31 Ekim 2016 Pazartesi

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI = 28 ŞUBAT BÖLÜM:3




İNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI = 28 ŞUBAT BÖLÜM:3











BEŞ YILDIZ'LI SİNCAN'A DOĞRU YILDIZ; 


Anıtı yıktığı için Sosyal Demokratlar tarafından kültür düşmanı ilan edilen bir başkan..

YILDIZ; Bayrağa ve Atatürk'e hakaretten hüküm giyen Ayşe Tokuştepe'yi "savunur" olduğu için Kaymakam Ali Gün'le kavga(!)ya tutuşan, yine sosyal demokratlarca  “Şeriat Provakatörü” gibi gösterilen bir başkan.. 

YILDIZ; İçkiye yasak (!) koyuculuğunun, bileziğini satıp büfe yatırımı yapanlara zarar verdiğiyle, haksız gösterilmesiyle uğraşan bir başkan..  

YILDIZ; Sefer Armutçu gibi tecrübeliler tarafından heyecanlı ve acil karar verici sayılıp nasihat verilen, Mustafa Boşdurmaz gibi Milliyetçilerle, " gereksiz" işlere çok para harcadı, kaldırım söktü, lâle tren hattına ihate yaptı, lüzumsuzca yandaşlarına rant sağladı" gibi gerekçelerle "fakir babanın müsrif evladı" olarak tarif olunan, Ali Rıza Acar'dan uzak, Gürsoy'dan çok çok uzak, talihsiz bir başkan.. 

Ama tarihi sevdası tartışılmaz, onun içindir ki Lâle yerine, ecdadı Fatih'in Tuğrası'nı dikmeli.. dikiyor. Mü'min anlayışıyla ele aldığı insanlığı içkiyle küs duruma getirmeli.. İçki yasak(!) larıyla küstürmeye çalışıyor. Noel'in ruhunda bir yılbaşı içinde "hindi başı" kesmenin İslam'a aykırılığına verdiği ehemmiyetle Müslüman Sokağı’nda salyangoz satılmamalı.. sattırmamaya gayret ediyor.. " Rüşveti alan da veren de melûn" ise, gerçekten ve bizim de şahit olabildiğimiz "belediye kapısından giren rüşvet"e mani olabilmek adına, oraya "Rüşveti alan da veren de melûndur" tabelasını asmalı.. asıyor da..  



Bekir Yıldız, beraber Hedef Ankara Gazetesi'ni Çıkarrtığı Gazete Genel Yayın Yönetmeni Bekir Yalçınkaya ile 

YILDIZ; bu ülkede "Batı Hastalığı"na tutulanların, De Gaul'den, Olof Palme'ye kadar "demokrasi değerleri" diyerek milli unsurlar dışındaki beynelmilellere açtığı sayfaları kapatan başkan.. Velakin, Çeçen'i, Türkmen'i, Azerisi, Bosna Hersekli'si, Batı Trakyalı'sı, hatta Filistinli'si ve Belene mazlumu Türk veya Müslüman kim varsa, onları hiç olmazsa manevi tarafıyla taltif ve tatmin etmeli.. ediyor da..
YILDIZ; "Düşünceye değer, hak edene ödül" vermekle düşünce suçunu şiddetle tartışanlara cevap verme metodları geliştirmeli.. geliştiriyor ve bir yarışma açıyor..
  YILDIZ; Şayet Gürsoy, sol zihniyetten sanatkâr ile Sincan'ın park ve alanlarında ideolojik konserler verdiyse, verir ise, kendisi de Ahmet Tunç ve Hasan Sağındık'la karşı cevap vermeli.. veriyor..  Gürsoy kültür ve sanatta "sol" a yaklaşmışsa, Yıldız uzaklaşıp "sağ ve maneviyat" ta buluşmalı, buluşuyor..  Onun için de; Şair Bahattin Karakoç, Erdem Beyazıt, Mehmet Akif İnan, Nazır Akalın ve Mehmet Aycı ne güne duruyor.  Onun için de; Arif Ay, Dilaver Cebeci, İdris ve Muhlis Aydın, İrfan Coşkun ve Necip Fazıl Duru neden davet eylenmiyor.?  Onun için de; Mehmet Kahraman, Mehmet Kara, Murat Kapkıner ve Erdal Noyan, Mehmet Narlı ve Metin Önal Mengüşoğlu'yla neden irtibata geçilmiyor.  Onun için de; Taha Çağlaroğlu ile Erdoğan Kul, Hicabi Kırlangıç'la Oğuz Adem Selçuk, Osman Selvi'yle Mehmet Solak niçin haberdar edilmiyor? veya onun için de; Mehmet Turan, Bekir Yalçınkaya ve Bestami Yazgan, boy boy afişlerle "şiir okuyacak şairler olarak" halka duyurulmuyor.. 


DUYURULMALI..  

Ve Yıldız duyuruyor; Hizmetinin ilk yılında Yıldız, yine bir imza koyduğu ilkle Sincan'da "1. Şiir Günleri"ni başlatıyor. 19 Kasım 1994'te bu ilk, kültür sayfasına yazılıyor..  Kapalı Spor Salonu’nu dolduran binlerce Sincanlı, o gün bizim de "Hasret İsteme" şiiriyle katıldığımız, Türkiye'nin ehil önemli şairlerini dinleme fırsatını buluyor. Davet edilen 34 şairin 29'unun katıldığı bu şiir şöleni, ülkemizde birçok yerel idarenin yıllarca yapageldiği kültürel etkin(!)likten sadece bir tanesi ve sonuncusu olmuştur. Bir daha Sincan'da ehemmiyetli şairler şiirlerle soluklanma fırsatını bulamasalar da 2005 ile 2006 arası bir tarihte Dr. Nihat Hatipoğlu, yine aynı yerde "15 yıllık intika"ya nispet dolup taşan bir spor sarayı ikmal etmiş ve halk “kutlu doğum”un en şaşaalı manevi havasını yüreklerinde, nefeslerinde bulabilmiş, tadabilmişlerdi.  Ama, Yıldız'ın zehrinden haklı koruma temayülü gösterdiği ve yasak koymaya çalıştığı içki, galiba esrar zehrini Yıldız'a öğürmüştü. Zira Kudüs vakâsına az bir zaman kala, "Sincan Belediye Başkanı" sıfatıyla Bekir Yıldız'ın, son "mânâ ve mevhum icraatı" alkol olmuş ve bunun tartışması da Sincan'ın gündemine "teessürlü günlerin habercisi" olarak gelip oturmuştu. 



Sincan Kaymakamı Ali Gün, Yenikent Belediye Başkanı Emin Özer ve ANAP Sincan İlçe Başkanı Muzaffer Yazıcı  Organize Dispanseri'ni açan Sağlık Bakanı H:İbrahim Özsoy ile 


KUDÜS'E BİR ADIM KALA TEK-EL'DEN ALKOL ZİYAFETİ   

 Bir taraftan Sincan'a hizmet vermek için gecesini gündüzüne katarak zahmetli işlere girişen Bekir Yıldız, bir taraftan da a deta "şerri sigaya çekme" önderliğine soyunmuştu. Lale Anıtı'ndaki Orak-Çekiç'i yerle bir ettiği tarihlerde "yıktırmam!" diye oturma eylemi yapan Gürsoy'a karşı; "yık.. yık..!" diye alkış tutan halk, kar ve zarar bilançosunda Yıldız'ın hanesine artı puanı kazandırmıştır.  Ama, Ayşe Tokuştepe meselesinde bi'taraf olamayıp Yıldız'ın üstelik İlçe Kaymakamı Ali Gün ile sürtüşmeye girmesi, hatta bazı insanların söylediği üzere, karşısında eli cebinde oluşunda hep ısrarlı davranması, Lale Anıtı karını alıp götürmüş ve Gürsoy'la terazinin gözünde aynı dengeye oturtmuştu.. Yıldız'ın başkanlığı gerçekten gel-gitler'le doluydu. Güzel hizmetler yapıyor, sonra da bir takım çıkışlarla onların üstünü kapatıyor, kendini zora sokuyordu.    Niçin böyle davranıyordu? Bir gün O'na KTV'de, bana yaptığı bir ziyaret esnasında şöyle demiştim; "Allah Aşkına Bekir Bey ne yapıyorsun, neler oluyor sana?" Cevabı aynen: "Abi sorma, ben yakamı kaptırdım, iflah olmam.."  Ne yakası, neyin iflahı, diye sormaya mahal vermeyecek şekildeydi. Bu sözlerin izahatını dahi istemedim. Belli ki O'nun iç muhasebesinin bir yerlerinde ziyan sayfası vardı ve açık tuttukça da buraya menfi işler yazılmaya mecburdu. İnandığımız kadarıyla Yıldız bir "Kader Oyunu"na esirdi. İşte O'nunla KTV'deki bu konuşmamın ardından tam altı ay sonra, yine "yakasını kaptırmış" Bekir Yıldız sürdürdüğü alkol mücadelesinin finalini yaşayacaktı. Bu defa davacısı Ankara Tekel Pazarlama ve Dağıtım Başmüdürlüğü idi ve bu birimden Sincan Kaymakamı Ali Gün'e bir yazı geliyordu. Tekel Başmüdürü Halis Parlak; "Başmüdürlüğümüze ulaşan tüketici talepleri ve son aylardaki satış durumunun izlenmesinde özel sektörle rekabet halinde bulunan Tekel Birası'nın Sincan İlçe Tekel Bayileri tarafından özellikle satın alınmadığı ve bölgelerindeki tüketicilerin taleplerini karşılamadıkları anlaşılmıştır. Sincan İlçesi'ndeki Tekel Bayileri'nin konuyla ilgili olarak denetlenmesinde, özellikle içki satışı yapan bayilerimizin Sincan Belediyesi tarafından içki satışı yapmamaları yönünde baskı altına alınarak, bayilerimize değişik şekillerde cezai işlemler uyguladıkları, içki satışını engelledikleri tesbit edilmiştir" şeklindeki uzun ve adeta içki tesirli gibicesine şikayet dilekçesini valiliğe göndermiş, valilik de kaymakamlık aracılığıyla belediyeyi şu yazıyla konudan haberdar etmişti:  "Belediye sınırları içerisinde bulunan ve Tekel Satış Ruhsatı olan Tekel bayilerinde belediyece içki satışı yapmamaları yönünde baskı yapıldığı ve değişik şekillerle ceza kesildiği Ankara Tekel Pazarlama ve Dağıtım Başmüdürlüğü'nden alınan 16 12 1996 Gün ve 8686 Sayılı yazı ile bildirilmektedir.   

 Mevzuata uygun olarak ruhsatı bulunan bayilerde Tekel Birası'nın satışının engellenmemesinin ve bu konuda eksik ve noksanlığı bulunan bayilerin tamamlanması yolunda gerekli kolaylığın sağlanmasını ve sonucundan bilgi verilmesini rica ederim. Ali Gün/Kaymakam."  Peki bu yazı üzerine Bekir Yıldız ne yapmıştı? Sadece şöyle konuşmuştu; "Sincan'da 32 adet alkol satan.. (Her nedense memleketim Isparta'nın plaka numarası olan 32'ye tekabül ederdi Sincan'daki menfilikler.. Yıldız döneminden çok çok sonra, misalen 2004'te de Sincan'da 32 ev kilise var, haberi yayılmıştı..) Evet, Sincan'da 32 adet alkol satan büfe var. Bizler yasak yerine ikna yolunu seçmekteyiz. Şimdiye kadar bir çok birahane ve meyhane kendiliğinden kapattı. Alkola destek çıkanlar, önce alkol alanların aileleri ile bir konuşsunlar, ondan sonra karar versinler.." Yıldız böyle diyordu ama, ne devir 4. Murad devriydi, ne de Yıldız bir 4. Murad'dı. Zira alkol alan ailelerin ailevi müesseselerini perişan da edebilenlere karşı alkolden (para) alanların başvurduğu bayiliklerin "Tütün ve Tütün Tekeli tüzüğünün 69/d maddesi vardı ve bu maddeye tüketiciler tarafından talep edilen her çeşit ve nev'iden yeteri kadar miktarı daima satış yerlerinde bulundurmak zorundaydılar.. Hal böyle olunca Bekir Yıldız'ın 4. Murad gibi, kendi koyduğu kanun ile içkici ve tütüncüleri denizin ortasındaki sandalda bile yakalayıp cezalandırmaya matuf yetki ve selâhiyeti mi vardı ki.. Ancak konuşabilecekti.. Hele ki, Sincan'ın Mülki İdare Amiri Ali Gün de; "bu yazı ne Bekir Yıldız'ın ne Yalçın Beyaz'ın, ne de Emin Özer'in şahıslarına karşı değildir. Her üçü de RPli başkandır. Genel bir yazıdır. Eğer büfeler alkolü kapalı satıyorlarsa, ruhsatları varsa ve gerekli prosedürü de yerine getiriyorlarsa alkol satışında serbesttirler..!" diye Yıldız'ın önüne kanunları koyuyorsa, Yıldız'a sadece konuşmak düşerdi. Ve o gün hem çok  iş yapıp hem çok konuşan Yıldız, bugün bile hala konuşuyor olmalıydı..

 SİNCAN’DA ŞERİAT SESLERİNE DOĞRU

    Tarih; 31 Ocak 1997..Bekir Yıldız’ın başkanlığını yürüttüğü Sincan Belediyesi, Laik çevrelerin hep gözüne ve özüne batan icraatların en etkilisinin bu olacağından haberdar değil. Mübarek Ramazan Ayı’nın idraki çerçevesinde ve Allah rızası adına bir ilk yapılmalı. Ne yapılmalı? Şu yapılmalı.. bin asra yakın Filistin’e zulmeden Yahudi İsrail’i telin edecek ve Kudüs’ü ihya eyleyecek bir çadır kurulmalı.Peki bunun mimarları Sincan’dan çıkar mı? Ya da Sincan’dan mı çıktılar? Pek malumumuz değil. İşe Öze Çağrı’nın 57. sayısındaki röportajda usta gazeteci Mustafa Boşdurmaz, Seçil Keskin ile birlikte soruyor: -Döneminizde çok yakınınızda olanlar başka yere servis yaptı mı?   Yıldız’ın buna cevabı;”o servislerde mağdur olduğumu söyleyemem, ama kaygılı olduğumu söyleyebilirim! Şeklindedir. Ama esas şu ifadeler bir tahayyülden öte gerçeği yansıtmıyor mu? “İşin boyutunun sizin gözlemlediğiniz veya baktığınız şeklin çok daha dışında olduğunu söyleyebilirim. Bir arkadaş bana dedi ki: “Sünnet organizasyonunda yer doktorluk yapan kişiler kimdi?” dedi. Ben de bilmiyorum dedim. “Ya” dedi, “proğramdan sonra ben o doktorları Etimesgut’a evlerine bırakacağım zaman , siz bizi burada indirin, evimiz yakın, biz yürürüz” dediler. İki de bir geriye bakıyorlardı. Kuşkulandım” dedi. Sonra Etimesgut’ta yer altında cesetler bulunduğu haberi çıktığında o cesetler, doktorları indirdiğim yer civarındaydı” dedi. Daha sonra o doktorlardan iki tanesi “Kudüs gecesinde çadırı biz kuralım” dediler. Biz de böyle bir komploya geldik. buradan çıkardığım şu: “Beni kurban seçtiler. Bu insanlar görevlerini yerine getirdi ve sonra yok edildi.” 




  SİNCAN’IN MEHDİ MEHMED’İ KİM?   


Bekir Yıldız’ın aradan geçen 8 yıla rağmen çıkardığı sonuç ne? Genelleme bir tabirle “KURBAN SEÇİLDİĞİ..” Durum böyle de olsa beni bu noktada henüz çadır kurulmadan, Bagheri ve Yıldız konuşmadan, Hamas ve Hizbullah Örgütü liderlerenini posterleriyle iç dizayn iç dizayn gerçekleştirilmeden ve o masum tiyatro oyunu sahneye konmadan önce, Menemen Ruhu sarıverdi.    Yolda, Mehdi Mehmed diye biri var. Yoldaş(!)ları Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet, Çoban Ramazan, Nalıncı Hasan ve Zeki Mehmet yani, seçilen üç Mehmedi nalınlayan Hasan ile güden Ramazan bir olup Menemen’e yürümekteler. Niçin? Şeriat istemekteler. Ama iyi esrar çekme ahlâkları(!) vardır. Serkeş ve baldırı çıplaktırlar. Yine de Şeriat istemektedirler. Zira palavra alanında bekleyen, arkalarında 70 binlik bir ordu (!) vardır. Nitekim yürüdükleri Menemen’de şehid ettikleri Kubilay’ın başını taktıkları bir İslâm sancağıdır. Vahşet alanı olarak seçilen yer ise her ne hikmetse bir cami civarıdır.    Peki burada garib olan nedir? Şu.. Bekir Yıldız’ın Kudüs Çadırı’nı kurup da kaybolan isimsiz ve cisimsizlerden bir örnek de Menemen’de görülecektir. Mehdi Mehmed ve avanesini Şeriat Provası’na iten, vahşeti hazırlayan da bir provakatördür. Onlarla pazarlık edip şu kadar para vereceğini ve hadiseden sonra hepsini kurtaracaklarını vadeden, böylece yola çıkaran, Menemen vahşet plânını uygulatan, uygulanışında kontrol ve takipte bulunan, kadın kıyafetli ama, oldukça çevikliğiyle erkek olduğu anlaşılan bu provakatör de tıpkı Kudüs Çadırı mimarları gibi, olaylar gelişip, iş tamam oyduktan sonra sırra kadem basmıştır.  “Söylendiğine göre gizli ajan hadiseyi çarşaflı bir kadın kılığında uzaktan takip etmiş ve muradına erer ermez, ancak bir erkege mahsus sert adımlarla uzaklaşıp gitmiştir. Bu manzarayı aynen görenler vardır ve onlardan biri halâ sağdır.” (*) Necip Fazıl Son Devrin Din Mazlumları, Sh. 145   O halde Sincan Kudüs olaylarında da Menemen benzeri bir  provokatörlükten ve hatta orada olduğu gibi CHP kodamanlarını olaylara müdahilliğini düşünmekten dem vurabilir miyiz? Zira, CHP üst düzey yetkilisi Adnan Keskin’in Şeriatçılar’a “benim dedem de müftü, babam da hoca” babından hiddet gösterisinde bulunması, “Serbest Fırka’nın kapatılmasının hemen ardından Nakşibendi Halifesi gösterilen İstanbullu Şeyh Esad (Erbilli)”nin hedef seçilmesi.. sonra tahriklerin şeyhin mekân tuttuğu yer olan Menemen’de, daha ziyade CHPli kodamanlara halkın itibar etmemsiyle bir öç haline getirilmesi” zan olarak değerlendirilse de, bazı şahidlerdin tarifine bakıldığında, bu hadise hem takke, hem de külâh oyununa işaret gibi bir düzen ve hâl alıyor.    O tarihlerde, yani 1930’lu yıllarda Menemen’in ucu 28 idama dayanır. 1997’li yıllarda ise Sincan’ın ucu 28 Şubat’a, yani sadece bir tarihi benzetme telaffuzuna ve birkaç aylık-yıllık mahkumiyet kararına dayanır. Netice itibariyle bize göre bir provokaye tâbi tutulan ve Bekir Yıldız’dan ziyade, adeta Sincan’ın kurban seçildiği bu tarih; zaman zaman bir kısım siyasetçiler, Sivil Toplum önderleri ve muhatab kesimlerce yanlış, ihtiyaçsız ve lüzumsuz, bir o kadar da Türkiye menfaatine aykırı bir tarih olarak da tarif edilmektedir.    Bütün bunlara rağmen Sincan’dan tankların geçmesini de, o günlerde hükümet kanadındaki büyük sıkıntıları da, muhakeme çemberindeki masumları veya suçluları da, muhakeme eden ekabir heyeti de anlıyorum da, Yıldız’ın “Kurban seçildim” derken, adını ve sanını bilemediği doktorları nasıl kaybettiğini, pek anlayamıyorum. Bunun ne anlama geldiğinin meal lugatı bende değil. Bilakis Yıldız’da. Pektabii biliyorsa O’ biliyordur.. 


SİNCAN’DA ŞERİAT SESLERİ 

1997’nin Ocak ayının son günü olan Cuma gecesi.. Refahlı Sincan Belediyesi’nin organize ettiği KUDÜS GECESİ İslâmi kesimin idrak edebileceği mantık çerçevesinde Allah’ın rızası adına bir kısım bürokratları ağırlıyor. Bunlardan birisi ev sahibi Bekir Yıldız, diğeriyse İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri.



İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri.


 Yer; Sincan Lale Meydanı’ndaki Eğitim Kültür Müdürlüğü Konferans Salonu. Salın hıncahınç dolu ve özellikle Sol basının objektiflerini süsleyici, fesli-sakallı, şayvarlı-peçeli insanlarla itibarlı. Elbette bu giyimlerin zıddında olan ve hatta aynı soyadını taşıyanlarda var ve bu kesim ziyadesiyle çoğunlukta.. Yani o salon dışardan bakıldığında Türkiye’de bugün Didim Akbük’ten Bodrum’a, İzmir Çeşme’den Antalya Mahmutlar’a kadar mütedeyyinler arası görülmesi mümkün bir manzara da mevcut. İşte böylesine bir yerde içteki böyle bir manzara bakınız, Sabah’ın 2 Şubat 1997 tarihli nüshasının 21. sayfasına nasıl yansıyor: “İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri, Refah Partili Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs Gecesi’nin onur konuğu olarak katıldı ve dünyanın terörist ilân ettiği Hamas ve Hizbullah örgütü liderlerinin posterleri altında, “Hamas’ı ve Hizbullah’ı biz destekledik” mesajı verdi. Bagheri Şeriat’ı öven konuşmasında hiçbir diplomasi geleneğine uymayan üslupla Amerika ve İsrail’i düşman düşman ilan ettikten sonra Şeriat çağrısı yaptı. İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri  Tekbirlerle başlayan gecenin açılışında kısa bir oyun sahne aldı. Sokaklara çıkıp taşla savaşmak istediğini söyleyen oyuncunun “ortalık Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ve O’nun alçak lideri Yaser Arafat’a kaldı” demesi üzerine salonda hep bir ağızdan tekbir getirdiler.  “Bize fundamantalist demelerinden korkmayacağız. Fundamantalist Hizbullah, Şeriatçı insan en akil, en çağdaş ve en Mü’min insanlardır. Allah onlara müjde vermiş, zafere ulaşacaklar” diyen İran elçisi, Şah örneğini verdikten sonra Cihad benzeri bir çarı yaparak “Allah’ımız inşallah başka zaferleri de Müslümanlar’a verecektir” diye konuştu.   

BAŞBAKAN GİBİ    

Geceye gelişinde Başbakan gibikarşılanan Bagheri, gecenin düzenlendiği Sincan Lale Meydanı Konferans Salonu’na tekbir sesleri arasında girdi ve konuşmasına Kur’an’dan ayetler okuyarak başladı. “İnşallah yeni ve güzel ufuklarınızı önünüzde göreceksiniz” diyen Bagheri gecenin; Humeyni’nin Paris’ten İran’a dönüşünün yıldönümüne rastladığına da işaret etti.    Bagheri’nin Refahlı’lara hitaben yaptığı konuşmasından bazı cümleler şöyle; “-Arablar sessiz, niye? Bir inkilap başladı. İsrail’le ilişkilerimizi güçlendirmeyelim. Maalesef bunu görüyoruz bazı devletlerde. Müslümanları memnun eden bir şey değil. –Ama gençlerimiz her yerde ayaktalar ve inşallah Allah’ın cezasını ergeç Amerika’ya,İsrail’e,her gün antlaşma imzalayanlara verecektir. 

 –Görüyoruz Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da, işgal edilen topraklarda halk ayağa kalkmış ve hükümetlere karşı, hükümetlerin proğramlarının tersine halk heyecanlanmış ve halk ayağa kalkmış. Ve Elhamdülillah İran Cumhuriyeti de bildiğiniz gibi bu mücahid insanlara her zaman destek verir ve destek vermeye devam edecektir. -Hükümette kalan (kalabilenler) küfr ile devam edebilirler. Ama zulüm ile devam edemezler. Siz masumlara yardım edin. Allah siz yardım edecek. –Şimdi dünyanın İslam ve Arab ülkesinin liderlerinin insaf etmesi lâzım. Halkla beraber olsunlar. Madem halkıyla beraber değiller, halka karşıdırlar, farklı düşünüyorlar. Durumları bundan da kötü olacak. Bundan zelil ve bundan eksik bir durum ne olacak. 



MISIR’DAKİ HAREKETLER    -

    Şimdi Mısır’da büyük hareketler var. Ben buradan sesleniyorum, serbest gazeteler, serbest televizyonlar, serbest ve hür insanlar söylesin. Eğer sizde bu cesaret varsa lütfen silahlarınızı bu halkın başından götürün. Görün bu halk ne öyler. Mısır’da, Ürdün’de çeşitli Arab ülkelerinde tüfeklerinizi halkın başından götürün. Halk aydın insanlardır, aydın Müslüman’lardır. Hepsi istiyor elhamdülillah.. -Bakın, 18 sene önce, İran İslam inkilabı zafere ulaşmadan önce, eğer bu sözleri söylesem herkes gülerdi. Ama, o gün İmam Humeyni: “bugün İran, yarın Filistin” söyledi. 18 seneden sonra eğer durumumuz daha iyi olmasaydı herkesin şüphe etmesi gerekirdi. Ama elhamdülillah durumumuz ve Müslüman’ların durumu iyidir. O gün Filitin’de Hizbullah yoktu. Cihad-ı İslam’ın gücü bu kadar değildi. Hamas’ın gücü bu kadar değildi. Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da, Kudüs’te Müslümanlar ayağa kalkmamış, ama bu gün daha güçlü, daha kuvvetli. Bu bize ümittir.    


ENVER SEDAT GİBİ 

-Arafat artık Filistin’in neferi değil. Filistin halkı onu istemiyor. Bu sebebten başka liderlerde, Mısır’da olsun, Ürdün’de olsun, herhangi bir yerde olsun buna dikkat etmeleri gerekiyor. Halklarıyla beraber olsunlar, halk ayağa kalkmış. Geri kalmamıştır. Geri kalanlar Enver Sedat gibi, sonuçları olabilir. -Kim derdi ki Amerika’nın jandarması Şah, İran’dan kaçacak. O Allah’ımız inşallah başka zaferleri de Müslümanlar’a verecektir. -Humeyni 17 sene evvel, Ramazan ayının son Cuma gününü Kudüs Günü ilân etti. O gün şunu söyledi: “Biliyorum, inanıyorum. Bir gün gelecek Kudüs Günü dünyanın her yerinde yapılacak. 7 sene evvel Türkiye’ye geldim.Bir tek İstanbul’da Kudüs Günü gördüm. Elhamdülillah şimdi pek çok şehirde en güzel şekilde yapıyorsunuz. Bu ileri gitmek değilse, ileri gitmek nedir? Şimdi Fas’ta, Tuus’ta, her yerde Kudüs Günü’nü en güzel şekilde yapıyorlar. 



 SABAH SABAH "YA HU YILDIZ DA NE AYKIRI ADAM!" 

   Sincan'da Şeriat Sesleri başlıklı habere iç-içe dört resim seçen SABAH, tesettürlü izleyici beyanların karesine Hizbullah Örgütü Lideri Musa Sadr ile tiyatro oyununda rol alan Selçuk Öz ve Duran Özdemir'in resimlerini yerleştirmiş. UBA ve SFM gibi basın yayın mikrofonları ardında konuşan Bekir Yıldız ise dördüncü resim olarak karede yer alıyor ve hemen altında da şu başlıkla, şu haber var: "İÇKİ VE HİNDİYİ YASAKLAMIŞTI.."   "Ankara'nın Sincan İlçesi Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldız yaptığı icraatlarıyla kamuoyunun gündeminde daha önce de defalarca gelmiş bir isim. Eski Başkan Aziz Gürsoy'un belediyeye aldığı elemanlardan yüzlercesini işten çıkaran ve belediyede yoğun bir kadrolaşma hareketine giren Bekir Yıldız, Sincan'da içki satan büfe ve bakkallara "ruhsatlarınızı iptal ederim" diyerek içki satmaktan vazgeçirdi.     Yılbaşında hindi satışını yasaklayan Bekir Yıldız, kızlarla erkeklerin parklarda-bahçelerde oturmalarına sınırlama getirdi. Dua çiçeği adı verilen bir çiçeği Sincan'ın muhtelif yerlerine ektirdi. Bu çiçeğin başında dua okunduğu zaman açma özelliği olduğu söylendi. Bekir Yıldız sık sık ideolojik propaganda gösterileri yapılan halk toplantıları düzenliyor." 

VE MESCİD-İ AKSA POSTERLERİ ÖNÜNDE

     Sincan Lale Meydanı Konferans Salonu'ndaki Kudüs Gecesi'nde salonun duvarlarına Hamas, İntifadada ve Hisbullah üyeleri Fethi Şakaki, Yahya Ayas, Abbas Musavi ve Musa Sadr'ın posterleri ve Mescid-i Aksa'nın dev bir resmi asılıydı. Açılıştan önce kısa bir oyun sahneye kondu. Ardından Bagheri konuşmaya başladı. Haremlik-selamlık oturulan salonda, kadınlar yanlarında çocuklarıyla yer aldılar."     2 Şubat 1997 tarihli Sabah'ın yine 21. sayfasının alt bölümünde bu kez Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın konuşmalarına dayalı şu haber vardı:     



YILDIZ: BAŞÖRTÜSÜ SANCAĞIMIZDIR  

 Kudüs Gecesi'ni organize dene Sincan Belediyesi'nin RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Bagheri'den önce yaptığı konuşmada ilk olarak siyaset gündemindeki türban konusundan Başbakanlık Konutu'ndaki tarikat liderlerine verilen yemeğe kadar pek çok konuya değindi. Yıldız, türban konusunda şunları söyledi:    "Bizim için vücudumuz Allah'ın istediği istikamette giderse, şerefini O'nda bulur. Ama kendi vücudunu bu kadar şerefli görmeyenler varsa orası bizi ilgilendirmez. Onu peşkeş çekmek isteyenler varsa, olsun, kendi sorunlarıdır. Nitekim, başörtüsü bizim için şeref sancağıdır. Başkaları için bir anlamı olmayabilir. Biz elbette ki sancağımızın mücadelesini veririz." 



ŞERİAT'I TANIYORUZ

   Almanya'dan gelen bir gazeteci heyecanla kendilerine amaçlarının Şeriat'ı hakim kılmak olup olmadığını sorduğunu anlatan Bekir Yıldız, verdiği cevabı şöyle aktardı: "Biz kurallarımızı Kur'an'dan almak mecburiyetindeyiz. Demokratik Laik bir ülkede bu tür şeylere nasıl yer vereceğimize bakalım. % 99'u Müslüman olan bir ülke zaten Şeriat'ı tanır. Bizim üzerimize düşen, Allah'ın rızası için söylediklerimizle yaptıklarımızın birbirine uyması. Bu konuda büyük eksiklikler var."    Başbakan Erbakan'ın Başbakanlık Konutu'nda tarikat liderlerine verdiği yemekle ilgili eleştirilere ilginç benzetmelerle cevab veren Sincan Belediye Başkanı'nın "Çankaya" sözcüğünü ağzına almaması dikkat çekti. Yıldız şöyle konuştu:   

ALLAH VAADİNİ VERECEKTİR

     "Kaya'nın tepesine çıkmayı ve o zirveyi zorlamayı hedefleyen toplumlar belki Kaya'nın görünmeyen saklı yerindeler. Ama bir yerde mutlaka ve mutlaka Kaya'nın tepesine çıkacaklar. O Kaya'nın tepesine çıktıkları zaman elbette ki Başbakanlık Konutu'nda bir araya gelecekler. Elbette orada birbirlerine sarılıp ağlayacaklar. Kimse benim kusuruma bakmasın. Bu insanların hiç birisi uzaydan gelmedi. Aralarında 55-60 yaşın altında kimse yok. Cumhuriyet kurulalı 70 sene oldu. Bunları siz yetiştirdiniz. Memleketinde güzel ahlakın yayılmasını nakış nakış işleyen bu insanlar Başbakanlık Konutu'na çıktığı zaman "kimin partisini kime yasaklıyorsunuz?" diyorlar. Bu kadar basit tartışmalar yapılıyor. Ama, bunlar zannediyorum, son çırpınışlar olsa gerek."    Şu anda ulaştıkları noktaya gelebilmek için zaman zaman sabrettiklerini söyleyen Bekir Yıldız: Sabrederek istediğimiz yerlere geleceğiz. Başımızdaki insan nasıl 30 sene sabrettiyse, Filistinliler senelerdir nasıl sabrediyorlarsa, yeryüzündeki insanlar nasıl sabrederek bir yerlere geliyorsa, Allah bize vaadini verecektir. Önemli olan o Kaya'nın tepesine geldiğimizde Allah'ı unutmamaktır" diye konuştu.    Bekir Yıldız Taksim Meydanı'na yapılması planlanan camiyle ilgili olarak da "Taksim'e cami yapılacak diye ter ter tepiniyorlar. Korkmasınlar bizden kimseye zarar gelmez, gelmedi de. Gelseydi zaten bu durumda olmazdık. Yarın inşallah çok daha iyi olacak" dedi.  

  DEHŞET GÖRÜNTÜLERİ 

  Proğram sırasında bir de sinevizyon gösterisi yapıldı. Ancak, bu gösteri salonu dolduranları tam anlamıyla dehşete düşürdü. Öldürülen Filistinliler'in kanlar içindeki cesedleri tüm ayrıntılarına inilerek gösterildi. Sinevizyon gösteriminde bir bebeğin başsız cesedi uzun süre perdede kaldı. Dehşet veren görüntüler öncelikle bebek sayılacak yaştaki çocukları korkuttu. Gösteri çocukların yüksekten ağlama seslerine rağmen sonuna kadar sürdü.    Sinevizyon gösterisinde Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat'ın görüntülerini yer aldığı ve Arafat'ı düşman gibi gösteren sahnelerde "Kahrolsun Arafat!" sesleri yükseldi. Hizbullah militanlarının eğitimleri de övgülerle gösterildi.


 GAZETECİ İRAN'I SAVUNDU


    Gecede Selam Gazetesi Haber Müdürü Nurettin Şirin de konuşma yaptı. Şirin, oldukça sert bir üslup kullandığı konuşmasında Hizbullah ve İran yanlısı tavır takındı.    İran devriminin Amerika'nın yenilebildiğini gösterdiğini öne süren Şirin, "Ey Siyonist cellatlar, şimdi Hizbullah'ın saldırılarında parçalana cesedlerinizi bir torbaya koyup meclisinizde diz çöküp ağlıyorsunuz. İsrail şimdi, "Hizbullah'ın silahı ne zaman patlayacak" korkusuyla bekliyor. Dün 3 Siyonist öldürüldü. Bu yarın 3 yüz olacak, öbür gün 3 bin olacak."     Nurettin Şirin'in sık sık Tekbir'lerle kesilen konuşması bittiğinde, "Muhammed'in ordusu, Kafir'lerin korkusu" diye sloganlar atıldı.

     SEN KİMSİN?

    Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, özellikle Allah'ın rızası ve Filistinliler'in mazlumiyeti üzerine yoğunlaşıp, İslam Alemi'nin Siyonist zulmü karşısında İntifadada'ya destek olurcasına kıyama durmasını, ayağa kalkmasını tavsiye ve telkin etse de, satır aralarında "Laik ve Demokrat" kesim tarafından tehlikeli bulunan cümleler sarfediyor.    Çankaya'yı niçin telaffuz etmekten kaçınıyor ve "O Kaya" tabirine sığdırdığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü teşkilindeki muhite, niçin hoşnut bakmıyor? bilemiyoruz.. Ama bu hoşnutsuzluk kadar hoşlanabileceğimiz doğru cümleleri de yok değil. Ortada, o günlerde de, hala bugünlerde de vurulan, kırılan, zulme uğrayan ve Kudüs'ü işgal edilen bir Filistin var ama, oradaki zulmün perdeye yansıyan elim haline "dehşet görüntüleri" diyerek, bunları "çocukları korkutucu" bulan ve sadece bu halinden rahatsız olan bir mantık da yok değil. Niçin o gün, o görüntüler, acaba vahşetin görüntüleri değildi de dehşet görüntüleriydi?    Bu öz yorumun ardından size o gün Sincan'ı bilemeyen, tanıyamayan bir mantıkla, yorum getirmeye çalışan Sabah'ın köşe yazarı Fatih Çekirge'nin Sen Kimsin? sorusuna gelelim;    "Milli Savunma Bakanı Tayan'a teşekkür edip telefonu kapattığım an arkadaşım Ali Ekeyılmaz, elinde bazı fotoğraflarla masaya geliyor.    Fotoğraflara bakıyorum. Duvarda cübbeli, sarıklı Hamas ve Hizbullah liderlerinin fotoğrafları, kürsüde İran'ın Ankara'daki Büyükelçisi Bagheri.    Ali'ye, "sen ne zaman İran'a gittin?" diye gülerek soruyorum. Ali gülerek cevab veriyor; "Burası İran değil, Sincan.."    Sincan, Ankara'nın büyük bir ilçesi. Ve burada Refahlı belediye bir Kudüs Gecesi düzenlemiş. Ve İran Büyükelçisi gecede tekbir sesleriyle konuşuyor. Bagheri açıkca şöyle diyor:   "Biz korkmayalım. Bize Fundamantalist demelerinden. Hizbullah, Şeriatçı insanlar en akil, en çağdaş ve en Mü'min insanlardır. Allah onlara müjde vermiş, zafere ulaşacaklar."    Biz Şeratçılar dediği kim acaba? Sözünü ettiği zafer, belli ki İran'daki Molla Rejimi'nin zaferi. Doğrusu bu görüntüleri görünce, bu sözleri okuyunca irkiliyorsun.    Bu nasıl bir zihniyettir? Bu nasıl bir cesaretttir ki, Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinde bir İranlı büyükelçi Şeriat düzenini övüp Cihad müjdeleri verebilmektedir. Bu dünyayı ve insanlığı yeniden dinlere göre bölüp parçalamak isteyen bir "Ortaçağ çılgını"mı?   Yazık ki bu zihniyetlere bu küstahlığı yapabilecek ortamlar yaratılıyor. Ama, hayır Sayın Bagheri.!    Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasiye ve çağdaşlığa inanan insanları, sizlerin ikinci bir ortaçağ yaratarak, bu dünyanın ve insanlığın önündeki aydınlık geleceği karartmasına izin vermeyecektir."  


  Sabah Gazetesi yazarı Fatih Çekirge de:

 o günkü yazısında Hamas ve Hizbullah Örgütü Liderleri'nin posterleri asılarak ve adına Kudüs Gecesi denilerek yapılan proğram mahallini, konuşan bir Bagheri nazariyesinde, muhabirine; "Sen ne zaman İran'a gittin" diyerek atlaması ve Sincan'ı istihza içinde İran zannetmesiyle, tıpkı Bekir Yıldız gibi "espiri yapmış" oluyor.    Galiba, 2 Şubat'ta, 1 Şubat'a ait Sincan gelişmelerini, 31 Ocak gecesinden ele alıp değerlendirmelerimizde bu çok aşırıya kaçan espirilerle, 2 gün sonra Tank'la ve 24 gün sonra da hala; ne, neyi, nerede, nasıl ve kim kuralı tartışılan Şubat süreciyle Kudüs Gecesi'ni, hem öteden, hem beriden olmak kaydıyla tam anlayabilmiş ve de anlatabilmiş değiliz... 



BU NE REZALET 

Sabah Gazetesi'nin 2 Şubat'ta " BU NE REZALET " başlığıyla verdiği haberde Kudüs Gecesi'nde gelişen olaylar biraz yorum, bir çok gelişme olarak kaleme aldığımız çizgide verilmiş ve bir gün sonraki baskı için de daha etkili manşet ve içeriği adına Sincan üs haline getirilmişti. 3 Şubat'ta konuyu Sabah Sincan Krizi, Hürriyet de Tepki Yağıyor manşetleriyle ele almışlardı.    Sabah manşetinin spotunu "İran Elçisi'nin Refah gecesinde Şeriat çağrısı yapması DYP'de tepkiye yol açarken savcılar da harekete geçti^cümlesiyle vermişti.  DYP'de tepki gösterenlerin basında yer alan iki bakandan birisi Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan'dı ve şöyle bir demeçle konuya hassasiyetini gösteriyordu;  

  "ŞİDDETLE KINIYORUM: 

Gecedeki konuşma ve davranışlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından hiç iç açıcı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti böylesine gereksiz, lüzumsuz ve tehlikeli davranışlardan uzak tutulmalıdır. Esefle karşılıyorum. Cumhuriyet Hükümeti'nin bir bakanı olarak şiddetle kınıyorum."    DYPli Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ise meseleye 'küstahlık' olarak bakıyor ve diyordu ki;    "Rezalet, küstahlık ve densizlik. Belediye Başkanı görevden alınacak. Devletin kuralları vardır. İster Türk, ister yabancı uyruklu olsun herkes bu çerçeve içinde kalmak zorundadır."     Yine DYPli İçişleri Bakanı Meral Akşener de olayın incelemeye alındığına işaretle; "konuşmalar ve afişler müfettişlerimiz tarafından incelemeye alınıyor. Hazırlanacak rapor doğrultusunda da gereği yapılacak. Kimsenin tereddüdü olmasın."     RP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz, DYPli bakanların aksine müsterih bir tavır ile "suç yok!" diyordu. Kapusuz görüşlerini şöyle dile getiriyordu: "Orada bir suç yoktur. Suç unsuru olmadığına göre Başkan görevden alınamaz. DYP bizim ortağımız. Görevden alamazlar. Büyükelçinin konuşmasından dolayı da Başkan Bekir Yıldız suçlanamaz." 



   BAŞBAKAN ERBAKAN: GEVEZE  BASINA FİGÜRANLIK YAPTIRMAYIN 

   RP'nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Toplantısı esnasında bir gazete muhabiri Erbakan'a soruyor: "Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in basın organlarında yer alan sözlerinde hükümete mesajlar olduğu kanaatinde misiniz?" Esasen bu manadaki soruya cevab niteliğinde ancak ileride mesaj olduğu anlaşılacak bu cümleyi Başbakan Erbakan şöyle cevablıyor: "Hayır. Türkiye'de demokrasi var, istikrar var, halkın meselelerini çözen bir hükümet var. Devlet-millet kaynaşması var. Uyum var. Bu uyum sadece iki kardeş parti arasında değildir. Hükümetimi, Cumhurbaşkanı ve kahraman ordumuz arasında da tam bir işbirliği ve uyum vardır. Sayın Cumhurbaşkanı bu başarılı hizmetlerden son derece memnundur."    Erbakan, türban konusunun DYP'de tepkilere yol açtığı, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın açıklamalarıyla gerginlik başladığı ve ortakların arasının açıldığı yolundaki bir soruya da şu cevabı veriyor; "Bana icracı hükümeti sorun. Geveze basını sormayın. Geveze basına figüranlık yaptırmayın."  

   HOCA'NIN GÖBEK ADI 'ABBAS' MI?    

Erbakan'a göre geveze olan basın, artık o günden itibaren klasik hizmet ve icraat yavanlığı yerine Kudüs, Hizbullah, Hamas ve İran Molla Rejimi Şahan'lığıyla ilgilenecekti. İşi o denli uzak noktalara taşıyacaklardı ki, hatta Elemtere Fiş'ci Ahmet Tan gibileri, Hoca'ya göbek adı olarak "Abbas" yakıştırmasında bile bulunabileceklerdi. Hoca kimdi? Erbakan.! Erbakan kimdi? TC'nin Başbakanı. Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin Babakanı Elemtere Fiş, Abbas Erbakan Hoca.. 



 Bakınız o yazıda Ahmet Tan ne diyor; 


   "Bu Bekir Yıldız, O' Bekir Yıldız değil. Hakiki Bekir Yıldız'ı (Yoksa Sincanlı olana mı hakiki demek gerek). Bir parantez de bizden; (Aynı can-mal, evsaf-kilove boydan olan iki insandan biri nasıl gerçek dışı, öbürü gerçek olur? Bu mantığı ancak hakaret üslubu ve hınç ölçülerinde anlamak mümkün..) edebiyat severlerimiz çok yakından tanır. 1970'li yılların en çok okunan yazarlarındandır. Evlilik Şirketi adlı uzun hikayesi yıllarca da dillerden düşmemişti. O Bekir Yıldız, kutsal bir kurum olduğu düşünülen evliliğin iki menfaatperestin elinde bir ilkel çıkar ortaklığına ve bunu bir ticari şirkete nasıl dönüştürdüğünü anlatıyordu.    Bu Bekir Yıldız ise siyasi bir kurum olan hükümet ortaklığının gözükara iki menfaatperest liderin elinde nasıl suç ortaklığına dönüşebileceğini ortaya koymuş oldu.    Bu Bekir Yıldız sayesinde Ankara'nın Sincan'ı artık İran'ın Kum Kenti kadar, Dünya siyasi tarihinde ve coğrafyasında yerini almıştır. Bizim Sincan'ın ve Sincanlılar'ın Hamas ve Hizbullah'ın Ortadoğu'da yürüttüğü kavga ile, terör ile ne ilgisi olduğunu, artık o Belediye Başkanı'nın lideri olan Başbakan mı açıklayacaktır, yoksa giderek suç ortaklığına dönüşmekte olan bu hükümetin Dışişleri Bakanı mı?    Erbakan Hoca'nın 'Dinin Yıldızı' anlamına gelen adı dışında bir de göbek adı olmalı. Eğer yoksa kendisine çok uygun düşecek bir göbek adı, şu sıralarda tescil edilmek üzere.. 

   "ABBAS!"   

Abbas'ı Erbakan Hoca'nın izleyicileri İslam tarihindeki Abbasiler'den bilirler. Edebiyat severler ise "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz" dizelerinden.."    Hem DYPli bakanların kınayarak, küstahlık kabul ettikleri, hem DSPli Hüsamettin Özkan'ın "RP dini siyasete alet ediyor" diyerek;RPli Sincan Belediye Başkanı tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nde, "bu parti üzerindeki bütün örtüler bir kez daha kaldırılmıştır" beyanatını verdiği, Ahmet Tan'ın Erbakan'a Abbas Yolcu, Bekir Yıldız'a şu.. o.. türünden "hakiki olmayan" diye saldırdığı sıralarda CHP kanadından sessizlik beklemek elbette yanlış olur, eksik kalırdı. Peki CHP kanadı, daha ziyade kodamanları ne yapmıştı? Şöyle: CHP Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Oymak başta olmak üzere Halk Partili otoriterler RPli Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın görevden alınmasını istemişlerdi. Pek tabii bir kaç yıl önceki Gürsoy'la ilgili isnadlara, ulusal basının tıksızlığından gelen bir cesaretle 3 Şubat günü Sincan'da "Atatürk'e Saygı Yürüyüşü" düzenlemişle, hem halka Atatürk rozeti dağıtmışlar, hem de Kudüs Gecesi'ne tepkilerini şu açıklamalarıyla ortaya koymuşlardı:    "RPli Başkan bir Kudüs Gecesi düzenliyor. Bu gecede Hamas ve Hizbullah'a övgüler yağdırıyorlar. Onların liderlerinin posterleri altında toplantı gerçekleştiriyorlar. Bu, İran Büyükelçisi'ne RP'nin sözcülüğünü yaptırma anlamı taşır. İran Büyükelçisi RP'nin sözcüsü gibi davranmıştır. İran'ın Türkiye'deki teröre ne ölçüde destek verdiği büyük ölçüde biliniyordu. Artık bunu kendileri de açıkca dile getiriyorlar. Bu görüntüler Türkiye'nin Demokratik ve Laik Cumhuriyeti olan temel düzenini değiştirmeye azmetmiş iç mihrakların başında da İran'ın geldiğini göstermektedir."   

    TEPKİ YAĞIYOR

    Yine 3 Şubat tarihli Hürriyet'e baktığımızda karşımıza çıkan manşet bu: "TEPKİ YAĞIYOR!"    Neye yağıyor; Sincan'daki İran provasına..    Kimler var sırada; 'Dışişleri göreve' diyen Baykal var. "CHP Lideri Deniz Baykal eski bir Dışişleri Bakanı olarak İran Büyükelçisi'nin davranışı konusunda Bakanlığı tepki göstermeye çağırıyorum" dedi.    Sırada Anap Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler var; "Olayı son derece yadırgadık. İçişleri Bakanlığı harekete geçmeli" diyor.    Sırada  Sincan'a gelen ve 500 Atatürk rozeti dağıtan Haydar Oymak'la hareket eden CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin var; "Sincan'ın İran Kum Kenti olmadığını İran'a da, RPliler'e de göstereceğiz" diyor.    Anap ve CHP'nin soru önergesi hazırlamakta gecikmediği Sincan Kudüs vakıası için sırada DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan var; "Bu olay tasvip edillemez" diyor.    Ve Ankara DGM Onursal Başsavcısı Demiral'dan, Bagheri uyarılmalı tavsiyesi geliyor; "Ankara, Kırıkkale ve Kahramanmaraş'ta terör eylemlerine karışan Suriyeli diplomatları tutuklattım. DGM durumu Dışişleri'ne bildirmeli ve Bagheri'nin diplomatik yoldan mutlaka uyarılması sağlanmalı.    Ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a göre; "Türkiye kaosa gidiyor. RP toplumda gerginliği artırıyor. Bu önlenmeli.."    Ve ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan; " Sincan'daki olayları tüyler ürpertici" olarak buluyor ve soruyor: "Bunu nasıl yaparsınız? Anlayamıyorum. Burası Türkiye Cumhuriyeti. Herhalde Cumhuriyet savcıları gereğini yapar.."    Evet, neticede de öyle oluyor ve henüz tarihler 3 Şubat'ı göstermekteyken ve 3 Şubat yeterli kaosu yaşamaktayken Sincan'a soruşturma başlatılıyor. İşte, Ersin Bal imzalı o haber:   



   SİNCAN'A SORUŞTURMA  

  "Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nde yaşananlara Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından çifte soruşturma başlatıldı. Geceye katılan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'nin "Şeriat çağrısı" yaptığı toplantının ses ve görüntü kayıtlarını incelemeye alan savcılıklar soruşturma sonucunda "su^" tesbit ederlerse, Sincan'ın RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız hakkında dava açılacak.   

 LAİKLİĞE AYKIRI 

   Gecenin düzenlendiği salona, Dünya'nın terörist ilan ettiği Hamas ve Hizbullah Örgütü Liderleri Musa Sadr, Fethi Şakaki, Yahya Ayas ve Abbas Müsavi'nin posterlerinin asılması soruşturma kapsamının da genişletilmesine neden oldu.    RPli Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın konuşmasını da incelemeye alan savcılıkların, soruşturmayı Türk Ceza Kanunu'nun 312. Maddesi'nde yer alan ve 4.5 yıla kadar hapis cezasını öngören; "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "terör örgütünü övme" ile "Laik Cumhuriyeti yıkma faaliyeti" suçları çerçevesinde yürüttükleri öğrenildi.    Soruşturmanın sonucunda "suç" unsuruna rastlanırsa Ankara Başsavcılığı "görevsizlik" kararı vererek dosyayı Ankara DGM Başsavcılığı'na göndererek, TCK 312. Madde'nin DGM kapsamında yer alması nedeniyle geceyi düzenleyen suçlular hakkında DGM'de dava açılacak. Davanın sonuçlarına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın RP'den ihracına karar verebilecek.           


   İSTENMEYEN ADAM BAGHERİ    


Gecede yaptığı konuşmalar ile dikkatleri üstüne çeken İran Büyükelçisi Bagheri hakkında ise "diplomatik dokunulmazlık" nedeniyle dâvâ açılamayacak. Hükümetin DYP kanadında rahatsızlık yaratan konuşma nedeniyle Türkiye ancak Bagheri'yi Dışişleri Bakanlığı'na çağırarak uyarıda bulunabilecek, ya da Bagheri'yi Persona Non Grata (İstenmeyen Adam) ilan ederek ülkeden ayrılması istenecek. Ankara DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral, Kudüs Gecesi'nde yapılan konuşmalar ve yaşanan olayların Laik Düzen'e karşı başkaldırı anlamına geldiğini söyledi. Demiral: "bu örgütlerin liderlerinin posterlerinin açılması, onları övmek anlamına gelir ve TCK'ya göre suç oluşturur. Sincan Belediye Başkanı'nın içki satışını yasaklaması, yılbaşı kutlamalarına engel olması ve Hindi satışını yasaklaması gibi daha önceki hareketlerini de dikkate alırsak, baskı ve zorlamadan söz edilebilir.    Soruşturma kapsamında illegal örgüt veya örgütlenme durumu da araştırılmalıdır. Ayrıca İran Büyükelçisi'nin yaptığı irticai konuşma da dikkate alınmalıdır. Çünkü bu konuşma için gerekli zemin hazırlanmıştır. Bu durumda TCK 312. Madde'nin yanısıra, Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. ve 7. Maddeleri de gündeme gelebilir."    İleride hem Ersin Bal'ın haberinde işlediği, hem de DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral'ın söylediği gibi, Yıldız'a görevden el çektirilecek ve soruşturma neticesi mahkemeye çıkartılacak, Bagheri için de İstenmeyen Adam ilan edilip ülke dışına çıkışı sağlanacaktı.    Pektabii hiç de iyi seyretmeyen Sincan Kudüs Vakıası'nın yankıları, üstüne üstlük olaylara tuz-biber gibi gelen Star Muhabiri "Işın Gürel'e Dayak" hâdisesi neticesi Sincan artık tankın ve topun ağzına gelmeye mahkûmdu. Bu kaçınılmaz mukadderat çizgisini çizmişliğin de ta kendisiydi.  



 DOĞRU; HER İKİ CEPHEDEN DE TAHRİKLER BİTMİYORDU 

   Bekir Yıldız'ın ilk icraat dönemlerinde ortaya koyduğu bazı uygulamalar, hem bazı kesimlerin hoşuna gitmiyor, hem de özellikle Sol Ulusal Basın'ın, üzerinde gereğinden fazla eğildiği konu haline geliyordu.    Peki, bu ulusal basının Sincan'daki olayları takib edecek bir ayağı var mıydı? Yıldız'ın nefes alışından bile haberdar olan basını kim, nasıl, anında haberdar edebiliyordu? Acaba ifadenin tam burasında, yerel bir gazetede Sincan CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur'un, "CHP, köktendincilerin her eylemini anında haber vermiş, Atatürk devrimlerinin koruyucusu olmuştur" şeklindeki cümlesini yinelesek, bu bize bir şey ifade eder mi ? Edebilir.. Baştimur ve Baştimur ile hareket eden yerel basın taraftarları büyük bir ihtimalle Hürriyet ve Sabah gibi, Yıldız'a ters, kendilerine tamamen uyan gazeteleri bilgilendire bilgilendire Sincan'a alıştırmış ve âşina eylemiş olabilirler. Önce alışmak ve âşina olmak, sonradan olabilecekleri pusuda takibe fevkalâde yetecektir.    Hindi yasağı, içki yasağı.. Lâle Anıtı'nı yıkış.. Sol içerikli park ve bahçe isimlerini, Kardeş Türk Ülke isimleri veya Türk büyüklerinin isimleriyle takas.. Sosyal Demokrat Belediye eski Başkanı Aziz Gürsoy'a adeta Sincan'ı mahpushane yapış.. Yunus Göleti'ni (50 milyarı), Sincan Spor'un bilmem ne kadar ince hesaplarını soruş.. Hele hele Olof Palme'yi bir daha tepeleme..    Bir de bunların üstüne Tokuştepe'ye sırt verip, Kaymakam Ali Gün ile takışma.. Vesaire, vesaire..    İşti bütün bunların denk ettiği öfke ve hıncın bir iç muhasebesinin Kudüs Gecesi'nde kenetlenişi..    Zaten tepede, Başbakan Necmettin Erbakan'ın restleştiği "Figüran" bir basın da var. Temkin, itina, zıtlıklara müsamaha etmeme, oyunu kuralına göre oynama gerekliyken, Çadırda eksik mizansen, mikrofonda aşırı hitabet sesi.. derken, bir de Işın GÜREL'e dudak patlatan yumruk.. Hurraaa.! Basın-TV, Kamera, fotoğraf makinesi, hattâ dürbün, telsiz, cep tel.. ne varsa en modernizasyonluğuyla Sincan'a yürü..    Gerçi, bir süre Hindi ve içki yasağı unutulur gibiydi. Gerçi, unutulmak ve hesapların dondurulması Gürsoy'un da işine gelirdi. Gerçi, Ayşe Tokuştepe bir gün içinde, yaptığı yanlışın cezasını çekmek için içeriye alınmıştı. Bekir Yıldız da hummalı bir hizmet verir olmuş, Sincan çamurdan, köykentlikten arınır hâle gelmekteydi. Sabahlayan, çabalayan ve aşırı Sincan Şehri sevdasına kapılan Yıldız, halk arasında takdir edilir bir durumdaydı..    Ama, işte o Kudüs Gecesi, işte o posterlerin arasında niye Atatürk'ün resmi, niye Türk Bayrağı'nın olmaması.. Niye konuşanlardan biri de İlçe Kaymakamı Gün veya CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur değil de, göze batan rejim diyarının Büyükelçi'siydi.. Niye Demokratik Laik Cumhuriyet'e matuf, inanan-inanmayan ayrılığında TCK 312'yi tarif tahrif eden aykırı bir fetva..    Neyse de; niye Işın Gürel'e tokat.. İşte hele hele bu olmadı. Evet, bu hiç olmadı diyen ulusal basın için artık Sincan bir kara(r)gâh olacaktır. Işın Gürel ile birlikte bu ilçe öyle büyüyecek, öyle büyüyecek ki, asla bir daha küçülmemek üzere, zaman zaman da asparagas dökümanlarla ve şaşı bakan taşralı gözlerle büyütülmeye devam edilecek.. Hürriyet'in 4 Şubat tarihli nüshasında Bitmeyen Tahrikler manşeti öncesinde isterseniz, gazetenin Başyazarı Oktay Ekşi'nin, Işın Gürel hâdisesini nasıl değerlendirdiğine bir bakalım: 




   "Sevgili meslekdaşım. Senin başına gelen türden bir hayvanca saldırı, 1958 yılında genç bir gazeteci iken benim de başımdan geçti. O zaman bana bir trenin koridorunda, hiç beklemediğim bir anda tokat atan hayvan da (esasında hayvanlar çifte atar ama..) aynen senin olayındaki gibi kendi kaba gücünün büyüklüğüne ve iktidardaki partinin mensubu olmasına güvenip saldırmıştı. (Acaba bu saldırı, DP'liler tarafından ve Sincan dolaylarında mı yapılmıştı dersiniz?) Keza, benim suçum da aynen seninki gibi, gerçekleri kamuoyuna iletmekten ibaretti. O nedenle seni en iyi anlayanlardan biri olduğumu sanıyorum. Aldırış etme, gerçeklerin savunucusu olmaktan ayrılma.    Nitekim bize o zaman gerçekleri yazdığımız için kızanlar, o sırada kabul etmedikleri gerçekleri, 27 Mayıs 1960'da tepe takla olunca gördüler. Ne yazık ki sonra hiç istenmeyen oldu. Birileri de onlara Glu Glu dedi."    1960 İhtilâli'nden yıllar önce atılan bir tokat ile 27 Mayıs'tan pay çıkaran Oktay Ekşi de, ekşili o Sincan tokadı himayesinde, bugün çok önemli bir TV proğramcısı olan Işın Gürel gibi, Hürriyet'in vazgeçilmezi mi oldu acaba?    Her neyse, öyle oldu, böyle oldu.. Ama esas olan, hemen her basının mürekkep yalamışının kendine pay çıkardığı Sincan'a ve Sincanlılar'a olmuştur. Hâlâ; medeni, anarşiden uzak ve en sakin ilçelerden olan Sincan'ı, taşra il ve ilçelerinde öyle bir tarif ediyorlar ki; "Şeriat ülkesi, gericiler şehri.. Laik Düzen'e asi, isyankâr Sincan-Sincanlılar." Pes doğrusu. Nerede böyle bir manzara? Gösterin de hep birlikte seyredelim!      


TAHRİKLER BİTMİYOR  

 "Ata'ya nisbet gibi; Sincan'ın göbeğinde, Atatürk Büstü'nün karşısında Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın çadırdan benzerini yaptıran RPli Başkan Bekir Yıldız, tüm dini faaliyetleri burada yürüttü.   

OLAYLI KUDÜS GECESİ: 

RPli Yıldız Hizbullah ve Hamas liderlerinin fotoğraflarının bulunduğu, İran Büyükelçisi Bagheri'nin Şeriat Çağrısı yaptığı olaylı Kudüs Gecesi'ni de bu çadırda düzenledi.  

  MOLLALARIN TÖRENİ: 

31 Ocak Cuma gecesi Sincan'da kutlanan Kudüs Gecesi'nin bir benzeri, bir gün sonra, 1 Şubat gecesi, meclise 500 metre uzaklıktaki İran Kültür Merkezi'nde tekrarlandı.   

 MALZEMELER HEP AYNI: 

Sincan'da yer alan poster ve sinevizyon gösterisinin İranlılar'ın gecesinde de kullanılması, RPli Başkan Bekir Yıldız'ın malzemeleri İran'dan aldığını ortaya çıkardı.   

 BAŞBAKANLIK'TA ZİRVE:

 Erbakan dün Kazan ve Esengün ile yaklaşık 1.5 saat başbaşa görüştü. Görüşmede, kamuoyunda büyük tepki çeken Kudüs Gecesi'nin değerlendirildiği öğrenildi. 

APARTOPAR SÖKTÜLER:

Sincan'da Atatürk Büstü'nün tam karşısına dikilen Mescid-i Aksa benzeri çadır dün, (3 Şubat) akşam saatlerinde söküldü. Geçen yıl Ramazan Ayı'nın sonuna kadar kalan çadırı söken görevliler, bunun nedenini, "görevini tamamlamıştı" dile açıkladılar.    

KUDÜS GECESİ'NDEN HOCA HABERDAR: 

DYPli Hasan Ekinci, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi'nden Erbakan'ın haberi olduğunu söyledi. "Belediye Başkanı Hoca'ya haber vermeden Büyükelçi'yi kesinlikle çağırmaz" dedi. 




GÖREVDEN ALINIR: 

Sincan Belediye Başkanı Yıldız için müfettiş raporu belli olduktan sonra gereğinin yapılacağını söyleyen Ekinci, şöyle dedi: "Raporda görevden alınması gerekir denilirse bu yapılır, kimse engelleyemez."   

 PARTİDE MORAL İYİ DEĞİL: 

"Ekinci, ortaklarının son günlerdeki tutumundan çok rahatsız olduklarını söyledi ve, "gidişattan hiç birimiz memnun değiliz. Ben de, Cevheri de ötekiler de.. Partide moral iyi değil" diye konuştu. ..

VE TENAKUZ FASLI ÇİLLER; 

YAPAY GÜNDEM: Refahyol'un ortağı DYP Lideri Tansu Çiller, Sincan olayı için "yapay gündem" dedi. Türkiye'yi hükümetsiz bırakmayacaklarını, RP'nin koalisyon protokolü çiğnemediğini söyleyen Çiller; "her ay yapay gündem yaratıp hükümeti yıkmak isteyenler işbaşındalar" diye konuştu.  

  GENELKURMAY'DAN SİNCAN TOPLANTISI: 

Kuvvet komutanları dün (3 Şubat) Genelkurmay'da son gelişmeleri değerlendirdi. 

DGM'DE KUDÜS GECESİ KRİZİ: 

RP hakkında suç duyurusu yaptığı, Aczimendiler'in sakallarının kesilmesini istediği için Kazan'ın emriyle soruşturmaya uğrayan Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Kudüs Gecesi için açtığı soruşturmadan alındı.    Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan dün sabah Yüksel'i "görevli olmadığı ve kendisine haber vermediği " gerekçesiyle soruşturmadan aldı. Volkan, olay gecesi nöbetçi savcı olan Nuh Çetinkaya'yı görevlendirdi.    



 VE KADIN TELEVİZYON MUHABİRİNE SALDIRI 

      "Sincan'ı kurtarılmış bölge" haline getiren Şeriat yanlısı militanlar terör estirdi. İBDA-C işareti yapan militanlar dün gazetecileri hedef seçti. (Hürriyet 4 Şubat 1997)    Hemen burada şöyle bir tahayyülde bulunmak mümkün: "Kudüs'ün ta kendisi, o mânâ ve mefhum yapısı, inanç menzili ve ciğerden daha pahalı" tefekkürüyle yapılan, ama içteki çalkantılara, o heyecan, o şevk içinde hâkim olunamayıp mevcut düzene zıt istikâmette rol, dua ve fetva ortaya konulan Kudüs Çadırı'nın oturduğu Lâle Meydanı'nın boş kalan zeminleri üstünde insanlar adeta Karıncalar Cemiyeti gibi.. Ama disiplinde, bu mahlûklar kadar birbirine uyum sağlamayanlar içinde iki grup var. Birincisi; ev sahibleri Sincan Belediyesi'nden birileri. Diğerleri; ikincileri ise "ne var, ne oluyor" diye iki grubun trübün izleyicileri olanlara malzeme üretmeye çalışan ulusal basın-yayıncılar.. Sıçrama tekniğinin ihtiyaç duyduğu "terslik" teorisiyle donanmış bu çiçeği burnunda, ya da henüz yıllara dayalı tecrübeleri "sıçrama"ya yetmeyen medya mensubları, mutlaka bu 3 Şubat Gecesi, ters bir şeyler yapmalı.    İBDA-C işaretleri yaparak, bu işaretlerin ardından TEKBİR sesleri getirerek, bu gecenin zafer yolunda ilerlediklerini veya ilerleyebileceklerin    i zanneden gruplara inad, sıçrama gayeli basın-yayıncılar da -C-'cilere garib ve zûl gelen soruları sorma çabasındalar.. İBDA-C'ciler en çok öfkele müsebbib soru; "Şeriat provacılar, İran İslâm Cumhuriyeti özentiniz mi var? Kudüs Çadır'ında Hamas ve Hizbullah posterleri var da, niçin Atatürk ve Türk Bayrağı yok.. Yıldız şunu neden, Bagheri bunu niye dedi.. Gayeniz ne?" Ve, "Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde.." derken, bir çat-pat ve dannkk! sesi.    Dönüp sesin geldiği tarafa baktığınızda gözleri Faltaşı gibi açılmış ve açılan bu gözlerin dışında yüz haritasını gizleyen bir mor Bere'yle hapsedilmiş Baş'ın, "VURR!" emrini verdiği sağ kolun inip kalktığı anda görülen uzunca bir gölge, yere düşürdüğü avına son kez öfke ile baktıktan sonra, kalabalıklar arasında sıçraya sıçraya kaybolup gidiyor..    Yere düşen avı, bir TV muhabiridir. Türkiye'de, hâttâ insanlık tarihinde, Bosna-Hersek, Filistin ve Irak'taki kadınlar arasında hiç olmamış (!) cinsten bir manzaraya düşen Işın Gürel.. Kameralar ve fotoğraf makinelerine poz vermiyor vermesine, fakat o aletler günlerce gazete sayfalarıyla, TV ekranlarını süsleyecek pozları çoktan yakalamışlar bile.    Kalabalıklar arasından gözden kaybolan Receb'imin ruh hâlini bilemem. Işın Gürel ise madaralık bir manzaranın gururunu yıktığı, kırdığı ve erittiği ölçüde bir taraftan hıçkıra hıçkıra ağlıyor, öte taraftan da, hayatında ilk defa kendi kan tahlilini kendi yapıyor.    Işın Gürel: Kendisiyle uğraşırken "nefret uyandıran sahneler"de rol aldığının acaba çok farkında olmuş muydu?    Yeniden dönelim 4 Şubat tarihli Hürriyet'e:   



 SAKALLI SALDIRGAN:

 HBB muhabirlerini döven militanların sonraki hedefi İnterStar'ın bayan muhabiri Işın Gürel'di. Çadırın sökülmesi sırasında arkadan yaklaşan siyah Bere'li sakallı bir kişi, Gürel'i saçlarından tutup suratına yumruğu vurdu.   

 DUDAĞI PATLADI: 

Darbenin etkisiyle dudağı patlayan Işın Gürel, sırt üstü yuvarlandı. Başını yere çarpan bayan muhabir şok geçirdi. Hastaneye kaldırılan Gürel'i ziyaret eden Deniz Baykal, RPli Hasan Hüseyin Ceylan ile tartıştı.   

 VE BAGHERİ'YE PROTESTO  

  Sincan'daki açıklamasıyla ortalığı karıştıran İran Büyükelçisi dün, (3 Şubat) Dışişleri'ne çağrılarak protesto edildi. Bagheri'ye " İçişlerimize Karışırsan gidersin" mesajı verildi.    Bakanlıktan çıkışta sinirli olduğu gözlenen Bagheri küstahlığını sürdürdü. Protestoyu kabul etmediğini söyleyen İran Büyükelçisi, "Türkiye zaten Şeriatçı'dır" açıklamasını yaptı.



http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Sincan-Y%26%23305%3Bld%26%23305%3Bz-Kud.ue.s-%C7ad%26%23305%3Br%26%23305%3B%3D28-%26%23350%3Bubat-d--3.htm



..

SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI = 28 ŞUBAT BÖLÜM:2



           SİNCAN YILDIZ KUDÜS ÇADIRI= 28 ŞUBAT       BÖLÜM:2





ŞERİAT PROVASI VEYA İNANCA BAYRAKLA SALDIRI   


Heyecanlı ve heyecanlı olduğu kadar, idarecilik tecrübesinden mahrum bir kadro sıfatındaki RP'li yerel idarenin başı Bekir Yıldız, içki-hindi meselesinde kantarın iki tarafını aynı grama getirse de, özellikle Yunus Göleti, Lâle Festivali ve dozerlerle, halkın alkışları arasında yıktığı Lâle Anıtı gibi üç önemli uç meselede SHP'li Aziz Gürsoy'u, dolayısıyla da SHP'lileri adeta topa tutuyordu. Gölet’teki tahribat elbette ki Gürsoy'un yüzünden bir 35 milyar daha istiyordu.. 




Lâle Anıtı'nın sembolü içinde, orak ve çekiç gizli, sol misyonu apaçıktı, yıkılmalıydı. İşte bu yüzden Gürsoy günlerce gözbebeği Anıt'ta oturma eylemi yapmış, bu da SHP'lilere zûl geliyordu.. Ve bunların üstüne bir de "irticai faaliyetten sayılacak" güzeli Kur'an okuyan gençler arasından seçilen Lâle Festivali yapılınca.. Sinkent vasıtasıyla Sincan Spor'a 50 milyar transfer ettirip yolsuzluk yaptığı iddiası ile KTV programına katılmaya, sonra da programdan bile kaçmaya mecbur bir Aziz başkanları dara düşürülünce.. SHP iken CHP'leşen kadronun ta 1931'li yılları hatırlamaması gecikmeyecekti.. Yani Menemen emsali..  

İşte bunun için lüzumlu olan ŞERİAT PROVASI, bir de hata üstüne hata yapan YILDIZ'ın yerel idareciliğin biraz dışındaki gelişmelere imza koyuşuyla, masûm, her zaman masûm Sincan halkının yıllarca, sırtındaki rol kostümüne, şimdiye kadar görülmeyen büyüklükteki harflerle yazılacaktı.. 




ŞEYH ŞAMİL NE DEMİŞTİ: KAHROLSUN SEFİL  ESARET/YAŞASIN ŞANLI ŞEHADET   


 Lale Anıtı'nı yıkıp, yerine Tuğra Anıtı'nı yerleştiren Bekir Yıldız'ın Gürsoy'la ilgili açtığı bir diğer şaibe sayfası Yunus Göleti'ni yazıyordu. Göletin zemininde yapım hataları olduğunu ve daha kullanılır hale getirilmesi için 35 Milyar gerektiğini söyleyen Başkan Yıldız "Gürsoy Sincanlı'yı kandırmış" diyerek yeni bir tartışmaya yol açıyordu. Gürsoy'la ilgili bol bol iddia ve isnad serdedecek olan Sincan Belediye Başkanı, Gazi Osman Mahallesi’nde yaptırıp, Ruslar'a karşı özgürlük mücadelesi vermekle İslâm dünyasının dikkatlerini çeken Çeçen Halkı’na ithaf ettiği Çeçenistan Parkı'nı hizmete açıyordu.   Çeçen Milli Marşı’yla açılan parkın o gün açılışında, Çeçenistan Dışişleri Bakanı Şemsettin Yusuf, RP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, Çeçen-Kafkas Derneği Başkanı Medet Ünlü gibi önemli şeref misafirleri de vardı. Her zaman hitabet gücü ve üslûbunu konuşturan Yıldız açılışta; "Ruslar'ın sıcak denizlere inme tutkusunun önünde en büyük engel olarak duran Çeçenistan'ın ismini bu parka verdiğimiz için çok mutluyum" diyor, sözünü yine Müslüman dünyasının çilesine, kadersizliğine dayandırıyordu: "Acaba akan kan Müslüman kanı değil de, diğerlerinin kanı olsaydı Batı nasıl davranırdı? Onun için Şeyh Şamilce diyorum ki; kahrolsun sefil esaret, yaşasın şanlı şehadet.."   Çiçeklerle Çeçen Bayrağı motifi işlenen parkın açılışında dünyaya anlamlı bir mesaj da Bakan Şemsettin Yusuf'tan gelmişti; "Ruslar 200 bin asker, 300 tank ve 60 helikopterle Çeçen halkının üzerine bomba yağdırıp yok etmeye çalışıyor. Çeçenistan hiçbir zaman Rus toprağı olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır." Evet: olmayacaktı ve olmadı da..   Ya ne oldu? Çeçenistan’da olmayan, buradaki Çeçen Parkı’nın çevresinde oldu.. Hem de ülkeye yıllarca imaj verecek derecede şiddetlice..    O neydi.. Önce Masal gibi bir girişi atlatmaya ve sonra da anlatmaya çalışalım:                                                                                     

SIRA HÜRRİYET VAKTİNDE


 “Kreş Müdürüne Jet Ceza    RPli Sincan Belediyesi’ne bağlı kreşin Müdürü Ayşe Tokertepe “Atatürk ve Türk bayrağına hakaret” suçundan bir gün içinde yargılanarak 2 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.   


Ayşe Tokertepe

Atatürk ve Türk bayrağına hakaret


Sincan Kaymakamı’nın denetlemesi sırasında, “neden Atatürk posteri ve Türk bayrağı yok” sorusuna Ayşe Tokertepe “olmak zorunda mı niye baskı yapıyorsunuz” yanıtını verdi. Tokertepe’nin bayrağa ‘bez parçası’  demesi ise ortalığı karıştırdı.  Atatürk ve Bayrağa hakarete jet ceza   RPli Sincan Belediyesi’nin Vedat Dalokay Kreşi Müdürü Ayşe Tokertepe “Atatürk ve Türk bayrağına hakaret” suçundan 2 yıl 2 ay hapis cezasına çaptırıldı. Sincan Kaymakamı Ali Gün 4 Mayıs’ta Milli Eğitim Müdürü ile birlikte yaptığı denetim sırasında Ayşe Tokertepe’ye kreşte neden Atatürk portresi ve Türk bayrağı bulunmadığını sordu. Özel okullar da dahil tüm okullar ve resmi kurumlarda “Atatürk portresi ve Türk bayrağı” bulundurma zorunluluğuna karşın Tokertepe, Kaymakam Gün’ün sorusuna “olmak zorunda mı, niye baskı yapıyorsunuz?” yanıtını verdi. Bu arada Tokertepe’nin Türk bayrağından “bez parçası” diye sözetmesi bardağı taşıran son damla oldu. Tartışmanın bu yönde daha da sertleşmesi üzerine Kaymakam Gün olay hakkında tuttuğu tutanağı Sincan Adliyesi 2.nci Sulh Ceza Hakimliği’ne sevketti. Tokertepe olaydan bir gün sonra yargılanarak 2 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. RPli Başkandan Suçlama Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, Hürriyet’e, bayrağa ve vatana saygısız bu kişinin başka bir tutum sergilenemezdi” derken RPli Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ise Kaymakamın olayı kendilerine intikal ettirdiğini belirterek bir olayı soruşturmak için Kaymakamlık yazısını beklerken Kreş Müdürünü İstiklal Mahkemesi’ndeymiş gibi yargılamışlar. İstiklal Mahkemeleri devam ediyor anlaşılan” iddiasında bulundu.Yıldız olaydan sonra görüştüğü Tokertepe’nin Kaymakam’a “niye baskı yapıyorsunuz? Olmak zorunda mı” yanıtını verdiğini kabul ettiğini, hakaret suçlamasını reddettiğini söyledi.
” Şehriban Oğhan/ANKARA”   

 Okumaya devam ettikçe meseleliğini kavrayabileceğimiz bu haber o günün Hürriyet’inde böyle yayınlanıyordu. Peki bu şeriat provası nasıldı?   2006'nın ilk aylarında, kısa bir görüş aldığım İlçe Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar'a "peki siz hiçbir şey demediniz mi? Bir ilçe Milli Eğitim Müdürü olarak en azından niçin böyle düşünüyorsunuz, sizi bu raddeye getiren sebepler nelerdir diye sormadınız mı?" dedim. "Tokuştepe ile sadece Gün mü konuştu?”   Çağlar, "zaten konu ve konuşmalar kısa sürdü. 



Kaymakam Ali Gün, Atatürk posterini sordu, "olmak zorunda mı?" cevabını aldı, "Atatürk'e saygı duymak zorunda olmadığını beyan edince Kaymakam Bey hiddetlendi. Bir de bayrak için "Ha Türk Bayrağı, ha Amerikan Bayrağı, birer bez parçası" sözleriyle karşılaşınca alelacele kreşi terk ettik” şeklinde bir açıklamada bulundu.   CHP'li kodamanların eline, özellikle Bekir Yıldız adına koz vereceğinden habersiz Ayşe Tokuştepe Hatun, aynı gün anında savcılığa çağrılmış, jet bir mahkumiyete tâbi tutulmuştur. Bayrağa ve Atatürk'e karşı gösterilmemesi gereken bir davranış için sağ ile sol gazeteleri arasında farklı yorumlar yapılırken, geliştirilen haberler, her iki tarafın da fikriyatını süslemesi bakımından oldukça dikkate değer.   İsterseniz şimdi, önce eğrisi ve doğrusu ile ulusal (!) ve günlük gazetelerimize yeniden bir bakalım;   Kreş müdürüne, Atatürk ve Bayrağa hakarete jet ceza başlığıyla haberi işleyen Hürriyet'in muhabiri, Şehriban Oğhan..(Ağırbaş) sanırım çok enteresan bulduğu haberi, haber merkezine yetiştirmenin aceleciğiyle Ayşe Tokuştepe'yi, Tokertepe diyerek lanse ediyor. Ondan her bahsedilişte Ayşe Tokertepe deniliyor.. Hürriyet saldırıcı basındır.   Yıldız'ın açıklamalarına gazetelerinde şu notlarla; "Ayşe Hanım, Atatürk'e saygı duymak zorunda mıyım? dediğini kabulleniyor. Ama Türk Bayrağı'na kesinlikle hakaret etmediğini söylüyor. Bugüne kadar kendisinin yalan söylediğini gören olmadı" (duyan olmadı) demek istiyor.. şeklinde haber geliştiren 15.05.1995 tarihli Vakit Gazetesi ise savunucu basındır. Ama Hürriyet'in 09 05 1995’teki haberine göre 6 gün gecikmeyle, Yıldız ile paslaşabilmiş bir basın.. Ama Hürriyet'in aksine, Kaymakam Ali Gün komplocu olduğu gibi, kreşle ilgisi olan bir bayanla da ilişkisi vardır. Ve bir iddia, diyerek "Kaymakam Ali Gün'ün bir kadınla ilişkisi vardı" başlığıyla Vakit'li Bora Taşkaya'nın haberi ise şu şekilde; “Gazetemize ihbarda bulunan bazı Sincanlılar, Kaymakam Ali Gün’ün kreşle ilgisi bulunan bir bayanla ilişki halinda olduğunu belirterek: “Ayşe Tokuştepe bu ilişkiden haberdar olduğu için komplaya uğradı” dediler.    Olay üzerine kendileriyle görüştüğümüz Sincanlılar, Ayşe Tokuştepe’nin Atatürkçü olup olmadığı kendisini ilgilendirdiğini, ancak Türk Bayrağı aleyhine söz söylemediğini belirtiyorlar.    Tokuştepe’nin milli bayramlarda evinin balkonuna Türk bayrağını astığını ifade eden Sincanlılar’a göre Kaymakam Ali Gün, Tokuştepe’ye komplo kurdu. Tokuştepe’nin Atatürk ile ilgili düşüncelerini bilen Kaymakamın kasten bu meseleyi açtığını belirten Sincanlılar bir ilişkiden de bahsediyor. Kaymakam Gün’ün kreşle ilgisi olan bir bayanla ilişki içinde olduğunu ve ve bu ilişkinin Tokuştepe tarafından fark edildiğini söyleyen Sincanlılar komploya bu durumun sebeb olabileceğini söylediler.”   Haberin sonunda kendisine bunu sorduklarını ve Kaymakamdan ispatlanamaz cevabını aldıklarını belirten Bora Taşkaya’ya Kaymakam Ali Gün “bunun ispatlanması mümkün değildir. İspatlasınlar da görelim” dediğini ifade buyuruyor.    Bora Taşkaya'nın yumuşak dalışına karşı yine Vakit'te Ebubekir Gülüm imzalı bir haber daha vardır ki, işte burada "Yalancı Kaymakam" olarak tarif edilen Ali Gün'ün şikâyetinin bir günde neticelenişi, Yıldız tarafından " Sincan'da İstiklal Mahkemeleri hâlâ yaşatılıyor" iddiaları, bu habere adeta hız ve yön veriyor. Bu haberin; iddialar, isnadlar, karşılıklı sataşmalar, arka çıkma, kayırmalar şeklinde ele aldığınızda, bir süre sonra Sincan’daki siyasi ve muhtarları da içine alacak biçimde geliştiğini görüyorsunuz.    Peki Vakit Ankara Muhabiri Ebubekir Gülüm, Hürriyet Ankara Muhabiri Şehriban Oğhan’ın haberine ne kadar yakın veya uzak bir habere imza atıyordu? İşte Gülüm’ün de daha detaylı o haberi:   “Türkiye’de inançlarından dolayı başlarını örten insanlara zulüm sürerken, bunun en acımasız ve çirkin örneği, geçtiğimiz Cuma günü yaşandı. (4 Mayıs öncesi Cuma)     



 Ankara’nın metropol ilçelerinden Sincan’da Belediyeye ait Vedat Dalokay Kreşi sorumlusu Ayşe Tokuştepe, Sincan Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’nde alelacele yargılandıktan sonra TCK’nın 145. maddesinin 1. Fıkrası gereği Türk bayrağına hakaret ettiği gerekçesiyle 2 yıl 2 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırıldı. Başörtülü Ayşe Tokuştepe aynı gün içinde tutuklanarak Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildi.”   Ebubekir Gülüm’ün devam haberinde aktarılan farklı ifadeler de vardı. Meselâ deniliyordu ki: “Öte yandan gazetemize gelen bilgilere göre, Sincan Belediyesi Sosyal İşler Başkan Yardımcısı Refik Mertsöz’ün sürekli Ayşe Tokuştepe’yi tehdit ettiği ve Tokuştepe’yi cezalandırmak maksadıyla Kız Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hüsniye Kenar ile işbirliği yaptığı öğrenildi.  MHP kökenli Refik Mertsöz’ün Ayşe Tokuştepe’nin yanı sıra diğer kreş sorumlularını tehdit ettiği gelen haberler arasında.    Ayşe Tokuştepe’nin avukatlığını üstlenen İsmail Aydos ve Cemalettin Gürses, bu kadar hızlı bir yargılanmanın Cumhuriyet tarihinde görülmediğini belirterek İstiklal Mahkemeleri’nin bile bu kadar hızlı infaz gerçekleştiremediklerini ifade ettiler. Avukatlar öbür yandan karırın temyizi için Yargıtay’a başvurdular.    Konu ile ilgili görüştüğümüz Sincan Kaymakamı Ali Gün konuşmaktan çekinirken, mahkeme üzerinde hiçbir baskı yapılmadığını iddia ederek, mahkemenin bu kadar kısa sürede karar vermesinin mahkemenin olduğunu söyledi.Gün kreşi denetlediklerini doğrularken Ayşe Tokuştepe’yi daha önce tanımadığını ileri sürdü. Konuşmaktan çekinen Gün durumu Ankara Valiliği’ne bildirdiğini söyleyerek, gereken bilgiyi ondan edinebileceğimizi kaydetti.”     


VAKİT OLUR GÜN AĞARIR TOKUŞTEPE’DE   


Kendisiyle görüştüğümüz Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ise, Ayşe Tokuştepe olayının bir komplo olduğunu ve kaymakamın yalan söylediğini kaydetti. Yıldız, kendisinin Tokuştepe 'yle görüştüğünü, bu konuda kendisine şunları söylediğini belirtti: "Kaymakam ona, "Atatürk posteri yok mu?" diye sormuş. O da "Olmak zorunda mı?" demiş. Bize söylenen bu."   Diğer yandan, Başkan Yıldız, bu konuda konuşmaktan çekindi, ancak kaymakamla ilişkilerinin daha önceden iyi olduğunu, olaylara bir türlü anlam veremediğini sözlerine ekledi.   




Vakit ve özellikle de Selam gazetelerinin, adeta, Kaymakam Ali Gün'den hınç alırcasına geliştirdikleri haberden 9 ay (275gün) sonra 31.01.1997 günü, Kudüs Çadırı'nın misafirlerinden, Selam'ın Haber Müdürü Nurettin Şirin de tutuklananlar arasında yer alacaktı. Nereden nereye.. O günlerde demek ki, uzaktan veya yakından Kudüs Çadırı'na yaklaşanlar için bir "ızdırab şöleni" hazır demekti. Durumun muhakemesi bu..             

  SAKAL CÜBBE TAKKE   SARIK.. SUÇ KABARIK   

Ayşe Tokuştepe'nin kreş vakası, muzır gündem arayan Türk Basını'nın sadece birkaç sağ ve birkaç sol görüşlü gazetelerinde yer almamıştır. Yerel basında bu konuda haber geçmiştir. Ama içlerinde bir Çağdaş gazete vardır ki Sincan'ın Sesi olmak adına Tokuştepe'nin Sincan Adliyesi'nde ifadeleri alınırken de, ifadeleri alındıktan sonra da olayları adım adım takip etmiş, hatta bu vakayı ulusal ve günlük gazetelerde, ilk haber veren Sincan'ı "Kara Ses"iyle ülkeye duyuran o olmuştur. O gazete, bir zamanlar Belediye’de Aziz Gürsoy'un Başkan Yardımcılığ’ını yapan (sonra da açtığı Sincan'ın Sesi Gazetesi ile) Yıldız'ın döneminde Belediye Meclis Üyeleri olan Kemal Baştimur ve Kenan Acar'a "pasifsiniz" yaftasını vuran İbrahim Fevzi Ünal'a aittir. Hakikaten bu gazete görevini, "irticai başarı" gözlüğünden bakıldığında dört dörtlük yapmış, haber geliştirme bir tarafa, bir kısım merkezleri yanına çekmiş görünerek tepki koymakta, Yıldız'ın aksine mesafe almıştır.   Haberi farklı, yorumu farklı, makalesi veya karikatürü farklı bu Çağdaş Sincan'ın Sesi; "Yobaz ve softa, sakalı ve sarığı marifet" bir din adamının sarığına kurduğu kürsüden dişlerini gıcırdata gıcırdata "sizi Tevlim Tevlim yapacağım" diye nutuk atmıştır. Sadece bu nutuk, "Şeriatçıya" teslim olsa ne alâ.. Bu defa Fes ekolündeki Softa'yı ve Refikasını alt alta dizip, Kaynukacı Seyyide'nin sol ayağı altında Mustafa Kemal ATATÜRK'ü, sağ ayağı altında da Türk Bayrağı'nı çiğnetmiştir. Demek ki konuşmaya çok ani bir karar ile 2 yıl 2 ay hapis veren "TCK 145-1" belki de onca kargaşa içinde bu iki ayaklı çiğnenişin farkına varamamıştır.    Bu hadiseye gerçekten böyle bir karikatürize gerekli miydi? Veya çizilmiş olunca böyle olmaması icap eder miydi..? Burada da hukuken bir tahkir olabilir miydi? Hata neydi? O günden bu güne cevapsız bu üç soru hakaret menzilindeki kayıplardı.. 




ÇAĞDAŞ SİNCAN İLK RAUNDUN PEŞİNDE..   


 Şeriat Provası'nı büyük puntolarla manşete yerleştiren 15.05.1995 tarihli Sincan'ın Sesi'nde Ayşe Tokuştepe ile ilgili ilk haber, farklı yorumlara girmeden önce, “Atatürk ve Türk Bayrağı" nı çiğneyen Softa aileye mahsus karikatürün hemen altında Beklenen Vakit ve Selam Gazetesi'yle ilgili karşı bir değerlendirme var.. Önce bu "Şeriatçı Gazeteler’den Kaymakam'a Saldırı"yı okuyalım, daha sonra da Sincan'ın Çağdaş Sesi neleri farklı objektiften resmetmiş, ona bakalım; Şeriatçı Gazetelerden Kaymakam’a Saldırı! 


SİNCAN'IN SESİ


-Şeriat yanlısı yayınlarıyla bilinen günlük Beklenen Vakit ve haftalık Selam gazeteleri bayrağa ve Atatürk'e hakaret olayını yalana varan bir yanlılıkla aktardılar. 

BEKLENEN VAKİT GAZETESİ:

 “Türkiye'de inançlarından dolayı başlarını örten insanlara zulüm sürerken bunun en acımasız ve çirkin örneği Sincan Belediyesi Vedat Dalokay Kreşi Müdüresi Ayşe Tokuştepe'nin cezalandırılmasıyla yaşandı" ifadelerine yer vererek, ceza ile başörtüsü arasında ilişki kurmaya çalıştı. Beklenen Vakit Gazetesi, Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe'nin cezaya neden olan hakaretleriyle ilgilenmeyerek, Sincan Kaymakamı Ali Gün'e, iğrençliğe varan hakaret ve saldırıda bulundu. Haberi, "Müslümanlara kini ile tanınan Sincan Kaymakamı Ali Gün, Atatürk köşesi açmadığı gerekçesiyle kreş sorumlusu Ayşe Tokuştepe'yi mahkûm ettirdi" başlığıyla vermesinin yanı sıra hiçbir kaynağa dayanmadan Kaymakamın bir kadınla ilişkisi olduğu iftirasında bulundu.   Aynı gazetede mahkeme kararı çarpıtılarak, Ayşe Tokuştepe'nin tanıklarının dinlenmediği ve avukat tutma isteğinin kabul edilmediği iddia edildi. Ayşe Tokuştepe'nin peşinde olduğu ve olayı bahane ederek, adliyeye de baskı yapıp cezalandırıldığını ileri sürdü.   Oysa mahkeme tutanaklarına da geçen ifadelerde Tokuştepe'nin avukat istemediği öğrenildi. İfadesine başvurulan tanıkların da olay yerinde olmadığı, yan odada bulunan bir personelin de "Amerikan Bayrağı, Türk Bayrağı ve bez parçası" ifadelerini duyduğu kaydedildi. Bunun yanında hakaret içeren konuşmaların geçtiği sırada Kreş Müdüresi ile birlikte Kaymakam, İlçe Milli Eğitim Müdürü ve Kız Meslek Lisesi Müdüresi bulunuyordu. Dolayısıyla Müdüre Tokuştepe'nin yalancı tanıktan başka tanık göstermesi de mümkün değildi.   Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın, "Kaymakam Yalan Söylüyor" sözlerine de yer veren Beklenen Vakit Gazetesi, Yıldız'ın "Ayşe Tokuştepe kesinlikle Türk Bayrağı aleyhinde konuşmadı" dediğini yazdı. 



“SELAM GAZETESİ: 

Refah Partisi'ne yakınlığı ile bilinen haftalık Selam Gazetesi de olayı "İnanca Bayrakla Saldırı” başlığıyla verdi. Sincan Belediyesi'ndeki MHP-RP çekişmesine de yer veren gazetenin esas hedefi yine Kaymakam Ali Gün'dür. Selam gazetesi tıpkı Beklenen Vakit Gazetesi gibi olayı alabildiğine çarpıtarak, Türk Bayrağına ve Atatürk'e hakaret ettiği sabit görülerek cezalandırılan Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe yerine Kaymakam Ali Gün'ü hedef gösterdi. Kaymakam Ali Gün'ü "inancı imha çetesinin başı" ilân eden Selam Gazetesi yargılamayı da "Cumhuriyet’in ilânından bu yana Türk hukuk ve tarihi inanca yapılan zulmün en hızlısını yaşadı" şeklinde yorumladı.   Her iki gazetenin de birleştiği nokta: Kreş gibi gencecik beyinlerin işlendiği kuruluşlarda kasıtlı olarak Atatürk resmi ve Türk Bayrağı bulundurmayan, Türk Bayrağı için de "Ha Amerikan Bayrağı, ha Türk Bayrağı… bez parçası" sözlerinin kullanan Sincan Belediyesi Vedat Dalokay Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'ye verilen cezanın "inanca saldırı" şeklinde yorumlanması oldu. Oysa Tokuştepe, içine sindiremese de vatandaşı olduğu bir devleti simgeleyen bayrağa hakaret ettiği için cezalandırıldığı gerçeği her iki gazete tarafından da kasıtlı olarak göz ardı edildi.   Haftalık Selam Gazetesi; bayrağa ve Atatürk'e hakaretin objektifliğinden uzaklaşarak, olayı komplo gibi gösterme çabasına girdi. Selam gazetesi şu iddialarda bulundu: -Sincan Belediyesi Sosyal İşler Başkan Yardımcısı olan MHP'li Refik Mertsöz, İlçe Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar ve Kız Meslek Lisesi Müdüresi Pembe Karabina inançları sindirmek için sistematik olarak çalıştılar. - Başkan Yardımcısı Refik Mertsöz, Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'yi  ekarte etmek için Kız Meslek Lisesi Müdürü Pembe Karabina ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar'ı arkasına alarak, Kaymakam Ali Gün'e; "Bu kreşte Atatürk aleyhinde çocuklara düşünce telkin edildiği, Atatürk aleyhine konuşmalar yapıldığını" bildirdi ve buraya baskın mahiyetinde ziyaret teklif etti. Sincan Kız Meslek Lisesi Müdüresi Pembe Karabina da, "Evet o kreşe stajyer öğrenciler gönderiyoruz. Kreş sorumluları, kız öğrencilerimize başlarını kapatmaları konusunda baskı uyguluyorlar" şeklinde destek çıktı. 



Gazetede ayrıca Ayşe Tokuştepe'nin üç tanığın ifadeleri ile sabit görülerek ceza verilen, Türk Bayrağı'na ve Atatürk'e hakaret içeren sözleri kullanmadığı iddia edilerek, Tokuştepe'nin Kaymakamın "Neden burada Türk Bayrağı ve Atatürk portresi yok?" sorusu üzerine "Eğer siz bayrağı bir bez parçası olarak düşünüyorsanız, onun bir anlamı ve önemi yoktur. Önemli olan bayrağın içimizdeki yeri ve değeridir" dediği savunuldu. Vedat Dalokay Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'ye 2 yıl 2 ay ceza veren mahkemeyi, Orta Çağ’ın Engizisyon Mahkemeleri'ne benzetmeye varan hakaretlerde bulunan Selam gazetesi, Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın kreş müdüresini savunan, "olay oldu bittiye getirildi. Kreş Müdüresi İstiklâl Mahkemesi'ndeymiş gibi bir saat içinde yargılandı ve cezaevine kondu. Anlaşılan o ki İstiklâl Mahkemeleri halen devam ediyor. Bu haksız olaydır" şeklindeki görüşlerine de yer verdi.   Suçu, tanık ifadeleriyle, savcılığın ve mahkeme heyetinin incelemeleriyle sabit görülen Ayşe Tokuştepe'ye şeriat yanlısı  yayınlarıyla bilinen Beklenen Vakit ve Selam gazetelerinin dört elle sarılması ve suçluyu değil de suçluyu yargıya teslim eden Kaymakam Ali Gün ile suçu cezalandırılan mahkemeyi hedef göstermesi; bu yayın organlarının gerçek yüzlerini ortaya çıkarıyor. Ayrıca Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'yi temize çıkarma ve olayı karşı propaganda malzemesi haline getiren bu gazeteler Sincan'ın sevilen Kaymakamı Ali Gün'e de iftira atmaktan geri kalmıyor.”    



Peki yerel basından olan Çağdaş Sincan Gazetesi’nin bu iddialarına karşılık, Selam Gazetesi Muhabiri Muhammed Sait Yakut’un haberinin önemli pasajları nasıldı?   “Başkanlığını Ali Gün’ün yaptığı iftiralarla inancı imha çetesi 4 Mayıs Perşembe günü Vedat Dalokay kreşine bir baskın düzenledi. Baskın ve denetleme mahiyetli ziyaret sırasında, Kaymakam Ali Gün’ün “Neden burada Atatürk portresi ve Türk bayrağı yok?” sorusuna Ayşe Tokuştepe’nin, “Eğer siz bayrağı bir bez parçası olarak düşünüyorsanız, onun anlamı ve önemi yoktur. Önemli olan bayrağın içimizdeki yeri ve değeridir” şeklinde cevap verince olay jet hızı ile Kaymakam’ın tutanağına geçerek, Sincan Adliyesi 2. Sulh Ceza Hakimliği’ne sevkedildi.   Sincan Kız Meslek Lisesi Müdürü Pembe Karabina’nın başörtülü kreş görevlilerini takip ve ispiyon için aynı lisede öğretmen olan uygulama dersleri öğretmeni Hüsniye Kenar’ı kurye olarak kullandığını söyleyen Belediye’ye ait kreşteki diğer sorumlular, Kız Meslek Lisesi’nden mezun olup da şu anda başörtülü olarak çalışan kreş memurlarına Pembe Karabina’nın başını açmak için hem memurlara, hem de ailelerine baskı ve hakaret yaptığını söylediler. Pembe Karabina’nın bu kreşe gönderdiği stajyer öğrencileri, özellikle kendi düşüncesine uygun olarak ihbar ve ispiyon kasdı ile kullandığını söyleyen diğer kreş sorumluları, Pembe Karabina’nın bu drektifleri Belediye Sosyal İşler Başkan Yardımcısı Refik Mertsöz’den aldığını ve Ayşe Tokuştepe’nin tutuklanmasından sonra kendilerine de aynı cezanın verileceğini ve ‘Ayşe Tokuştepe’den sonra sıra size gelecek’ şeklinde Refik Mertsöz’den tehditler aldıklarını söylediler. İsmini vermek isteyen (doğrusu istemeyen olacaktı), daha doğrusu bu tehditlerin yarattığı psikolojik korku dolayısıyla, aynı şeylerin başlarına geleceğinden çekinen diğer kreş görevlileri, Sincan Belediyesi Sosyal İşler Başkan Yardımcısı MHPli Refik Mertsöz’ün, Milli Eğitim Müdür Satılmış Çağlar ve Pembe Karabina ile inançları sindirmek için sistematik olarak çalıştıklarını ve Ayşe Tokuştepe’nin başına gelenlerin bunun bir örneğini olduğunu söylediler. 



   Diğer yandan, Ayşe Tokuştepe’nin Refik Mertsöz’den defaten Kreşe asılmak üzere bayrak ve Atatürk posteri istediği, Refik Mertsöz’ün kasıtlı olarak vermediğini bildiren mağdurenin şahitleri, “bu beklenen bir olaydı. Refik Mertsöz, Kız Meslek Lisesi Müdürü Pembe Karabina, Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar ve Kaymakam Ali Gün sistematik çalışmanın semeresine ulaştılar” dediler.   Ayşe Tokuştepe’nin savunmasını alan avukatlar gerek Cumhuriyet devriminden bu yana Türkiye hukuk tarihinde, gerek İstiklal Mahkemeleri’nde ve gerekse engizisyon mahkemelerinde bile böyle hızlı ve haksız bir yargı olayına şahit olmadıklarını söylediler. Mağdurların vekaletini üstlenen Yakup Erkel, Sinan Kılıçkaya, Mesut Yıldız ve Hüseyin Ayan, Ayşe Tokuştepe’nin Kaymakam’a verdiği cevapta, bayrağa ve Atatürk’e hakaret mahiyeti taşıyan bir suç unsuru bulunmadığını söylediler. Bütün ısrarlarımıza rağmen bizimle görüşmeyi reddeden Kaymakam Ali Gün ve Refik Mertsöz, Hürriyet Gazetesi’nden gelen muhabirle görüşmeyi kabul etmekle işledikleri hukuki suçun ve haksızlığın ispatını yapmış oldular. RPli Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, “biz olayı soruşturmak için Kaymakamlık’tan yazı beklerken, olayın bir oldu bittiye getirildiğini ve kreş müdürünün İstiklal Mahkemeleri’ndeymiş gibi yargıladıklarını ve bir saat içinden harala gürele alınıp cezaevine konulduğunu öğrendik. Anlaşılan o ki, İstiklal Mahkemeleri halâ devam ediyor. Bu haksız bir olaydır” şeklinde görüş bildirdi. 



  İLÇE BAŞKANLARI VE MUHTARLARDAN AYŞE TOKUŞTEPE'YE KINAMA   





Bazı sağ görüşlü gazetelerde kâh Hukuk Skandalı, kâh İnanca Bayrakla Saldırı şeklinde yer alan manşetlerde, Ayşe Tokuştepe'yi adeta savunucu rol üstlenen Bekir Yıldız'ın hedefinde, Sincan Kaymakamı Ali Gün var.. "Bize yorum düşer" denirse, Yıldız böylesine hassas bir konuda Kreş Müdüresi’nin kullandığı ifadelere taraf olmamalıydı. Öte yandan" CMUK işletilmedi, şahitler dinlenmedi" gibi itirazlar bizce Yıldız'ın itham sebepleri arasında yer almamalı, "Kaymakam yalan söylüyor" diyerek, TC'nin bürokratına tacizde bulunmamalıydı..    Zira ortada, koskoca bir milletin canı-kanı olan, haysiyet remziyle, Atatürk gibi yüksek bir ecdad-ı değeri vardı ve bunlara hakaret edilmese dahi, “boşver" diyen bir zihniyet vardı. Yüksek mektepli bir hanımefendi, echel-i cühela'dan olmayan, zeki bir müdirenin abes ifadeler yerine, Şayet Gün ve beraberindeki ekip "kasıt makamının heyeti" idiyseler, en azından "şu andan itibaren bayrak ve Ata'mızla ilgili hassasiyetimizi gösterelim" yapmacıklığına başvurması daha eftal olmaz mıydı?.   Halbuki milli değerler, yapmacık, söz, tavır ve davranışı ne hak eder, ne de böyle bir tevessüle lâyık sayılamazlardı. Hâl, bu cümlelerin içine sıkıştırılınca da Yıldız'lara göre "elin oğlu" işte, karşımızdan Sincan var, Sincanlı halk var, bu manşetten halk da nasiplenirse ha.. demez, başlığını atıverirdi; Şeriat Provası..   Ayrıca gazetenin "ısmarlama haber"li bir tarafı da yoktu. Olayları, sıkı bir takip ile, -zira bu olayın olumsuzluğu işlerine çok yarayacaktır. Anıt'ı yıkar mısın, Sincan Spor'u konuşur musun, Göleti şişirir misin, park bahçe isimlerini iptal eder, standlarda ve yerel TV KTV’de Gürsoy Dosyası sergiler misin? Bütün bunların hıncı ile kenetleme şansını kullanmaktaydı..   Pek tabii, Ayşe Tokuştepe adına, "personelim" cephesinden hareket edip mahkeme ve muhakeme işlerini beğenmez, şikâyet mercii Kaymakam’a saldırıcı bir tutum sergiler halli Bekir Yıldız'ın her tavrı da "işi kolaylaştırıcı" olunca "Sincan'da bulunan RP dışındaki siyasi parti başkanları ve mahalle muhtarları, Sincan geçmişinde ilk defa ortak bir açıklama yaparak, ‘Bayrağa ve Atatürk'e hakaret’ olayını kınar” idiler..    İşte her anı, CHP'li kadroların puan hanesine yazılan olaylardan birisi olan önerge gibi ortak bildiri metnine imza koyanlar diyorlardı ki;    “Değerli Sincan’lı hemşerilerimiz, Sincan Kaymakamlığı ile Vedat Dalokay Kreşi arasındaki tatsız olayları, Sincan halkının temsilcileri olarak; yani siyasi parti temsilcileri ve mahalle muhtarlarımızla yaptığımız toplantı ve  istişarede, Atatürk ve Türk Bayrağı’na yapılan saygısızlığı aramızda tartışarak kamuoyunu aydınlatmak gayesiyle aşağıdaki ortak tepkimizi oy birliği ile kaleme aldık ve bütün vatandaşlarımıza önemle duyuruyoruz.    Sincan’daki Dalokay Kreşi’nde işçi olarak kadrolu olmayışına rağmen Sincan Belediyesi’nin Sinkent Şirketi kanalıyla kreşin yetkili koltuğunda söz sahibi olarak oturan zat, aslında üniversitenin matematik bölümü mezunu bir kızcağızdır. Söylediği her söz şuurlu, bilgili ve bir ideolojinin tam temsilcisidir. Çünkü Türk Bayrağı’nı Amerikan Bayrağı gibi benzetmelerle “Bir bez parçasıdır” demesi TÜRK Milleti’nin bölünmez bütünlüğü, hür ve müstakilliğini milyonlarca şehidimizin kanlarıyla boyanması hasebiyle Ata’mızın şanlı emanetidir. Bu saygısızlığı ve bu ihaneti yapan şahsı şiddetle kınıyoruz. Basında ve fısıltı gazetelerinde de Bayrağa hakaret eden zevatı savunarak adalete ve Kaymakamlık Makamı’na hakaret eden kişi ve kuruluşları da insafa davet ederek, birliğimize ve bayrağımıza sevgi ile sarılıyoruz.“Kız kardeşimizin gelinliği, şehidimizin son örtüsü, ışık ışık dalga dalga bayrağım, senin altında doğdum senin dibinde öleceğim.”   Böyle diyen veya demeye çalışan, ama esasında galiba biraz da işin zamanının geçmemesi adına aceleye getirilen bir kınama raporu, başta Sincan CHP İlçe Başkanı Kemal Baştimur öncülüğü ve tavsiyesi eşliğinde bazı mümessil kişilerce hazırlanıyor ve imza altına alınıyordu.     

O Rapor’a imza koyanların sayısına baktığımızda, uğursuz bilinen 13 rakamını veriyordu, Onlar kimlerdi? Baştimur Baş’ta olmak kaydıyla İlçe Başkanlarından ANAP’ın Sincan İlçe Başkanı Cemal Karakuş, DYP İlçe Başkanı Ali Yücel Özkaya, DSP İlçe Başkanı Mahmut Karatekin, MHP İlçe Başkanı Hüseyin Temiz ve BBP İlçe Başkanı Yusuf Usta idi. Bu altı ilçe başkanını 13’e tamamlayan diğer isimler ise sadece mahalle muhtarlarından ibaretti. Bunlar da Ulubatlı Hasan Mahallesi Muhtarı Ahmet Karataş, Plevne Mahallesi Muhtarı Rıfat Akkan, Fatih Mahallesi Muhtarı Ali Şahin, Pınarbaşı Mahallesi Muhtarı Ali Bayraktar, İstasyon Mahallesi Muhtarı Cevher Yılmaz, Atatürk Mahallesi Muhtarı Mustafa Gülmez ile Mareşal Çakmak Mahallesi Muhtarı Dursun Keskin’den şekildi-müte/şekkildi.     




Niye böyle idi? 


Sincan bünyesinde tepki verecek hikmet sahibi adamın sayısı bu kadarla mı sınırlıydı? Hayır,daha çok vardı, ama o çok kısmında kalanlar, zamanın birer parçası olmaya ve arasıra TANK-MANK demeye memur edilmişlerdi.   Yani, her yıl 28 ŞUBAT geldiğince Sincan’ın İmajı’nı konuşmaya, çözüm üretmeye gelince üretmemeye görevli lafazan kalabalıktan ibarettiler. Aradan 12 yıl geçmesine rağmen, rapor bir kere geldi, yayınlandı ve geçti. Lâkin Sincan’da İmaj lafazanlığı halâ hükmünü korumaya devam ediyor.. Etse ne? CHP Kodamanlarındanil Başkanı Yılmaz Ateş'e göre "Olayın arkasında gericilik var" CHP Genel Sekreter Yardımcısı Rıza Yılmaz. İl Başkanı Yılmaz Ateş ve beraberindeki il yöneticileri Sincan Kaymakamı Ali Gün'ü ziyaret etti. Önce CHP Sincan İlçe Başkanlığı’nda kısa bir basın toplantısı yapan CHPli yöneticiler bir takım gerici güçlerin Sincan'da estirdikleri havayı yerinde görmek için ilçeye ziyarete geldiklerini söyleyerek "Kaymakam cumhuriyetin kaymakamıdır. Bayrak ve Atatürk de Çağdaş Türkiye'nin sembolü haline gelmiştir. Bu nedenle kaymakam da üzerine düşen görevi yapmıştır" dediler. "Sincan'ı neden ziyarete geldiniz?" sorusu üzerine Rıza Yılmaz, "buraya Devlet’e ve Cumhuriyet’e sahip çıkan insanların yanında olmak, onlara desteğimizi göstermek için geldik" dedi.      CHP İl Başkanı Yılmaz ATEŞ' e göre         " Olayın arkasında gericilik var" "Kaymakamdan yana mısınız? Tutuklanan kızdan yana mısınız?" sorusu üzerine de; "biz ülkenin bütünlüğünden laik devletten yanayız. Ülkenin bütünlüğüne demokratik laik yapısına kim sahip çıkıyorsa onun yanındayız. İlçe kaymakamımız da bu nitelikleri taşıyan birisi. Kaymakam arkadaşımızı haklı buluyoruz. Kaymakam doğal görevini yapmıştır" şeklinde konuştu. Yılmaz Ateş, "Kaymakamın arkasında CHP mi var?" sorusuna yanıt olarak şunları söyledi: "Ben eski bir sosyal demokrat il başkanıyım. Fakat kaymakamın daha elini sıkmış değilim. Bugün gidip ziyaret ederek tanışacağım. Ancak şunu söylemek istiyorlarsa doğrudur. Kaymakam da Atatürk ilke ve devrimlerini savunuyor. Atatürk'ün kurduğu bir parti olarak CHP de. Bu anlamda bir benzetme yapıyorlarsa doğrudur. Ama dediğim gibi Kaymakamı yeni görüp tanışacağım. Bu anlamda da, Kaymakamın CHP ile bir ilişkisi söz konusu değildir.” Ateş, Atatürk ve bayrak için demirbaş kayıdı olayına da; "Buna gülmek lazım. Resmi kurumlarda böyle bir şey olmaz. Bayrak ve Atatürk’leri yoksa bizim partide bol miktarda var verebilirdik" dedi. Yılmaz Ateş sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizim için sorun şu müdürün şununla ilişkisi var. Şu şunu yapmış sorunu değil. Bir resmi kuruluşta Bayrak ve Atatürk bulunmalıdır. Diğer bütün söylentiler olayı çarpıtmak için. Bu olayın arkasında da kendi gerici düşüncelerini yaymaya çalışan, demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan güçlerin parmağı var" dedi.  




   DYP'li VEKİL İRFAN KÖKSALAN'DA YILMAZ ATEŞ'LE MUTABIKTI..  


“Olayın arkasında gericilik var” diyen ve İlçe Kaymakamı Ali Gün'ün üzerine düşen görevi yaptığını ifade eden CHP Ankara İl Başkanı Yılmaz Ateş'e "haksızsınız" deme gibi bir elle tutulur hakkımız olamaz. Belki de bu konuda Bekir Yıldız da aynı düşünceyi taşıdığı halde kendisine bağlı bir birime yapılan baskını, (aslı teftiş, ama belediye yetkilileri için bu böyle değil). Hem ani, hem de yargılanış biçimi yönünden usule uygun bulmadığından meseleye tersinden bakmıştır.  Yineliyorum, Ayşe Tokuştepe'nin yanında görünerek, vaki hatalara rağmen Kaymakam Ali Gün'e, yargıya ve TCK 145-1 'e itiraz etmenin yanlışlığı, işte en ağır ifadelerle, en hakir karikatür çizimleriyle İslâm’ın özünden başka kime ve neye fatura çıkarmıştır ki..  Bir Bekir Yıldız, bir tarafta, habire Kaymakam'ın hukukuna başkaldırıyor. Diğer tarafta CHPli ve DYPli bürokratlardan tepkiler yağıyor..   Bir Ayşe Tokuştepe, Bayrak ve Atatürk hassasiyetsizliğiyle birdenbire gündeme oturuyor. Diğer tarafta sağ ve sol siyasi 6 ilçe başkanından şiddetle kınama alıyor.. Daha dün, Lâle Anıtı'nın yıkımında Yıldız'ın yanında yer alanlar, konu milli hassasiyet olunca, anıttaki millisizliğe olduğu gibi, kreşteki millisizliğe "ihanet" diyerek yine yer alıyorlar. Hem de Lâle Anıtı yıkılırken, buna ayak direyen ve yanlarında olmayan CHP'li İlçe Başkanı Kemal Baştimur'u da aralarına alarak..  Bütün bunlara rağmen Yıldız'ın, Gün'le inat kavgasına girmesi, göründüğü kadarıyla duygu ve düşüncelerini riske emanet eylemesinden başka ne olabilir ki..  Bu itibarla DYP Ankara 4. Bölge Milletvekili İrfan Köksalan'ın da tıpkı Ateş gibi, aynı ifadeyi kullanarak; "Kaymakam Gün görevini yapmıştır" demesine de "haksızsınız" deme hakkımız var mı? Yokk..  Sincan'a gelerek DYP İlçe Başkanlığı'nda bir basın toplantısı düzenleyen Köksalan ısrarla Sincan Kaymakamı Ali Gün'e yapılan eleştirilerin haksız olduğunu söylüyordu. Bu apaçık Gün'e verilen destek idi. Vekil İrfan Köksalan'a göre Kaymakam gayet doğal olarak görevini yapmıştı.  DYP Sincan İlçe Başkanlığı'nda düzenlediği basın toplantısıyla çok sayıda partililerine seslenen Köksalan bu konu ile ilgili görüşlerini özetle şöyle dile getirdi; "Ben Kaymakam Ali Gün'e teşekkür ediyorum. Kaymakam memleketi korumuştur. Benim babam, oğlum, Bayrağa, Atatürk'e saygısızlık yaparsa onları bile affetmem. Bir Belediye Başkanı Kaymakam'a dil uzatmıştır. Halbuki Belediye Başkanı’nın tarafsız olması gerekir. Kendi yandaşlarını korumak için böyle konuşmaması gerekir. Bayrak bir semboldür. Küçük aşiretlerin dahi bayrağı vardır. Bu olayda Belediye Başkanı, Kaymakam'a yalancı diyerek hakaret etmiştir. Bu hukuk sorunudur. Ülkemizin birlik ve beraberliği için herkesi göreve çağırıyorum. Hiç kimsenin Bayrağa ve Atatürk'e hakaret etmesine izin vermem.."  Bu konuşma metni içinde Köksalan'ın tavsiye ettiği husus olan "başkanın tarafsız olma gereği" doğru bir tesbitti. Diğer bir husus ise "Kaymakamı yalancılıkla itham etme hususuydu ki elbette bir mülki idare amirine denilebilecek en son söz bu olmalıydı. Bunlara dikkat çeken Köksalan, o gün basın mensuplarına mahkeme kararı göstererek yargılamanın usule uygun olduğunu vurgulamıştı.  Yani Köksalan'a göre, ortada İstiklâl Mahkemeleri benzeri bir yargılama falan yoktu.. O halde ne vardı; bir taraftan İlçe Başkanları muhtarlara, öte taraftan DYP ve CHP üst düzey bürokratlara bakınca, ortada "milli müştereklerde birleşme" vardı.  İşte bu ‘birleşim’in isbatını da, Ayşe Tokuştepe 2 yıl 2 ay mahkum kalarak yapacaktı.. 

ŞERİAT PROVASI   

 Atatürk'e ve Türk Bayrağı’na hakaret suçundan 2 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılan Vedat Dalokay Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe'nin mahkumiyet kararı üzerine şeriat yanlısı yayın organları ve gruplar ayağa kalktı.   

 "Bez Parçası"   

 Sincan Kaymakamı Ali Gün ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar'ın denetlemek üzere gittiği Kreşte, Atatürk resmi ve Türk Bayrağı'nın neden olmadığı sorusuna tesettürlü müdire "Atatürk resmi asmaya mecbur muyum? Bayrak da neymiş, bez parçası. Bayrağa saygı göstermek zorunda mıyım? Ha Amerikan Bayrağı, ha Türk Bayrağı! Birer bez parçası. Baskı yaparak inandıramazsınız" karşılığını verdi.  

  Yıldız’dan savunma   

 Bayrağa ve Atatürk'e hakaret eden Kreş Müdiresi’nin haksız yere cezalandırıldığını ileri süren Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Kreş Müdürü’nün yargılanması oldu bittiye getirilmiştir. İstiklâl Mahkemesi’ndeymiş gibi yargılanıp cezaevine kondu. Anlaşılan o ki, İstiklâl Mahkemeleri hala devam ediyor. Bu haksız bir olaydır" dedi.  

  Yargının duyarlılığı   

 Anne babaların çocuklarını emanet ettiği Kreş Müdiresinin Türk Bayrağı ve Atatürk'e hakaretine hukukun yanıtı yıldırım hızıyla oldu. Vedat Dalokay Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe sevk edildiği Sincan Nöbetçi Asliye Mahkemesi tarafından tek celsede 2 yıl 2 ay cezaya çarptırıldı. 




Şahinoğlu'nun tepkisi   

  Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu Ayşe Tokuştepe'ye verilen cezanın az bile olduğunu belirterek "Bayrağa ve Atatürk'e hakaret etmek vatan hainliğidir. Söz konusu dosyayı inceledim. Bunun cezasız kalması düşünülemez" dedi. 


 Müdire SİNKENT'li   

Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe'nin yasal olarak belediye ile bir ilişkisinin olmadığı ve SİNKENT A.Ş. aracılığıyla işe girip, Kreş Müdürlüğü ile görevlendirildiği öğrenildi.    Atatürk'e ve Türk Bayrağı’na hakaret eden Sincan Belediyesi Vedat Dalokay Kreşi Müdüresi Ayşe Tokuştepe, çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tek celsede cezaya çarptırıldı. Hakaret olayının savcılığa bildirilmesinden sonra bir gün içinde dosyanın tamamlanması ve mahkemenin tek celsede suçu sabit görerek Kreş Müdüresi Tokuştepe'yi 2 yıl 2 aya mahkum etmesi, yargının Atatürk ve Türk Bayrağı'na duyarlılığı şeklinde yorumladı. Olay şöyle gelişti: Sincan Kaymakamı Ali Gün, Sincan İlçe Milli Eğitim Müdürü Satılmış Çağlar ve Sincan Kız Meslek Lisesi Müdürü Pembe Karabina, 4 Mayıs 1995 günü olağan denetlemelerde bulunmak ve kreşte staj yapan Kız Meslek Lisesi öğrencilerinin stajlarını yerinde gözlemlemek için Sincan Belediyesi'ne bağlı Vedat Dalokay Kreşi'ne gittiler. Kreşi gezen Kaymakam Gün, hiçbir yerde Atatürk resmi ve Türk Bayrağı olmadığını görünce, Türbanlı Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'ye, neden Atatürk resmi ve Türk Bayrağı asmadıklarını sordu. Müdüre Tokuştepe, Kaymakam Gün'e şu yanıtı verdi: "Atatürk resmi asmaya mecbur muyum? Baskı yaparak inandıramazsınız. Bayrak neymiş, bez parçası! Bayrağı asmak mecburiyetinde miyim? Bayrağa saygı göstermek mecburiyetinde miyim? Ha Amerikan Bayrağı, ha Türk Bayrağı.. Birer bez parçası!"    Gazetenin devam haberi CMUK kararıyla ilgili: İlçe Milli Eğitim Müdürü Çağlar ve Kız Meslek Lisesi Müdüresi Karabina'nın yanında geçen bu konuşmalardan sonra Sincan Kaymakamı Ali Gün, Vedat Dalokay Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe hakkından Sincan Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Savcılık dosyayı hızla tamamlayarak Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi'ne sevk etti. Ertesi gün görülen davada Ayşe Tokuştepe'ye CMUK gereği avukat isteyip istemediği soruldu. Tokuştepe avukat istemedi. Her iki tarafın da tanıklarının ifadesini dinleyen mahkeme heyeti, 3005 sayılı yasaya göre suç sabit görüldüğünden tek celsede karar vererek Kreş Müdüresi Ayşe Tokuştepe'ye T.C.K'nın 145. maddesinin 1. fıkrasına göre 2 yıl 2 ay ceza alan Ayşe Tokuştepe ile görüşmek isteyen Sincan'ın Sesi muhabirleri Ayşe Tokuştepe'nin tepkisiyle karşılaştılar.  Atatürk'e ve bayrağa hakaret suçuna Türk hukukundan yıldırım yanıt alan Ayşe Tokuştepe yargılanma bittikten sonra, 2 yıl 2 ay cezasını çekmek üzere Ulucanlar Cezaevi'ne gönderildi.  Olaydan sonra gazetemize bir açıklama yapan Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, cezayı az bile bulduğunu belirterek, dosyayı incelediğini ve böyle bir suçun cezasız kalmayacağını, Atatürk ve Türk Bayrağına hakaretin vatan hainliği olduğunu söyledi.  Ayşe Tokuştepe'nin ceza aldığı TCK 145-(1) maddesi ne diyor peki?  “Türk Bayrağını ve Devletini diğer bir hakimiyet alametini tahkir kastiyle bulunduğu yerden söküp kaldıran veya yırtan, bozan yahut diğer herhangi bir suretle tezlil eden kimse, bir seneden üç seneye kadar hapsolunur.”   



  KENDİNE İĞNE OLAN ELE KILIÇ MI? KENT'İN PENCERESİ'NDEN  

 Sincan'ın Sesi Gazetesi'nin İstihbarat Şefi Necdet Kılıç, 15 Mayıs 1995 tarih ve 10 Sayılı gazete nüshasının Kent Penceresi köşesinde, Ayşe Tokuştepe'nin Sincan Adliyesi'ne getirildiğinde orada bulunan tek basın mensubu olduğunu iddia ediyor. Olayları anlatış biçimine bakılırsa bu doğru. Konuya onun doğrusunda baktığımızda önümüze şöyle bir tablo çıkıyor; “Bayram öncesi gazetemize gelen ihbarla soluğu Sincan Adliyesi'nde aldık. Kreş Müdürü olduğunu sonradan öğrendiğimiz kara çarşaflı kadın ve yanında bir polis ile başka bir kara çarşaflı Atatürk ve Bayrağa hakaret davasından yargılanmak üzere bekliyorlardı. Kreş Müdüresi’nin yanındaki kadının tanık olduğunu öğreniyorum, ancak kadın, tanıklıktan çekindiğinden mi nedir polis bir kapıdan getiriyor, kadın öbür kapıdan çıkıyordu. Eğitim Kültür Müdürü Ünal Bayır da (Önal olacaktı, hattâ bir başkası..) elinde telsiz mahkeme koridorunda bir sağ bir sol yapıp duruyordu. Telaşlı ve panik içinde, arada bir belediyeye koşarak gidiyor, sonra yeniden geliyordu. Bense resim çekmeye çalışıyorum. Önce kara çarşaflı kreş müdüresi, "İnsan hakları var. Resim çekmeye hakkınız yok" diyor. Bense demokratik bir basın temsilcisi olarak bir iki kare resim çekmeye çalışıyorum. Ancak kara çarşaflı müdüre arkasını dönüyor. Yüzünü çekemediysem de, yine de istediğim resmi almıştım. Hakimin de uyarısıyla resim çekme eylemini bırakıp duruşmanın başlamasını bekliyorum. Saatlerce beklemeden sonra nihayet duruşma bitiyor ve salon kapısından Sincan Belediyesi'nin Eğitim Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ünal Bayır ve kreş müdiresinin kara çarşaflı iki tanığı çıkıyor. Deklanşöre basıp resim çekmeye çalışıyorum. O an Ünal Bayır; "çekme lan resmimizi" diye üzerime yürüyor. Adliye Polisi Ünal Bayır ve tanıkların dışarı çıkmasını istediğinden aralarında kısa bir tartışma çıkıyor.  Sonuçta Atatürk ve Bayrağa hakaretten yargılanan kreş müdiresinin mahkemesinde tek gazete olarak Sincan'ın Sesi vardı. Hürriyet Gazetesi'ne de haber bizim aracılığımızla ulaştı. "Beklenen Vakit" gazetesinin ileri sürdüğü gibi Kaymakam Ali Gün değil, Sincan'ın Sesi haber verdi. Kaymakam Ali Gün'ü arayan gazeteciler de Kaymakam’dan "olay valiliğe iletildi, oradan öğrenin" yanıtı aldı. Gazetemiz olayların üzerine nesnel gazetecilik anlayışı ile giderek okurunu bilgilendirmeyi amaçlamaktadır. Beklenen Vakit ve Selam gazeteleri sağa sola çamur atıp, mahkeme kararını bile incelemeden "tanıklar dinlenmedi, CMUK uygulanmadı vs" gibi yalana dayalı haberciliğin en güzel örneklerini sundular. "İnanca Saldırı"yı dillerine dolayıp yalan yanlış yerde kullanan bu gazeteler, hakareti net bir ifadeyle reddetmekten çok, meşrulaştırmaya çalıştılar. Kreş Müdiresini temize çıkarmanın bir başka taktiği de Kaymakam hakkındaki iğrenç iftiralardı. Şeriat Cephesi bu olayı bahane ederek kaymakamı ve mahkeme heyetini ve diğer kamu görevlilerini hedef gösteren bir saldırı başlattı. Günlerdir şeriatçı basının manşetlerinden inmeyen iftira kumpasına karşı Sincan'ın Sesi, dürüst ve namuslu kamu görevlilerinin kalkanı olacaktır.  




 4 Mayıs 1995 günü mahkum edilen Ayşe Tokuştepe'nin mahkumiyet öncesi Sincan Adliyesi'ndeki durumu ve karşı basına malzeme oluşunun hikayesi böyle. Bu doğru. Ama bir de aynı gazetenin yavuz hırsız başlığıyla öyle bir makalesi var ki Ayşe Tokuştepe'nin verdiği fırsat ile öteden beriden sağın ve solun karıştırıldığını görüyoruz. Burası her neyse de son cümlelere bir bakmak lazım. Sincan Belediyesi'nden 502 emekçi işten atıldığı zaman hak, hukuk,demokrasi, insan hakları gibi değerleri görmezden gelenler ve bu uygulamayı bizzat yapanlar suçludurlar. Sonra da yavuz hırsızlar ne kadar ciyaklarsa ciyaklasın onlardan korkmayan ev sahiplerinin de olduğunu hiç ama hiç unutmamalıdırlar. Çünkü ergeç halk gelir, dinsel fanatizm zail olur! Tavsiye ediyorum; zail olur da bizim 174. sayfada anlattığımız ne olur? 502 işçiyi işten atmak yavuz hırsızlık oluyorsa, 232 işçiyi kendi dönemlerinde işten atmak da kuşkusuz çok yavuz hırsız olur.    Çağdaş Sincan'ın Sesi ile Şeriat Provası'na imza koyan ikili Necdet Kılıç ve İ. Feyzi Ünal bir zamanlar işçi grevlerini yatıştırma gayreti içindeydiler. Ünal nedense bu mazlumiyeti çok çabuk unutmuştu.        

Bir Bayrağa Saygı Yürüyüşü ki Ne Muhteşemdi    


Vedat Dalokay Kreş Müdiresi Ayşe Tokuştepe yargılandığı TCK 145 (1) maddesine göre, Türk Bayrağı’nı tahkir kastıyla ne bulunduğu yerden söküp kaldırmış, ne yırtmış, ne de bozmuştu. Ya ne yapmıştı? " Amerikan Bayrağı da bayraktır, bir bez parçasıdır" gibi ifadelerle sadece onu tezlil etmiştir. Tezlil de olsa, bu O’nun mahkumiyetini sağlamıştı. O'nun Sincan gündemine oturan tezlilinin tarihi 4 Mayıs 1995'ti.. Necdet Kılıç’ın verdiği isim doğru muydu? Hayır, doğru değildi. Ama, böylesine bir karmaşaya hem de hazır olmadığı bir zamanda adım atan Sincan’da artık doğrularla eğrileri ayırt etmeye kimsenin aklı yatmaz durumdaydı.    Fikirlerin şahısları müsbetsizliğe itiverdiği, ya da şahıslara münhasır iyi niyetleri kötüden yana kullanarak maksadını tatmine uğraştığı bir zamanın cenderesindeydi Sincan.. Dolayısıyla Necdet Kılıç da böyle bir heyecanın aşırı hızıyla gördüğünü göremez, hatta dört gözlülüğüne rağmen seçemez hâle gelmiş, belki de getirilmişti..   Her neyse..şimdi biz dönelim Önal Bayır’a.. Gerçekten Necdet Kılıç’ın tarifiyle o adliye koridorlarını bir o yana bir bu yana arşınladıktan sonra belediyeye koşup talimat yenileyen kişi o muydu? İşte Önal Bayır tarafından tarafıma nakledilen o meselenin iç yüzüne göre Necdet Kılıç’ın Kent Penceresi köşesinde belirttiği gibi, adliye koridorlarında koşturan kişi Önal Bayır değil, daha sonra sanık olan Hüseyin Avni Yazıcı idi. Ama, muhakeme o ki, böyle zamanlarda hiddetler adamı gördüğünü bile göremez şekle getirebiliyordu..  

http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Sincan-Y%26%23305%3Bld%26%23305%3Bz-Kud.ue.s-%C7ad%26%23305%3Br%26%23305%3B%3D-28-%26%23350%3Bubat-d--2.htm


..