9 Haziran 2019 Pazar

OPERASYON BÖLÜM 26

OPERASYON BÖLÜM 26




Karşılıklılık ilkesinin gizli servisler arasındaki işleyişi böyle oluyor. 
Kenya operasyonu 10 şubat 1999 günü başlıyor. 

Türkiye’de işadamı Cavit Çağlar’ın şirketinden özel uçak kiralanıyor. Çağlar’ın ve adamlarının, hatta uçak pilotunun dahi operasyondan haberi yok. Ekip önce Uganda’ya sonra Kenya’ya gidiyor. Tam beş gün boyunca, Kenya Türk 
büyükelçisinin dahi haberi olmadan havaalanında bekliyor. Sonra Abdullah Öcalan alınıp uçağa konuluyor. Bütün bu serüven kamerayla kaydediliyor. Abdullah Öcalan’ın uçaktaki konuşmalarından derlenen bir bölüm MİT Müsteşarlığı tarafından dün gazetecilere dağıtıldı. Bu görüntülerin devamı da var tabiî. Uçakta Öcalan’la yapılan röportaj tam bir buçuk saatlik konuşmayı içeriyor. Öcalan bu konuşmasının yayımlanmayan bölümlerinde dış desteklerinden, hayal 
kırıklıklarına kadar pek çok konuda görüşlerini aktarıyor. Bunları İmralı’da başlayan sorgusunda da anlatacaktır. Önemli olan Abdullah Öcalan’ın hiç direnç göstermeden, direkt olarak sorulanlara yanıt vermesi ve açıklamalarıdır. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi ilginçtir. MİT Müsteşarı Senkal Atasagun’un göreve getirilişinin birinci yıldönümüne rastlıyor. İyi hediye diye düşünüyorum. Operasyondan dolayı emeği geçen herkesi kutlamak lazım. Büyük iş yaptılar. Türkiye’nin olayı sevinç ve havalara uçmak dışında değerlendirmesi de gerekiyor. Bundan sonra ne olacağı çok önemli. Abdullah Öcalan, PKK örgütünü kuran, onu bugüne taşıyan kişi. Şimdi Türkiye’nin önünde Öcalan sorunu ile birlikte mücadele edilmesi gereken PKK terör örgütü var. Türkiye iki cephede birden çatışmak durumunda. Batı’nın bugüne kadar destek verdikleri Öcalan’dan umut kestikleri yaklaşık bir yıldır biliniyordu. Bu nedenledir ki Öcalan konusunda Türkiye’nin baskıları sonuç verdi. 

Öcalan’ın tasfiye süreci başlamıştı. 

Öcalan’ın tasfiyesini izleyen süreç, bu terör hareketinin Batılılar tarafından siyasallaştırılması olacaktı. Bugün Abdullah Öcalan kartını, Türkiye’nin üzerine bırakanlar, geride kalan PKK ve Kürt kartını hemen siyasallaştırma girişimlerini de başlattılar. 
PKK sorunu var. Siyasallaşan bölücü hareket, Türkiye’nin önündeki büyük engellerden birisi olmaya devam edecektir. Bununla mücadeleye hemen başlamamız gerekiyor. Öncelikle terörist başının yargılanması sürecinin çok hızlı 
ve iyi yapılması gerekiyor. Daha Öcalan Türkiye’de 24 saatini doldurmadan ona avukat gönderenlerin, uluslararası gözlemciler tayin edenlerin sorunu nerelere kadar vardıracakları ortada. Almanya kendi topraklarında PKK terörünü en 
yakından yaşayan ülke olmasına rağmen, Öcalan’ın adil yargılanması konusunda açıklamalar yaparak, adeta iç hukukumuza müdahaleye bile başladı. Türkiye’de bağımsız, güçlü ve adil bir yargı olacağını dünyaya anlatmamız gerekiyor. Bugüne kadar başaramadığımız tanıtım sorununun altından şimdi kalkmamız gerekiyor. Burada görev, Dışişleri Bakanlığı çalışanları ile dış misyonlarda çalışanlarındır. Bunların toplam sayısı neredeyse 10 000 kişiyi buluyor. Artık bu insanlara haydi demenin zamanıdır. Oralar da para alıp yatılmadığını, istendiğinde ne kadar etkili olunabileceğini herkese göstermeleri lazım. Türkiye PKK sorunuyla daha uzunca bir zaman karşı karşıya kalacak. 

Bunun için PKK’yla mücadelede zafer çığlıkları için çok erken. PKK yurtdışında başlattığı terör eylemlerini Türkiye’ye taşıyacak ve eylemlerde bulunacaktır.” 

Adaletin Sınav günü 

“Halkın provokasyonlara karşı uyanık olması lazım. Büyük terör eylemleri için güvenlik güçlerinin alarmda bulunması gerekli. Türkiye, PKK’yla mücadelesinde yeni ve başarıyla açtığı bir sayfada ilerliyor. Bu sayfanın hep başarıyla devamı, Kürt sorunu olarak adlandırılan ekonomik kıskacın kırılmasına bağlı. Güneydoğu’da ekonomik kalkınmanın tam zamanıdır. Sosyal politikaların devreye girmesinin tam zamanıdır. Bunlar, gecikmeden yapılması gerekenler. Hazır terörist başı da Türk milletine ve Türk hükûmetine yardımcı olmak istiyor, ‘Benim Türkiye’ye hizmet etmem için fırsat verirseniz, hizmet ederim. Kuran hakkı için konuşuyorum, başka şeyleri de konuşurum. Bir hizmet imkânım varsa, ben inanıyorum vardır... sanıyorum daha üst düzeyde tahlil edebilirler. Size ben hizmet edeceğim. Ama ben gerçekten Türk’üm, Türkiye’yi ve halkını da seviyorum. Layıkıyla hizmet edeceğime inanıyorum. İçime doğuyor’ diyor, bundan en iyi sekilde yararlanmak lazım. 

Örnegin Abdullah Öcalan, dış desteklerini anlatsa, banka hesap numaralarını, askerî eğitim veren uzmanları, kendisiyle görüşen gizli servis mensuplarını açıklasa, Türkiye terör mücadelesinde yeni bir boyut kazanır. Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin PKK destekleri, Öcalan tarafından deşifre edilince, bu çevrelerin başlatacakları yeni siyasallastırma numarası karşısında Türkiye önemli bir koz elde etmiş olacaktır. Şimdiden Yunanistan’da yaşananlar, olayın arkasında büyük siyasî depremler olacağının göstergesi gibi.Terör ateşiyle oynayanların, bir gün o ateşle yanacakları bundan güzel nasıl ortaya çıkardı ki? Bu terörle hukuk dışı yöntemlerle mücadele eden bazı Türk çevrelerine de iyi bir ders oldu. Otuz bin kişinin katili Abdullah Öcalan. Onu biliyoruz. Ama ya binlerce faili meçhul. 

Onların hesabını terörü terörle bitirme hastalığına yakalananlardan kim soracak? Bugünler Türk adaletinin sınav günleri. Bütün gözler onların üzerinde.” 

Öcalan ve İdam., 

Ve Türk adaleti Öcalan yargılamasında çok iyi bir sınav verdi. Yargılama aşaması ve itirazların değerlendirilmesinde hukuk adamlarımız soğukkanlılıklarını hiç bozmadılar. 

Ancak yasalarda bulunan idam cezasının uygulanması noktasında karşımıza çıkan sorunlardan biri “Öcalan’ın idam cezasının uygulanıp uygulanamayacağı” konusuydu. Bu konuda Türkiye’yi kasım 1999 Helsinki Zirvesi’yle aday ülke 
konumuna getiren Avrupa Birliği baskısının yanı sıra, kendi ülkesinde idam cezası uygulamalarıyla eleştirilen Amerika da, Türkiye’nin Öcalan’ı idam cezasına çarptırmamasını istiyor. Bu Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ederken Amerika’nın, 
“sağ olarak adalete teslim edilmesi” şartıyla da parelellik gösteriyor. Bu şart ve Avrupa Birliği ile Amerikan yönetiminin Türkiye üzerindeki baskıları Öcalan’ın İmralı’daki tutsaklığını ömür boyu hapse çevirebilir. Bu konudaki tutumu iç 
hukuk kurallarımızın da üstünde bir hukuk kuralı olarak mevzuatımıza giren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı da şekillendiriyor. Türkiye bu mahkemenin Abdullah Öcalan’ın idam cezası hakkında yürütmenin durdurulması 
kararına uymak konusunda çaresiz. 

Bu Öcalan’ın idam kararının uygulanamamasını gündeme getirecek. Çünkü Avrupa Birliği normlarında idam cezası yok. Bu Türkiye’nin de uymak zorunda kalacağı bir durum. 

Ancak Ankara’da, özellikle hükûmetin büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi içindeki şahinler ile askerî kanat arasındaki sıkışmışlık ve şehit ailelerinin baskısı birleşince ne olacağı sorusuna net yanıt verilemiyor. Bazı çevreler “Öcalan asılır, sonra Avrupa Birliği normlarına uyulur” diyorlar. Ama bunun getireceği sonuçlar ile ödenecek bedeller konusunda tam bir hesap yok. Herkes Öcalan konusunda hem Avrupa Birliği’nin, hem de Amerika’nın tutumunun idam cezasının uygulanması durumunda olabildiğince sertleşeceğini kestiriyor. Ankara’da bu konuda duyguların mı, yoksa aklın mı galip geleceğini zaman gösterecek. 
Bu anlamda Öcalan’ın yakalandığında sağ olarak Türkiye’ye getirilmesi şartının, bir iç çatışma beklentisine dönük olduğunu dile getiren görüşler de var.

Bu eleştirilere de yol açıyor. 

Operasyon eleştirdi 

Operasyonla ilgili olarak görüştüğüm bir istihbarat uzmanı karşı görüşler dile getirdi: 
“Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında en büyük faktör ‘telefonkolik’ olması. Telefonla konuşmayı çok sever ve bazen 4-5 saate varan konuşmalar yapar. Tabiî PKK gibi bir örgütü, liderinin uzaktan kumanda etmesi için muhaberede 
bulunması şart ama Alattin Çakıcı ile bunun ki bir hastalık halinde. 
Zaten Rusya’ya gidişi de aynı şekilde haber alındı. 
Çanta şeklinde uydu telefonu kullanıyor. Bu ise Gölbaşın’daki Bayrak üssünde bulunan yer istasyonundan dinleniyor. Herkes ‘Uçağı biliniyordu da uçağa hava sahamızda niye müdahale edilmedi?’ diye sordu. Bunun sebebi mekanizmanın 
ağır çalışmasından. Dinleyen monitör rapora dökecek, o üstüne arz edecek, amiri en kestirme yoldan yanına girebilirse MİT müsteşarına bildirecek, müsteşar başbakana söyleyecek, O genelkurmay başkanına, o da hava kuvvetleri 
komutanına talimat verecek, komutan da filo komutanına.Tabiî arananlar bulunur veya bu arada biri yazılı emir istemezse 3-4 saat içinde mekanizma harekete geçebilir. CİA Kontr Terör Merkezi, hiyerarşi içinde yer almakla birlikte, doğrudan başkana muhatap olabiliyor. Böylece bizdeki 3-4 saati 10-15 dakikaya indirebiliyorlar. Zaten bu merkezde her önemli iç teşkilatın bir temsilcisi var. Yani o temsilci bir telefonla mekanizmayı harekete geçirebiliyor. Aslında bu sisteme benzer bir sistem kurulmalı Türkiye’ye de. 

Öcalan’ı Kenya’da tespit edenler Amerikalılar. 


Orada ABD sefaretlerine yönelik hadiselerden sonra başta FBİ olmak üzere ABD güvenlik güçleri karargâh kurmuşlardı. Daha doğrusu Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu ilk tespit eden NSA (Amerika’nın bütün dünyayı dinleyen Sinyal İstihbarat Teşkilatı). Onun üzerine Yunanistan’a baskı yapıldı. 

Yunanlılar da alıp bunu Amerikalıların o anda en hassas olduğu ülkeye yani Kenya’ya götürüyorlar. Bu sefer telefon konuşması oradaki dinleyiciler tarafından tespit ediliyor. Bizimkilere bilgi veriliyor. Amerikalılar PKK ve Öcalan’dan bihaber olan Kenya polisini devreye sokuyorlar ve kendileri arka planda kalıyor. Bizimkilere gidip Kenya polisinden malı teslim almaktan başka bir iş düşmüyor. Yani netice itibariyle Öcalan konusu tamamen Amerikalıların eseri. Zaten bizim Kenya’da hiçbir imkânımız yok.Daha önce de söylemiştim. Yine tekrarlıyorum. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışı bir hataydı. Bizim senelerdir üzerinde çalıştığımız ve burnunun dibine kadar girebildiğimiz bir mahalden Öcalan’ı çıkarttırmamızın yanlışlıkları ileride daha da çok anlaşılacak. Ya Rusya veya İran, Irak gibi bir başka ülke Öcalan’a Suriye gibi sahip çıkıp sonra da gözlerimizin içine baka baka ‘burada yok’ deseydi ne yapacaktık. Amerika PKK terörünü bitirmek istedi ve bitirdi. Ancak bundan sonra PKK’nın ve Kürt konusunun siyasî yönü ön plana çıkacaktır. 

Yarın, öbür gün Apo’yu mecliste milletvekili olarak görürsem şaşmam.” 

Bu bir iç eleştiri. Öcalan yakalandıktan sonra Arap dünyası da olağanüstü bir hareketlilik içine girdi. Bundan sonra ne olacak sorusu ve Türkiye’ye yönelik eleştiriler olayın boyutlarının aslında ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.   

Araplar ne diyor? 

Arap dünyasının olayla ilgili değerlendirmeleri de oldukça ilginç. Bu konuda Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan El İttihad gazetesinin yazarlarından Sudanlı gazeteci Ahmed Ali Bukadi’nin 11 mart 1999 günlü “Abdullah Öcalan ... Ders ve Anlam” başlıklı yorumu Türkiye ve Kürtlere bakışı bize özetliyor. Ayrıca Öcalan’ın yakalanışıyla ilgili Türkiye’ye dönük eleştirileri de dile getiriyor: 

“İsrail istihbaratı (Mossad) ve Amerikan Merkezî İstihbarat Teşkilatı CİA’nın, Kürt lider Abdullah Öcalan’ın Nairobi’den kaçırılarak Türkiye’ye teslimi operasyonunun planlanma ve uygulanmasında başrolü oynadığı artık bilinmeyen bir şey değil. Türkiye’nin, ünlü Amerikan casusluk filmlerine benzeyen bir operasyon sonucu Öcalan’ı yakalayanın kendi adamları olduğu yolundaki yalancı ve yersiz övünmesini bir yana bırakacak olursak, dünyanın her yerinde sokaktaki sıradan adam artık İsrail ve ABD’nin, Öcalan’ın hasımlarına teslim edilmesi skandalından sonra istifa etmeye zorlanan üst düzey Yunan yetkililerle işbirliği yaparak Öcalan’ı kaçırma misyonunu üstlendiğini biliyor. Ama elinden bir şey gelmediğini bildiren Kenya yönetimi ise, düşmanlarının güçlü müttefikleriyle işbirliği yaparak ağa düşürünceye kadar ülkeden ülkeye kovaladığı bir halk lideri ve siyasî sığınmacıya karşı böyle bir suçun işlenmesi için yabancı güç (İsrail) ve uçaklara toprakları ile semalarını kullanma izni vermekten başka bir rol oynamış değil. 
Bu kısa özeti, şu cevap bekleyen önemli soruyu sormak için verdik: Türkiye’nin yanı sıra ısrarla ona siyasî sığınma hakkı tanımayı reddeden bütün Avrupa Birliği ülkeleri adına İsrail ve ABD Abdullah Öcalan’ın izini neden sürdü? 

Bizce bu sorunun cevabı, Haçlı Savaşları’ndan günümüze kadar Arap ve İslam coğrafyasının tarihinin derinliğinde yatmaktadır. Eğer Araplar ve Müslümanlar, Avrupa’nın Arap ve Müslüman Doğu’ya karşı yürüttüğü Haçlı Savaşları’nı 
unuttuysa, eğer Arap ve Müslümanlar XI. yüzyıl ortalarında başlayıp günümüze kadar süren bu savaşların hedefini unuttuysa, sadece şekil olarak değişen, eski ve yeni savaş üslupları, eski ve yeni savaş, eski ve yeni diplomatik üsluplar 
bazında değişen bu tekrarlanan uzun savaş dalgaları boyunca, Hattin Savaşı’nda saldırgan Haçlılar’a yenilginin acısını tattırarak Kudüs kentini Haçlılar’ın egemenliğinden kurtaran, Araplar ve Müslümanları birleştiren, Mısır’ı merkez 
alarak İslam devletinin sınırlarını Türkiye ve Kudüs dahil Şam yurdunu da içine alacak şekilde Libya Çölü’nden Mezopotamya’daki Dicle Nehri’ne kadar genişleten tek kişinin Kürt asıllı Müslüman komutan Muhammed Salaheddin 
(Salaheddin Eyyubî) olduğunu unuttuk mu? 

Yine Müslümanların yüzyıllar boyu ülkelerine egemen olduğu Haçlılar’ın Müslümanlara yönelik dalga dalga gelen savaşlarının Müslümanları yenmeyi başaramadığını unuttuysak; Birleşik Devletler’in başını çektiği Siyonistler ve Batılılar bunu unutmadı. 

Çağdaş tarih bize, Batı’nın ancak Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi yenerek, Osmanlı İmparatorluğu’nu kötü imajlı Sevr Anlaşması’na göre parçaladıktan sonra, Batı da Türkiye’yi yöneterek İslam ümmetinden koparması için Mustafa Kemal Atatürk’e destek verdikten sonra Ortadoğu’daki Müslümanların yurtlarında üstünlük ve egemenliğini yeniden kazanabilmiştir. Batı, Atatürk’ü, Arap bölgesinin paylaşılmasına ve Fransız ve İngiliz sömürgeciler arasında 
yağma haline dönüşmesine yardımcı olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu vilayetlerinin bir tasfiyecisi olarak başa getirdi. İşte bu, Haçlı Savaşları’nın torunlarına, Birinci Haçlı Seferi’nde kendilerini kesin yenilgilere uğratan Hattin 
Savaşı kahramanı ve Kudüs’ün kurtarıcısı komutan Selaheddin’den öç alma fırsatı veren tarihî bir andı. Salahheddin’in torunları Müslüman Kürtlerden intikam alınması, ilan edilmeyen ancak özenle ve şiddetle uygulanan cehennem 
planlarının arasında yer almaktaydı. 

Bu plan ülkelerinin, Türkiye’nin güneydoğusu haline getirilmesiydi. 

Milyonlarca Kürt dünyanın dört bir yanında ve Irak, İran ve Suriye gibi Türkiye’ye komşu ülkelerde parçalandı. 

Böylece Müslüman Kürtlere yasak konmuş oldu. Oysa onlar kendilerine özgü bir yurda sahip olmak için gerekli bütün ulusal özelliklere sahipti. Yaklaşık beş bin yıl öncesine dayanan tek bir dil, kültür ve ortak tarihleri var. 1923 yılından 
günümüze kadar Kürtler kendilerine özgü bir yurt ya da en azından kendilerine özgü kültürlerini ve dillerini geliştirmelerini sağlayacak ve kendi yaşamlarıyla ilgili olarak ilerleme ve refahlarını gerçekleştirecek bir şekilde yönlendirmelerine olanak verecek bir özerk yönetim kazanmak için direniş mücadelesi verdi. 20 milyona yakın Kürt Türkiye’nin güneydoğusunda yaşadığından, Kürtlerin isteklerinin gerçekleştirilmesinde Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan bu yoğun kitleye büyük görev düştü. Ancak Kürtlerin meşru taleplerine karşılık verileceğine Türkiye içinde ve dışında onların nasibi öldürülmek ve göç ettirilmek oldu. Meşru haklarını isteyen Kürtlerin Türkiye, Irak ya da İran’da başlarına gelenlerin ayrıntısına girmeye gerek yok. Çünkü bütün bunlar özellikle Abdullah Öcalan’ın kaçırılması operasyonundan sonra dünyanın her yerinde herkesin dilinde dolaşan genel bilgiler haline geldi.Kürtlerin Türkiye’de uğradıkları şiddetli baskı karşısında ve haklarını savunmak için sıradan siyasî etkinliklerine bile izin verilmemesi sonucunda, Türk ordusu ve Türk güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele başlatmak zorunda kaldılar. Türkiye onlara, Türk askerî mekanizmasının olabilecek en üst sınırda kullanıldığı bastırma operasyonlarıyla karşılık verdi. Türkiye, Kürt direnişçilere Türkiye dahilinde yaptıklarıyla yetinmedi, Kuzey Irak’ta neredeyse her gün olduğu gibi onları Türkiye sınırları dışında da takip etmek üzere uçakları ile top ve tanklarla desteklenen birliklerini gönderdi. Birleşik Devletler ve Batılı ülkeler Kürtlerin adil davasına destek vereceğine, Kürtlere yönelik tutumlarında en basit insan hakları ilkelerini bile çiğneyen Türkiye’nin tecavüzlerine göz yumdu. ABD ve İngiltere Kuzey Irak’ta Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia ederken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türkiye’nin güneydoğusunda ve Irak içerisinde yürüttüğü kitle imha savaşını durdurmak için parmağını kıpırdatmıyor. Ancak, Öcalan’ın kaçırılması, belki de öldürülmesi ve Kürtlere yönelik savaşın sürdürülmesi, Türkiye, ABD, Batılı ülkeler ya da İsrail’in Kürtlere ve Araplara yönelik savaşlarında zafere ulaşacakları anlamına gelir mi acaba? Bu sorunun cevabı dünyanın tamamında yaşanan ve Kürtlerin liderlerini savunmak ve adil davalarını sürdürmedeki ısrarlarını dile getirmek üzere sergilemiş olduğu 
ayaklanışlarda yatmaktadır. Bizzat Batılı yayın organlarının da itiraf ettiği gibi, Abdullah Öcalan’ın kaçırılması, belki de yargılanması ya da idam edilmesi gürleşen Kürt davası ateşine benzin dökmekten başka bi şey değil. Yine bu sorunun cevabı Öcalan’ın yanı sıra halkının her Arap ülkesinde kazandıgı destek ve ilgide yatmaktadır. Batılılar ve Amerikalılar arasında bile bircok kişi Türkiye’nin Öcalan’ı yakalamakla çok şey kaybettiğini ve onu tutuklamak ya da idam etmekle Kürt sorunundan kurtulma girişimlerinin nasıl bir sonuç vereceğini kestirmenin olanaksızlaştığı kanaatini taşıyor.” 

Arap’ın da, Batılının da derdi aynı 

Evet Arap ülkelerinin Kürt ve Abdullah Öcalan sorununa bakışının dışavurumu bir yazı. Bu yazı Türklere, tarihlerine, Atatürk’e genel bakışı göstermesi açısından önemli. Çünkü Araplar bu konuda Öcalan’dan yana. Aslında Türkiye Öcalan konusunda yalnız kalmış gözüküyor. 

Ancak bütün bu eleştirilere karşın Öcalan’ın yakalanması iç siyasî dengelerde olağanüstü değişikliklere yol açtı. 

Öcalan yakalanınca MHP ve DSP büyük bir oy patlamasıyla seçimlerden galip çıktılar. Ancak şimdi idam cezasının uygulanması konusunda yaşanacaklar da yeni iç siyasî dengeleri oluşturacak denli güçlü etkiler yaratabilecek. 


27. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder