30 Haziran 2019 Pazar

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 12

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 12


4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu, 


Bakın araştırın bir yıl içinde ne kadar İran´a altın satmış. Son günlerde gazetelerde çıkan İran´a altın ihracatı haberlerine bakarsınız bu çetenin döndürdüğü uyuşturucu ve kaçakçılık parasının büyüklüğünü göreceksiniz. Güya İran´a altın ihracatı rekorları kırılıyormuş. Neden acaba? İşte bu adamların ihraç etmiş gibi göstererek karşılığında akladıkları paranın miktarı bu...Bu paralar uyuşturucu çetelerine dolayısıyla Pkk´ya akan para. Pkk ve uyuşturucu baronlarına bunlarla transfer ediyor. Can güvenliğim olmadığından ismimi yazmadım. Önce polisimize sonra yüce Türk adaletine güveniyorum. 
Bu adamların üstüne gidin Türkiye tarihinde kara para rekoruyla karşılaşacaksınız. Kolay gelsin.” 

Şeklindeki soyut ve telefon numaralarına kadar bildirilen oldukça manidar ihbarlarla doğrudan CMK’nın 135’inci maddesine göre iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması, CMK’nın 140’ıncı maddesinde yer alan teknik araçlarla izleme yöntemine başvurulmak suretiyle 17 Aralık operasyonu başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ise; 
1.Soruşturmaya Rıza SARRAF ve diğer 32 kişiyle ilgili olarak haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, örgüte 
yardım etmek, rüşvet almak ve vermek, rüşvete aracılık etmek, kaçakçılık, resmi belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve 
fuhşa aracılık etme suçlarını işledikleri şüphesiyle başlanmıştır. Soruşturmanın başlamasıyla ilgili olarak net bir olay bulunmamakta çeşitli rapor ve yazılarda 
somut bir vakıaya dayanmaksızın beliren şüpheler ile isimsiz ihbarlar gibi bilgilerle soruşturmanın başlatıldığı anlaşılmaktadır. 

2.MASAK tarafından yürütülen ve bu kapsamda Mehmet Tahir Özsoy'un düzenlediği R 61 sayılı ve 31.01.2008 tarihli raporda Mehmet Happani ve bu kişinin ortağı olduğu Saran Kuyumculuk şirketi hakkında, adli soruşturma başlatılmasına yönelik talepte bulunulmuş olup, adı geçen MASAK Raporundaki 
incelemelerde bir takım şüpheli işlemler olabileceği belirtilmekte ancak karapara aklama suçuna ilişkin somut bir veri elde edilmemesine rağmen, adli soruştur ma yapılması gerektiği ileri sürülmüştür. Buna karşılık 31.01.2008 tarihli raporla ilgili olarak 2012 yılına değin hiçbir işlem yapılmamış, ancak anılan rapor iş bu soruşturmanın başlangıcında bir dayanak olarak kullanılmıştır. Oysa söz konusu MASAK Raporunun soruşturmanın şüphelileri ile bir ilgisi yoktur. Soruşturmanın şüphelileri hakkında yapılan incelemeye ilişkin MASAK Raporu temin edilmiş olmasına rağmen esasa ilişkin değerlendirmeler bölümünde açıklanacağı üzere bu rapor soruşturmada dikkate alınmamış, bir başka soruşturmaya ilişkin olan ve 2008 yılından bu yana herhangi bir işlem yapılmamış olan MASAK Raporuna atıfta bulunularak, bu rapor soruşturmaya dayanak alınmıştır. 

3.Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yazılan 06.06.2011 tarihli yazı ekinde bulunan 03.06.2011 tarihli Happani Grubu 
Değerlendirme Raporunda, 12.02.2007 tarihinde Kapıkulede 202 kg eroin ele geçirildiği, bu çerçevede yapılan telefon dinlemeleri sırasında çok sayıda kişi 
arasında kaynağı belirsiz para hareketleri olduğunun, para transferine Durak Döviz ve Abdullah isimli bir çalışanının isminin de karıştığının anlaşıldığı 
bildirilerek, 07.05.2010 tarihinde yapılan isimsiz ihbarla Rıza SARRAF ve babasının yurt dışından yüklü miktarda dövizi Türkiye'ye soktuğu, 21.12.2010 
tarihinde ulusal basında çıkan yayınlarda üçü İranlı biri Azeri 4 kişinin yüklü miktarda dövizi Rusya'ya taşıdıkları haberleri üzerine, olayla ilgili Rus Makamları tarafından yapılan bildirimlerde Rıza SARRAF’ın ve Turgut Happani'nin de Rusya'ya para götürme olayının içinde olduğu bildirilmiştir. 
Bu bildirim üzerine Rıza SARRAF ve diğer kişilerin yurt dışına giriş çıkış kayıtları ve birlikte giriş çıkış yapan kişilerin isimleri tespit edilmiştir. 

4.18.07.2012 tarihinde yapılan faks ihbarında Rıza SARRAF ve ortağı bulunduğu şirketlerle ilgili ayrıntılı bilgilere yer verilmiş, ilişkili bulunan tüm şahısların 
telefon numaralarına da yer verilerek kara para, kaçakçılık gibi suçlamalarda bulunulmuştur. 

5.2007 yılında yapılan uyuşturucu operasyonu sırasında elde edilen telefon görüşmelerinden hareketle Happani Grubu ve Durak Döviz ile ilgili bir takım 
şüphelerden ve 2008 yılında ise isimsiz bir ihbar mektubu alındığından, yine aynı yıl bir MASAK raporunun hazırlandığından bahsedilmekte olduğu anlaşılmış, 
bu aşamaya kadar Rıza SARRAF’ın adı geçmediği bilahare Rusya'ya fiziki para transfer edildiğine ilişkin basında çıkan haberlerden hareketle kişiler arasında 
bağlantıların araştırıldığı ve en önemlisi 2012 yılında iş bu soruşturma ile hakkında soruşturma açılan kişilerin tamamının telefon numaralarını da barındıran detaylı bir isimsiz ihbar faksı gönderildiği görülmüştür. 

6.İsimsiz, uyuşturucu ve karapara aklama gibi iddiaları içeren ihbarlar, somut vakıaya dayanmayan iddialar, Rusya'ya kanunların izin verdiği çerçevede para 
transfer edilmesi gibi suç oluşturmayan işlemler ve bu işlemlerle ilgili yerel basındaki yayınlar gibi araçların hiçbirisi, telekomünikasyonun denetlenmesi 
gibi kuvvetli şüphe nedenlerinin arandığı bir koruma tedbirinin uygulanması için yeterli değildir. Nitekim 2008-2012 yılları arasında bu soruşturmaya konu 
olan şüpheliler hakkında doğrudan doğruya herhangi bir araştırma faaliyeti yapılmamıştır. Diğer bir deyişle, bu soruşturmaya başlandığı anda gerek MASAK 
tarafından hazırlanan söz konusu raporda gerekse ihbar mail ve faksları öncesindeki durumda, bizzat soruşturma makamlarının faaliyetiyle Rıza SARRAF 
hakkında somut fiil isnadını gerektirecek bir bilgiye ulaşılmamıştır. Buna rağmen doğrudan CMK’nın 135. maddesine göre telekomünikasyonun denetlenmesine 
başlanmıştır. İlk telekomünikasyonun denetlenmesi kararı verildiği anda dosya içeriğinde kuvvetli suç şüphesini gösteren bir delil olmadığı gibi, başka 
şekilde delil elde etme imkânı olmasına rağmen, diğer yollardan hiçbir araştırma yapılmamış olması, telekomünikasyonun denetlenmesi kararını hukuka 
aykırı hale getirmektedir. 

7.Bu noktada dikkati çeken önemli husus soruşturma başlangıcında yapılan email ve faks ihbarlarında Rıza SARRAF ve diğer şüphelilerle ilgili olarak 
kullandıkları telefon numaralarına kadar her türlü detayın bildirilmesidir. 
Bu durum, kolluk tarafından istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin ve hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin isimsiz ihbarlar yoluyla adli soruşturmada kullanıldığını göstermektedir. İstihbari dinleme veya izleme ya da hukuka aykırı yollardan elde edilen verilerin, isimsiz ihbarlarla soruşturmaya başlanması için delil olarak kullanılması hukuka aykırıdır. 

Bu husus PVSK'nın Ek 7. Maddesinde açıkça ifade edilmiştir: “Bu madde hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, birinci 
fıkrada belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz.” Görüldüğü üzere istihbari dinlemeden elde edilen bilgilerin adli soruşturmada kullanılması yasaklanmıştır. 
Soruşturmanın başlangıcında kullanılan ihbarın kaynağının araştırılmamış olması, kullanılan ifadelerin benzer soruşturmalardaki isimsiz ihbarlarla aynı mahiyette olması, sıradan bir ihbara nazaran çok daha geniş bilgi ve detayları havi olması, istihbari dinlemeden elde edilen verilerin adli soruşturmada kullanıldığı şeklindeki kanaati güçlendirmektedir. Bu noktada ihbarın hukuka aykırı olduğu iddiası, bir delil olarak ihbar faksının, doğruluğunu ve hukuka uygunluğunu şüpheli hale getirmektedir. 

8. Kolluğun soruşturmaya başlamak için Cumhuriyet savcısına haber vermesi gerekirken bunu yapmayıp, tespit edilemeyen bir süreden sonra durumu 
Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmesidir. Nitekim 18 Temmuz 2012 tarihli isimsiz ihbardan, soruşturmanın başlangıç tarihi olarak belirtilen 13 Eylül 2012 
tarihine kadar neden beklendiği ve ne yapıldığı belirsizdir. Hâlbuki CMK'nın 160. maddesine göre; “(l) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir 
suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya 
başlar.(2) Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” CMK’nın 161. Maddesine göre ise; “(1) 
Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adli kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara 
varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. 

Cumhuriyet savcısı, adli görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta 
o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister.(2) Adli kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri 
emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhal bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle 
yükümlüdür.” Şeklindeki açık düzenlemeye rağmen ihbar faksından sonra iki ay süre ile hiçbir işlem yapılmamış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı durumdan 
haberdar edilmemiştir. 

9.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 13 Eylül 2012 tarihinde haber verilip 2012/120653 sayılı soruşturmaya başlandıktan dört gün sonra 17.09.2012 
tarihinde İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararla CMK’nın 135. maddesi uyarınca telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesine 
başlanmıştır. Telekomünikasyon denetlenmesi talebinin tarihi ise soruşturmanın başladığının ertesi günü olan 14 Eylül 2012'dir. Bu durumda Rıza SARRAF 
ve diğer şüpheliler hakkında soruşturmaya başlama tarihi 13 Eylül 2012 olup, bu tarih öncesinde bir soruşturma işleminin yapılabilmiş olması hukuken 
mümkün olmadığına göre, şüpheliler hakkında soruşturmanın ertesi gün kuvvetli suç şüphesine ulaşılmış ve başka şekilde delil etme imkânı da olmadığı 
kanaatine varılmış, bundan dolayı CMK’nın 135. Maddesi uyarınca telekomünikasyonun denetlenmesi koruma tedbirinin uygulanması talep edilmiş ve ardından da tedbirin uygulanmasına başlanmıştır. Ancak bu süre içerisinde elde edilmiş bir delil olmayıp, telekomünikasyonun denetlenmesi kararının 
dayanağı, doğrudan olayla ilgisi bulunmayan, kuvvetli suç şüphesi oluşturması mümkün olmayan ve 2008 yılına kadar uzanan zaman diliminde elde edilen 
ve esasen şüphelilerle hiçbir ilgisi bulunmayan bir rapor ve buna dayalı bir yazı ile üç isimsiz ihbardır. 

10.Söz konusu ihbarların adli bir soruşturma bakımından doğruluğunun denetlenmesinin zorunlu olduğunu gösteren bir diğer önemli veri, soruşturma 
dosyasında yer alan 1 Ağustos 2013 tarihli ihbardır. Söz konusu ihbar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü tarafından 
11650 ihbar ve 91255 aidiyet numarası ile kaydedilmiştir, ihbarın içeriği bir önem arz etmemekle birlikte, dikkat çekici husus, ihbarın yapıldığı IP 
adresinden 12 kez daha ihbar yollandığı bilgisidir. Bu şekilde çok sayıda ihbar yollanan bir IP adresi hakkında hiçbir araştırma yapılmamış olup, bu 
husus yukarıda isimsiz ihbarlara ilişkin değinilen sakıncaları doğrulamaktadır. 

11.Elde bulunan CMK'nın 135 ve 140. Maddelerine ilişkin kararlar incelendiğinde, alınan kararların baştan itibaren kanundaki şartlara uygun olmadığı ve 
bunun da daha sonra alınan tüm kararlara sirayet ettiği görülmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu ve Anayasamız özel hayat alanına yönelik koruma 
tedbirlerini, klasik koruma tedbirlerine nazaran çok daha sıkı şartlara bağlamaktadır. Bu yönde yapılan düzenlemenin temel gerekçesi Anayasamızın 
13. Maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalara ilişkin genel kuraldır. Anılan hükme göre “Temel hak ve hürriyetler, özlerine 
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın 
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Sınırlamalara yönelik ölçülü olmak zorunluluğu, koruma tedbirlerinin bir silsile ile uygulanması zorunluluğunu getirmekte, daha basit ve daha az hak ihlali doğuran tedbirlerin öncelikle, 
daha ağır ve bireyin özel hayatının çekirdek alanına yönelik tedbirlerin ise son araç olarak uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Nitekim telekomünikasyonun 
denetlenmesi ve teknik araçla izleme koruma tedbirleri, bu mahiyette olduklarından ancak Kanunda sınırlı olarak sayılan suçların soruşturmasında ve 
başka şekilde delil elde etme imkânının bulunmaması durumunda uygulanabilecektir. 5271 sayılı Kanunun 135. Maddesine göre (İşlem tarihindeki şekli ile) 
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi 
imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhal hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılır. (2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. 

Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halinde, alınan kayıtlar derhal yok edilir. (3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, üç ay daha uzatılabilir. Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.” Benzer koşullar CMK’nın 140. Maddesinde düzenlenen teknik araçla takip koruma tedbiri bakımından da geçerlidir. 

12.Bu düzenlemeden hareketle telekomünikasyonun denetlenmesi kararının hukuka uygun olabilmesi için CMK’nın 135. Maddesinde sayılan suçlardan birisi 
hakkında yürütülen bir soruşturmada kuvvetli şüphe sebeplerine ulaşılmış olmalı ve başka şekilde delil elde etme imkânı bulunmamalıdır. Aksi takdirde, 
verilmiş bir hâkim kararına dayalı olsa dahi, yapılan dinlemelerden elde edilen bilgilerin delil olarak kullanılabilmesi mümkün değildir. Soruşturma bakımından 
önem arz eden bir diğer kural ise şüpheli ve sanıkla tanıklıktan çekinebilecek kişiler arasındaki iletişimin kayda alınamaması kuralıdır. 

13.Şüpheliler hakkında alınan ilk karar 17 Eylül 2012 tarihinde 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen karardır. Kararla Rıza SARRAF dahil 13 şüpheli hakkında CMK’nın 135. Maddesi uyarınca telekomünikasyonun 3 ay süre ile denetlenmesine karar verilmiştir. Dinleme kararının esasını İstanbul Cumhuriyet 
Başsavcılığı tarafından yapılan 14 Eylül 2012 tarihli talep oluşturmaktadır. Kararda şüphelilerin örgüt kurdukları ve örgüt faaliyeti çerçevesinde kaçakçılık 
suçlarını işledikleri ileri sürülerek, 13 şüpheliye ait 17 telefon numarası hakkında CMK’nın 135. Maddesi uyarınca karar verildiği ifade edilmektedir. 

Ancak kararın ikinci sayfasında tedbirin nedeni olarak kaçakçılık ve suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklamak suçlarına ilişkin delilleri elde 
etmek şeklinde bir belirleme yapılmıştır. Bu durum kararın kendi içerisinde isnat edilen fiiller bakımından ciddi bir çelişki olup kanundaki düzenlemeye aykırıdır. 

14.Söz konusu kararda, elde edilen delillerin sıhhatini ve kullanılabilirliğini etkileyen asıl hukuka aykırı husus ise kuvvetli suç şüphesi ve başka şekilde delil 
elde etme imkânının yokluğu şeklinde CMK’nın 135. Maddesinde ifade edilen koşulların sağlanmamış olmasıdır. Karara ilişkin talebin alındığı tarih itibariyle 
talep yazılarında da ifade edildiği üzere suçlamalara dayanak üç adet isimsiz ihbar dışında dosyada başka bir delil bulunmamaktadır. Nitekim konuya ilişkin 
talep yazısında 1 Kasım 2009 tarihli, 7 Mayıs 2010 tarihli ve son olarak 18.07.2012 tarihli ihbarlara atıf yapılarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ve 
başka şekilde delil elde etme imkânının bulunmadığı ileri sürülmektedir. Söz konusu ihbarlardan ilkinde kullanılan Kapalı Çarşıda bulunan Atlas Döviz sahibi İranlı Süleyman Sakan'ın kara para akladığı, yurt dışı ve yurt içinde gayrı resmi havaleler yapıldığı, bu iş için Doğubeyazıt, Cizre ve Van'da döviz büroları ile çalışıldığı, haftanın en az bir günü bu iş yerinde çalışan Murat ve Resul isimli kişilerin Atatürk Havalimanından döviz getirdikleri iddiaları, ikincisinde yer verilen İranlı Rıza SARRAF’ın kendisinin Kapalıçarşı'da bulunan Durak Döviz, babasının ise Dubai üzerinden yurt dışından milyonlarca doları Türkiye'ye soktukları iddiaları, son ihbarda yer alan Arabacı ve Sapan döviz adlı firmaların İran ve Kuzey Irak'tan getirdikleri paraları akladıkları, bu kişilerin terör ve uyuşturucu mafyası ile bağlantılı oldukları, ancak bu kişilerin asıl piri ve irtibatları sağlayanın Rıza SARRAF ve Abdullah Happani isimli kişiler olduğu, Kilisli Happanilerin sahibi olduğu Royal ve diğer firmalar eliyle İran'a, Suudi Arabistan'a ve Irak'a altın ihracı yapar gibi görünüp uyuşturucu ve kaçakçılık çetelerinin paralarını döndürdükleri, Durak döviz, Atlas döviz ve Malan dövizin bu işler için kullanıldığı, Rıza SARRAF’ın servetinin kaynağının uyuşturucu ve kaçakçılıktan gelen paralar olduğu ileri sürülerek, soruşturmada adı geçen kişilerin isim ve telefon numaraları tek tek verilmiş, ihbarın sonunda o adamların altın ihraç eder gibi görünüp, karapara akladıkları, bu paraların uyuşturucu çetelerine ve dolayısıyla PKK’ya ait olduğu ileri sürülmüştür. 

15.Söz konusu üç ihbar dışında CMK’nın 135. Maddesine göre alınan kararın bir dayanağı bulunmamaktadır. 
Diğer yandan özellikle yapılan son ihbar incelendiğinde, ihbarın telefon numaralarını da tek tek vermek suretiyle, ihbar yapmaktan ziyade, CMK’nın 135. Maddesine göre alınacak kararın gerekçesini oluşturmak amacına yönelik olduğu şeklinde değerlendirilmiş, kim tarafından gönderildiği araştırılması gereken bir bildirim olarak görülmüştür. 
Kuvvetli suç şüphesinin, ancak delile dayalı olarak tespit edilebileceği açıktır. Soruşturma konusu olayda ise ihbarların kim tarafından yapıldığı dahi 
araştırılmaksızın, soyut ihbarlar içeriği doğru deliller olarak kabul edilmiştir. Diğer yandan ihbar kısmen kullanılmış, kısmen ise göz ardı edilmiştir. 
İhbarda söz konusu altın ihracının uyuşturucu ve kaçakçılıktan elde edilen paranın aklanması amacıyla yapıldığı, işin ucunda uyuşturucu baronları ve 
PKK olduğu ileri sürülmesine rağmen, bu hususlar tamamen göz ardı edilmiştir. Bu hal, soruşturmanın başında ihbarda bulunan ve aynı ölçüde soyut 
olan iddialar arasında, keyfi biçimde bir ayrıma gidildiğini göstermektedir. Ayrıca iddianın ciddiyetle araştırılması gerekliliği karşısında, işin uyuşturucu 
ve PKK ile ilişkilendirilmesine rağmen, CMK’nın 250. Maddesine (Sonraki tarihte yapılan düzenlemeye göre TMK'nun 10. Maddesi) göre görev yapan 
savcılıkların durumdan haberdar edilmemesi de dikkat çekicidir. 

16.CMK’nın 135. Maddesi bakımından değerlendirmede asıl önem arz eden husus, bu talep yazısında yer verilen ihbarların delil vasfına sahip olmadığı ve 
yeterli veya kuvvetli, herhangi bir şüphe şeklini ispatta kullanılamayacağıdır. Bu biçimde isimsiz, imzasız ve soyut ihbarlar karşısında Kanun koyucu 4483 
sayılı Kanunda ne şekilde hareket edilmesi gerektiğini düzenlemektedir. 4483 sayılı Kanunun olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar 
ve şikayetler başlıklı 4. Maddesinin 3. ve son fıkralarına göre “Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin 
soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikayet 
dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması zorunludur. Bu şartları taşımayan ihbar ve şikayetler 
Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikayette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, 
sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgah adresinin doğruluğu şartı aranmaz.
” Görüldüğü üzere Kanun koyucu kamu personeli hakkında, soruşturma konusu olaya ilişkin ihbar ve şikayetler gibi şikayetlerin işleme alınmayacağını, ancak 
sağlığı şüphe taşımayan belgelerle ispatlanması durumunda bu tür ihbar ve şikayetlerin işleme alınabileceğini açıkça ifade etmektedir. 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder