10 Nisan 2017 Pazartesi

SOSYOLOJİK AÇIDAN TARİHÇİLİK ELEŞTİRİSİ

SOSYOLOJİK AÇIDAN TARİHÇİLİK ELEŞTİRİSİ,


Alkan ÜSTÜN 
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, 
alkanustun@gmail.com 
Bahattin CİZRELİ 
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, 
bahattincizreli@gmail.com 


Özet 

Demokrasi siyasal değil, toplumsal bir durumdur. Kişilerin kendilerini anlamlı kılabildikleri farklı kültür grupları içinde bulunması ve bu heterojen bütünlüğün korunması ancak birey ile en örgütlü yapı arasında koruyucu bir sosyal sahanın varlığı ile mümkündür. Sivil alanların varlığı ve korunması demokratik düşüncenin toplumsallaşması ile olur. Demokrasi siyasi seçimlerin sürekliliği ile değil, çıkarlarının bilincinde olan ve toplumsal gerçekliğine yabancılaşmamış bireyler ile geçerli kılınır. Bireylerin yaşanan gerçeklikle irtibatını kesen, onların içinde bulunduğu duruma yabancılaşmasına neden olan ve gözlerine perde çeken düşünsel örtüler söz konusudur. Bunlar farklı alanlardan inşa edilen ideolojilerdir. Tarih aracıyla ideolojik, gerçek-dışı bir güvenli düşünsel saha kurma en yaygın kullanılagelen siyasal yöntemdir. Güncel sosyal gerçekliğin kavranmasında geçmişten bugüne nedensellikler kurmak geçerli bir yöntemdir. Bu nedenle sosyoloji tarihsel metoda dayalı yapılmalıdır. 
Ancak tarihin eşitsizlikleri örten bir ideoloji olarak kullanılmasına karşı sosyoloji eleştirel yaklaşmalıdır. Bu nedenle sosyoloji tarihsellik ile tarihsicilik arasında bir ayrım yaparak demokratik durumun inşasına katkıda bulunmalıdır. Bu çalışma teorik bir araştırmadır. Literatür üzerinden yürütülecek tartışmanın birinci bölümünde ideoloji kavramına sosyoloji alanından sunulacak eleştiriler ele alınacaktır. İkinci bölümde ise tarihsicilik eleştirisi yapılacak ve sonuç bölümünde tarih-sosyoloji ilişkisi yeniden değerlendirilecektir. Araştırmanın bilimsel alana katkısı yöntem tartışması üzerinden olacaktır. 


Giriş 

Yakın dönem siyasi tarihimiz demokrasinin yalnızca yasal seçimlerin düzenli olarak gerçekleştirilmesiyle tesis edilemeyeceğini göstermiştir. Demokrasi belirli zaman aralıklarıyla seçimlerin düzenlendiği ve çoğunluğun tercihinin egemen olduğu bir politik durum olarak değil; iletişim alanlarının açık, toleransın yaygın ve ifade özgürlüğünün meşru olduğu bir toplumsal durum olarak tanımlanabilir. Bu yönüyle demokrasinin toplumsallaşması, demokratik kültürün hâkim kılınması ile geçerli olabilir. 

Fransız Hukukçu Alexis de Tocqueville cumhuriyetin tek başına demokrasi demek olmadığını yaptığı araştırmalar sonucunda aktarır. Ona göre demokratik özgürlük ortamı tek başına yasalar ve siyasal kararlarla sağlanamaz. Toplumsal durum demokrasiyle uyumlu olmadıkça siyasal durum değişmeyecektir. Demokrasinin en büyük garantisi toplumsal farklılığın ve örgütlenme özgürlüğünün korunmasıdır. (Çağla, 2007) Demokrasi kişinin kendi hayatı ve dâhili olduğu toplumsallıklar hakkında karar alma süreçlerine katılabilme hakkıdır. 

Tocqueville siyasi olanla kültürel olan arasında bağ kurmaktadır. Dolayısıyla demokrasi bireylerin kültürlenme süreçleri boyunca edindiği bir erdem olarak kavranabilir. Kültürlenme sürecinin formel bir dahili olarak eğitim kurumu açık, örtük ve bozuk işlevlere sahiptir. Bu metin, daha özel bir alan olarak tarih eğitiminin demokratik kültürün oluşumuna müdahalesini ve rolünü tartışma 
amacındadır. Tarih eğitiminin tarihsici, ideolojik zeminde inşa edilmesi eğitim-demokrasi ilişkisi bağlamında bozuk işlevselliğe örnektir. Tarih ile sosyolojinin iç içe girdiği bir eğitim modeli ise demokratik kültürlenme sürecinin temelini oluşturabilir. Nicel bir ölçüm modeline ve saha araştırmasına dayanmayan bu makale, söz konusu varsayımlar üzerine bir deneme niteliğindedir. 
Makalemiz sosyoloji literatüründen beslenerek tarihsiciliğin eleştirisi ve tarihsel sosyolojiden beslenen bir tarih eğitiminin imkânı üzerinedir. Tezimizin anlaşılması amacıyla demokratik kültürün yerleşmesi önündeki engeller tanımlanacaktır. Bu niyetle tarihsel sosyolojinin siyasal bağlamı da literatür üzerinden ortaya konacaktır. 

Tahakküm Kültürü, İdeoloji, Demokrasi 

20. yüzyılın başında Avrupalı Marksistler yükselen işçi sınıfı örgütlülüğü sonucunda ülkelerinde proleter devrimler beklemektedir. Ancak devrim, tarımsal üretimin egemen olduğu Rusya’da ortaya çıktığı gibi Avrupa’da da tam aksine Faşizm rüzgârı esmiştir. Bu beklenmedik durum karşısında Marksist teorisyenler ekonomik indirgemeciliğe karşı Marksizm’in şerefini kurtaracak yeni bir teorik 
açılıma ihtiyaç duyarlar. Siyasal olanı salt ekonomiye bağlayan okuma karşısında, siyasal olanla kültürel olanın ilişkisine dair literatüre katkıda bulunurlar. 

Antonio Gramsci siyasal egemenliğin yönetici konumunda olmakla sınırlı olmadığını; gerçek hegemonyanın kültür üzerinde sağlanabileceğini söyler. Ona göre ekonomizm kutsanarak politikanın yolu kesilmektedir. Toplumsal değişim kültür üzerinden okunabilir. Kültürel olana aydınlar yoluyla müdahale edilmedikçe toplumsal olana da gerçek anlamda müdahale edilemez. Siyasi parti kültüre müdahale aracıdır. (Gramsci, 2008) Gramsci’nin teorisinde kapitalizm bilinçleri denetlemektedir. Bir tahakküm kültürü oluşturmaktadır. Yani insan bilinci kültürel araçlar vasıtasıyla şekillendirilmektedir. Kültür, egemenlerin ve muhalefetin mücadele alanıdır. Bu kuramsal katkıyı demokrasi ekseninde yeniden okuduğumuzda demokratik bir siyasal rejimde dahi anti-demokratik 
grupların bir tahakküm kültürü üretebileceği görülebilir. 

Frankfurt Ekolünün öncü isimlerinden Theodor W. Adorno kitlelerin yanlış bilinçlenme durumunu analiz ederken kültür endüstrisi kavramını kullanır. O, bu kavramla şeyleşmiş, insanı bulunduğu gerçekliğinden koparan, kitlelerin kontrol altına alınmasını sağlayan kültürü kast eder. Endüstriyel malzemeye dönüşmüş kültür bir manipülasyon aracıdır. (Adorno, 2009) Bu yönüyle kültür endüstrisi 
anti-demokratik toplumsal durumu meşrulaştıran bir aygıttır. 

Louis Althusser ise bu tartışmaya devletin baskı aygıtları ve ideolojik aygıtları tasnifiyle katkı yapar. Egemenlik sadece baskı ve zor yoluyla tesis edilemez. İdare, ordu, polis, yargıçlar, mahkemeler ve hapishaneler baskı aygıtlarıdır. Burjuva ideolojisi egemenliğini esas olarak hukuk, din, eğitim ve sanat gibi ideolojik aygıtlarla sağlar. Althusser burjuva ideolojisi ile milliyetçilik, liberalizm, ekonomizm ve hümanizmi kast eder ve ideolojiye olumsuz bir anlam yükler. Onun için ideoloji bir yanılsamadır. 

Aslında tarihsiz olan ideoloji kendisini uydurma bir tarihselliğe dayandırır. İdeoloji ile var oluş yeniden tasarımlanır. Herkes bir ideoloji içine doğar. Her insan birden fazla ideolojinin etkisinde kalmıştır. (Althusser, 2003) İdeolojiler mevcut eşitsizlik ilişkisini korumaktadır. Bu yönüyle ideoloji kişiyi kendi gerçekliğine ve çıkarlarına yabancılaştıran bir uyutma aracıdır. 

Avrupalı Marksistlerin yürüttükleri tartışma, araştırma konusunun ortaklığı nedeniyle sosyoloji literatürüne katkı sağladı. Bu makale bağlamında Marksizm içi görünen bu tartışma, demokratik kültürün yerleşmesinde tahakküm kültürünün ve ideolojik körlüğün engelleyici özelliğini anlatmak için kullanılmıştır. İdeoloji burada nesnellikten uzak, taraflı bir bakış veya bir yanlış anlama halidir. Yerici anlamda ideoloji bastırma işlevi görür. Eşitsizlik amacıyla oluşan tahakkümü meşru kılmak için işlevsel bir araçtır. Kişi ideolojik olarak yanlış bilince maruz kaldığında gerçek çıkarlarını göremez. 
Kişinin kendi çıkarlarına sahip olması bilgiye eksiksiz ulaşması ile mümkündür. (Geuss, 2002) 

İdeolojiler aslında demokrasilerle birlikte ortaya çıkmıştır. Modern dönem mamulüdür. Kitlelerin siyaseti etkileme gücünün ortaya çıkmasıyla çıkar gruplarının kitleleri yönetme, manipüle etme amacının bir ürünüdür. Kavramı ilk kullanıma sokan Francis Bacon’dur. İnsan düşüncesini örten hatalı kavrayışları anlatmak için idoller kavramını kullanmıştır. Fransız Devrimi sürecinde ise kavram olumlu bir anlama sahiptir. Antoine Destutt de Tracy tarafından aydınlanma düşüncesini yaymak amacıyla düşünce bilimi anlamında kullanılır ideoloji. Marx’ta ideoloji idealist felsefeyi anlatmak için kullanılır. “Alman İdeolojisinin” karşısına kendi fikirlerini koyar. Ona göre tüm fikirler değil sadece toplumsal eşitsizliği gizleyen fikirler ideolojidir. Nihayetinde ideolojiler üretim ilişkilerinin yansımasıdır. İdeoloji bilinçli bir üretim olsa da bilinçleri çarpıtan bir araçtır. Ancak Lenin’den sonra ideoloji Marksistler için burjuvaziye karşı bir silah olarak görüldü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ideoloji kavramı Nazizmin ve Stalinizmin tahripkârlığı karşısında tümüyle olumsuz bir anlam içerir. İdeoloji kavramına olumsuz anlam yüklenmesine Gramsci ve Althusser de katkıda bulunur. (McLellan, 2009) 

Mannheim ideolojiyi tüm bilgilerin ideolojik olduğunu anlatmak için kullanır. Bilgi modern toplumu oluşturan farklı sosyal grupların yanlı ve seçici değer ve isteklerinin bir yansımasıdır. Onun için hakikat dediğimiz her şey bir dünya yorumudur. Her ideoloji bir sosyal durumu yansıtır. (Slattery, 2015) Mannheim’a göre ideoloji olumsuz bir içerik taşımasa da göreceli yönü vurgulanır. İdeoloji 
toplumsal gerçekliğin asla kendisi değil, olsa olsa bir yönüdür. 

İdeoloji veya tahakküm kültürü olarak ifade ettiğimiz yanılsama durumu bizim kurgumuzda demokrasinin kurumsallaşması önündeki engeldir. Çıkar gruplarının veya ideolojik grupların kalabalıklara tahakküm kurması hem farklılaşma hem de toleransın önündeki engeldir. Kendi gerçekliğinin farkında olmayan birey bağlı olduğu grubun hizmetinde iken kendi çıkarlarının aleyhine hareket edebilir. Çünkü ideoloji onun analiz kabiliyeti üzerindeki örtüdür. “İzm’ler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” (Meriç, 1979) 

Aşırı politiklik ve Sivil Toplum 

Şahısların kendi hayatlarını doğrudan ilgilendiren her türlü konuda karar alma süreçlerine doğrudan dâhil olması ve aktif bir özne olarak kendi çıkarlarının bilincinde bir halde düşünebilmesi ancak ideolojilerden bağımsız bir politik ortamda mümkün olabilir. Fikirler üzerindeki tahakkümün kaldırılması hâkim ve ezici siyasetlere karşı temkinli bir duruşla geçerli olur. Zannedildiğinin aksine 
insanları apolitik olmakla suçlamak onları duyarlı kılmaz, tersine aşırı politikliğe savurabilir. 

Siyasetin toplumsal hayata aşırı müdahalesinin olası olumsuz sonuçlarını sosyoloji yazınında ilk ifade eden Emile Durkheim’dir. “İntihar” adlı çalışmasında Durkheim elcil ve bencil intiharlar hakkında mülahazada bulunurken siyasetin müdahale düzeyine dikkat çekmektedir. Elcil intihar, toplumsal ruhun ve onun bir görünümü olarak siyasallığın birey üzerinde baskın olmasıyla ortaya çıkmaktadır. 

Bencil intihar ise bireyin tüm toplumsallıklardan ve anlamlı hallerden kopmasıyla oluşur. O halde hem bireyi devletin (siyasetin) baskısından koruyabilecek bir tampon güce, hem de bir anlam birlikteliğine ihtiyaç vardır. İşte bu noktada Durkheim mesleki örgütlenmeleri önerir. (Durkheim, İntihar - Toplumbilimsel İnceleme, 1986) Onun mesleki örgütlenme olarak ifade ettiği alana bugünün 
anlamı ile sivil toplumda diyebiliriz. Yani kişinin kendi yaşamı hakkında karar verebildiği serbest alan. Hem bireyi norm alanına bağlı tutacak hem de onu aşırı politizmin, ideolojik taassubun etkisinden kurtaracak alan.1 

1 Emile Durkheim’in ideolojiye olan karşıtlığından da bahsetmek gerekir. “Sosyolojik Yöntemin Kuralları” adlı şaheserinde Durkheim bilim ile ideolojinin kesinlikle karşıt olduğunu vurgular. Sosyoloji herhangi bir ideolojiden taraf değildir. Çünkü ideolojiler olguları açıklamayı değil yeniden oluşturmayı isterler. Onlar olgulardan değil tutkulardan yola çıkarlar. (Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, 2012) 

2 1856-1952 yılları arasında yaşamış İtalyan filozoftur. 

3 1888-1965 yılları arasında yaşamış Alman filozoftur. 

Bizim aşırı politizm, tahakküm kültürü ve ideolojiden kurtulmak gerekliliği olarak ifade ettiğimiz durumu Habermas önyargılardan kurtulmak olarak ifade eder. Önyargılardan soyutlandığımız oranda iletişimselliğin önü açılır ve demokratik, uzlaşmacı kamusal alanın inşası sağlanır. Kamusal alan devletle birey arasındaki kurumsallaşmadır. Kamusal alan vatandaşların hem devlete hem de genel olarak siyasete karşı formel-informel yollarla eleştiri yapma hakkını güvence altına alır. Kamusal alan resmi daireler değil sivil alanlardır. Kamu yararı devletin yararı değil toplumun yararıdır. (Hatipoğlu, 2010) 

Esas konumuza gelecek olursak; tarih yazını ve tarih eğitimi demokratik kültürün oluşumuna katkı sunacak biçimde ideolojik taassuba karşı mıdır, yoksa ideolojik anlatımın tesirinde tahakküm kültürü ve ön yargıya destek mi olmaktadır? İddiamız odur ki sivil alanın korunması, demokratik kültürün tesisinde tarih eğitiminin ve tarihçilerin sorumlulukları bulunmaktadır. Eleştirel aklın gelişmesi ve toleransın yayılması için tarih anlayışına dair bir kritik sürekli bir biçimde yürütülmelidir. Tarih disiplinine dair eleştirel bakmak elbette tarihi mahkûm etmek anlamına gelmez. Her sosyolojik olgunun aynı zamanda bir tarihsel olgu olduğu bilinciyle tüm sosyal bilimciler tarihten yararlanmalıdır. 

Bu alanda yazılmış literatürü değerlendirildiğinde bir sosyal bilim olarak tarih ile ideolojik tarihçiliği ayırmak için tarihselcilik/tarihsicilik ayrımına gidilmektedir. Tarihselcilik sosyal olguları tarihselliği içerisinde, sadece siyaset eksenli değil çok boyutlu ve bütünlüklü bir biçimde ele almak iken; tarihsicilik bir bilimsel kehanetçilik edası ile tarihi tek bir öze indirgeyerek evrimci biçimde 
irdelemektir.Tarih disiplini tarihsicilik ile diğer sosyal bilimler desteğiyle hesaplaşabildiği oranda demokratik kültüre katkıda bulunacaktır. 

Tarihselcilik Tarihsicilik Ayrımı 

En genel şekliyle ifade etmek gerekirse tarihsicilik, tarihsel gelişimlerin yasalarının ve ilkelerinin bulunduğu ve eğer bu genel geçer yasalar keşfedilirse insanlığın geleceğinin tahmin edilebileceği iddiasıdır. Bu anlayışı eleştiren düşünürlerden olan Karl Popper ise tarihsiciliği, “bilimin öndeyiler yapma görevi olduğundan hareketle uzun dönemli tarihsel kehanetlerin” ortaya konulması olarak tarif etmektedir. Bu kâhinlik ise tarih yasalarının aynen doğa bilimlerindekine benzer kanunların keşfi ile mümkün olduğu tarihsiciler tarafından düşünülmektedir. Popper bu türden toplum felsefelerini şu 
açılardan eleştirmektedir. Öncelikle Popper’a göre sosyal hayatın akışı içerisinde “seçim ve sorumluluklar” bireye aittir. Dolayısıyla, bir toplumdaki üyelerin irade ve inisiyatiflerin bağımsız olarak “tarih yasalarınca” sabit belirlenmiş bir gelişme doğrultusu bulunmamaktadır. Bir başka ifade ile insanlar her hangi bir tarihsel gerekliliğe göre değil, kendi seçimleri doğrultusunda hareket etmekte dirler. (Popper, 2013) 

 Tarihselcilik kavramını kendi felsefesini açıklamak için ilk kullanan Benedetto Croce’dir.2 Croce, tarihin tümü üzerine düşünemeyeceğimizi iddia eder. Tarihselcilik ve tarihsicilik ayrımını ilk yapan ise Erich Rothacker’dir.3 Ona göre tarihselcilik iki temel ayak üzerinde yükselmektedir. Birinci olarak tarihi fenomen ve olgular biricik ve yenilenemezdirler. Her olgu onu oluşturan çok sayıdaki bağımsız değişkenin sonucudur ve bu sebeple de biricik (benzersiz) niteliğe sahiptir. Tarihselciliğin ikinci karakteristiği ise tarihi olayların gerçekleştikleri dönemki tarihsel gelişmelerin seyri içerisinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Buna göre her bir tarihi olay, günümüzün değer yargıları ve kavramları ile değil, ait oldukları dönemin düşünce ve anlayış yapıları ile değerlendirilmelidir. 
Rothacker tarihsiciliği eleştirir ve onu “insanlık tarihini, fizik evreni olduğu gibi kavrama konusunda ilkel bir cesaret veren ve ilkel mekanik analojilerle tarihi anlamaya çalışan çocukça bir natüralizm” ifadeleri ile yerer. (Özlem, 2007) 

Ernst Troeltsch tarihselcilik tartışmasına farklı bir pencereden bakarak “iyi ve kötü tarihselcilik” kavramlarını kullanmayı tercih eder. Ona göre “iyi tarihselcilik” tarihsel düşünme biçimine sahip olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, her dönemin kendine özgü değerleri vardır ve bunların bugünden bakarak anlaşılamaz. Bu sebeple eski yazılı yapıtlar ancak yorumlanabilir yani hermeneutik yöntem 
kullanılabilir. Kötü tarihselcilik ise genel itibariyle tarihsiciliğe denk düşmektedir. Esasında tarihsicilik kavramını literatürde ilk kez F. Nietzsche’nin kullanmış tır (Özlem, 2007). Nietzsche’ye göre tarih, insanı geçmişe bağlayan ve onu kısıtlayan bir zincir gibidir. İnsan özgürce hareket etmek istediğinde tarihsici anlayış ayağını sürümekte ve özgür iradesini baltalamaktadır (Nietzsche, 2006). 

Tarihi İdeolojileştirmek: Tarihsicilik 

Tarihte bütünlülük, tek anlamlılık ve genel geçerlik olduğunu iddia eden tarihsici anlayışa göre tarihsel gelişimin sabit yasaları bulunmaktadır ve bunlar bilimsel olarak ortaya konulabilir savı mevcuttur. Popper’a göre ise tarihsicilik “totaliter ideolojilere körü körüne bağlanışı gizleyen bir maskedir”. Tarihin kaçınılmaz ilerleyiş yönü ve bunun bilimsel olduğu iddiası öne sürülerek şiddet ve 
zor kullanmanın meşrulaştırılmasının önü açılmaktadır. Bu noktada verilebilecek belki de en uygun örnek faşist ideolojilerdir. Örneğin Nazi Almanya’sında Almanların “üstün ırk” olduğu görüşü diğer etnik kökenden gelenler üzerinde cebir uygulama ve hatta kitlesel öldürmelere varan felaketlere yol açmıştır. Çarpık tarihsici görüşten beslenen ideolojileri ile tarif ettikleri “yaşam alanı”nı (Lebensraum) genişletmek için durup çekinmeksizin başta Polonya olmak üzere tarihsicilikten aldıkları güç ve devşirdikleri hedef ile Avrupa’nın pek çok ülkesini işgale girişmişlerdir. (Popper, 2013) 

Tarihsici görüş tarihin belirli bir yöne ve önceden kestirilebilir katı bir kesinlikle aktığını iddia etmektedir. Tüm insanlığın tarih boyunca çeşitli aşamalardan geçtiğini ve geçeceğini savunan ve bu gelişim yönünün lineer ve kaçınılmaz olarak ilerlediğini iddia eden Marxist görüş tarihsici anlayışa verilebilecek bir başka örnektir. Bu görüşe göre tüm insanlık tarihi sınıf savaşımları tarihidir ve bu savaşım, tarihin çarkını ileri çeviren bir motor vazifesi görmektedir. İnsanlık tarihi dört aşamadan geçerek beşinci ve nihai aşama olan sosyalizme evrilecektir (Marx & Engels, 2008). Bu kaçınılmaz sondur ve kapitalist devletler ve içerisinde barındırdıkları iki temel sınıfsal unsur olan burjuva ve proletaryanın savaşımı ve çelişkileri bu devletleri sosyalizme taşıyacaktır. Sosyalizme evrilen bu yolun 
mutlak değişmez olduğu ve lineer ilerlemenin tüm insanlık için geçerli olduğu savı ileri sürülmektedir. Ancak kimi tarihsel gelişmeler (Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesi ve Sovyetlerin yıkılması) bu şekilde bir değişmez yazgının varlığını geçersiz kılmıştır. Bu bağlamda Marxist tarihsici görüş her ne kadar insanlığın doğasını ve geleceğini çözümlediğini iddia etse de yaşanan tarihi gelişmeler bu savları desteklememiştir. 

Popper bu tarihsici görüşün karşısında konum alarak toplumsal yasaların zaman ve mekâna bağlı olarak sürekli değiştiğini ve uzun erimli genellemelerin geçerli olamayacağını savunur. Ona göre tarih yasalar ortaya koyan bir bilim değil; yorumlamalar yapılabilecek bir alandır. (Popper, 2013) Burke tarihin ancak geçmişteki olayların belli başlı yorumlarından mürekkep olduğunu ifade etmektedir ve çok daha önemlisi bu yorumlar nihai sonuçlar ya da genellemeler değillerdir (Burke, 2005). 

Bu nedenle tarihsicilik aslında öncelikle bir epistemolojik hata üzerine kuruludur. Tam bu noktada tarihsiciliğin bir diğer metodolojik uygulanamazlık nedeninden bahsetmek yerinde olacaktır. Fizik kanunları zaman ve mekâna bağlı olmaksızın değişmezlik iddiasında iken, sosyal bilimlerin araştırma nesneleri tarihsel ve kültürel farklılıklar ve bunların sürekli dinamik yapılarındandolayı durmaksızın değişkendirler. Diğer bir deyişle genellemeler yapma ve genel geçer bilgilere ulaşma doğa bilimlerinin özünde varken tarihteki olayların biricik olarak belirdiğini ve bir dönemden bir diğerine geçmediği söylenebilmektedir. 

Tarihsiciliği ismen kullanmasa da tarihin bu biçimde kullanımına bir diğer itiraz da Michel Foucault’ya aittir. Nietzche’den etkilenen Foucault tarihin tek bir öznesi olduğu iddiasını reddeder. Tarih sabit bir süreklilik ve nedensellik içinde okunamaz. Tarih salt siyasete, olağana ve toplumun evet dediklerine bakmamalıdır. Tarih, norm dışı kalan üzerinden de okunabilir. Bu nedenle Foucault, Deliliğin Tarihi ve Cinselliğin Tarihi gibi konularla da ilgilenmiştir. (Yelken, 2007) 

Tarihsel Sosyoloji 

Genel itibariyle tarihsel sosyoloji tarih ile sosyoloji alanları arasındaki ortaklaşa bir girişimi ifade etmektedir. Peter Burke’nin ifade ettiği üzere tarih ve sosyoloji “düşünsel komşulardır”. İnterdisipliner çalışmalara güzide bir örnek oluşturan tarihsel sosyoloji, dikkat çekici bir birliktelik oluşturmaktadır. (Burke, 2005) 

Yapısalcı perspektiften baktığımızda sosyoloji toplumsal değişim ve dönüşümler ile bunların nasıl olageldiğini açıklama çabası içerisindedir. Sosyal yapıların dönüşümüne ilişkin elbette katı yasalar ortaya konulamasa (ya da bu tarz bir çaba bilimsellik iddiasında olamayacaksa) da kimi sosyal yapıların ortaya çıkışının belirlenebilir (diğer bir deyişle adı konulabilir) bir kronolojik forma haiz 
olabileceği söylenebilmektedir. Örneğin, feodalizm, kapitalizm, ulus devlet, sanayi devrimi gibi toplumsal olguların ortaya çıkışı en azından az çok kronolojik bir zaman çizgisi dâhilinde gözlemlenebilmektedir (Özdalga, 2009). Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer çok önemli husus, söz konusu toplumsal olguların bir gün ya da gecede ortaya çıkmadığıdır. Örneğin Sanayi Devrimi ya 
da Fransız İhtilali bir anda oluveren olaylar değillerdir. Aksine, ortaya çıkışları belirli bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir. Tam da bu sebeple uzun süreli tarihsel perspektiflerden bakılmadan anlaşılıp kavranmaları mümkün görünmemektedir. Tarihsel sosyoloji bize bu perspektifi sunmaktadır. 

Öte yandan, uzun erimli bir süreci içeren tarihsel bir perspektife sahip olmak tarihsel sosyolojinin biricik ayırt edici özelliği değildir. Bu karakteristiğinin yanı sıra bir diğer öne çıkan özelliği, odak noktasını alışılagelen tarih analiz birimi olan devletlerin siyasi tarihleri, savaşlar, antlaşmalardan; iktisadi, sosyal ve kültürel dönüşümlere kaydırmasıdır. Bu özelliği görebileceğimiz en kristalize 
olmuş örnek Fransa’nın ünlü Annales Okulu’dur. Okulun ilk temsilcileri olan Marc Bloch ve Lucien Febvre’nin yanı sıra ikinci kuşaktan Fernand Braudel tarihsel sosyoloji alanında ses getiren çalışmalara imza atmışlardır. Bu ekolün dergisi olan “Annales Ekonomi ve Sosyal Tarih Dergisi”ndeki çalışmaların temel odak noktası alışılageldiği üzere siyasi tarih değil; Burke’nin ifadesi ile (Burke, 
2005) daha insani ve geniş bir tarihi analiz etmektir. Bununla birlikte bu okulunun amacının tarihteki tekil olaylardan çok yapıları çözümlemek hedefinde olmaları da onları tarihsel sosyoloji pratiğinin içinde yer aldıklarını göstermektedir. 

Sosyal tarihçiliği veya Annales Okulu’nu anlamak onlara da tarihsellik içinde bakmakla mümkündür. 19. yüzyılda Rankeci tarihçilik egemendir. Leopold von Ranke spekülasyon ve saray merkezli tarihçiliğe karşı, tarihi profesyonel bir alana dönüştürmüştür. Fakat onun arşivciliğe verdiği önem toplumsal ve kültürel tarihin görmezden gelinmesine neden olmuştur. Toplumsal hareketler ve 
ulusçuluk hareketleriyle Ranke’nin tarih disiplininde öncülük yaptığı sıçrama 19. yüzyıl sonlarında eleştirilmeye başlanmıştır. François Simiand, tarihçiler kabilesinin üç puttan kurtulması gerektiğini söyler: siyaset, birey ve kronoloji. İtirazlar ve eleştiriler Annales Okulu’na giden yolu açmaktadır. Annales okulu Simiand’ın bahsettiği putları kırar (Sönmez, 2010). 

Şüphesiz Annales Okulu temsilcileri tarihsel sosyoloji alanında faaliyet gösteren yegâne bilim insanları değildir. Skocpol, “Tarihsel Sosyoloji” adlı eserinde bu alandaki çalışmaların karakteristik özelliklerini derli toplu bir biçimde ortaya koymaktadır. Tarihsel sosyoloji çalışmalarının çerçevesini kabaca çizen dört özellikten birincisi, zaman ve mekâna somut olarak yerleşmiş toplumsal yapıları 
sorun edinmesidir. Biricik ve tekil olayların yorumlanması değil, örüntü halinde farklı zaman dilimleri ve farklı sosyal birimlerde görülen ortak toplumsal yapılar sorunsallaştırılır. İkinci olarak süreçler zamansallık içerisinde ele alınır ve olguların nedenlerini açıklamada “zaman ardışıklığı” esas alınır. Böylece anakronizmin de önüne geçilmiş olunur. Üçüncü olarak tarihsel sosyolojide tarihsel olaylar ile yapısal bağların etkileşimine bakılmaktadır. Son olarak da özgün toplumsal yapıların ve değişim kalıplarının özellikleri aydınlatılmaya çalışılır. Toparlayacak olursak tarihsel sosyoloji toplumsal yapıların ve değişim süreçlerinin doğasını ve etkilerini kavramaya çalışmaktadır. Bu bağlamda itici gücünü ise klasik teorilerden değil, tarihsel temelli sorulardan almaktadır. Skocpol’un ifadesi ile tarihsel sosyoloji araştırmacısı her hangi bir teori oluşturma amacında değildir; önemli tarihsel örüntüleri açıklamaya yetecek “nedensel bir düzenlilik” keşfetmeye/bulmaya çalışmaktadır. (Skocpol, 2014) 

ABD’li ünlü sosyolog Wright Mills de (1916-1962) “Toplumsal Muhayyile” eserinde öne çıkan düşünceleri ile tarihsel sosyolojinin temsilcilerinden sayılabilmektedir. Mills’in (2000) düşüncesi toplum içerisindeki her bir bireyin kendi biricik biyografisi ile toplumsal yapı arasında kuvvetli bir bağ olduğudur. Diğer bir deyişle, bireyin kendi öz tarihi aynı zamanda içerisinde bulunduğu 
toplumdan etkilerin rahatlıkla gözlenebileceği izler barındırmaktadır. 

Bir diğer örnek olarak Norbert Eliası’ın “Civilite” kavramı ve daha özelde ise “Saray Toplumu” isimli eseri gösterilebilir. Elias bu çalışmasında (2004) kimi sosyal adetlerin (örneğin yeme içme, temizlik vb. günlük pratiklerin) Avrupa’da Ortaçağdan 20.yy’a kadar olan tarihsel süreçte nasıl değişimler izlediği ve bu değişimlerdeki sosyal yapının rolünü ele almaktadır. 

Benzer bir şekilde E. P. Thompson’ın ünlü çalışması “The Making of the English Working Class” (2013) da tarihsel sosyoloji alanının öne çıkan örneklerinden birisidir. Thompson bu eserinde İngiliz işçi sınıfının tarihin bir noktasında durup gözlemlenebilecek bir olgu olmadığını, belirli bir toplumsal anın fotoğrafını çekme iddiasında olan kesitsel sosyal bilim araştırması ile kavranamayacağını öne sürmektedir. Ona göre İngiltere’de sınıf olgusu bir anda durulup görülebilecek bir şey değildir. Kendi tarihinden yalıtık ve soyut değildir; aksine toplumsal kültürel bir oluşumdur ve belki de en önemlisi tarihsel bir süreçtir. Dolayısıyla söz konusu olguya tarihsel bir perspektiften bakılmadıkça, bilim insanı tarafından anlaşılıp kavranması mümkün olamayacaktır. 

Sonuç: Tarih Eğitimine Demokrasi Aşısı 

Theda Skocpol şöyle der: “Temel anlamda sosyoloji, her zaman tarih temelinde ve yönelimindeki bir girişim olmuştur” (Skocpol, 2014). 

Tarih ile sosyoloji arasındaki ilişki klasik dönemden bu yana süregelir. Weber bir sosyolog olduğu kadar bir tarihçidir. Franz Oppenheimer, Werner Sombart, Karl Marx, Michel Foucault, Pitirim Sorokin, Immanuel Wallerstein gibi çoğu sosyolog aynı zamanda iyi bir tarih okuyucusudur. Bu metinde sosyoloji tarih arasındaki ilişki sadece interdisipliner bir faaliyet olarak okunmamaktadır. 

Tezimiz, tarih ile başta sosyoloji olmak üzere diğer sosyal bilimlerle yöntemsel ve kavramsal bir alışverişin; tarihsiciliğin aşılarak ideolojik tarihin tasfiyesini sağlayacaktır. Tarihi özcü, siyaset merkezli ve mikroya odaklanmış biçimde daraltmak yerine ideolojik üretimlere zemin olmayacak bir tarih anlayışı üretilmelidir. “Somut sosyoloji, insanın bütün yabancılaşmalarına, toplumsal varlık olarak bilinen insanın gelişmesini engelleyen her şeye son verecek olan dönüşümlerin başarılı olması için, yine toplumun tümünü inceleyecek gereçler hazırlayacaktır.” (Ergun, 2007) 

Sosyoloji ile tarih arasında ilişkisellik, kültürel-toplumsal tarihçilik toplumsal-tarihsel olguların çok boyutlu kavranmasının yanı sıra ideolojik kalıpların aşılmasını sağlar. Tarihi, tarih disiplinini ve tarih eğitimini, sosyal bilimlerin etkisi ve katkısıyla yeniden değerlendirmek, tarihsiciliğin tasfiyesini sağlayacaktır. Tarih eğitiminde etkili olabilen tarihsici ideolojiler öğrencilerin önyargılı, iletişimselliğe kapalı ve toleranssız olmasına neden olabilmektedir. Tarihsici ideolojilerin tesirinde eğitim tarihi tek bir siyasal özne ekseninde okunabilir. Tarihi yapan bu öznedir ve diğer tüm tarih unsurları bu öznenin karşısında ya da yanındadır. Bütün totaliter düşünceler sırtını tarihe dayar. Tarih içerisinden üretilen düşmanlarla güncel siyasete müdahale edilmek istenir. İnsanlar kendi gerçekliklerinden kopartılarak siyasal grupların çıkarlarını kendi çıkarları olarak algılarlar. Bu, insanın kendi gerçekliğine yabancılaşmasıdır. 

Metnimiz boyunca yürüttüğümüz tartışma bağlamında tarih eğitiminin tahakküm kültürüne karşı demokrasinin gelişimine katkı sunması için şu öneriler sunulabilir: 

. Tarih eğitimi siyasal özcülükten arındırılmalıdır. 
. Tarih tek bir siyasal özne ve bireyler tarafından yapılmamaktadır. 
. Bugünden geçmişe baktığımızda nedensellikler kurabilsek de bu tarihin nomotetik (yasa koyan) bir disiplin olduğu anlamına gelmez. 
Bir olgunun meydana gelmesinde her zaman birden fazla belirleyen vardır ve bu belirleyenlerin tarihin başka bir evresinde bir kez daha bir araya gelebileceği nin kehanetini öne sürmek olanaklı değildir. Tarih, bir evrimsel çizgi üzerinde ilerlemez. 
. Tarih eğitimi siyasal vazifeler üretmek üzere yapılmamalıdır. Tarih bir propaganda aracı olarak kullanılmamalıdır. Tarih eğitimi bir ideolojik aygıt olarak kullanılmamalıdır. Tarih eğitimi kamusal alanın korunması için siyasetin ezici baskısından uzak durmalıdır. 
. Tarih eğitimi yazıcıları başta sosyoloji ve sosyal antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimlerden faydalanmalıdır. 
. Tarih araştırmaları ve konu anlatımları özne merkezli değil, bölgesel eksende yürütülmelidir. 


Kaynakça 

Adorno, T. W. (2009). Kültür Endüstrisi. İstanbul: İletişim Yayınları. 
Althusser, L. (2003). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul: İthaki Yayınları. 
Burke, P. (2005). Tarih ve Toplumsal Kuram. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. 
Çağla, C. (2007). Tocqueville. İstanbul: Belge Yayınları. 
Durkheim, E. (1986). İntihar - Toplumbilimsel İnceleme. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. 
Durkheim, E. (2012). Sosyolojik Yöntemin Kuralları. Ankara: Dost Kitabevi. 
Ergun, D. (2007). Doğa, Toplum, Birey. R. Yelken içinde, Tarih Sosyolojisi (s. 41-52). Ankara: Vadi Yayınları. 
Geuss, R. (2002). Eleştirel Teori. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 
Gramsci, A. (2008). Hapisane Defterleri. Ankara: Turmaks Yayıncılık. 
Hatipoğlu, F. K. (2010). Jürgen Habermas Düşüncesinde Üç Kavram: Önyargı, Eylem ve Kamusallık - 
Yükseklisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 
Marx, K., & Engels, F. (2008). Komünist Manifesto. İstanbul: Can Yayınları. 
McLellan, D. (2009). İdeoloji. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 
Meriç, C. (1979). Bu Ülke. İstanbul: Ötüken Yayınları. 
Nietzsche, F. (2006). Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası. İstanbul: İthaki Yayınları. 
Özdalga, E. (2009). Tarihsel Sosyoloji. İstanbul: Doğu Batı Yayınları. 
Özlem, D. (2007). Tarihselcilik-Tarihsicilik Tartışması. R. Yelken içinde, Tarih Sosyolojisi (s. 64-75). Ankara: Vadi Yayınları. 
Popper, K. (2013). Tarihsiciliğin Sefaleti. İstanbul: Plato Yayınları. 
Skocpol, T. (2014). Tarihsel Sosyoloji - Bloch'tan Wallerstein'e Görüşler ve Yöntemler. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 
Slattery, M. (2015). Sosyolojide Temel Fikirler. İstanbul: Sentez Yayıncılık. 
Sönmez, E. (2010). Annales Okulu ve Türkiye'de Tarihyazımı. Ankara: Tan Yayınları. 
Yelken, R. (2007). Foucault. R. Yelken içinde, Tarih Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları. 


***

Tarihçilerin Kutbu Türk Tarih Anlayışı ve Eğitimine Bakışı,

Tarihçilerin Kutbu Türk Tarih Anlayışı ve Eğitimine Bakışı,


Tarihçilerin Kutbu “ Halil İnalcık Kitabı ” Bağlamında; 
Halil İnalcık'ın Türk Tarih Anlayışı Ve Eğitimine Bakışı, Teklif Ve Uyarılar 

Nejdet Gök 
Necmettin Erbakan Üniversitesi, ngok46@yahoo.com.tr 

Ayşe Sümeyye GÖK 
MEB öğretmen, Selçuk Üniversitesi Master Öğrencisi, 
asumeyye90@hotmail.com 

Özet 

 Tarihçilerin Kutbu veya Şeyhü’l-Müverrihin (tarihçilerin şeyhi) gibi lakablarla ünlenen asırlık çınar, yaşayan tarihçimiz Halil İnalcık, kuşkusuz sadece Osmanlı tarihi tarihçiliği alanında değil, genel olarak Türk tarihi, tarihçiliği, tarih eğitimi ve metodolojisi alanında yurt içi ve yurt dışında yeni bir çığır açmış, kendine özgü ekol oluşturmuş bir tarihçimizdir. 

F. Braudel tarih okulunun Prof.Ömer Lütfi Barkan’la birlikte Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Halil İnalcık; Türkiyedeki sosyal tarih çalışmalarının öncüsü olan Prof.Fuat Köprülü’nün de asistanıdır. Arşiv temelli bir tarihçi olarak, Türkiye’de modern tarih çalışmaları ve eğitimine önemli katkılarda bulunmuştur. Ayrıca tarih ve soyoloji arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş, ancak her iki bilim 
dalının ayrıldıkları noktaları açık bir biçimde belirtmiştir. Ona göre; Gerçeğe ancak belge ve bulgulara dayanan tutarlı yorum ve değerlendirmelerle ulaşılabilir. O nedenle arşiv vesikalarını esas kabül eden ve ona göre sonuçlara ulaşmaya çalışan; Ahmet Refik, Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Barkan, İ.H.Uzunçarşılı gibi yerli, Paul Wittek, Menage, F. Kraelitz gibi yabancı bilim adamlarını takdir eder, model gösterir ancak hata ve eksikliklerine de dikkat çeker. 

 Halil İnalcık’ın tarihçilik konusundaki ayrıntılı düşüncelerini bize aktaran kitaplardan birisi de “Tarihçilerin Kutbu-Halil İnalcık Kitabı” dır. Biz bu tebliğimizde sözkonusu hatırat kitabını esas 
alarak; Halil İnalcık’ın Tarih anlayışı, yazımı ve eğitimine bakışı, teklif ve uyarıları üzerinde duracağız. 

Anahtar kelimeler: Halil İnalcık, Türk tarihciliği, F.Braudel, Fuat Köprülü, tarihçilerin kutbu 

Halil İnalcık’s approach to Turkish history and history education, his 
recommendations and warnings based on the book 


“ Tarihcilerin Kutbu – Halil İnalcık ” 

Halil İnalcık, Turkish historiography, F.Braudel, Fuat Köprülü, Tarihçilerin Kutbu (the Lead of Historians) 

Giriş 

Bildirinin konusu olan Tarihçilerin Kutbu adlı eserinde kendisine sorulan sorular çerçevesinde birçok konuda, gelecek nesillere ışık tutacak noktalara işaret eder. Açıklığa kavuşturduğu ilk husus sahip olduğu misyondur ve bunu şu ifadelerle açıklar: 

Bu yazının hazırlandığı günlerde Halil İnalcık hocamız henüz hayatta idi. Hastanede tedavisi devam ediyordu. 25 Temmuz 2016 günü kendisini kaybettik. Rahmet ve saygı ile anıyoruz. 

“Benim bütün emelim, Osmanlı tarihini gerçek bir tarih olarak yazmak. Bilhassa Osmanlı tarihinin batı literatüründe çok çarpıtıldığını, genellikle Türk tarihinin ve Türklerin düşmanca küçümsendiğini gördüğüm için son amacım, türk tarihinin hakikatlerini batılılara kabul ettirmek. Bende vatan sevgisiyle hakikat sevgisi birleşmiş, Batıda hala haçlı ruhu sürüp geliyor. AB dolayısı ile yapılan beyanlara ve dayatmalara bakınız. 

Neden, efendi olmuşuz. Bugün de var. Sıradan bir Batılının Türk hakkında çok olumsuz fikirleri vardır. Sözde AB’ye gireceğiz ya, Türkler için anket yapılıyor, çok olumsuz fikirler ortaya çıkıyor. Ben hayatımla, yatışım kalkışımla daima inandığım o büyük misyona uygun hareket ederim.” 

Bir diğer nokta ise Atatürk devri ve Milli Türk Tarih tezidir. Bu konuda olumlu ve olumsuz bazı değerlendirmelerde bulunur. O günün şartlarında, olağanüstü durumlarda alınan bazı kararları çok garip bulmaz ancak bilimsel yaklaşımın bu arizi ve özel bakış olmadığını da vurgular.Daha sonra;1968’lerde öğrenci olayları sırasındaki anılarından bahsederken o günün Türkiyesinde hakim olan iki farklı tarih anlayışına dikkat çeker. O günün çok sıkıntılı siyasi olaylarını anlatırken sık sık derslerin militan öğrenciler tarafından basıldığını, kontrolün tamamen öğrencilerin eline geçtiğini işaret eder ve siyasal bilgiler fakültesinde ders veren bir öğretim üyesi olarak bazı hususlarda tarihe ilginç notlar düşer. Sağcı ve solcu şeklinde ayrılan grupların Tarih felsefesi ve bilinci de farklıdır. 

Ancak İnalcık, o günlerden beri sivri uçlarda yer almamış bir akademisyen olarak bilim adamı kimliğini öne çıkararak kendi ifadesiyle liberal bir çizgide hareket etmiştir. Hatta dönemin meşhur profesörlerinden Tarık Zafer Tunaya kendisini eleştirerek: “Yahu ben seni anlayamıyorum, sen solcu musun sağcı mısın?”demiştir. İnalcık yıllar sonra bu hatırat kitabında Tunaya’nın bu çıkışını o günün şartlarında çok da haksız bulmaz; ancak bir sosyal tarihçinin olaylara objektif olarak bakabilmesinin yolunun da ideolojik saplantılardan kurtulmak olduğunu vurgular. 

ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) ve İnalcık 

 Bir tarafta Türk İslam sentezi fikri etrafında toplanan tarihçiler, öte tarafta temelini Marx’ın Asya İmparatorluklarının sosyal yapılarını inceleyen kitabı Grundriss’in 1950lerde yayınlanmasıyla ortaya çıkan Asya tipi üretim tarzı(ATÜT) yorumu etrafında birleşen tarihçiler vardır. İkinci grubun başında da Sencer Divitçioğlu vardır. 

İnalcık’a göre bunlar da sosyal meseleleri inceledikleri için Ömer Lütfi Barkan’ın yayınlarını okuyor, tarihi gelişmeyi belirlemeye çalışıyorlar; Türkiye’nin geri kalmışlığı, sosyal eşitsizliği, meselelerin kökleri araştırmadan teoriye bağlanıyor. Sonunda bu gruptan bazıları Barkanın ve İnalcık’ın Sosyal-Ekonomik araştırmalarına dönmek zorunda kalmışlardır. Özellikle Divitçioğlu ve Küçük ömer, Barkan ve İnalcık’ın Osmanlı Sosyal Tarihi üzerindeki araştırmalarını kullanarak kendilerince bir yoruma ulaşmışlar ve Osmanlı İmparatorluğunun da ATÜT tipi bir devlet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak Barkan’ın da İnalcık’ın da yazılarında Köy ile Şehir arasındaki ilişki Osmanlı Düzeninde çok daha farklıdır. 

Türk-İslam Sentezi 

İnalcık’a göre Türk İslam Sentezi hareketi, yerli,siyasi-sosyal kaygıdan kaynaklanıyordu. “Sovyetlerin Egemenliğine götüren Kominizm, Türkiye için çok tehlikeli bir cereyandır. Türk Devletinin temellerini tehlikeye sokar, Rusyanın bir uydusu oluruz; Bulgaristan,Yugoslavya gibi...”diyorlardı. Tabi bu milli bir tepkiydi. 

Orta Asyadan gelen Türk halkının tarihi gelenekleri Türk Milletini oluşturan değerlerdir. Elbette bunlardan vazgeçilemez. Orta Asya Yesevilik İslamiyeti, Alplik ve Gaza, Anadolu Selçuklu Sentezi Türk milletini millet yapan temellerdir. Hareketin başında olanlar da dilci, tarihçi, hukukçu ve sosyologlardı: Ali Fuat Başgil, Mümtaz Turhan, Osman Turan, Mehmet Altay Köymen, Muharrem 
Ergin, İbrahim Kafesoğlu vb. 

Bu bilimadamlarına göre Türk Eğitim Sistemi ve Tarih Anlayışı, milliyetçi duygu ve düşünüş mutlaka yerli ve milli Türk İslam gelenekleriyle şekillendirilmeliydi. Özellikle de dini duygular daima canlı tutulmalıydı.Aksi halde Rusyada örnekleri çok gözüken yabancılaşma veya Ruslaşma tehlikesi başgösterebilirdi. 

İnalcık’ın Tarih Görüşü 

Halil İnalcık’ın TARİHÇİLERİN KUTBU kitabında uzun uzun anlattığı yukardaki iki görüşün tarih bilinci ve türk eğitim anlayışı konusundaki kısaca özeti budur. Bu yorumlardan sonra kendi tarih görüşünü de şu cümlelerle ifade eder: 

“Tarihçiyim ben, tarafsız olmaya çalışırım.Benim için tarihsel analiz esastır; dışarıda onun için eserlerim yabancı dillere çevriliyor.Tarihte sosyal çalışmalar benim araştırma sahamdir; tahlillerimde, yorumlarımda, tabii ki Marksist sosyolojiden de faydalanıyorum,buna bakarak Marksist damgası vurabilirsiniz. Öbür taraftan, Osmanlı devletinin doğuşunda Gaza İdeolojisi’nin,tarihi-sosyal dinamizmin itici gücü olduğunu savunuyorum; ona bakarsanız başka bir taraftayım. Benim için belgeleri objektif bir metodla tahlil ederek tarihi gerçeği formüle etmek esastır. Ben doktriner bir tarihçi değilim, daha çok Annales(Anal) Okulu’nun bakışını benimsiyorum.(Bu okulun kurucusu) Braudelle’e, Le Monde gazetesi “Acaba sizin Komünizm ile ilginiz var mı”diye sorduğunda Braudelle “Yok”diyor. “Ben tarihçiyim her şeyden evvel” Sosyal tarihçi Barkan, iktisat fakültesinde, Divitçioğlu-Küçükömer Marksist tefsirlerde bulunurken onlarla işbirliği yapmadı. Biz tarihi gerçeklere önem veriyoruz. Sınıflar arası sosyal çatışma, tarihi yürüten esas faktör olarak İkinci Dünya Harbinden sonra 
tarihçiliğe damgasını vurmuştur. Tarihçiler, tarih araştırmalarında bu sorular üzerinde yoğunlaştı.” 



Sosyal Tarihçilik ve İnalcık 

Halil İnalcık, 1940’ta hazırlayıp sunduğu doktora tezinde ağalar ile köylülerin devlet toprakları üzerindeki rekabet sorununu da ele alarak güzel bir sosyal tarihçilik örneği ortaya koyduğunu ifade eder. Onun amacı o güne kadar, hatta günümüzde bile belli çevrelerde devam eden “Devletin Tarihini yapmak” değil “Halkın Tarihini yapmak”tır. Kuşkusuz İnalcık da her türk aydını gibi belli düşünce ve inançlara sahip milliyetçi bir Türk tarihçisidir. Ancak İnalcık hayatı boyunca bilimsel düşüncenin ve ilmi yorumların ideolojilere kurban edilmesine karşı çıkmış bunun yanlışlığına dikkat çekmiş kısa vadede devlet ve millet için yararlı zannedilen ideolojik tarihçiliğin uzun vadede nesilleri tatmin edemeyeceğinden dolayı son derece zararlı olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Tarihi belgeler ve gerçeklerden uzak hayali ve popüler tarihçiliğin ve bu temeller üzerine kurulan eğitim sisteminin ve tarih bilincinin çağdaş bir medeniyet ve modern bir devletin kabul edeceği bir zihniyet olmadığını sürekli vurgulamaya çalışmıştır. “Kendi felsefemizden, kendi dini bağlantılarımızdan yapılmış bir zihniyetimiz var, yani yazılan bütün tarihler nisbi bir hakikati, belli birzihniyetin yorumunu ifade eder. 

II. Dünya Harbi’nden sonra tarih ilmi kökünden değişmiştir. Artık devletlerin tarihine değil, toplumun tarihine yöneldik, bambaşka gerçekler ortaya çıktı. Hayal gücünde uydurmaya giderseniz o tarihi roman olur ama, her tarihçi mutlaka hayal gücünü kullanır. İyi bir tarihçi olmak istiyorsanız mümkün mertebe belgelere saygı duymak, belgelerle konuşmak gerekir. 

Fakat belgeler de her şeyi anlatmaz. Kullandığımız belgeler de önyargılıdır. Birisi bir ferman yazıyor mesela, o da tarihi roman gibidir, sultanın zaaflarını gizler, saklar. 

Tarihçinin daima elindeki belgeyi sıkı tenkitten geçirmesi lazım. Tarih metodolojisindeki kurala göre, belgeleri iç tenkit süzgecinden geçirdikten sonra değerlendireceksiniz. Aşıkpaşazade tarihini okurken Aşıkpaşazadenin bir 
derviş olduğunu, hanedanının çıkışında Babaiye-Vefaiyye tarikatının önemini belirtmeye çalıştığını daima akılda tutacaksınız. 

Belge görmeyince, yani tarihin temel iz ve öğelerini öğrenmeyince mümkün mertebe gerçeğe yanaşma fikrini kaybediyorsunuz.” 



Tarihe Eleştirel Bir Gözle Bakabilmek 

Tarihe eleştirel ve gerçekçi bir şekilde yaklaşabilen devletlerin uzun ömürlü olabileceğini, hatalarından ders çıkarabileceklerini ifade eden İnalcık, Osmanlının özellikle zirvede olduğu dönemin 
sonlarından itibaren genel eğitim anlayışında olduğu gibi tarihi düşüncede de ciddi hatalar yaptığını ve hatalarını çok geç fark ettiğini belirtmiştir. 

Halil İnalcık Hoca Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir çınar olarak; hem eskinin değerlerini hem de modern çağın yeniliklerini kendisinde taşıyan, yeniliklere «Dejenere olmadan»uyum sağlamaya 
çalışan bir tarih eğitmeni idi. Tarih eğitiminde modern teknikleri kullanmayı çağın gereklerine ve yeni neslin beklentilerine cevap verebilmenin çağdaş tarihçinin ve eğitimcinin olmazsa olmazı olduğunu 
sürekli vurgulardı. 



Tarihçilere Önerileri 

 İnalcık özellikle son yıllardaki gelişmelere dikkat çekerek yeni nesle bazı önerilerde bulunmuştur: 

“Son yirmi otuz sene içinde muazzam bir neşriyat var. Bizde bu muazzam arşiv olduğu için muhakkak büyük tarihçiler yetişecektir. Tarihçilik yalnız tarih okumakla, belge yayımlamakla değil, Avrupa kültürünü, bilim metodolojisini derinden incelemek ve öğrenmekle olur. Şimdi Talim Terbiye Kurulu bu konuyu ele aldı. Fikrimi sordular, kronolojik, ezberleme bir tarih yerine belli konular üzerinde, tematik tarihi öğretime sokmak lazım, diye bir görüşte bulundum. Mesela, dünya tarihinde şehirlerin nasıl kurulduğu, çeşitli dönemlerden örneklerle anlatılacak.” 

Sonuç ve Değerlendirme 




Halil İnalcık hocanın, iyi bir tarihçi ve tarih eğitimcisi olunabilmesi için üzerinde ısrarla durduğu belli noktalar vardı. 

Bunun için ilk şart; 

-Dünyayı daha iyi takip edebilmek için olabildiğince fazla yabancı dil öğrenmekti. 
-Görsel teknikleri, müzik, tiyatro vb sanatları tarih eğitiminde olabildiğince yoğun bir biçimde kullanmak önemlidir. 
-Arşiv vesikası kullanılmadan tarihçi olunamaz. 
-Çalışmalar kıyaslamalı bir biçimde yapılmalıdır. Osmanlı anlatılırken çağdaş devletlerden ayrı ve kopuk bir biçimde ele alınamaz. 

Halil İnalcık ile bir anı, Doktora sınavından sonra vapurla Karaköy’e dönerken, Nejdet GÖK (1997) 


Bunların yanında İnalcık “İyi bir hedef seçilmeli ve ona ulaşmak için de sürekli çalışılmalı”düşüncesindeydi ve bunun da zamanı iyi bir şekilde yönetmekle mümkün olacağına 
inanıyordu: 

“Benim için en kıymetli şey zaman. Zamanım kendime ait olsun, gidip araştırmalarımı yapayım… Bir yerde lüzumsuz zaman kaybı olunca sinirleniyorum.” 



Kısaca özetlemek gerekirse; 

Halil İnalcık gibi, Tarih değerinin ve bilincinin farkındalığında olunarak, bunun öğrencilere aktarılma, kazandırılma sorumluluğu büyük bir önem arz etmektedir. Önemli bir tarihçi olan Halil İnalcık’ın 
önerilerini göz önünde bulundurmak, tarihçilik ve tarih eğitimciliği konularında çok önemli bir boşluğu dolduracaktır. 


Halil İnalcık Hoca ile Kızılcahamam’da bir anı, Ayşe Sümeyye GÖK (en sağda, 1997) (Tarihçilerin Kutbu, s.581) 


Kaynakça 

Akyol,İzzet(çev.)(1996).
http://www.inalcik.com/images/pdfs/70490701ARSiVLERGORULMEDEN20.YYTARiHiYAZILAMAZ.pdf 
Çaykara, Emine (2006). Tarihçilerin Kutbu “Halil İnalcık Kitabı”. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür yayınları. 
Gök, Nejdet (2013). Tarih Eğitiminde Değişim ve Yenileşme Bağlamında; Halil İnalcık ve Osmanlı-
Türk Tarihçiliği. Uluslararası Eğitimde Değişim ve Yeni Yönelimler Sempozyumu. Konya 
İnalcık, Halil(2003). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 
İnalcık, Halil(1996). Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi. İstanbul: Eren Yayıncılık. 
İnalcık, Halil(2010). Osmanlılar. İstanbul: Timaş yayınları 
İnalcık, Halil(2011). Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı. İstanbul: Timaş yayınları 
Kaya, Hasan Mert (2010). Bir Tarih Çınarı Halil İnalcık.
http://www.skylife.com/tr/tarih/bir-tarih-cinari-halil-inalcik 


***

Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’de İlahi Mesajın İletiminde Bir Araç Olarak Tarih, BÖLÜM 4

Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’de İlahi Mesajın İletiminde Bir Araç Olarak Tarih, BÖLÜM 4




d-İlliyet Prensibi (Neden-Sonuç İlişkisi) 

Eski ve Yeni Ahitte aktarılan kıssalar neden-sonuç ilişkisi bağlamında ele alındığında ya da kıssalar neticeleri/değerlendirmeleri bakımından incelenecek olursa genel olarak bir değerlendirmeden ziyade olay aktarımının daha ön planda olduğu gözlemlenir. Örneğin Nuh Tufanı hikâye edilirken Tanrı’nın insanoğlunu yaratmaktan dolayı pişman olduğu insanların kötülüklerine son vermek için de bir tufanla günahkârları cezalandırdığı ifade edilmekle yetinilir. Hâlbuki Kuran’da Hz. Nuh’un kavminin ona tabi olmaması nedeniyle helak edildiği ifade edilir. 109 Hz. Lut’un kıssası anlatıldıktan sonra bu kavmin Allah’ın helal kıldığı dairenin dışına çıkmaları sonucunda şehvet düşkünlükleri nedeniyle helak edildikleri belirtilir.110 Ad Kavmi inşa ettikleri İrem bağlarının, şehirlerindeki yüksek ve gösterişli binalarının kendilerini kurtaracağı zehabına kapılmışlardır. Başarıları kendilerinde kibre neden olmuş neticede de kibirlerinin kurbanı olmuşlardır.111 Semud Kavmi kendilerine gönderilen bir dişi deveyi Allah’ın emri hilafına keserek yemişlerdir. Semud Kavmi aç gözlülük göstermiş ve bu günahlarının cezasını helak olarak ödemişlerdir. Meyden ailesi ölçü ve tartıda hile yapmışlar,112 İsrailoğulları kavmi üstünlük iddialarıyla taassup, inatlarının cezasını çekmişlerdir.113 Hz. Yusuf, kıssasında Yusuf iffeti, adaleti, bağışlamayı simgelerken, Hz. Yusuf’un kardeşleri hırsı, kini, Yusuf’un 
ev sahibin karısı şehveti temsil eder.114 Tüm bu kıssalarda da görüleceği üzere bahsi geçen kavimlerin ve peygamberlerin kıssaları anlatılırken esas itibariyle şahıslardan ziyade bir mesajın ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalarda hemen her kıssa bir neticeye bağlanmaktadır. Tanah’taki ve Yeni Ahit’teki kıssalarda ise hikâyeci bir anlatımın benimsendiği 
olayların seyir sırasına göre aktarılmıştır. Gerek Tanah’ta gerekse Yeni Ahit’te hadiseler hikâye edildikten sonra genel itibariyle bir neden sonuç ilişkisi kurulur. Üç kutsal kitaptaki kıssalar tarihin dört unsuru bakımından benzerlik ve farklılık olarak kıyaslamaya tabi tutulduğunda en fazla ortak noktanın illiyet prensibi alanında bulunduğu söylenebilir. 

Sonuç 

Üç kutsal kitaptaki kıssalar insan, zaman, mekân ve illiyet ilişkisi bağlamında incelendiğinde insan, zaman ve mekân unsurunun en ayrıntılı verildiği kitabın Tanah olduğu görülür. Tanah’ta kıssalarda ismi zikredilen şahıslara dair verilen bilgiler, doğumlarından, anne baba isimlerine, eşlerine, çocuklarına, hatta bazen hizmetçilerine varana kadar ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Söz konusu insanlar 
duyguları, tutkuları, pişmanlıkları, günahları, kötülükleri ve iyilikleriyle ile birlikte hikâye edilir. Ancak tüm bu kıssalarda ön plana konulan yegâne topluluk İsrailoğullarıdır. Bundan dolayıdır ki Tanah’ı okuyan bir şahıs, kutsal bir kitaptan ziyade İsrailoğullarının tarihinin pragmatist bakış açısıyla hikâyeci tarzda yazılmış bir kroniğini okuduğu kanaatine varır. 

Yeni Ahit’teki kıssalarda Hz. İsa ve havarileri dışında çok fazla insan unsuruna rastlanmaz. Hz. İsa dışında kıssalarda ismi zikredilen şahısların ayrıntılı hayat hikâyelerine yer verilmez. Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalarda pek çok peygamberin, kavmin ismi zikredilmekle birlikte bu peygamberler ve kavimler hakkında Tanah’taki kadar ayrıntılı bir anlatım olmadı görülmektedir. 

Tanah’taki kıssalarda isimleri zikredilen mekânlar Yeni Ahit’teki ve Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalara göre oldukça ayrıntılıdır. Yeni Ahit’teki kıssalarda daha ziyade Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle şehir isimi verildiği bazen bir dağın ya da Kâbe gibi bir yapının ismini verilmesi dışında ayrıntılı olarak mekân isimleri verilmez. Ancak Tanah’ta bazen bir vadinin, mağaranın hatta bir kuyunun ismine varıncaya kadar ayrıntılı bir anlatım yapılır. Hatta İsrailoğullarına vaat edilen topraklar ya da bu toprakların on iki boy arasında nasıl paylaşılacağı konusunun işlendiği satırlarda, adeta kadastro ilmi gereğince arazi ayrımın en ufak ayrıntısına kadar değinilir. 

Üç kutsal kitaptaki kıssalarda zaman mefhumunun en fazla vurgulandığı kitap Tanah’tır. Kıssalarda geçen hadiselerin gerçekleşme zamanı gün ay ve yıl olarak verilmemekle birlikte geçmiş ve hâli bir birine bağlayan cümleler vasıtasıyla bir hadisenin gerçekleşme zamanı ifade edilir. Şahısların kaç yıl yaşadığı, kaç yaşında hangi çocuklarının dünyaya geldiği gibi bilgiler verilir. Olaylar ardışık olarak bir biri sırasınca aktarılır. Tanah kıssalarda takvimî olmamakla birlikte bir zaman kavramının varlığından bahsedilebilir. Yeni Ahit’teki ve Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalarda ise çoğu kez hadisenin ne zaman gerçekleştiği hiç belirtilmez. 

Üç kutsal kitap içerisindeki kıssalarda da genel olarak hadiselerin aktarımında neden-sonuç ilişkisine değinildiği göze çarpmaktadır. 

 DİPNOTLAR;

1 “Historia vero testis temporum, lux veritatis, vita memoriae, magistra vitae, nuntia vetustatis” [History is indeed the witness of the ages, light of truth, life of memory, teacher of life, messenger of antiquity] Marcus 
Tullius Ciceronis, Ad Qintum Fratrem Dialogi Tires de Oratore, ed. James Luce Kingsley, Novi Porte Publisher, Basım yeri yok 1839, s. 72. 
2 İbn Haldun, Mukaddime, I, hzl. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007, s. 166. 
3 Yeni Ahit, Matta 13/24, 36-43, s. 1026-1027. 
4 Enzo Traverso, Geçmişi Kullanma Klavuzu, Tarih, Bellek, Politika, çev. Işık Ergüden, Versus Yayınları, İstanbul, 2009, s. 9-31. 
5 Günümüz Türkiye’sinde yanlış bir tanımlamayla Yahudi dini külliyatının tamamı Tevrat olarak kabul edilir. 
Hâlbuki Tevrat söz konusu ilahî menşeli dini kitap külliyatının sadece bir parçasını oluşturur. Bu anlamda Yahudi ilahî kökenli dini kitap külliyatının adı Tanah’tır. Tanah da 1-Tora (Tevrat), 2-Neviim (Peygamberler) ve 3 
Ketuvim (Yazılar) olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Söz konusu ana bölümlerde kendi içerisinde tali kısımlara ayrılır. 
6 Kur’ân-ı Kerîm, Enam 25; Enfal 31; Nahl 24; Müminun 83; Furkan 4-5; Neml 68; Ahkaf 17; Kalem 15; Mutaffıfîn 13; s. 129, 179, 268, 346, 359, 382, 517, 563, 587. 
7 Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf 111; Enam 34. 
8 Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil) Yeni Çeviri, (Kısaltma: Eski Ahit Tanah olarak, Yeni Ahit kısmı da Yeni Ahit olarak kısaltılmıştır), Kitab-ı Mukaddes Şirketi Yayınları, İstanbul, 2014. Tanah, Yaratılış 
1/31; 2/1-3, s. 2; Mısırdan Çıkış 20/8-11, s. 77. 
9 Tanah, Mısırdan Çıkış 16/21-26; 20/8-11; Levililer 23/3; 26/1-7, s. 73, 77, 126-129. 
10 “Tanrı, ‘Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım’ dedi. …Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrının suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.” Tanah, Yaratılış 1/26-27, s. 2; “Tanrı insanı 
yarattığında onu kendine benzer kıldı. Onları dişi ve erkek olarak yarattı ve kutsadı. Yaratıldıkları gün onlara insan adını verdi.” Tanah, Yaratılış 5/1-3, s. 5. 
11 Tanah, Yaratılış 18/1-33, s. 15-17. 
12 Tanah, Yaratılış 32/24-28, s. 34. 
13 Yeni Ahitte Hz. İsa’nın soyu anlatılırken iki yerde kendisine dair uzun şecereler verilir. Ardından da kendisinin Tanrının oğlu olduğu vurgulanır. 
“Davud oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruhtandır.” 
14 Tanah, Mısırdan Çıkış 20/5, 34/7; Yasanın Tekrarı 5/9, 7/1-26, s. 77, 93, 189-192. 
15 Tanah, Yaratılış 3/1-13; 4/1-13, s. 3-5. 
16 Tanah, Mısırdan Çıkış 20/5, 34/7; Yasanın Tekrarı 5/9, s. 77, 93, 189-190. 
17 Tanah, Yaratılış 3/1-24, s. 3-4. 
18 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 31-33, s. 5. 
19 Tanah, Yaratılış 6/1-22, 7/1-24, 8/1-22, 9/1-28, s. 6-9. 
20 İlgili kısımlar için bk. Ölü Deniz Parşömenleri-Kumran Yazıtları, hzl.Geza Vermes, çev. Nurfer Çelebioğlu, Nokta Kitap, İstanbul, 2005, s. 529-542. 
21 İdris Peygamber’in İki Kitabı-Hz. İdris’in Kitabı, çev. Richard Laurance-Robert H. Charles, çev. Oğuz Eser, İdil Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 30-357. Söz konusu kitabın bir başka çevirisi için bk. Peygamber Enok’un Kitabı, çev. Günyüz 
Keskin, Hermes Yayınları, İstanbul, 2016. Bahsi geçen Hz. İdris’in diğer kitabı için bk. İdris Peygamber’in İki Kitabı-Hz. İdris’in Sırlar Kitabı, çev. Rutherford H. Platt, çev. Oğuz Eser, İdil Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 360-396. Söz konusu 
kitabın bir başka çevirisi için bk. Hanok’un Gizemleri-Baruh’un Kıyameti, çev. Damla Saydam Çizme, CBN Yayıncılık, İstanbul, 2013. 
22 Tanah, Yaratılış, 9/18-27, s. 9; Hikâyeyi Tanah dışında bırakılmış Yahudi Apokratif metinleriyle bazı Midraş metinlerini kıyaslayarak tahlil eden iki araştırmacı, meselenin Ham’ın babasını çıplak olarak görmesi ve bunu bir alay konusu yaparak 
kardeşlerine anlatması gibi basit bir mesele olamadığını ifade etmektedirler. Onlara göre; burada anlatılan hikâyede bir rivayete göre Ham, bir rivayete göre de Kenan, Nuh’u o halde görünce onu hadım etmişleridir. Ancak Tanah’ı bir araya 
getiren din bazı şahıslar hikâyenin bu kısmını Tanah’ta bulunmasını sakıncalı bularak sansürlemişlerdir. Robert Graves-Raphael Patai, İbrani Mitleri, Tekvin-Yaratılış Kitabı, hzl. Ömer F. Oyal, çev. Uğur Akpur, Say Yayınları, İstanbul, 2013, s. 
175-180. 
23 Tanah, Yaratılış 10/15-20, s. 9. Tanah’da bir yandan babaların günahının oğullara yüklenemeyeceği belirtilir. “Ne babalar çocuklarının günahlarından ötürü öldürülecek, ne de çocuklar babalarının. Herkes kendi günahı için öldürülecek.” Tanah, 
Yasanın Tekrarı 24/16, s. 209. Bir yandan da Tanrı bir günahın bedelini günahı işleyenin oğullarından, hatta torunlarından soracağını ifade temektedir. Tanah, Mısırdan Çıkış 20/5, 34/7, Yasanın Tekrarı 5/9, s. 77, 93, 189-190. 
24 Tanah Yaratılış, 10/19, s. 9. 
25 Tanah Yaratılış, 15/18-21; Mısırdan Çıkış 3/8, 17, 6/4; 13/5, 11; 23/23; 33/2-3; 34/11; Levililer 25/38; s. 
26 Tanah, Yaratılış 15/12-16, 17/8, s. 13, 15. 
27 Mısırdan Çıkış 3/8, 3/17, 13/5, 33/2-3; Levililer 20/24; Çölde Sayım 13/27, 14/8, 16/13-14; Yasanın Tekrarı 6/3, 11/9, 26/9, 27/3, 31/20, s. 58-59, 69, 92, 124, 152, 156, 191, 196, 211, 218. 
28 Tanah, Çölde Sayım, 34/1-29, s. 178-179. 
29 Tanah, Yaratılış 24/3, 37-38; 28/1, 6-7, s. 21-22, 28. 
30 Tanah, Levililer 18/3, s. 120. 
31 Tanah, Mısırdan Çıkış 23/24, s. 81. 
32 Tanah, Yasanın Tekrarı 20/17, s. 205. 
33 Tanah, Yaratılış 49/1-28, s. 53-54. 
34 Tanah, Yaratılış 11/26-32, 12/1-7, s. 10-11. 
35 Tanah, Yaratılış, 16/1-15, 17/1-27, s. 14-15. 
36 Tanah, Yaratılış 25/19-34, s. 24-25. 
37 Tanah, Yaratılış 18/1-33, s. 15-17. 
38 Tanah, Eyüb 1/6-22, 2/1-10, 3/1-26, s. 536-538. 
39 Tanah, Mısırdan Çıkış 3/17, s. 58-59. 
40 Tanah, Mısırdan Çıkış 5/22, s. 61. 
41 Tanah, Çölde Sayım, 12/11-15, s. 149-150. 
42 Tanah, Mısırdan Çıkış 32/1-35, s. 90-92. 
43 “Hiçbiriniz cinsel ilişkide bulunmak için yakın akrabasına yaklaşmayacak.” Tanah, Levililer 18/6, s. 121; Yaratılış 19/30-38, s. 18. 
44 “Biri bir başkasının karısıyla, yani komşusunun karısıyla zina ederse, hem kendisi, hem de zina ettiği kadın kesinlikle öldürülecektir… 
Eğer bir adam başka birinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek.” 
Tanah, Levililer 20/10, s. 123; Yasanın Tekrarı 22/22, s. 207; II. Samuel 11/1-27, s. 332-333. 
45 “Karın yaşadığı sürece onun kız kardeşini kuma olarak almayacak ve onunla cinsel ilişki yaşamayacaksın.” Tanah, Levililer 18/18, s. 121; Tanah, Yaratılış 29/1-35; 30/1-24, s. S. 29-30. 
46 “Gelininle cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü oğlunun karısıdır. Onunla ilişki kurmayacaksın… Bir adam geliniyle yatarsa, ikisi de kesinlikle öldürülecektir.” Tanah, Levililer 18/15; 20/12, s. 121, 123; Tanah, Yaratılış 
38/1-30, s. 40-41. 
47 Tanah, Hoşea, 1/1-8, s. 938. 
48 Tanah, Mısırdan Çıkış 1-40, s. 56-101. 
49 Yeni Ahit, Matta 14/33; 16/16-17; 17/5, s. 1029, 1031, 1032; Markos, 1/1, 11; 9/7; Luka 1/32; 2/49; 3/21-22; 4/41; 8/28, Yuhanna, 1/14, 18, 34, 49; 2/16; 3/17-18, 36-37; 5/25, 36; 14/9-10; 15/23; 17/1, 20/30, s. 1052-1053, 
1065, 1081, 1084-1085, 1087, 1095, 1125-1128, 1131, 1146-1147, 1149, 1155. 
50 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 116; Nisa 171; Enam 101; Yunus 68; İsra 40; Kehf 2-4; Meryem 35, 90-91, 92; Enbiya 26; Müminun 91; Furkan 2; Saffat 151-152; Zümer 4; Zuhruf 81; Cin 3; İhlas 3, s. 17, 104, 139, 215, 285, 292, 306, 310, 
323, 347, 358, 450, 457, 494, 571, 604. 
51 Robert Winston, Tanrının Öyküsü, Tanrı mı İnsanı, İnsan mı Tanrıyı Yarattı?, çev. Sinan Köseoğlu, Say Yayınları, İstanbul, 2016, s. 252-253 
52 Madeleine Biardeau, “The Yupa (The Sacrifial Post) in Hinduism”, Asian Mythologies, ed. Yves Bonnefoy, trans. Wendy Doniger, University of Chicago Press, Chicago,1993, s. 37-39. 
53 Tanah, Mısırdan Çıkış 4/16, s. 59; 7/1, s. 62. 
54 Yeni Ahit, Matta 12/8; Markos 2/28; Luka 6/5, s. 1024, 1055, 1089. 
55 Tanah, Yaratılış 30/25-42; 31/1-55, s. 31-33. 
56 Tanah, Yaratılış 35/1-15, s. 36-37. 
57 Kur’ân-ı Kerîm, Nisa 78; Enbiya 35; Mü’minun 15; Ahzab 16, Zümer 30; Cuma 8; s. 89, 323, 341, 419, 460, 552. 
58 Kur’ân-ı Kerîm, Zümer 62-63, s. 464. 
59 Kur’ân-ı Kerîm, Ankebut 64; Rum 55; Casiye 24, Ahkaf 20; Mülk 2; s. 403, 409, 500, 503, 561. 
60 “O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. 
61 Örnek olarak bk. “Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.” Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf 111, s. 247. 
62 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 30-38; Âl-i İmran 59; Nisa 1; Maide 27-31; Enam 2, Araf 19-27, 189; Hicr 26-43, İsra 60-65; Kehf 50-52; Tâ-Hâ 115-123; Müminun 12-14; Furkan 54; Rum 21, Secde 7-9; Fatır 11, Saffât 11, Sâd 71-83; Mü’mîn 
67; Necm 32; Rahmân 14-15, s. 5-6, 56, 76, 111, 127, 151-152, 262-263, 287, 298, 319, 341, 363, 434, 445, 456, 474, 526, 530. 
63 Kur’ân-ı Kerîm, A’raf 59-64, Tevbe 70, Yunus 71-73, Hûd 25-49, 89; İbrahim 9; Hac 42; Mü’minun 23-30; Furkan 37; Şuârâ 105-122, Ankebût 14-15, Sâd 12; Mü’mîn 5; Kaf 12; Zâriyât 46; Necm 52; Kamer 9-16, Nuh 1-28, s. 157, 
197, 216, 223-226, 255, 336, 342-343, 362, 370-371, 396-397, 452, 466, 517, 521, 527-528, 569-570. 
64 Kur’ân-ı Kerîm, E’âm 85, Sâffât 123, s. 137, 449. 
65 Kur’ân-ı Kerîm, Nisa 163; Enam 84; Enbiya 83-84; Sad 41-44, s. 103, 137, 328, 454-455. 
66 Hicr 80-84, s. 265. 
67 Kur’ân-ı Kerîm, Araf 85-95; Tevbe 70; Hûd 84-88, 95; Tâ-Hâ 40; Hac 42-44; Kasas 22-23, 45; Ankebut 36, s. 160-161, 197, 230-231, 313, 336, 387, 390, 399. 
68 Kur’ân-ı Kerîm, Nisa 163-165; Tâhâ 99-100, s. 103, 318. 
69 Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf 3, s. 234. 
70 Kur’ân-ı Kerîm, Hud 120, s. 234. 
71 Michael Stanford, Tarihin İncelenmesi İçin Bir Kılavuz, çev. Can Cemgil, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2013, s. 298-299. 
72 Tanah, Yaratılış 32/22-31, s. 34. 
73 Tanah, Yaratılış 35/16-19, s. 37. 
74 Tanah, Yeşu, 9/1-27, s. 232-233. 
75 Kur’ân-ı Kerîm, Tâ-Hâ 37-79, s. 312-316. 
76 Tanah, Yaratılış 15/18-21; Mısırdan Çıkış 3/8, 17; 13/5; 23/23; 33/2-3; 34/11; Yeşu 1/4, s. 14, 58-59, 69, 81, 92-93, 225. 
77 Tanah, Yaradılış 10/19; 11/31; 12/5; 13/12; 16/3; 23/2; 31/18; 33/18; 35/6; 36/6; 42/5, s. 9, 11-12, 14, 21, 32, 35, 36-37, 44. 
78 Tanah, Yaratılış 2/8; 2/10; 2/15; 3/23; 3/24; 4/16, s. 3-5. 
79 Tanah, Yaratılış 10/19; 49/13, s. 9, 53. 
80 Tanah, Yaratılış 10/19; 20/1-2; 26/1, 6, 17, 20, 26; II. Tarihler 14/13, s. 9, 18, 25-26, 471. 
81 Tanah, Yaratılış 10/19; Yasanın Tekrarı 2/23, Yeşu 10/41; 11/22; 13/3; 15/47; Hakimler 1/18; 6/4, s. 9, 184, 235-237, 240, 252, 257-258. 
82 Tanah, Yaradılış 10/19; 13/10; 14/2, 8-9, 10-12; 18/16, 20, 22, 26, s. 9, 12, 16. 
83 Tanah, Yaratılış 10/19; 18/20, s. 9, 16. 
84 Tanah, Yaratılış 10/19; 14/2; 8-9; Yasanın Tekrarı 29/23; Hoşea 11/8, s. 9, 12, 216. 
85 Tanah, Yaratılış 10/19; 14/2; 8-9, Yasanın Tekrarı 29/23; I. Samuel 13/18, s. 9, 12, 216, 298. 
86 Tanah, Yasanın Tekrarı 1/7; 3/25; 11/24; Yeşu 1/4; 11/16-17; 12/7-8; 13/5, s. 183, 187, 196-197, 225, 236-237. 
87 Tanah, Yaradılış 11/31, 12/5; 13/12, s. 11-12. 
88 Tanah, Yaradılış 11/31; 12/5, s. 11. 
89 Tanah, Yaradılış 23/2, s. 21. 
90 Tanah, Yaradılış, 33/18; 48/7, s. 35, 52. 
91 Tanah, Yaradılış, 48/7, s. 52. 
92 Tanah, Yaradılış, 33/18, s. 35. 
93 Tanah, Yaradılış, 35/6, s. 36. 
94 Tanah, Yaradılış, 14/7, s. 12. 
95 Tanah, Mısırdan Çıkış 3/8; 3/17; 15/18-21, s. 58-59, 72. 
96 Tanah, Mısırdan Çıkış 3/8; 3/17; 15/18-21, s. 58-59, 72. 
97 Tanah, Mısırdan Çıkış 3/8; 3/17; 23/23; 33/2-3, s. 58-59, 81, 92. 
98 Tanah, Mısırdan Çıkış 3/8; 3/17; 15/18-21; 23/23; 33/2-3, s. 58-59, 81, 92. 
99 Tanah, Yaradılış, 15/18-21, s.14. 
100 Tanah, Mısırdan Çıkış 15/18-21, s. 14. 
101 Tanah, Mısırdan Çıkış 5/18-21, s. 14. 
102 Tanah, Yeşu 11/8, s. 236. 
103 Tanah, Yeşu 11/8, s. 236. 
104 Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 61, Yunus 87, Yusuf 21, 56, 99, Kasas 4, s. 217, 236, 241, 246, 384. 
105 Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 102, s. 15. 
106 Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm, Kasas 22-23, 45, s. 387, 390. 
107Kur’ân-ı Kerîm, Tâ Hâ 12; Naziât 16, s. 311, 583. 
108 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 63, 93; Meryem 52, Tâ Hâd 80. 
109 Kur’ân-ı Kerîm, A’raf 59-64, Tevbe 70, Yunus 71-73, Hûd 25-49, 89; İbrahim 9; Hac 42; Mü’minun 23-30; Furkan 37; Şuârâ 105-122, Ankebût 14-15, Sâd 12; Mü’mîn 5; Kaf 12; Zâriyât 46; Necm 52; Kamer 9-16, Nuh 1-28, s. 157, 
197, 216, 223-226, 255, 336, 342-343, 362, 370-371, 396-397, 452, 466, 517, 521, 527-528, 569-570. 
110 Kur’ân-ı Kerîm, A’raf 80-84; Hûd 70-89; Hicr 59-77; Enbiyâ 71-75; Hac 43; Şuarâ 160-175; Neml 54-66; Sâffât 133-138; Sâd 13; Kâf 13; Kamer 32-39, s. 159-160, 228-231, 264-265, 326-327, 326, 373, 380-382, 450, 452, 517, 529. 
111 Kur’ân-ı Kerîm, A’raf 65-72; Tevbe 70; Hûd 50-60; İbrahim 9; Hac 42; Furkan 21-26; Kaf 13; Necm 50; Kamer 18-21; Hâkka 4-6; Fecr 6, s. 157-158, 197, 226-227, 255, 336, 361, 517, 527-528, 565, 592. 
112 Kur’ân-ı Kerîm, A’raf 73-79; Tevbe 70; Hûd 61-68, 89; İbrahim 9; Hac 42; Furkan 38; Şuarâ 141-159; Neml 45-53; Ankebut 38; Sâd 13; Mü’min 31; Fusillet 13-17; Kaf 12; Zâriyât 43-45; Necm 51; Kamer 23-31; Hâkka 4-5; Bürûc 18; 
Şems 11-15, s. 158-159, 197, 227-228, 231, 255, 336, 362, 372, 380, 399, 452, 469, 477, 517, 519, 527, 528-529, 565, 590, 594. 
113 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 44-93, 246-248; Nisâ 153, 164; Mâide 20-26; A’râf 103-157, 159-172; Yunus 75-93; İbrahim 5-8; Tâ-Hâ 25-35, 90-91; Mü’minûn 44-49; Şuarâ 10-61; Neml 7-14; Kasas 3-42, 76; Sâffât 114-122; Mü’min 23-45, 53; 
Duhân 17-37; Zuhrûf 46-56; Zâriyât 38-42; Saff 5; Nâziât 15-26, s. 6-13, 39, 101, 103, 110-111, 162-172,216-218, 254-255, 312, 317, 344, 366-369, 376-377, 384-389, 449-468-471, 491-492, 495-496, 521, 550, 583. 
114 Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf 4-102, s. 234-246. 


Kaynakça 

Rabinovitz, Louis İsaac; “Torah”, Encyclopedia Judaica (Second Edition), XX, ed. Fred Skolnik, Exe. Ed. Michael Berenbaum, Thomson Gale Publishing, Detroit-New York-San Francisco-New 
Haven-Conn-Waterville-Maine-London, 2007, s. 39. 
Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, (Kısaltma: Kur’ân-ı Kerîm ), hzl. Hayrettin Karaman vd., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2015. 
Ciceronis, Marcus Tullius, Ad Qintum Fratrem Dialogi Tires de Oratore, ed. James Luce Kingsley, Novi Porte Publisher, Basım yeri yok 1839. 
İbn Haldun, Mukaddime, I, hzl. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007. 
Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil) Yeni Çeviri, (Kısaltma: Eski Ahit Tanah olarak, Yeni Ahit kısmı da Yeni Ahit olarak kısaltılmıştır), Kitab-ı Mukaddes Şirketi Yayınları, İstanbul, 2014. 
Ölü Deniz Parşömenleri-Kumran Yazıtları, hzl.Geza Vermes, çev. Nurfer Çelebioğlu, Nokta Kitap, İstanbul, 2005. 
Stanford, Michael, Tarihin İncelenmesi İçin Bir Kılavuz, çev. Can Cemgil, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2013. 
Biardeau, Madeleine, “The Yupa (The Sacrifial Post) in Hinduism”, Asian Mythologies, ed. Yves Bonnefoy, trans. Wendy Doniger, University of Chicago Press, Chicago,1993, s. 37-39. 
Winston, Robert; Tanrının Öyküsü, Tanrı mı İnsanı, İnsan mı Tanrıyı Yarattı?, çev. Sinan Köseoğlu, Say Yayınları, İstanbul, 2016. 
Graves, Robert -Raphael Patai, İbrani Mitleri, Tekvin-Yaratılış Kitabı, hzl. Ömer F. Oyal, çev. Uğur Akpur, Say Yayınları, İstanbul, 2013. 
İdris Peygamber’in İki Kitabı-Hz. İdris’in Kitabı, çev. Richard Laurance-Robert H. Charles, çev. Oğuz Eser, İdil Yayıncılık, İstanbul, 2012. 
Peygamber Enok’un Kitabı, çev. Günyüz Keskin, Hermes Yayınları, İstanbul, 2016. İdris Peygamber’in İki Kitabı-Hz. İdris’in Sırlar Kitabı, çev. Rutherford H. Platt, çev. Oğuz Eser, İdil Yayıncılık, İstanbul, 2012. 
Hanok’un Gizemleri-Baruh’un Kıyameti, çev. Damla Saydam Çizme, CBN Yayıncılık, İstanbul, 2013. 
Traverso, Enzo, Geçmişi Kullanma Klavuzu, Tarih, Bellek, Politika, çev. Işık Ergüden, Versus Yayınları, İstanbul, 2009. 

***