31 Aralık 2015 Perşembe

PKK NIN İLK BÜYÜK EYLEMİ 33 ASKERİMİZ ŞEHİT EDİLDİ





'' PKK NIN İLK BÜYÜK EYLEMİ 33 ASKERİMİZ ESİR ALINMIŞ 2 GÜN GEZDİRİLMİŞ.. VE BİNGÖLDE 1993 YILINDA ŞEHİT EDİLMİŞTİR..''



BİNGÖLDEKİ İLK 33 ŞEHİTLERİMİZİN ANISINA SİZLERİ UNUTMADIK



https://www.youtube.com/watch?v=suSZrrnWG4U



  ACILARIMIZLA YAŞAMAYALIM.. TEDBİRİMİZİ ALALIM..


...

30 Aralık 2015 Çarşamba

ATATÜRKÇÜ SİYASETİN DUAYENİ TURHAN FEYZİOĞLU..,



ATATÜRKÇÜ SİYASETİN DUAYENİ  TURHAN FEYZİOĞLU..,



Metin Feyzioğlu'nun dedesi, Atatürkçü siyasetin duayeni


Metin Feyzioğlu'nun dedesi, Atatürkçü siyasetin duayeni

Son günlerde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile birlikte gündeme gelen dedesi Turhan Feyzioğlu kimdir? Bir dönem CHP'de siyaset yapan, sosyalizm ve ortanın solu tartışmaları ile bu partiden kopan ve kendini Atatürk'ün emrinde olarak tanımlayan Turhan Feyzioğlu, 12 Mart Muhtırasını da, 12 Eylül'ü de destekledi. CHP-MSP koalisyonu sonrası hariç 12 Mart ile 12 Eylül arasındaki hemen birçok hükümette görev yapmayı başaran Feyzioğlu'nun ismi, Evren darbesinin geçici başbakanı olarak da gündeme gelmişti


Hukuk Profesörü olarak akademik hayatın içinde başarılarıyla adından söz ettiren Prof.Dr.Turhan Feyzioğlu’nun siyasete girişi 1956-57 ders yılı açılışında yapmış olduğu konuşmanın ardından başladı. Feyzioğlu,konuşmasında, o tarihlerde Doçent olan Aydın Yalçın’ın profesör ünvanının hükümete takılı kalmasını şöyle eleştiriyordu:  “ üniversitelerin bu husustaki vazifelerini yapabilmesi,üniversitelerin huzur içinde çalışmasıyla mümkün olur. Bu ise akademik teminat ister; hakikatlerin rahatça aranmasını ve bulundukları zaman da serbestçe söylenmesini” ister. Bu konuşmanın gazetelere yansımasının ardından Demokrat Partili yöneticiler konuşma için araştırma istediler.Milli Eğitim Bakanı da üniversite senatosuna başvurarak konuşma konusunda görüş istedi. Üniversite senatosu konuşmanın bilimsel içerikli olduğu yönündeki görüşü bildirdi. Buna rağmen Turhan Feyzioğlu bakanlık emrine alındı Bu gelişmenin ardından Turhan Feyzioğlu istifa ederek üniversiteden ayrıdı.





‘Çetin Muhalefet’


Üniversitedeki görevinden sonra Feyzioğlu, kendini yenileme çabası içerisinde olan Cumhuriyet Halk Partisine katıldı. Partiye girişinden kısa bir süre sonra Parti Meclisi üyeliğine ve Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Üniversite öğretim üyeliğinden gelmenin avantajıyla kısa sürede partinin önemli sözcülerinden biri oldu. 1957 seçimleri ile Turhan Feyzioğlunun uzun milletvekilliği yaşamı da başlamış oldu. Sivas’tan milletvekili seçilen Feyzioğlu meclis dışında başladığı muhalefete mecliste de devam ederek ‘Çetin Muhalefet’ olarak kendisinden söz ettirdi.
27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra ise Feyzioğlu ODTÜ rektörü olarak üniversiteye döndü. Ancak Feyzioğlu’nun üniversitedeki görevi fazla uzun sürmedi. Bunun sebebi Milli Birlik Komitesinin 147 öğretim üyesini üniversiteden uzaklaştırmasıydı. Bu kararı haksız bulan Feyzioğlu bir süre sonra rektörlük görevinden istifa etti. Turhan Feyzioğlu rektörlük görevinden ayrıldıktan sonra anayasa ve seçim kanununu hazırlamak üzere oluşturulan komisyon başkanlığını yürüttü. Oluşturulan Kuru Meclis’e de üniversite kontenjanından seçilen Feyzioğlu II.Cemal Gürsel Hükümetinde de Milli Eğitim Bakanı olarak görev aldı. Ancak bakanlık görevi de uzun sürmeyecekti. 147’ler hakkında istediği kanun çıkarılmayınca 3 Mart 1961 tarihinde bu görevinden de istifa etti.
Feyziğolu,siyasi hayatın tekrar serbestleşmesinden sonra 1961 Ekim seçimlerinde memleketi Kayseri’den milletvekili seçildi.Siyasi hayatına kaldığı yerden devam eden Feyzioğlu, 1961-64 yılları arasında arasında kurulan İnönü hükümetlerinin değişmez bakanlarından oldu,9.İnönü hükümetinde Başbakan yardımcısı olarak görev yaptı.
Ancak Feyzioğlu’nun İnönü ile olan bu yakınlığı uzun sürmedi. İlk anlaşmazlık Turhan Feyzioğlu’nun, Cumhuriyet Halk Partisi -Adalet Partisi koalisyonunu savunması ile çıktı. Nihayetinde İnönü 25 bağımsız vekilin desteğini alarak 25 Aralık 1963 tarihinde bir azınlık hükümet kurdu. Turhan Feyzioğlu ise azınlık hükümetinin ülke sorunlarına çözüm getirmeyeceği gerekçesiyle bu hükümette görev almadı.





(soldan sağa) GP Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu, CHP Gn. Sek. Bülent Ecevit, CHP Gn. Bşk. İsmet İnönü, Tabii Senatör Ahmet Yıldız,

"CHP, sosyalist bir parti değildir ve olmayacaktır."


Hükümet kurma konusundaki bu ihtilafın ardından asıl büyük tartışma ise CHP’nin kendisini ‘Ortanın Solu’ olarak konumlandırmasıyla baş gösterdi. 1965 seçimleri öncesinde partiye yeni bir yön verme arzusundaki İnönü CHP’nin yerinin kuruluşundan beri ortanın solu olduğunu ifade etmeye başlayacaktı. Bu konumlandırma sebepsiz değildi. 1960’lı yıllar sol düşüncenin Türkiye’de kendini hissettirmeye başladığı yıllardı. CHP’nin büyük destek aldığı üniversite gençliğinin, Türkiye İşçi Partisinin sol söylemlerine yaklaşması CHP’nin sol konusunda bu politika değişikliğinde önemli etkisi olmuştu.
Turhan Feyzioğlu bu politika değişikliğini- ortanın solu düşüncesi-  Türkiye’de komünizmin önünün alınması için iyi bir yol olduğu düşüncesiyle başlangıçta destekleyecekti. Ancak Feyzioğlu’nun bu tavrı kısa sürede değişti. Ortanın solu düşüncesinin bir slogan olmaktan çıkıp içinin Akis,Kim,Yön gibi dergilerde, Milliyet,Ulus,Cumhuriyet,Akşam gibi gazetelerde başta Bülent Ecevit,Doğan Avcıoğlu,Mümtaz Soysal gibi partililer ve yazarlar tarafından sosyalizm ile doldurulmaya çalışılmasına karşı  muhalefet etmeye başladı. Feyzioğlu ortanın solu düşüncesinin, parti içindeki bir grup tarafından daha fazla sola çekilmesi olarak nitelendirdiği bu çalışmaları tehlikeli bir yol olarak niteliyordu. Turhan Feyzioğlu yalnız da değildi. 9-12 Ağustos 1966 tarihinde toplanan CHP parti meclisinin yayınladığı bildiride ortanın solu deyiminin yer almasına birçok partili muhalif kaldı.
Ortanın Solu tartışmaları arasında CHP 18.Kurultayını yaptı. Kurultaya giderken saflar artık belirginleşmeye başlamıştı. Parti içinde üç farklı kanat bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi ortanın solu ( basının ifadesiyle Ecevit’in solları) ,ikincisi ortanın sağı, üçüncüsü ise ortacılardı. Parti içindeki bu farklı eğilimlere rağmen partinin bir güç kaybına uğramaması adına dengeler gözetildi. Kurultay sonrası yayınlanan bildiride CHP’nin partiler yelpazesi içinde ortanın solunda bulunduğu, ortanın solu deyiminin kapsamını parti programının belirlediği ifade edildi. Kurultay bildirisinde partinin ortanın solunda bulunduğu ilan edilmesine karşın parti içinde önemli bir ağırlığı olan ortanın solu karşıtlarını memnun etmek için de şöyle net bir ifade kullanıldı: CHP’nin programı,dünyada mevcut partilerden herhangi birinin programının,doktrinin kopyası veya taklidi değildir. CHP’nin programı, yalnız başına Türkiye’nin ihtiyaçlarından ve sorunlarından doğmuş tedbirlerdir. Bu esaslar içinde CHP,sosyalist bir parti değildir ve olmayacaktır.”
Partinin ortanın solunda, fakat sosyalist olmadığı ve olmayacağının belirtilmesi gruplar arasındaki mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor aksine mücadelenin yeni başladığını gösteriyordu. 18.Kurultay sonrasında parti yönetimine ortanın solu ekibi hakim olacak ve genel sekreterliğe Bülent Ecevit seçilecekti. Turhan Feyzioğlu ise tüm bu gelişmelere karşın partiden ayrılmayacak ve mücadelesini parti içinde sürdürmeye çalışacaktı. Nitekim parti genel merkezine Bülent Ecevit ve arkadaşları hakimken, partinin meclis grubunun yönetimini liderliğini Turhan Feyzioğlu’nun yaptığı grup kazandı. Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının bir diğer başarısı ise grup yönetim kurulu ve haysiyet divanı seçimlerinde ortanın solu adaylarının seçimini engellemek oldu. Bu gelişmeler CHP içinde Turhan Feyzioğlu’nun başını çektiği güçlü bir muhalefetin varlığını gösteriyordu.
Parti içindeki bu mücadele 25 Aralık 1966 tarihinde yapılan Parti meclisinde de devam etti. Parti Meclisi toplantısına yine ortanın solu tartışmaları damgasını vurdu. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit ortanın solu fikrini toplantıda savunurken Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları CHP’nin hiçbir zaman sosyalist bir parti olmadığını ve olmayacağını dile getirecekti. Nihayetinde yayınlanan bildiride İnönü ve Ecevit’in dediği oldu ve ortanın solu ifadesi yayımlanan bildiride yer aldı. Bunun üzerine Turhan Feyzioğlu’nun da dahil olduğu 8 üye bu bildiriye karşı olduklarını kamuoyuna açıkladılar. Bildiriye muhalif olan bu 8 kişi bu tarihten itibaren Türk siyasetinde 8’ler olarak adlandırıldılar.


'Atatürk'ü sosyalist ilan edenler kimin emrindedirler bilmeyiz ama,biz Atatürk’ün emrindeyiz.'


8’lerin bu muhalefetine İsmet İnönü’nün cevabı küçük kurultayı toplantıya çağırmak oldu. Ancak burada İnönü’nün taleplerine karşın bu kişiler güvenoyu aldılar. Küçük kurultaydan istediği sonucu alamayan parti yönetimi olağanüstü kurultayı toplantıya çağırarak 8’lerin parti dışına çıkarılması için en önemli adımı attı.Olağanüstü kurultayın bir tasfiye kurultayı olduğu İsmet İnönü’nün ifadelerinde açıkça kendini gösteriyordu: “ Mücadelenin son günlerinde bu sekiz arkadaş,teşkilatla doğrudan doğruya temasa geçme safhasına gelmişler,muhaberelerle, toplantı ve ziyaretlerle CHP’ni sosyalist olmaktan kurtarma görüşü içinde faaliyetlerini zirveye çıkarmışlardır…Taraflar arasındaki fark şudur ki,genel sekreter ve merkez yönetim kurulu,seçimden gelen bir tabii teşekküldür. Genel başkanın idaresi altındadır. Sekizler grubu isi kendi iradeleri ile teşekkül etmiş, bilinmez kimin emrinde ayrı iddiaları,davaları,hükümleri olan bir takımdır”
Turhan Feyzioğlu İnönü’nün bu ifadelerine bir bildiriyle aynı sertlikte cevab verdi: ‘Ulus gazetesinde tarihi gerçeklere rağmen Atatürk’ü sosyalist ilan edenler kimin emrindedirler bilmeyiz ama,biz Atatürk’ün emrindeyiz,bir  CHP sorumlusunun dergisinde Lenin ağzıyla demokratik rejimden “ burjuva yutturması” diye bahsedilmesini hoş görenler,kimin emrindedir bilmeyiz ama,biz anayasanın emrindeyiz, Atatürk’ün kurduğu gazetede Stalinci,Doğu Almanya’yı göklere çıkaran yazı serisinin yayınlanmasını savunan ve haklı gören kimseler,kimin emrindedir bilmeyiz ama,biz aklımız,vicdanımız,sarsılmaz inançlarımızla milletimizin emrindeyiz”


Güven Partisi


Gergin geçen kurultay parti yönetiminin istediği şekilde sonuçlandı. Tüzüktü yapılan değişiklikle Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının partiden ihracının önü açıldı.  Bu gelişmelerin ardından Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları CHP’den istifa ettiler. Bu istifaların ardından Türk siyasetine yeni bir partinin dahil oldu. Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları Güven Partisi adıyla yeni bir parti kurdular.Bu parti CHP’nin izlemekten vazgeçtiği belirtilen Atatürkçü yolda, Türkiye’yi aşırı sol ve aşırı sağ tehlikelere karşı koruyacak bir parti olarak konumlandı. Aşırı sağa ve aşırı sola karşı bir merkez ve toplayıcı parti olmak, demokratik rejimin devamını sağlamak ve Atatürk’ün milliyetçilik anlayışından uzaklaşılmasını engellemek partinin öne çıkan politik görüşleriydi.





Turhan Feyzioğlu ve Güven partisi 1980 askeri darbesine kadar geçen süre içinde demokratik düzenin devamından yana bir politika izlediler. 1968 öğrenci ve işçi olaylarına karşı çıktılar ve siyasetlerini antikomünizmin üzerinde konumlandırdılar. 12 Mart muhtırasını da,  ülkeyi bir uçurumun kenarından döndüren ve demokratik düzenin devamını sağlayan bir müdahale olarak değerlendirdiler ve desteklediler. Komünizme karşı birlik oluşturma düşüncesiyle Güven Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Millet Partisi ile 17 Aralık 1971’de birleşerek milliyetçi cephe oluşturdular. Bu birleşme sonrası partinin ismi Milli Güven Partisi oldu.  





Turhan Feyzioğlu’nun bir diğer önemli faaliyeti CHP’den kopanların kurduğu Cumhuriyetçi Parti ve  İsmet İnönü’nün partiden ayrılması sonucunda partiden ayrılanların kurduğu Bağımsız Halkçılar grubu ile birleşmek oldu. 1973 yılındaki bu birleşmenin ardından partinin ismi Cumhuriyetçi Güven Partisi olarak değiştirildi. Ancak bu birleşmeler 1973 yılı seçimlerinde istenilen başarıyı getirmedi.  Cumhuriyetçi Güven Partisi seçimlerden sadece 13 milletvekili çıkarabildi.  Buna karşın Turhan Feyzioğlu ve partisi Türk siyasetinde önemli bir rol oynadı. 1980 askeri darbesine kadar geçen sürede birçok hükümetin içinde yer almayı başardı.
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbeye Turhan Feyzioğlu’nun bakışı beklenildiği gibiydi. Feyzioğlu askeri müdahaleyi demokrasiyi kurtarma hareketi olarak görerek ve açıktan destekler bir tutum sergiledi. Bir ara, yeni dönemin başbakanı olarak adı geçti. Kenan Evren tarafından desteklenmesine rağmen askerler ve kamuoyundan gelen tepkilerin sonucunda hükümet kurma çalışmalarını yarım bırakmak zorunda kaldı. Bu son siyasi faaliyetinden sonra Turhan Feyzioğlu siyasetten çekildi. Tekrar akademik çalışmalarına döndü.   

 Kaynaklar: 
 Gürcan Bozkır, Prof.Dr. Turhan Feyzioğlu'nun Siyasi Kişiliği
 Feroz Ahmed,Demokrasi Sürecinde Türkiye,1945-1980
 Suna Kili,1960-1975 Döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler

http://www.dunyabulteni.net/haberler/297821/metin-feyzioglunun-dedesi-ataturkcu-siyasetin-duayeni



..

29 Aralık 2015 Salı

Perinçek'e Cevap (1991)




Perinçek'e Cevap (1991)



28/6/1991 - 11:00 - 
Atin
      













(1991'de Mehmet Eymür'ün "Analiz" isimli kitabı piyasaya çıkmadan önce, bazı bölümleri Milliyet Gazetesi'nde yayınlanmıştı. Bunun üzerine Doğu Perinçek gazeteye uzunca bir açıklama yolladı. Aşağıdaki yazı, Perinçek'in bu açıklamalarına karşın Eymür'ün verdiği cevaptır.) 


Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne


Gazetenizde 10-11-12 Haziran günü yayınlanan ''Doğu Perinçek'in Yanıtı'na karşı ekte hazırlamış olduğum cevabın yayınlanmasını saygı ile arzederim. 28 .06.1991

Mehmet EYMÜR

Gazetenizde 10,11 ve 12 Haziran tarihinde ''Doğu Perinçek'in Yanıtı '' yayınlanmıştır .

Esasında daha anılarım Milliyet'te yayınlanırken maskelerinin düşmesinden ve kimlere hangi amaçla hizmet ettiklerinin ortaya çıkmasından telaşlanan Fabrikatör Perinçek ve grubu yayın organları 2000'e Doğru mecmuasında bana 14 sayfalarını tahsis ederek kendilerini savunmaya çalışmış, benimle ilgili olarak ''Yavuz hırsız ev sahibini bastırır'' misali, hiç bir mesnede dayanmayan yalan ve iftiralara devam etmişlerdir.

Beni bir hayli eğlendiren bu telaşlı yayınlarına Fabrikatör ' ün kendi mecmuasında cevap vermeyi lüzumsuz saydım. Ancak Perinçek'in Milliyet gibi ciddi bir okuyucusu olan gazetede başkalarına çamur atarak kendini temize çıkarmaya çalışması üzerine bir kereye mahsus olmak üzere gereken cevabı vermeyi zaruri addettim.

Öncelikle Perinçek'e yayında ''Güney Sadık'' takma ismini, yayın hakkını verdiğim Milliyet Gazetesi takmıştır. Bu herhalde gazetenin gösterdiği mesleki nezaket dolayısıyladır. Gerçi, ''Sadık'' ismi Perinçek'e yakışmış, yabancı güçlere sadakatla hizmet etme görevine uygun düşmüştür.

Diğer taraftan Perinçek ve 2000'e Doğru benim anılarımı ellerine geçirmekle öğünüyorlar. Ellerine geçirdikleri nüsha, benim kasıtlı olarak kendilerine ulaşacağını bilerek kendilerine yakın olan kişilere verdiğim nushadır. Telaşlarından gazetedeki tefrikayı ve kitabımı beklemeden ele geçirdikleri nüshaları yayınlayarak kitabımda yer almayan konuları kendi dergilerinde neşretmek ve kendi kendilerini teşhir etmek gafletine erişmişlerdir .

Şimdi Perinçek'in Milliyet'teki yanıtındaki iddiaları tek tek gözden geçirelim :

- '' Biz Aydınlıkçılar Hiram Abas - Mehmet Eymür 'lerle ilk kez işkencehanelerde tanıştık'' diyor. Demegoji yapmasın, nerede, hangi işkencehanede karşılaşmış? Söylesin de biz de öğrenelim.

Ben Perincek'i sadece, eskiden Bahçelievler'de oturan bazı MİT peronelinden duymuştum. şimdi kapatılmış olan bir meyhanede sohbetlerini, onlarla ahbaplık kurma, ve onlara şirin gözükme çabalarını.

-''İkinci karşılaşmamız Lübnan Nahrel Bared'deki FKÖ Kampında

Dokuz arkadaşımız . MOSSAD ile işbirliği sonucu bir İsrail askeri baskınıyla şehit edildiler'' diyor . Kendisi o kampta memleket yararına faydalı işler yaparken biz İsrail askerleri ile kampı bastık ta öylemi karşılaştık acaba? Bunlara bir açıklık getirsin.

- ''1978, 79, 80 yıllarında Aydınlık gazetesinde Kontrgerilla kampanyalarıyla faaliyetlerini sergiledik. Bu üçüncü karşılaşma'' diyor. Yukarıdaki yalanlarına benzer yalanlar dışında neyi sergilemişler? Bunlar işkenceci, CIA, MOSSAD ajanı gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflar, adice iddialar dışında bir tek somut olay ortaya koyabilmişler mi?

Perinçek ve hizmetkarlarını arkalarındaki karanlık güçle birlikte bu iddialarını somut örneklerle delillendirmeye, ispata davet ediyorum. İspat edemedikleri taktirde bu iftiraları yayanlar şerefsizdirler, satılıktırlar, sahibinin sesidirler.

- ''Dördüncü karşılaşma 12 Eylüı döneminde . Özellikle Kontrgerillayı açığa çıkardığımız için hapislere atıldık . Bir takım arkadaşlarımız işkence gördüler'' diyor, safsata ve laf salatasına devam ediyor.

- ''Beşinci karşılaşma MİT raporunu açığa çıkarmamız . Abas ve Eymür 'lerin meslek hayatlarına hiç olmazsa resmi planda son verdik'' diyor. Evet, her nedense MİT'in sivilize olmasını hiç istemeyen, her vesile ile emekçilerin menfaatini ön planda tuttuklarını ve haksızlıklara karşı olduklarını ilan eden Fabrikatör Perinçek grubu, Türkiye'de yeraltı dünyasındaki karışık menfaat ilişkilerini konu alan bir raporu açığa çıkarıp, bizleri görevimizden ettiği için böbürleniyor. Ne denli ikilem, ne denli sahtekarlık.

-''Altıncı karşılaşma Körfez krizi iıe başladı ve devam ediyor. Onlar gene ABD'nin Ortadoğu harekatının istihbarat elemanı ve biz gene ABD 'ye direnen yurtsever güçlerin parçasıyız'' diyor. Bir Amerika tutturmuş gidiyor . Sanki Amerika dışındaki bütün Avrupa ülkeleri, komşularımız Türkiye'nin canı, ciğeri.

Perinçek efendi, ben Türk'üm ve Türklüğüm ile iftahar ediyorum. Senin hoparlörü olduğun güç dahil her türlü yabancı gücün Türkiye üzerindeki oyunlarına karşıyım. Hep Amerika' yı ortaya atıp kendini maskeleyemezsin. ABD'ye direnen yurtsever güç, ezilen halklar teranelerini bırak. Söyleyebiliyorsan Türk olduğunu, Türklüğün ile iftahar ettiğini, bütün yabancı güçlerin, bütün karanlık ilişkilerin karşısında olduğunu söyle.

-"Aydınlık ' ta bizim Savaşman 'ı savunduğumuzu söylüyor Aydınlık bir gerçei ortaya çıkardı. CIA, en sadık, en çok gelecek vaat eden adamları Hiram Abas' ların yolunu açabilmek için Savaşman'ı feda etmiştir. Önemli bir CIA ajanının yükselmesi için ötekinin harcandığı bir CIA operasyonu. Aydınıık bu gerçeği saptadı ve yazdı'' diyor.

Olayları ters yüz etmek, işine geldiği gibi yorumlamak, gerçekleri saptırmak, önemli bir olayı önemsiz göstermekte ne kadar da başarılı. Kendisini yetiştirenler bayağı iyi eğitmişler. Şu mantığa bakın CIA bir adamını başarılı kılmak için diğerini yakalatıyor. Hatta CIA bu operasyonda o kadar ileri gidiyorki CIA' nın Ankara'daki temsilcisi Amerikalıyı da yakalatıyor . Şu mantığın, şu yorumun güzelliğine bakın.

Şimdi Perinçek' e soruyorum. Hiram Bey'in ''Batum'a, Atina ' ya 30.9.1968 ila 1.12.70 yılları arasında Beyrut'a gönderildiği'' gibi MİT içindeki personelin bile bilemeyeceği operasyonel bilgileri nasıl elde ediyor? Bunlar gizli bilgilerdir. Gizli bilgiler ancak gizli faaliyetlerle elde edilir. Bu işleri de istihbarat teşkilatları yaparlar. Yabancı istihbarat teşkilatları bu tip bilgileri MİT içindeki Savaşman gibi bir ajanından alır, Perinçek gibilerine de vererek kullandırır. Bunun başka şekli yoktur. Bu tamamiyle bir casusuluk faaliyetidir.

- ''Turan Çağlar Kontrgerilla yayını sırasında Aydınıık'a bilgi veren yüzlerce kaynaktan biriydi. Çağlar daha sonra arkasında büyük kuşkular bırakan bir şekilde cezaevinde öldü. Olay tarihi 1983. Aydınıık generaller tarafından kapatılmış. Aydınlıkçılar ya hapiste, ya aranıyor. Aslında bu bile Eymür 'ün iftirasını çürütmeye yeter'' diyor . Perinçek bu konuda kaçamamış ve itirafta bulunmuş. İftiharla, gururla bahsettiği ''Kontrgerilla'' yayınını hazırlayan, bilgi verenlere bakın. Yıllarca İngilizlere ve Amerikalılara hizmet etmiş (dikkat ederseniz Perinçek'in sadece CIA deyip geçiştirdiği gibi değil. O da Savaşman gibi hem İngilizlere, hem Amerikalılara hizmet etmiş), ihtilal hareketleri içinde bulunmuş bir kişi. Nedense Perinçek'lerin yanında hep casuslar gözüküyor. Perinçek acaba kaynakları Turan Çağlar'dan ne gibi bilgiler alıp yayınladıklarını açıklayabilir mi? Hala bir İngiliz/Amerikan ajanından alıp yayınladıkları bilgilerin tarafsız ve doğru olduğunu, bunu yurtsever duygularla yaptıklarını iddia edebilir mi? Perinçek bu. Bunun da bir yolunu bulur elbet.

-''Aydınlık'ın sorumlu müdürü Aydoğan Büyüközden'in 12 Mart 1971 darbesinde ''Robert Kolej 'de görevli bir İngiıiz'e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalandığını söylüyor. Yalan. Bir kez A.Büyüközden o lojmanda yakalanmadı.İkincisi o lıojman İngiliz'e ait değildi. Robert Kolejin'di'' diyor. Perinçek'in karışık ve karanlık hayatı hafızasını da karıştırmış . Aydoğan Büyüközden'in İngiliz'e ait eve geldiğinde başında perukla yakalandığı ve hatta ilk önceleri sağar ve dilsiz numarası yaptığı doğrudur. Lojmanın Robert Koleje ait olması neyi değiştirir ki. Ev öğretim görevlisi olan İngiliz'e tahsis edilmişti ve İngiliz oturuyordu. Aynı evde alıcı verici telsizlerde bulundu.

-''Bir istihbarat örgütüne sempati duymayı şerefsizıik sayan bir ideolojiye ve pratiğe sahibim'' diyor. Diyor ama yaptıkları ve faaliyetleri söylediklerine uymuyor. Herşey açıkça belli. O zaman Perinçek'i ne şekilde adlandırmak lazım?

- ''Ben ve arkadaşlarım, 1970, 1980, ve 1990' larda son üç kuşakla işkencehaneleri ve hapishaneleri paylaşan az sayıda insanlar arasındayız. 25 yılıık çizgisi ve mücadelesi belli bir hayattır bu'' diyor . Herhalde çok öğündüğü bu dönemler, cezaevinde ''Yaşasın Cezaevi'' , ''Yaşasın Türk Silahlı Kuvvetleri'' diye bağırdıktan sonra mahkemede ''Yaşasın TİİKP'' diye nasıl bağrıdıklarını iddia ettikleri, duruşmalarda ''kravat takmama eylemi'' için diğer gruplara baskı yaparken TİİKP duruşmalarında dik yakalı kazakların altına gravat takarak nasıl duruşmalara çıktıkları dönemler olmalı . Onun ve peyklerinin bu şakrabanlıklarını onlarla aynı dönemde cezaevlerinde yatan herkes biliyor ve anlatıyor.

Perinçek şu gözaltına alındığı dönemlerde işkencehanelerde, kahramanca direnerek zor altında verdiği sayfalarca ifadelerini de bir kitap haline getirse veya tefrika halinde kendi dergisinde yayınlasa ne iyi olur. Herkes onun nasıl bir devrimci, ne denli bir kahraman olduğunu bir kez daha anlar.

Perinçek'i eski kader arkadaşlarından, cezaevinde birlikte kaldığı kişilerden, yakın çevresinde bulunanlardan dinledim. Onun, 12 Mart sonrası özel minübüsü ile Söke'ye Beşparmak dağlarına taşıyan Ferit Özcan ile Hikmet ve Mehmet Süleyman Cengiz'in Perinçek'in devrimcilikle bağdaşmayan gayri ahlaki tutumu nedeniyle TIIKP'den ayrılmaları üzerine nasıl hain ilan edildiklerini, partinin ''gümüş bağışlama'' kampanyasını organize ettikten sonra evindeki gümüşleri babasının evine nasıl taşıdığını, 1974'de oy kullanmayı devrimci harekete ihanet sayarken seçim sonrası mahkemeye verilen dilekçede ''halkın serbest bırakılmayı istediğini'' nasıl beyan ettiğini, onun ne denli bir sahtekar olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Onu yakından tanıyanların birleştiği nokta Perinçek'in sol faaliyetler içine sızmış bir batı ajanı ve sahte bir devrimci olduğuydu. Çizgilerinin sık sık değişmesi, ahlaki kurallara pek bağlı kalmayışı da bu sebebe bağlanıyordu.

Perinçek'in 25 yıllık değişmeyen çizgisini Başyardakçılarından Hasan Yalçın'la 26 Temmuz 1989'da yaptığım bir görüşmenin teyp bandından pasajlarla incelemek istiyorum. O tarihlerde Hasan Yalçın'a, israrla benimle tanışmak arzusu üzerine randevu vermiş ve karşılıklı teype almak koşuluyla büromda konuşmuştum.

Kendisiyle mülakaat yapmayacağımı bildiği için hiç bir şekilde yayınlamamak şartıyla benimle görüşmek, beni tanımak istediğini belirtmişti. Ben yine de güvenmediğimden ve bunların sahtekarca taktiklerini bildiğimden karşılıklı teype alma şartını koştum. Tahminimde yanılmadım. Bir müddet sonra bu görüşmenin belli pasajlarını birbirine monte edip saptırarak, yorumlar getirerek her zamanki gazetecilik anlayışlarına uygun bir şekilde kullanmaya çalıştılar.

Hasan Yalçın daha sonraki yıllarda da bütün terslememe rağmen benimle diyalog kurma çabalarına devam etti. Bana dergilerine gelen bazı sözde ihbarları fakslayarak, zaman zaman telefonla arayarak ilişkilerini sıklaştırmaya çalıştı. Aklınca beni yönlendirmeye, bir şeyler söyletmeye çalıştı. Hiram Bey'in ölümünden sonra yaptıkları ve hiç bir ahlak kuralına uymayan yayınlarından sonra telefonda hakaret etmeme, aşağılamama rağmen dahi aldırmadan büroma gelip izahat vermeye çalıştı, Hatta daha da ötesi ''MİT'e hizmet etmeyi dünyanın en büyük şerefsizliği ve alçaklığı'' sayan bu zihniyetin Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın, MİT'in gazetecilerle toplantılarına kendilerinin çağrılmadığından yakınarak kendilerini MİT'ten arkadaşlarımla tanıştırmamı istedi. şimdi ben bu eski görüşmeden pasajlarla Perinçek'in ''25 yıllık çizgisini ve mücadelesini'' incelemek istiyorum.

M.Eymür- 2000'e doğrunun çizgisi nedir? Amaçları nedir, ideolojik yelpaze içinde yeri nedir? Bunu Aydınlık zamanından alalım. Bundan bazı başka suallere geçmek istiyorum. Nedir yani çizginiz. Bu günki ile başlangıç çizginiz arasında farklılaşma var. Yakın tarihte bir özeleştiriniz filan da oldu. Saçak'ta çıkan. Bir oturmamışlık görüyorum ben çizgilerinizde.

H.Yalçın- Hi hi hi (gülüyor)

M.Eymür- En azından bu günki konum nedir? Bugün ideolojik yelpaze içindeki yeriniz tam nedir, gazetecilik anlayışınız nedir?

H.Yalçın- Şimdi çizgi olarak solcu. En geniş anlamda solculuk. Sırf bir Aydınlıkçılık veya sırf bir Mao düşüncesinin temsili değil genel anlamda Türkiye'nin, Türkiye'de yaşayan bütün insaların menfaatini savunmaya ve özellikle emekçilerin menfaatlerine dayanan bir solculuk.Eski çizgiyi söylüyorsunuz da. 1978'de Sovyetler Birliğinden gelmekte olan bir tehlike gördük Türkiye'de. Buna MİT'den de fazla karşı çıktık, Genel Kurmay'dan da fazla karşı çıktık. Fazla karşı çıktığımız için hata yaptık. Çok fazla. Tehlike o kadar büyük değilmiş.

M.Eymür- Şimdi ben de ona değinmek istiyorum. Hatırlıyorum ilk yıllarınızı. Sokaklarda yazılar görüyordum ''Ne Amerika, ne Rusya'' . Herhalde dedim yeni bir milliyetçi akım doğdu. Sonra bir baktım daha ziyade bir Mao'ist çizgi içinde yeni bir akım başladı. Esasında bizim yapamadığımızı, Batı Devletlerinin yapamadığı bir misyonu üstlendiniz. Yapılan işin niteliği dolayısıyla bunlar acaba bir başka yere angaje olmuş bir grupmu.

H.Yalçın- Amerikancı demek istiyorsunuz.

M.Eymür- Amerikancı da demeyelim. Batı. Çünkü bir anti Sovyet yapınız vardı . Solu bizim başarmadığımız derecede bölmeyi.

H.Yalçın- Siz bizi sola mı şikayet etmek istiyorsunuz.

M.Eymür- Hayır hayır, Gerçekleri konuşuyorum. Söylediklerimde gerçek yoksa. Kendi öz eleştirinizi yaptığınız zaman birtakım hatalar yaptığınızı kabul ediyorsunuz.

H.Yalçın- Tabii.

M.Eymür- Yarın gene bir öz eleştiri yapıp bugünki faaliyetlerimizde hata yaptık diyebilirmisiniz.

H.Yalçın- Hata yapmamak mümkün değil. Hatalar yapılıyor. Meziyet hataları görüp düzeltmek, hata yaptık onu düzeltiyoruz demektir.

İşte Perinçek'in değişmeyen 25 yıllık çizgisi ve mücadelesi. Birgün Marksist, ertesi gün anti-Sovyet, bir başka gün Maoist olacak, dün kızdığı güçlerin, şiddetle saldırdığı PKK gibi örgütlerin bu gün yanında yer alacak, ondan sonra bir ''öz eleştiri'' ile geçiştirip hala utanmadan çizgilerim bellidir diyecek. Ama ona da hak vermek lazım. Ne yapsınki adam. Vazifesi bu.

-''Hiram Abas ve ekibi CIA'nın adamıydılar. Aydınlık ve 2000'e Doğru birçok haberiyle bu gerçeği kanıtladı. Fiıistin Devletinin Ankara Büyükeıçisi Abu Firas, Hiram Abas'ın CIA ve MOSSAD ile ilişkilerini kanıtlarıyla 2000'e DOGRU'ya. Bizzat bana anlatmıştı. Biz o zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz: Casusluktan nefret ederiz. Ezilen halkların yanındayız. Onların mücadelesini desteklemekten şeref duyarız'' diyor. Yine aynı görüşmeden pasajlar sunmak istiyorum.

M.Eymür- Şimdi Sati olayını ele alalım. Bunun Filistin'e karşı bir CIA, Mossad ve MİT ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz. Büyük tenakuz burada başlıyor. Sati olayının failleri kimlerdi. Filistinli ama, itham edilenler kimlerdi.

H.Yalçın- Suriye'li

M.Eymür- Faaliyetin hedefi Suriye ve Abu Nidal grubuydu. Abu Nidal ve Suriye o tarihlerde FKÖ ile düşmandı. şimdi nasıl olurda böyle bir yargıya varabilir, FKÖ'nün düşmanına karşı yapılan bir faaliyetin FKÖ' ye karşı olduğunu söyleyebilirsiniz . Ben size mantıksal olarak açıklıyorum. Bu olay bir Suriye ve Abu Nidal faaliyetidir. Bunun bizim daima desteklediğimiz FKÖ ile en ufak ilişkisi yoktur. Türkiye'nin FKÖ ile iyi münasebetleri var.

H.Yalçın- Şimdi burada bizim yaptığımız iş şu. Şunu veya bunu korumak söz konusu değil. Biz Amerikaya karşı Viyetnam halkını, Sovyete karşı Afganistan halkını, İsrail'e karşı da Filistin'i koruruz. Çünkü Filistin mazlum bir ülke, mazlum bir halk. Zaten Türkiye'de Filistin mücadelesi yok.

M.Eymür- Ama ben de zaten Türkiye'nin genel politikasında FKÖ' ye sıcak bakılır diyorum.

H.Yalçın- Tabii, biz onuda bilmiyoruz.

İşte Perinçek'in saptırdığı ve her zamanki yalancı tavrı ile sanki varmış gibi ''kanıtlarıya'' dediği olay. Hep kanıtladık diyor ama nedense bir türlü bu kanıtları açıklayamıyor.

Hasan Yalçın'la görüşmemizdeki bir konuya daha yer vererekten Perinçek ve grubunun vatanseverlik maskesi altında hangi amaca hizmet ettiğini bir kez daha sergilemek istiyorum.

H.Yalçın- Şimdi Asil Nadir olayı var. Sizin hem bilgileriniz var, hem tahlilleriniz var. Biz bu mesleyi şöyle getirdik. Diyoruz ki bu Türkiye'nin güvenlik sorunu, Anglosakson sermayesinin ve Türkiye üzerindeki bazı operasyonların, Kürtler ayrılacak mı, bölünebilecek mi meselelerinin çapraşık bir hal aldığı bu dönemde bir taraftan Abramovits geliyor, bir taraftan da Asil Nadir babasının tarlasına dalar gibi Türkiye'ye dalıyor ve Gürvit'inden bilmem nesine kadar. Şimdi bu olayda biz göğsümüzü siper ediyoruz. Burada vatanseverlik filan tartışıyoruz. Hangisi vatanseverlik. Susuyorsunuz, ben bunu yazıyorum. Yalan yalnış yazıyorum. İstediğinizi söyleyin yazacağım diyorum.

M.Eymür- Esasında eski ünitedeki bazı arkadaşlarımla fikri ayrılıklarım var. Bence istihbarat bir aksiyona yönelik olmalı. Bunda biraz yavaş kalındığı kanısındayım.

H.Yalçın- Asil Nadir olayında.

M.Eymür- Genelde söylüyorum.

H.Yalçın- Bakın onu bile söyleyemiyorsunuz. Sizi biraz tahrik etmek istiyorum.

M.Eymür- Genelde söylüyorum, çünkü Asil Nadir konusunda çok fazla bilgi sahibi değilim.

H.Yalçın- Ama ilginizi çekmemişmidir. Gürvit Cumhurbaşkanlığındaki bilgileri buraya monte edecek bu çok açık değil mi? Yani şurda şu görülüyor. 2000'e Doğru en yurt sever tutumu almış oluyor bu Asil Nadir konusunda.

M.Eymür- Yanlışlıklarınız var.

H.Yalçın- Olabilir. Biz de şunu söylüyoruz. Bu yanlışlıkları buyrun düzeltin. Hem Hiram Abas, hem Mehmet Eymür. Bir zaman savaş yapsakta burada buluşabiliriz. Bizim yayınımızının neresi yanlış size göre.

M.Eymür- Daha iyi incelenebilirdi.

H.Yalçın- Amerikanın İngiltere'nin en büyük kuvveti bu Türkiye'ye soktuğu Asil Nadir.
Vatanperver Perinçek grubunun '' İngiliz'lerin Türkiye'ye soktuğu en büyük kuvvet olarak nitelediği'' Asil Nadir'in sonradan İngiltere'de başına neler geldiği, Kıbrıs konusundaki tutumu ve sermayesini Türkiye'ye kaydırdığı için nasıl tevkif edildiği ve ne hallere düştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Acaba vatansever Perinçek grubu yine yanlışlık yapmış, Türkiye yerine başka bir ülkeye mi çalışmışdı...

- ''Eymür ise ''Hiram Bey'in yükselme ihtimali olduğu tüm devrelerde'' diyor. Nefretlerinin kişisel sebebi budur. Eymür anılarında sadece Aydınııkçıları dinmez bir kinle karşısına alıyor'' diyor. Perinçek doğru söylüyor. Bu memleketi seven, bu memlekete hizmet vermiş benim gibilerinin, başkalarının maşası olup bu memleket aleyhine çalışan kişilere sempati ile bakması mümkün mü? Perinçek ve grubu, Hiram Abas'ın, Mahmut Dikler'in, Ilgız Aykutlu'nun, Hulusi Sayın'ın, İsmail Selen'in, askeri, polisi ve sivili ile daha nicelerinin ölümünde tetiği çekenler kadar ve hatta onlardan da daha fazla suçludur. Perinçek ve grubu kandırdıkları insanları cinayete azmettiren, sefil ve karanlık varlıklardır. Hizmet ettikleri yabancı güçlerin talimatıyla yalan haberler üretmiş, insanları teşhir etmiş, resimlerini, adreslerini yayınlamış ve onları tetiği çekenlere hazır bir hedef haline getirmişlerdir . İşte ben Perinçek ve yamaklarını son kez kamuoyu önünde cevaplıyor, yukarıda sunduğum nedenlerle vatana ihanet ve cinayete azmettirmekle suçluyorum.

Perinçek'in Hiram Bey ve benimle ilgili olarak senelerden beri ortaya attığı iddialara gelince. Yani CIA, MOSSAD ajanı, işkenceci iddiaları hukuken ağır cezaları gerektiren önemli iddialardır.

Bu güne kadar sahte devrimci Perinçek ve bilerek veya bilmeden onun izinden yürüyen yardakçıları tarafından ortaya atıldığı için hiç bir makam tarafından ciddiye alınmayan bu iddiaların herşeye rağmen adli makamlarca bir ihbar olarak dikkate alınmasını istiyor, Perinçek ve yardakçılarını da bu iddiaları ispata davet ediyorum.


Haydi bakalım ''Biz bunların ajanlığını, işkenceciliğini, provakasyonlarını ispat ettik'' gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflarla geçiştirdiğiniz yalanlarınızı delilleriyle birlikte adalet önünde ispatlayın da görelim.

Mehmet Eymür


.

Söylem ve Eylem,





Söylem ve Eylem,



Yekta Güngör Özden

Söz ve sorun üretmekte üstümüze yoktur. Açılan her gün yeni bir tartışmayla doluyor ve kapanıyor. Gündem değişikliğiyle yol aldığını sanan siyasetçiler havanda su dövüyorlar. Söylem, söylem, söylem. Olumlu bir eylemin tanığı olmak özlemindeki yurttaşlar boşuna umutlanıyor. Olaylar, işlemler ve eylemler söylemlerle bağdaşmıyor. Siyasal iktidar kadrolaşma ve partizanlıkta sınır tanımadığı gibi muhalefet partileri de halkın ilgisini çekecek, oyunu toplayacak çözümler, öneriler ve tasarımlarla değil güç gösterileri ve söz oyunlarıyla zaman geçiriyor. Yenilenme, gençleşme, çağdaşlaşma ve demokratikleşme bir yana bırakılmış, klikler, kulisler, delege oyunları, kavgalı kongreler, atışma tahtası durumuna getirilen kürsüler, grup toplantıları öncelik alıyor. Liderlere bağlılık gösterileri, kabadayılık çıkışları, suçlayarak suçlanmaktan kurtulma ve savunma oyunları birbirine ekleniyor. Halkın siyasetten soğuması için ne gerekse yapılıyor. Yadsıma yararsızdır.
GATA’ya Başbakanın sıkmabaşlı eşinin gelmemesinin daha doğru olacağı yolundaki öneri-uyarı aradan iki yıl geçtikten sonra tartışma konusu yapılmakla kalınmamış, gündem değiştirme oyununa araç olanlar da haklı, Genelkurmay buyruğuna uygun uygulamayı savunacak yerde bir tür pişmanlık açıklamasıyla sorunu ağırlaştırmıştır. Kamusal alanlar içinde özelliği olan askerî hastane uygulaması Genelkurmayın buyruğu dışına çıkılmamayı gerektirdiğinden “..keşke olmasaydı” diyenlerin sıkmabaşla çıkarma yapmayı düşünüp denemek isteyenler için bu sözü kullanmaları daha uygun olurdu. Şimdi ise Genelkurmay’ın buyruğunun kaldırılması, bunun için söylem değil eylemin işlem olarak gerçekleşmesi gerekir. sözle olması yeterli değildir. Genelkurmay Başkanlarından birinin özel-sözlü emriyle yapılan uygulamaları da biliyoruz. Değinilip eleştirilince yadsınması kolay, başkalarının üstüne atılması, kimi nedenler ve gerekçeler sıralanması olası kişisel buyruk ve tutumlar geçerli sayılamaz. Yeni bir buyrukla, genelgeyle askerî alanlara sıkmabaşlıların girmesi yasağının kaldırıldığının bildirilmesi gerekir.

Hukuk devletinde herkesi bağlayan yargı kararlarının mı, Başbakanın eğilim ve isteklerinin mi bağlayıcı ve üstün olduğunun saptanması öncelik taşır. Anayasa gereği uyulması zorunlu yargı kararları yerine iktidar istemlerine uyulacaksa herkesin bilmesi gerekir. siyasal simge durumuna getirilen sıkmabaşı dayatma çabaları, yaygınlaştırma düzenleri, hukuku çiğneyip Silâhlı Kuvvetleri alaya alıp aşağılayacak biçimde yapılırsa katlanılması beklenemez. Cumhuriyet gazetesinin değerli yazarlarından Öztin Akgüç’ün 7.2.2010 günlü yazısının üçüncü kesiminin başında “Türkiye’de tüm kurumlar, hattâ hiç güven yitirmemesi gereken kurumlar da, TSK ve yargı erki de hızla itibar ve güven yitiriyor. Güvenilmeyen Silâhlı Kuvvetler, güven vermeyen adalet mekanizması, ülkenin geleceği için, dış kundakçılardan daha tehlikelidir” tümcesi iyi okunup iyi değerlendirilmelidir. İyi ilâç acıdır. Gerçekleri yadsıyıp göz ardı etmek yerine Silâhlı Kuvvetlerin başına yeni çuvallar geçirilmesine olanak tanımamak gerekir. Komutanların bunları duyarlıkla düşünüp değerlendirdiklerini umuyor ve sanıyoruz.

22 Şubat gözaltı uygulamaları, hukuksal öğeleri tartışılır kimi süç yüklemeleriyle kamuoyunu yakından ilgilendirmiştir. Erzurumdaki dört savcının özel yetkilerinin kaldırılmasıyla gündeme gelen tartışmalar Ergenekon Savcılarının kaçırıldığı söylenen dosyayı geri çevirmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Yargıyı tartışılır duruma getiren yanlışlıklar ya da amaçlı işlemler sahiplerinin sorumluluğunu gerektirir. Sorumsuzluk yargısal koruma göremez. HSYK olayıyla sıkışan iktidarın yardımına gündemi değiştiren olayların yetişmesi ilginç bir rastlantı mıdır? Ne zaman iktidarı sarsacak bir olay çıksa, yeni bir olayla unutturulmaktadır. Üstüstü gelen rastlantılar kuşkuyla karşılanmaktadır. “Takdir-i ilâhi” diyerek depremi bile kullanmaktadırlar. Ama Deniz Feneri, yargıya darbeler unutulmaktadır. Protokoller ve terör önemsenmemektedir.
İstanbul’da TUSKON 3. Genel Kurul’nda, Urfa’da 169 yerin toplu açılışındaki konuşmalarında yargıya çatan, lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için cezalandırılan iktidar partisinin vazgeçmediği bu durum ve tutumuyla Anayasa değişikliği yapması etik yönünden uygun olmasına karşın inadını sürdüren Başbakan “Olur, olur, bal gibi olur” diyerek anlayışını ortaya koymuştur. Yargı denetimine katlanamayacak ölçüde demokrasi dışı düştüğünden gerçekdışı örnekler ve savlarla kendilerini haklı göstermeye çalışmakta, halkı aldatmaktadır. Yargı, hukuku yaşama geçirerek adaleti toplumsal gıda olarak sunma çabasındadır. Kurallara dayanarak karar almaktadır. İktidar döneminde çok sayıda iptal ve yürürlüğü durdurma ile yürütmeyi durdurma kararı verilmesi, hukuk düzenlemelerinin sakatlığından çok iktidarın amaçlı gidişine bağlanmalıdır. Yargı kendi kendine dâvalara bakmamaktadır. Hak arama özgürlüğü kapsamında yurttaşların ve kuruluşların başvuruları üzerine olayı değerlendirip sonuca varmaktadır. Gelişigüzellik ve başınabuyrukluk yargıda değil, iktidardadır. Yargının anayasal görevini “kuşatma” olarak nitelemek anayasa ve hukuk dışına düşmektir. Hukukdışı demokrasi olamaz.

Kitap

Bize gönderilen kitaplardan TÜRKSOLU okurlarına yararlı olacakları tanıtıp salık vermeyi görev sayıyoruz.
Emekli öğretmen Özbek İncebayraktar’ın “Şiirimizde Atatürk” adlı seçkisi 105 şairin 208 şiirini içermektedir. 2010 yılında yayımlanan kitaplar arasında özgün bir yeri vardır. Atatürk konulu şiirlerin iyi bir seçimle sunulmasıdır.
Rahmi Vardı’nın Kelâm Yayınları arasında çıkan “Atatürk’ün Manevî Dünyası” adlı yapıtı büyük kurtarıcımızın duygu ve düşünce dünyası ile kişiliğini dokuyan inanç anlayışını da yansıtmakta, bu bağlamda gerçekdışı söylentilerin haksızlığını ortaya koymaktadır.
Mustafa Sağ’ın “Dini Atatürk Gibi Anlamak” adlı kitabı da inanç temizliği, inancın önemi ve inancı yaşamak konularında Atatürk’ün örnek kişiliğinin değerini vurgulamaktadır.
Köy enstitülü emekli öğretmen Arif Baş’ın “Tekne Kazıntısı” adlı kitabı meslek anıları ve deneyimleriyle eğitim sorunları konusunda aydınlatıcı bilgiler vermektedir.
Tanınmış iş adamlarımızdan Zühtü Şenyuva “En Değerli Hazine Dostluk ve Güvendir” adlı ikinci kitabıyla dostlarını tanıtmakta iş alanındaki çabalarını, eğitime katkılarını eserleri ve örnekleriyle kamuouyunun bilgisine sunmaktadır.
Hepsini kutlayarak okurlarımıza salık veririz.



.

Mustafa Kemal'den Gandi Kemal'e & Gerçek Gandi’den Gandi Kemal’e





Mustafa Kemal'den Gandi Kemal'e




Gökçe Fırat

Gerçek Gandi’den Gandi Kemal’e

MUstafa Kemal'der Gandi Kemal'e















ABD’nin son keşfi Kılıçdaroğlu’na “Hollywood”vari bir de isim takıldı: Gandi Kemal...
Neden Kemal Kılıçdaroğlu’nu Gandi’ye benzettiklerine gelince, tek bir nedeni var: Tipi.
O da Gandi gibi zayıf, kara kuru, gözlüklü, esmer biri.
Peki bunun dışında Gandi’ye benzeyen bir yanı var mı?
Yok!
Olmasına da gerek yok, çünkü devir “imaj devri” ve bu devirde fikrin değil sadece tipin önemi var.
Zaten fikir anlamında bir ilişki kurmaya kalksalar, Gandi ile Kılıçdaroğlu arasında bir ilişki kurmanın imkanı yok.
Gerçek Gandi antiemperyalistti Gandi Kemal değil...
Gerçek Gandi Batıya karşıydı Gandi Kemal değil...
Gerçek Gandi kapitalizme karşıydı Gandi Kemal değil...
Gerçek Gandi Hinduydu ama Türklere karşı değildi Gandi Kemal değil...
Kısacası Gerçek Gandi ile sahtesi arasında hiç ama hiç bir benzerlik yok.

***

Mustafa Kemal’den Gandi’ye

Kemal Kılıçdaroğlu












Ama daha da önemlisi, Türkiye gibi ilk antiemperyalist Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkede yaşıyoruz ve Gandi dahil Doğunun tüm ulusları Mustafa Kemal’in örneğiyle büyümüş insanlar...
Gandi’nin Hindistan’ı İngiliz emperyalizmine karşı savaşırken örnekleri Türk Kurtuluş Savaşı ve onun lider olan Mustafa Kemal’di.
Şimdi Mustafa Kemal’in partisine bir başkan seçiliyor ama adı Kemal olduğu halde onu Mustafa Kemal’e benzeten yok.
Olmamasının birinci nedeni olağanüstü bir saygı olabilirdi ama Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresindeki Kürtçülerin böyle bir kaygısı pek yok.
Olsaydı Atatürk’e karşı Seyit Rıza denilen gerici tarikat lideri teröristi savunmazlardı.
Kaldı ki Mustafa Kemal’den sonra CHP’nin başına Kemal adında birinin geçmesi belki CHP’de “ Yeniden Kemalizm ” ve “ Yeni bir Kemal ” olarak görülebilirdi, bu CHP’nin köklerine dönüşü olurdu.
Gandi’nin Hindistan’da yaptığı da zaten ulusal köklerine dönmekti.


Gandi Kemal’den Mustafa Kemal’e

Atatürk












Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nu kimse Mustafa Kemal’e benzetemiyor, çünkü ortada tümüyle Mustafa Kemal’in karşıtı bir adam var.
Allasan pullasan belki yutturabilirsin birilerine ama öyle bir niyetleri de yok.
Çünkü çok açık bir şekilde Mustafa Kemal’e benzemek gibi dertleri yok.
Kemal Kılıçdaroğlu burada aslında kendi ulusal köklerine dönüyor, yani Mustafa Kemal’in değil Seyit Rıza’nın yanına...
Yadırgamamak lazım, tercihini Mustafa Kemal’den yana kullanmadı. Kendi atalarından yana kullandı.
İyi de yaptı...
Mustafa Kemal’in adını kirletmemiş oldu...



..

OKUDUKÇA GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE..



OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE..


   ÜLKEMDE  SİYASİ YAPI MAALESEF  BU..
( DİDİŞME ÜZERİNE SİYASET..)  KARŞILIKLI SİYASİ SÖYLEMLER  EŞLİĞİNDE GÜNÜ KURTARMA  PROVALARI.!
SEN  ŞUNU DEMİŞTİN  BEN BUNU DEMİŞTİM.

YÜRÜYEN MERDİVENE TERSTEN BİNDİ..,
ATTAN DÜŞTÜ..,
İNSAN  BİRAZ  ADAM  OLUR...




VİDEOLARI SEYRETTİKÇE  TÜRK KAMUOYU  ÖNÜNDE YAYINLANDIĞINA  GÖRE DÜŞÜNMEMİZ LAZIM..

( BİZİ KİMLER NASIL BİR SİYASİ  BİLĞİ BİRİKİMİYLE  YÖNETİYOR.)




KEMAL  KILIÇDAROĞLU ERMENİ KÖKENLİ BİR AİLEDEN GELİYOR..,


DERSİM ERMENİ Sİ YEMUŞ HANIMIN OĞLU ÇARKÇI KEMAL
Almanya Haber Şubat 25, 2011

Türkiye Gazetesi Muhabiri Adem Demir, bugünkü özel haberinde, yazdığı kitapta CHP Liderini anlatan Süleyman Yeşilyurt’un iddialarına yer veriyor.

*****


Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni dönmesi mi?






Özgür Erdem


Atatürk karşıtı Kılıçdaroğlu
(PKK NIN SOKAK OLAYLARINDA ATATÜRK ÜN HEYKELİNİ YAKIP KIRARKEN NEDEN SES ÇIKARMADI PKK YA DESTEK VERDİ


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim isyanı tartışmaları sırasında Atatürk’e sahip çıkan Onur Öymen’i istifaya davet ettiğinde belki bir kısım Atatürkçüler şaşırmıştı. Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkan Yardımcısı nasıl olurdu da Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmasını eleştirebilirdi?

Ancak zamanla ortaya çıktı ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne çıkan kimliği Atatürkçülüğü değil, Dersimli olmasıydı. Dikkat edin Tuncelili demiyoruz, Dersimli diyoruz.

Neden mi?

Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’na bir röportajda soruyorlar, emekli olunca ne yapmayı düşünüyorsunuz. Yanıtı şu:

“Ben tarihe çok meraklıyım, özellikle Dersim tarihine. Bu konuda çok sayıda kaynak bilgi doküman var. Emekli olunca Dersim tarihini yazmak istiyordum, maalesef buna hiçbir zaman olanak olmadı.”

Her şeyden önce Türkiye’de Dersim diye bir bölge yok. Öyle bir ilimiz de... Atatürk Dersim’in ismini 1935’te Tunceli olarak değiştirmişti...

Bu klasik bir PKK söylemidir. Onlara göre Tunceli Dersim’dir, Diyarbakır Amed, Kars ise Serhad...

Tunceli’ye ısrarla Dersim demek Atatürk karşıtlığından başka bir anlama gelmez.

Tabii Kılıçdaroğlu’nun Atatürk karşıtlığı bununla sınırlı değil. Dersim isyanıyla ilgili şunları da söylemişti:

“Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu.”

Yine klasik PKK söylemi değil mi?


Ancak bu söylemin ardında Kılıçdaroğlu’nun siyasal bir tercihinin değil, tarihsel bir kininin olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.

Çünkü kısa bir araştırma gösteriyor ki, Kılıçdaroğlu’nun akrabaları bizzat Dersim isyanına katılmış insanlar...

Kılıçdaroğlu önderin kim: Seyit Rıza mı Atatürk mü?


Dersim isyanı 21 Mart 1937 gecesi Harçik köprüsünün yakılmasıyla başlar. İsyanı başlatan Dersim aşiretlerinden biri olan Kureyşandır.

Kureyşan, Kılıçdaroğlu’nun ailesinin de bağlı olduğu aşiret. Dersim isyanı lideri Seyit Rıza da aşiretin mensuplarından...

Bu aşiretin birkaç kolu var. Birisi Haydaran. Kemal Kılıçdaroğlu işte bu kola bağlı.

Haydaran Dersim isyanına en başından beri katılan 3 aşiretten biri. Ve iki yıl süren Dersim isyanını bastırma harekatında en son teslim olan aşiret. Yani en azılı devlet düşmanı olanları...

Hatta isyan bastırıldıktan sonra elebaşı Seyit Rıza ile birlikte asılan aşiret liderlerinden Hasan, Kureyşan aşiretinin reisi Ulkiye’

nin oğlu. Yani Kılıçdaroğlu’nun akrabası. Çok yaşlı olduğu için idamdan kurtulan Kamer Ağa da Haydaran aşiretinin reisidir. Yani o da Kılıçdaroğlu’nun akrabası...

Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu “insanlık dramı” derken bunu hümanist duygularla değil, akrabaları isyan ederken öldüğü için söylüyor.

Kılıçdaroğlu kendi köklerine sahip çıkıyor. “Atatürk mü Seyit Rıza mı” deseniz yaşananların bir insanlık dramı olduğunu söyleyerek Seyit Rıza’yı tercih ediyor...

Öyleyse CHP’lilere soruyoruz: Kökünü Atatürk’te bulan birisi mi CHP Genel Başkanı olmalı yoksa Seyit Rıza’da arayan biri mi?

Kılıçdaroğlu soyadını niye değiştirdi?


Kılıçdaroğlu’nun söylediği bir şey daha var. Karabulut olan soy isimlerini değiştirmişler. Gerekçe olarak ise “Köyümüzde Karabulut soyisimli yedi aile vardı” diyor. Ama gerçeği daha sonra ağzından kaçırıyor. Dedesinin dedesinin Osmanlı döneminde ünlü bir eşkıya olduğunu söylüyor.

Anlayacağınız soylarındaki eşkıyalığı unutturmak için soy isimlerini değiştirmişler. Babası memur olmaya karar vermiş, bu yüzden de “eşkıya” geçmişlerini saklamak istemiş.

Burada “eşkıyalığı” biraz açalım. “Eşkıya” bazen sempatik gelebiliyor Türk insanına. Sonuçta Köroğlu gibi halk kahramanı haline gelmiş eşkıyalar da var. Ege’de pek çok çete reisi de Kuvayı Milliye’ye katıldı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun dedesi “olumlu” olarak görülebilecek bir eşkıya ya da sıradan bir kanun kaçağı değil. Çünkü bağlı bulunduğu Haydaran aşireti, devlete karşı sürekli ayaklanan bir aşiret. Ve Kılıçdaroğlu’nun bahsi geçen dedesinin dedesi de bu ayaklanmalara katılan, belki de liderlik yapan bir eşkıya... Yani Seyit Rıza’dan bir farkı yok...

Peki neler olmuş bu ayaklanmalarda?


1937 Dersim isyanı Dersim aşiretlerinin tek isyanı değildir. 1847’den itibaren Osmanlı devletine karşı defalarca ayaklanmışlardır.

Bunların en zor bastırılanı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların da yardımını alarak başlattıkları isyandır. Kılıçdaroğlu’nun mensubu bulunduğu Haydaran aşireti de bu isyanın elebaşıdır.

Haydaranlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında da rahat durmamış, Rus Ordusu Erzincan’a kadar geldiğinde Dersim’i de Ruslara bağlayabilmek için 1915 ve 1916’da iki kez ayaklanmıştır!

Anlayacağınız Kılıçdaroğlu’nun “eşkıya” dediği dedeleri, sıradan kanun kaçakları değil, vatan hainidir. Osmanlı’ya karşı Rus Ordusu’yla işbirliği yapmıştır!
Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?


Kılıçdaroğlu’nun annesi  Ermeni dönmesi mi?



Kemal Kılıçdaroğlu Ermeni Dönmesi mi?



















Tunceli’deki Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti: “Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var.”
Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde var, bunu yayınlasın. Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...


Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduktan sonra Soner Yalçın Hürriyet’te şeceresiyle ilgili bir yazı yazdı. Ve Kılıçdaroğlu’nun ailesinin köklerinin Horasan’a kadar dayandığını anlattı.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun baba tarafından köklerini bu kadar titizlikle araştıranlar, yüzlerce yıl öncesine gidebilenler, ne hikmetse anne tarafı üzerine bir şey yazmıyor.

Biraz karıştırınca bu konuda ilginç şeyler ortaya çıkıyor.


Kılıçdaroğlu’nun annesinin ismi Yemuş. Bir Ermeni ismi. Bu konuda doğal olarak pek çok soruya da muhatap oluyor Kılıçdaroğlu. Ancak hiçbirini “Hayır, annem Ermeni değildir” diye yanıtlayamıyor.

Örneğin Rıza Zelyut, Kılıçdaroğlu’yla bir röportaj yapıyor Akşam gazetesinde. Annesinin ismini gündeme getiriyor:

“Annenizin ismi Yemuş imiş. Ermeni misiniz, diye soran birileri varmış.”

Ancak Zelyut’un amacı Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak değil, rahatlatmak. Soruyu şöyle devam ettiriyor:

“O ismin aslı Yemiş olmalı, değil mi Türkçe...”


Gerçekten de Kılıçdaroğlu, nüfus memurunun azizliğine uğramışız gibi kaçak bir yanıt verebilir bu soruya. Ama o “Evet, haklısınız” diyeceğine şu yanıtı veriyor:

“Böyle soranlar var. Biz hiçbir zaman gocunmadık, annemizin ismi niye öyle diye. Telefon açıp kendisini gazeteci olarak tanıtan kişi ‘Siz Ermeni misiniz?’ diye soruyor. Telefona ablam çıkmış. Cevap verirken ‘Hayır, biz Müslümanız’ diyor. Ablam zaten kırsal bağlamdaki o kıyaslamayı bilmiyor zaten. Gayet saf, hayır biz Müslümanız diyor. Annemin Ermeni, Kürt veya Çerkez olması bizlerin ona olan sevgisini azaltmaz ki sonuç olarak o bizim annemiz.”

Yani annem bir Ermeni değildir diyemiyor. Ermeni olsa bile önemi olmamalı diyor!

Kürtleşen Ermeniler


Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarında önemli bir gerçek gizli. Ablası Müslümanız diyor. Türk’üz demiyor. Bu aslında utangaç bir şekilde biz Müslümanlaşan Ermeniyiz demekten başka bir şey değil. Yani “Ermeni dönmesi.”

Nereden biliyorsunuz demeyin. O bölgede çok yaygın bir olgudur bu. Tehcir sırasında pek çok Ermeni çocuğun, özellikle Tunceli’de Kürt aşiretleri tarafından evlat edinildiği biliniyor. Bu çocuklar Müslümanlaştırılmış.

Bu konu birkaç ay önce Türk Tarih Kurum Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından da dile getirilmişti:

“Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak ‘Türkmen asıllı’ olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise ‘Ermeni kökenli’ olduğunu gördük.”

Halaçoğlu bu açıklamasından sonra bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşmış, adeta linç edilmişti. Halbuki, bu yalnız Halaçoğlu’nun bir iddia değil, pek çok tarihçinin kabul ettiği bir olgu.

Mesela Prof. Dr. Hasan Köni şöyle diyor:

“Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.”

Hrant Dink bile kabul ediyor bunu. Tehcire kaç kişinin tabi olduğunun tartışıldığı bir toplantıda şöyle diyor:

“Aynı dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştur.”

Batılı tarihçi Hans Lukas Kieser ise şöyle diyor:

“Pek çok ipucu, Kürt Aleviliğinin beşiği olan Dersim’in en azından bir bölümünün Kürtleşmiş Ermeni asıllı halklardan oluştuğunu gösterir.”

Halaçoğlu, Ermeni dönmelerinin listesini açıklasın

Kürtleşen Ermenilerden bahsettiği için bölücü çevrelerin büyük tepkisiyle karşılaşan Halaçoğlu sözlerinin arkasında durmuş ve şöyle demişti:

“Elimde bir liste var. Resmi belgelere göre dönmelerin listesi. Kimlerin dönme oldukları, Ermeni ismi, Türk ismi hepsi var. Hangi evde oturduklarına kadar var. Tehdit olarak söylemiyorum. Bunları açıklamıyorum, açıklamayacağım da. Şimdi ben bunları öğrenince ne yapayım? Paylaşmayım mı? Bunları Ermenileri kötülemek için söylemiyorum. Bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için kendilerini Kürt Alevi gösterdiklerini söylüyorum.”

Halaçoğlu, bu sözlerinden ötürü Türk Tarih Kurumu başkanlığından alındı. Suçu Türkleri koruması ve tarihsel gerçekleri ortaya koymasıydı. Ancak Halaçoğlu’nu şimdi çok önemli bir görev bekliyor. Madem Ermeni dönmelerinin listesi elinde, bunu yayınlasın.

Görelim bakalım Kılıçdaroğlu’nun anne tarafı Ermeni dönmesi miymiş, değil miymiş...

Yanıtla Kılıçdaroğlu: Türk müsün değil misin?

CHP’nin Genel Başkanı olmuş bir siyasetçiye Türk milletinin “Türk müsün değil misin?” diye sorması kadar doğal bir şey olamaz. Sonuçta CHP Türk’ü yok olmaktan kurtaran Kuvayı Milliye’nin partisi. Türk’ün Cumhuriyetini kuran parti. Türk’ün atası Atatürk’ün partisi...

Ama Türk olmanın Kılıçdaroğlu için önemli olmadığını üzülerek görüyoruz. Rıza Zelyut röportajında bu konuyu da gündeme getiriyor:

“Size ‘Alevi-Kürt’ göndermesi de yaptılar. Peki siz kendinizi Alevi mi görüyorsunuz, Kürt mü görüyorsunuz?”

Soru burada bitmiyor. Annesinin Ermeniliği sorusunda olduğu gibi Zelyut bu konuda da Kılıçdaroğlu’na bir çıkış noktası bırakıyor: “Yoksa bir Türk veya cumhuriyetçi mi görüyorsunuz?”

Kılıçdaroğlu:

“Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım ama Tunceli’de doğdum babam memurdu. Anadolu’nun değişik şehir ve ilçelerinde bulundum. 21. yüzyıla giren Türkiye’de bu konuları gündeme getirmemeliyiz. İnsanlar yeni bir boyuta girmiş. İnsanları üzmemek, insanları sevmek temel konu bu olmalıdır.”

Gördüğünüz gibi “Türk müsünüz” diye soruluyor, evet diyemiyor... İnsanları sevmekten bahsediyor.

Şimdi diyeceksiniz ki Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeninden size ne. Bizim için Türklüğün tanımı Atatürk’ün koyduğu şekildedir: “Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Yani biz Atatürkçüler için Türklük etnik bir kökeni tanımlamaz. Türklük bir tarihsel kimliktir. Bir karakterdir. Bir medeniyet anlayışıdır.

Bu yüzden “Ben Türk’üm” diyen birisinin etnik kökenini araştırmayız, karıştırmayız.

Ancak Kılıçdaroğlu gibileri için etnik kökenleri önemli. Dersim isyanı tartışmalarında aldığı tavır tamamen etnik kökeninin bir yansıması. CHP’li kimliğini de bir kenara itip CHP’yi ve Atatürk’ü bir anda eleştiriveriyor.

Öyleyse bizim de Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenini ortaya koymamız kadar doğal bir şey olamaz.

Genel Başkanı Türk olmayan bir parti Türk’ü savunabilir mi?

“Kılıçdaroğlu kim” basında en çok sorulan soru bu sıralar. Bu sorunun yanıtını bir de bizden duyun:

– Annesinin Ermeni dönmesi olduğu söylenen,

– Kendisine bir türlü “Türk’üm” diyemeyen,

– Dersim İsyanında Atatürk’e başkaldırmış ve Türk askerine kurşun sıkmış bir aşiretin mensubu,

– Rus işbirlikçisi eşkıyaların torunu.

Böyle birisine Türk diyebilir misiniz?


Kendisi bile demiyor ki!

Kılıçdaroğlu çıksın Annesinin Ermeni dönmesi olmadığını kanıtlasın, en azından “Ben Türk’üm” desin, o zaman Türkleri yönetmeye aday olsun.

Bunu yapamıyorsa, etnik kökenine göre kararını versin. Ya Ermenilerin yanına gitsin ya da ABD’nin kucağındaki Kürtlerin...

Ama Türkleri rahat bıraksın.


http://www.turksolu.com.tr/285/erdem285.htm

https://plus.google.com/communities/105763761493502805979/stream/45c5e623-e6b0-408c-bb66-4d71497c1960


ANA BAŞLIKTADA DEDİĞİM GİBİ BİZİ HANGİ SİYASİ KADROLAR NASIL BİR SİYASET BİLĞİSİ İLE YÖNETİYOR..? ( OKUDUKÇA  GÜLERİZ  AĞLANACAK HALİMİZE.. )   

SAYGIYLA..




..