4 Mayıs 2015 Pazartesi

Sen Kimsin Yahu



Sen Kimsin Yahu





Rifat SERDAROĞLU
iletisim1@kemalistler.org
Tarih: 03-02-2015 09:46


TRT’ye (Tayyip Radyo Televizyonuna) çıktı. Maaşlı elemanlar karşısına “Sebilhane Bardağı” gibi dizildi!
Çanak sorular soruldu, çömlekler paramparça oldu!
Ekonomi uzmanları saçlarını yoldular! Anayasa Hukukçuları, başlarını duvarlara vurdular! Edebiyat Öğretmenleri bu üslup karşısında küçük dillerini 
yuttular ve amaniiin bu ne terbiyesizlik, dediler!
Tüm bu ilginçliklere rağmen programın izlenme oranı total izleyicide ilk 100’e giremedi. AB grubunda ise, 2,31’ lik izlenme oranıyla 52. Sırada yer 
alabildi. Tekrarı yayınlanan “Bu Tarz Benim” adlı ucube program bile 47. Sırada yer alarak Cumhurbaşkanı Recep’in izlenme oranını geçti! 
(Medyafaresi.com)

Cumhurun Başı Recep’in ölümden fazla korktuğu tek şey, unutulmak-izlenmemek-dinlenmemektir.
Çok sinirlendi. Kırşehir Mitingine gitti. 222.707 nüfuslu Kırşehir’de 7-8 bin kişi küçücük meydanı doldurmuştu. Teşkilat, bedava otobüslerle insan 
taşıdı.
Tüm Devlet memurları meydana götürüldü. Aksaray-Kırıkkale-Yozgat-Nevşehir illerinden çoğu sivil olmak üzere polisler getirildi. TV kameraları, 
geniş açıyla 7-8 bin kişilik meydanı, 100 bin kişi gibi göstermeye gayret ettiler.
Meydanda bedava yiyecek-içecek-şapka-şemsiye vardı ama coşku yoktu.
Millet senelerdir aynı şeyleri dinlemekten bıkmıştı artık!
(Paralel paralel paralelli, taralel taralel taralelli!)

Cumhurun Başı Recep, konuşmasında TÜSİAD’ı yine yerden yere vurdu,
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği üyelerinin tümüne hakaret etti!
Onlara “Sen Kimsin Yahu” diye posta attı, yok saydı…

Geçen hafta “TÜSİAD’DA PROFESYONEL YÖNETİCİ DEVRİ” diye bir yazı yazıp, TÜSİAD’ın korkaklığını, suskunluğunu eleştirmiştim. 
Geçmişte TÜSİAD’ da yöneticilik yapmış üç arkadaşım aradı. Söyledikleri özetle şunlardı;
“Tamam geçmişte ülke meselelerine karşı daha duyarlıydık, uyarı görevimizi yerine getiriyorduk ama ? siyasetçiler demokrat insanlardı. 
Şimdi öyle mi? 
Korkuyoruz, çünkü kim konuşursa kapısına ya vergi denetçileri ya da polis dayanıyor, baksana bize resmen hakaret ediliyor…”

İşte TÜSİAD, SENDİKALAR ve benzeri Sivil Toplum Kuruluşları ile anlaşamadığımız konu tam da bu!
Sizler korkuyorsanız, hakkınızı aramaktan çekiniyorsanız, uğradığınız haksızlık ve yasa dışı uygulamalar karşısında feryadınız cihanı titretmiyorsa, 
sizler bugüne razısınız demektir. Sadece bu kadar da değil, yarın servetlerinizi yönetecek evlatlarınızın da Mollaların karşısında baş eğmelerini 
bugünden kabullenmiş olacaksınız.

Sizlere, yasa dışı işler yapın, vurun-kırın diyen yok. Dediğimiz, istediğimiz “Demokratik tepkinizi göstermekten çekinmeyin. 
Bilginizle, görgünüzle size hakaret eden siyasetçilere demokratik yollardan hadlerini bildirin, onlara üslubunuzla edep dersi verin.” 
İşte yapacağınız bu kadar basittir…

Ben üç gündür TÜSİAD’ dan bir yanıt, bir kamuoyunu bilgilendirme toplantısı bekledim. Göremedim. 
Hâlbuki şöyle bir açıklama yapılsa, herkes biraz olsun hizaya gelmez miydi?
“Türk Milletine saygıyla duyurulur;
Sayın Cumhurbaşkanı, her zaman olduğu gibi, eski başkanımızın konuşmasını çarpıtarak tüm TÜSİAD üyelerine hakarete devam etmiştir.
Derneğimize “Sen Kimsin Yahu” diyerek, bizi tanımadığını ifade etmiştir.
Bu konuda yasal haklarımızı arayacağımızın bilinmesi gerekir.

Kendimizi tanıtalım;

Biz TÜSİAD olarak,

-Geçen yıl TÜSİAD üyelerinin yarattığı katma değer, Türkiye’de kamu dışında yaratılan katma değerin yaklaşık YARISINA denk gelmektedir.
-Enerji ithalatının dışarıda bırakılması durumunda, TÜSİAD üye kuruluşları toplam dış ticaretimizin %80’ini gerçekleştirmektedirler.
-Kayıtlı istihdam sektöründe tarım ve kamu dışı kayıtlı çalışanların yaklaşık %50’si TÜSİAD üyeleri tarafından çalıştırılmaktadır.
İşte biz buyuz. Peki, bize ‘Sen Kimsin Yahu” diyenlere şunları sormak hakkımız değil mi?
‘Siz kimsiniz? Bu devlete şimdiye kadar kaç para vergi verdiniz? Yanınızda bir tane olsun insan çalıştırdınız mı? Bir kuruşluk ihracat yaptınız mı?
Servetinizin kaynağını bizler gibi açıklayabilir misiniz?
Bağımsız bir kuruluşa (ücreti tarafımızdan ödenmek üzere) sizin ve aile yakınlarınızın son 10 senede edindiğiniz servetin incelenmesine onay
verir misiniz? Sizin belirleyeceğiniz TÜSİAD Üyesi kendisinin incelenmesi için gönüllü olacaktır!
Ülkeyi yönetenler, kendi ülkesinin sermaye grubuna böyle davranırsa, uluslararası sermayeye nasıl güven verecekler?
Demokratik bir Cumhuriyette Anayasa ve Yasaların güvencesinde yaşadığımızı düşünüyoruz! 
Anayasa ve Yasalar başta ülkeyi yönetenleri olmak üzere, hepimizi bağlar. Makamlara saygılıyız, ama kimse bizden biat beklemesin.
Ne Mutlu Türküm Diyene…”
Türk Sanayici ve İş adamları Derneği…

Herkes aklını başına almalıdır. Bilmiyorsanız, bilene soracaksınız…
Demokrasi varsa, TÜSİAD var!
Lâik Cumhuriyet varsa, Sivil Toplum Kuruluşları var!
Hukuk Devleti varsa, özgürlük var!
Sosyal Devlet varsa, İş Barışı var!
Atatürk İlkeleri varsa, Çağdaşlık ve Medeniyet var!
Türk Milleti varsa, Birlik Beraberlik İçinde Kalkınma ve Zenginleşme var!

Bunlar olmazsa;

-Faşist Tek Adam Yönetimi olur!
-El Kaide - El Nusra - El Şabab -IŞİD ve Ortaçağ karanlığı olur!
-Bölünme olur, vatan elden gider!

Tercih Türk Milletinin! Herkes kendine sormalı;
Ben kimim?  Dedelerimiz niçin şehit olmayı göze alıp bu cennet vatanı bizlere armağan ettiler? Biz çocuklarımıza nasıl bir vatan bırakacağız?

Sağlık ve başarı dileklerimle 03 Şubat 2015

http://www.kemalistler.org/yazarlar/rifat-serdaroglu/sen-kimsin-yahu/765/

..



3 Mayıs 2015 Pazar

Milli Mücadele Döneminde Yeşil Ordu Efsanesi





Milli Mücadele Döneminde Yeşil Ordu Efsanesi.,


Dr. M. Galip Baysan,

Sovyetlerle ilişkilerin kurulması ile birlikte Anadolu’da bir Bolşeviklik modası başladı ve kısa süre içinde açık ve gizli sosyalist partiler kuruldu. 1920 Mayıs ayı ile 1921 Ocak ayı arasında Yeşil Ordu Cemiyeti, Halk Zümresi, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, (Resmi ve gizli) Türkiye Komünist Fırkası adlarını taşıyan sol örgütler kurulmuş ve faaliyette bulunmuşlardır.(1) O dönemdeki Bolşevizm ile ilgili faaliyetlerin nedenini Fahrettin Altay (Paşa)’nın anılarından bir bölüm naklederek açıklamak istiyoruz.
Ankara’dan gelen haberlerden bir yeşil ordu havadisi yayıldı, bize gelen Albay (Kasap) Osman Bey’in flamasının yeşil-kırmızı oluşu dikkatimizi çektiyse de pek üzerinde durmadım, şimdiki haberler Ankara’da bir İslam Bolşevik idare kurulacağı şeklindeydi, yeşil renk İslamlığı kırmızı renk de Bolşevikliği gösteriyordu. 
Resmi bir tebliğ almadığımız ve (daha çok) karşımızdaki düşmanla meşgul olduğumuz için bu söylentilere fazla kıymet vermemiştim. Eylül ayının sonlarına doğru Çerkez Ethem’in kardeşi Saruhan Mebusu Reşit Bey’den şöyle bir mektup aldım:
Fahrettin Beyefendiye;
Bilmem ki Bolşevik olacak mısınız? Olmazsanız bile herhalde bir Bolşevik gazetesi olan Yeni Dünya’nın intişarını(yayınını) temin için abone olarak muavenetinizi ( yardımcı olmanızı, kolaylık göstermenizi) istirham ederim efendim”.(2)

 “Garp Cephesinin Kütahya’nın güneyinde kalan kısmı ayrılarak Cenup Cephesi adıyla ikinci bir cephe kumandanlığı teşkil edilince kumandalığına Refet (Bele) Bey tayin olundu. Refet Bey de karargâhını Konya’da kurdu. Uşak karşısındaki İslam köy’de bulunduğum sıralarda bir alay süvari ve kurmay Yüzbaşı İzzet Bey’le (Aksalur) yanımıza gelen Refet Beyin de flamasının yeşil ve kırmızı renkte oluşu dikkatimi çekti. Kolordu Karargâhı binasına girerken kapıdaki flamamızın “Kırmızı ve Beyaz” oluşunu kendisine göstererek:
- Kusura bakmayınız, bu yeşil-kırmızı rengi Osman Bey’in flamasında da görmüştüm, ast’ım olduğu için aldırmadım. Fakat siz üst’ümün de bu renkleri taşıdığını görünce artık benim flamamın da rengini değiştirmem zaruri oldu…”
Benim bu sözlerim üzerine Refet Bey, hemen elini omuzuma koyarak:
-  Sakın yapma, seninki doğrudur, bizimkiler muvakkattir( geçicidir) cevabını verdi. O vakit Yeşil Ordu hikâyesinin iç yüzünü anlamış oldum“.(3)
Bir başka kurmay subayın anıları da şöyledir: “Bu Yeşil orduya, daha Bursa’da iken ne olduğunu bilmeden ben de girmiştim. Kafkasya’da bulunan Enver Paşa’nın kurduğu ve Bolşeviklerin desteklediği bir teşebbüs olduğu fikrinde idim. Açık konuşuyorum. Benim, Milli Mücadele davamızın yüzde yüz muvaffak olacağı hakkında kanaatim yoktu, bu mücadeleyi yapmak gerekti. Bu tıpkı yüzde yüz ölüme mahkûm bir hastanın yüzde yirmilik bir kurtuluş ihtimali ile operasyon masasına yatmaya razı olması gibi bir şeydi. 
Sonuna kadar dövüşecektik. Düşman, bütün Anadolu’yu işgal edecek olursa ve bütün vuruşmalarda ölmeyip sağ kalacak olursak Kafkaslara kadar çarpışa çarpışa çekilecektir. Türk Müslüman efsanesindeki Kızıl Elma belki de bu idi. Oralara kadar çekildikten sonra ise Yeşil ordu ile işbirliği etmek zaruri olacaktı. İtiraf edeyim ki bu bizim için geride bir destek kuvveti idi. Yalnız benim değil, birçoklarının (görüşü buydu). Lakin şimdi Yeşil Orducular, milis ordusu kurulması davasını ortaya attılar. Bu hiç hoşuma gitmiyordu”.(4) Tıpkı diğer subaylar gibi.
1920 yılının Eylül ayında (11 Eylül) Meclis asker kaçaklarını önlemek ve bütün yurtta yasaların hâkimiyetini sağlamak amacıyla bir kanun çıkardı. Firariler hakkındaki bu kanunun hükümlerine göre İstiklal Mahkemeleri kuruldu.(5) Fransız İhtilal Mahkemelerinden esinlenerek kurulan İstiklal Mahkemeleri Türk Tarihinin önemli bir bölümüne damgasını vurmuş ancak kesin olarak “Yasaların Hâkimiyetini” sağlamayı başarmış olan bir kurumdur.
Mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin kendi üyeleri arasından ve ekseriyetle seçtiği üç kişiden teşekkül ediyor, seçilenler içlerinden birini başkan yapıyorlardı. Yasa gereği Meclis Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır’da birer İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı ve mahkemeler bir ay geçmeden çalışmaya başladılar.(6)
Bursa ve Balıkesir’in kaybedilmesiyle birlikte Ethem ve kardeşlerinin şöhret ve etkinlikleri yeniden arttı. Bununla birlikte düzenli ordunun, zorunlu askerlik sistemiyle oluşturulan kıtaların artık bir iş göremeyeceği tabur, alay ve tümenlerin kaldırılması gerektiği savunularak, maaşlı asker; yani “Çetecilik” usulünün uygulanması gerektiği şeklinde yapılmakta olan propagandalar hızlandırıldı.
1920 yılı Eylül ayında Milletvekili Hacı Şükrü (Yeşil Ordu Üyesi) tarafından Meclise verilen bir önergedeki görüşe göre; her şey ulusal kuvvetlerden beklenmeli, bunun için ordu, küçük ve milli kuvvet müfrezeleri çağındaki birliklerden oluşmuş bir milis ordusu biçiminde kurulmalıydı. Öyle bir ordu ki, generalleri az olacak ve rütbeler bulunmayacaktı(7) (Hacı Şükrü Bey uzun süre Aydın Cephesinde Kuvayı Milliye komutanı olarak görev yapmıştı.)(8)
Muntazam ordunun kurulması kararı alındıktan sonra Meclis, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin idaresindeki kuvvetleri, devletin ancak jandarma kadrolarında barındırmak çaresini bulabildi. Bunlar seyyar jandarma vazifesini görmek üzere meydana getirilmiş kuvvetler olacak, böylece hem şimdiki maaşlarını almaya devam edebilecekler ve icabı halinde cephede de görev yapabileceklerdi. Bu jandarma kuvvetleri ülkenin değişik yerlerine asayiş ve inzibat işleri için sevk edilebilirlerdi. Esasen son zamanlarda bu gibi işlerde başarılı olmuşlardı ve böylece mevcut statülerine yasal bir biçim verilmiş olacaktı.(9)
Meclis bu görüşünde oldukça samimiydi ve “Jandarma” tabiri yerine kanun metninde “Seyyar Kuvvetler” deyimini tercih etti ve daha yasa çıkmadan önce Ethem Bey’in kuvvetleri “Seyyar Kuvvetler” adı ile anılmaya başlandı.(10)  Ethem ve kardeşleri “Yeşil ordu” ve Bolşeviklerin “askeri güç”’ünü oluşturdukları ve ülkede en büyük güç oldukları iddiasıyla komutanların güdümüne girmek istemiyor, sorun üzerine sorun yaratıyorlardı. Özellikle subaylara karşı davranışları rahatsızlık verici bir hal alıyordu. Askerler de mevcut çetelerin yasa dışı, keyfi davranışlarına alet olmak istemiyorlardı.
Mustafa Kemal gerekli gördüğü anda Bolşeviklik ve Yeşil Ordu karşısında harekete geçmekte tereddüt etmemiştir. Bunun en belirgin örneği Yeşil ordu’nun sol kanadının üyesi olan “Nazım Bey Olayı”dır. Nazım Bey, 4 eylül 1920’de 89’a karşı 98 oyla İçişleri Bakanı olarak seçilince, Mustafa Kemal, Meclis ve Bakanlar Kurulu Başkanı olarak kendisini ziyaret etmek isteyen Nazım Bey’i kabul etmedi, yabancı çevrelerle ilişki kurmakla suçladı. Nazım Bey görevden çekildi ve Bakanların seçimi konusunda Meclis Başkanı’nın önerilerinin dikkate alınmasını kabul eden bir yasa çıkarıldı ve Yeşil ordu dağıtıldı.(11)
DİPNOTLAR:
(1) Mete Tuncay, Türkiye’de Sol Akımlar, s.130-152 (Bilgi Yyaınları, Ankara-1978) Uğur Mumcu: Kazım Karabekir Anlatıyor, s.12-19 (Tekin Yayınevi-İstanbul-1990); D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi-2, s.555-632 (İsrtanbul-1974); H. Edip, a.g.e., s.128-130; Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, s.342
(2) F. Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, s.276, 277
(3) Aynı eser, s.282
(4) R. Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.212; Garp cephesi Nasıl Kuruldu, s.159 
(5) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.41-42; Kılıç Ali, İstiklal Mahkemeleri Hatıraları, s.5-7 (Sel yayınları, İstanbul-1955)
(6) E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s.44-48;
(7) Celal Erikan, 100 Soruda Kurtuluş Savaşımızın Tarihi, s.42 (Gerçek yayınevi-1971); Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.13 (Sel Yayınları, İstanbul-1955)
(8) İzzet Öztoprak, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.268 
(9) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.17, 18 (Detaylı bilgi için ayrıca bknz. Cemal Şener, Çerkez Ethem Olayı (Okan Yayınları, İstanbul-1984)
(10) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.18
(11) J. Glasneck, K. Atatürk, s.130; Geoffrey Lewis, Modern Turkey, s.78

Dr. M. Galip Baysan

http://www.turkcelil.com/?p=87426



KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN RAUF DENKTAŞ ONUR GÜNÜ TOPLANTISI




KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ  
CUMHURBAŞKANI
SAYIN RAUF DENKTAŞ
ONUR GÜNÜ TOPLANTISI


Yer: İstanbul Sepetçiler Kasrı - 13 Nisan 2005
Bilim Araştırma Vakfı ve Milli Değerleri Koruma Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan Türk İslam Birliği Dergisi Özel Sayısı Toplantısına KKTC Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf Denktaş katılmışlardır.



Toplantıya Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının, akademisyenlerimizin, sivil toplum kuruluşu başkanlarının, gazeteci ve yazarların yoğun katılımı olmuştur. Toplantıya katılanlar arasında; 









Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Recai Kutan, İstanbul Vali Yardımcısı Mustafa Kemal Keskin, Bilim Araştırma Vakfı Başkanı Tarkan Yavaş, Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Altuğ Berker,Vakit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Sami Özey, Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Necdet Kutsal, Sağlık eski bakanı Halil Şıvgın, Ortadoğu Gazetesi İmtiyaz Sahibi Zeki Saraçoğlu, Adalet Eski Bakanı İsmail Müftüoğlu, Önce Vatan Gazetesi İmtiyaz Sahibi Abdullah Akosman, Devlet Eski Bakanı Nurhan Tekinel, Türkiye Gazetesi yazarı Rahim Er, Genpa Yönetim Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem, Prof. Dr. Cahit Babuna, Prof. Dr. Cemal Anadol, DSP eski milletvekili Edip Özgenç, Emekli Kurmay Albay İlhan Çiloğlu, Ortadoğu Gazetesi yazarı Süleyman Doğan, Emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale, Milli Gazete yazarı Afet Ilgaz, Prof. Dr. Ömer Aksu, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal, Önce Vatan gazetesi yazarı Levon Panos Dabagyan, Güven Haraketi Başkanı Samim Uygun, Müsiad Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Cevahir, Prof. Dr. Nejat Diyerbekirli, Ortadoğu Gazetesi yazarı Kenan Akın, AK Parti Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, Sağlık Eski Bakanı Cengiz Gökçek, Bağcılar Belediye Başkan vekili Lokman Çağırıcı, Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Öztürk, Rusya Federasyonu İstanbul Konsolosu Vladimir Krugliyakov, Kazakistan konsolosu Raşit Osakbayev bulundu. 


Toplantıdan önce bir mehteran gösterisi düzenlendi ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili bir fotoğraf sergisi gezildi. 

Toplantıya işlerinin yoğunluğundan dolayı katılamayıp telgraf ile mesaj gönderen Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan tüm katılımcılara sevgi ve selamlarını sundu. Telgraf gönderen diğer kişiler arasında, Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, Devlet Bakanı Ali Babacan, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş, Sayıştay Başkanı Sayın Mehmet Damar, TOBB Başkanı Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu, BBP Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Necmettin Erbakan, DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan ve DYP Yönetimi vardı. 


Toplantıda Türk İslam Birliği ile milli davamız Kıbrıs hakkında bir multivizyon gösterisi yapıldı. Ardından söz alan konuşmacılar şunlar oldu:

Sayın Rauf Denktaş (KKTC Cumhurbaşkanımız)
Sayın Tarkan Yavaş (Bilim Araştırma Vakfı Başkanı)
Sayın Altuğ Berker (Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı)
Yakan Cumalıoğlu (Kıbrıs Türk Milli Komitesi Başkanı)

Konuşmacıların ardından kokteyl ve katılanlara plaketlerinin sunulduğu plaket töreni düzenlenerek toplantıya son verildi.
BAV Başkanı Tarkan Yavaş Sayın Rauf Denktaş’a bir onur ödülü plaketi takdim etti. Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Altuğ Berker de Sayın Cumhurbaşkanına özel bir yaka rozeti taktılar. 

Kıbrıs Milli Komitesi Başkanı Sayın Yakan Cumalioğlu da BAV’ın Kıbrıs’ımıza yaptığı hizmetlerden dolayı BAV Başkanı Sayın Tarkan Yavaş’a bir teşekkür plaketi takdim ettiler.


KONUŞMACILAR

Tarkan Yavaş (Bilim Araştırma Vakfı Başkanı): 
KKTC Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın haklı mücadelesini örnek alıyoruz ve bu davayı devam ettireceğimize söz veriyoruz. Tüm sorunlarımız ancak milli birlik ve beraberlik içinde aşılacaktır. Bunun için karşılıklı sevgi ve hoşgörü içinde olmamız gerekir. Son günlerden ülkemizde meydana getirilen suni kavgalara kapılmadan, bunları hoşgörüyle hızlıca geçerek asıl olan milli birlik ve beraberliği tesis etmek gerektiğini bilmek gerekir. Bu sayede Türk milletini değil tüm dünyayı ilgilendiren bir konudur. Türk İslam dünyasında Türkiye olarak öncülük yaparsak 21. yüzyıldan yepyeni bir medeniyetin oluşmasına vesile oluruz. Bugün mirascısı olduğumuz Osmanlı imparatorluğu bunu tarihte somut olarak yapmış büyük bir imparatorluktur. Mirasçısı olarak bizler ehil ve layığız. Türk milleti olarak bunu bir üstünlük değil bunu bur hizmet aşkı olarak görüşüyoruz. Cezayir Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalar da bunu teyit etmiştir. O konuşmalar boşuna değildir. Kazakistan cumhurbaşkanının Orta Asya Birliği oluşturmak istemesi tesadüf ve boşuna değildir. Bu dünyadaki sürecin sonucudur. Bu bir tercih değil, zorunluluktur. Dünyadaki gelişmeler bizi buna zorlamaktadır. Türk İslam birliği bir araya geldiğinde KKTC’nin sorunları diye bir şey kalmayacaktır. Türkmenler, Çerkezler, Kafkasya Türkleri ve bütün Türk İslam dünyası farklı cephelerde mücadele vermektedir. Bunun ortak çözüm noktası birlik ve beraberliktir.
Biz tarihimizde hoşgörü birlik ve beraberlik ve dayanışma içinde yaşamız bir toplum olarak bu birliği kurabiliriz, kurmalıyız da. Bu gün hepimiz Papanın ölümüne şahit olduk. Naşın önünde 3 ABD Başkanının birlikte dua ettiğini görüyoruz, bu boşuna değildir, batı Hıristiyan topluluğunun bir birliktelik görüntüsüdür. Bu bir güç temsilidir. Aynı şeyi bizimde yapmamız, aynı fotoğrafı bizim de vermemiz gerekir.

Türk İslam Birliği kurulduğunda dünya barışını kuracak bir birlikteliktir. Tüm dünya barışı için bu birlikteliği yapmalıyız, tarihte yaptık, bir kere daha yapaycağız.
Denktaş bu önemli görevde milli beraberliğimiz kurulması için çok önemli bir nokta olarak görüyoruz. Bundan sonraki dönemde de kendisinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Yakan Cumalıoğlu (Kıbrıs Milli Koordinasyon Komitesi Başkanı):
Sayın Cumhurbaşkanım 17 Nisan 2005 sonrası yeni bir başlangıç olacaktır. Yalnız değilsiniz. Türklüğünü hisseden vatan evlatları daima yanınızda olacaktır. Kazanız mübarek olsun. 3 senedir BAV Kıbrıs milli davamıza çok duyarlı bir yaklaşım sergilemiştir, örnek olacak bir davranış. Bir takım kurumlarımızın hadiseyi yozlaştırma noktasındaki hareketleri yanında bav istikrarlı bir çalışma yapmıştır. Bugün huzurunuzda BAV’ın Sayın Yönetimine nacizane plaketi sunmak istiyorum.
Altuğ Berker (Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı):
Denktaş’ın yarım yüzyıldır verdiği haklı mücadelesini anıtlaştırmak için özel sayı tertip ettik. Türk İslam Birliği dergisinin bu isimde olmasının nedeni Osmanlı coğrafyasında yüzlerce yıldır birlikte yaşamış olan Türk İslam topluluklarının tekrar bir birliktelik sağlaması amacıyla konmuştur. Bu köklü çözüm olacaktır. Türkiye’mizin ve Kıbrıs’ımızın da karşısında bulunan birçok soruna köklü ve kalıcı çözüm olacaktır. Birlik ruhu oluşmuş Türk devletleri ve İslam ülkelerinin KKTC’yi tanımaları ve ekonomik işbirlikleri sayesinde Kıbrıs’ımıza dayatılan sorunlar kendiliğinden çözülecektir. AB ve Türk İslam dünyası arasındaki ilişkileri düzenlemek gibi büyük bir misyon Türkiye üzerinde olacak, Türkiye bölgesinde ve dünyada büyük bir devlet halini alacaktır. Barış ve adalet içinde bunu sürdürmüş olan Osmanlı mirasçısı Türkiye dünya siyasetini yönlendirici olacaktır. Bu misyon yeni düzenin gelmesine vesile olacaktır. 150 yıldır dünyaya hakim olan materyalist zihniyetin getirdiği savaş ve yıkımlar son bulacak ve Türk İslam medeniyetinin getirdiği barış dostluk ortamı meydana gelecektir. Buna vesile olacak tek ülke Türkiye’dir. Jeopolitik durumu, tarihi misyonu, Osmanlı mirası buna neden olmaktadır. Nasıl ki Türk Milleti 600 yıl boyunca dünyaya adalet barış ve huzur ortamı getiren Osmanlı medeniyetinin kurucusu olduysa, şimdide buna vesile olacak Türk İslam medeniyetinin kurulmasına öncülük edecektir. 21. yüzyıl Türk İslam asrı olacaktır. Buna vesile olmak bizlerin ellerindedir.


















Rauf Denktaş (KKTC Cumhurbaşkanı): 
Genç arkadaşlar, genç başkan, ümit dolu güven dolu sözlerinizi işitmekten memnun oldum, sevindim, gurur duydum. Atatürk’ün size emanet ettiği bu güzel vatanı bölmek için başlatılan büyük bir mücadele var. Siz haklı olarak Türkiye’nin İslam alemini de birleştirici rolünü de üstlenmesini istiyorsunuz. Endişem şu, Türkiye en güçlü ve en haklı olduğu davadan Kıbrıs davasından gerilerse, biz, Türki Cumhuriyetler Türkiye’ye nasıl güveneceğiz, nasıl güvenebiliriz. Dolayısıyla Türk İslam sentezi içerisinde Türkiye’nin daha da güçlenmesi tarihi rollerini omuzlayabilmesi için en haklı ve en güçlü olduğu davada Kıbrıs davasında bu hakkı koruyacak güçte olduğunu dünyaya göstermesi gerekir.

Bu bir inanç meselesidir. İnandık, güvendik anavatana ve bekledik. Anavatandan ‘en kötü günlerde yanınızdayız dayanın’ dediler bu bize yeniden can verdi. Bu birlik, et ile tırnak oluş, bizim

gücümüz. Bunu keşfettiler. Bizi sizden sizi bizden ayırmak için yapmadıkları kalmıyor. Kanmayın aldanmayın. Kalp bir, tarih bir, ülkü bir, Atatürk bayrak, Türk bayrağı sancak. Bizi sizden sizi bizden kimse ayıramaz. 

Şimdi Kıbrıs meselesi Denktaş’ın meselesi Mehmet’in Ahmet’in meselesi değil biz millet adına bir davanın vekilliğini yaptık. Barış harekâtı Türk milletinin davasının kurtuluşudur. Kıbrıs Türkü’nün kurtuluşu değil. Türk milletinin davasının kurtuluşudur. Bugün aramızda o günlerin temsilcilerini görüyoruz, gurur duyuyoruz. Bize yeniden doğuş şansı vermiştir. İnsanımız sağlamdır, ümitli yeni bir kurtuluşu beklemektedir. Buraya gelirken dışarıdaki sergiyi gördük, o günleri hatırladık. 
Kıbrıs meselesi sırat köprüsünden geçiyor. Yanlış bir adım her şeyimizi kaybettirebilir. Çünkü Annan planı denilen, ABD İngiliz usulü bir plan hazırlanmıştır. Bu planda KKTC denilen kuruluşun egemenliği yoktur, bağımsızlığı yoktur. Bu plan altında Türkiye adadan çıkarılmıştır. Müdahale hakkı yoktur. Dolayısıyla biz yine kesilmeye başlarsak uzaktan bakıp vah vah diyeceksiniz ama gelemeyeceksiniz. Burası Türk adasıdır. Burada uluslararası haklar vardır. Türkiye hiçbir şart altında en azından kuzeyden vazgeçemez sözünü dünyaya haykırmak zorundayız. Türkiye’yi adadan çıkarma ABD’nin Avrupa’nın esas planı. Bunu bilerek söylüyorum, arşivlere bakarak söylüyorum. 1964’te ABD’nin Kıbrıs üzerindeki siyasete Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi Türkiye’nin gücendirilmemesi. Onların dediklerini kabul etmedim diye uzlaşmaz olmuşuz. Şereftir şandır benim için. 

Bayrak yırtıldıktan sonra reaksiyon gösterirsek, Kıbrıs gittikten sonra mı reaksiyon göstereceksiniz. Olmaz öyle şey. 
Türk milleti Kıbrıs’tan vazgeçemez. Kıbrıs türkü endişe etmesin. Halkın heyecanı görüyorum. Ama gazetede tek bir satır görmezsiniz. Türk milletinin heyecanının dünyaya duyurmayı gazeteciler yasaklamıştır. 

Görevimiz Kıbrıs’ı bunlara vermemek, güvenimiz Türk ulusudur. Sizsiniz siz gençlersiniz. Dolayısıyla Türk İslam birliği doğru yoldasınız ama Türkiye’ye parçalamak küçültmek isteyenlerin karşında hep birlikte basınımızla da birlikte dikilelim. Buna sahip çıkalım. Bugün Kıbrıs şehitleri gazileriyle kucaklaştım, çok duygulandım, onların heyecanı devam emektedir. Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. 




http://www.bilimarastirmavakfi.org/rd_onur_toplantisi.html

..

KANLI NOEL KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ & TÜRKİYE CUMHURİYETİ KIBRIS SORUNU & AB İLİŞKİLERİ..,



KANLI  NOEL  KUZEY  KIBRIS  TÜRK CUMHURİYETİ &  TÜRKİYE CUMHURİYETİ KIBRIS SORUNU & AB  İLİŞKİLERİ..,






24 ARALIK 1963    Kıbrıs Kanlı Noel Lefkoşa'daki Kumsal bölgesinde Tabib Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürüvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ile Hakan, Rum milliyetçileri tarafından banyo küvetinde öldürüldü.

BUNLARIN HEPSİ UNUTULDU  BU VAHŞET DOLU YILLARIN ARDINDAN SONRA  NEMİ OLDU  HABERİ OKUYUNUZ :

KIBRIS'TA TÜRKLERİN BÜYÜK HATASI

İsrail, Rum ve Araplar’dan sonra Ruslar’ın da adanın kuzeyinde 7 bin hektar toprak satın aldığı ortaya çıktı.

23.12.2014 08:47





https://www.youtube.com/watch?v=DW_PHDgdnNg




KIBRIS HAREKATI AÇIKLAMALAR..

Ruslar sıcak denizlere inmek için KKTC’den toprak alarak ilk adımı attı. İsrail, Rum ve Araplardan sonra harekete geçen Ruslar özellikle Akdeniz’e kıyısı olan Girne, Magosa, Güzelyurt, Karpaz, Tatlısu, Dipkarpaz, Büyükkonuk, Bahçeli, Yenierenköy ve Sadrazamköy bölgelerinde arazi satın alıp ve buralara lüks siteler inşa etmeye başladı.
Vatan'dan Çağdaş Ulus'un haberine göre daha önce İsrail, Rum ve Arapların satın aldığı 4 bin hektar toprağın dışında Rusların da yaklaşık 2 bin 500 futbol sahası büyüklüğünde 7 bin hektar arazi aldığı belirlenirken 17 bin Rus’un satın alınan topraklar için yaklaşık 90 milyon euro ödendiği belirlendi.
25 bin emlak satıldı
Kıbrıs Türk Emlakçılar Birliği’nden (KTEB) alınan bilgiye göre, emlak alanında son yedi yılın en parlak dönemi 2014 yılı olurken, mahkemelik konutlar dışında 6 bin Rus’un, bu yıl içerisinde 25 bin emlak satın aldığı öğrenildi.
Lüks siteler yapıyorlar
KKTC vatandaşı olmayan kişiler, Kuzey Kıbrıs sınırları içinde Bakanlar Kurulu’nun verdiği izinle bir ev, villa, dükkan ya da 1 dönüm araziye sahip olabiliyor. Yasalara göre evli çiftler bir kişi olarak kabul ediliyor. Mülk almak için de oturma iznine gerek yok.

KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın bulunduğu Girne boğaz bölgesinde İsraillilerin 443 paravan şirket kurup 4.5 kilometrekarelik bir alanda arsa satın aldıkları tespit edilmişti.

Vatan

http://haber3.biz/13WUZ1N

KIBRIS'TA 
Kanlı Noel'i 
((( UNUTMA UNUTTURMA )))

''  KIPIRDARLAR İSE  YİNE KIBRIS A GİRERİZ   ''
Osman PAMUKOĞLU @OPAMUKOGLU 


1963 yılının Aralık ayında Kanlı Noel olarak adlandırılan katliamda yitirdiğimiz 364 Kıbrıs Türkünü rahmetle anıyorum 

Tarihler 20 Aralık 1963’ü 21 Aralık 1963 tarihine bağladığında, Kıbrıs’ta eşi benzeri nadir görülebilecek katliamlardan biri başlıyordu. Tarihe ”Kanlı Noel” olarak geçen Rum saldırılarında çok sayıda Türk hayatını kaybederken, birçoğu da yerlerinden, yurtlarından edilmişti.

Saldırılar 20 Aralık 1963 gecesi başlamıştı. Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde evlerine gitmekten olan bir grup Türk'ün otomobillerine açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali adlı iki Türk şehit düştü ve birçoğu da yaralandı.

21 Aralık günü, saldırıyı kınamak için Lefkoşa Türk Lisesi bahçesinde toplanan Türk öğrencileri, EOKA çetesi tarafından kurşunlandı ve Lefkoşa'daki Atatürk büstüne de saldırı düzenlendi. 22 Aralık günü de, Türkiye Büyükelçilik binası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın kontuna ateş açıldı.

Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlayarak ENOSİS'i gerçekleştirmeyi hedefleyen Akritas Planı uygulamaya konulmuştu.

1963 yılı Aralık ayında başlatılan saldırıların ilk hedefi Lefkoşa'ydı. Rumlar, başkente hakim olmakla bütün Kıbrıs'a hakim olacaklarını sanıyorlardı. Bu hedeflerinin önündeki en büyük engel, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Lefkoşa'ya bağlı Küçük Kaymaklı kasabası'ydı. (1960 nüfus sayımına göre kasabada 5.126 Türk, 1.133 Rum yaşıyordu.)

19 Aralık'ta Küçük Kaymaklı çevresine EOKA'cıların çoğalması Türk toplumunda tedirginlik yaratmıştı. Gelişmelerden kuşkulanan Türk Mücahit Teşkilatı, halkı, olası bir saldırıya karşı uyardı.

Rumların, Türkleri EOKA çeteleri eliyle yoketme saldırıları, 22 Aralık günü yoğunlaştı. Makarios'un 22 Aralık günü Garanti Antlaşmaları'nı tanımadığını ilan etmesi, Ada'daki Türkleri yoketme saldırılarının başlama emri olarak algılandı. 23 Aralıkta Rum saldırganların başına EOKA'cı katil Nikos Sampson geçmişti ve Ada'daki Yunan alayı da saldırganlara her türlü desteği veriyordu.

Küçük Kaymaklı'nın dış dünya ile bağlantısı kesilmişti. 24 Aralık günü, Türk direnişçiler, Lefkoşe'de toplu olarak bulunmanın sakıncalı olduğunu görerek, 5.000 Türk'ü Lefkoşe'den daha emin bölgelere taşımaya karar verdiler. 3.000 Türk Hamitköy'e, 2.000 civarında Türk de Lefkoşa'nın emin bölgelerine gönderildi.

Rum çeteleri, kadın-erkek, genç-ihtiyar demeden Türklere karşı vahşice saldırırken; Türkler, Küçük Kaymaklı'da bulunan Rum aileleri de kendi korumaları altında Büyük Kaymaklı'ya göndermişti.

Kaygı verici gelişmeler üzerine Türkiye, 23 Aralık 1963'te İngiltere ve Yunanistan'a, Rum saldırılarının önlenmesi için, birlikte harekete geçilmesini önerdi.

Türkiye'nin girişimi üzerine, 24 Aralık 1963'te Lefkoşa'da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere adına yayınlanan ortak bildiride şöyle deniyordu:

"Türkiye, İngiltere ve Yunanistan hükümetleri Garanti Antlaşmasını imza eden devletler sıfatı ile Kıbrıs Hükümeti ile Türk ve Rum cemaatlerini halihazır karışıklıklara son vermeye müştereken çağırırlar. Üç hükümet, bu gece ateş kesilmesi için uygun bir saatin tespitine ve her iki cemaatten buna riayetini istemeye Kıbrıs Hükümeti'ni davet ederler. Üç hükümet ayrıca hukuk nizamının korunması lüzumunu göz önünde tutarak bugünkü durumu doğuran güçlüklerin haline yardım maksadıyla tavassutta bulunmayı teklif ederler."

Bu çağrıya rağmen çatışmalar durmadı. Rum silahlı güçleri 24 Aralık günü Lefkoşa ve diğer Türk bölgelerine saldırıya devam etti.

24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan gece, Hıristiyan inanışında, Hz. İsa"nın doğum günü sayılıyor. 1963 Noel gecesinde, Hıristiyan dünyası kutlu doğumu kutlamak için şenlik yaparken, Kıbrıs"ta, ENOSİS peşinde koşan EOKA üyesi Rumlar, Kıbrıs Türklerine karşı kanlı saldırılar başlattılar. Salı akşamı Lefkoşe"nin batısındaki Kumsal semtini bastılar. İrfanbey Sokağı 2 numaralı evde oturan Mürüvet Hanım , kapının önündeki Rumca konuşmaları duyar duymaz, üç oğlunu alarak banyoya koştu. Oğullarını küvetin içine doldurdu; sarmaladı, bağrına bastı. O gece evde bulunan ev sahibi Hasan Efendi, eşi Feride Nineyi tuvalete sakladı, kendisi de bir köşeye büzüldü. Feride"nin kızkardeşi Nuvber, beş aylık bebeği Işıl"la banyonun bir köşesine sığındı.

Evdekiler saklanmaya çalışırken kapı kırıldı, Rumlar çocuk, yaşlı, kadın demeden savunmasız insanlara otomatik silahlarla hunharca ateş etmeye başladılar. Banyodaki küvet, ölüm çukuruna döndü.

Ateş altındaki Kumsal semtine yaklaşma imkanı yoktu. Bölgeye ancak iki gün süren çatışmaların ardından ulaşılabildi. 2 numaralı evin kapısından içeri girildiğinde karşılaşılan manzara ürperticiydi: Işıkları yanan bir banyo. Tavandan et parçaları ve kan pıhtıları sarkıyor... Küvetin içinde kanlar içinde kurşunlarla delik deşik edilmiş bir kadın, küçük oğulları Hakan, Kudsi ve Murat'a sarılmış,cansız yatıyordu. Kıbrıs Türk Alayı Binbaşısı Dr. Nihat İlhan'ın ailesi işte böyle katledildi.

Yıllar sonra “Bu katliamı Türk Mukavemet Teşkilatı yaptı” deme cüretini gösterenlere en büyük tepkiyi İlhan göstermişti. Katliamdan sonra bir daha adaya gitmeyen İlhan, Afrika isimli “gazetenin” bu yöndeki yayınlara tepki göstermek amacıyla 2007 yılında, tam 44 yıl sonra adaya gitti. İlhan buradaki anma törenlerinde yaptığı konuşmada “Enosis uğruna katledilerek yok edilmeye çalışılan Kıbrıs Türkü’ne Türkiye Cumhuriyeti tabi ki yardım elini uzatacaktır. Bunun için benim çocuklarımı katletme gibi bir komploya hiçbir zaman ihtiyacı yoktur” demişti.

BİLANÇO

Saldırılar sonucunda 18.667 Kıbrıs Türk'ü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan Türklerle ilgili araştırma sonuçlarına göre, 1964 yılında Lefkoşa kazasında 39, Girne kazasında 7, Baf kazasında 49, Larnaka kazasında 21 ve Mağusa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce Türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit olmuştur.*

Makarios'un görüşmelere yanaşmaması ve saldırıların devam etmesi üzerine Türkiye, garantörlük hakkını tek başına kullanmaya karar verdi. 25 Aralık 1963 tarihinde Türk alayı, garnizonundan ayrılarak gerekli mevzilere yerleşti. Bu sırada Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı savaş uçakları da Lefkoşa üzerinde uyarı uçuşlarına başladılar. Diğer yandan, Türk toplumuna karşı acımasız bir şekilde saldırıya geçen Rum Radyosuna cevap vermek ve Türk toplumunun moralini yükseltmek gayesiyle "Bayrak Radyosu" yayına başladı. 1974 Barış Harekatı sonrasında Kıbrıs'ta toplu mezarlar bulundu. Türkiye, 1963 "Kanlı Noel"inde yaşananlar sonrasında karalılığını göstermemiş olsaydı, Kıbrıs Türkü çok daha vahim olaylar yaşayabilirdi.

http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber5810-Kanli_Noeli_unutma_unutturma.html

..

ANA KUZUSU ( I )


ANA KUZUSU  ( I )

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com


“ANA KUZUSU”( I )


26 Nisan 2015 KKTC Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turunda seçmenin % 60.50’sinin desteğini alan Mustafa Akıncı, 4. Cumhurbaşkanımız oldu. Akıncı, zafer konuşmasında bu başarıyı tüm halkın paylaşması gerektiğini söyledi. İnönü Meydanı’nda toplanan kalabalığa hitap ettiği konuşmasında, propaganda süresi boyunca ortaya koyduğu vizyon ve söylemlere yönelik Kıbrıslı Türklere bir kez daha taahhütte bulundu. Gazeteler manşetlerinde bir devrin sonu, statükonun sonu vb. başlıklar attı. Ciddi bir oy oranı ile seçmenin desteğini alan Akıncı, değişimden, barıştan ve Türkiye ile kişilikli ilişkiden yana olan tavrına vurgu yapmıştı.

4. Cumhurbaşkanımız olan Mustafa Akıncı daha mazbatasını almadan Haber Türk’e konuk olduğu canlı yayında TC Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın  "İki kardeş ülkeyiz dediği zaman çok farklı şeyler ortaya çıkar. Sayın Cumhurbaşkanının ağzından çıkanı kulaklarının duyması lazım. Dolayısıyla kardeş olarak bile çalışmanın şartları vardır. Yavru ve Ana Vatan olarak çalışmanın da bir bedeli vardır. Biz Kuzey Kıbrıs'ta bedel ödedik. Ondan sonra buranın imarı için, hala bu süreci devam ettirmek için bizim yıllık oraya yaptığımız ödeme 1 milyar dolar civarındadır. Bu rakamlar ciddi noktalarda. Hiçbir zaman burayı görmemezlikten gelmedik. Bu kavgayı tek başına verebileceğini mi düşünüyor. Dikkat etsinler " Sözleriyle bir anda  “Ana -Yavru Vatan” polemiği ortaya çıktı.








































Medya üzerinden Erdoğan- Akıncı tartışması sıcaklığını yitirmeden bu kez de A-Haber kanalında ‘Yüzde Yüz Siyaset’ programına katılan AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, ‘‘Rum tarafı senin (Akıncı) gelmeni istiyorsa burada bir yamukluk var. Bu mantık çok yürümez. Bu mantıktan giderek eğer bizi AB’ye alırlar diye düşünüyorsa onu rüyasında görür. Kuzeyi AB’ye asla asla almazlar evvela onu bilsin. AB’nin geleceği yok. AB’nin demokrasisi hukukun üstünlüğü o konuda tamam kendi alacaklarımızı yerel olarak alırız. AB’nin ekonomik birlik olarak geleceği yok. Yeraltı kaynaklarını bitirmiş bir Avrupa nüfusu gittikçe tükeniyor. Savunması yok. ABD geliyor Ortadoğu’nun kafasına vuruyor ekmeğini alıp yiyor. Bunların savunması da yok. Akıncı neyine güvenip de bizimle kötü olmaya kalkıyor onu anlayamıyorum.  İnsan haddini bilir. Biz gelip Akıncı’ya şunu yap bunu yapma diye talimat verecek halimiz yok. Yunanistan, Rum’dan önce bize yakın olmalısın eğer ayakta kalabileceksen. Sana rağmen biz gelir seni kurtarırız. Cumhurbaşkanı Erdoğan Akıncı’ya az bile söylemiş. Akıncı Rumları çok beğeniyorsa gidip Rum tarafında yaşasın” diyerek hem Kıbrıslı Türklerin iradesine saygısızlık etmiş hem de AKP hükümetinin Kıbrıs politikasının çözüm yolundan oldukça uzakta olduğunun ilk sinyallerini vermiştir.


Yavru- Ana polemiği olarak başlayan tartışmalar, Kıbrıs ve TC gündemine bir anda oturmuştur. Bu bağlamda bugün yaşadığımız olayları daha iyi etüt etmek ve 1974 sonrası ilk kez 1986’da Türkiye’den “Özal Paketi” olarak “Yavru”ya sunulan ekonomik programa nasıl gelindiğini takip etmek için 1974-1985 yılları arasındaki Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik ve siyasi durumuna bakmalıyız. 1974 Sonrası hamasetin hâkim olduğu Kuzey Kıbrıs yönetimi ile TC arasında sağlıklı bir ilişki kurulamamıştır. Milli duygular ile “Anavatan”a methiyeler düzmek iktidara hâkim olmak için olmazsa olmazlar arasındaydı. Ekonomik yapılanma ise plan ve programdan yoksundu. 1974’den 1985 yılına değin plansızlık, hırsızlık ve adaletsizlik hız kesmeden Kuzey Kıbrıs’a milli söylem şırıngasıyla enjekte edildi.

20 Haziran 1976 genel seçimlerine giderken milliyetçi söylemler konjöktürle tamamen örtüşmekteydi. Sefil durumdaki göçmenlerin çoğunun ekonomik durumu göz ardı edilebilirdi. Amaç iktidara milli cephenin istediği kişilerin seçilmesiydi. Burada Türkiye’nin de siyasi desteği milli cephenin işine yaramaktaydı. Hamasetten uzak toplumsal gaileleri olan muhalefetin ise işi oldukça zordu. Yeni yeni yapılanmaya başlayan devlet kurumlarına istihdam hamaset solisti politikacıların seçilme garantisi için büyük bir silahtı. 28 Haziran 1981 genel seçimlerine girerken bu kez TC yardımları daha fazlaydı. Fakat savaş yorgunu Kıbrıslı Türklerin sıkıntıları gittikçe artmaktaydı. Yine milli söylemler hâkimdi. Fakat artık bir de sosyal demokrat milliyetçi bir kesim de işi öğrenmişti. Ekonomik ve sosyal planlama ise halen ortalarda yoktu. Kavga daha çok milli söylemlerle iktidara gelenlerin TC’den gelen yardımları çar çur etmeleri ve toplumsal faydadan uzak olmaları üzerine kurulmuştu.  
23 Haziran 1985 genel seçimlerine gelindiğinde ise artık işler çığırından çoktan çıkmıştı. İlk kez Dr. Derviş Eroğlu Hükümet kuracak ve toplumun bugün devrildiğine kanaat getirdiği statüko denilen yapının esas mühendisi olarak sahne alacaktı. İstihdam ve TC’den gelen ekonomik yardımlar bu seçimler öncesi oldukça hoyrat ve adaletsizce dağıtılacaktı.  Sonucunda ise 1985 tarihine gelindiğinde,  Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Milli geliri 2 milyar dolar iken KKTC milli geliri 200 milyon dolarlarda kalacak ve toplum ciddi ekonomik buhran dönemine adım atacaktı. 1985’te KKTC Ekonomisinin Genel Görünümütablo 1’deki gibidir.
1985 KKTC Ekonomisinin Genel Görünümü                        Tablo 1
1985 KKTC Nüfusu :  150 BİN
ÇALIŞAN NÜFUS  :    58 BİN
Tarımda
21 Bin
Sanayide
5 Bin
Ticarette
4 Bin
Ulaştırmada
4 Bin
Devlet Hizmetinde (Kamu)
13 Bin
KKTC EKONOMİSİNDE TARIMIN AĞIRLIĞI
Milli Gelirde
% 20
Nüfusta
% 60
İstihdamda
% 36
İhracatta
% 85
ÜRETİM
Hububat
90 Bin Ton
Yem Bitkisi
35 Bin Ton
Narinciye
185 Bin Ton
SANAYİ KURULUŞU: 298 ADET

Gıda
57
Tekstil-Ayakkabı
49
Tarım Aleti
35
Madeni Eşya
32
Plastik Eşya
17
ÜRETİM DEĞERİ
Tarım
10.7 Milyar Lira
Sanayi
10 Milyar Lira
Yatırım
8.8 Milyar Lira
Milli Gelir
41.2 Milyar Lira
KKTC Milli Geliri
200 Milyon Dolar

1974’den sonra uzun müddet bütçenin hâkim milli siyasi erkin evlerinde yapıldığını biliyoruz. 1976’da CTP’nin “Bütçe Meclise” , “Sosyal Güvence” vb. söylemleri bugün CTP tarafından tarihsel gurur ve övünç kaynağı olarak halen kullanılmaktadır. Buna rağmen muhalefetin de tıpkı milliyetçi kanat gibi ekonomik bir programı yoktur. Slogan ve eylem üzerine keskin bir muhalefet vardır. Fakat Kuzey Kıbrıs’ın geleceği sadece çözüme mahkûm edilmiştir. Kuzey Kıbrıs’ın 1974’den 1985’e kadarki bütçesi, personel giderleri ve Türkiye’nin yapmış olduğu yardımların toplamı tablo 2’de görüldüğümüz üzere her seçim dönemi personel giderleri kalemi ve “Anavatan”dan yardım talebi artmaktadır. 1985 tarihiyle Türkiye Başbakanı Turgut Özal, “Daha güçlü bir Yavru Vatan için” hazırladığı “Ekonomik Paketi” çantasına koymuştu.  1985 yılında nüfusumuzun 150 Bin civarı olduğunu düşünürsek. Küçücük bir “Yavru”ya ekonominin kötü gidişinin faturası kesilmek isteniyordu. Burada “Ana”nın 1976 sonrası 10 yıl boyunca hamasete yenik düşmesi ve milli solistlerimizin yarattığı yıkım gözden kaçmamalıdır.

1974-1985 Kuzey Kıbrıs Bütçe-Personel Gideri Ve T.C. Yardımları                               Tablo 2
YIL
BÜTÇE
PERSONEL GİDERİ
T.C. YARDIMLARI
1974
508 Milyon TL
459 Milyon TL
480 Milyon TL
1975
1 Milyar 51 Milyon TL
692 Milyon TL
435 Milyon TL
1976
1 Milyar 126 Milyon TL
864 Milyon TL
450 Milyon TL
1977
1 Milyar 467 Milyon TL
650 Milyon TL
426 Milyon TL
1978
1 Milyar 592 Milyon TL
907 Milyon TL
551 Milyon TL
1979
2 Milyar 240 Milyon TL
1 Milyar 240 Milyon TL
695 Milyon TL
1980
4 Milyar 469 Milyon TL
2 Milyar 052 Milyon TL
1 Milyar 945 Milyon TL
1981
6 Milyar 165 Milyon TL
2 Milyar 240 Milyon TL
3 Milyar 635 Milyon TL
1982
18 Milyar Türk Lirası
6 Milyar Türk Lirası
5 Milyar 565 Milyon TL
1983
29 Milyar Türk Lirası
9 Milyar 380 Milyon TL
11 Milyar 235 Milyon TL
1984
33 Milyar Türk Lirası
16 Milyar 600 Milyon TL
-------------------------------
1985
40 Milyar 800 Milyon TL
23 Milyar 900 Milyon TL
-------------------------------

Kuzey Kıbrıs’ın 1975’den 1985’e kadar geçen 10 yıllık sürede ticari durumunu yansıtantablo 3’e baktığımız zaman durum daha da acıdır. Her yıl ticaret açığı ciddi artış göstermektedir. Tabii ki ne hikmetse bilinmez her genel seçim dönemi ticari açığımızın grafiği tırmanış göstermektedir.
1975-1985 Kuzey Kıbrıs Ticaret Durumu                                                                       Tablo 3
YIL
İTHALAT
İHRACAT
TİCARET AÇIĞI
1975
449 Milyon TL
151 Milyon TL
298 Milyon TL
1976
1 Milyar 057 Milyon TL
252 Milyon TL
805 Milyon TL
1977
1 Milyar 502 Milyon TL
453 Milyon TL
1 Milyar 049 Milyon TL
1978
1 Milyar 847 Milyon TL
607 Milyon TL
1 Milyar 240 Milyon TL
1979
3 Milyar 345 Milyon TL
1 Milyar 319 Milyon TL
2 Milyar 026 Milyon TL
1980
7 Milyar 085 Milyon TL
3 Milyar 345 Milyon TL
3 Milyar 740 Milyon TL
1981
11 Milyar 761 Milyon TL
4 Milyar 039 Milyon TL
7 Milyar 722 Milyon TL
1982
19 Milyar 490 Milyon TL
6 Milyar 209 Milyon TL
13 Milyar 281 Milyon TL
1983
31 Milyar 776 Milyon TL
9 Milyar 884 Milyon TL
21 Milyar 892 Milyon TL
1984
49 Milyar 537 Milyon TL
14 Milyar 195 Milyon TL
35 Milyar 342 Milyon TL
1985
74 Milyar 833 Milyon TL
24 Milyar 197 Milyon TL
50 Milyar 636 Milyon TL

1974 -1985 yılları arasında iktidara hâkim olanlar ne zaman birileri objektif bir eleştiri yöneltse hemen yaftayı vuruyor, hain, Rumcu edebiyatı yapıyorlardı. Topluma gelecek ile ilgili gerçekçi plan ve programlar sunmak yerine, 1974 öncesini unutmayın diyorlardı ve geçmişten dem vurup korku salıyorlardı. 1985 yılında KKTC’nin turizm sektörü nerdeyse yok gibidir.  1985 tarihi itibarıyla “turizm sektöründeki istihdam sadece 1,251’dir.”1 Kuzey Kıbrıs’ın ekonomisinin en büyük lokomotif sektörü olarak gösterilen Turizm’de durum; 1975-1985 yılları arasındaki 10 yıllık sürede tablo 4’de verilen değerlerle sınırlıydı. 


1975-1985 Kuzey Kıbrıs Turizmi                                                                                               Tablo 4
YIL
TÜRK TURİST
YABANCI TURİST
TOPLAM
TURİZM GELİRİ
1975
61,129
6,685
67,814
350 Milyon TL
1976
85,298
7,768
93,066
520 Milyon TL
1977
108,16
5,130
113,146
840 Milyon TL
1978
104,738
8,172
112,910
847 Milyon TL
1979
95,115
13,286
108,401
1 Milyar 566 Milyon TL
1980
69,808
14,703
84,511
1 Milyar 800 Milyon TL
1981
62,660
15,474
78,134
2 Milyar 700 Milyon TL
1982
65,018
22,611
87,629
4 Milyar 500 Milyon TL
1983
78,467
20,467
98,934
5 Milyar 900 Milyon TL
1984
93,413
19,905
113,318
14 Milyar 793 Milyon TL
1985
103,791
21,284
125,075
21 Milyar 814 Milyon TL

Güney Kıbrıs’ta kişi başına düşen gelir 1985-1986 yıllarında 4 bin dolardan 5 bin dolarlara tırmanırken, Kuzey de ise kişi başına düşen gelir aynı yıllarda 1500 dolardan 1000 dolara doğru inmekteydi.2 1974-1985 arası dönemde Kuzey Kıbrıs’ın kişi başına düşen milli gelir düzeyini tablo 5’den takip edebiliriz. 1986 yılında “Ana”nın 20 Temmuz kutlamaları için “Kuzu”sunu ziyarete geleceğini açıklayan Başbakan Özal, “daha güçlü bir yavru vatan için” sloganlarıyla karşılanacaktı. Toplumsal olarak gelirimiz gittikçe düştüğü, hayatın pahalandığı bir dönemde “Anamız” elinde ilk göç yasası denebilecek bir ekonomik paket ile birlikte gelmiştir.
Girne Milli Arşivi’nde bu konu üzerine tarama yaparken dönemin gazetelerinde oldukça ironik ve siyasi magazin sayılan bir haber dikkatimi çekti. Bugün bizlere “besleme”, Cumhurbaşkanımıza “ağzından çıkanı kulağın duysun” vb hakaretleri diyecek kadar kendisinde lütuf bulan anlayışın nasıl bizim politikacılarımız yüzünden bu hale geldiğini yansıtan bir haberdi bu. Başlık, “Bakanlar Nasıl Şişmanlıyor ?” olarak atılmıştı. Dönemin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Mustafa Erbilen’in “Şaraba, Bakan olduktan sonra başladığı ve 15 kilo aldığı yazıyordu.  Devamında da diğer bakanlardan örnekler resimleriyle “Before / After” klasiği çerçevesinde verilmekteydi. UBP’den istifa eden ve yeni bir parti kuran İrsen Küçük için ise Bakanlık yaptığı dönem ve vatandaş olarak İrsen Küçük değerlendirmeye alınıyordu. Vatandaş İrsen Küçük bakanlığı bırakınca 20 kilo vermiş deniyor ve zayıflamış resmi kullanılıyordu. Bu konuyu ne kadar tasvir etsem olmayacak. En iyisi gazetenin o sayfasını siz değerli okuyucularımızla paylaşmak diye düşündüm.  Geçen hafta başı yaşanan “Anavatan ve Yavru Vatan” polemiği ile başlayan süreç uzun süre devam edeceğe benziyor. Zira Türkiye iktidarına hâkim olan anlayış, 2000’lerin başında “Kıbrıs stratejik bir davadır” diyor ve rahmetli Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ı hamasetle suçluyordu. Şimdi ise biz bedel ödedik, kan döktük denilerek aslında Kıbrıs politikasında Türkiye’nin çözüm ekseninden uzaklaştığının ilk emarelerini dışa vuruyorlar. Gelecek hafta ilk göç yasası olarak değerlendirilebilecek “Ana”nın “Kuzu”suna dayattığı ilk “Ekonomik Paketi” değerlendireceğiz…

1974-1985 arasında Kuzey Kıbrıs’ta Kişi Başına Düşen Milli Gelir                               
 Tablo 5
YIL
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN MİLLİ GELİR
1974
14,342 TL (Dolar Bazında Hesaplanamadı)
1975
21,021 TL (Dolar Bazında Hesaplanamadı)
1976
26,916 TL (Dolar Bazında Hesaplanamadı)
1977
26,279 TL (Dolar Bazında Hesaplanamadı)
1978
U.S Dolar: 1463  (27,472 TL)
1979
U.S Dolar: 1556  (28,350 TL)
1980
U.S Dolar: 1561  (28,396 TL)
1981
U.S Dolar: 1435  (25,985 TL)
1982
U.S Dolar: 1361  (28,514 TL)
1983
U.S Dolar: 1322  (28,491 TL)
1984
U.S Dolar: 1200
1985
U.S Dolar: 1100

 Dipnotlar
1 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs Gazetesi, Barış Harekâtı Sonrasında Kuzey Kıbrıs’ın Ekonomik Durumu, -Yorgun Topraklar-, 20 Temmuz 1986, Özel Sayı, S:6
2 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs Gazetesi, Barış Harekâtı Sonrasında Kuzey Kıbrıs’ın Ekonomik Durumu, -Devekuşu Modeli-, 20 Temmuz 1986, Özel Sayı, S:6

Tablo 1-2-3-4-5, Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs Gazetesi, Barış Harekâtı Sonrasında Kuzey Kıbrıs’ın Ekonomik Durumu, 20 Temmuz 1986, Özel Sayı, S:6