının atanma yöntemlerine bakıldığında 12 Mart'ın mimarı Org. Memduh Tağmaç ile 12 Eylül'ün mimarı Org. Kenan Evren'in genelkurmay başkanlıkları hariç diğerlerinin alışılmış  düzen içinde gerçekleştirildiği görülür. Memduh Tağmaç'dan önceki Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural, 1969'da süresi tamamlanan genelkurmay başkanlığı  görevinin uzatılmasını istiyordu. Başbakan Demirel 1969 Ağustos'u gelmeden, kendine karşı bir darbe hazırlığı içinde olduğundan kuşkulandığı Org. Tural'ı  "Bir Defaya Özgü" bir kararnameyle görevinden aldı, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyeliğine atadı. Bunun üzerine Org. Tural Ağustos 1969'da emekli oldu, yerine   Org. Memduh Tağmaç geldi. Onu Org. Faruk Gürler ve sonra da Org. Semih Sancar izledi. Org. Sancar'ın üç yıl olan süresi iki defa Demirel'in isteğiyle uzatıldı. 
   
   Başbakan, Sancar'ın yerine getirmek istemediği Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersün'ün emekli olmasını bekledi. Yerine daha kıdemli olan
Org. Adnan Ersöz ve Org. Şükrü Olcay'ı atlayarak genel kurmay başkanı olmasını istediği Org. Ali Fethi Esener'i tayin ettirmek istedi, ama kararnameyi Cumhurbaşkanı 
Korutürk imzalamadı. Bunun üzerine her üç orgeneral de emekli oldu ve 4. kıdemli Org. Kenan Evren 1977'de Kara Kuvvetleri Komutanı, ardından da Semih Sancar'ın 
emekliliğiyle Mart 1978'de genelkurmay başkanı oldu.



ŞEKİL 2  SİYASİ LİDERLERİN HÜKÜMET KURDUGU DÖNEMLER

     MC iktidarları süresince gemi azıya alan "komandolar", hedeflerini öğrencilerden aydınlara çevirmişti. 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi önünde sol görüşlü öğrencilerin üzerine bomba atıldı. 5 kişi öldü, 47 kişi yaralandı. 8 Nisan 1978'de Doç. Server Tanilli evinin önünde uğradığı saldırı sonucu aldığı yaralar yüzünden felç oldu. 17 Nisan 1978'de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu evine gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu öldürüldü. 11 Temmuz 1978'de Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Bedrettin Cömert öldürüldü. 9 Ekim 1978'de Ankara'da 7 TİP üyesi öğrenci kaldıkları evde katledildiler. 

   20 Ekim 1978'de İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu öldürüldü. 23 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta kışkırtılan ve cihada çağrılan halk,
Alevilere yönelik kitle saldırılarına girişti. Kundaktaki bebekler dahil, 104 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı, evler, dükkanlar yakıldı. 1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi öldürüldü. 10 Temmuz 1979'da Abdi İpekçi'nin katili M. Ali Ağca yakalandıysa da 4 ay sonra cezaevinden kaçırıldı. 28 Eylül 1979'da Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü.

   16 Ekim 1979'da Ecevit istifa etti. Hükümeti kurma görevi Süleyman Demirel'e verildi. 12 Kasım 1979'da Demirel, MHP ile iki gün önce,10 Kasım'da Atatürk'ün 
ölüm yıldönümü törenlerine katılmayan Necmettin Erbakan ve diğer MSP'lilerin dışarıdan desteklediği "azınlık hükümeti"ni açıkladı.

Cinayetler olanca hızıyla sürüyordu: 20 Kasım 1979'da Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Ümit Yaşar Doğanay, 7 Aralık 1979'da İstanbul Üniversitesi  İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Cavit Orhan Tütengil öldürüldü. 5 Ocak 1980'de Süleyman Demirel, Bülent Ecevit'in "teröre karşı işbirliği" önerisini reddediyordu.
… ve 12 Eylül'ü hazırlayan 24 Ocak kararları 1 Kasım 1977'de elektrik borcumuzu ödemediğimiz için, Bulgaristan Türkiye'ye verdiği elektriği keseceğini bildirdi. 

   21 Kasım 1977'de Türkiye'nin 210 milyon dolarlık borcunu ödememesi üzerine, Irak petrol boru hattıyla Türkiye'ye verdiği petrolü kesti. 25 Kasım 1977'de İngiltere'de  yayınlanan Financial Times gazetesi: "Türkiye iflas etmiş bir ülkedir." diyordu. Cumhuriyetin 54. yılında yeniden "hasta adam" olmuştuk. 20 Aralık 1977'de Elektrik  kesintisi tekrar tüm yurtta başladı. 21 Aralık 1977'de 60 milyon dolarlık borcumuzu ödemediğimiz için Japonya demir sevkiyatını durdurduğunu açıkladı.

   Genç Türkiye Cumhuriyeti, enflasyonla ilk kez 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı'nda tanışmıştı. Osmanlı Borçları ve dış ticaretin azalarak ihraç ürün fiyatlarının düşmesi, Türkiye'nin cılız ekonomisini de etkilemişti. 2. Dünya Savaşı yıllarındaki savaş ekonomisiyle enflasyonun tırmanışa geçti. 1939'da %2 olan TÜFE oranı, savaşın en ateşli yıllı 1942'de %68'e çıktı. 1950'li yılların ikinci yarısında, siyasi istikrarsızlıkla atbaşı giden enflasyon, 1959'da TÜFE'de %24,4, TEFE'de %21,5 oranlarıyla, savaş  ekonomisinden sonraki rekorunu kırdı. 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 7

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 7


Türkiye Ekonomisi, dünyayı saran çalkantıların da etkisiyle dibe vuruyor, her gün açıklanan Akaryakıt, Elektrik, Demir-çelik ve Kağıt zamlarıyla sanayi durgunluk noktasına geliyor, işten çıkarmalar hızla artıyordu. 28 Haziran 1971'de Washington'un " Eğer Ankara, Afyon Ekim alanını kısıtlamazsa Türkiye'ye karşı cezalandırıcı önlemleralınacaktır" tehditi uyarınca Türkiye'de afyon ekimi yasaklandı. ABD ile yapılan ilke anlaşmasına göre gelecek yıldan itibaren Türkiye'de haşhaş ekimine kademeli olaraktamamen son verilecek, Türkiye İlaç Sanayi için gerekli olan haşhaş devlet üretme çiftliklerinde yetiştirilecek, bu iş için yapılan masraflar da Amerikalılar tarafından  karşılanacaktı.

 < Türk hukuk tarihinde 1950 sonrası döneme baktığımızda, 1980' lere kadar hukukun siyasileşmesinde kurulan özel ve olağanüstü mahkemelerin oynadığı rol ön plana çıkmaktadır. Bu mahkemelerde sivil yargıçların yerine askeri yargıçların görev alması ise herhangi bir hukuk devletinde görülebilecek bir durum değildir. Hukukun siyasileşmesinde, olağanüstü ve özel mahkemelerin oynadığı role ek olarak, bazı uzmanlık mahkemelerinin kuruluşlarının ve uyguladıkları yargılama yöntemlerinin hukuka aykırı olması da dikkate alınması gereken bir konudur. 1 Temmuz 1973 yılında kurulan DGM' leri, yargının hukuk devleti normları dışında işlemesine olanak sağlaması nedeniyle  Anayasa Mahkemesinin 15 Haziran 1976 yılında verdiği bir kararla kapatılmıştır. Ancak, 1982 Anayasası ile DGM yeniden kurulmuştur.
Kemal Gözler [5]  >

Bu arada 1 Eylül 1971'de Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki katma protokolün ticari hükümlerini taşıyan "Geçici Ticaret Anlaşması" yürürlüğe girdi.
Anlaşmaya göre sanayi mallarımız Ortak Pazar ülkelerine bir yıl gümrüksüz girecek, Ortak Pazar ülkelerinden ithal edilecek mallara yüzde 5-10 arasında gümrük indirimi uygulanacaktı.

20 Eylül 1971'de Erim Hükümeti tarafından hazırlanan Anayasa değişikliği Meclis'te kabul edildi. Bu değişikliklerle 1961 Anayasası, hukukçuların deyimiyle 
"kuşa çevrilmişti".

Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin verilmesi, üniversite özerkliğinin zayıflatılması, TRT'nin özerkliğinin kaldırılması, Devlet memurlarının sendika kurma hakkının ortadan kaldırılması, üyelerinin atanmasında Bakanlar Kurulunun aday gösterdiği Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması, küçük siyasal partilerin Anayasa Mahkemesine başvurma olanağının kaldırılması, askeri yargının sivil yargının aleyhine genişlemesini getiren hükümler, asker kişilerle ilgili idari  eylem ve işlemlerin yargısal denetimin, Danıştaydan alınarak yeni kurulan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine verilmesi, sıkıyönetime geçişin kolaylaştırılmasının  yanısıra 120. madde ile sıkıyönetimden sonra bir de "olağanüstü hal" girmişti yaşamımıza.

   23 Eylül 1971'de 11 ilde uygulanmakta olan sıkıyönetim iki ay süreyle uzatıldı. 27 Nisan 1971'de başlayan sıkıyönetim uygulaması, iki ayda bir yapılan uzatmalarla  iki yılı aşkın bir süre devam edecek ve ancak 26 Ekim 1973'de sona erecekti. 5 Ekim 1971'de Adalet Partisi, yayınladığı bildiri ile hükümetin partiler üstü kalma özelliğini kaybettiğini öne sürerek 5 bakanını koalisyondan çekti. Hükümet bunalımı,

   Başbakan Nihat Erim'in istifa etmesine yol açtı. Ancak Cumhurbaşkanı Sunay, istifayı kabul etmedi. Yapılan görüşmeler sonucunda 5 bakan, İstifalarını geri çektiler. 
Ama 3 Aralık'ta 11 Bakan, reformların yapılmasının imkanı kalmadığı gerekçesiyle toplu olarak istifa ettiler. Bunun üzerine, Nihat Erim istifasını yeniden Cumhurbaşkanı'na sundu. 5 Aralık 1971'de yeni hükümeti kurma görevi tekrar Nihat Erim'e verildi. 11 Aralık 1971'de ikinci Nihat Erim hükümeti kuruldu. 
Partili 12 bakandan 7'si AP'li, 4'ü CHP'li, biri de MGP'li idi. Kabinede parlamento dışından 11 teknisyen bakan bulunuyordu. Başbakan Yardımcılıkları ile Kültür Bakanlığı kaldırılmıştı.

   22 Aralık 1971'de Amerika'da doların değerinin %8 oranında düşürülmesi üzerine Türkiye'de döviz fiyatları yeniden belirlendi. Aynı gün İkinci Nihat Erim Hükümeti, TBMM'de 45 red, 3 çekimser oya karşılık 301 oyla güvenoyu aldı. Oylamaya 91 milletvekili katılmadı.
  
1972 yılına girildiğinde gündem, "idamlar"dı. 1971'de kuruluşunu bir bildiriyle ilan eden Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun liderleri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi  öğrencisi 25 yaşındaki Deniz Gezmiş, ODTÜ öğrencisi 25 yaşındaki Yusuf Aslan ve ODTÜ İdari Bilimler öğrencisi 23 yaşındaki Hüseyin İnan'ın idam kararları  10 Mart 1972'de TBMM'de 53 red ve 6 çekimsere karşı 238 oyla onaylanıyordu. 23 Mart 1972'de kararın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasının ardından  CHP, Anayasa mahkemesine başvuruyor, kanunun usulden bozulması talebinde bulunuyordu. 

<   12 Mart Muhtırası'nın "Türk Milletinin sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çareleri partiler üstü  bir anlayışla meclislerimizce değerlendirecek kuvvetli ve inandırıcı bir hükümeti" tümüyle iflas etmişti.
"Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlı” da değildi artık. Hele Hele Batur ayın 15'inde ABD'den döndükten sonra.
"Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak" ortam da kalmamıştı.
Vedii Bilget [18]  >

6 Nisan 1972 Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını öngören kanuna CHP'nin itirazı kabul edildi, Anayasa Mahkemesi 3 idamla ilgili kanunu iptal etti. Mahkemeye göre kanun Meclis'ten, Anayasa'nın 85. mad14]desine aykırı biçimde çıkarılmıştı. 24 Nisan 1972'de toplanan TBMM, 2 çekimser, 48 red oyuna karşı 273 oyla idamları " Tekrar " kabul etti. Senatonun da kararı onaylamasıyla 6 Mayıs 1972'de Gezmiş, İnan ve Aslan hakkında idam kararları Ankara Cebeci Sivil Kapalı Cezaevi'nde yerine getirildi. Olay, tarihe "Darağacında 3 Fidan" olarak geçti.

THKO ve THKP-C tarafından idamların durdurulması için Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalandığı 17 Mart 1971'den idam edildikleri 6 Mayıs 1972 tarihleri arasında  çeşitli eylemler düzenlendi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencisi Sinan Cemgil ve arkadaşları, ABD'nin Kürecik Radar Üssü'ne eylem düzenlemek amacıyla Nurhak dağlarında kamp kurdular. 31 Mayıs 1971'de Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga güvenlik güçlerince vurularak öldürüldü. 16 Ağustos 1971'de Mahir Çayan ve ODTÜ Fizik Bölümü öğrencilerinden Ulaş Bardakçı ve arkadaşları İsrail Başkonsolosu Elrom'u kaçırdılar. Daha sonra yakalandılar, ancak 29 Kasım 1971'de tutuklu bulundukları Maltepe cezaevinden kaçtılar. Ulaş Bardakçı, 19 Şubat 1972'de İstanbul Arnavutköy'de güvenlik güçlerince öldürüldü. Mahir Çayan ve arkadaşları 25 Mart 1972'de Ünye'deki radar üssünde görevli ikisi ingiliz, biri kanadalı üç teknisyeni kaçırdılar. 30 Mart 1972'de ihbar üzerine Niksar'ın Kızıldere köyünde kaldıkları ev sarıldı. Gaz bombası atarak eve giren güvenlik güçleri, içeridekileri ölü olarak ele geçiriyor du.

   Bu arada 11 Mart 1972 Genelkurmay Başkanlığı bir bildiri yayınlayarak 8'i karacı, 48'i havacı ve biri denizci olan 57 subay ve 11 astsubayın "Anarşistlere maddi ve manevi yardım ettiklerinin belirlendiğini" ve bu nedenle ordudan atılarak haklarında kanuni soruşturma yapıldığını açıkladı.

    17 Nisan 1972'de, idamlardan 11 gün sonra, Nihat Erim, Cumhurbaşkanı Sunay'a yeniden istifasını verdi. Sunay istifayı kabul etti. Erim, yeni hükümet kurulana kadar bile görevde kalmak istememiş, yerine Savunma Bakanı Ferit Melen'i bırakmıştı. 29 Nisan 1972 Cumhurbaşkanı Sunay, yeni hükümeti kurma görevini kontenjan senatörü ve eski başbakan Suat Hayri Ürgüplü'ye verdi. Ürgüplü, kabinesini 13 Mayıs 1972'de Cumhurbaşkanına sundu. Ancak Sunay, kabineyi "12 Mart Muhtırası icaplarına ve günün şartlarına uygun olmadığı" gerekçesiyle veto etti. Bunun üzerine Ürgüplü istifa etti. Aynı gün, CHP içinde uzunca bir süredir süregelen İnönü - Ecevit çekişmesi, Ecevit'in Genel Başkan olmasıyla noktalanıyordu. Cumhurbaşkanı Sunay, hükümeti kurmak üzere Ferit Melen'i görevlendirdi. 

    22 Mayıs'ta açıklanan Ferit Melen kabinesinde Devlet Bakanlıklarından birine "komünizmle mücadele" görevi verilmiş, bu göreve CHP'li İsmail Arar getirilmişti. Melen ilk demecinde, "Eğer 12 Mart'tan önce komünistler başarı kazansaydılar, Türkiye'deki Türkleri Sibirya'ya sürecekler ve Türkiye'ye başka milletlerden insanlar yerleştirilecekti" diyordu.

   4 Temmuz 1972'de Türkiye'nin Ortak Pazar'a geçiş dönemi katma protokolünde saptanan 12 ve 22 yıllık ithalat rejimi takvimindeki sürelerin ve gümrük indirimlerinin Türkiye tarafından ayarlanması, bu ayarlamada tek taraflı karar almak için esneklik tanınması amacıyla Ortak Pazar'a yaptığı başvuru reddedildi.
18 Ağustos 1972'de İstanbul Sanayi Odası, Türkiye'nin 100 büyük firmasını açıkladı. Firmalar çalıştırdıkları işçi sayısı, öz sermayeleri ve ciroları bakımından sınıflandırıldı.
Buna göre ilk sırayı 1 milyar 242 milyon 329 bin 587 liralık cirosu ile Ereğli Demir Çelik Fabrikası, ikinciliği SEKA, üçüncülüğü ise Türkiye Çimento Sanayi AŞ alıyordu. 
Bugün bunlardan SEKA ile Türkiye Çimento Sanayii kalmadı, Erdemir de sırada. Türkiye'nin dış borçlarının, Kasım 1972 itibarıyla 34 milyar lirayı bulduğu açıklanıyordu.
Bu rakamın 12 milyar lirası borç faizleriydi. Diğer yandan 21 Ocak 1973'de yabancı petrol şirketlerinin 14 yıldan beri elinde tuttuğu ve "Burada petrol yok" dediği  Diyarbakır'ın Sarıca kesiminde arama yapan TPAO, 1850 metrede verimli ve yüksek kaliteli bir petrol yatağı buluyordu.

    ABD - Avrupa arasındaki dolar - altın çekişmesi, gün gün Türkiye'yi batağa sürüklüyordu. 23 Şubat 1973'de külçe altın fiyatı iki saat içinde 10 bin lira arttı. 
Döviz kurları gün Aşırı değişiyor, Yeniden ayarlanıyordu. Bu ayarlamalar, "bırak dağınık kalsın" mantığı ile Özal döneminde "dalgalı kur"a dönüşecekti.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın süresinin dolması üzerine 6 Nisan 1973'de AP, CHP ve CGP'nin üzerinde anlaşarak aday gösterdiği kontenjan grubu başkanı emekli  Oramiral Fahri Korutürk, 557 üyeden 365'inin oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 6. cumhurbaşkanlığına seçildi. Korutürk, yeni hükümeti kurma görevini eski  Ticaret Bakanı Naim Talu'ya verdi. 15 Nisan 1973'de Naim Talu hükümeti kuruldu ve 261 kabul, 94 red ile güvenoyu aldı. DP ve CHP red oyu vermişti.

    22 Nisan 1973'de gazetelerde bir müjdeye tanık oluyoruz: "Hakkari İl Radyosu yayına başladı. Böylece Türkiye radyolarını yurt düzeyinde dinleyemeyen bölge kalmadı."
Günümüzdeki internet ve diğer iletişim olanaklarıyla karşılaştırdığımızda, Türkiye Cumhuriyetinin bir iline radyonun 1973'de ulaşabilmiş olmasına inanmak zor geliyor.
Üstelik aynı yıl Ankara ve İstanbul'dan sonra İzmirde de televizyon yayınına başlanmış olduğu düşünülünce.

   1973 Eylül ayı geldiğinde ekonomik kriz, had safhaya varmıştı. Bütün yurtta şeker, tuz, yağ ve bazı gıda maddeleri karaborsaya düştü. Başbakan Naim Talu, 
"Şekere zam yapılmayacak" diyordu. Ülke 12 Mart 1971 darbesinden bu yana atama yoluyla gelen Nihat Erim başbakanlığında 2, Ferit Melen başbakanlığında 
1, Naim Talu başbakanlığında 1 olmak üzere 4 farklı hükümet görmüştü. 14 Ekim 1973'de genel seçimler yapılıyordu. Türkiye'ye demokrasi(!) yeniden gelmişti.  Ancak aktörler değişmemişti.

1973 GENEL SEÇİMLERİ: “Bu Düzen Değişmelidir”

14 Ekim 1973'te yapılan seçimlerde halkın “umut” olarak görüp “Karaoğlan” diye nitelediği Ecevit'in partisi CHP % 33 oyla 185 milletvekiline sahip oldu. 
AP % 29,8 ile 149 milletvekili, DP ile kapatılan Milli Nizam Partisi yerine Erbakan ve arkaşallarının kurduğu MSP 48'er, MHP 3 milletvekili çıkarıyordu.
Türkiye'deki seçimlerden tam iki gün sonra tüm dünya, OPEC ülkelerinin batı blokuna koyduğu petrol ambargosu ile sarsıldı. 16 Ekim 1973'te OPEC
ülkeleri, 1973 Arap - İsrail savaşında İsrail'i destekleyen ülkelere, özellikle ABD ve Hollanda'ya petrol ihracatı yapmayacaklarını açıkladılar. 
Bretton Woods anlaşmasının çöküş süreci içinde hala bunalımda olan batı ekonomisi, şoktaydı. 20 Ekim'de BM Güvenlik Konseyi olağanüstü toplandı
ve 21 Ekim 1973'de geceyarısı aldığı bir kararla ateşkes istedi. Mısır ve Suriye kararı kabul ettiler.
BM, İsrail'in işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesini istedi. Kartlar oynanmış, OPEC'in açıklaması amacına ulaşmıştı. Ancak Petrol fiyatları tırmanıyordu. Bu kriz, batılı ülkelerde ancak 1980'lerin ilk yıllarında kontrol altına alınabilen yüksek enflasyon ve işsizliğe neden olacaktı.



<  "Savaş, Ekonomi için iyidir" cümlesi, iktisatçı Hazel Henderson'a aittir. İfadeyi, Körfez Savaşının analizini yaparken kullanmıştır. Körfez savaşı, Milyarlarca doların müttefik ülkelerden ABD hazinesine akmasıyla ABD ' yi 1980 bunalımından kurtarmıştır. Bu milyarlarla yeni iş olanakları kurulmuştur. Gerçekte Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra fazlaca bir anlam ifade etmeyen bu endüstriyel - askeri birleşim giderek güç kazanmış ve yeni savaşlar, NATO içindeki " Barışsever " Ülkeler için doğal bir " Uğraş " halini almıştır. Maria Mies [20]  >

   Ancak ABD, 1973 Petrol şokundan sonra dersini almış görünüyordu . Bundan böyle petrol fiyatlarındaki oynamalar ya da ABD ekonomisindeki herhangibir gerileme,  hangi ülkeye açıldığı çok d a ö n e m l i olmaksızın savaş nedeni sayılabilecekti . Petrol fiyatlarını, ABD dış ticaret açığı verilerini ya da ABD'nin 
ekonomik durgunluk dönemlerini " Körfez savaşları"nın ya da " Demokrasi getirme girişimleri"nin meydana geldiği tarihlerle karşılaştırılması,  ABD'li ünlü iktisatçı  Hazel Henderson'a "war is good for the economy" [savaş, ekonomi için iyidir] ifadesini söyletecekti. [20]

    Petrol üreten ülkelerin yaptıkları fiyat artışlarının yansıması gerekçe gösterilerek Kasım 1973'de plastik hammaddelerine %80 oranında zam yapıldı. Rafinerilerin üretimi, petrol bunalımı nedeniyle azalınca tüm yurtta tüpgaz sıkıntısı başladı. Tüm yurtta elektrik sıkıntısı arttı. Elektrik kısıtlamaları başladı. 1973 toplam fiyat artışlarının %29'u aştığı açıklanıyordu. Karaborsacılık almış yürümüştü. Gelir vergisi ödemeleri içinde memur ve ücretlilerin ödedikleri vergi oranı artılılarak %66'yı buldu. 
Partilerüstü hükümetlerin işbaşında olduğu 2,5 yıllık dönem içinde fiyatlar %67 oranında artmıştı.

Bu arada hükümet henüz kurulamamıştı. Hükümeti kurma görevi Ecevit'e verilmiş, ancak çoğunluğu sağlayamayan CHP, herhangi bir parti ile koalisyona da gidememişti.

Seçimlerden sonra istifasını vermiş olan Naim Talu hükümeti hala işbaşındaydı. 14 Ekim 1973'te yapılan seçimlerin ardından CHP-MSP koalisyon hükümeti, 
25 Ocak 1974'de kurulabildi. 7 Şubat 1974'de 373 milletvekilinin katıldığı oylamada 235 kabul ile güvenoyu aldı. Ancak 20 Temmuz 1974'de gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı, CHP ile MSP arasındaki gerginliği artıracak, Erbakan Kıbrıs “başarısını” MSP'ye maletmeye çalışacak ve bu koşullarda CHP-MSP koalisyonu ancak 7 ay sürecekti.
12 Mart darbesinden sonra 1971 Ağustos ayında yapılan düzenlemeyle imam hatip okullarının dört yıllık orta kısımları kapatılmış, lise süresi ise üç yıldan dört yıla çıkartılarak meslek lisesi haline dönüştürülmüştü. 197374 öğretim yılında çiçeği burnunda CHP-MSP koalisyonu, imam hatip okullarının orta kısımlarını yeniden açtı ve imam hatip liselerine bütün üniversitelere giriş imkanı verdi. 1974 yılında 33 tane yeni imam hatip okulu açıldı.

   1968 Haziranında başlayan ve Kıbrıs'a yeni bir düzen getirmeyi amaçlayan toplumlararası görüşmeler altı yıl devam etmesine rağmen, 1974 yılı geldiğinde en küçük bir ilerleme olmamıştı. Bu arada, 21 Nisan 1967'de yaptığı darbeyle Yunanistan'da iktidara gelen Albaylar Cuntası, " Enosis "i (Kıbrıs adasının Yunanistan topraklarına katılmasını) gerçekleştirerek Yunan halkının desteğini arkasına almak istiyordu. Kıbrıs Rum lideri Makarios ise, Cunta'ya karşı tavır almıştı. 15 Temmuz 1974 günü, Nikos Sampson, yaptığı bir darbe ile Makarios'u düşürdü ve Kıbrıs HELEN Cumhuriyeti'ni ilan etti. Makarios kaçmayı başardı. 1974 Kıbrıs buhranı böyle başladı. 

Türk kesim üzerinde yıllarca süren baskılar, Nikos Sampson'un iktidarı ele almasıyla arttı ve Türkiye, müdahale kararı aldı. 20 Temmuz 1974'de Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'a çıktı. 18 Ağustos 1974'de Birinci Kıbrıs Barış Harekatının mali portesinin 5 milyar lira olduğu açıklanıyordu. Türkiye, 250 şehit vermişti.

    18 Eylül 1974'de Ecevit, istifa etti. CHP-MSP koalisyonunun ardından ülke, 6 aylık bir bunalım döneminden sonra 1. Milliyetçi Cephe (MC) dönemine girecekti. 
Ecevit'in istifası ile Süleyman Demirel Başbakanlığında kurulacak yeni hükümetin Mart 1975'de işbaşına gelmesi arasında ülke iyice karıştı. 20 Eylül 1974'de 
ABD Senatosu Türkiye'ye yapılmakta olan askeri yardımın tümüyle kesilmesini öngören bir karar aldı. Teklifin ihracat ve ithalat bankasının Türkiye'ye kredi açmamasını öngören ikinci maddesi ise ortak komisyonda reddedildi. ABD, Kıbrıs konusunda "anlaşma yolunda kesin bir gelişme" görülene kadar askeri yardımı kestiğini açıklıyordu. 

Şubat 1975'de de ABD, Türkiye'yi indirimli Gümrük tarife listesinden çıkardı. Amerika'da Türk malları artık daha pahalı satılacaktı. Ülke içindeki ekonomik buhran ise sürüyordu. 

 Piyasada yağ, tüpgaz, ilaç ve filtreli sigara bulunamıyordu. Yağ sıkıntısını önlemek için yağ ithali serbest bırakılmış, karaborsaya mani olmak için margarin  fabrikalarının üretim ve satışlarının denetlenmesine başlanmıştı. İlaç fiyatlarına yüzde 20-30 zam yapıldı. Süt tozu ithalinin durdurulması üzerine piyasada süt ve süt 
ürünleri darlığı baş göstermişti. İstanbul'da tüp gaz sıkıntısı büyüyordu. Bulunabilen tüpler de el altından ve karaborsa fiyatla satılıyordu. Altın fiyatlarında dünya borsalarındaki buhran Türkiye'ye de yansıyor, 29 Eylül 1974'de 1974 yılı başından bu yana ilk kez cumhuriyet altını 40 lira birden değer kaybediyor ve 535 liradan 495 liraya düşüyor, ardından Kasım 1974 başında hızla artıyor, bir hafta önce 500 lira dolayında işlem gören cumhuriyet altını İstanbul'da 570 liraya yükseliyordu. 

Şubat 1975'de ise devalüasyon söylentileri yüzünden cumhuriyet Altınının fiyatı 620 liradan 680 liraya, Reşat altını ise 680 liradan 810 liraya fırlıyor, piyasalar altüst oluyordu. 

Ülke, çok zor günler geçiriyordu. "Bu kadarı olur mu" dedirtecek olaylar yaşanıyordu peşpeşe.  Savaş sanayiinde, özellikle füze yapımında kullanılan volfram'ın Uludağ'daki maden ocağında geceyarısı yangın çıkıyor, İzmit'te SEKA Trafo Merkezi'nde "tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu" meydana gelen patlama sonucu 5 kağıt fabrikasından üçünde üretim tümüyle duruyordu. Keban ve Gökçekaya santrallarıyla, Seyit Ömer termik santralının üç ünitesinin birden aynı anda arızalanması üzerine tüm Türkiye'de her gün 1,5 saatlik elektrik kısıtlamasına başlanıyor, Şubat 1975'de elektrik kısıtlamasının süresi günde 1,5 saatten 2 saate çıkarılıyor, THY'nin Bursa isimli yolcu uçağı, elektriklerin kesik olmasından dolayı Yeşilköy Havaalanı 'na inemeyince Marmara Denizi'ne düşüyor, uçakta bulunan 42 kişiden kurtulan olmuyordu.

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 6

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 6



   Haziran 1970 Sabahı bütün fabrikalarda çalışmalar duruyordu. İşçiler ellerinde bayraklar, üstlerinde tulumlarıyla yolları doldurdular. 

Bütün yollar tutuldu. Trafik durdu. 200 kadar büyük fabrikadan 150 bin kadar iş bırakmış işçi yürüyordu. Ankara İstanbul trafiği kesilmişti. Haberleşme aksamıştı.
Gebze'den başlayan Kartal mıntıkasının işçilerini de alarak dev bir yürüyüş kolu oluşmuştu. Aynı anda İzmit'te de bütün fabrikalarda direniş başlamıştı.
Ankara'da da direniş hızla yayılıyordu. İzmir'de DİSK'e bağlı sendikaların işyerlerinde oturma grevleri yapılıyordu. İstanbul'da güvenlik güçlerinin "süngü tak" emriyle çıkan çatışmalarda 3 işçi ve 1 polis öldü, 100'ü aşkın kişi yaralandı. İkinci gün hükümet öğleden sonra alelacele toplanarak Adapazarı, İstanbul, İzmit, Zonguldak illerinde  sıkıyönetim ilan etti. 
    Sıkıyönetim üzerine İstanbul ve İzmit'te grev ve gösterilerin durdurulmasına karşın, işçiler protesto eylemlerini İzmir, Ankara, Adana ve Gaziantep gibi illerde
sürdürdüler. Bu illerdeki gösteriler, 1317 sayılı yasa 29 Haziran'da Senatoca kabul edilip 12 Ağustos'ta Resmi Gazetede yayımlanınca daha geniş boyutlara ulaştı. 
Bu arada Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Hukuk Fakültesi öğretim üyeleri, yasanın Anayasaya aykırı olduğunu bir bildiriyle kamuoyuna duyuruyorlardı.

   1317 sayılı yasa TBMM'ce kabul edilmesine, Resmi Gazetede yayınlanmasına karşın, uygulama olanağı bulunamadı. Önce TİP, daha sonra CHP yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdular. Anayasa mahkemesi, 9 Şubat 1972'de 15-16 Haziran'a neden olan 1317 sayılı yasayı anayasaya aykırı bularak iptal etti.  (Ancak 15-16 Haziran olaylarından 29 yıl sonra 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'nın 12. maddesine işkolunda 1/3 barajı olmasa da %10 barajı  getirilecekti [16].)

ABD ve Avrupa'da Ekonomik Kriz Baş gösteriyor

   12 Mart 1971 darbesi yalnızca yükselen işçi hareketlerinin ve öğrenci olaylarının önüne geçilmesi amacını mı taşıyordu? Yoksa kapıda bizleri bekleyen büyük bir ekonomik kriz anı gelip çattığında ülkeye hakimiyetin sağlanmasında, gerektiğinde kemer sıkma politikalarının uygulanmasında bir baskı unsuru oluşturmak mı hedefleniyordu? Belki her ikisi de doğru. Bunu anlamak için 1960'lı yılların sonunda Türkiye'de olduğu kadar dünyada da ardarda yaşanan ekonomik buhranlara çeviriyoruz gözlerimizi.
Haziran 1944 de, ABD'nin Bretton Woods adlı bir kasabasında toplanan batılı maliyeci ve iktisatçılar, 1930'lu yılların depresyon felaketini bir daha yaşamamak amacıyla, ulusal paralarının dolar karşısında sabit oranlarda değiştirilebilmesini kararlaştırmışlardı. Bu karar doğrultusunda, uluslararası ödemeleri düzenlemek amacıyla Uluslararası Para Fonu (IMF) kurulmuş, paritelerdeki herhangi bir değişikliğin ancak ödemelerdeki dengesizliği gidermek amacıyla ve önceden IMF'ye danışılması suretiyle gerçekleştirilmesi karara bağlanmıştı. Batı Blokuna dahil 25 ülkenin imzasıyla yürürlüğe giren Bretton Woods Antlaşması'na göre ve 1946 yılından itibaren, ABD dışındaki bütün ülkeler, IMF'ye karşı yükümlülüklerini dolar alıp satarak yerine getirdiler. ABD ise 1971'e kadar, 35 $/oz sabit rayiç üzerinden, Altın Alış veriş yükümlülüğünü yerine getirmişti.

   Ancak 1960'da ABD dışındaki dolar miktarı, ABD'nin altın ve döviz rezervlerini aştı. 1968'de ABD'nin rezervleri 15,7 milyar dolar değerinde iken, ülke dışındaki dolar miktarı 41,9 milyar doları bulmuştu. ABD artık dolar karşılığında altın ödeyemeyeceği kuşkusu içinde altına hücumu başlattı. Altın fiyatları yükseldi ve enflasyon sonucu zaten bozulmuş olan doların altın paritesi iyice düştü. 1968 altın krizi, ABD Başkanı Johnson tarafından getirilen ikili altın fiyatının kabulü ve hükumetlerin serbest piyasada altın satışını durdurmalarıyla geçici olarak çözüme bağlandı. Ancak 1967 ve sonrasında Vietnam Savaşı nedeniyle ABD'den dolar çıkışı arttı. 

Büyüyen dış ödemeler dengesi açığına ABD'nin 20. yüzyılda ilk kez verdiği dış ticaret açığı da eklenince özellikle Avrupa'da ellerinde büyük miktarda dolar bulunanlar onu sağlam paralarla değiştirme yoluna gittiler. Ülkeden ülkeye serseri mayın gibi dolaşan milyarlarca dolar, Avrupa ekonomileri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. 

   ABD Ekonomisinin gerilemesi, dünya sanayi üretimi ve dünya ihracatındaki payının düşüşü ile de somutlaştı. Dolar, 1971 başlarında Nixon tarafından devalüe edilmek zorunda kaldı. Bretton Woods anlaşması, Nixon'ın 1971 Ağustos'unda dolar - altın takasını iptal etmesi, ardından 1973'de sabit kambiyo sisteminiiptal etmesiyle birlikte tarihe karıştı. 1974'de zincirinden boşanan altın fiyatları, 1972 ve 1980 yılları arasındaki dokuz yıllık dönem içinde 70 $/oz dan 875 $/oz a kadar yükseldi.
Bu buhranın Türkiye'ye yansımaları ağır olacak, ülke bir başka darbeye, 12 Eylül'e doğru adeta koşar adımlarla gidecekti. Bu bakımdan 12 Mart 1971 sonrasında Türkiye'de peşpeşe alınan "ekonomik tedbirleri" bu genel perspektif içinde değerlendirmekte yarar var. 1960'ların son yıllarına gelindiğinde Türkiye'nin de ekonomik durumu hiç içaçıcı değildi. 9 Ağustos 1970'da devalüasyon oldu. Türk Lirası dışarıda %67 oranında değer kaybetti. Hükümet, gider vergilerini yüzde yüze kadar artırma yetkisi veren kanunu uygulamaya başladı ve ilk olarak şeker ile akaryakıta zam yaptı. (Bu kanun, 15 Haziran 1971'de Anayasa Mahkemesi tarafından, "Anayasa'nın 5, 61 ve 64. maddelerine aykırı olduğu" gerekçesiyle iptal edilecekti.) Devalüasyonla birlikte ithalat teminatı yüzde 50 oranında düşürüldü. 

   İthalattan alınan damga resmi yüzde 25'ten yüzde 10'a indirildi. Küçük esnaf ve sanayicilere verilecek kredilerin faizi yüzde 9'dan yüzde 10.5'a çıkarıldı.
Devalüasyondan sonra uluslararası kuruluşlar, 10 Ağustos 1970'de Türkiye'ye 3 yılda kullanılmak üzere 1 milyar dolarlık kredi açtı. Kredileri aralarında Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Para Anlaşması'nın (EMA) da bulunduğu çeşitli kuruluşlar sağladı. Kredinin 100 milyonluk ilk bölümü 14 Ağustos'ta, 150 milyonluk ikinci bölümü de Eylül ayından itibaren açılacak ve 1970 yılı sonuna kadar 352 milyon dolar kullanabilecekti. 

   12 Kasım 1970'de İngiltere hükümetiyle Türkiye arasında 1 milyon sterlin tutarında kredi anlaşması imzalandı. Kredinin ödeme süresi 25 yıl, faiz oranı ise 
yüzde 2 olacak, kredi, İngiltere'den yapılacak mal ve hizmet ithalatının finansmanında kullanılacaktı. 23 Kasım 1970'de Avrupa Ekonomik Topluluğu (Ortak Pazar) ile Türkiye arasında geçiş döneminin başlamasını öngören katma protokol Brüksel'de törenle imzalandı. Katma protokolün yanı sıra yeni bir mali protokol ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun yetki alanına giren maddelerle ilgili bir anlaşma imzalandı. AET 1976'ya kadar Türkiye'ye 200 milyon dolar kredi verecekti. Katma protokol, işçilerin serbest dolaşımının Ankara Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden itibaren 12 - 22 yıl arasında Ortaklık Konseyi'nce tespit edilecek şartlara göre aşamalı olarak gerçekleşmesini öngörüyordu. (2005 yılında “şartların” halen olgunlaşmamış olduğunu görüyoruz.)

    1 Ocak 1971 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, yılbaşı nedeniyle yayınladığı mesajda "Eylemler ve anarşik olaylar devletin temelini sarsacak hale geldi. Ordu, durumdan endişe ediyor" dedi. Aynı gün Türk-İş Genel Merkezi'ne yapılan bombalı saldırıyı kınamak için iki saat süreyle işi bırakma eylemine yurt genelinde bir milyonu aşkın işçi katıldı.

2 Şubat 1971'de Anayasa Mahkemesi siyasi partilere bütçeden mali yardım yapılmasını Anayasaya aykırı buldu ve bu yönde 2 Şubat 1970'de çıkarılan 1219 sayılı kanunun tüm maddelerini iptal etti. (Bu konu, 30 Haziran 1971'de yeniden hükme bağlandıysa da Anayasa Mahkemesi, bu kez farklı bir görüşle ilke olarak bu yasayı da iptal etmiştir. TBMM ile Anayasa Mahkemesi arasında bu geliş-gidişler 1980'lerde de devam etmiştir. Konu ile ilgili kapsamlı bir araştırma, Ömer Faruk Gençkaya tarafından yapılmıştır [17].) 

4 Şubat 1971'de toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşmaya varılamaması üzerine Petrol-İş Sendikası Mobil, BP ve Shell şirketleri işyerlerinde greve gitti. Grev bu şirketlerin Benzin, Mazot, Fuel-oil, Gaz, Motoryağı satışlarını durdurdu. Türkiye'nin akaryakıt ihtiyacının yüzde 69'unu bu üç şirket karşılıyordu. 5 Şubat 1971'de Bakanlar Kurulu, Petrol-İş grevini milli güvenliği zedeler nitelikte olduğu gerekçesiyle 30 gün süreyle erteledi.

    Aynı gün, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kurban Bayramı nedeniyle yayınladığı mesajda orduya yöneltilen suçlamalara değinerek 
"Silahlı Kuvvetler'in bunlara daha ne kadar mukavemet edeceğini kestirmek mümkün değildir" diyordu. Oysa ekonomide herşey yolundaydı sanki. 21 Şubat 1971'de İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Türk ekonomisiyle ilgili olarak yayınladığı raporda 9 Ağustos devalüasyonu ile geçen yıl alınan vergi ve iktisat tedbirlerini “çok olumlu bir adım” olarak karşıladığını açıkladı. 26 Şubat 1971'de yurtdışından getirilen otomobillerden alınan "İstikrar Fonu" kaldırıldı. Böylelikle Türkiye, sınırlarını “serbest piyasa ekonomisi”ne açmakta küçümsenmeyecek bir adım atıyordu. Türkiye'den Avrupa ülkeleri ve Avustralya'dan sonra Amerika'ya da işçi gönderilmesine başlanmıştı. 1 milyon 66 bin 38 işçinin yurtdışına gitmek için sıra beklediği açıklanıyordu.

   4 Mart 1971'de Ankara'da 4 Amerikalı asker, Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından kaçırıldı. 4 gün sonra serbest bırakıldılar. 5 Mart 1971'de ODTÜ'de Amerikalı askerleri kaçıranların ODTÜ yurtlarında barındıkları gerekçesiyle yurtlar sarıldı, yaylım ateşi açıldı. Yurtların çatısından olayları izleyen bir öğrenci öldü, onlarca öğrenci yaralandı. ODTÜ'de aranan "eylemcilerden" hiçbiri bulunamamıştı. Olaylardan sonra ODTÜ Akademik Konseyi bir bildiri yayınlayarak olayların Türk gençliği ile Türk Silahlı
Kuvvetlerini karşı karşıya getirmek için tertiplendiğini açıklıyor, bunun üzerine 10 Mart 1971'de Mütevelli Heyeti, Akademik Konseyi lağvediyordu. Provokasyonlar  sürüyordu. Hatay - Kırıkhan'da bir Camiye bombalı saldırı yapıldı. Halk, protesto için sokaklara döküldü, güvenlik kuvvetleriyle çatıştı. Ölen ve yaralananlar oldu.

Öte yandan 10 Mart 1971'de Yargıtay Başsavcılığı, Erbakan ve arkadaşlarının kurduğu "Milli Nizam Partisi"nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. 
Anayasa Mahkemesi, Necmettin Erbakan'ın kurduğu ve Genel Başkanlığı'nı yaptığı 'Milli Nizam Partisi' hakkında, 'Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması' prensiplerine aykırı olduğu gerekçesiyle 21 Mart 1971'de kapatılmasına karar verecekti.

Ancak bu Erbakan'ı asla yıldırmayacak, kapatılan Milli Nizam Partisi yerine hemen 1972'de kurduğu Milli Selamet Partisi, 1973 seçimlerinde meclise, oradan da kabineye girecek, ancak 12 Eylül 1980'de tüm partilerle birlikte o da kapatılacaktı. Erbakan'a siyasi yasak da gelelecekti ama ne gam. 1983'de kurulan Refah Partisi,  Erbakan'ın siyasi yasağının kalkmasını bekleyecek, 1996'da DYP-RP koalisyonunda Erbakan'ı Başbakanlığa taşıyacaktı. 1998'de RP de kapatılacak, ancak 1997'de kurulan Fazilet Partisi, kapatılan RP'lileri kucaklayacaktı. Ancak Fazilet Partisinin 2000'de kapatılması sonrasında aynı birlik ve beraberlik gösterilmeyecek, Erbakan ağırlıklı Saadet Partisi ile Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Adalet ve Kalkınma Partisi olmak üzere ayrışma olacaktı.


... ve 12 Mart 1971

^^ 12 Mart 1971'de Türk Silahlı Kuvvetleri ünlü "12 Mart Muhtırası"nı verdi:

<  1-Parlamento ve Hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş. Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamu oyunda yitirmiş ve Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
    2-Türk Milletinin sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ümitsizliği giderecek çarelerin partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut
anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili
zaruri görülmektedir.
    3-Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.” > ^^

    Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzalı bu muhtıra, Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet Senatosuna ve TBMM Başkanlığına  verildi.

  Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. CHP Lideri İnönü, Silahlı Kuvvetlerin muhtırası ve Demirel'in istifası üzerine, "Demokratik bir istifadır." dedi.
17 Mart 1971'de Genelkurmay Başkanlığı "Görülen lüzum üzerine", 5 general (dördü karacı, biri havacı) ve 10 albayı emekliye ayırdı. Bu kişilerin 11 Mart 1971 günü 46 subayla birlikte "Darbe" girişimi hazırlığı yaptıkları, bu nedenle emekliye sevkedildiği ileri sürülüyordu.

   19 Mart 1971'de CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, Kabineyi kurmakla görevlendirildi. Topun, 1960 ihtilali ile DP'den alınıp CHP ağırlıklı kurucu meclise verildiği gibi 1971 darbesinde de kapatılan DP'nin yerine kurulan AP'den alınıp yine CHP'ye, veya CHP kökenlilere veriliyor olması, rastlantı mıdır?
26 Mart 1971'de Türkiye'nin 12. Başbakanı Nihat Erim, kabinesini açıkladı. Kabinede, 5 AP'li, 3 CHP'li, 1 MGP' li, 1 MBK üyesi (tabii senatör) ve Parlamento dışından 14 teknisyen görev aldı. 7 Nisan'da yapılan oylamada 46 red, 3 çekimser oya karşın 321 oyla güvenoyu aldı. 74 milletvekili oylamaya katılmadı.

    26 Nisan 1971'de Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesine uyarak, şiddet olaylarının artması nedeniyle 11 ilde sıkıyönetim ilan etti. 
    Ankara, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, Eskişehir, Adana, Hatay, Diyarbakır, Siirt'te ilan edilen sıkıyönetimin süresi 1 aydı. Sıkıyönetim ilan edilen kentlerde Türkiye nüfusunun %31'i yaşıyordu.

    28 Nisan 1971'de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı "Akşam" ve "Cumhuriyet" gazetelerini onar gün süreyle, Ant dergisi süresiz olarak kapattı. Bu arada 6 dernek kapatıldı. 83 kişi gözaltına alındı. Mayıs 1971'de Sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmalar başladı. Tüm yurtta arama ve taramalar aralıksız sürdürülüyordu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul'da arama yapılması için kentte cumartesi gece yarısından pazar günü saat 15.00'e kadar sokağa çıkma yasağı koyuyor, 25 bini aşkın polis ve asker aramalara katılıyordu.

Mayıs'ın ikinci haftasında TBMM'den hızla geçirilen yeni bir Sıkıyönetim Kanunu ile gözaltına alma süresi 30 güne çıkarıldı. Yasaya göre basımevleri kapatılabilecek, her türlü yayına sansür konabilecekti. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, yeni yasa çıkar çıkmaz 78 kişiyi tutuklamış, 91 kişiyi gözaltına almıştı. Sıkıyönetim Komutanlığınca uzun bir "yasak kitaplar" listesi yayınlanmıştı. 17 Mayıs 1971'de İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom kaçırıldı. Kaçırıldıktan 6 gün sonra ölü bulundu. Kaçıranlar, cezaevindeki tutukluların serbest bırakılmasını istemişlerdi. O gün, 18 Mayıs sabahına kadar 19 ilde 427 kişi gözaltına alınmıştı. 

<  Nihat Erim, "Burası İsviçre değil. 12 Mart öncesine kadar Uygulanan Üniversite özerkliğine bizim coğrafyamız izin vermez" dedi. Bu demeç, Washington'un 
     "Türkiye eninde sonunda bir Ortadoğu ve İslam ülkesidir. Henüz demokratik çoğulcu düzen bu yapıya uygun değildir" görüşüyle tümüyle örtüşüyordu. Vedii Bilget, Girdap [18]  >

Gözaltına alınanlar arasında Başbakan Nihat Erim'in Anayasa konusunda danıştığı Bahri Savcı, Prof. Bülent Nuri Esen, Prof. Munci Kapani, Prof. Mümtaz Soysal, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Uğur Alacakaptan gibi üniversite öğretim üyeleri de vardı. 

  İstanbul Sıkıyönetim Konutanı Faik Türün, "masum gençleri kışkırtıcı yayın" yaptıkları gerekçesiyle aranan 49 kişilik yazar, sendikacı, profesörler listesi yayınlıyordu. Tutuklamalar herkesi kaygılandırmıştı. 
Başbakan, " Ne yapabilirim, örfi idare [sıkıyönetim] tatbikatına biz karışamıyoruz" diyordu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Türk Hukuk Kurumu'nu süresiz kapattığı sırada Başbakan, Fransız basınına "Türkiye'de aydınlara baskı yapılmıyor" şeklinde demeç veriyordu.

   7 Haziran 1971'de Başbakan Nihat Erim, radyodan bir konuşma yaptı:

   "Ordu durup dururken 12 Mart Muhtırasını vermedi. Memleket bir ortamın i ç ine götürülmüştü, sürüklenmişti ve bu ortamda çok tehlikeli bir hal almıştı. 
O kadar tehlikeli bir hal almıştı ki, bir sabah uyanacaktık, belki Endonezya'daki gibi komünist avına çıkmış kitleler görebilirdik. Böyle tahrikler, böyle kışkırtmalar vardı. Yahut aksi, bir gece bakacaktık ki, çok küçük bir azınlık fakat kararlı, silahlı, dinamitli, gayet iyi örgütlenmiş çok küçük bir azınlık, memlekette bir darbe yapmış. İşte bu ortamın karşısında buldum kendimi ve ordu bunu önlemek için 12 Mart Muhtırası'nı verdi.." (Demek ki bunları görmek için Başbakan olmak gerekiyormuş.) 1 Temmuz'da ABD Başkanı Nixon, Erim Hükümetinin çalışmalarından övgüyle sözediyor, aynı gün Cumhuriyet Gazatesi yazarı İlhan Selçuk ile yazı işleri Müdürü Oktay  Kurtböke birer yıl hapis cezasına çarptırılıyordu.

<  ABD, "Amerika Kıtası Amerikalılarındır" diyen içe kapalı Monroe doktrinini rafa kaldırmıştı. "Batı dünyası, ABD denetimindedir" görüşündeki yepyeni bir "Pax Americana" bakışı gündemdeydi artık.
Vedii Bilget [18]  >

    20 Temmuz 1971'de Anayasa Mahkemesi, Türkiye İşçi Partisi'nin temelli kapatılmasına karar verdi. Kapatma kararına gerekçe olarak TİP'in faaliyetlerinin Anayasa'nın 57. maddesiyle, Siyasi Partiler Kanunu'nun 89. maddesine aykırı oluşu gösterildi. TİP'in mallarına el konulurken, 41 yönetici beş yıl süreyle parti kuramayacaktı. Gerekçe, 29 Ekim 1970'de yapılan 4. Büyük Kongre'de alınan 6 sayılı karar idi. Bu karar ile Doğu'da bir Kürt halkı olduğu, "doğu sorunu"nun kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının sonucu olduğu vurgulanıyordu.

   6 Ağustos 1971'de Türkiye'de ilk kez doların karaborsa fiyatı, resmi kurdaki fiyatın altına düştü. Resmi kurda 15 lira olan dolar o gün karaborsada 14 lira 89 kuruştan işlem gördü.

Nixon, Dolar - Altın paritesindeki dengesizlik nedeniyle 15 Ağustos 1971'de doları devalüe edecek, kur düzenlemeleri sorunu çözmeyecek, paniğin artmasına neden olacaktı.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 5

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 5



Bu arada “Kıbrıs” konusu durulmak bilmiyordu. 31 Ekim 1967'de Kıbrıs Türk Topluluğu Lideri Rauf Denktaş, Kıbrıs'ta Rum yönetimi tarafından tutuklandı. Denktaş'ın tutuklanması Ankara, İstanbul, Eskişehir ve Diyarbakır'da düzenlenen mitinglerde protesto edildi. 12 Kasım 1967'de Lefkoşe Cezaevi'nden Türkiye'ye dönmek şartıyla serbest bırakılan Denktaş Ankara'ya geldi. Denktaş "Enosis fiilen olmuştur. Yeni bir siyaset takip etmek lazım. Beklemekle birşey elde edemeyiz" diyordu. 

15 Kasım 1967'de Rum birlikleri Boğaziçi ve Geçitkale Türk köylerine saldırarak işgal etti. Türk Silahlı Kuvvetleri alarma geçti. 17 Kasım 1967'de TBMM hükümete  "Türk Silahlı Kuvvetlerini yabancı ülkelere gönderme" yetkisini verdi. 18 Kasım 1967'de Türk jetleri Kıbrıs üzerinde 4 ihtar uçuşu yaptı. Kriz hızla tırmanıyordu. 
Yunan Cuntası, Türk notası karşısında olumsuz tavır aldı. 22 Kasım 1967'de ABD Başkanı Johnson, Kıbrıs anlaşmazlığı nedeniyle bir Türk-Yunan çatışmasının çıkmasını önlemek amacıyla özel temsilcisi Cyrus Vance'ı uçakla Ankara'ya gönderdi. 26 Kasım 1967'de Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşma oldu. 

   Atina adada bulunan anlaşma dışı askerlerini BM Barış Gücü kontrolünde ve 1.5 ay içinde çekmeyi kabul etti. Böylece Kıbrıs buhranı Yunanistan'ın, Türkiye'nin isteklerini kabul etmesiyle sona erdi. 29 Aralık 1967'de Kıbrıs'ta "Geçici Türk Yönetimi" ilan edildi. Kıbrıs Türk Cemaati, Makarios'un Kıbrıs Anayasası'nı ve anlaşmaları  ihlal ederek yarattığı fiili durum karşısında Geçici Türk Yönetimi'ni kurdu. Türk yönetim başkanlığına Dr. Fazıl Küçük, yardımcılığı na ise Rauf Denktaş getirildi.

Dış kaynaklı “ Yardımlar ” sürüyordu. 11 Ağustos 1966'da Dünya Bankası Türkiye'ye 15 yıl vadeli yüzde 6 faizli 25 milyon dolarlık kredi açtı. Krediyle ilgili anlaşma Washington'da imzalandı. 1967'de Uluslararası Para Fonu'ndan, 27 milyon dolar, ABD'den 65 milyon dolar, Almanya'dan 184 milyon marklık kredi anlaşmaları imzalandı. 
,
Almanya'dan alınan 184 milyon markın 119 milyonu eski borçların tescili ve faizlerinde kullanılacaktı. 1968'de İngiltere'den 2,5 milyon sterlin, Dünya Bankası'ndan 150 milyon dolar istedik. Almanya, Türkiye'nin 1968 yılı içinde vadesi gelen 95 milyon Mark tutarındaki borç faizini ertelemeyi, ayrıca 80 milyon Mark kredi vermeyi kabul etti. 

1969'da Hollanda Hükümeti OECD konsorsiyum çerçevesinde Türkiye'ye 3,5 milyon gulden kredi veriyordu. Türkiye, adım adım batağa saplanıyor, vadesi gelen borçlarını ödemek için yeni krediler almak zorunda kalıyordu.

1966 yılı içinde “ithalat rekoru” kırıldı. İthalatımız bir önceki yıla oranla %25 artarak 143 milyon dolar fazlalıkla 715 milyon dolara, dış ticaret açığımız bir yılda  %100 artarak 226 milyon dolara çıkmıştı. Ülkede artan işsizlik ve geçim sıkıntısıyla yurtdışına işçi olarak gitmek için sıra bekleyenlerin sayısı Ocak 1966'da 650 bin olarak açıklanıyordu.

<  […] Tarımsal ithalatın serbest bırakılmasıyla, ucuz fiyatlı ürünler iç pazarlarımızı işgal etmeye başladı. Düşük fiyatlarla yapılan ithalat, IMF ve Dünya Bankası'nın yüksek faizli kredileri ile karşılanıyordu. Doğal olarak ülkede tarımsal sermaye birikimi ve üretim hızla gerilemeye başladı. Ulusal üretim ortadan kalktıkça, Türkiye daha fazla ithalat yapmaya, dışa gittikçe daha bağımlı hale gelmeye başladı. Tarımda dışa bağımlılık bugün de artmaya devam ediyor. Türkiye, bir zamanlar fazlasıyla ürettiği ve ihraç ettiği birçok tarımsal ürünü dışardan, AB ülkelerinden ve ABD'den alıyor artık. İthalat pirinçle başladı,
neredeyse tüm tarım ürünlerine yayıldı.

    […] Türkiye 1990'lara kadar pamuk ihraç eden bir ülkeydi. Dünyanın 7. büyük pamuk üreticisiydi. Bugün 3. sırada, ancak dünya pamuk ithalatçıları -evet, ne yazık ki ithalatçıları- arasında 3. sırada! Pamuk ithalatının yüzde 40'ını Amerika'dan, yüzde 20'sini Yunanistan'dan yapıyoruz. […] 1989'da Türkiye Mercimek ihracatında üçüncüydü. Bugün Dünyanın Dördüncü büyük ithalatçısı durumundadır. Fındık, Üzüm, İncir, Şeker pancarı ve diğer ürünlerde de aynı oyunlar oynanmakta, Köylü ve üretim bitirilmektedir. İdil Konyalı [12] >

     Eylül 1967'de Devlet Planlama Teşkilatı, hükümete verdiği özel tedbirler raporunda enflasyona karşı "kısmi tedbirler" yerine Türkiye ekonomisinin şartlarına uygun "temel tedbirler" alınmasını istiyordu. 1967 sonunda Hazine'nin nakit açığı 3 milyar lirayı aşmış, 1968 programında ek finansman ihtiyacı 1 milyar 265 milyon  lira olarak belirtilmişti.

<  Çok uzun zamandır toplumsal değerlerimizi maddi ölçütlere teslim edegeldik. Gayri Safi Milli Hasılamıza - ki eğer Amerikayı bununla ölçüyorsak - Hava kirliliği,  sigara reklamları, otoyollarımızdaki ölü ve yaralılarımızı toplayan ambülanslar dahil. Kapılarımızdaki özel kilitler ile bu kilitleri kıranları koyduğumuz hapishanelerimiz  dahil. Kızıl Çamlarımızın katli ve doğal güzelliklerimizin başıbozuk yayılımla yokedilmesi dahil. Napalm, nükleer başlıklar, sokak göstericileriyle savaşan polisin zırhlı araçları dahil. 
[…]  Çocuklarımıza şiddeti özendiren televizyon programları dahil. 
[…] Özetle, yaşamımızda yer alan herşeyi kapsıyor yaşamı yaşanır kılan özellikler dışında. Robert F. Kennedy, Kansas Üniversitesinde yaptığı konuşmadan, 18 Mart 1968 >

1968'e gelindiğinde tablo vahimdi:

1966 yılında 132,5 Ton olan ALTIN Stoğumuz 109 Tona düşmüş, bunun 98 tonu ise Rehindeydi. Son altı yıl içinde altın rezervimiz 15 ton, serbest altın miktarı ise 30 Ton azalmıştı. Yılın ilk beş ayı içinde protesto edilen senet sayısı geçen yılın aynı dönemine göre %53 oranında artmış, protesto edilen senetlerin parasal değeri 533 milyon  TL'yi bulmuştu. “ Tahıl Ambarı Anadolu ” Almanya, ABD ve Kanada'dan Buğday ithaline başlamıştı. Dünyada esen '68 rüzgarları bizi de sarıyor ABD'nin 1965'de Vietnam'ı işgali, tüm dünyada yankı buldu. Tüm dünyada gençlik, özgürlük ve demokrasi için yürüyordu. 9 Ekim 1967'de Küba Devrimi'nin liderlerinden Ernesto Che Guevara Bolivya dağlarında öldürüldü.

  Che, tüm dünyada gençlerin özgürlük simgesi haline gelmişti. 1967'de Mao Tse Tung önderliğinde Çin'de başlayan "Kültür Devrimi", pek çok ülkede gençlik arasında örnek gösteriliyordu. 10 Mayıs 1968'de Paris'te “Barikatlar Gecesi”nde bir milyon kişi, “işçi öğrenci öğretmen el ele” sloganıyla sokaklara döküldü. İtalya'da 1967 Eylül'ünde onaltıbin işçinin katıldığı Olivetti grevi, 1968 Şubat ayında Torino'daki Michelin lastik fabrikalarına yayıldı. 

    Almanya'da 1967'de İran Şahı Rıza Pehlevi'nin ziyareti sırasında protesto göstericilerine polisin ateş açması ve bir gencin vurularak öldürülmesi, öğrenci hareketinin  ansızın yükselmesine yol açtı. Öğrencinin cenaze törenine katılan onbeşbin kişinin gösterileri, 2. dünya savaşından sonra Almanya'daki en büyük kitlesel gösteriydi. 
Protesto gösterileri kısa sürede Berlin dışına da yayıldı. 11 Nisan 1968'de devrimci gençlik önderlerinden Rudi Dutschke'nin Berlin'de konuşma yaparken vurulmasıyla  Almanya'nın 27 kentinde her gün onbinlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri yapıldı. 1968 ilkbaharında Fransa, İtalya ve Almanya'daki hareketler İngiltere'ye sıçradı.  17 Mart 1968'de yirmibin kişilik topluluk, Vietnam savaşını protesto için ABD Büyükelçiliğine doğru yürüdü. Polisle saatler süren çatışmalar oldu.

   Ekim 1968'de Londra'da Vietnam Savaşına karşı yapılan yürüyüşe katılanların sayısı 100 binin üzerindeydi. 21 Ekim 1967'de Vietnam Savaşı'nı protesto etmek için binlerce Amerikalı Washington'a yürüdü. Sloganları, Başkan Johnson'a yöneltilen bir soru biçimindeydi: “Bugün kaç çocuk öldürdün?” Siyahi özgürlük savaşçısı Martin Luther King 4 Nisan 1968'de, Vietnam savaşına son vereceğini vaadederek seçim kampanyalarını yürüten Başkan adayı Robert F. Kennedy 5 Haziran 1968'de suikastte yaşamını yitiriyordu.

Türkiye de kaynıyor

Hayat pahalılığı tüm yurtta işçi eylemlerinin yoğunlaşmasına neden oluyordu. 1966'da Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası'nda, Türk Pirelli Lastik Fabrikası'nda, 
Kula Mensucat ve İzmir Yün Mensucat fabrikalarında, binlerce işçiyi kapsayan grevler yapılıyordu. 26 Nisan 1966'da Lastik-İş sendikası 7 işyerinde grev başlattı. 

3 Haziran 1966'da Çelik Sanayileri İşçileri Sendikası, 12 bin işçinin çalıştığı Türkiye Demir Çelik İşletmesi'nde greve gitti. 26 Eylül 1966'da İskenderun-Batman boru hattı işçilerinin almış olduğu grev kararı, ' Milli Güvenliği Bozucu ' nitelikte görülerek Bakanlar Kurulu kararıyla ertelendi. 4 Ağustos 1967'de toplu sözleşme  görüşmelerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle SSK'da greve başlandı. SSK'nın 18 şubesi ve bunlara bağlı işyerlerinde 7 bin memur ve hizmetlinin katıldığı grevin,  56 bin işyerini ve 533 bin sigortalı işçiyi etkilediği açıklandı. 22 Eylül 1967'de Harp-İş Federasyonu, İncirlik'ten sonra, Amerikalılara ait Ankara'daki 7 işyerinde greve  başladı. Greve 600 işçinin katıldığı bildirildi. 6 Şubat 1968'de Ereğli Kömürleri İşletmesi'nin Kozlu üretim bölgesindeki ocaklarda çalışan 4 bin işçi işbaşı yapmadı. 

Bu hareket, akşam saatlerinde diğer bölgelere de sıçradı ve gece 10 bin işçi şehre yürüdü. 9 Eylül 1968'de Kavel Kablo Fabrikası, işçiler tarafından işgal edildi.
İşgal bir gün sonra anlaşmayla sona erdi. 10 Ocak 1969'de Singer'in Kartal Cevizli'deki Dikiş Makineleri Fabrikası, burada çalışmakta olan 450 işçi tarafından işgal edildi. 
İşçilerle polis arasında meydana gelen çatışmada 120 işçi gözaltına alındı,14 işçi ve 8 polis yaralandı. Kars'ın Susuz ilçesinde iki köyde köylüler toprak için yürüyüşe  geçti. Yürüyüşe jandarma müdahale etti. Ağrı'da 7000 kişinin katılımıyla “İşsizlik Mitingi” yapılıyordu. Ülkede işçi hareketlerinin yanısıra gençlik hareketleri de yoğunlaşmaya başlamıştı. Mayıs 1968'den itibaren İstanbul'daki üniversitelerde "NATO'ya Hayır" gösterileri yürütülüyor, boykot ve eylemler sürüyordu. 
   
   Haziran 1968'de İstanbul'dan sonra Ankara'da da 10 fakülte öğrencileri dersleri boykot etti. Ankara Fen Fakültesi işgal edildi. Çatışmalar yoğunlaştı.

<   Türkiye ' de ' 68 ' in , oyılın sonbaharında gerçekleştirilen üniversite işgalleriyle başladığı sanılır. Bu, '68'i, yalnızca bir öğrenci hareketi olarak kabul etsek bile doğru olmayacaktır. Türkiye'nin '68'i, genel ve kronik hale gelmiş siyasal ve iktisadi bunalımın içinden yükselen kitle hareketinin bir parçası olarak doğdu ve bu koşulların  devam ettiği yıllar boyunca başlıca özelliklerini korudu.
Aydın Çubukçu, >

   Tam da bu sırada, 15 Temmuz 1968'de ABD 6. filosu İstanbul'a demirledi. Haziran 1967'de İstanbul'a gelen 6. filo, yoğun protesto gösterilerine ve yürüyüşlere neden olmuştu. Yürüyüşçüler, Dolmabahçe'deki direkten ABD bayrağını indirmişler, İstiklal Marşı eşliğinde Türk bayrağını çekmişlerdi. 

< 6. Filo'ya Hayır gösterileri, 1968   >
< " Malum araba ", 1969
Fotoğraflar : ODTÜ Tarihçe 1956-1980 (14)  >

   6. Filonun 1968'de yeniden gelmesi, kanlı olaylara sebep oldu.

    15 Temmuz'da İTÜ'lü öğrenciler, ABD bayrağını indirip Türk bayrağını çektiler ve İstiklal Marşını okudular. 15 ve 16 Temmuz geceleri, Beyoğlu'nda dolaşmaya çıkan ABD'li denizcilere boya ve mürekkep atıldı. 17 Temmuz 1968 gecesi polis İTÜ Yurdu'nu bastı. Polis tarafından pencereden atılan İTÜ öğrencisi Vedat Demircioğlu 7 gün  komada kaldıktan sonra 24 Temmuz 1968 günü hayatını kaybetti. Büyük bir öğrenci kitlesi 18 Temmuz günü 6. Filoyu Protesto Yürüyüşü düzenledi. Kalabalık, sel gibi Dolmabahçe'ye aktı. Kıyıda beklemekte olan Amerikalı erler “denize döküldü”. 20 Temmuz 1968'de Beyazıt Meydanı'nda “Bağımsız Türkiye Mitingi” yapıldı. 
    29 Ekim 1968'de gençlik, Samsun'dan başlayıp 9 Kasım'da Ankara'da sona erecek “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü başlattı. Bu arada ABD adına Güney Vietnam'da  “Barış Koruma Programı” Müdürü olarak görev yapmış olan Robert Kommer, Ankara'ya büyükelçi olarak atanmıştı. 28

    Kasım 1968 günü Ankara'ya gelen Kommer'i gençlik örgütleri Cumhurbaşkanı Cevdey Sunay'a bir telgraf çekerek protesto ettiler. Kommer, ayağının tozuyla 
6 Ocak 1969'da ODTÜ'yü ziyaret etti. ODTÜ öğrencileri, Kommer'in Rektörlük önünde bekleyen arabasını ateşe verdiler. Bu olay devrimci basında 
“İkinci Milli Kurtuluş Savaşımızın meşalesi ODTÜ'de yakıldı” başlıklarıyla yer aldı.

Bu arada gençlik ve işçi hareketlerine karşı provokasyonlar ve saldırılar gündeme gelmeye başladı. 16 Şubat 1969 Pazar günü Taksim Meydanı'nda Amerikan 6. Filo'ya karşı yapılan ve 30 binin üzerinde işçi ve öğrencinin katıldığı “Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü”ne “Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye” sloganlarıyla saldıranlar, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan isimli işçileri öldürmüş, iki yüz kişiyi de yaralamıştı. Olay, tarihe Kanlı Pazar olarak geçecekti.

Grevler durmak bilmiyordu. 11 Mart 1969'de günlük haber trafiği 190 bin kelime olan Anadolu Ajansı 48 yıldan beri ilk defa sustu. 

   Toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmaya varılamaması nedeniyle alınan grev kararı ajansın Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana işyerlerinde uygulandı. 
Türk-İş grevi desteklediğini açıkladı. 15 Nisan 1969'da İstanbul'da Şehir Tiyatrosu oyuncuları greve gitti. 21 Nisan 1969'da Basın-İş Sendikası tarafından 
Türkiye Basımevi'nde 413 gündür sürdürülen Türkiye'nin en uzun grevi, işverenin grevci işçileri tazminatlarını vererek işten çıkarmasıyla sona erdi. 2 Haziran 1969'de Petrol-İş Sendikası, Mersin ATAŞ rafinerisinde grev kararı aldı. 1 Ağustos 1969'da Silahtar'daki demir döküm fabrikası, gece burada çalışan 2200 işçi  tarafından işgal edildi. Türkiye Metal-İş Federasyonu, 70 gündür süren görüşmelerden bir sonuç alınamaması üzerine Ereğli Demir Çelik Fabrikası'nda grev kararı aldı. 
Greve 4.400 işçinin katılacağı bildirildi. 24 Ağustos 1969'de 50 bin işçi Ankara'da miting yaptı. Türk-İş tarafından düzenlenen mitingde, hükümet ve parlamento protesto  edildi. 

1969 GENEL SEÇİMLERİ: "İnsan Haklarına Dayalı Hür Demokratik Hukuk Devleti"


12 Ekim 1969'da yapılan Genel Seçimler, 4 yıllık AP iktidarında yoksulluğun ve işsizliğin arttığı, dış borçların had safhaya ulaştığı, işçi ve gençliğin ekmek ve özgürlük  için meydanlara döküldüğü bir zamanda yapıldı. Sandıktan %47 oy oranı ile yine AP çıkmıştı.
CHP, %27'de kalmış, AP 260, CHP 144 milletvekili çıkarmıştı. 


.
Şekil1. Türkiye'de seçimler ve temsiliyet (15)

Değişen seçim sistemiyle  TİP, %2,68 oy oranıyla bu kez yalnızca 2 milletvekili çıkarabilmişti. (Türkiye, çok partili seçim sistemlerinin uygulanmaya başlandığı 1950  yılından günümüze seçim sistemini 8 kez değiştirmiştir. Milli Bakiye sistemi, 1965 seçimlerinde ilk ve son kez uygulanmıştır. 1950 - 2002 yılları arasındaki seçimlerde, partilerin mecliste temsiliyeti ile hükümetlerin iktidardaki gün sayısına bakıldığında 1965 seçimlerinin özel bir yeri olduğu görülmektedir.



<  15 Haziran yürüyüşünden
    Fotoğraf: Tarih Vakfı Arşivi >

  Bir yandan seçime giren partilerin temsiliyetinde en yüksek oranın yakalandığı, diğer yandan da hükümet süresinin en uzun sürelerden biri olduğu görülmektedir (Şekil 1). 

   2002 seçimlerinde temsiliyette oransızlık, çok partili seçimlerin yapıldığı 1950'den bu yanan en yüksek noktasına ulaşmıştır. Seçim sistemlerine ilişkin ayrıntılı bir çalışma, Emre Erdoğan tarafından yapılmıştır[15].)

< 16 Haziran Olayları
   Fotoğraf: İletişim Yayınları Arşivi >

Hükümetin ilk icraatlarından biri Sendikalar Kanunu'nda değişiklik yapılması oldu. Sanki yükselen işçi hareketine inat yapılan bu değişiklikle Türk-İş dışındaki sendikaların kapanmasına yol açacak bir baraj sistemi getiriliyor, bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesi koşulu getiriliyordu. Yasanın 12 Haziran 1970'de TBMM'de kabul edilmesiyle birlikte işçiler sokağa döküldü. 15

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***