10 Haziran 2019 Pazartesi

OPERASYON BÖLÜM 37

OPERASYON BÖLÜM 37


Uluslararası Belgeler; 

Uluslararası belgelerden olan ve bağlayıcılığı bulunan: 
– 1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi’nde; katılan ülkelerin terör suçları yöntemlerinin ve uygulamalarının kınanacağı, hiçbir şart altında teröre hak verilmeyeceği, bu konularda kararlı davranılacağı, suçluların iadesi ve takibatını emniyet altına almak için gereken tedbirlere başvurulacağı, 
– 1990 Paris fiartı’nda, devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal eden faaliyetlere karşı demokratik müesseseleri savunmada işbirliği yapılacağı ve terörün her ülkede suç sayılacağı, 
– 1992 Helsinki Bildirisi’nde, terör hareketlerinin kayıtsız şartsız kınanması, terör tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı, 
– 1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonu’nda, egemen ve bağımsız ülkelerin toprak bütünlüğü ve siyasî birliğini tamamen veya kısmen tehlikeye sokacak her türlü hareketin makul karşılanmayacağı, tevşik edilmeyeceği, terörden korunma ve mücadelede işbirliğini geliştirmek için gerekli tedbirin alınacağı, hususlarında karşılıklı anlaşmaya varıldığı kaydedilmiş ve uluslararası hukuk kuralı haline getirilmiştir. 
“Sanık Öcalan yasalar karşısında bir terör suçu sanığıdır. Ayrıcalık da tanınamaz...” 
Çok sayıda yasadışı silahlı terör eylemlerini yaygın şekilde gerçekleştiren, gerek iç ve gerekse dış hukuk açısından terör örgütü olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmayan, eylem ve faaliyetleri nedeniyle Avrupa ülkelerince de terör örgütü ve terörist sayılan PKK’ya ve elebaşısı Abdullah Öcalan’a, uluslararası hukuk açısından ve yargılama yönünden ayrıcalık tanınması, siyasî kişilik tanınarak statü kazandırılmak istenmesi Hukuk dışıdır. Tutuklu sanık Abdullah Öcalan, yasalar karşısında bir terör suçu sanığıdır. İnsan hakları ve usul yargılaması hükümleri dışında kendisine bir ayrıcalık da tanınamaz. 
Terör suçu sanığı sayıldığından 3713 Sayılı Kanun’un 16. maddesi uyarınca ve güvenliği nedeniyle bu tür tutukluların tabi olduğu rejime tabi tutulmuştur. Aksini ileri sürmek gerçeklerle bağdaştırılamaz. 
“Taraf statüsü, söz konusu olamaz” 
Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçlusu statüsü verilmesi yönündeki taleplerin hiçbir hukukî dayanağı da bulunmamaktadır. PKK’nın başlattığı ayrılıkçı terör eylemlerini önlemek, yakalandığında yargılamak Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel görevidir. PKK terör örgütüne uluslararası antlaşmalara göre bir taraf statüsü tanınması da söz konusu olamaz. Aksi takdirde Helsinki Konferansı Son Belgesi ile kabul edilen ve diğer antlaşma ve sözleşmelerde de yer alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemen eşitliğine ve egemenliğinin niteliğindeki haklarına saygısızlık olacaktır. Anayasa’nın 10. Maddesine göre, herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare 
makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır. 

“Bölge ve ırk ayrımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın, herkese yasalar eşit şekilde uygulanır...” Türkiye Cumhuriyeti devleti, aynı zamanda insan haklarına saygılı, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bölge ve 
ırk ayrımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın, herkese yasalar eşit şekilde uygulanır. Anayasa ve yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerden herkes yararlanır. Yeter ki şans tanınsın. Kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içine alan ve herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu, Anayasamızın 12. Maddesinde kabul edilmiş, 13. Maddesiyle de temel hak ve özgürlüklerin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğinin, 
cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının korunması amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği kabul edilmiş, bunun ise Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak yapılabileceği, demokratik toplum 
düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı hüküm altına alınmıştır. 

Anayasa ile güvence altına alınan kişinin temel hak ve özgürlükleri ve bunların kısıtlanması, ülkemizin de taraf olduğu tüm uluslararası sözleşme ve antlaşmalarda yer almaktadır. Uluslararası hukuka uygun şekilde, Anayasa ile düzenlenen ve diğer yasalarla uygulamaya konulan bu hukukî durum 
karşısında, PKK terör örgütünün ve örgütü fiilen kuran, gizli ve açık şekilde verdiği yazılı ve sözlü talimat ve emirleri ile sevk ve idare eden, yöneten sanık Abdullah Öcalan’ın fiil ve hareketi, Türk Ceza Kanunu’nun ayrı ayrı bölümlerinde her biri ayrı suç sayılan, şahıslara karşı işlenen, mal, kamunun düzeni ve güvenliği ile geleceği, adliyenin şahsiyeti, devlet idaresi ve hürriyet aleyhinde işlenen suç kapsamında olduğu gibi, bunların tamamını içine alan ve devletin şahsiyetine karşı cürümler başlığı altında düzenlenen ve Türk Ceza Kanunu’nun en ağır ve ilk özel ceza maddesi olan 125. maddesindeki suçun unsurlarını oluşturmaktadır. 
“Sanık savunmasında özetle şunları...” 
Sanık, gerek hazırlık soruşturması sırasında, gerekse yargılamada yaptığı sözlü ve yazılı savunmasında, özetle: PKK terör örgütünü kendisinin kurduğunu, örgütü sevk ve idare ettiğini, yakalandığı ana kadar örgütün kendisinin 
liderliği ve komutası altında faaliyetlerini sürdürdüğünü, hareketin geçmişteki isyan hareketinden farklı yönlerinin olduğunu, iddianamede belirtilen olayları ve terör eylemi niteliğini ve bunlardaki sorumluluğunu kabul ettiğini; 
1990’dan sonra tesadüfen eline geçen Leslie Lipson’ın Demokratik Uygarlık adlı kitabının etkisinde kalarak, İsviçre ve İngiltere gibi demokratik ülkeleri örnek vererek, başlatılan hareketin sorunları çözemeyeceğini, çözüm yolunun 
demokratikleşme alanında mesafe alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ülkesi ve milletiyle bütünlüğü içinde demokratik uygulamalar çerçevesinde mümkün olabileceğini anladığını ve bundan sonra demokratik sistem üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırdığını; 
15 mart 1993’te, bir başlangıç olarak tek taraflı silah bırakma eylemini başlattığını, daha sonra da bu yönde gayret sarf ettiğini, 1 eylül 1998 tarihinde de ateşkes girişimlerinde bulunduğunu, amacının daha fazla kan dökülmesini önlemek, terör hareketlerine son vermek, ölüp öldürmek yerine, yaşayıp yaşatmanın ya da daha doğru anlaşılacağına inandığını; 
Türkiye Cumhuriyeti devleti ile birlikte barış içinde sorunlara çözüm yolu bulmak olduğunu, bu yönde basın ve yayın organlarında açıklamalarda bulunduğunu, gayri resmî olarak da bazı aracı kişilerle bu yönde girişimlerinin de olduğunu; 
Türkiye’deki demokratik ve çağdaş gelişmelerin de vardığı sonucu olumlu yönde etkilediğini, devamlı bu yönde çıkış yolu aradığını; 
Örgütü ve silahlı gücünü meşru savunma hudutları içine çekmek, saldırı olmadıkça karşılık vermemek için gayret sarf ettiğini ileri sürmüştür. 
“Demokratik Birlik Çözümü” ile adlandırdığı çözüm yolunun ise: 
1- Ülke bütünlüğünün ortak vatan gerçeğinin daha da güçlendirilmesi; 
2- Demokratik cumhuriyetin sosyal birlik ve bağımsızlık çerçevesinde olması; 
3- Toplumdaki dil ve kültür özgürlüğü sorununun can alıcı özünü teşkil etmesi; 
4- Askerî ve silahlı güç yaklaşımları çözüm için anlamını yitirdiğinden terk edilmesi; 
5- Başta PKK olmak üzere yasadışı konumda olan birçok örgütün barışla birlikte normal siyasal ve yasal sürece kendini uydurması. 
Başlıkları altında ileri sürdüğü tezlerin, Anayasa ve yasalarda yapılacak değişikliklerle ve uygulamalardaki aksaklıkların giderilmesiyle gerçekleşe bileceğini iddia etmiş, konunun tamamen, mensubu olduğu örgütün amacını sağlayıcı nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. 
Ayrıca 1990 yılından sonra, sivil kesimlere karşı hiçbir saldırıda bulunulmaması talimatını verdiğini, bu yönde gelişen az sayıdaki olayların kendi inisiyatifi dışında ve bölgesel sorumlularca geliştirildiğini, bu durumdan acı duymakla birlikte önleyemediğini savunmuştur. 
“Sanığın söyledikleri doğru kabul edilse ve samimi olduğu varsayılsa bile...” 
Sanığın savunmasının bir an için doğru olduğu kabul edilse ve samimi düşüncesi olduğu varsayılsa bile yasadışı olan ve silahlı faaliyetleri ile uzun süredir sürekli terörü canlı tutarak amacına ulaşmak isteyen, Türk ulusuna yurtiçinde ve dışarıda acı veren PKK’nın çizelgesi dosya içinde mevcut bulunan resmî verilere göre, 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği eylemler bu savunmasını doğrulamamaktadır. 
“İşte suçları...” 

Kurulduğu tarihten yakalandığı güne kadar: 

Düzenlediği 6 036 saldırı olayından 4 057’sinin, devlet güçleriyle giriştiği 8 257 silahlı çatışmadan 6 057’sinin, 3 071 bombalama ve patlama eyleminden 2 403’ünün, 388 gasp olayından 298’inin, 1 046 adam kaçırma suçundan 934’ünün, 567 yasadışı gösteri olayından 529’unun, 1993 yılından sonra gerçekleştirilmiş olması; 
Her biri ayrı ayrı suç teşkil eden ve insanlık aleyhine işlendiğinden hiçbir kuşku duyulmayan bu olaylar sonucu PKK terör örgütü tarafından öldürülen ya da şehit edilen 4 472 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından 2 871’inin, 3 874 rütbeli ve rütbesiz askerden 2 778’inin, 247 polisten 148’inin, 1 225 geçici köy korucusundan (GKK) 960’ının, yaralananlardan 5 620 vatandaştan 4 009’unun, 8 178 askerden 6 192’sinin, 909 olan polisten 606’sının, 1 655 GKK’dan 1 373’ünün 1993 yılından 15.02.1999 tarihine kadar geçen zaman içinde meydana gelmesi; 
Örgüt tarafından kaçırıldığı tespit olunan 5 051 kişiden 3 279’unun, geri dönenlerin ise 2 697’den 1 848’inin bu döneme rastlaması; 
Bu dönem içinde meydana gelen terör olayları nedeniyle, değişik yaşlardaki 120 çocuğun teröre kurban gitmiş ve 188’inin de yaralanması; 
Sanığın savunmasının hangi gerçeklere dayandırıldığını ve ne derece samimi olduğunu ortaya koymaktadır. 
PKK’nın 5. Kongresi 8-27 ocak 1995 tarihinde yapılmıştır. Kongrede PKK’nın faaliyet gösterdiği, Kuzey Irak ve Türkiye için planları olan güçlerin, PKK’nın desteğine ihtiyacı olabileceği değerlendirilmiş, bununla ilgili bir dizi kararlar alınmıştır. 
Alınan kararlarla Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AGİT gibi uluslararası kurum ve kuruluşlarla ilişkilerin geliştirilmesi ve PKK’ya siyasî bir hüviyet kazandırılması düşünülmüştür. Ancak PKK, bütün siyasallaşma çabalarına 
kendini siyasî bir kuruluş gibi göstermek istemesine rağmen bir terör örgütüdür. 
Yine 5. Kongre’de ajan ve GKK aileleri olarak tanımlanan şahıslara imha şeklinde yönelineceği, bu tür şahısların birbirleriyle olan çelişkilerin derinleştirilmesinin sağlanacağı, GKK’ların mal varlıklarına el konulacağı, güvenlik ve ekonomik yönden abluka altına alınarak imkânlarının kısıtlanacağı kararlaştırılmıştır. 
5. kongreden sonra fiam yakınlarında bir örgüt kampında 1-5 mayıs 1996 tarihlerinde yapılan PKK’nın 4. Konferansı’nda da il ve ilçe gibi kalabalık yerleşim birimlerine baskınlar düzenlenmesi, intihar eylemlerinin geliştirilmesi öngörülmüştür. 
Sanık Abdullah Öcalan, silahlı çete PKK elemanlarına bilhassa GKK’nın barındıkları köyleri hedef göstermiştir. GKK, PKK örgütüne katılmayı kabul etmeyen Kürt asıllı vatandaşlarımızdır. GKK’ların PKK’yı kabul etmemesi ve mücadele vermesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere baskı yaptığı, Kürt halkının özgürlüğü için savaştığı propagandasını en iyi şekilde boşa çıkardığından Abdullah Öcalan’ın emriyle PKK çeteleri birçok GKK ailelerini, çocuklarını yakınları ile birlikte yok etmişlerdir. 


38. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder