10 Haziran 2019 Pazartesi

OPERASYON BÖLÜM 35

OPERASYON BÖLÜM 35



2 Şubat 1999 günü sempatizanlar dan İbrahim isimli arkadaşla ve Yunanlıların yine o küçük uçağıyla Kenya’ya hareket ettim. 
Kenya’da Yunan Büyükelçiliği görevlileri bizi alarak Yunan Büyükelçisi Kostulas’ın evine götürdüler. Önce beni pasaport çıkartıp Güney Afrika’ya göndereceklerini söylediler, bu bir vaatti ancak günler geçmesine rağmen bu pasaport gelmedi, daha sonra benim başka bir eve yerleştirileceğim söylendi bende bunun benim için büyük tehlike olduğunu korumasız bir yere gidemeyeceğimi söyledim evden ayrılmadım ve yazılı olarak iltica talebinde bulundum. Büyükelçi hay hay memnuniyetle dediği halde benim dilekçeme cevap vermedi. Benim Kenya’ya gelişimden bir iki gün sonra da Dilan kod fiemsi Kılıç Kenya’ya geldi, olaylara şahittir. 
Giderek benim büyükelçilik evinden ayrılmam konusunda baskı arttı. Hatta zorla çıkaracaklarını söylediler ve beni bu evden çıkarmak için Yunanistan’dan dört kişilik bir ekip göndermişler. Bizde çıkmayız gerekirse kendimizi savunuruz dedik. Kendi çapımızda tedbirler alarak çatışmayı da göze alarak direnişe hazırlandık, ancak bu dört kişilik ekip bekledi bize karşı harekete geçmedi. 
Son gün Yunan büyükelçisi Kenya Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı, evvela büyükelçi davete uymayacağını bildirdi, bilahare araba gönderdiler büyükelçi Dışişleri Bakanlığı’na gitti. Dönüşte bana istediğim bir ülkeye gidebileceğimi bu ülkelerin Güney Afrika veya Hollanda olabileceğini söyledi. Yunan hükûmetinin de Hollanda’nın beni kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiğini ifade etti. Ertesi günü, 15 Şubat 1999 günü beni havaalanına götürmek için Kenyalı bir yetkili geldi, Yunan büyükelçisi de beni kendisinin ve kendi arabasıyla havaalanına götüreceğini söyledi. Aralarında münakaşa çıktı. Neticede Yunan büyükelçisi kendi toprağında, kendi misafirini, kendi arabasıyla götüremedi. 
Beni Kenyalı yetkilinin arabasına tek başıma bindirdiler. 
Havaalanına getirdiler. 
Ben zaten neticeyi anlamıştım. 
Bindirildiğim uçakta enterne edildim. 
Bindirildiğim bu uçağın hangi ülkenin uçağı olduğunu bilmiyordum. 
Bundan sonraki süreç buraya kadar gelme sürecimdir. 
Soruldu: Anlattıklarınızdan Yunanistan’ın sizinle çok ilgilendiği, kendi uçaklarıyla Moskova’ya, Kenya’ya götürdükleri anlaşılmıştır. Yunanistan ile PKK örgütü arasında bir anlaşma mı vardır? Bu durumu biraz açar mısınız ? 
Cevap: Yunanistan’ın PKK örgütüyle ilişkileri az çok Suriye’nin PKK örgütü ile ilişkilerine benzer. 1988 yılında ben Lübnan’da iken Badouvas ve Nagazakis’in beni ziyaretleri ile bu ilişkiler başlamıştır. Badouvas ve Nagazakis’in yanında ayrıca gazetecilerden oluşan bir heyette vardı. Bu ilişkilerin kurulmasından birkaç yıl sonra muhtemelen 1994 senesinde Yunanistan’da PKK örgütünün 
kampları açıldı. Lavrion Kampı’nda PKK’lı gençlere daha çok ideolojik eğitim veriliyordu. O tarihlerde Yunanistan temsilcimiz Mahir kod Fethi Demir’dir. Yunanistan’da Lavrion Kampı’ndan başka bir de bomba eğitimi veren Dimitri Elen Kampımız vardır. Bu Dimitri Elen Kampı Mahir kod Fethi Demir’in sorumluluğunda geliştirilmiştir. Ayrıca Yunanistan’da küçük gruplarımızın yerleşmesi için evlerde vardır. Bu evler tahmin ediyorum kiradır. Bunu haricinde Yunanistan’da para yardımı da almaktayız. Bu para yardımını daha ziyade sivil kurumlardan almaktayız. Kiliselerden almaktayız, sendikalardan almaktayız ve bir de bize ait dergiler etrafında aldığımız bağışlar vardır. Bu bağışlar mesela 100 liralık derginin 1 000 liraya satılması gibi alınmaktadır. Yunanistan’da bomba 
eğitimini, kamp eğitimini ve küçük grupları barındırmak hususundaki organizede bizim dost tabir ettiğimiz Yunan istihbaratının yardımı olmaktadır. 
Yunan istihbaratıyla daha ziyade bizim adamımız olan Rojhad kod isimli eleman sağlamaktadır. Yunanistan’ın bizimle işbirliği yapmasındaki amacı bizi Türkiye’ye karşı kullanmak, Türkiye’yle çelişkilerinde koz olarak kullanmaktır. Esasen 
Yunanistan’da eğitilen militanlarımızı da Türkiye üzerine yöneltmek için çaba harcamışlardır. Güney Kıbrıs’ta kampımız yoktur, 
ancak Güney Kıbrıs’ta yerleşmiş 100-150 kadar Kürt ailesi vardır. 
Bu ailelerin bazılarının evlerinde örgütün propagandası yapılmaktadır. 
Soruldu: İran ilişkileri soruldu. 
Cevap: Urumiye’de bir hastanemiz mevcuttur. Kelereş takım seviyesinde küçük bir kamptır. İran’da esasen kamp kurmaya ihtiyaç yoktur, zira Kuzey Irak’ta geniş sahalar mevcuttur. Şehidan, Makü, Zagros, Jerme gibi kamplar İran-Irak sınırında olup sınıra yakın İran topraklarında kalan kamplardır. İran’daki faaliyetlerimiz hakkında benim bildiklerim bunlardır. 
Bunu yanı sıra Suriye’deyken beni İttilaat isimli İran Gizli Servisi’nin Seyit isimli elemanı zaman zaman ziyaret ederdi. 
Bu ziyaretleri 1996 yılına kadar sürmüştür. 
Seyit bizimle hudut meselelerini görüşüyor, Hizbullah örgütüyle bizim örgütümüz arasında ki çatışmada arabuluculuk yapmasını istiyor daha doğrusu Seyit’ten biz bu çatışmada arabuluculuk yapmasını istiyorduk. Bir de Kuzey Irak’ta İKDP üzerinde etkili olduğundan kendisine bu nüfuzlarını kullanıp bu kuruluşun bizim üzerimize gelmemesini sağlamalarını istiyorduk. Yine Seyit’le Rusya’dan Kafkasya üzerinden sevk edilen silahlar meselesini görüştük. Bu silahlar zaman zaman İran’da takılıyordu, bu meseleyi Seyit’le bizim temsilciliğimiz görüşüyordu. İran’da hastane bulunduğunu ve bizim orada 100 kadar personelimiz olduğunu İran hükûmeti bilir. İran hükümeti bu şekilde gerek bize taviz vererek gerekse gereğinde zor kullanarak, gerek bizi, gerekse İran’daki Kürtleri denetim altında bulundurmaktadır. Ermenistan’da kampımız yoktur. Temsilciliğimiz vardır. Ayrıca Botan isimli bir yayın organımız da Ermenistan’dan çıkmaktadır. Almanya’da büyük bir ağırlığımız olduğu muhakkaktır. Çok sayıda derneğimiz ve temsilciliklerimiz vardır. Yalnız Almanya kendi siyasetine uygun mantalite aramaktadır. Yani kendi siyasetine uygun kadroları PKK’nın başında görmek istemektedir. Benim Suriye’den çıkmamdan sonra Almanya’nın bana yönelik politikası beni istememek şeklinde gelişmiştir. Hatta Almanya benim yerime bir ikinci adam arama cihetine gitmiştir. 1994 yılında Londra’da hiç sebep yokken Kani Yılmaz’ın tutuklanması, 4 sene tutuklu kaldıktan sonra Almanya’ya iade edilmesinin ve Almanya’nın Kani Yılmaz’ı serbest bırakmasının, Kani Yılmaz’a sığınma hakkı tanımalarının Almanya’nın ve İngiltere’nin Kani Yılmaz’ı benim yerime düşündüklerinin işaretidir. 1995 senesi içerisinde Almanya’dan Anayasayı Koruma Teşkilatı’ndan Grunevald Suriye’deki evimde yani fiam’da beni ziyarete geldi. Ziyaretinin konusu o tarihlerde Almanya’da gittikçe yoğunlaşan PKK eylemleriydi. Benden bu eylemlerin bitirilmesi konusunda yardım istedi. Bende onlara PKK örgütünü Almanya’da yasakladınız, PKK’ya baskı uyguluyorsunuz siz PKK’ya karşı yumuşak olursanız yardımcı olabilirim dedim. Aynı mahiyette bir ziyaretçide yine Almanya’da milletvekili olan Lumer’dir. Lumer 1996 yılında yine fiam’daki evimde beni ziyaret etmiştir. Lumer’le aynı konuları görüştüm. Ona da Grunevald’a söylediklerimi söyledim, yani Almanya PKK’yı yasaklamaz ve PKK’ya baskı yapmazsa yardım edebileceğimi bildirdim. Bu görüşmelerimden sonra 
Almanya gittikçe PKK’ya karşı daha ılımlı davranmaya başladı ve nihayet Almanya Başsavcısı Kaynehm “PKK bir terör örgütü değildir, içinde suç işleyenlerin bulunduğu bir örgüttür” dedi. 
“Sorgumun bittiği şu anda Avrupa’nın beni istemediğini ancak beni Türkiye’ye karşı kullanmak istediğini ve kullandığını belirtmek istiyorum. Türkiye son yıllardaki ekonomik atılımlarıyla ve hatta bize karşı yürüttüğü mücadelesiyle kalkınma potansiyeli olan bir ülke olduğunu göstermiştir. Avrupa beni Türkiye’ye karşı kullanırken, Türkiye’yle beni karşı karşıya getirirken Türkiye’nin 
de önünü kesmeyi hedeflemiştir. İnsan haklarından çok sık bahseden Avrupa beni kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olmuş ve sonuçta insan haklarını işletmeyerek ikiyüzlü olduğunu göstermiştir. 
Bu yüzden Avrupa’yı kınıyorum. 
Benim sebep olduğum eylemler sebebiyle yüz binlerce Kürt’e siyasî olmadığı halde iltica hakkı tanırlarken, ben PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasî olduğum halde bana siyasî sığınma hakkı tanımamıştır. Benim yukarıda söylediklerim mesajımdır, ayrıca Türkiye halkına bir mesajım vardır. Benim hakkımda önümüzdeki süreci izleyerek takip ederek karar versinler bunu diliyorum. Örgüt elemanlarıma da yakalanmam ve sorgulanmam sebebiyle kontrolden çıkmamalarını bilhassa intihar ve yakma eylemlerine girmemelerini, saldırı konumuna geçmemelerini istiyorum. Yargılama sürecini bir başlangıç olarak kabul ediyorum. Bütün Türk kamu yetkililerine de açıkça söylüyorum, benimde yanılmalarım, hatalarım olmuştur. Benim hiç de arzu etmediğim olaylara sebep olmuşumdur, ancak bana imkân verilirse yeniden bir arada yaşama sürecini başlatacağımı bilmelerini istiyorum ve size de saygılar 
sunuyorum.” 
Başka bir diyeceğinin olup olmadığı soruldu, başka bir diyeceğinin olmadığını belirtti beyanı okundu imzası alındı. 

Ek: 4 

Abdullah Öcalan davasında savcıların sundukları mütaalanın tam metni Terör örgütü elebaşı sanık Abdullah Öcalan’ın yargılandığı davanın bugünkü duruşmasında, Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Cevdet Volkan ile Cumhuriyet Savcısı Talat Şalk tarafından mütalaa okundu. İşte 
mütalaanın tam metni: Tutuklu sanık Abdullah Öcalan hakkında, devletin hâkimiyeti altında bulunan toprakların tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik hareketlerde bulunmak suçundan 
yargılanması ve cezalandırılması talebiyle 26.04.1999 gün ve hazırlık 1997-514 hz., 1999-1998 es. ve 1999/78 id. sayılı iddianame ile kamu davası açılmış, aynı sanık hakkında daha önce açılan kamu davaları ile mahkememizin 1999/21 esas 
sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş İmralı Adası’nda başlatılan ve süreklilik arz eden 04.06.1999 günlü yargılaması sırasında da esas hakkında mütalaamızı hazırlamamız için süre verilmiştir. 
“Mütalaa sanığın savunmasından yola çıkılarak hazırlanmıştır...” 
Sanık hakkında son davaya ait iddianamede yapılan soruşturma, 15 yıldır terör faaliyetlerini aralıksız sürdüren ve sanığın başında bulunduğu PKK örgütünün kuruluşu, amacı, programı, stratejisi, yapılanması ve genel faaliyetleri ile gerçekleştirdiği eylemleri ve bunların nitelikleri ve hukukî değerlendirilmesi konularında geniş bilgi verildiğinden, tekrarında yarar görülmemiş, sanık Öcalan’ın değişik aşamalardaki savunmaları ve yargılama sırasında ortaya çıkan Fiilî ve hukukî durum değerlendirilerek, esas hakkındaki mütalaamız hazırlanmıştır. 
“Sanık ifadesinde ölümlerin iddianamede belirtilenden daha fazla olduğunu söylemiştir...” 
Sanık Abdullah Öcalan, 31.05.1999 günlü oturumundaki sorgusunda da belirtilen ve kendisinin verdiği talimatlar üzerine örgüt elemanları tarafından gerçekleş tirilen bütün eylemlerden birinci derecede sorumlu olduğunu, hatta ölümlerin, 
iddianamede belirtilenden daha da fazla olması gerektiğini, 01.06.1999 günlü oturumda da hazırlık soruşturması sırasında Jandarma ve Devlet Güvenlik Mahkemesi cumhuriyet savcılarınca alınan ifadeleri ile Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi yedek üye hâkimliğince tespit olunan ilk sorgusunun doğru olduğunu, herhangi bir baskıya maruz kalmadan serbest iradesi ile verdiğini kabul etmiştir. 
Yine sanık Abdullah Öcalan, Ankara 2 No’lu DGM Başkanlığı’na sunduğu yazılı savunmasının 69. sayfasında, PKK örgütünün eylemlerdeki sorumluluğunu açıkça ikrar etmiştir. 
“TCK’nin 125. maddesinde suç teşkil eden eylem...” 
TCK’nin 125. maddesinde yazılı, devletin hâkimiyeti altındaki birtakım topraklar üzerinde müstakil bir Kürt devleti kurma amacıyla Türkiye toprakları üzerinde sürekli faaliyet göstererek binlerce terör eylemi gerçekleştiren, on binlerce 
insanımızı acımasızca öldüren, bir o kadarını da sakat bırakan silahlı çete PKK’nın kuruculuğunu yapan, uzun süre üstlendiği ve örgütünü yönettiği Suriye’den ayrılmak zorunda kalan, sığındığı ülkelerden iltica talebinde bulunmasına rağmen kabul görmeyen ve sonunda Kenya’da yakalanıp güvenlik birimlerimize teslim edilen bu tarihe kadar fiilen yakalandıktan sonra da yasadışı silahlı ve bölücü terör faaliyetinde bulunan PKK’nın başlangıçta, “genel sekreter” daha sonraki dönemlerinde “önder” ve “genel başkan” sıfatını kullanan sanık Abdullah Öcalan’ın 22 şubat 1999 günü Devlet Güvenlik Mahkemesi cumhuriyet savcılarına verdiği ifadesinde: 
“Silahlı bir mücadele başlattığım doğrudur...” 
“PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan devleti kurmak gibi bir kavramımız da vardır. Bu da doğrudur. Ancak gelişen süreç içerisinde, müstakil bir Kürt devleti kurmak değil de Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak, özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak bir arada yaşayabileceğimiz sonucuna vardım...” 
Kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03.04.1999 tarihli ifadesinde de; 
“Bildiğiniz gibi PKK’nın kurucusu benim...” 
“(...) Bildiğiniz gibi PKK’nın da kurucusu benim. PKK kurulurken programını da yaptık. O zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman, bize bu 
programın hayalî olduğunu gösterdi. (...) 
Kürt devleti kurmanın mümkün olamayacağı, ilmen de sabittir. Gerekli de değildir. 
Mevcut Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben sonuca vardım” demiştir. 
Sanık PKK’nın birinci dereceden sorumlusu olduğunu ikrar etti 
Hazırlık tahkikatı ve son tahkikat aşamasında, silahlı çete PKK’nın kurucusu ve yöneticisi olduğunu, birinci derecede sorumlusu olduğunu, PKK’nın başlangıçta bağımsız Kürdistan devleti kurmak için kurulduğunu söyleyen ve suçunu ikrar 
eden sanık, yazılı savunmasında silahlı çete ve PKK, kendi yargılanmasıyla ilgili: 
Sanığın yazılı savunmasından “PKK tarihinde ayrılık ve birlik olarak iki önemli aşama...” “PKK, cumhuriyetin 50 yıllık alt ve üst yapısının ortaya çıkarttığı objektif temel üzerinde, dünyadaki fırtınalı devrin ve karşı devrimin pratik ve teorik incelemesini ütopik ve teorik bir durumun öncelikle 1970-1980 arası ideolojik isyan hareketi, 1980-1999 arasında da siyasî ve eylemsel hareketi olarak doğup gelişmiş, gerçekten de son büyük Kürt isyan hareketi... 
PKK tarihinde, ayrılık ve birlik sorununda iki önemli aşamayı ayırt etmek büyük önem taşır.” “Hâkim sorunlara sloganvari ütopik yaklaşım...” 

Çıkış sürecinde bir zamanların dil yasağına kadar varan baskı ve inkâr, diğer yandan o dönem soruna hâkim sorunlara sloganvari ütopik yaklaşım, yine Kürt milliyetçiliğinde korku ve kuşkuya dayanan ayrılıkçılıkla birlikte dünya çapındaki 
ulusal kurtuluş hareketlerinin ayrı devlet kurmak biçiminde anlaşılması... 
“Devletin 1990 başlarında dil yasağını kaldırması...” 

Devletin 1990 başlarında dil yasağını kaldırması, dil ve kültür alanına getirilen sınırlı özgürlük ve üst düzey yetkililerin sorunu kabul edip çözüme yönelik çalışmaları en son benim mart 1993 ateşkes yaklaşımım, aslında özgür birlikteliğe giderek vurgu yaptığımız dönemi açıkça ortaya koyuyordu. 
Bu yıllardan itibaren, özgür birlik propagandası hâkimdir.” 
(Yazılı savunma, sayfa 19- 20.) 

36. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder