31 Mart 2016 Perşembe

Esir Adam: Fethullah




Esir Adam: Fethullah,




Gökçe Fırat
Esir Adam: Fethullah





















Takıyye'nin Mucidi: Said-i Kürdi

Said-i Kürdi filminin gösterime girmesi birkaç açıdan ele alınabilir.

AKP iktidarı tüm cemaat ve tarikatların ve aynı zamanda terör örgütlerinin hürriyet elde ettiği bir dönemi başlattı.

Bu hürriyetten en fazla nasiplenenlerse elbette Nurcular ve ondan doğma Fethullahçılar oldu.

İkinci sırayı ise onlarla birlikte PKK'lılar aldı diyebiliriz.

Bu durum Said-i Kürdi ve Şeyh Sait ikilisinin Cumhuriyet'ten öc alma oparasyonu olarak görülebilir.

Ancak Said-i Kürdi'yi anlatan " Hür Adam " filminin zamanlaması, sadece Cumhuriyet'e meydan okuma, onunla hesaplaşma, ondan intikam alma amacından kaynaklanmıyor.



Nur Cemaatinin kurucusu Said-i Kürdi, adından da anlaşılacağı gibi bir Kürttür ve aynı zamanda da Kürtçüdür.

Ancak " Takıyye "nin mucidi bu adam için, kendi Kürtçü amaçlarını gizlemek, bu Kürtçülüğü İslam'ın ardına gizlemek hatta ve hatta Kürtçülüğe karşı çıkmak genel strateji olmuştur.

Bu strateji, bu Kürtçü cemaatin Türk kesimleri örgütlemesi için icad edilmiş takıyyeydi ve oldukça da başarılı oldu.

Türk-İslam'ın ardındaki ahtapot

Cemaatin kadroları uzun yıllar Merkez Sağ çizgiyi benimsedi bu sayede Türk taban üzerinde hakimiyet kurmayı başardı.

Gittikleri insanlara " Din İçin " gittikleri için, dinine bağlı temiz insanlar bunların gizli Kürtçü amaçlarını da sezemediler.

Hatta bu cemaat, Merkez Sağ'ın iki yan kolu Milliyetçi Hareket ve Milli Görüş içine de başarılı bir şekilde sızdı.

Öyle ki gerek Merkez Sağ (Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, DYP geleneği), gerek İslamcı Sağ (MSP, Refah, AKP ve Saadet geleneği) gerek Milliyetçi Sağ (MHP ve BBP geleneği) içinde çok üst düzeylerde hep bu cemaat etkili oldu.

Cemaatin resmi ideolojisi ise o dönemler için Türk-İslam Sentezi'ydi. Bu ise Cemaatin Kürtçü emellerini tamamiyle gizleyen bir örtü oldu.

Hemen peşinden ise Sovyetler'in dağılması ile birlikte cemaat, Orta Asya Türk Coğrafyası'na açıldı. Türk-İslam Sentezi'nin "Türk" yanı bu iş için icad edilmişti.

Ama aynı zamanda tüm dünyada Amerika'nın teşvik ettiği İslamcı genişleme alanına da cemaat daldı.

Türkiye'nin Merkez Sağı'nı örgütleyen ahtapotun koları Türk ülkelerinden, Ortadoğu'nun ve Afrika'nın İslam devletlerine, Balkan Türklerinden ve Müslümanlarından Afrika'ya, oradan da Avrupa ve Amerika'nın Türk göçmenlerine kadar uzanıverdi.

Demek ki Said-i Kürdi haklıydı!

Bu kadar büyük bir genişleme ve taban "Kürt Said"le elde edilemezdi, "Nur Said" bu iş için idealdi.

O nedenle de Said-i Kürdi ismini değiştirmiş ve Said-i Nursi yapmıştı!

Fethullah ve Sızıntı

1980 sonrası "takıyye"nin mucidi Said-i Kürdi'nin en etkin müridi Fethullah bayrağı üstadından devralmıştı.

Fethullah da tıpkı Said-i Kürdi gibi uyanıktı, o da iyi gizlenmeyi başardı.

Ama Fethullah cemaatinin etkisi tüm Nur cemaatlerinin ötesine geçti. Çünkü arkasına doğrudan Amerikan devletini almıştı.

Bu büyük güç ile Türk devletinin en ulaşılmaz alanlarına "sızıntı" başlatıldı.

Hukuk sistemi 30 yılda ele geçirildi.

Mülki sistem daha 20. yılda ele geçmişti.

30. yıl biterken Türk Ordusu'na "sızıntı" da meyvelerini verdi ve Ergenekon ile Ordu'nun yapısı Nurculaştırılmaya başlandı.

Fethullah da tıpkı Said-i Kürdi gibi başarılı oldu, " Sızıntı " ve " Takıyye " gerçekten de en etkili yöntemdi!

Fethullahçılar Dergilerinin adını boşuna " Sızıntı " koymamışlardı ya!

" Hür Adam " filmi niye çekildi?

Ancak Said-i Kürdi filmi bu cemaatin etkisini daha geniş kesimlere yaymak için yapılmış bir aklama filmi değildir.

Filmin asıl mesajı da Atatürk'e karşı bir Said-i Kürdi çıkartmak değildir.

Film, asıl olarak Nurcu cemaatler ve de özellikle Fethullahçı cemaatte gelişen bir rahatsızlığı gidermek için çekilmiştir.

PKK'nın gelişmesi, Kürt ayrılıkçılığının güç kazanması ve cemaatin de genel olarak bölücü Kürtçülerle birlikte hareket etmesi iki gelişmeye yol açtı.

Nur cemaatlerinin bir kısmı Kürtçülükten rahatsız olmaya başladılar ve Fethullahçılarla diğer Nurcu cemaatler arasında ayrışma başladı.

Ama bir diğer önemli ayrışma Fethullah Cemaatinin içinde yaşandı. Bazı Fethullahçılar Kürtçü gidişe tepkilerini yüksek sesle dile getirmeye başladılar.

Hanefi Avcı'nın tutuklanması olayının ardında da aslında bu gerçek yatmaktadır.

" Genç Cemaatçiler " rahatsız

Cemaatin kimi kıdemlileri gelişmeleri tedirginlikle izlemekle birlikte, itidalli davranışı elden bırakmadılar.

Ancak bazı genç cemaatçiler oldukça rahatsızlık duymaya başladı.

" Türk Okulları " nedense Türk devletini yaşatmaya değil de Kürt devletinin kurulmasına mı sebep olacaktı?

Neden bunca yıllık Türkçülere karşı akıl almaz saldırılar düzenleniyordu da PKK'ya karşı ses yükselmiyordu?

Sesler yükselmeye ve Işık evlerinin huzurunu kaçırmaya başladı.

Cemaat içindeki huzursuzluğu gidermek için bölücülük değil kardeşlik ön plana çıkartılmalıydı.

O nedenle Said-i Kürdi filminin ana teması " Türk-Kürt " kardeşliği olarak belirlendi ve Said-i Kürdi'nin bölücü olmadığı ispat edilmeye çalışıldı.

Aslında bu, kardeşlik için değil Türk'ü uyutmak için bulunmuş yeni bir takıyyeydi.

Gelişen Türk tepkisi, " Bakın Said-i Kürdi Kürtçü değildi " denilerek dizginlenmeye çalışılmaktadır.

Film fiyaskoyla sonuçlandı

Ancak bu takıyye çok başarılı olmadı.

Filmin galasında yer alan ve protesto gösteren iki Türk gencinin yükselen sesi bile, cemaate bir uyarıydı. Orada, kendi çöplüklerinde bile yalnız değillerdi!

Her yerde Türkler vardı!

Ve üstelik eylemci gençler, din karşıtı gençler değildi, tabanı kandırmanın imkanı yoktu, bu gençler Türk bayrağı ile gösteri yapıyordu!

Moralleri bozan bu gelişmeden sonra, Zaman gazetesi Ulusal Partili eylemcileri "ırkçılıkla" suçlayarak cemaat içindeki soru işaretlerini gidermeye çalıştı ama yine de ortalık durulmadı.

Bu defa cemaatçiler kendi içlerinde çatışmaya başladılar.

Nitekim filmin yapımcıları cemaati filme yeterince destek olmamakla suçladılar. Demek ki cemaat teskin edilememişti.

Film fiyasko bir film olarak kalacağa da benzemektedir.

Amerika ve Fethullah

Her ne kadar arkasında Fethullah desteği olsa da filme Amerikan desteği yeterli olmamıştır.

Amerika için artık Türk-Kürt kardeşliği gibi bir mesaj anlamsızdır. Türk-İslam Sentezi günleri çoktan geçmiş yerine Kürt-İslam Sentezi günleri başlamıştır.

Bu noktada AKP içinde de, Cemaat içinde de ciddi bir ayrışma ufukta görünmüştür.

Kürt tezlerine destek, ABD'nin BOP'una destek olmak demek, bu hareketleri kaçınılmaz bir bölünmeye götürücektir.

Cemaat ve AKP içindeki Kürtçü ekip, ne olursa olsun Kürtçülüğe devam demektedir.

Fethullah bu noktada takıyyeyi sürdürmek ve Türkleri ürkütmemek taraftarıdır.

Bir kısım Türk cemaatçi ise ayrılma anında Ergenekoncu olarak yaftalanmakla korkutulmaktadır.

Misafir değil Esir,

Tarihin garip bir cilvesidir aslında gerçekte sahnelenen.

Said-i Kürdi, " Hür Adam" olarak lanse edilmektedir ama onu lanse eden Fethullah " Esir Adam"dır.

28 Şubat sürecinde ABD'ye kapağı atması elbette onun Amerikancılığındandı.

Nitekim Amerika da onu tam siper korudu.

Ancak iki yıl önce ciddi bir kriz başgösterdi ve Fethullah'ın oturma izninin uzatılmaması gündeme geldi.

Fakat bunların hiçbiri Fethullah ile ABD arasındaki ilişkinin pozisyonunu açıklamamaktadır.

Fethullah şu anda ABD'de "Hür" değildir, ABD'nin elinde " Esir " dir.

Esir olduğu için de ABD'nin istediklerine boyun eğmek zorundadır.

Sanıldığı gibi Türkiye'de yargılanmaktan ya da darbe korkusundan değildir Türkiye'ye gelmemesi.

ABD Fethullah'ı Türkiye'ye göndermemekte, rehine olarak tutmakta ve cemaate her türlü Kürtçülüğü yaptırtmaya çalışmaktadır.

Fethullah Gülen, elbette bu durumda Amerikan tehditlerine boyun eğmeyip isyan edebilir ve tıpkı Said-i Kürdi gibi, "hür adam" olmayı seçip ülkesine gelmeyi deneyebilir!

Korkmasın bu ülkede darbe marbe olmaz.

Havaalanında asker-sivil tüm Türkler onu karşılar...

Buyursun esir olmadığını göstersin!

Hizbullahçılar dışarıda

Hizbullahçıların serbest bırakılması haklı olarak büyük bir infial yarattı.

Herkesi bir korku sarmıştı: Kasaplar Dışarı salındı diye.

Tamam hadi buyursunlar Hizbullahçıları İçeri alsınlar.

Nitekim Yargıtay Peşlerine Düşmüş durumda.

Ama...

Unutmayalım ki...

Tayyip Erdoğan dışarda...

Abdullah Gül dışarda...

Bülent Arınç dışarda...

Hüseyin Çelik dışarda...

Sadullah Ergin dışarda...

Cemil Çiçek dışarda...

Beşir Atalay dışarda...

Mehdi Eker dışarda...

Yani:

Hizbullahçıları Salmalarının " Artı "sı var mı?

Ya da Eğer Hizbulahçılar Tutuklanır ve İçeri atılırsa Güvende mi olacağız?

http://www.turksolu.com.tr/308/basyazi308.htm


..

SEÇİM NE VAKİT. !!!


SEÇİM  NE  VAKİT. !!!



  
 22 Aralık 2003 Saat : 7:47


 

Ben inşaat Mühendisiyim ve bu nedenle de beynim matema­tiksel çalışmaya daha yatkın. Gerçekte de bu yetim, politikanın labirentlerinde dolaşırken berrak bir şekilde bir takım oluşumları çok kısa bir zamanda ve net olarak görmeme yol açmaktadır. Diğer bir yetim de 1976-1981 dönemimde, daha 27 yaşında iken seçimle Meclise Milletvekili olarak girmiş olmam ve politika ile tam 27 yıl önce tanışmam. Yakın Doğu Üniversitesinde 1992 yılından beri sürdürmekle olduğum Akademik hayatım ve bu Akademisyenliği bana kazandırdığı yeti, bunları harmanlamama ve bir takım doğru öngörüleri ortada fol yokken, yumur­ta yokken görmeme neden olmaktadır. Akademik ve Politik çalışmalarımdan fırsat bulduğum sürece haftada bir kez bu köşede yazmayı ve sorunları sizlerle paylaşmayı planlamaktayım. Yukarıda açıkça e-mail adresimi ve cep telefon numaramı da yazıyorum. Sizleri etik kuralları içinde duymak ve diyalogda bulunmak beni son derece mutlu edecektir.
Herkesin merak ettiği ve haftanın gündemi, 14 Aralık seçimleri sonucunda ne olacağı, hükümetin kurulup kurulmayacağı ve KKTC’yi nelerin beklediğidir.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, 14 Aralık seçimlerinde seçilen Milletvekilleri, KKTC’nin parlamento hayatı bakımından en şanssız ve en kısa ömürlü Milletvekilleridir. Hükümet oluşumu çalışmaları nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, 5 yıllık parlamento döneminden çok evvel bir zaman içinde Milletvekillerimiz yeni bir seçime girmek zorunluluğunda kalacaklardır.
Önümüzde üç tane olasılık veya senaryo bulunmaktadır.
1- Tüm çabalara rağmen koalisyonun oluşamaması:
Bunun sonucunda anayasal tüm haklar ve Cumhurbaşkanının yeni bir hükümet kurulması için tüm iyi niyet ve destek çabalarına rağmen olabilecek en uzun süre, cumartesi ve pazarlar iş gününden dahi sayılmasa 150 gündür. Yani 14 Mayıs 2004’ten sonraki ilk Pazar günü olan 16 Mayıs günü, erken seçim yapılmak zorundadır.
2- Hükümet Programında Çözüm olan bir koalisyonun oluşması :
Seçim programında çözüm için çalışma yapacaklarını belirten DP, CTP, BDH, TKP, KBP gibi partilerden birkaç tanesinin her hangi bir kombinasyonla ve aritmetik çoğunlukla oluşturacağı koalisyon hükümetinin hedefi Annan planını, belli bir düzeyde tartıştıktan sonra imzalamak, referandum yapmak ve uyum yasalarını hazırlamak olacaktır.
• Referandum sonucu her iki devlette EVET çıkar ise, bunun arkasından hemen ve derhal Yeni Kurucu Devletlerin oluşması, Federal ve Merkezi Parlamentoların seçimlerinin yapıl­ması gerecektir. Bu süreç, uyum yasaları dahil, en uzun hali ile en fazla 24 ay olacaktır.
• Referandum sonucu Rum tarafında HAYIR, KKTC’de EVET çıkarsa, değişen bir şey olmayacak ve tek taraflı olarak AB uyum çalışmaları başlayacak ve AB üyesi olan Rum tarafı ile AB’de müştereken temsiliyeti sağlamak için, Ortak Parlamento oluşumu değişikliği gündeme gelecek ve yapı için yeni seçimler yapılacaktır. Bu süreç, uyum yasaları dahil, en uzun hali ile en fazla 24 ay olacaktır.
• Her iki tarafta   HAYIR   veya   Rum   tarafında   EVET, KKTC’de HAYIR akarsa, süreç aşağıdaki 3.cü madde ile aynı kalacaktır.
3-Hükümet Programında Çözümün öncelikler açısından diğer konulardan sonra geldiği bir koalisyonun oluşması:
Bu durumda, 28 Ocak 2004 Türkiye Başbakanının Amerika ziyareti, Mayıs 2004 Rum tarafının AB’ye girişi ve Aralık 2004 Türkiye’ye  AB’ye giriş müza­kerelerinin başlama tarihinin verilmesi faktörleri ortaya çıkacak ve koalisyonun üzerinde korkunç bir baskı oluşturacaktır. Bu baskı politik, siyasi, mali, medyatik ve bir kısım STÖ boyutları ile dayanılmaz bir hale gelecektir. Bu süreç ne kader uzun olursa olsun sonunda Annan Planı tartışmaları veya [Yeni] bir çözüm planı tartışmaları başlayacak, sonunda da Referandum gelecektir. AB mevzuatına uyum hazırlıkları, Çözüm tartışmaları sonucunda başlasa bile bu süreç 30 ayı geçemeyecektir.
Seçim sonuçlarının Matematik destekli Politik analizi böyle. Hükümet kurulsa da kurulmasa da SEÇİM VAR ama birkaç ay sonra ama iki yıl sonra.

Arkani gunese cevirme, golgen one duser.

Anonim

http://www.ataatun.org/secim-ne-vakit.html

..

25 Mart 2016 Cuma

''SAYIN FEDERİCA MOGHERİNİ '' BOŞUNA AĞLAMAYINIZ..!!!




''SAYIN FEDERİCA MOGHERİNİ '' BOŞUNA AĞLAMAYINIZ..!!!




NEREDE KALDI '' ARAP BAHARINIZ ILIMLI İSLAM ANLAYIŞINIZ'' - ORTADOĞUYU DA ÜLKELERİNİZİ DE KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİNİZ BOŞUNA AĞLAMAYIN IZ
_BİZ 30 YILDIR AĞLIYORUZ SAYENİZDE..,
_30 YILDA 40.000 ASKER POLİS ŞEHİT VERDİK HANGİ GÜN ACIMIZI PAYLAŞTINIZ.? NATO MÜTTEFİKİ OLARAK.!!
_ TERÖRE EN BÜYÜK DESTEĞİ SİZ AVRUPA VERDİNİZ....
GEÇMİŞ OLSUN BELÇİKA..., FRANSA....
_ EGE DENİZİNDE Kİ SAHİLLERİMİZE VURAN ÖLEN SURİYELİLERİN
_ AKDENİZDE Kİ AVRUPA SAHİLİ KIYILARINA VURAN LİBYALILARIN ÖLÜMÜNDEN SİZLER SORUMLUSUNUZ..,
BİZLER DEĞİL...
< Sevgili Federica Mogherini,
Basından öğrendiğimize göre, Belçika'daki tedhiş saldırılarına ilişkin değerlendirme yaparken, gözyaşlarınıza hakim olamayıp ağlamışsınız. Lütfen o kıymetli gözyaşlarınızı boşa akıtmayınız! Zira bu anlamda bütün küresel güçler bir oldunuz "Arap Baharı" diye adlandırdığınız "kara kış" senaryosunu hep birlikte YAZDINIZ. Birlikte tedhiş örgütlerini eğitip, birlikte ağır silahlara varana kadar tedhişçileri donattınız. Dolayısıyla... bu gözyaşlarınıza kıyamadığımız için, topunuza teessüflermizi iletirim.
Bölgemizi cehenneme çevirdiniz. Gizli gizli çeşitli tedhiş örgütlerini ince ince planlayarak, dünyanın dört bir yanından nerede cani varsa bulup bu bölgeye doldurdunuz. Sonra ellerinizi ovarak olacakları "kristal fanus" olarak gördüğünüz Avrupa'daki "sırça köşk"lerinizden izlemeye başladınız.
İpler elinizde istediğiniz gibi dünyayı şekillendirmek üzere "kristal fanus"unuz dışında her yeri kan gölüne çevirdiniz. Yetmedi milletleri tarihin en büyük "kavimler göçü"ne zorladınız, tarihin en cani cinayetlerine çanak tuttunuz.
Zira Ege, Ege olalı böyle bir zulme tanıklık etmemiştir. O güzelim denizi kanlı cinayetlerinize alet ettiniz. Hiç şüpheniz olmasın ki gelecekte Akdeniz'e açılan "Ege Denizi" korku ve dehşet film ve romanlarına birinci derecede senaryo olmaya aday. Güzelim Ege'yi kum'u ve güneş'i ile anmak yerine dibinde balıklara yem olan "cesetler"iyle anılacak hale getirdiniz.
E, bu da sizin "şan"ınızı artttıracaktır... Vallahi "Drakula" oldunuz, haberiniz olsun!
Dolayısıyla bölgenin cehenneme çevrilmesi ile hakikaten "her yer demokrasi", "her yer özgürlük" oldu, ellerinize sağlık, "müteşekkiriz"...
Haa, bu arada bölgede ateş büyüdükçe sizin "kristal fanus"unuz da kotrolünüzden çıkarak, bir anda tuz buz oldu. Vallahi kendi vatandaşlarınızı da uyuşturdunuz! Eh... artık onların da uyanma vakti geldi... Gerçi koskoca AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi olarak sizin o kıymetli gözyaşlarınız karşısında uyanmaları biraz gecikse de, inanınız bana, sayın masum ahaliniz er geç gerçeği yakından göreceklerdir.
Hani sizin o yürekli ünlü düşünür Stéphane HESSEL'in dediği gibi...
"İnsanı kızdıracak nedenler, bugün o kadar açıktan görülecek gibi değiller -dünya çok karmaşık bir yer haline geldi. Kim emrediyor, kim karar veriyor? Karşı karşıya kaldığımız etkiler arasında ayrım yapmak artık o kadar kolay değil. Yapıp ettiklerini hemen anlayabileceğimiz küçük bir üst tabakayla karşı karşıya değiliz. Dünya büyük. Karşılıklı bağımlılıkları ve hayatın aykırı bağlarını, hiç olmadığı kadar hissediyoruz. Bu dünyanın dayanılmaz hale geldiğini anlamak için dikkatli bakmak ve aramak gerekiyor." Stéphane HESSEL
Evet, Sevgili Federica vallahi benden söylemesi. Zira bizde bir söz var:
"Takke düştü kel göründü"
Dolayısıyla...
Hadi kolay gelsin...
Sevgilerimle. TÜRK vatandaşı, Tülay

23 Mart 2016 Çarşamba

1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler BÖLÜM 2




            1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında                         Meydana Gelen Değişmeler BÖLÜM 2


1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler 



Ücretliler ile ücretliler dışındaki kesimlerin toplam gelir vergisi içindeki payları mukayese edildiğinde, fonksiyonel paylaşımda ücretlilerin milli gelirdeki payının azalmasının sebep daha iyi anlaşılacaktır. toblo 11 'de görüldüğü gibi, ücretli kesimin gelir vergisindeki payı 1987 'de 38,2 'den 1989 'da % 54 'e yükselmişken, ücret dışı kesimin aynı yıllardaki payı, % 61,8 'den % 45,1 'e gerilemiştir. 
Bu durum, vergilerin, çalışanları refah kaybına uğrattığının ifadesidir.24 Netce itibariyle, 1980 sonra vergi politikasının gelir dağılımı üzerinde menfi etki yapmış olduğu söylenebilir Her ne kadar vergiler yoluyla gelir dağılımının düzeltilemeyeceği  savunuluyor ise de 25, vergilerin gelir dağılımını bozduğu görülmektedir. 

e. Faiz Hadlerinin Yükselmesi 

Türkiye 'de 1980 yılından bu yana uygulanan istikrar politikalarının temel unsurlar yüksek faiz uygulamasıdır. Tasarruflara enflasyonun üzerinde bir getiri sağlamayı hedef alan yüksek faiz politikaları ile temelde tasarrufları artırmak suretiyle kulanılabilir fonları yüksetmek ve dolayısıyle ile ekonomik büyümenin hızlandırılması, ödemeler dengesinin iyileştirilmesi, gelir dağılımının düzeltmesi gibi uzun vadeli amaçlar ile enflasyon hızının makul düzeylere indirilmesi gibi kısa vadeli amaçları güdülmüştür. 

Ancak Türkiye ekonomisinin son on yıllık performansına ilişkin gözlemler, öngörülen amaçların önemli ölçüde gerçekleşmediğine işaret etmektedir. Nitekim, 1973-1980 döneminde özel tasarruf oranı % 11,42 iken, 1981-1988 dönemi ortalaması önemli bir değişiklik göstermeden aynı oranda devam etmiştir. 19841988 ortalaması ise sınırlı bir artış göstererek ancak % 12,82 düzeyinde gerçekleşmiştir.26 

Ülkemizde 1980 sonrası dönemde yüksek faiz uygulamaları, firmaları büyük ölçüde borçlanmaya dayalı olarak faaliyet gösterme yoluna itmiş ve böylece faiz giderleri üretim maliyetlerinin sabit ve önemli bir unsuru haline gelmiştir. Firmalar faiz giderlerindeki artışları, talep koşullarına bağlı olarak büyük 
ölçüde nihai fiyatlara yansıtmışlardır. Toplam arz eğrisinin sürekli maliyet artışları yoluyla yukarı kaydığı ve toplam talebin yeterli artış göstermediği böyle bir durumda ekonominin stagflasyona girmesi kaçınılmazdır. Özetle; yüksek faiz politikaları 1980 sonrası dönemde, ekonomik fiyat istikrarı sağlama ve 
enflasyon hızını yavaşlatma konularında başarılı olamamış, enflasyon maliyet artışları yoluyla devamlılık arz etmiştir.27 

Türkiye 'de 1980 sonrası dönemde kamu kesimi ve özel kesim sabit sermaye yatırımları, 1980 öncesine kıyasla belirli bir yavaşlama eğilimine girmiş, bu yavaşlamadan en olumsuz etkilenen ise imalat sanayi yatırımları olmuştur. Bu dönemde, iç borçlanma tahvillerine verilen yüksek faizler, ülkedeki genel 
faiz düzeyini yukarı çekici etki yapmıştır. Devlet tahvilleri ve hazine bonolarının yüksek faiz cazibesi, bankaları ve sanayi işletmelerini, devlete borç verip onun faizi ile birikimi sürdürme yoluna itmiştir. Özellikle devlet tahvili alımlarına sağlanan vergi bağışıklığı gibi teşvikler, üretken sermayedarların da rantiyeye dönüşmesine yol açmıştır.28 

1980 sonrası dönemde, tasarruflara pozitif reel faiz ödenmesi düşüncesinin, teorik olarak gelir dağılımı üzerinde müsbet etki yapacağı ifade edilmektedir. Fakat, faiz gelirlerinin hangi kesimlere intikal ettiği tam bilinmediğinden, bu kanaatın gelir dağılımı açısından doğruluğu tartışılabilir. Bankalar Birliğinin verilerine göre, 1988 yılı için yapılan bir hesaplamada, küçük tasarruf sayılacak üç milyon TL ve altındaki vadeli tasarrufların, (ki bu gruptaki ortalama hesap büyüklüğü beş yüz elli bin TL civarındadır) toplam vadeli tasarruf mevduatının % 40 'ını, bu gruba giren hesap sayısı da toplam vadeli mevduat hesap sayısının % 91 'ini oluşturmaktadır. üç milyonu aşan mevduatlar ise toplam tasarruf 
mevduatının % 60 'ını, hesap sayısı ise sadece % 9 'unu oluşturmaktadır.29 Bu durum, gelir dağılımının, yüksek faiz politikası sebiyle, bankalarda yüksek miktarlarda mevduat tutan az sayıdaki üst gelir ve servet grupları lehine geliştiğine işaret etmektedir. 

23 Kazım Alpay, a. g. e., s. 136. 
24 Veysi Sevgi "Gelir Dağılmı ve Vergileme", 13 Aralık 1989 tarihli Dünya Gazetesi s. 5 
25 Sadun Aren, Bir Dönem Yazıları 1980 - 1988 "Gelir Dağılımı ve Vergiler" Gerçek Yayınevi, İstanbul: 1989, s. 5-11. 
26 Adnan Büyükdeniz Mustafa Özel, "Adnan Büyükdeniz 'le Türkiye 'de Faiz Politikaları Üzerine Röportaj" Piyasa Düşmanı Kapitalizm, İz 
Yayıncılık, İstanbul: 1993, s. 94. 
28 Mustafa Sönmez, a. g. e., s. 65. 
29 Mustafa Özel, a. g. e., s. 97. 


1980 sonrası dönemde, faizlerin serbest bırakılması ile hızla yükselen faiz oranları, kredi faizlerini de yükseltmiştir. Faizlerin serbest bırakılması olayı, toplumdaki gelir ve servet dağılımını önemli ölçüde bozmuş ve belli kesimler yararına servet yoğunlaşmasını ve ekonomik tekelleşmeyi hızlandırmıştır. Hem kredi hem de mevduat fazilerinin serbest bırakılması, servet yoğunlaşmasının iki yönlü işlemesine etken olmaktadır. Kredi faizlerinin yüksekliği, sanayi kuruluşları nın el değiştirmesine ve tekelleşmeye ortam hazırlarken, mevduat faizlerinin yüksek tutulması da, rantiye sınıfının doğmasına ve bu kesimler olağanüstü servet oluşumu olanağı sağlamaktadır.30 

Sonuç olarak, 1980 sonrası izlenen faiz politikasının gelir dağılımını bozucu, üretken sermayenin rantiyer bir özelliğe doğru kaymasına yol açıcı, yatırımları yavaşlatıcı etkileri olduğu söylenebilir. 

f. Tarım Gelirindeki Reel Gerileme 

Türkiye'de 1980 'li yıllarda faal nüfusun % 60 'a yakın kısmının, tarım kesiminde çalıştığı görülür. Bu nedenle, tarım kesiminin gelirlerindeki reel değişmeler, toplumdaki alt gelir gruplarına ilişkin değişmeleri belirlemede önem taşımakta dır. Daha öncede ifade edildiği gibi, fonksiyonel paylaşımda tarımın nisbi payı düşmektedir. Nitekim, Türkiye'de hem nisbi hem de mutlak olarak tarım gelirleri 1975 - 1985 döneminde hızla düşmüş, dönem başına % 19,2 olan kişi başına tarım geliri payı, 1985'de % 14'e gerilemiştir. Bunu, mutlak tarım gelirinin % 20 oranında gerilemesi izlemiştir. Tarımda gelir bölüşümünü aleyhe dönüştüren bir temel etken, dış ve iç ticaret hadlerinin 1977 'den itibaren sürekli tarım aleyhe 
dönüyor olmasıdır. 1989 yılı esas alındığında, 1987 'de endeks 93,9 'a inerek 6 puan daha kayba uğramıştır. 1987 'den 1988 sonuna kadar fiyat artışı imalat sanayinde % 91,5, tarımda % 59 olduğuna göre, bir yıl içinde tarım ürünleri üreticilerinin satınalma gücünde tekrar üçte birlik bir gerileme olmuştur.31 

Tarım kesiminde, gelirin mutlak anlamda gerilemesi dışında, çoğunluğu ücretsiz aile işçisi statüsüyle çalışan gizli ve açık işsizliğin yığılmasını da vurgulamak gerekir. 1980 -1985 döneminde bir milyondan fazla işgücü fazlasının tarımda biriktiği tahmin edilmektedir. Ücretsiz işçi kullanma, büyük çiftlik işletmelerinden ziyade orta boy ve küçük çiftçi ailelerinde yer almaktadır. Düşük gelirle beraber 
ücretsiz çalışanların varlığı, tarım kesiminin içinde bulunduğu sorunları ortaya koymaktadır. 

SONUÇ 

Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik açıdan olduğu kadar, sosyal ve siyasal açıdan istikrarın sağlanması ve bilhassa demokratik rejimin devamlılığı açısından, orta sınıf lehine gelir dağılımının iyileştilmesi büyük önem arzetmekte dir. Ancak, Türkiye 'de 1980 öncesi ve bilhassa 1980 sonrası dönemde uygulanan politikalar, gelir dağılımının daha da bozulmasına sebep olmuştur. 

Türkiye 'de yapılan bütün gelir dağılımı araştırmalarında görüleceği gibi, gerek kişisel gerekse fonksiyonel gelir dağılımı, gayri adildir. Halen ülke gelirinin yarısı, nüfusun % 20 'si tarafında kullanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde gelirin fonksiyonel dağılımında ücretli ve maaşlı kesimin nispi payı %70 'ler düzeyinde
iken, ülkemizde aynı paylaşımda söz konusu kesmin nispi payı % 15 'ler düzeyinde olduğu görülmektedir. Türkiye 'de gelirin fonksiyonel dağılımının önemli ölçüsünde bozulmasına etki eden en önemli faktör, öncelikle 1980 'den sonra uygulanan ekonomi politikaları olmuştur. Uygulanan ekonomi politikalarının ötesinde faal nüfus içinde ücretlilerin nisbi payının düşük olması da önemli bir başka etken olarak sayılmaktadır. Nitekim, gelişmiş ülkelerde bu kesmin payı %80 'ler düzeyindeyken, ülkemizde %35 'ler civarındadır. 

Türkiye 'de 1980 'den sonra, gelirin fonksiyonel dağılımının daha da kötüleştiği görülmüştür. Bu durumun meydana gelmesinde etkili olan sebepler; ücretlerin enflasyon seviyesinin altında artması, Türk vergi sisteminde dolaysız vergilerden daha çok dolaylı vergilere ağırlık verilmesi ve izlenen yüksek faiz politikasıdır. Bu dönemde, özellikle emek kesminin payı olan ücretin, milli gelirdeki payının önemli ölçüde düşmesinde, ücret artışlarının enflasyon değeri altında tutulması nın etkisi büyük olmuştur. Bu durum, ücretlilerin reel satın alma gücünü önemli ölçüde düşürmüştür. Sözkonusu dönemde tarım kesminin payının da önemli ölçüde düştüğü gözönüne alındığında, temel tüketim mal talebini oluşturan geniş kesmin talebinin daralması, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin, yüksek gelirli kesmin talebine yönelmesi gibi olumsuz sürecin başlangıcını oluşturacaktır. Nitekim, bu dönemde ithalatta liberasyonuna gidilmesi ile lüks tüketim malları ithalatı, büyük bir artış olduğu görstermiştir. Bu gelişme, hem istihdam 
artışı hem de iktisadi ülke kalkınması açısında önemli mahzunlar taşımaktadır. 

30 Sami Güven, "Temmuz Bankacılığının Toplumdaki Gelir ve Servet Dağılımı Üzerine Etkileri", Amme İdareler Dergisi. Cilt 6, 
Sayı 2, Ankara: 1983. 
31 Gülten Kazgan, a. g. e., s. 12. 



Bu dönemde, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının artması, gelir dağılımının bozulmasında etkili olan bir başka önemli sebep olarak görülmektedir. Dolaylı vergiler vergi adaleti en az olan vergiler olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde, toplam gelir vergisi içinde diğer kesimlere nisbetle, 
ücretliler üzerinde alınan verginin artma eğiliminde olması, türk vergi sisteminin gelir dağılımını daha da bozulmasında önemli rol oynadığını göstermektedir. 

1980 'den sonra faiz hadlerinin serbest bırakılmasıyla, faiz hadlerinin önemli ölçüde artmıştır. Bu dönemde, faizlerin yükselmesinde, kamu kesimi açıklarının iç borçlanmaya gidilerek karşılanmasının etkisi büyük olmuştur. Bu durum, kâr-faiz -rant gelir grubu denilen kesimin milli gelirdeki payını artırdığı gibi, üretken sermaye tasarruflarının yatırımlara akması yerine rantlara yönelmiş olmasıdır. Bu nedenle sabit sermaye yatırımları düşmüş dolayısıyla yeni istihdam olanakları daralma göstermiştir. Sonuç olarak 1980 sonrası izlenen ekonomik politikaların gelir dağılımının daha da bozulması yönünde önemli ölçüde etkisi olmuştur. Sosyal barışın sağlanması, ekonomik kalkınmanın daha sağlam temellere oturtulması, daha istikrarlı bir büyüme için adil gelir dağılımı sosyal devletin gözardı edilemez görevidir. 

Bu nedenledir ki bundan sonra uygulanacak ekonomik politikalarda gelir dağılımına daha çok önem verilmeli, hatta adaletsiz olan gelir dağılımının düzeltilmesi için yeni politikalar uygulamaya alınmalıdır. 


Ekler 












FAYDALANILAN KAYNAKLAR 

Alpay, Kazım. "Türkiye 'de Ücret ve Maaşİstatistikleri Üzerine Bir Değerlendirme", İktisat Dergisi, 
No:319, İstanbul:Ekim 1991, s. 16. 

Aren, Sadun. Bir Dönem Yazıları 1980 - 1988 "Gelir Dağılımı ve Vergiler" Gerçek Yayınevi, İstanbul: 
1989, s. 5-11. 

Berksoy, Tamer. Enflasyonun Hane Halkı Üzerindeki Etkileri, ITO Yayını, Istanbul: Temmuz 1989, s. 24. 

Boratav, Korkut. "1950-1965 Döneminde Tarım Dışındaki Emekçi Gruplar Açısından Gelir 

Dağılımındaki Değişiklikler", A. Ü. SBF Dergisi No 1, Cilt 24, Ankara: 
Mart1969. 

Büyükdeniz, Adnan. Türkiye'de Faiz Politikaları, İstanbul: Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları 1991 s. 93-96 

DIE, Hane Halkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi Sonuçları Gelir Dağılımı 1987, Ankara: 1990. S. 59. 

Doğan, Alptekin. Gelir Dağılımın İyileştirilmesi ve Toplumun Çağdaş Standardının Yükseltilmesi ve 
Gelir ve Refah Politikalarının Rasyonel Yapıda Yönlendirilmesi, DPT, Ankara: 
1988, s. 24. 

DPT, 1895 Yılı Geçiş Programı, 22 096 Sayılı 30 Ekim 1994 Tarihli T.C. Resmi Gazete, Ankara, s.197. 

Dülger, Ilhan. Türkiye'nin AT 'ye Girşinin Gelir Dağılımı Üzerine Beklenen Etkileri , A.Ü.Araştırma ve 
Uygulama Merkezi, Ankara: 1989, s. 2 

Dülgeroğlu, Ercan Aytaç, Mustafa. Tahir Baştaymaz, Kentlerde Yaşayan Ücretli Kesmin TalefiEdici ve Tamamlayıcı Gelir Kaynakları: Bursa Örneği, Friedrick Ebert Vakfı, Bursa: 1992, s. 23. 

Güven, Sami. "Temmuz Bankacılığının Toplumdaki Gelir ve Servet Dağılımı Üzerine Etkileri", Amme İdareler Dergisi. Cilt 6, Sayı 2, Ankara: 1983. 

İSO, "Türkiye 'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu", İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Özel Sayı, İstanbul: 1993, s. 57. 
Kazgan, Gülten. Türkiye'de Gelir Bölüşümü Dün ve Bugün, İstanbul: Friedrich Ebert Vakfı Yayını 1990 s.17 

Oyan Oğuz ve Aydın, Ali Rıza. Maliye ve Fon Politikaları, Adım Yayıncılık, Ankara: 1991, s. 25. 

Özel, Mustafa. "Adnan Büyükdeniz 'le Türkiye 'de Faiz Politikaları Üzerine Röportaj" Piyasa Düşmanı Kapitalizm, İz Yayıncılık, İstanbul: 1993, s. 94. 

Özmucur, Süleyman. "Gelirin Fonksiyonel Dağılımı 1963 - 1984", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Sayı 1 - 4, Cilt 44, İstanbul: 1988, s. 163. 

Özmucur, Süleyman. "Türkiye 'nin 500 Büyük Firmasında Mali ve Ekonomik Göstergeler" Türkiye'de 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, İSO Dergisi, Yıl: 2, Sayı 247, İstanbul: 15 Eylül 1986, s. 144. 

Özmucur, Süleyman. "Türkiye'de Fonksiyonel Gelir Dağılımı 1963-1985", İktisat Dergisi, Sayı:258, İstanbul: Mayıs 1986, s. 13. 

Özmucur, Süleyman. 28 Kasım 1989 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi, s. 12. 

Seviğ, Veysi. "Gelir Dağılmı ve Vergileme", 13 Aralık 1989 tarihli Dünya Gazetesi s. 5 

Sönmez, Mustafa. Türkiye'de Gelir Eşitsizliği , 2.b., İstanbul: İletişim Yayınları, 1992, s. 110. 

Şahin, Hüseyin. Terkiye Ekonomisi Trihsel Gelişimi ve Bu Günkü Durum , 2.b., Bursa: s. 209. 

Törüner, Mete. Türkiye'de Ücretlirin Kazanç Durumundaki Gelişmeler (1980-1990), İstanbul: TÜSES Yayınları 1992, s. 22. 

Üstünel, Besim. "Para ve Maliye Politikalarının Gelir Dağılımına Etkisi", Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, İstanbul:1989, s. 27. 

Varlıer, Oktay. "Türkiye'de Gelir Dağılımı" , Muhasebe İşletme ve Finans Dergisi, sayı 51-52 , İstanbul : Hazira 1990, s. 35. 

Yıldız, Bekir. "Gelir Dağılımı ve Enflasyon", Çalışma Politikası, 2. b., İstanbul: 1992, s. 7 - 19. Zaim, Sabahattin. Çalışma ekonomisi , İstanbul: Filiz Kitap evleri, 1992, s. 348. 

http://www.academia.edu/3136463/1980_Sonras%C4%B1_D%C3%B6nemde_Gelir_Da%C4%9F%C4%B1l%C4%B1m%C4%B1nda_Meydana_Gelen_De%C4%9Fi%C5%9Fmeler


***

1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler BÖLÜM 1




1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler BÖLÜM 1 



Sami Güçlü* 
Mahmut Bilen** 



Yeni Türkiye Dergisi, Sayı. 6, Eylül - Ekim 1995. ss. 160-171 
GİRİŞ 

İnsanların ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için üretimde bulunması ne kadar önemliyse, üretilen malların, bir başka ifadeyle, meydana getirilen hasılanın dağılımı da aynı şekilde büyük önem arz etmektedir. 
Nitekim, iktisat teorisi çerçevesinde iktisadi okulların hepsi bu konuyu ele almış ve kurmuş oldukları gelir dağılımı modellerinde genelde fonksiyonel gelir dağılımı üzerinde durmuşlardır. Gelir dağılımı teorileri, genellikle piyasa dağılımı veya birincil gelir dağılımı üzerinde dururken, 1929 kriziyle devletin ekonomide değişen fonksiyonu ile gelirin bir kesimden diğer bir kesime aktarılmasıyla, yani 
ikincil gelir dağılımı önem kazanmıştır. Bu nedenle, gelirin adil dağılımı sosyal devletin en önemli görevleri arasında yer almaya başlamıştır. Bu gelişmenin bir sonucu olarak, farklı ekonomik sistemlere sahip ve farklı gelişme seviyelerinde bulunan tüm ülkelerde gelir dağılımının iyileştirilmesi, iktisat politikasının temel amaçları arasında yer almaktadır. 

Bir ülkede gelirin dağılımı, o ülkenin gelişmişlik düzeyi, toplumun sosyal ve idari yapısı hakkında bir fikir verebilmektedir. Nitekim, gelir dağılımının bozuk olduğu ülkelerde, genelikle siyasi yapının da demokratik olmadığı gözlenmektedir. Buna karşılık demokratik toplumlarda, oluşturulan özgür grupların faaliyetleri, talepleri, denetimleri sonucunda gelirin daha adil dağıldığı görülmektedir. 

 Bu çalışmada, ilk önce, kısaca Türkiye 'de kişisel gelir dağılımı hakkında bilgi verilecek ve daha sonra fonksiyonel gelir dağılımı üzerinde durulacaktır. Bu sebeple, ülkemizde uygulanan iktisat politikalarındaki değişikliklerin gelir dağılımı üzerindeki etkisini ortaya koyabilmek için, 1980 öncesi ve sonrasında, fonksiyonel gelir dağılımının nasıl bir gelişme gösterdiği, ayrı dönemler halinde 
incelenecektir. 

l. KIŞISEL GELIR DAĞILIMINDAKI GELIŞMELER 

Ülkemizde, farklı tarihlerde, çeşitli kurumlar tarafından yapılmış gelir dağılımı araştırmaları, çeşitli yönleriyle birbirinden farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıklar, araştırmanın kapsadığı alan, örnekleme yöntemi ve örnek sayısı olarak sıralanabilir. Ifade edilen farklılıklara rağmen, bu araştırmalardan elde edilen verilerle, kişisel gelir dağılımının nasıl bir gelişme gösterdiği izah edilebilir. 

Son dönemlerde kişisel gelir dağılımı tahlilinde en çok kulanılan yöntem, nüfusun yüzde yirmilik dilimlerine düşen gelir paylarının belirlenmesidir. Bu sebeple, 1963 'den 1988 'e kadar yapılan gelir dağılımı araştırmalarında hareketle, gelirin nüfus dilimlerine nasıl dağıldığı incelenebilir. Tablo 1'de, muhtelif yıllarda yapılmış, kişisel gelir dağılımları verilmiştir. Genel bir ifadeyle sölemek gerekirse, uzun bir dönemi kapsayan bu çalışmalarda, ülkemizdeki kişisel gelir dağılımının, gayri adil olduğu görülmektedir. 1963 'de yapılan gelir dağılımı araştırmasında, nüfusun en düşük gelirli %20 'lik kesimi, gelirin ancak % 4,5 'ni alırken, nüfusun en yüksek gelirli kesimi, gelirin %57 'ni almaktadır. Gelirin yarısından fazlası nüfusun %20 'si tarafından kullanılmaktadır. 1963 yılından sonra 1987 yılına kadar yapılan çeşitli araştırmalarda, sözkonusu kesimlerin paylarında sınırlı bir şekilde düşme ve yükselme olmakla birlikte, 1987 'de DIE tarafından yapılan gelir dağılımı araştırmasında, aynı kesimlerin sırayla gelirdeki payı % 5,2 ve % 50 olmuştır. 1987 araştırmasından elde edilen veriler, 1963 yılı sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, Türkiye'de, üst gelir gruplarından alt gelir gruplarına doğru sınırlı bir gelir aktarımı olduğu görülmektedir. Aynı şekilde gelirin yoğunlaşmasını ifade eden gini katsayısı, 1963 gelir dağılımı araştırmasında 0,55 iken, 1987 'deki araştırmada 0,43 olarak hesaplanmıştır. Son dönemlede gözlenen bu 
sınırlı düzelmede, personel kanunundaki değişikliğin, ücretliler ve diğer dar gelirliler yararına gelir 

* Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. 
** Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. 


1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler vergisi oranının azaltılmasının, vergi iadesi sağlanmasının ve toplu iş sözleşmeleri ile sağlanan ücret artışlarının etkisi olmuştur.1 

Gelişmiş ülkelerde, en düşük gelirli nüfusun % 20 'lik kesimi, gelirin %7-8 'ni alırken, en yüksek gelirli kesim, gelirin %40 'ını almaktadır. Hatta son dönemlerde, bu ülkelerde en yüksek gelirli kesimin gelirdeki payını, %40 'ların altına indirmeye yönelik hedef ve politikalar izlenmektedir.2 

Ülkemizde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerde, gelir dağılımının gelişmiş ülkelere göre daha adaletsiz dağılmasının en önemli nedeni, tarım kesminin ekonomideki ağırlığını koruması ve dolayısıyla nüfusun büyük kesminin tarım sektöründe çalışmasıdır. Gelişmiş ülkelerde, gelir dağılımının daha adil bir şekilde dağılmasında, uygulanan sosyal politikalar yanında, ücretliler kesminin payının yükselmiş olması ve firmaların halka açılmasıyla servetin alt ve orta gelir gruplarına yayılmasının önemli rolü olmuştur. 

Ülkemizde, özellikle 1970 'li yılların sonlarına doğru hızlanan ve 1980 yılında üç haneli rakama ulaşan enflasyon, alınan tedbirlerle belirli bir düzeye çekilmekle birlikte, yüksek sevyesini hep korumuştur. Yüksek oranlı ve sürekli enflasyonun, gelir dağılımı üzerinde bozucu bir etkide bulunması ve hanehalkının satınalma gücünü olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. 1980 ile 1988 yılları arasında 
ülkemizde, zorunlu tüketim malları fiyatları 12 ile 55 kat arasında artış gösterirken, söz konusu dönemde ücretlerdeki artışı, bu kesimin satın alma gücünü korumaya yetmemiştir.3 

1987 yılında DIE 'nin yapmış olduğu gelir dağılımı araştırmasına göre, hane halkının % 32,6 'nın teşkil eden ücretliler, toplam gelirin %32,7 'ni almaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise ücretlilerin çalışanlar içindeki payının yüksek olması yanında, toplam gelirdeki payları da %60 - 80 arasında değişmektedir. Diğer taraftan ülkemizde, ücretsiz aile işlerinde çalışanların da yer aldığı diğer çalışanlar grubunun, toplam çalışanlar içindeki payının yüksekliği (yaklaşık %40) ve gelirdeki paylarının yaklaşık %10 olması, gelir dağılımının bozukluğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 

ll. TÜRKIYE 'DE FONKSIYONEL GELIR DAĞILIMI TAHLILI 

Fonksiyonel gelir dağılımı, üretim süreci sonucunda meydana gelen hasılanın faktörler arasında paylaşılmasıdır. Yani, hasılanın ne kadarının ücret-maaş geliri, ne kadarının tarım geliri ve ne kadarının kâr - faiz geliri şeklinde dağılmasıyla ilgilidir. Gelirin fonksiyonel dağılımı, bir ülkenin gelişmişlik seviyesi hakkında oldukça sağlıklı bilgi verebilir. Nitekim, gelişmiş ülkelerde, iktisadi kalkınmanın başlangıç dönemlerinde tarım kesimi, milli gelirden en büyük payı alırken, gelişme düzeyi yükseldikçe ücretlilerin payının arttığı gözlenmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde ise tarım kesminin milli gelirdeki payı önemini korurken, ücretlilerin geliri, nisbi olarak daha düşüktür. 

Ülkemizde, fonksiyonel gelir dağılımının gösterdiği gelişmeler, uygulanan ekonomi politikalarının değişmesinden dolayı, 1980 öncesi ve sonrası 
şeklinde, iki ayrı döneme ayrılarak incelenecektir. 

 A. 1980 Öncesi Dönemde Gözlenen Gelişmeler 

Genellikle gelişmekte olan ülkeler, kendi bünyeleriden kaynaklanan bir faktörel dengesizlik içindedir. Bu ülkelerde emek arzının fazlalığına karşılık sermaye kıt bir üretim faktörüdür. Bu durumda, piyasalara müdahale edilmediği taktirde, emek ve sermaye piyasalarında arz ve talep kanunları çerçevesinde faktörlerin fiyatları, yani ücret ve faizi seviyesi, bu faktörlerin kıtlık derecesine göre 
belirlenir. Şayet uygulanan ekonomi politikaları, faktör fiyatlarını etkiliyorsa, oluşan fiyatlar faktörlerin gerçek değerinini vermez. Bu sebeple, üretim faktörlerinin gelir elde etme oranları değişebilmektedir.4 

Türkiye 'de fonksiyonel gelir dağılımı konusunda, 1963 'den önce, çok kapsamlı çalışmalara rastlanmamaktadır.5 Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar içinde en güvenilir olanı, 1973 yılında DPT tarafından gerçekleştirilen gelir dağılmı araştırmasıdır. Bu araştırmaya göre, gelir türlerinden kâr, faiz, Rant birinci grubu, Ücret ikinci grubu ve Küçük üreticiler de Üçüncü grubu oluşturmaktadır. 

1 Alptekin Doğan, Gelir Dağılımın İyileştirilmesi ve Toplumun Çağdaş Standardının Yükseltilmesi ve Gelir ve Refah Politikalarının Rasyonel Yapıda Yönlendirilmesi, DPT, Ankara: 1988, s. 24. 

2 İlhan Dülger, Türkiye 'nin AT 'ye Girşinin Gelir Dağılımı Üzerine Beklenen Etkileri, A.Ü. Araştırma ve Uygulama Merkezi , Ankara: 1989, s. 2 
3 Tamer Berksoy, Enflasyonun Hanehalkı Üzerindeki Etkileri, İTO Yayını, İstanbul: Temmuz 1989, s. 24. 

4 Ercan Dülgeroğlu, Mustafa Aytaç, Tahir Baştaymaz, Kentlerde Yaşayan Ücretli Kesmin Talefi Edici ve Tamamlayıcı Gelir 
Kaynakları: Bursa Örneği, Friedrick Ebert Vakfı, Bursa: 1992, s. 23. 

5 Bununla birlikte, 1950-65 dönemini kapsayan Tarım dışı kesimlerde ücretlilerin geliri ile ilgili K. Boratav 'ın araştırmasından bahsedilebilir. 
"1950-1965 Döneminde Tarım Dışındaki emekçi Gruplar Açısından Gelir Dağılımındaki Değişiklikler", A. Ü. SBF Dergisi, No 1, Cilt 24, Ankara: Mart1969. 


Hanehalkının % 16.5 'i faiz, kâr ve rant geliri adı altında milli gelirin % 41,2 'sini, hanehalkının % 35,4 'ünü oluşturan ücretliler ise milli gelirin ancak % 28,3 'ünü almaktadır. Hanehalkının geri kalan % 48,1 'i ise küçük üreticiler olup, bunların milli gelirden aldıkları pay % 30,5 'den ibarettir. Tablo 2 'de görüldüğü gibi nüfusun en büyük kısmını oluşturan küçük üretici kesimin gelirden aldığı pay, nüfus paylarının çok altındadır. Buna karşılık "kâr, faiz, rant" geliri elde eden hanelerin gelir payları, nüfus paylarının yaklaşık 2,5 katıdır. Bu dönemde gelir türleri arasında endüşük ortalama, "küçük üretici" gelirlerinde (12.578 TL) 
olmasına karşılık, hanehalkı başına ortalama " kâr, faiz, rant " gelirleri ortalaması 50.000 TL civarındadır. 

Gini katsayısına göre, üç gelir türü arasında en dengeli dağılım "ücret" gelirlerinde, eşitlikten en uzak dağılım ise "kâr, faiz, rant" gelirlerindedir. Bu oranlar, gelir dağılımı eşitsizliğinin temelinde, üretim araçları mülkiyetinin adaletsiz dağılımının bulunduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, ücretliler ile 
küçük üretici kesimin gelirlerinin tamamının, bu grupların kendi üretim faliyetleri sonucunda elde edilmediği ifade edilmektedir. Ücretli grubun gelirlerinin yaklaşık % 25 'i kendi kesim gelirleri dışından elde edilmiştir. Bu oran, küçük üreticiler için % 23,5 'dır. Buna karşılık, sermaye geliri elde edenlerin gelirlerinin % 91,7 'si kâr, faiz ve rant gelirleridir.6 Bu durum, gerçekte gelir dağılımının, ortaya çıkan tablodan daha bozuk olduğunu ifade etmektedir. 

Bu arada, S. Özmucur tarafından hesaplanan, fonksiyonel gelir dağılmı değerlerinden bahsetmek gerekir. Tablo 3 'de görüldüğü gibi, bu çalışmaya göre, tarımın faktör gelirleri içindeki payı 1963 - 1980 döneminde % 41,2 'den % 23,9 'a düşmüştür. Önemli mevsim değişiklikleri dışında, 1963 - 1976 döneminde tarım gelirlerinde yavaş bir düşme gözlenmektedir. Ancak, yüksek enflasyon döneminin başladığı 1977 'den sonra, bu düşüş hızlanmaktadır. Tarımsal ürün fiyatlarının sanayi mamülleri fiyatlarının gerisinde kalmasıyla iç ticaret haddinde görülen gerileme, tarım kesiminin gelir kaybıyla sonuçlanmıştır.7 Bununla beraber gelişme sürecinde tarımın, toplam gelir içindeki payının düşmesi elbette beklenen bir sonuçtur. 8 

Maaş ve ücretlerin toplam gelir içindeki payı 1963 - 1969 döneminde yüzde 21 'den yüzde 31 'e yükselmiştir. 1970 - 1976 yıllarında ücretlerin payında önemli bir değişme olmazken, 1977 yılında bu kesimin payı, en yüksek seviyesi olan % 36,8 'e ulaşmıştır. Bu tarihten sonra, özellikle fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi, sabit sermaye yatırımlarının düşmesi ve ücret artışları üzerideki baskılar etkisiyle 1980 'de % 26,5 'e gerilemiştir. Ülkelerin gelişme sürecinde, maaş ve ücretlerin toplam faktör gelirleri içindeki payının artması beklenir. Nitekim, OECD ülkelerinde bu kesimin gelir içindeki payı % 70 'ler düzeyinde bulunmaktadır. 9 Yukarıda ifade edilen gelişmelere bağlı olarak "Faiz, rant, kâr" gelir grubunun milli gelirden aldığı pay, 1963 yılında % 37,3 düzeyinde iken, hızlı bir artış ile 1980 'de % 49,4 seviyesine ulaşmıştır. 

1980 öncesi dönemde gelir dağılımında meydana gelen değişmelerin sebepleri şöyle özetlenebilir. Ücretlerin payının artış göstermesinde öncelikle 1963 yılından itibaren toplu iş sözleşmesi sisteminin uygulanmaya başlamasının etkisi olduğu ifade edilmelidir. Bu yıllarda sendikalar ve kamuoyunda, daha önceki dönemlerde kâr marjının yüksek olduğu yönündeki kanaatin hakim olması nedeniyle, ücret talepleri yüksek olmuştur. Bu sebeple, 1963 - 67 yılları arasında reel ücretlerin prodüktivite artışının üzerinde bir seviyede ve hızla yükseldiği görülmektedir. En yüksek ücret artışı 1964 ve 1965 yıllarında meydana gelmiştir. Bu dönemde, hızlı kalkınma sebebiyle talebin canlı olması, artan ücretin ya maliyetlere yedirilmesi veya genel fiyatlara yansıtılmasına imkân sağlamıştır. Fiyatların bir üst seviyede dengeye gelmesi sebebiyle, ücret - fiyat yarışından söz edilmemiştir. Bu sebeple, milli gelirin faktör gelirleri arasındaki bölüşümünde ücretlerin payı artmıştır. 1970 devalüasyonuyla şiddetlenen enflasyon karşısında ücret fiyat yarışı başlamıştır. 1973 yılından itibaren petrol fiyatlarına ve dünya konjonktürüne bağlı olarak ekonomik yapıda meydana gelen dalgalanmalar, imalat sanayiinde kişi başına düşen katma değerde gerilemelere sebep olmuştur. Fakat toplu pazarlık sisteminin etkisiyle bu durum, uzun süre 
ücretlere yansımamış ve ücretler 1977 'ye kadar yükselmeye devam etmiştir.10 

6 Hüseyin Şahin, a. g. e., s. 209. 
7 Mustafa Sönmez, a. g. e., s. 110. 
8 Süleyman Özmucur, "Gelirin Fonksiyonel Dağılımı 1963 - 1984", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Sayı 1 - 4, Cilt 44, İstanbul: 1988, s. 163. 
9 a. g. m., s. 13. 
10 Sabahattin Zaim, a. g. e., s. 348. 



Daha sonraki yıllada, ücretlilerin payı hızlı bir şekilde düşerken, sermaye kesminin payı çok daha hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Bu artışta, uygulanan faiz politikasının da etkisi olmuştur. Özellikle üretici kesim, düşük maliyetli kredi kulanmak suretiyleartan toplam gelir içindeki payını artırmıştır. 

Tarım kesimi açısından gelir dağılımının aleyhe dönmesinin en önemli sebeplerinden biri, iç ve dış ticaret hadlerinin sürekli tarım aleyhine gelişme göstermesidir. Dünyada 1974 - 1983 döneminde, tarım ürünleri mamül mallar fiyatlar oranı, yarı yarıya düşme göstermiştir. Bu gerilemenin iç piyasaya olduğu gibi intikaline izin veren Türk tarım politikaları dolayısıyla iç ticaret hadleri bunu izlemiştir. 
Nitekim, 1963 yılı baz (100) alındığında, tarım-sanayi endeksi 1981 'de 74 'e düşmüştür. Bu düşüme, tarım kesimi gelirlerinin dörtte bir oranında azalmasını ifade etmektedir. 

Bunlara ilave olarak, 1980 öncesi dönemde gelir dağılımının kötüleşmesinde etkili olan iki faktör daha sayılabilir. Birincisi, KIT fiyatlarının sabit tutulması, ikincisi gerçekçi olmayan kur politikaları olup, 
bunlardan dolayı Türkiye 'de 70 'li yıllarda, rant gelir gruplarına önemli ölçüde gelir trasferi yapılmış ve bunların sonucunda gelir ve servet dağılımında yeni dengesizlikler oluşmuştur.11

 B. 1980 Sonrası Dönemdeki Gelişmeler 


1970 'lerin sonlarında yaşanan toplumsal ve siyasi bunalım ile birlikte, hızla yükselen enflasyon ve döviz darboğazı, Türkiye ekonomisinde, 24 Ocak Istikrar Tedbirlerinin alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Daha sonra, bu istikrar tedbirlerinin devamı ve tamamlayıcısı olarak alınan yeni tedbirlerle birlikte, kısa dönemde ekonomide istikrarının sağlanması, uzun dönemde ekonominin yeniden yapılanması amaçlanmıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse, piyasa ekonomisine geçilmesi, bunun için; fiyatların, döviz kurunun serbestçe belirlenmesi benimsenirken, ithal ikameci sanayileşme politikası 
yerine ihracata dayalı sanayileşme politikası uygulamaya konmuştur. Konumuz bakımından önemli olan hususlar ise, yeni dönemde yüksek faiz politikası uygulamasına geçilmesi ve sendikal haklara getirilen kısıtlamalardır. 

1980 sonrası dönemde yapılan gelir dağılımı araştırmalarından en önemlisi, DIE tarafında 1987 yılında gerçekleştirilmiştir (Tablo 4). Bu araştırmada, 1973 yılında yapılan araştırmadan farklı olarak, dörtlü bir ayırıma gidilerek, gelir grupları belirlemiştir. Bu araştırmaya göre, Türkiye 'de fonksiyonel gelir 
dağılımı şöyle özetlenebilir. Toplam gelir içinde %52,6 'lık payları ile müteşebbislerin en büyük payı aldığı, bunu %27 'lik pay ile ücretlilerin takip ettiği görülmektedir.Kira gelirinin payı %13,3 ve faiz gelirlerinin payı ise yaklaşık %2 olarak belirlenmiştir. Gelir grupları paylarının verdiği sonuç, gelirin adaletsiz bir dağılım gösterdiğidir. 

1980 - 1990 dönemiyle ilgili, daha genel bir değerlendirmeyi, tablo 5 'e göre şöyle yapmak mümkündür. 1980 öncesi dönemde düşme eğiliminde olan tarımın milli gelirdeki payı, 1980 sonrası dönemde de düşmeye devam etmiştir. 1980 'de bu kesimin gelirden aldığı pay % 23,8 iken 1990 yılına gelindiğinde % 15,2 'ye düşmüştür. Kâr, faiz, rant gelir grubunun aldığı payı ise 1980 'de % 49,47 iken, 1990 'da % 70,9 'a yükselmiştir. Çalışma hayatına getirilen kısıtlamalardan dolayı, ücretliler kesiminin 1980 sonrası dönemde pazarlık güçleri azalmıştır. Hükümetler, enflasyonu önlemek amacıla, ilk önce kamu çalışanlarının ücretleri ni enflasyonun altında tutmuşlardır. Bu nedenle, ücretlilerin sözkonusu dönem de milli gelirden aldığı pay, büyük oranda gerileyerek, 1980 'de % 26,7 'den 1990 'da % 13,9 'a düşmüştür. 12 

Gelir dağılımındaki değişmeyi değerlendirmede, baş vurulacak bir başka kaynak da, Türkiye 'deki en büyük 500 sanayi firmasının oluşturduğu katma değerin dağılımındaki değişmedir. Tablo 5 'de görüldüğü gibi, 500 büyük sanayi firması, Türkiye sanayiinde yaratılan katma değerin % 34,2 'sini ve sanayi kesmindeki istihdamın % 32 'si sağlamaktadır.13 Bu firmalara ait verilere göre, 1982 - 1988 yılları arasında maaş ve ücretlerin sağlanan katma değerdeki payı, büyük bir düşüşle % 52 'den % 33,5 'e gerilendiği görülmektedir. Ancak, faktör gelirleri içinde maaş ve ücretler aleyhine gelişen bu durum, 1989 yılından itibaren değişerek, maaş ve ücretlerin faktör geliri içindeki payı hızla artarak 1992 de % 75 'e yükselmiştir. 500 büyük firmanın net katma değeri içinde ödenen faizler, faktör geliri payında 1982 'de % 27,6 iken 1992 de %39,7 'ye yükselmiştir. Faktör geliri içindeki kârın payı, özellikle son yıllarda bir düşüş eğilimi içine girmiştir. Bununla birlikte, özel büyük firmalarda yaratılan katma değer içinde kârın payı artmaya devam ederken, kamu kesimindeki firmalarda tam tersi bir durum görülmektedir. 

11Besim Üstünel, "Para ve Maliye Politikalarının Gelir Dağılımına Etkisi", Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, İstanbul: 1989, s. 27. 

12 Süleyman Özmucur, 28 Kasım 1989 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi, s. 12. 

13Süleyman Özmucur, "Türkiye 'nin 500 Büyük Firmasında Mali ve Ekonomik Göstergeler" Türkiye'de 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, İSO Dergisi, Yıl: 2, Sayı 247, İstanbul: 15 Eylül 1986, s. 144. 


Yani, kamu kuruluşların yarattığı katma değer, maaş ve ücretlerin altında kalmaktadır. Kamu kesmi firmalarında katma değerin % 117,5 'i ödenen maaş 
ve ücretlere aittir. Ödenen faizler % 64,2 pay alırken, kâr payı da eksi % 82 'dir. Bu durum, kamu iktisadi kuruluşlarının içinde bulundukları dar boğazı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.14 

1. 1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımın Bozulmasında Etkili Olan Faktörler ve Politikalar 

Daha önce de ifade edildiği gibi, ülkemizdeki gelir dağılımı, özellikle 1980 sonrası dönemde daha da kötüleşmiştir. Bilhassa emek kesiminin payı olan ücret ve maaşların milli gelirdeki payı iyice düşmüştür. Buna karşılık sermaye geliri olarak ifade edilen faiz, rant ve kâr gelirlerinin milli gelirdeki payı artmıştır. Gelir dağılımındaki bu değişmelerin ülkede uygulanan ekonomik politikalar ve bazı 
faktörlerin etkisi olduğu tabiidir. Kısaca bu nedenler üzerinde durulabilir. 

a. Nüfus Artışıyla Beraber Artan Işsizlik 

Ülkemizde, nüfus artış hızının yaklaşık % 2 seviyesinde olması, her yıl emek piyasasına artan miktarda işgücünün dahil olmasına sebep olmaktadır. Diğer taraftan, 1978 yılından itibaren başlayan yüksek enflasyon sürecinde, yatırımlarda gözlenen gerilemeyle birlikte, ekonominin istihdam sağlama kapasitesindeki artış yavaşlamıştır. 1980 sonrası dönemde, özellikle imalat sanayiinde ve inşaat sektöründe istihdam hacmi düşme göstermiştir. Bu gelişmeler, bir yandan işsizlik oranının artmasına, diğer yandan işgücünün düşük verimli alanlarda yığılmasına sebep olmuştur. Bu süreç, gelir bölüşümünün 
geniş çalışanlar kitlesi aleyhine dönmesinde etkili olmuştur. 

Ekonominin yeni iş sağlama kapasitesindeki düşüşün dolaylı etkisi, işsizlik üzerinde görülmektedir. 1980 öncesi dönemde, işsizlik oranı %14 seviyesinde iken, 1990' larda, eksik istihdam edilenlerle birlikte işsizlik oranı %20' lere yaklaşmıştır. Işsizlik oranındaki artış, çalışanlar kitlesinin reel gelir yitirmesine ve gelir bölüşümünün emek kesmi aleyhine dönmeside rol alan önemli bir faktördür.15

 b. Reel Ücret ve Maaşlardaki Gerileme ve Fiyat Artışları 

1980 sonrası dönemde, çalışma hayatına getirilen hukuki düzenlemelerle birlikte çalışanların ücret ve maaşlarının düşük tutulması ve uygulanan genel ekonomi politikalarının sonucu olarak, ücret gelirlerinin milli gelirdeki payı bir düşme göstermiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi, 1990 'da ücret ve maaşların milli gelirdeki payı % 13,9 'a düşmüştür. Her ne kadar Türkiye 'de ücret ve maaş 
istatistiklerinin yeterli olmadığı ifade edilse de16, Türkiye genelinde ücretlilerin, cari ve reel ortalama aylık ücretlerinden hareketle bir değlendirme yapılabilir. (tablo 6) 

Türkiye 'de 1980 sonrası dönemde ücretlilerin reel satınalma gücündeki gelişmeyi izleyebilmek için, ücretlerdeki nominal artışları fiyat artışlarının üzerinde olup olmadığına bakmak gerekir. Türkiye genelinde ücretlilerin ortalama nominal aylık ücreti, 1980 'de 12.415 TL iken, 1988 'de 154.064 TL 'ye yüselmiştir. Fakat aynı dönemde fiyat artışları giderilip reel durumuna bakıldığında, 1980 'de 12.045 TL olan ücretlerin reel ortalaması, 1988 'de 9.449 TL'ye gerilediği görülmektedir. Bu durum, reel ücretlerin yaklaşık dörtte bir oranında azaldığını göstermektedir. Bu gerilemenin sonucu ise, ücretlerin milli gelideki payının azalması şeklinde olacaktır. 

1980 'li yıllarda uygulanan ekonomik politikalar, düşük ücret temeline dayandırılmıştır. Gerçek ücret endeksi 1979 yılında 100 kabul edildiğinde 1988 yılında bunun 43,68 'e indiği görülmektedir. Bu da ücretlilerin, bu zaman diliminde satınalma gücünde büyük düşüşler ortaya çıktığını ifade etmektedir.17 1980 sonrası dönemde uygulamaya başlanan (enflasyon beklentisine göre ve bütçe imkânları çerçevesinde), yılda iki defa maaş tesbiti sistemi, memur maaşlarının asgari düzeyde kalması sonucunu vermiştir. Yıl içinde enflasyonun düşük tahmin edilmesiyle, yılda iki defa belirlenen memur maaşları reel 
olarak geriletilmiştir.18 Iç talebin kısılmasıyla ekonomiyi dış talebe yöneltmeye zorlayan düşük ücret politikası 1988 yılı sonunda tıkanmıştır.19 

14 İSO, "Türkiye 'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu", İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Özel Sayı, İstanbul: 1993, s. 57. 
15 Gülten Kazgan, a. g. e., s. 7. 
16 Kazım Alpay "Türkiye 'de Ücret ve Maaşİstatistikleri Üzerine Bir Değerlendirme", İktisat Dergisi No: 319, İstanbul: Ekim 1991, s. 16. 
17 Ercan Dülgeroğlu, a. g. e., s. 28. 
18 Bekir Yıldız, "Gelir Dağılımı ve Enflasyon", Çalışma Politikası, 2. b., İstanbul: 1992, s. 7 - 19. 
19 Oğuz Oyan ve Ali Rıza Aydın, Maliye ve Fon Politikaları, Adım Yayıncılık, Ankara: 1991, s. 25. 



1985 yılında başlayan ve 1989 yılında yaygınlık kazanan işçi eylemleri sonucu, hükümetle işçi sendikaları arasında imzalanan protokolle ücretlerde hissedilir bir iyileşme sağlanmıştır. Bu durum, özel kesimdeki toplu sözleşmeler de etkilemiştir. 1989 yılın da sağlanan gelişmeler sonucu, 1988 yılı ücretlerine göre nominal ücretler % 96,6 artmasına rağmen, reel artış ancak % 15,6 olmuştur. Bununla birlikte, ücretlilerin reel gelirleri, 1980 yılında sahip oldukları satınalma gücünün %11,5 gerisinde kalmıştır.20 

Netice itibariyle, 1980 sonrası dönemde, ücret gelirlerinin kontrol altında tutulması sonucu, gelirin fonksiyonel dağılımında ücretliler kesminin alehine bir gelişmenin ortaya çıktığı söylenebilir. Zira, bu dönemde KIT ürünlerine yapılan yüksek orandaki zamlar yanında fiyatlar genel düzeyindeki yükselişler, ücretliler kesiminin alım gücünü ve gelir payını düşürmüştür.21 

c. Sendikal Faaliyetlerin Kısıtlanması 

24 Ocak kararlarının temel hedeflerinden biri, yurtiçi talebin kısılarak, ekonominin ihracat kapasitesinin artırılmasıdır. Özelikle iç talebin kısılmasında, kamu kesimi yatırım harcamalarının azaltılması, KIT ürünleri fiyatlarının artırılması yanında, ücretlilerin gelirlerindeki artışın sınırlandırılmasının etkisi büyük olmuştur Bu politikaların uygulanmasında, 12 eylül rejiminin etkisini 
bilhassa belirtmek gerekir. Zira, 1980 - 1984 döneminde askeri rejim, sendikal faaliyetleri askıya almış ve ücret tesbitinde toplu pazarlık sitemi yerine, Yüksek Hakem Kurulu mekanizmasını yürürlüğe koymuştur. 

1982 Anayasası ve onu takiben çalışma mevzuatı (2821 ve 2822 Sayılı Yasalar) düzenlemeleri ile sendikal kesim sahip olduğu bazı demokratik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmıştır. Sendika özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi ve grev haklarına sınırlamalar getirilirken, sendika ve sendikacılarla ilgili kısıtlamalara gidilmiştir. Bu kısıtlamalar, bir bakıma düşük ücret politikasının yasal çerçevesini oluşturmuştur. Sendikalar, üyelerinin ekonomik menfaatlerini koruyamaz duruma düşmüştür.22 

Sendikaların faaliyetlerini kısıtlamaya yönelik hukuki düzenlemelerin en önemli gerekçesi, ücret artışlarının enflasyonu arttırdığı düşüncesidir. Bu düşünceye katılmak mümkün değildir.Zira, daha önce ifade edildiği gibi ülkemizde, belli dönemlerin dışında, ücret artışları enflasyonun gerisinde kalmıştır. Netice itibariyle, ücretliler kesiminin sendikal haklarına getirilen sınırlama, bu kesimin milli gelirdeki payının düşmesinde etkili olduğu söylenebilir. 

d. Vergi Politikalarındaki Değişiklikler 

1980' den sonra izlenen vergi politikası, gelir dağılımının daha da bozulmasında etkili olmuştur. Vergi politikasının olumsuz etkileri şöyle sıralanabilir: Birincisi, vergi gelirlerinin GSMH 'daki payının düşürülerek, bunun yerine iç borçlanmanın ikame edilmesidir. Bu sebeple artan kamu borçlanmaları, reel faizleri artırmıştır. GSMH içinde vergilerin payı 1981 'de % 18,2 iken, bu pay 1988 'de % 13,8 'e düşmüştür. Buna karşılık iç borçların payı 1981 'de 1,3 iken 1987 'de 3,7 'e yükselmiştir. Bu değişimin, ücretli ve maaşlı kesim üzerindeki dolaylı etkisi açıktır. Faiz geliri elde edenlerin geliri artacak, diğer yandan yüksek faiz nedeniyle azalan yatırımlar emek talebini düşürecektir. 

Ikinci sebep, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının artmasıdır. Tablo 9 da görüldüğü gibi 1981 'de dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı % 64,5 'iken, 1988 ' de % 46,6 'ya düşmüştür. Aynı yıllarda dolaylı vergilerin payı ise sırayla % 35,5 'den %53,4 'e yükselmiştir. 

Vergi adaleti en az olan dolaylı vergilerin küçümsenmeyecek bir oranda artılarak dolaysız vergilere yerine ikame edildiği görülmektedir. Bu dönemde, özellikle 1984-1989 yılları arasında hazine bonoları ve devlet tahvillerinin vergiden muaf tutulması rant gelirleri lehine gelir dağılımının bozulmasına sebep olmuştur. diğer taraftan ücretli kesimlerin gelir vergileri peşin kesilirken, diğer kesimlerin gecikmeli vergilendirilmesi, enflasyonun bir ülkede gelir dağılımını etkileyeceği açıktır. 

Tablo 10 'de ücret üzerinden hesaplanan dolaylı vergilerin ilave edilmesiyle yüklenen toplam vergi bulunmuştur. Toplam vergi miktarının bürüt ücrete oranlanması ile toplam vergi yüküne ulaşılmıştır. Tabloya göre 1980 -1990 yılları arasında asgari ücretler dışındaki ücretler ve maaşların toplam vergi yükünün düşmüş olduğu, asgari ücretlerin toplam vergi yüklerinin yükselmiş olduğu 
görülmektedir. 1980 - 1985 yılları arasında bürüt ücretli ve maaşlıların toplam vergi yükü düşerken, 1986 

-1990 yılları arasında toplam vergi yükünün yükselmeye başladığı ve yükselmenin devam ettiği  görülmektedir. 1990 yılında ücretli ve maaşlıların toplam vergi yükü ortalama olarak % 45 dolayındadır.23 

20 Mete Törüner a. g. e., s. 22. 
21 Okay Varlıer, a. g. m., s. 35. 
22 Mete Törüner, a. g. e., s. 26. 


http://www.academia.edu/3136463/1980_Sonras%C4%B1_D%C3%B6nemde_Gelir_Da%C4%9F%C4%B1l%C4%B1m%C4%B1nda_Meydana_Gelen_De%C4%9Fi%C5%9Fmeler



2 Cİ  BÖLÜMLE  DEVAM  EDECEKTİR..


***