4 Temmuz 2019 Perşembe

PKK Neler Kazandı? Türkiye Neler Kaybetti?

PKK Neler Kazandı? Türkiye Neler Kaybetti?


Ümit ÖZDAĞ,


PKK neler kazandı Türkiye neler kaybetti? (1)
Ümit Özdağ 

Normalleşme adı verilen 3. dönemde ise PKK silahlı mücadeleyi tamamen terk ettiğini duyuracaktır. (PKK’nın Türkiye dışında silahlı çeteleri bulundurup 
bulundurmayacağı açık değildir.) Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaktır. MİT aracılığı ile AKP Hükümeti ile Öcalan arasında yapılan 
anlaşmanın genel çerçevesi budur. 

18 Temmuz 2013 Perşembe 11:22

AKP ile PKK arasında İmralı’da Öcalan ile başlayan ikinci müzakere süreci ile bir mütarekeyi yani ateşkesi gerçekleştirdi. Yapılan anlaşma 3 safhalı bir süreci öngörüyordu. 1. aşama olan mütareke döneminde PKK, Türkiye’deki terörist unsurlarını Türkiye dışına çıkaracaktı. Bunu 2. aşama izleyecek, ikinci aşamada AKP Hükümeti PKK’nın mütareke ve geri çekilmesine anayasal ve yasal reformlar yaparak karşılık verecektir. Bu aşamada yapılacak diğer hukuki düzenlemeler ile Öcalan ve diğer PKK liderlerinin sürecin sonunda hukuken affedilmeleri güvence altına alınacaktır.  Normalleşme adı verilen 3. dönemde ise PKK silahlı mücadeleyi tamamen terk ettiğini duyuracaktır. (PKK’nın Türkiye dışında silahlı çeteleri bulundurup bulundurmayacağı açık değildir.) Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaktır. MİT aracılığı ile AKP Hükümeti ile Öcalan arasında yapılan anlaşmanın genel çerçevesi budur.  Öcalan tarafından yapılan bu anlaşma Kandil’deki PKK kadroları tarafından büyük bir sevinç ile karşılanmamıştır. Aksine Kandil’deki PKK üst düzey yöneticileri, Öcalan ile AKP Hükümeti arasında yapılan anlaşmanın zamansız ve çok erken olduğunu düşünmüşlerdir.  PKK liderleri hem bölgesel koşulların hem de Türkiye siyasetindeki sürecin PKK lehine geliştiği bir dönemde  yapılacak bir anlaşmanın PKK’nın elde edebileceğinden daha az taviz elde etmesine neden olacağını ileri sürmüşlerdir. Kandil’in analizine göre, Suriye iç savaşı PKK/PYD’ye Suriye’nin kuzeyinde bir devletçik kurma imkanı vermiştir. Suriye’de iç savaşı Esad’ın kaybetmesi durumunda, PKK’nın fiilen hakim olduğu bu bölgede hukuken de kabul edilmiş bir özerk/federal bölgesi olacaktır. Bu bölgeden de destek alarak Türkiye’ye karşı güç projeksiyonu yapma imkanı kazanacak olan PKK daha etkili bir konuma erişecektir. Esad’ın kazanması durumunda ise Şam rejimi tarafından Türkiye’ye karşı desteklenecek bir PKK bugün olduğundan daha geniş imkanlara sahip olacaktır. Türkiye iç siyaseti açısından bakıldığında 2014 ve 2015 yıllarında gerçekleşecek üç seçim PKK’ya AKP üzerinde baskı ve şantaj politikası uygulayarak yeni tavizlerin yolunu açabilecektir.  Kandil’in bu direnmesini Öcalan,  “Size onurlu bir barış sunuyorum” diyerek aşmamıştır. Kandil’deki kadro aksi yola girmesi durumunda Öcalan tarafından onursuzlukla suçlanmakla korkmuştur. Üstelik, 2000’li yıllarda dağa çıkan PKK’lılar  “Sizler Öcalan’ı İmralı’dan çıkaracak nesilsiniz”  diye yetiştirilmişlerdir. Öcalan’ın İmralı’dan çıkması bu kadar yakın iken, Kandil’in Öcalan’a karşı çıkması durumunda tabandan tepki gelebileceğini de hesaba katmış olabilir. Netice itibarı ile Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa  Karasu gibi isimler ayak sürseler de dönemin KCK Başkanı ve Öcalan’a tartışmasız bağlı olan Murat Karayılan,Öcalan’ın emrine uyarak, Türkiye içindeki PKK’lıların Kuzey Irak’a geri çekilmesi emrini vermiştir.  Temmuz 2013’de PKK geri çekilmenin gerçekleştiğini ileri sürerken, Başbakan Erdoğan PKK’lıların sadece % 15’inin Türkiye dışına çıktığını ifade etmiştir. PKK, ikinci aşama olan anayasal ve yasal reformlar aşamasına geçilmesini isterken, Erdoğan, PKK geri çekilmesi tamamlanmadan ikinci aşama ile ilgili adım atılmayacağını duyurmuştur. Burada sorulması gereken husus,neden Erdoğan’ın ikinci aşamaya geçmeyi geciktirdiğidir. Çünkü Erdoğan, PKK’lıların yurtdışına çekildiğinin tamamlandığını söylese bunun doğruluğunu kontrol edebilecek kimse yoktur. Başbakan Erdoğan’ın ikinci aşamayı ertelemesinin nedeni, AKP’nin karşı karşıya olduğu oy kaybı sürecini daha da hızlandıracak bir siyasal adım atmamaktır.  AKP, PKK ile müzakerelerin başlaması sonrasında her ne kadar kamuoyunu algı yönetimi ile ikna etmek için çalışmış ise de toplumun büyük bir kesimi, (% 65 civarı) Öcalan ile müzakerelerin sonucunun Türkiye’nin federalleşmesi / Öcalan’ın serbest kalması ile sonuçlanacağını düşünerek karşı çıkmaktadırlar. AKP Hükümeti Türk halkını saldırgan Suriye politikasının doğruluğuna ikna edemediği gibi, Suriye’nin Türk savaş uçağını düşürmesine, sınır kapısını bombalamasına ve nihayet Reyhanlı’da gerçekleşen katliama cevap verememesinden dolayı da oy kaybetmiştir. Erdoğan bu oy kaybı sürecini Gezi Parkı olaylarını tırmandırarak ve toplumu kutuplaştırarak aşmak istemiş ise de arzu ettiği sonucu alamamıştır. 

Çünkü istikrar isteyen merkez sağ seçmen AKP’den oylarını çekmeye devam etmiştir. Bu unsurların bir araya gelmesi, Erdoğan’ı süreci ertelemeye itmiştir. 
Bir yandan ikinci aşama ile ilgili yasal mevzuatta istenen düzenlemeler ile ilgili çalışmalar devam ederken, öte yandan Erdoğan, bu yazı da terör eylemi 
olmadan geçirecek şekilde zaman kazanmanın peşindedir. 

PKK neler kazandı Türkiye neler kaybetti? (2)

Kandil, Erdoğan’ın içine girmiş olduğu açmazın farkındadır. 

Gezi Parkı olaylarından dolayı Erdoğan’ın hem uluslararası planda yalnızlaştığını, hem de içeri de zayıfladığını gören Kandil, AKP hükümeti üzerindeki baskıyı 
artırmaya çalışmaktadır. Aslında PKK açısından ikinci açılım süreci çok olumlu gelişmektedir. Terör örgütü, kurulduğu tarihten bu yana en önemli kazanım 
dönemine girmiştir.Kazanımların başında gelen husus PKK’nın meşrulaşmasıdır. PKK artık devlet tarafından  “terör örgütü”  diye aşağılanarak dışlanan bir 
yapı değil, devletin dengi, devleti kendisi ile görüşmeye zorlamış, gelecekte bölgenin “kaderi”  olacağı netleşmiş bir güç olarak kendisini görmekte ve 
göstermektedir. Gezi olayları sırasında Erdoğan’ın Öcalan’dan “terörist başı” diye bahsetmesi üzerine S. Demirtaş, “Onunla görüşen sensin. 

O terörist ise sen ne olursun” diyerek, meşrulaşma olgusunu ortaya koymuştur. PKK’nın son dönemde başlayan ormanlardan ağaç kesenlere pazar cezası 
kesme, içki içenleri cezalandırma, yol kontrolları yapma eylemleri toplumsal yaşamda güvenlik gücü algısı yaratmak ve meşru güç algısını güçlendirmek 
için yapılan eylemlerdir.PKK’nın ikinci büyük kazanımı, kendi kitlesine ve onun ötesinde Güneydoğu Anadolu’da halkın çok büyük bir bölümüne yaşanan 
süreci PKK’nın devleti, AKP Hükümetini, TSK’yı yendiği algısını iletmede başarı olmasıdır. Devlet tarafından muhatap alınan, liderinin mesajı meydanlarda 
okunan ve bölgenin geleceğini temsil ettiği inancını aşılayan örgütün üçüncü kazanımı ise açılım sürecini ikili iktidarı, yani devlet iktidarı yanında örgüt 
iktidarını tesis etmek için değerlendirmesi olmuştur. İçişleri Bakanı Muammer Güler, 10 Haziran 2013’de yaptığı değerlendirmede terör örgütünün ikili 
iktidar çabalarını şu şekilde değerlendirmiştir: “Çözüm sürecini alternatif devlet yapılanması gibi algılamaya çalışanların veya böyle bir süreci inşa etme 
çabalarının da bir aracı olarak görmemek lazım.”İkili iktidarın somut görüntüsü, asker kışlalarında, polis karakollarında hapis iken PKK’lıların açık şekilde 
silahları ile artık sadece dağlarda değil, sosyal alanlarda gezmeleri, kent merkezlerine yaklaşmalarıdır. PKK’nın nasıl bir devlet inşa etme ruh hali içinde 
olduğunu PKK yöneticilerinin yaptığı benzetmeler de ortaya koymaktadır. Murat Karayılan, PKK Genel Başkanlığı ve Konseyinden bahsederken, 

 “Bunu devlet sistemiyle kıyaslarsak eğer, cumhurbaşkanlığına tekabül ediyor” demektedir. Remzi Kartal,  “Kongra Gel yasama organı ise, KCK Yürütme Konseyi hükümettir” , demektedir. 

(1)PKK, belediyeleri de ikili iktidarın bir diğer organı olarak inşa etmeye çalışmaktadır. 
PKK denetimindeki belediyeler iki dilliğin ötesinde bazı hususlar (örneğin evlenmek isteyenlerin Kürtçe bilmesi ZORUNLULUĞU gibi) tek dil olarak 
Kürtçeyi kabul etmektedirler.PKK’nın bu süreçte dördüncü dev kazanımı, Öcalan’ın bir mahkumdan siyasal bir lidere dönüşmesidir. 
Üstelik, Time dergisine göre Öcalan dünyanın en etkin 100 lideri arasına girmiştir.PKK’nın ikinci açılım sürecindeki beşinci kazanımı PKK’ya katılımın 1992 seviyesini aşacak şekilde yoğun olması neticesinde sağlanan terörist artışıdır. Bu süreçte PKK yurtdışına çekilmesi gerekirken, Türkiye içindeki terörist sayısında bir patlama yaşanmıştır. Sadece 4, 5, 6 Temmuz 2013 günlerinde PKK’ya 400 kişi katılmıştır. 

(2)AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, PKK’ya katılımın 2000 kişiyi aştığını ileri sürmüştür. 

(3) Muhtemelen PKK’nın dağ kadrolarına gerçekleşen katılım sayısı 2000 rakamının da üzerindedir. 

Öte yandan PKK’dan kaçan militanlar da güvenlik güçlerine teslim olmaktadırlar. Eğer PKK çekilecek ve  “barış sağlanacak” ise, hem de bu kadar yakınken, 
neden PKK’lılar teslim olmaktadırlar?Yarın devam edeceğiz...------------------------ 
1- Radikal, 12 Temmuz 2013, Cengiz Çandar,  “Kandil’de yenilik ve Süreç’in geleceği” 
2- Bugün, 11 Temmuz 2013, Gültekin Avcı,  “Çok vahim gelişmeler bunlar” 
3- Aydınlık, 16 Temmuz 2013,  “Can çekişen hasta” 
Kaynak Yeniçağ: 
PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (2) 
- Ümit ÖZDAĞ 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-2-27516yy.htm


PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (3) 

Son dönemde güvenlik güçlerine teslim olan PKK’lılardan birinin verdiği ifadeye göre, PKK terörist sayısını artırarak, yeni bir savaşa hazırlanmaktadır. 
Kısa bir süre önce teslim olan S.A. adlı PKK’lı, PKK’nın yemin töreninde konuşan PKK liderlerinden Duran Kalkan’ın “Rojava’yı ele geçirdik. 
Burada askerlerimiz bulunmakta. Buranın kontrolu tamamen bizim elimizde. Geri çekilmek diye bir şey yok. Aksine katılımlar artarak devam ediyor. 
Önder Apo’nun hedefi 20-25 bin asker sayısını 100 bine çıkarmak. Bu sayıya yaklaşıldığında askerler şehirlere inerek halk savaşı başlatacak” dediğini 
açıklamıştır. (4)PKK, eğer; 1) AKP Hükümetinden istediklerini istediği zamanda alamaz ise veya, 2) İstediklerini almasına rağmen daha fazlasını istediği 
için yaşanan süreç bozulur ise diye bir çatışma sürecine yönelik olarak hazırlıklarını son hızı ile sürdürmektedir.  Terör örgütü bu kazanımlar ile yetinmeyecektir. 

Erdoğan’ın 2. Aşamada yapılacak sözü verilen anayasal ve yasal düzenlemeleri siyasi kaygılar ile ertelemesi durumunda PKK, kentlerde sokak gösterileri, 
kırsalda ise terör eylemlerine başlayacaktır. Kış koşulları PKK’nın kapsamlı terör eylemleri yapmasını engellese de burada önemli olan sayı değil psikolojik 
etkidir. Zaman PKK’nın lehine gelişmektedir. PKK kazanımlarını geliştirirken, Türkiye kaybetmektedir. PKK’nın her kazanımı Türkiye’nin kaybı anlamına 
gelmektedir. Tabii ki, Türkiye’nin terörsüz bir ortama ihtiyacı vardır. Türkiye, terör sürecinde binlerce insanının kaybetmiş, yüz milyar TL’ye yakın bir para 
harcamıştır. PKK dışında kimse terörün devamını istemez ve istememektedir. 

Terörün aşılması için iki yöntem vardır. Bunlardan birisi mücadele yöntemidir. 
Türkiye bu yöntemi, 1984’den 2002 sonuna kadar kullanmıştır. Bunun neticesinde PKK,  “bağımsız, birleşik Kürdistan” hedefinden 1999’da Öcalan’ın ifadesi ile  “Üniter-Milli devlet ile sorunumuz yok” noktasına çekilmiştir. Öcalan yakalanmış, PKK terör örgütü Türkiye dışına çıkmış, binlerce mensubu ölmüş, binlerce mensubu PKK’dan ayrılmıştır. Terörle mücadelenin neticesi budur.  2003’den itibaren Türkiye’de terörle mücadele zihniyeti durmuştur. Yapılan hukuki düzenlemeler PKK ile mücadelenin alt yapısını ortadan kaldırmıştır. Bu adımların anlamı ancak 2013 yılında Başbakan yardımcısı Beşir Atalay,  “Açılım aslında AKP’nin programında vardı ve biz iktidara gelir gelmez açılıma başladık”  şeklindeki açıklamasını yapınca anlaşılmıştır.2006’da PKK ile Oslo müzakereleri başlamıştır. 2009’da  müzakereler ve PKK açılımı aleniyet kazanmıştır. Oslo görüşmelerinde PKK’ya hoşgörü ile yaklaşıldığı devlet/hükümet yetkilisi tarafından PKK’lılara ifade edilmiştir. 2013 itibarı ile terörle müzakerenin Türkiye’yi getirdiği nokta budur.Bir devlet, terörü, mücadele dışında bir yol ile aşmayı deneyebilir. Ceza verme hakkından vazgeçebilir. Ancak bunları yaparken, devlet ayağa düşmez, ayağa düşürülmeye izin vermez. 

Bugün Türk devleti Güneydoğu Anadolu’da PKK tarafından ayağa düşürülmektedir. PKK’nın Türk devletini ayağa düşürmesine izin verilmektedir.
Güneydoğu Anadolu’dan şehit haberleri gelmemektedir ancak her geçen gün ülke topraklarının bir bölümü üzerinde bir terör örgütü meşru güç haline 
gelmektedir. Şehit gelmemektedir ancak, devletin yanında eline silah almış insanlar, PKK tarafından infaz edilmektedir. Terör örgütü, AKP Hükümeti 
seyrederken, sözde  “şehitlikler” açmakta, asayiş adını verdiği gruplarla önce Cizre’de sonra diğer ilçe ve illerde yol kontrolları yapmaktadır. 

PKK’lılar yayla şenliklerinde gösteriler yapmakta, belediyeler sanki bir başka ülkenin belediyeleri imiş gibi davranmaktadırlar.Evet, birkaç aydan bu 
yana PKK öldürmeyi durdurduğu için şehit gelmemektedir ancak, uğruna 1071’den bu yana Haçlı Seferleri ile başlayıp, en sonra yine 1918’deki 
Haçlı Seferine kadar ve nihayet 1984’den bu yana on binlerce şehit verdiğimiz ülkemizin bir parçası, ayağımızın altından kaymaktadır. 

Mevcut PKK açılımı politikasının baştan aşağıya tekrar değerlendirilmesinin vakti gelmiştir ve geçmektedir. 


Kaynak Yeniçağ: PKK neler kazandı-Türkiye neler kaybetti? (3) 
Ümit ÖZDAĞ

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-3-27527yy.htm

Kaynak //http://www.gazete2023.com/dusunce-analiz/pkk-neler-kazandi-turkiye-neler-kaybetti-1umit-ozdag-h3569.html
Gazete2023


***

Yunan ordusunun Ege bölgesindeki kır gezisi

Yunan ordusunun Ege bölgesindeki kır gezisi


Ümit ÖZDAĞ
02 Aralık 2011
uozdag61@gmail.com 


“John Freedly 1926 yılında New York’ta doğdu. 17 yaşında Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne katıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın son iki senesinde çarpışmalarda yer aldı. 

New York Üniversitesinde fizik doktorasını tamamladı ve doktora sonrası çalışmaları Oxford Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümü’nde gerçekleştirdi.  
1960 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik, astronomi ve bilim tarihi dersleri veriyor. Aynı zamanda New York, Boston, Londra ve Atina’da 
dersler vermektedir. İlk kitabı, Hillary Sumner Boyd’la birlikte 1972’de kaleme aldığı ve 2011’de yeni bir baskısı yapılan Strolling Through İstanbul’dur. 
Freedly, tarih, mimarlık, bilim tarihi, biyografi ve gezi alanlarında 50’den fazla kitap yazmıştır: birçoğu İstanbul ve Türkiye’nin çeşitli bölgeleri üzerinedir.

”Çok ilgi çekici ve dolu dolu yaşanmış bir yaşam öyküsünü anlatan bu satırlar, John Freedly’nin “Troya Savaşı’ndan İstiklal Harbi’ne Anadolu’da Yunanlılar” 
adlı Doğan Kitabevi tarafından yayınlanan kitabının arkasındaki tanıtımdan alınmıştır. Kitabın 228. sayfasından itibaren Yunan Ordusu’nun Anadolu harekatını anlatmaya başlıyor. Şimdi Freedly’i dinleyelim:  “1917’de İtilaf devletlerine katılan Yunanistan, Anadolu’nun batısındaki İzmir’i ve hinterlandını talep etti. 
Talep edilen topraklar, odak noktası İzmir Körfezi olan ve Ayvalık Körfezi’nden Menderes Irmağı deltasına kadar uzanan büyük bir yaydan oluşuyordu.” ... “
14 Mayıs 1919’da Yunan, Fransız ve İngiliz gemilerinden oluşan bir donanma İzmir’e ulaştı ve Yunan 1. Tümeni dahil askerlerini karaya çıkarmaya başladı. (...) 

Gün boyunca çıkan çatışmalarda 300 ila 400 Türk ve 2 si Yunan askeri 100 Rum öldü.” ...  “Bu arada sayısı 120.000’e ulaşmış olan Yunan ordusu hiçbir 
direnişle karşılaşmadan içerilere yürüdü ve yaz ortasında Anadolu’nun iç kesiminde Menderes Vadisine, kuzey de İonya kıyısında Ayvalık’a kadar yürüdü.
” Freedly’nin kitabı böyle devam ediyor. Yunan ordusunun Anadolu macerasını ve büyük kaçışını anlatıyor.Oysa inkılap tarihi doktorası yapmış AKP Ordu 
milletvekili İhsan Şener, “Belki bunlar tartışılacak ama mesela Yunan tarihinde bir Ege Savaşı yok. Bunu biliyor musunuz? Yunan tarihinde Ege’de Türklerle 
bir savaş yok. Bizim tarihimizin en önemli savaşlarından biri Yunanlılara karşı verilmiş olan savaştır. Biz milli güvenlik akademisinde oralardaki şehitlikleri 
dolaştık. Bütün şehitlikler temsilî. Bunlar çok önemli, anlayış olarak bir yere gelmek istiyorum. Burada Ankara Hükümetinin meşruiyetiyle bazı şeyler yapılmış süreç içinde bazı şeyler” diyerek, şehitlerimizi dahi inkar edebiliyor. Freedly’nin ve binlerce belgenin ve şahidin ortaya koyduğu belgeler, Yunan ordusunun Ege harekatı yok diyebilen İhsan Şener’in doğru söylemediğini gösteriyor. 

Yukarıda anılan yerler Ege mi değil, yoksa Yunan ordusunun Ege’de yaptığı piknik mi? 

Şener, John Freedly’nin tarihimize gösterdiği saygıyı göstermiyor, onun kadar Türk olamıyor. Bir TBMM üyesinin böyle bir duruşu hem de parlamento çatısı 
altında hem de bir komisyon çalışması sırasında kayıtlara girecek şekilde ifade etmesi ve hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi inanılır gibi bir husus değildir.

TBMM Başkanlığının İstiklal Savaşı’nı yapan bir BMM’nin manevi şahsiyetine hakaretten ötürü soruşturma açması gerekmektedir. Keza AKP Genel Merkezi’nin de bu milletvekilinin savunmasını istemesi en normalidir. AKP sıralarında da dedeleri İstiklal Savaşı şehidi ve gazisi olanlar vardır. Şener savunmasını verdikten sonra onu ihraç eder mi etmez mi bu AKP’nin kararını vereceği bir husustur. Ancak olayın akşamı bir AKP’li bakan ile Şener’in anlattıklarını konuştuğum zaman bana söylediği şey, “Peki, Polatlı’ya kadar gelen ordu ne ordusuymuş?” oldu. Bu sorunun cevabını vermesi gereken “şehitliklerimize hayali” diyerek, şehitlerin bile varlığını inkar eden İhsan Şener’dir.Şener bilmelidir ki, ben kişisel olarak şehitlerimizden, gazilerimizden, TBMM’den ve Türk Ordusu’nda açık bir şekilde özür dileyene kadar bu meseleyi gündemde tutacağım. 

Kaynak Yeniçağ: Yunan ordusunun Ege bölgesindeki kır gezisi - 

Ümit ÖZDAĞ 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yunan-ordusunun-ege-bolgesindeki-kir-gezisi-20723yy.htm


*****

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,



Çipras'ın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Gözde Kılıç Yaşın  
04 Şubat 2019  

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.

       Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve 
Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın, 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye iki günlük bir ziyaret gerçekleştireceği bildirildi. Yunanistan Hükümet Dimitris Canakopoulos, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine, Türkiye'yi ziyaret edeceğini söyledi. Erdoğan ve Çipras son olarak Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak üzere bulundukları ABD'nin New York kentinde, 25 Eylül'de bir araya gelmişlerdi. 
5 Şubat Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Çipras, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı ve akşam yemeği gerçekleştirecek. 

Çipras, Çarşamba günü ise Fener Rum Patriği Bartholomeos'u ve Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nu ziyaret edecek. Böylece Çipras, Ruhban Okulu'nu ziyaret eden ilk Yunan Başbakanı olacak.

‘ÇİPRAS'IN PATRİKHANE ZİYARETİ ABD'NİN HOŞ TUTULMASI AÇISINDAN ÖNEMLİ'

Çipras'ın Salı ve Çarşamba günleri gerçekleştireceği Türkiye ziyaretini, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik'e değerlendirdi. Yaşın'a göre, Çipras, Türkiye'ye ‘siyasi hayatının en zorlayıcı günlerini atlatmanın rahatlığıyla' geliyor:

"Çipras, Makedonya isim anlaşmasını meclise getirme ve parlamento oylamasında da sonuca ulaşmada büyük kararlılık göstermişti. 

Anlaşmanın meclise gelmesinden önce bozulan koalisyon nedeniyle yeniden güven oylamasına giderken, güvenoyu alamasa bile görevine devam edeceğini, 
Avrupa'da böyle 12 hükümet olduğunu, söz verdiği kritik girişimleri gerçekleştirene kadar da seçime gitmeyeceğini söylemişti. Bunların bir kısmının Türkiye'yi de ilgilendiren hususlar olma ihtimalini dikkate almalıyız. Yunanistan Anayasası'nda din ve devlet işlerini tam ve kesin biçimde birbirinden ayıran önemli değişikliklere giriştiğini, değişimi Yunan Kilisesi'nin onayladığını ve desteklediğini biliyoruz. Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesi, Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlılığa işaret eder ve değişiklik bu maddeyi de kapsıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos kendisinin görüşü alınmadan, haber bile verilmeden hazırlanan taslağa sert tepki vermişti. Ziyaretin ikinci gününde Çipras Rum Patriği ile görüşecek, gelişinin bir nedeninin Fener Rum Patrikhanesi'nin Yunanistan'daki mal varlığı ve Yunan kilisesi üzerindeki hükümranlığı konusunda güvence vermek olduğunu düşünebiliriz. Patrikhanenin Yunan kamuoyunu anayasa değişikliği hakkında etkileyebileceğini düşünmüyorum, Yunan Kilisesi daha etkili. Ama hem duyulan saygı, tarihi köklere verilen önem hem de Fener'in hamiliğini üstlenen ABD'nin hoş tutulması açısından bu ziyaret önemli. Çipras'ın ateist olduğunu defaatle açıkladığına göre ziyaret de siyasi bir ziyaret olacaktır" 
değerlendirmesinde bulundu.

‘PATRİKHANE MESELESİ TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASINI DA ETKİLİYOR, GÖRÜŞMEDE GÜNDEME GELEBİLİR'

Yaşın "Patrikhane meselesi, Makedonya Ortodoks Kilisesi'nin durumunu da kapsıyor. Zira Makedonya Ortodoks Kilisesi, Sırp Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydı 
ama sonra bağımsızlığını ilan etti ama kendi bağlı bulunduğu kilise bu bağımsızlığı tanımadığı için statüsü 60 yıldır —doğru tabir bu olmasa da- belirsiz/boşta kaldı. Şimdilerdeyse, Ukrayna Kilisesi'ni kendine bağlamakla Rus Patrikhanesi ve ona bağlı tüm diğer kiliselerle köprüleri atan Fener Rum Patriği'nin Makedonya Kilisesi'ni de kendine bağlayarak Makedonya'nın yeni kimlik serüvenine ‘katkı' sağlaması bekleniyor. Nitekim Patrik Bartholomeos, 
Sırp kilisesinden önce zaten Fener'e bağlı olduğu yönünde bir açıklama yaparak konuya bakışını göstermişti. Ama Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca 
Türkiye, Patrikhane'nin Türkiye'de yaşayan Rumların dini inançlarını yerine getirmesini sağlayacak bir kurum olarak ülkesinde kalmasına izin vermiş, 
herhangi bir kiliseden farklı olmadığı vurgulanmış ve siyasi tüm yetkilerinden arındırılması hususunda da güvence alınmıştır. Başka ülkelerdeki kiliseleri 
tanımanın bu çerçevenin dışına çıktığı, Türkiye'nin dış politikasındaki önceliklerini etkilediği açık. Ukrayna, kilisesini bağımsız olacak sanırken Türkiye'den 
sürece sessiz kalmasını rica ettiğini Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından anlıyoruz. —Gerçi şimdi o da kilise mensupları da bağımsız olmadıklarını 
Fener'e bağlandıklarını anladılar.- Çipras'ın Erdoğan'la yapacağı görüşmede bu hususun da yer alma ihtimalini dikkate alabiliriz. Pekâlâ, Yunanistan açısından 
da Makedonya'daki bu kilise konusunda bazı hassasiyetler de olabilir. Örneğin Yunanistan'ın varlığı reddedilen Makedon azınlığı, kimliklerini ifade hakkı gibi 
kendi kiliselerinde ibadet hakkından da mahrumlar ve Makedonya'daki kilisenin Fener'e bağlanması söz konusu olacaksa Çipras, Fener Rum Patriği'nden 
Makedon kimliğinin tanımı konusunda Yunan devletinin çıkarları, Prespa Anlaşması'ndan beklentileri ile örtüşen bir takım koşulların getirilmesi rica edilebilir" diye konuştu.

‘ÇİPRAS-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ, YUNANİSTAN'IN KIBRIS KONUSUNDAKİ POZİSYONUNA İLİŞKİN BİLGİ VERECEK'

"Patrikhane ile ilgili bu iki husus dışında görüşmede Kıbrıs, Ege'deki gerilim, Doğu Akdeniz krizi de gelebilir" diyen Yaşın şöyle konuştu:

"Türk Akımı'na bağlanma istekliliğini bildiğimiz Çipras'ın bu konuya değineceğini de düşünüyorum. 

Kıbrıs konusunda son müzakere sürecinde Anastasiadis'in iki devletli çözümü gündeme getirdiğini, Kıbrıs Türklerinin ve KKTC meclisindeki ezici çoğunluğun tercihi de bu yönde olmasına rağmen bu kez KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın, federasyonu gündemde tutmaya çalıştığı, bu tutumunun da KKTC kamuoyunda onun ABD ile bağı olduğu varsayımıyla açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz. Türkiye'nin tutumu da Sayın Çavuşoğlu'nun açıklamaları çerçevesinde iki devletli formül ya da konfederasyon seçeneğinin denenmesi yönündeydi. Bu görüşme Yunanistan'ın pozisyonu hakkında fikir verecektir. Konunun Doğu Akdeniz kriziyle zorunlu bağlantılandırıldığı dönemin artık geçtiğini düşünüyorum. Rum tarafı da makul bir anlaşmayla iki devletli formül noktasına yaklaştıysa doğalgaz konusu Kıbrıs konusunun dışında şekillenebilir. 

Kaldı ki bugün de zaten aslında olan bu. Kıbrıs sorunu çözümünün aciliyet gerekçesiyle zorlanacağı zemin, Doğu Akdeniz'deki oldu bittilerle aşılmış oldu. Burada Türkiye, Lübnan ve Suriye'nin dahil olmadığı —Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa'ya ulaştırılması konusunda- bir forum oluşturuldu 
ama sonraki katılımlara da kapı açık bırakıldı. 

Görüşmede gündeme gelebileceğini düşünebiliriz ama Türkiye'nin bu konudaki tüm kıyıdaş ülkelerin uzlaşısı sağlanarak deniz yetki alanları paylaşımı yapılabileceği, kendi kıta sahanlığı üzerindeki hak ve yetkilerini çiğnetmeme tutumundan geri adım atma ihtimali olmadığını belirtelim. Bahsekonu, EastMed hattının da Türkiye'nin kıta sahanlığı üzerinden geçirilmek istendiği, Türkiye'nin tüm bu oldu bittilere kendi kıta sahanlığı ve KKTC'nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) tanıdığı arama ve sondaj izinleri çerçevesinde KKTC'ye ait bölgelerde sondaja başladığı, Şubat Ayı itibariyle Türkiye karasularını aşarak daha geniş alanda sondaja başlayacağı biliniyor. Görüşmede tarafların kendi pozisyonunu koruyacağını ama iletişim kanalının açık tutulması bakımından da görüşmenin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ege adalarının iskan ve işgali konusunda da taraflar geri adım atmayacaktır, konunun kendileri açısından önemi vurgulanacaktır."

‘LİDERLER, SEÇİM ÖNCESİ GERÇEKLEŞECEK GÖRÜŞMEDE KARŞI TARAFI ZOR DURUMA DÜŞÜRMEMEYE DİKKAT EDECEKTİR'

"FETÖ'cü askerler konusunun artık daha fazla gündem maddesi olacağını düşünmüyorum. Yunanistan bu konuda sonuna kadar diretti… Türkiye aleyhine 
çalışan teröristler için hala daha Yunanistan sığınmak için ilk akla gelen yer. Trump'ın Doğu Akdeniz'de ABD çıkarları için Yunanistan'ın çok önemli görevler 
üstlendiği söyleminin tam ne anlama geldiği, Yunan hava savunma sistemlerinin hangi düşmana karşı ABD tarafından güçlendirildiği de herhalde bu görüşmenin konusu olmayacaktır. Seçim zamanlarında taraflar karşı tarafı güç duruma düşürmeyecek tutum sergilemeye dikkat ederler. Türkiye'deki yerel seçimler devletler arası görüşmelerin konusu/gerekçesi olur mu bilmiyorum ama Çipras'ın da Mayıs ayında erken seçime gitme ihtimali var, gerginlik daha radikal milliyetçi partilerin şu an, —Makedonya isim anlaşması nedeniyle - artmakta olan kamuoyu desteğini biraz daha körükleyebilir. İki liderin samimiyeti ölçüsünde bu konuda destek imasında bulunulabileceğini düşünebiliriz. 

Bu, Türkiye'yi hedef alan söylemler anlamına gelir. Çünkü Yunanistan'da Türkiye'ye kafa tutan güçlü görünür ve bu oy getirir" diye ekledi.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/cipras-in-turkiye-ziyaretindeki-hedefleri

***

2 Temmuz 2019 Salı

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 15 - Türk olmanın faydasını görmek!..

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 15 - Türk olmanın faydasını görmek!..


Türk olmanın faydasını görmek!..
26 Nisan 2017
ÜMİT ZiLELİ.,


Adam, AKP'nin Çorum eski milletvekili... Isminin başında başka bir sıfat yazmadığı, "eski milletvekili" ile yetindiği için ben de, bu muhteremi böyle anacağım. 
Bu eski milletvekili, okullarda okutulan "Andımız" kaldırılınca pek bi sevinmiş, etrafa gülücük saçan mesajlar çekmeye başlamış... 
Facebook'ta bu eski milletvekilini takip eden bir yurttaş da dayanmamış bir mesaj atmış:

-Neyi vardı Andımız'ı da kaldırdılar. Varlığım Türk varlığına armağan olsun...
Eski milletvekili muhterem pek celallenmiş, "Sen Türk müsün, yoksa kendini Türk zannedenlerden misin, hiç araştırdın mı bilmiyorum. Fakat ben seni 
ırkından dolayı değil, bildiğim kadarıyla iyi bir Müslüman olduğun için, Allah rızası için sevdim" diye yüklendikten sonra, kendince taşı gediğine koyuvermiş:
-Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim... Yine de bugüne kadar varlığını benim varlığıma armağan edenlere teşekkür ederim!.."
Ne kadar esprili değil mi?.. Yetinmemiş, bir de akıl vermiş o müthiş, o zeka dolu espri yeteneğiyle:

-Ayrıca, Andımız'ı evden çıkmadan okuyabilirsin, sıkıntı yok!..

Gördüğünüz gibi, eski ya da yeni fark etmiyor; bunların tümünde aynı yetenek, aynı entelektüel birikim, aynı espri dehası fazlasıyla mevcut... 
Ancak bi şeye fena halde takıldım:
-Türklüğün, ne gibi faydasını görecekti acaba?.
Inşaat ya da asfalt ihalesi değil ki bu...

Küllerinden doğmak

Bir üst kimlik... Fransız Devrimi'nden itibaren, ulusal devletlerini kuran ve "milletleşen" topluluklar, devletlerinin isimleriyle anılmaya başladılar. 
Ingiliz, Fransız, Ispanyol, Alman, Rus gibi...
Osmanlı'da "millet" deyimi, gerçek bir milleti değil, ümmeti temsil ediyordu. Osmanlı'dan son ayrılan millet, Türklerdi. Başlangıçta devleti kuran, ancak 
yüzyıllardır o devletin yönetiminden uzaklaştırılan, Türklükle hiç ilgisi kalmamış yönetici sınıfın ve de ulemanın, "Etrak-ı bi idrak" yani "geri zekalı" diye 
aşağıladığı, ancak savaşlarda ya da angarya işlerde akla gelen Türk milletinden söz ediyorum!..
Türkler, yıkılan Osmanlı Devleti'nin küllerinden, tarihin emperyal devletlere karşı ilk kurtuluş savaşını kazanarak doğdular. Kendi ulus devletlerini kurdular. 
Adını da, yüzlerce yıldır Batılıların, Anadolu için kullandıkları sözcüğe "Cumhuriyet" sıfatını ekleyerek koydular:

-Türkiye Cumhuriyeti!..

Türk kimliğinin azılı düşmanları.,

Türklük aynı zamanda bir aidiyet duygusudur...
Hangi kökenden gelirse gelsin, hangi dine ya da mezhebe mensup olursa olsun, nüfus kağıdında "Türk" yazan, kendini "Türk" olarak tanımlayan herkes 
Türk'tür... Büyük devrimci, işte bu tanımdan yola çıkarak, bugün her yerden silmeye çalıştıkları o özdeyişi, kulluktan yurttaşlığa geçirdiği Türk milletine 
armağan etmişti:

-Ne mutlu Türk'üm diyene!

Andımız'ı ve bu özdeyişi "ırkçı" olarak niteleyen ümmetçiler ve neo liberal artıklar, ya Türkçe bilmiyorlar ya da cumhuriyete duydukları nefret ve önyargı, 
gözlerini, akıllarını kör etmiş durumda!.. Irkçı söyleme göre, Mustafa Kemal Atatürk'ün o müthiş söylemi şu şekilde olmalıydı:

-Ne mutlu Türk olana!..

1950'lerden itibaren, yurttaş bilincinin erozyona uğratılması, büyük gerileme ve son dönemin "Sünni devlet" yaratma çabaları tabii ki "Türk" kimliğinin, 
milletin ve milliyetçiliğin azılı düşmanı olacaktı; tersi olsaydı, eşyanın tabiatına aykırı olurdu!..
Tüm bu nedenlerle, eski AKP milletvekili muhteremin "Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim" lafı sonuna kadar doğrudur... 
Hiç kuşkunuz olmasın; alınıp satılır bir nesne olsaydı, anında nakite çevrilebilir rant aracı olsaydı, önce bu muhteremler sahip çıkarlardı...
O nedenle, bu memleket, büyük şair Nazım'ın "Kuvayı Milliye Destanı"nda dediği gibi, "Dörtnala gelip uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı 
gibi uzanan bu memleket bizim" diyenlerin, ateşi ve ihaneti görenlerin, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayanlarındır...
Işte o nedenle, o aidiyete gururla sahip çıkanların haykırışı sürekli çınlar gökkubbede:

-NE MUTLU TÜRK'ÜM DIYENE...

http://www.gunlukkoseyazilari.com/sozcu-umit-zileli-26-nisan-2017-turk-olmanin-faydasini-gormek/315212



***

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 14 _ Sadece Bademler Büyüdü…

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 14 _ Sadece Bademler Büyüdü…



Sadece Bademler Büyüdü…
26 NİSAN 2017
Rifat Serdaroğlu.,

Başbakan Erdoğan, “Türkiye 11 yılda çok büyüdü, adeta rekor kırdı” diye konuştu.
Demokratik ülkelerde büyüme deyince, toplumun her kesiminin sağlıklı ve uygar ölçülerde büyümesi anlaşılır. Toplumun bir kesimi olağanüstü büyürken, 
diğer kesimler yerinde sayıyor veya küçülüyorlarsa buna sağlıklı büyüme denemez. Çarpık bir büyüme, zaman içinde toplumu kargaşaya iter.
Böyle toplumlarda sosyal barışı korumak ve sürdürmek mümkün olmaz.

Türkiye’nin büyümesinden kim ne pay almış;

*Emeklinin durumu 11 yıl önceye göre daha mı iyi?
*Çiftçi-Köylü huzur içinde mi?
*Esnaf mutlu mu? Sattığının yerine yenisini koyabiliyor mu?
*Memur ve çalışanların ekonomik durumunda “gerçek iyileşme” var mı?
*Sanayiciler yeni yatırımlar yapabiliyorlar mı?
*İhracatın İthalatı karşılama oranı yükseliyor mu?
*Gençlerde işsizlik oranı geçmiş senelere göre düşüyor mu?
*Türkiye’nin dış borcu, milli gelirinin %50’sini geçti.
Gelecek 10 yıl, geçmiş 10 yıl kadar cari açık verilirse dış borcun, milli gelire oranı %100’ü geçecektir. Bu iyi mi?
(Fazla rakam vermedim. Çünkü Bademlerin kafası rakamlara basmıyor!)
Keşke bu soruların yanıtları olumlu olsaydı. Ama ülke gerçekleri buna izin vermiyor. Toplumun dar gelirli kısmının işleri her gün daha da kötüye gidiyor.
Buna en güzel örnek Pazartesi günkü gazetelerde çıkan bir haber idi;
2002 yılında yani AKP’nin iktidar olduğu yıl Türkiye’deki tüm icra dairelerindeki dosya sayısı; 8 Milyon 613 Bin 759 adet idi.
2012 yılında bu sayı; 19 Milyon 98 Bin 705 adet olmuş!
11 yılda artan dosya sayısı yaklaşık 11 Milyon adet.
Adalet Bakanı Türk Milleti ile alay edercesine dosya sayısındaki artışın, ekonomik büyümeden kaynaklandığını söylüyor!

Değerli Okurlar;

Kötü niyetli birkaç kişiden başka, hiç kimse borcunu ödeyememek gibi bir utanca düşmek istemez. Hele İcra Dairelerine düşüp, maaşına-evine haciz 
gelmesini istemez. Gerçeği görmek istiyorsanız, lütfen en yakınınızdaki bir köye gidip, muhtarını ziyaret ediniz. Muhtarların büroları icra kâğıtları ile 
dopdolu durumdadır. Her icra kâğıdı, o eve düşen ateş gibidir.

İşleri tıkırında olanlar, Erdoğan Ailesi- Yakınları- AKP Müteahhitleri ve İşadamları, kısacası badem takımıdır. Yedikçe semiriyorlar, semirdikçe daha 
fazla yemek istiyorlar. Gözlerini para-mal hırsı bürümüş.
Kaçak gecekondudan Dolmabahçe Sarayına geldiler, yetmedi. Şimdi de İstanbul Çengelköy’de 60.000 metre kare alana sahip Sultan Vahdettin Sarayına 
göz diktiler. Yakında orası da yetmez, adında “Saray” geçen her yere el koyarlar.
Bademler büyümeye devam ediyorlar. Göbekleri-metresleri-cipleri de onlarla beraber büyüyor.

Fakat bunlardan Türk Milletine fayda gelmez. Çünkü bunlar “Acı Bademdirler.”
Bunlardan olsa-olsa “Badem Yağı” olur. O yağı da garibanlara değil, Araplara sürerler. Arap yağı bol bulunca…

http://www.bandirmamanset.com/kose-yazilari/sadece_bademler_buyudu-2318.html

******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 13 _ İslam’la Kavga.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 13 _ İslam’la Kavga.,


İslam’la Kavga.,
26 NİSAN 2017
Yılmaz Yunak.,

Bir insan ateist olabilir mi?
Böyle bir hakkı var mı?

Ahmet’in veya Mehmet’in söylediklerine bakarak bu sorulara cevap vermek, İslami açıdan objektif bir tutum olmaz.
Buna Kuran karar vermelidir.

Kuran’ı etraflıca okuduğunuzda, ateistlere karşı herhangi bir eleştiri getirmediğini, bunu konu bile etmediğini görürsünüz.
Kuran’ın kavgası, din ile kavgadır; şirk dini ile kavga.

Ve bu kavgada bile demokratik davranır Kuran:
Sizin dininiz size, benim dinim bana! (Kâfirûn, 6)

Kuran’ın, tebliğ ile görevlendirdiği Elçisi’ne (O’na selam olsun) uyarısına bakın:

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!” (Yunus, 99)
Daha ne söylemesini bekliyordunuz?

*** *** ***
Hal böyle iken, özellikle son günlerde, saçma sapan hadislerle muta nikahı üzerinden İslam’la kavgayı körüklemek isteyenlere dostça bir uyarıdır bu çalışma.
Ulusal Kanal, artık Türkiye’nin en çok izlediği kanallardan biri olmuştur.
Aydınlık yüzbinlere hitap eden bir gazete haline gelmiştir.
Son kamuoyu araştırmaları, İşçi Partisi’nin 1 milyon oya dayandığını göstermektedir.
Aileleriyle birlikte milyonlarca kişiye ulaşan bu dev atılımın zirvede olduğu günlerde, İslam ile kavga etmek, saçma sapan, uydurma hadislerden yola çıkarak 
müminleri rencide etmek kime ne kazandırır!
Bir araştırma yapılsa, bu milyonlarca kişiden kaçı İslam’la kavga etmekten yanadır; hem de o klasik söylemle, birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olunan 
bu günlerde…
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu olumsuz şartlarda, İslam’la kavga ederek müminleri küstürmek kimin işine yarar!
Zamanı mıdır bu ayrıştırmanın şimdi!

*** *** ***
Aslında, günümüzde İslam’la kavganın baş aktörü AKP’dir.
Türkiye’nin içinde yuvarlanıp durduğu çamur deryası bunun en önemli kanıtıdır.
İnsanlar aç kalmakta, açıkta kalmakta, işsiz dolaşmaktadır.
Vatan bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Şerefli Komutanlar hapislere atılmakta, Türk Ordusu hadım edilmekte, vatanseverler zindanlara tıkılmaktadır. Çağdaşlaşma ve aydınlanma adına ne varsa  üzerine gidilmekte, özgürlükler bir bir yok edilmektedir.
Türkiye, gâvurlarla birlikte Müslüman ülkelere adeta savaş ilan etmiştir.
AKP, emperyalizmin güdümünde, tüm dostlarıyla kavgalı hale gelmiş; Müslüman Libya’nın mahvedilişine fiilen ortak olmuş, Müslüman Suriye’de iç savaş 
çıkmasında aktif rol almış, Müslüman Irak’ın yerle bir edilişinde Amerikan askerlerine duacı olmuştur.
Bu anlatılanlar, İslam’la fiilen kavga etmenin an açık göstergeleridir.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde yapılması gereken şey, İslam’ın ne kadar kötü olduğunu anlatmak değil; Müslüman sandıkları için AKP’ye oy verenlerin 
bu gerçekleri görebilmesini sağlamaktadır.
Bu fakir, bu sütunda bunu yapmaya çalışmaktadır.

*** *** ***
Bu fakir, yaşamının büyük bölümünü, müminlerle sosyalistleri aynı safta görmek için harcamıştır.
Böyle yapmıştır, çünkü Kuran’ın sosyalizmi önerdiğine inanmaktadır.
Bunun kanıtları olduğunu sandığı ayetleri bu sütunda okuyucularla buluşturmuş; her iki sistemin ekonomik görüşünün de neredeyse birbirinin kopyası 
olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Bu fakir yanılıyor olabilir; ama bugünün şartları, bu iki kesimin asgari müştereklerde birleşerek vatan hainlerine, emperyalizme, kapitalizme birlikte 
karşı koymalarını gerektirmektedir.
Bu ülkenin tamamına yakını Müslümandır.
Bu çoğunluğun düzenli olarak namaz kılmaması, onların Müslüman olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu insanların tamamı, Allah’a ve onun muazzez 
Elçisi’ne saygı duymaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu çoğunluğun Allah ile kandırılarak (Fâtır, 5) neredeyse vatanına ve milletine ihanet çizgisine sürüklenmiş 
olmasıdır.
Böyle bir ortamda, hem de durup dururken İslam’la kavga kime ne kazandıracaktır!
Atatürk’ün dediği gibi, din lüzumlu bir müessesedir ve dinsiz milletlerin mahvolması kaçınılmazdır.
Özellikle bu günlerde İslam’la kavga, bu kitleleri AKP’nin kucağına atmaktan başka bir işe yaramaz.
Herkesin şapkasına önüne koyarak düşünmesi, derin derin düşünmesi gereken günleri yaşıyoruz.
Vatanımız, hiçbir zaman, tarihinin hiçbir döneminde müminlerle sosyalistlerin birliğine bu denli ihtiyaç duymamıştır.
Müslümanların tam da sosyalizme sempati duymaya başladıkları, temel meselelerde birbirlerinin görüşlerine iltifat etmeye başladıkları bu günlerde 
herkesin daha dikkatli olması gerekmez mi?
İslam’la kavga etmenin sırası mıdır şimdi!
Bu, kime ne kazandırır!
Gün, Türktür-Kürttür, Alevidir-Sünnidir, Müslümandır-ateisttir demeden, Ay Yıldızlı Kutsal Bayrak altında birleşip vatan savunması yapmak günüdür; 
Vatan’ın bizden beklediği budur; birbirimizin gözünü oymamız değil!
Allah’a emanet olun…

https://www.ulusal.com.tr/islamla-kavga-makale,1622.html

******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 12 - Bir Garip ülke.

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 12 - Bir Garip ülke.



Bir Garip ülke.
26 NİSAN 2017
Savaş Süzal.,

Açılım, açılım deniyor, açılan, cüzdanlar. Geçenlerde, “Freedom House” (Özgürlükler Evi) denilen düşünce üreten kurum, dünyadaki internet özgürlüğünü değerlendiren bir rapor yayınladı. Maşallah, bu kez yerimizi korumuş,  “Kısmen Özgür” ülkeler arasında kalmışız. Ama internet özgürlüğü alanında, Vietnam, Etiyopya (yani eski Habeşistan), Brezilya gibi 30 ülkeyle birlikte bayağı gerideyiz. 

Raporu okurken, Bekir Coşkun’un, “Virüs” adlı yazısı gözümün önüne geldi. Yazıda, yaygın kullanılan Facebook’ta tezgahlanan oyunlar anlatılıyor. Coşkun, 
Tayyip Erdoğan için Facebook’ta açılan sayfada, beğenme işaretine basmadan otomatik olarak beğendi kaydı yapıldığını, silinmesine rağmen, beğeninin 
geri geldiğini anlatıyor. Tabii adamlar haklı. O kadar beğendiniz ki, 10 yıldır sırtta sopa, habire oy veriyorsunuz. Yazar, bu durumun Türkiye’de internet 
üzerinden yapılan seçimleri de tartışılır hale getirdiğini vurguluyor. 
Rapora gelince, AKP iktidarının internetteki marifetleri sıralanmış. Fazıl Say’ın, internetteki yazdıkları için mahkum edilmesi. 

Gezi Parkı eylemcilerinin İnternet ve sosyal medya üzerinden yargıya taşınması. 
Bir çok siteye erişimin hükümet tarafından engellenmesi. 

Rapor 2011 yılında kurulan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun, (BTK) internet sansürünü uygulayıp, denetlediğine işaret ediyor. 
Daha çok şey var ama ben de bıktım bunları işe yaramadan sizlere yazmayı.
Yalnız o mu? Türk siyaseti de aklımı karıştırıyor.  Meydanlarda, bebek katilini asmak için ip atıp, Türk’üm bile diyemeyen adama, “Ne mutlu Türk’üm” 
andıyla seslenmek. Sanırsınız, kişi utanacak ve ikna olacak. Sanırsınız, muhalefet yapılıyor. Ama gördük ki, iktidar ne zaman sıkıntıya düşse, destek, 
koştura koştura geliyor. Cumhurbaşkanı seçiminde, anayasa oylaması, komşu Suriye’ye asker gönderme ve bir dizi başka olay.
Seçim için hazırlanılıyor. Suriye oylaması öncesi, Genel Başkan Yardımcıları, aleyhte oy kullanmadan söz ederken, toptan destek oyu çıkıyor. 
Bu gençlik, 1980 öncesi gençlikten farklı. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, 1980 öncesi kafada değil. Farklı. Ve bu farkı, ne yazık ki, AKP fark etti. 
Fark etti ve korktu. Ama bu gençlikle özdeşleşemeyen muhalefet, sınıfta kaldı. Ve seçime gidiyor. Hem de Türk’üm, doğruyum, çalışkanım bile diyemeyen bir iktidara karşı.  
Seçim kampanyası, bağırmak, Meclis Grup kürsüsünde eleştiri yapmak değil. Gençlik, sizden fikir, plan, proje bekliyor. İktidar, yeteri kadar laf 
salatasıyla, işleri yutuyor. Ama bu yeni gençlikten, en fazla onlar korkuyor. Bu yeni gençlik, sizlerle birlik olmak istiyor, ama ne yazık ki sizde hayat yok. 
Bir başka muhalefet partisi, yaşamı skandallarla dolu açığı bulunan bir kişiyi kadrolarına katıyor. Götürüsü, getirisinden fazla siyasetçiyi. 
Anayasa komisyonunda, milletvekilleri birbirinin gırtlağında. Atatürk’ün partisi Atatürk’e ihanet ediyor. Onun tarafından adı konan yerlerin adını 
değiştirmeyi önererek.  
Sizler bu potansiyelle seçime gidecekseniz, gitmeyin. Her gün yeni bir konu atıp, sizleri meşgul eden siyasetçi, en kötü haliyle bu durumdaki 
sizlerden daha fazla oy alır. En kötü tek başına iktidar olmasa bile birinci parti çıkar ve koalisyon ortağı PKK ile hükümet kurar. Belki de muhalefet 
bu kadar eleştirdiği partiyle kendisi koalisyona gider. 
Geçen hafta mecburi askerliğin kaldırılması konuşuldu. Bence Türk Silahlı Kuvvetleri tamamen kaldırılsın ve görevleri polis teşkilatına verilsin. 
Jandarma kıyafeti modacılar tarafından tasarlanıyormuş. Aynı THY personelinin kıyafetleri gibi tatsız tuzsuz bir şeyler çıkar. Oysa askeri kıyafetler 
ihtiyaca göre düzenlenir. Demek ki ihtiyaç kalmadı. 
Geride kalıp siyasete bel bağlayan askerler de emniyet genel müdürlüğü bünyesinde Emniyet müdürü veya komiser falan gibi unvanlar verilerek 
durum kapatılır. 

Zaten Polise Asker Rütbeleri verildi. 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-garip-ulke-28402yy.htm

******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 11 _ Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 11 _ Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?



Türbana Özgürlük mü, Başı Açık Yasağı mı?
26 NİSAN 2017
Ali Sirmen.,

Başbakan’ın açıkladığı sözde demokrasi paketinde, getirilen yeniliklerden biri de kamuda da dinsel simgelerin alenen kullanılabilme serbestliği oldu.
Belirtmek gerekir ki, yıllar boyu fırtınalar koparan tartışma başörtüsünün siyasal bir simge olarak kamu alanına sokulması ile başlamıştır.
Yoksa başörtüsü, başörtüsü olarak kaldıkça herhangi bir gerginliğe yol açmamıştır.
Laiklik karşıtlarının çarpıtarak, ama ustaca kullandıkları türban tartışmasının doğurduğu krizi laik kesim iyi yönetemediğinden, asıl sorunun, herkesin 
dilediği kıyafeti seçerken kamu alanında, dinsel bir simge haline getirilmiş olan türbanın örtünmeyenler üzerinde baskı oluşturmasının engellenmesi 
olduğu, anlatılamamıştır.
Bundan yüzyıl önce Müslüman kadınların örtünmeden sokağa çıkmaları yasaktı.
Osmanlı’nın son yıllarında, savaş döneminde, kadınlara başlarını örtmeden sokağa çıkma özgürlüğü verildi. Ama o özgürlüğü kullanabilmek de gerçekten 
yürek isterdi.
Tabii o yıllarda Osmanlı’da rüzgârlar, bu dönemdeki TC’dekinden çok daha başka yönlerden esmekteydi. Konservatuvarlar açılıyor, Robert College’de kadın 
erkek birlikte gidilebilen çay partileri düzenleniyor, kadın çalışma taburları kuruluyor, erkeklerin birden fazla eş alabilmeleri, birinci eşin yazılı iznine bağlı 
kılınıyordu.

İşte öyle bir ortamda serbesti geldi, örtünmeme konusunda.

***
Aradan hemen hemen yüzyıl geçtikten sonra, demokrasi paketi çerçevesinde türbana özgürlük adı altında başı açık gezme yasağı fiilen geri döndürülmektedir..

Amaç, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop’un da açıkça belirttiği gibi, türbanı ilkokula kadar indirmek, tümüyle kapalı bir topluma ulaşmaktır. 
Bu amaca karşı çıkmaya çalışanların, uyulması yasa emri olan Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda hareket ederlerken nelere maruz bırakıldıklarını 
göz önünde bulundurunca, bundan sonra daha nelerle karşılaşabileceklerini düşlemek zor değil.
Prof. Esat Rennan Pekünlü’nün kamu alanında dinsel bir obje olan türbanı teşhir etmeyi üniversitelerde yasaklayan Anayasa Mahkemesi kararına uyulmasını 
sağlamaya teşebbüs ettiği için 2 yıl 1 aylık cezasını çekmek üzere hapishane kapısında gün saymakta olduğunu unutmayalım.
Laik demokratik rejimlerde, devlet yalnızca bütün inançlar karşısında tarafsız kalıp hepsine aynı uzaklıkta durmakla yetinmez; inanç özgürlüğünün alanını da 
temizlemeye koyulur. Yoksa mahalle baskısı veya bürokrasiden, iktidardan gelecek herhangi bir baskı, inanç özgürlüğünün yolunu tıkar, kullanılmasını engeller.
Yalnızca başı açık sokağa çıkmanın resmen yasak olduğu rejimlerde değil, aynı zamanda başı açık gezmenin resmen yasak olmayıp fiilen imkânsız olduğu 
toplumlarda da demokrasi yoktur.

***
Siz şimdi, AKP iktidarının özgürlüklerin ve özellikle başı açık gezebilme özgürlüğünün alanını temizleyeceğini, mahalle baskısı veya herhangi bir başka 
baskıyı engellemek üzere kolları sıvayabileceğine inanıyor musunuz?
Tabii ki böyle bir şey mümkün değil.

Bu ortamda üniversitede de, lisede de, ilkokulda da herhangi bir yerde de başı açık gezme cüretini zaman içinde kimse gösteremeyecektir.
Bırakın özgürlüğün alanını temizlemek üzere baskıları engellemeyi, tüm okulları imam hatipleştirmek, Diyanet’ten taşınan kadrolarla tedrisatı dinsel eğitim 
çatısı altında birleştirmek için elinden geleni ardına koymayan bu iktidar döneminde, başı örtülü olmayan biri devlette veya AKP’li belediyelerden birinde 
iş bulabilir mi? Daha önce nasılsa istihdam edilmişler, terfi edebilir, işlerini koruyabilirler mi?

Türban tartışmasının özüne şimdi geliyoruz.

Mesele salt türban takmak serbestliği değil, aynı zamanda başı açık gezebilmek özgürlüğüdür.

Türban serbestliği diye takdim edilen ise aslında fiilen başı açık gezme yasağıdır.
Yüzyılda nereden nereye geldik.

https://t24.com.tr/haber/yeni-sbsye-seri-numarali-guvenlik,243067


******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 10 _ TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 10 _ TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...



TSK’da ‘Çevik er ’ dönemi...
26 NİSAN 2017
Ahmet Takan.,


Ellerini verdiler gövdelerini kurtaramadılar!..    Eli kanlı katiller ve sivil uzantıları Erdoğan’ın paketini yerden yere vuruyor. Tehdit üzerine bin tehdit 
savuruyorlar.. Gezi’ye arslan kesilenler PKK’ya miyavlayamıyorlar bile..
İstihbarat birimlerinden devamlı vahim raporlar geliyor. Hepsi sumen altı edilip kamuoyundan gizleniyor.

Recep Erdoğan’ın paketinin üstüne iki istihbarat raporu konuldu;
Birincisi; Süreç boyunca terör örgütünün içerideki militan sayısı iki katına çıktı.
İkincisi; Paket Kandil’i memnun etmedi. Örgüt demokratikleşme paketinde istediklerini alamadı. Asıl amaç Öcalan’ın ev hapsine çıkmasıydı. Terör örgütü, 
aralarında İzmir, İstanbul ve Ankara’nın da bulunduğu metropol illerde her an canlı bomba eylemi düzenleyebilir. Ancak bölücü terör örgütü bu eylemi 
üstlenmeyecek. Her zamanki gibi münferit olay olduğunu PKK’yı bağlamadığını ama PKK’lı biri tarafından yapıldığını söyleyecek. (Kadın canlı bomba olma 
ihtimali yüksek.)

Eylemin nasıl olacağı da tarif ediliyor; intihar eylemcisi gelecek “Apo’ya özgürlük” diye bağırarak kendini patlatacak.
Taşlar bağlanmış, itler sokaklarda cirit atıyor.
Hortlayan Sevr gereği terhis edilen ve bölücü terörle mücadeleden geri çekilen TSK’daki son durumu biliyor musunuz?..

Terör bölgesinde PKK’ya karşı kahramanca mücadele eden ve üstün başarı sağlayan genç subayların önemli bir bölümü büyük illere çekildi. Bu kahramanlara verilen yeni görev ise birliklerde erlere polis-çevik kuvvet eğitimi vermek. Kahpe çetesini leş yığınına çeviren kahramanlar, şimdi ellerinde kalkanlarla temsili sivil düşmanlara karşı “hayt, huyt” diye bağırarak, iki ileri bir geri nümayişi bastırma eğitimi veriyor.

Yalım’dan “özel” sorular

Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, Askerlik süresinin kısaltılması ile ilgili önemli bir değerlendirme yaptı. 
Yalım’ın açıklamasındaki zamanlamalara dikkatinizi çekmek isterim;
 “Osmanlı’dan günümüze kadar askerlik hizmet süreleri incelendiğinde, Savaş dönemlerinde askerlik süresinin uzatıldığı, barış dönemlerinde ise azaltıldığı 
görülmektedir. Zaman içerisinde farklı uygulamalara da rastlanmaktadır. 1970 yılında askerlik hizmet süresi 24 aydan 20 aya düşürülmüş ve bu süre tam 
15 yıl uygulanmıştır. 1984 yılında PKK terörünün başlaması ile birlikte, teröristler üç beş çapulcu olarak değerlendirilmiş ve 1985 yılında askerlik hizmet 
süresi 20 aydan 18 aya indirilmiştir. Askerlik süresinin indirilmesinden sonra terör eylemleri giderek artmaya başlamış ve teröristler sivil vatandaşlarımızı 
da öldürmeye başlamıştır. 1990 yılından sonra PKK terör örgütünün zaman zaman ilan ettiği ateşkes ile bir rehavet dönemine girilmiş ve askeri 
operasyonlar asgari düzeye indirilmiştir. 1992 yılında askerlik hizmeti 18 aydan 15 aya indirilmiştir. PKK terör örgütünün, 24 Mayıs 1993’te Bingöl’de 
silahsız ve savunmasız 33 erimizi hunharca şehit etmesinden sonra Aralık 1993’den itibaren terhisler önce dört ay daha sonrada 3 ay süre ile 
durdurulmuştur. 6 Ocak 1995 tarihinde askerlik hizmeti yeniden 15 aydan 18 aya çıkarılmıştır. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte 15 Temmuz 2003’te 
askerlik hizmet süresi 18 aydan 15 aya indirilmiştir. 1985 yılından itibaren askerlik hizmet süresinin düşürülmesi sonrasında, PKK terör örgütü kendisini 
toparlamış ve daha güçlü hale gelerek büyük çaplı terör eylemleri yapmıştır.” 
Ümit Yalım, Bakanlar Kurulu’na verilen askerlik kısaltma yetkisinin yalnız barış dönemi ile sınırlı olduğuna dikkat çekiyor:

“Halihazırda, Ege Denizi ve Akdeniz’de, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait 16 ada ve 1 kayalık, Yunanistan’ın fiili işgali altındadır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
de Akdeniz’de 7 bin kilometrekare Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölgemizi işgal etmiştir. Vatan toprakları işgal altındayken, AKP Hükümeti’nin 
askerlik süresini 12 aya düşürmesi kanunen mümkün değildir. Ayrıca Suriye tezkeresi çıkarıldıktan birkaç gün sonra, askerlik süresinin kısaltılması 
konusunun gündeme gelmesi tam bir çelişkidir. Hem ülkemiz yakın bir tehdit altında diyerek tezkere çıkaracaksınız hem de askerlik süresini kısaltacaksınız. 
AKP Hükümeti milletimizle dalga mı geçiyor? İsmet Yılmaz, Suriye tezkeresi için Meclis’ten destek istedikten birkaç gün sonra da askerliğin 12 aya 
indirilmesini istiyor. 

Yılmaz, hangi kurumun başında Bakanlık yaptığının farkında mı?..

Askerliğin 12 aya indirilmesi için, Genelkurmay Başkanlığı’nın da AKP hükümeti ile mutabakata varmasını anlamak mümkün değildir. 

Necdet Özel, 

Ege Ordusu Komutanı olduğu dönemde, Yunan helikopterlerinin adalarımıza asker taşımasını ve hudut ihlalini Genelkurmay’a rapor etmiyor, Genelkurmay 
Başkanı olduktan sonra Yunanistan Kıbrıs Dairesi’ni lağv ediyor, GES Komutanlığı’nı MİT’e devrediyor, şimdi de askerliği 12 aya indirmek için AKP Hükümeti ile mutabık kalıyor. 

Vatan toprakları işgal altındayken, Necdet Özel ne yaptığının farkında mı?”

http://www.gunlukkoseyazilari.com


******