Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2021 Pazar

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 2

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 2





2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

    İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. 

Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 

Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:

İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok 
daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. 

Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk iş adamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı iş adamlarının son dönemde sıkça Türk iş adamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk iş adamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. 
İş adamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. 

Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.

Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 

1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’daki devrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. 

Bu durumda da İran devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. 

O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. 

Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. 

Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış 
olurdu. 
Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. 
Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesi’dir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm 
tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. 

Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.
İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.

İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. Ermenistan’ın Azeri 
topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken 
kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. 

Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. 

Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok 
yanılıyor. Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. 

Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. 

Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların 
üstesinden gelerek İran doğal gaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka işbirliklerinin de yolunu aradı. 

İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. 

İran’dan gelen gazın kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk Ekonomisini  vurmaya başladı. İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.

İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.

Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 

   “Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, öncelik dış taahhütlerinizde dir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. 

Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. 
En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.

İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. 

İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını sürdürüyor. Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.

Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 

Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde  mevzilenmiş durumda.Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. 

İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 

Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.

***
 

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 1

TÜRKİYENİN ORTADOĞUDAKİ YUMUŞAK GÜCÜ . BÖLÜM 1





ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ
TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ
Sedat LAÇİNER


   Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 

2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyaretibirçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. 

Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 

Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.

İsrail ve Türkiye

Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. 

Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. 

Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.

Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir 
noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.

Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 

Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.

Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri

1990 100 milyon dolar
1994 300 milyon dolar
1997 450 milyon dolar
2003 1.2 milyar dolar
2005 2.1 milyar dolar
2007 (İlk 6 Ay) 1.2 milyar dolar

Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 

Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.

Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 

Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde ediyorlar. 

Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin maddi desteği ile sürdürülüyor. 

Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve başarılı bulundu. 

Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. 

Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. 

Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 

1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 

İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

    İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “ Teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 

Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 

    Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “ Sizde istihbarat yok, Sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz ” Mealinde sözler söylemişti. 

Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 

Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 

İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. 

Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktan ise iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.

Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. 

Olanaksız mı? 

Türkiye başkaları için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘körgözüne’ görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

29 Eylül 2021 Çarşamba

SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 4

SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 4



Suriye’nin kuzeyinde bulunan Halep şehri ülkenin en kalabalık şehridir, etnik olarak da çok karışıktır. Halep tarihi boyunca bölgede önemli merkezlerinden biridir. Haçlı seferler döneminde Raymound’u hayali Halep’e girmektir velakin Nureddin Zengi’nin ordu komutanı olan Esaddin Şirkuh’yu verdiği mücadele Haçlıları geri püskürmüştü. Aynı zaman şehir gerek kültürel gerek ticari olarak da eski ipek yolunun üzerinde yer almasından dolay önemli bir yere sahiptir. Suriye’de isyanların başladığında ilk yılında Halep’te hiçbir sorun yok iken ancak Suriye ile Türkiye olan sınır kapıları ÖSO eline geçmesiyle Halep’te ilk isyanlar başladı. Aynı zaman da Halep rejim için en önemli şehri idi. isyanların başlamasıyla rejim bütün gücüyle bölgeye saldırmaya başladı. Çünkü Halep rejimin önemli bir kalesidir. Halep düşürmek rejimi düşürmek gibidir. 2012 yılından bu güne kadar Halep’te yüz binlerce göç, binlerce ölü ve kayıp söz konusudur. Aynı zaman Halep rejim, ÖSO ve PYD arasında bölünmektedir.

GÖÇ

Daha önce Filistin’de ve farlı bölgelerinde göç alan Suriye ancak 1982 yılında Hama isyanlarında çok sayıda Sünni göç söz konusu oldu. 2011 yılında Arap Baharı adı altında Kuzey Afrika’da çıkan isyanların dominom taşları gibi birçok Arap ülkesine sıçradı, bazılarında başarılı olurken bazılarında da maalesef toplu katliam, işkence ve göçe neden oldu. Peki, neden Suriye halkı Mısır ve Tunus gibi direnmedi ve ülkesini göç etmeye tercih etti? Yukarı bahsettiğim terör örgütleri ve diğer askeri militanların birçok farklı ülkeden gelmeleri, Suriye’nin sosyolojisini ve Kültürünü bilmediği için farklı yöntemlere başvurmuştur. Kimleri hırsızlık, kadın ticareti, insan kaçırma, fide isteme tehdit etmek, yandaş-karşı olduğu için inşaları topluca öldürmeleri söz konusu olmuştu. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriye’de hükümet karşıtı gösterilerin çıktığı 2011 yılı Mart ayından bu yana ölenlerin sayısının 20 bini aştığını söylüyor Suriye'de Mart 2011'de başlayan protestolardan bu yana, binlerce Suriyeli hiçbir iz bırakmaksızın ortadan kayboldu, zorla "kaybedildi". Bazen Suriye rejimi, bazen de muhalif militan örgütler, yakaladıkları kişileri gizli yerlerde, kimseyle irtibat kurmalarına izin vermeksizin tuttular. Bu kişiler, çoğu zaman insanlık dışı koşullarda barındırıldı. Bazıları işkence gördü, bazıları işkenceden öldü. Arkada bıraktıkları yakınları, onlara ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedi ve bu dayanılmaz acıyla baş başa kaldı (Irshaid, 2014).

Birleşmiş Milletler Mülteciler Örgütü'ne (UNHCR) göre, 26 Mayıs 2015 itibarıyla Suriye'deki savaştan kaçan milyonlarca insandan 1.761.486’sı Türkiye'ye sığındı. 7 Mayıs rakamlarıyla Lübnan, 1 milyon 183 bin 327 kişiyle Türkiye'nin ardından en fazla Suriyeli kabul eden ikinci ülke oldu. Ürdün yaklaşık 630 bin, Irak 250 bin, Mısır da 134 bin kişiye kapılarını açtı. Avrupa Birliği'nde en fazla Suriyeli kabul eden ülke Almanya oldu. Almanya'nın 100 binden fazla sığınmacı kabul ettiği belirtiliyor (bbc, Hangi Avrupa ülkesi kaç Suriyeli kabul etti?, 2015)

SONUÇ 

Suriye’de 2011’den beri devam eden gösteriler ve iç savaş, ilk önce rejim tarafında zalimce bastırılması, gözaltına almaları, işkence yapmaları ve her türlü kirli oyunlar oynandı. Suriye dışında eğitim alan ve yetişen militanlar. Bir yanda Türkiye,  Suudi Arabiya, Katar ve BAE tarafından isyancılara sağlanan lojistik, ekonomik ve askeri destek bir yandan da Rusya, Çin ve İran tarafından rejime sağlanan askeri destek, her ikisinin karşılaşması adeta Suriye’ye bir savaş alana dönüşü verdi. Eskiden etnik, din ve mezhep ayrımları pek göz önüne çarpmamışken ancak isyanlarla beraber bütün bunlara yeryüzüne çıktı. Suriye’nin toplumun tabanında ciddi sorunlar oluştu. Aynı zamanda isyanın başarı olmama sebebi de bu ayrışmalar ve fitneler sebep oldu. Sünnilerin Şii ve Alevilere düşman olmaları Kürt ve Nasirler Araplara tavır almaları ve bunun sonucu ortaya çıkan kin ve nefretler. Bütün bu ayrılıkçılıkların sonucu tekrar birleşmesi hayli zordur. 

Arap Baharı Suriye’nin ektik yapısı parçalanması, bundan sonra bir araya gelmesi imkânsız olur diye biliriz. Parçalan toplumsal tabanı birleşmesi de zor olur. Bu da ülkeyi parçalanmaya sürdürebilir. Belki savaşın sonunda farklı federasyonların oluşması veya ülkeciklere bölünebilir. Bir sorun daha ise yurtdışına çıkan insanların farklı kültürlere adapte olması sonucu da ayrı bir sorun doğurmaktadır. 

Kaynakça

AA, L. (2011, Aralık 31). Suriyeli iki muhalif grup arasında anlaşma sağlandı. Milliyet.com.tr » Dünya » Haber » Suriyeli iki muhalif grup arasında anlaşma sağlandı31.12.2011 - 14:00 | Son Güncelleme: 31.12.2011-14:20. LEFKOSHA: Milliyet.

Acun, C. (2016, ağustos 27). 7 soruda fırat operasyonu. http://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/canacun/2016/08/27/7-soruda-firat-kalkani-operasyonu. Sabah Gazetesi.

Ataman, M. (2012). SURİYE’DE İKTİDAR MÜCADELESİ: BAAS REJİMİ, TOPLUMSAL TALEPLER ve ULUSLARARASI TOPLUM. İSTANBUL: SETA.

bbc. (2012, Mart 12). Suriye Annan Planı'nı kabul etti. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/03/120327_syria_annan. bbc türkçe.

bbc. (2015, Haziran 15). Hangi Avrupa ülkesi kaç Suriyeli kabul etti? http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150615_suriye_multeci_avrupa. bbc türkçe.

bbc. (2015, Haziran 15). Hangi Avrupa ülkesi kaç Suriyeli kabul etti? http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150615_suriye_multeci_avrupa. bbc türkçe.

BUÇUKCU, Ö. (Haziran 2012). Suriye Krizi’nde Bölgesel ve küresel aktörler. SDE , 6.

Dağ, A. E. (2013). SURİYE. Bilad-i Şam’ın Hazin Öyküsü. İstanbul: İHH.

Erkmen, S. (2014). Türkiye ve Suriyeli Kürtler: Güven Bunalımı, Tıkanmışlık ve Bir Arada Yaşama. Ortadoğu Analiz, 18-29.

Ersoy, P. (2014, Ekim 27). ‘YPG, ABD için iyi bir müttefik’. http://www.milliyet.com.tr/-ypg-abd-icin-iyi-bir-muttefik--gundem-1960551/. Milliyet Gazetesi.

Ertuğrul, D. (tarih yok). Türkiye Dış Politikası için Bir Test; Suriye Krizi. TESEV Dış Politika, 2.

Irshaid, L. R. (2014, kasım 12). Suriye'de kayıp binlerce kişi nerede? http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/11/141111_suriye_kayiplar. Türkiye: bbc.türkce.

Jazeera, a. (2012, mart 9). Kofi Annan'ın çağrısına ret. al-Jazeera turk.

Jazeera, A. (2016, EYLÜL 29). Suryiye İç Savaşı. Rusya'nın Suriye'deki bir yılı. Aljazeera Turk.

Karabat, A. (2013). Suriye Savaşları. İstanbul: Timaş.

Kibaroğlu, M. (2011). Arap Baharı ve Türkiye. Adam Akademi, 26.

Kıran, A. (2014). ARAP BAHARI, SURİYE VE DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM BEKLENTİLERİ. Anemon MŞÜSosyal Bilimler Dergisi. , 103.

Kıran, A. (2014). ARAP BAHARI, SURİYE VE DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM BEKLENTİLERİ. Muş Alparslan Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Dergisi, 12.

Kohen, S. (2016, Eylul 29). Suriye'yi kim kurtaracak? http://www.milliyet.com.tr/suriye-yi-kim-kurtaracak--dunya-ydetay-2315780/. Milliyet Gazetesi.

Mahalli, H. (2014). Diren Suriye. İstanbul: destek.

Memdukh, N. (2015). السياسة الخارجية الروسية تجاه منطقة الشرق األوسط. (M. S. KANBAR, Çev.) بســــــكرة: جامعة محمد خيـضر – بســــــكرة.

Milliyet. (2012, Ağustos 02). ABD, Türkiye'yi uyardı: "Daha fazla ileri gitmeyin". http://www.milliyet.com.tr/abd-turkiye-yi-uyardi-daha-fazla-ileri-gitmeyin-/dunya/dunyadetay/02.08.2012/1575339/default.htm. Milliyet Gazetesi.

Oğuzlu, D. D. (2011). Arap abaharı ve Yansımaları. Ortadoğu Analizi, 8.

Orhan, A. (2016). Türkiye-Rusya Yakınlaşması ve Suriye. Ankara: ORSAM araştımaları.

Özkaya, A. N. (2008). Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devleti’nin Politikaları. USAK, II, 90.-116.

Şemsidin Erdoğan, E. d. (2015). Irak Şam İslam Devleti (IŞİD): Gücü ve Geleceği. Savunma Bilimleri Dergisi, 6-34.

Şen, Y. (tarih yok). Suriye'de Arap Baharı. Yasama Dergisi 23, 59.

Taşkın, Y. (2013). AKP Devri, Türkiye Siyaseti, İslamcılık ve Arap Baharı. İstanbul: birikim yayınları.

Taştekin, F. (2015). Suriye yıkıl git, diren kal. İstanbul: ilitişim yayınları.

Yüksel, O. (2013). Ortadoğu Arap baharı ve Sosyal medya. Politik akademi.


***


SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 3

                                    SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 3



ARAP BAHARI İÇ SAVAŞA DÖNÜŞMESİ

Muhalifler İstanbul’da ilk toplantıda “Dışarıdan destek yok” diyordu ama daha bir ay geçmeden Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan ya da ABD bağlantılı muhaliflerin maaş olarak kullandığı endişesi öne çıktı. Haddam kaos çıkarmak için göstericileri silahlandırmaya çalışıyordu. BAE ise göstericilere organizesinde kullanılmak için Thuraya marka telefonu sağladı. Saad el-Hariri de intikam için Adamlarını seferber etti (Taştekin, 2015, s. 82). Ulusal Demokratik Değişim Koordinasyon Komitesi’nin bildirisinde, 31 Aralık 2011’de Kahire’de imzalanan anlaşmanın "Suriye’nin demokratik bir devlete doğru geçiş süreci için, demokratik mücadelenin prensiplerini tanımladığı" bildiride “Arap müdahalesinin bir dış müdahale olarak kabul edilmediği" vurgulanan anlaşmada, "sivillerin her türlü yasal imkânla korunmasının gerekliliği" açıkça ortaya kondu (AA, 2011).

Suriye’de sivil halk gösterileri azaldığında ülke dışında gelen muhalif güçler, Rejim ile muhalifler arasında şiddetli çatışmalar başalarken İdleb’e bağlı Cisr el Şuğur’da 2011 yazı boyunca ülke dışında muhalifler devrin sivil olduğunu dillendirmeyen devem etse de sahada durum başkaydı. Ta başından itibaren asker ve polis cenazeleri geliyordu. Muhalefette göre 123 güvenlik görevlisinin feci şeklinde katledildiğini olayla birlikte duvara çarptı (Taştekin, 2015, s. 86). Çatışmalara hızla devam ederken dünya medyasında yer almıştı. BM bu korkunç olayları durdurmak için Kofi Annan liderliğinde bir plan düzenlendi. Annan'ın bu kararı "şiddet ve kan dökülmesine son verebilecek, muhtaçlara yardım ulaştıracak, Suriye halkının meşru taleplerinin yerine getirilmesi için siyasi diyalog sağlanmasına elverişli ortam yaratacak önemli bir ilk adım olarak gördüğünü. Altı maddelik Annan planı, Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın yerleşim merkezlerinden askerlerini çekmesini, tüm tarafların çatışmalara en azından günde iki saat ara vererek insani yardımın ulaşmasına olanak vermesini, yönetimin isyan sürecinde gözaltına aldığı kişileri serbest bırakmasını öngörüyor. Hem BM hem de Arap Birliği'ni temsil eden Annan halen şiddete son verilmesi için hazırladığı plana destek almak üzere Çin'de temaslarını sürdürüyor. Annan'ın temasları sonrasında Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev de girişimi bütünüyle desteklediğini çünkü bunun 'Suriye'nin uzun ve kanlı bir iç savaşın önüne geçmek için son fırsat' olduğunu söyledi (bbc, Suriye Annan Planı'nı kabul etti, 2012). Ancak bu plan 9 Mart 2012 muhalifler tarafından Kofi Annan’ın, ‘diplomatik çözüm’ talebi Şam rejimine karşı direnen muhalifler tarafından reddedildi (Jazeera a. , 2012).

Annan'ın Barış Planı

1. Suriye halkının istek ve endişelerine yanıt sunacak Suriye öncülüğünde bir siyasi süreç

2. Sivillerin korunması için BM gözetiminde her tür silahlı şiddete son verilmesi

a) Hükümet meskûn alanlara asker sevkini ve silah kullanımını durdurup buralarda bulunan askerleri çekecek

b) Muhalefet çatışmalara son verme taahhüdünde bulunacak

3. Tüm taraflar çatışma yaşanan bölgelere insani yardım sevkini sağlayacak ve insani amaçlarla her gün iki saatlik sükûnet dönemleri sağlanacak

4. Yetkililer keyfi şekilde tutuklanmış kişilerin serbest bırakılması sürecinin hızını ve kapsamını artıracak

5. Yetkililer ülkede gazeteciler için hareket serbestisi temin edecek

6. Yetkililer toplanma ve barışçı şekilde gösteri yapma hakkına saygı gösterecek.

11 Kasım 2012’de Katar’da toplanan muhalefet grupları 60 kişiden oluşan yeni ve daha kapsayıcı bir liderlik konseyi kurulmasını kararlaştırmıştır. Suriye içi ve dışından üyeleri kapsayan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonunun ülkenin tek yasal temsilcisi olarak tanınması, yapılacak mali ve muhtemelen askeri yardımlar için tek adres olması umulmaktadır. Şeyh Moaz el-Hatib Koalisyona başkan seçildikten sonra Suriyeli askerlere orduyu terk etmeleri çağrısında bulunmuş ve tüm mezhep ve etnik grupların birleşmesini istemiştir. Daha önce en büyük muhalefet örgütlenmesi olan Suriye Ulusal Konseyi, koalisyon grubundaki 60 sandalyeden sadece 22’sini kontrol etmektedir (Şen, s. 66). 2012 yılından itibaren Suriye’ye gerek Türkiye eğiten militanlar gerekse Libya, Tunus ve diğer ülkelerden militan Türkiye, Lübnan ve Ürdün üzerinde Suriye’ye girdikten sonra Suriye halkı hem rejim tarafında hem de muhalif güçler tarafından katliama ve şiddete maruz kaldı. Daha sonra ülkeye farklı mezhep ve ülkelerden militan akımı başlamıştı. Bu da Suriye’nin kanlı bir sayfanın başlangıcıydı. 

Suriye’de ayaklanmaların başlamasıyla ilk olarak Kürtler herhangi bir etkinliğe katılmadı. Çünkü 2004’ten sonra Kürtlerin bazı ayaklanmalarına Araplar tatafından destek görülmedi ve illerde de tam olarak ne olacağına tahmin etmediği için mesafeli durmuştu. Temmuz 2012’de İstanbul’da yapılan toplantıda Araplar tavizsiz bir şekilde  “Suriye Arap Cumhuriyeti” adında ısrar ederken,  Kürtler toplantıyı terk etmiştir. Daha sonra Kahire’de düzenlenen toplantıda da Kürtler konferansı terk etmek durumunda kalmışlardır. Kürtlerin bütün ısrar ve çabalarına rağmen, muhalefetin Arap üyeleri “Kürt halkı tanınmalıdır” şeklindeki bir maddeyi kabul etmemişlerdir. Bütün bunlar Kürtlerin gittikçe uzaklaşması ve kendi başlarının çaresine bakmasına yol açmıştır.  Kürtler Suriye Ulusal Konseyi’nde (SUK) sadece sembolik düzeyde yer almıştır. (Kıran A. , 2014, s. 12) Ancak Türkiye Suriye Kürtlerinin bağımsız bir devlet olma yönündeki girişimlerine seyirci kalmayacağını dile getirirken, Suriye Kürtlerinin nüfus olarak devlet kurmak için yeterli olmadıklarını ileri sürmektedir (Kıran A. , 2014). 2004’te kurulan PYD diğer Kürt partileriyle karşılaştırıldığında göreli olarak ne istediğini bilen bir parti görüntüsü çizmekteydi (Erkmen, 2014) Kürt Yüksek Komitesi, Temmuz 2012 tarihinde Demokratik Birlik Partisi (DBP ya da PYD) ve Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin inisiyatifiyle 13 Kürt partisinin ittifakı olan Kürt Ulusal Konseyi (KUK) arasında kurulmuştur. Komitenin Suriye’nin kuzey doğusunda hükümet kuvvetlerinin çekilmesinden sonra 2012 yazında ortaya çıkan fiili özerk Kürt bölgesini yönetmesi umulmuştur. Ancak KUK, Demokratik Birlik Partisinin yönetimi paylaşım anlaşmasına sadık kalmadığından şikâyet etmiştir (BBC 2013). PKK bağlantılı bir örgüt olan PYD, kuzeydoğu Suriye’de fiilen özerk bir Kürt bölgesi idare etmektedir (Şen). Ancak PYD İŞİD’de karşı en güçlü mücadele vermektedir. 

Suriye’ye gidip çatışan Müslüman gruplar bulunmaktadır(…)Bütün bu örgütlerin yanında, rejimin askeri yapısını zayıflatmak ve düşürmek amacıyla oldukça örgütlü bir şekilde mücadele eden El Kaide örgütü var. Üstelik El- Kaide ile bağlantılı bir şekilde çalışan, Kafkasya, Afganistan, Yemen, Libya, Ürdün, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerden gelip temel amacı cihadı gerçekleştirmek olan kimi radikal İslamcı gruplar bulunmaktadır. Suriye rejiminin bir an önce düşmesini isteyen Türkiye gibi ülkeler, istemeyerek de olsa, dolaylı olarak El Kaide ile bir ilişki içinde görünüyor, ya da bu örgütü “planlı mücadeleyi alevlendirecek bir güç olarak görüyor”. Ancak bu durum, özellikle Şii yönetimlerin egemen olduğu İran,  Irak ve Lübnan gibi ülkeler açısından farklı değerlendirilmiyor. Onlara göre Vahabiler Şiileri hedef alıyor ve asıl hedef Şiilerin yönetimden uzaklaştırılmasıdır (Kıran A. , 2014). Beşar Esad’ın zalim rejimine karşı ayaklanma kısa süre sonra farklı amaçlar güden ideolojik, mezhepsel ve etnik grupların katılmasıyla adeta savaş içinde savaşlara yol açmıştır. Esad’a karşı çıkan muhalifler kendi aralarında bölünmüş ve rakip gruplar birbirlerine karşı savaş açmıştır. El Kaide’den kopan El Nusra ve benzeri radikal örgütler de kendi içlerinde ihtilafa düşüp eylemlerini kendi amaçları doğrultusunda sürdürmüşlerdir (Kohen, 2016)

Suriye’de ÖSO’dan başka Ahrar el-Şam, Cephetun-nusra, Feth-elŞam da vardır. Ancak Gerçekleştirdiği kanlı eylemlerle, Irak ve Suriye’de ele geçirdiği topraklarla adını özellikle 2014 yılı içerisinde sıkça duyuran Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) , ilk olarak 1999 yılında Ebu Musab el-Zerkavi tarafından Afganistan’da, Tevhid ve Cihad Örgütü olarak kurulmuş, 2001 yılında Irak Kuzey’ine gelmiş ve ABD güçlerine karşı savaşmıştır. Örgüt, 2004 yılında El-Kaide ile bağlantılı hale gelerek Irak El-Kaidesi ismini almıştır. Ekim 2006’da ise Irak İslam Devleti kurularak liderliğe Ebu Ömer el-Bağdadi getirilmiştir. 29 Haziran 2014’te ise halifeliği ve İslam Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir (Şemsidin Erdoğan, 2015) İŞİD şimdi ise Suriye toprakların Fırat Nehri havzasında yer almakta idi Ancak İŞİD, ÖSO, PYD ve rejim tarafında saldırmaktadır bunun için sınırları değişkendir. Ancak İŞİD’in popülaritesi 2014 yılında Suriye’nin Kuzeyinde PYD elinde Kobani’nin işgali sırasında yoğun olarak duyulmuştu ve sosyal medyada ve özellikle youtube’de yayınlandığını bazı korkunç videolarla tanıdı. 

Şekil 1; http://www.papik.net/suriyede-kim-kiminle-savasiyor-grafik/


Son iki yıla baktığımızda bölgede bazı konjektörlerin yön değiştirilmesi neden oldu. 24 Kasım’da düşürülen uçağı Türkiye ile Rusya arsında bozulması neden oldu. daha sonra Türkşye Cumhurbaşkanı tarafında yazılan mektupta “ özür dilemesiyle tekrar her iki ülke arasındaki sorunları çözüldü”. Suriye’nin kuzeyinde ABD güdümünde bir federal bölgenin ortaya çıkması her iki aktör açısından işbirliği zemini yaratabilir. Buna bağlı olarak Türkiye ve Rusya Azaz-Cerablus arasındaki bölgede IŞİD’e karşı ortak mücadele edebilir. Buna karşılık Rusya Türkiye’den Suriye konusundaki tavrını yumuşatmasını talep edebilir (Orhan, 2016). Son olarak da Türkiye Fırat Kalkanı Operasyon ÖSO ile birlikte bölge İŞİD teröründe temizlemek, tampon bölge oluşturmak ve ABD'den aldığı destekle bölgede yayılmacı ve saldırgan bir politika izleyen PKK/PYD yapılanmasının kantonları birleştirerek bir kuşak oluşturmasını engelleyebilmek (Acun, 2016). Aynı zamanda da ABD’nin YPG’ye verdiği lojistik ve hava operasyonların yardımıyla YPG’nin ilerlemesi Türkiye zor durumda bırakmıştı. Her iki ülke arasında siyasi krizler söz konuş olmuştur. 

4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 2

SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 2



   Ne yazı ki Suriye’de Arap Baharı Tunus ve Mısır gibi olmadı. Suriye, Libya ve Yemen ise Arap baharından çıkıp bir iç savaşa sürüklendi. Suriye’de askeri ve istihbarat kadroları her ne kadar farkı kesimler tarafında yürütüldüğünü bilsek de bunun sonucu bu kadrolar tamamen Cumhurbaşkanı tarafında yönetiliyordu ve rejime sadık kadroları mevcuttu, Mısır’da oluğu gibi asker ne rejime ne de siviller yanında olmayıp tek taraf oldu. Ama Suriye’de ise ters bir durum söz konusu olup asker rejime bağlı kalıp ve sivillerle çatışmaya girmişti. Louis Farrakhan “saviour’s day” 2014 yılında yaptığı konuşmasında; Arap Baharı, George W. Bush tarafından dizen edilen “Büyük Ortadoğu Projesinin” bir parçası olup Müslüman ülkeleri ve Arap ülkeleri İsrail’in güvenliği için Obama ve Clinton tarafında yönetilmektedir. Daha sonra Wikileaks tarafında yayınlanan Clinton e.maillerin bir yazısında ise; bizin Suriye bir iç savaşa dönüştürülmesi İsrail’in güvenliği içindir diye yazılmaktadır. 

Tabi ki Arap bahar’ının en önemli desteği de kamuoyundur. Sosyal iletişim ağlarının nicelik ve nitelik bakımından hızla arttığı, etkisini çok hızlı gösterdiği günümüzde, “büyük Ortadoğu” coğrafyasında yaşanmakta olanların zamanla bölge sınırları dışına taşacağını ve küresel bir boyut kazanacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Nasıl ki, orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan “renkli devrimlerin” Arap Baharı için ilham kaynağı olduğu düşünülüyorsa, Ortadoğu’da yaşananların, gelişmiş Batılı ülkelerin vatandaşı olmalarına karşın geri kalmış ülke vatandaşı standartlarında yaşayanlar için de harekete geçmek ve sokaklara dökülmek için tetikleyici bir etki yaptığı söylenebilir (Kibaroğlu, 2011). 2011 yılı başlarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı saran Arap Baharı’nın böylesine kitlesel ve hatta bölgesel halk hareketine dönüşmesi şüphesiz ki sosyal medyanın büyük katkıları ile olabilmiştir. Hatta bu yeni mecraların örgütlenme ve iletişim aracı olarak kullanılması, yaşanan halk hareketlerine “sosyal medya devrimi” gibi tanımlamaların yapılmasına bile neden olmuştur. Bu tanımlamalar eksik olsalar da yanlış değillerdir. Ne de olsa bölgede yaşayan on milyonlarca insan başta Facebook, Twitter ve Youtube olmak üzere birçok sosyal ağ yoluyla örgütlenerek toplantılar ve geniş katılımlı gösteriler organize etmiş, tepkilerini ortaya koyma imkânı bulabilmişlerdir.  Özellikle Beşar Esad’ın ve Baas yönetiminin ülkeye yabancı gazetecilerin girişine müsaade etmeyişi, sosyal medyayı muhalifler için önemli bir haber paylaşma mecrası, uluslararası medya kuruluşları içinse haber kaynağı haline getirdi. Facebook, Twitter ve Youtube’ta yoğun haber yayınına başlayan muhalifler böylelikle seslerini tüm dünyaya duyurmayı başardılar. Facebook, Twitter ve Youtube’ta anlık haber paylaşımları yapan Ugarit NEWS gibi muhaliflerin yayın örgütlenmeleri haberlerin tek taraflı da olsa dünyaya duyurulmasına neden oldu. Suriye’de Beşar Esad yönetiminin basına karşı baskıcı tutumu ve uzun bir süre yabancı basın mensuplarının ülkeye girişine izin vermemesi de sosyal medyayı ve muhalifleri daha önemli bir haber kaynağı haline getirdi (Yüksel, 2013).

DİŞ MÜDAHALE

Başar Esad yönetimindeki Suriye, 2003’teki Irak iş galinden sonra ABD’nin işgal tehdidi karşısında özellikle Türkiye ile ilişkilerini geliştirerek hem Batı ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışmış, hem de bölgesel etki alanını genişletme gayreti içerisinde olmuştur. Ancak Suriye yönetiminin bu süre içerisinde İran’la olan ilişkilerini de geliştirmesi, İran etkisinin bölgeye girmesinden endişe eden diğer Arap devletlerinde Suriye’ye yönelik çekinceler oluşmasına sebep olmuştur (BUÇUKCU, Haziran 2012). Türkiye ise küresel beklentiler ve bölgesel hedefleri arasında denge arayışının belirlediği Suriye politikasını “Esad rejiminin gitmesi” üzerine kurmuş, Arap sokağındaki gücünün de verdiği güvenle kısa sürede sonuç almayı ummuştur. Ancak Ankara yakın zamana kadar çok iyi ilişkiler içinde olduğu ve anayasal reformlar yoluyla dönüşmesi için çaba sarf ettiği Suriye rejiminin muhalif eylemler ve hatta silahlı bir direnişe karşı tecrübesini hesaba katmamıştır. Öyle ki gösterilerin 4. ayında Başbakan Erdoğan “Esad’ın birkaç ay içinde devrileceği” öngörüsünde bulunurken, gösterilerin 1. yılına gelindiğinde bu öngörüsünü revize ederek 1,5 ila 2 yıla çıkarmıştır. Hatta Ankara’dan Şam’a yapılan “Silahları durdur, halkın taleplerini yerine getir, istifa et” çağrısı yeniden “erken seçime git” tavsiyesine dönüşmüştür (Ertuğrul)

Türkiye’nin, Soğuk Savaş yılları boyunca Suriye ile ayrı kamplarda olmasının ve Şam’ın alışılagelmiş “sınır aşan sular” ve “Hatay” konularında Türkiye’ye karşı uzlaşmaz tutumuna ek olarak 1970’li yıllardan itibaren önce Ermeni terör örgütü ASALA ’ya ve 1980’li yıllardan itibaren başta PKK olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı ayrılıkçı terör faaliyeti yürüten PKK’ya destek vermesinin gerdiği ilişkilerin 1998 yılında çatışmanın eşiğine gelmesinin ardından, “komşularla sıfır sorun” politikası çerçevesinde ikili ilişkileri yüksek seviyeli işbirliği düzeyine çıkartmak istemesi, genel anlamda Türk dış politikasının temel prensipleri ile bir uyum içinde olduğu söylenebilir. Bu ulaşılması arzulanan doğru bir hedeftir. Ancak, ikili ilişkilerde tarafların ortak hedeflere varması için gerekli şartlardan bir tanesi, her ikisinin de niyetlerinde samimi olmaları ve davranışlarında tutarlı olmalarıdır. Bu konuda yapılabilecek eksik ya da aceleci değerlendirmelerin sonuca olumsuz yansıması ve sürecin devamının gelmemesi doğal bir sonuç olmaktadır (Kibaroğlu, 2011). 2000 yılında Hafız Esad öldüğünde Türkiye’den ilk kez Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer tarafında Suriye Ziyaretinde bulundu. 2004 yılında ise Recep Tayip Erdoğan tarafında resmi bir ziyaret bulundu. Bu ziyaret sırasında Türkiye ile Suriye arasında gerek siyasi, ticari ve toplumsal olarak ilişkileri daha güçlendi, bunun akabinde de ise Suriye ile Türkiye yaşayan akrabaların bayramlarda vizesiz ziyaretler başladı ve 2009 yılında iki ülke arasında vize kalktı. Kuzey Afrika’dan başlayan ayaklanmalarla Türkiye batı ülkeler tarafında Suriye politikasına göre yön değiştirdi ve Esad’a görevini bırakması daha sonra iki dost ülke arasında tansiyon başladı.

ABD ve Britanya da göstericilerin bastırılması için İran’da ve Hizbullah’ın Suriye’ye adam gönderdiği iddiasıyla suyu bulandırıyordu (Taştekin, 2015, s. 80). BM ve NATO gibi örgütlerin Suriye’ye müdahale seçeneğini ciddi anlamda etkileyen bir faktör de Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin tutumudur. Uluslararası toplum BM’den Suriye’ye karşı müdahale kararı beklerken, Çin ve Rusya Güvenlik Konseyi’nin Suriye devlet başkanını istifa etmeye çağıran kararını veto ettiler (Kıran A. , 2014). ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye'deki bir komuta merkeziyle işbirliği yapılarak Suriyeli muhaliflere destek verilmesi için talimat verdiği ortaya çıktı (Milliyet, 2012) ABD Suriye’de isyanların başlamasıyla isyancılara ciddi maddi ve silah yardımı yapılmıştır. Ancak ÖSO arasında bir çatlak oluşması, el-Kaide ve Nusra gibi silahlı grupları ortaya çıkması ABD tedirgin etmiş ve yardımlarını kısaltmıştır. YPG çok iyi savaşıyor. ABD, IŞİD’le mücadele konusunda YPG’nin güvenilebilir ve etkin bir müttefik olabileceğini gördü. Tüm bunlar ABD’yi YPG’nin mücadelesini desteklemeye itti (Ersoy, 2014). PYD hala İŞİD’de karşı ABD’nin bölgede en aktive müttefikidir. Beşar Esad’a babası Hafız Esad tarafından “miras” bırakılan Baas Rejimi, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile yakın stratejik ilişki geliştirmişti. Günümüzde de Sovyetlerin mirasını devam ettiren Rusya Federasyonu Suriye’de Beşar Esad’a yönelik kapsamlı yaptırımlara ve askeri bir operasyona kesinlikle karşı olduğunu en üst seviyede birçok kez ortaya koymuştur (Kibaroğlu, 2011)

Suriye’ye yönelik olası bir müdahaleye şiddetle karşı çıkan Rusya ve İran, egemen bir ülke olarak Suriye’nin ülkedeki isyanı bastırmada haklı olduğunu ileri sürmektedirler İran açısından Arap Baharının ortaya çıkardığı bir diğer olumsuz gelişme Türkiye-İran ilişkilerinin özellikle Suriye’de yaşananlardan olumsuz etkilenmesidir. Türkiye Esad rejiminin karşısında yer alıp muhalif güçlere destek verirken, İran şu ana kadar Esad rejimin devamını elinden geldiğince desteklemeye çalışmıştır (Oğuzlu, 2011). ). Rusya, daha eskiden beri Ortadoğu’da özellikle Libya, Yemen, Irak ve Suriye gibi ülkelerine siyasetini sürdürmekteydi. Ancak soğuk Savaş’ından sonra Sovyet Birliğinin parçalanmasından sonra nisbi olarak Ortadoğu’dan uzaklaşmış ve yerine ABD almıştır. Ancak Rusya Suriye’de Tertus ve Lazikkiye’de askeri üslerin yapılması ve Akdeniz tek askeri üssüdür. Hafız Esad döneminde zayıf olan bu üsler ancak Arap Baharı’nın başlamasıyla ciddi yatırımlar yaptı ve güçlendirdi. Rusya’nın ikinci önemli yeri olan Libya NATO’nun Libya halkı Diktatör Muammer Kaddafi’den kurmak için yapılan hava saldırısından sonra Rusya elinden kaydırıldı. Dolasıyla Rusya, Suriye Libya gibi elinden kaçırmak istemedi ve Suriye hakkında olan herhangi bir müdahaleyi reddetti (Memdukh, 2015, s. 152). Suriye iç savaşı başladığından beri Rusya, diplomatik platformlarda rejimin yanında yer aldı. Rusya’nın ürettiği silahların en önemli alıcılarından biri olan rejime askeri desteğini de esirgemedi. Ancak 2015 yılı Eylül ayına gelindiğinde, İran’ın askeri anlamda da destek verdiği rejim, kendi kalesi olan Lazkiye’de bile muhalifler karşısında zorlanmaya başlayınca, Rusya fiili olarak devreye girmeye karar verdi (Jazeera, 2016). Dolaysıyla Rejimin yeniden güç kazanmasıyla birlikte, Rusya Devlet başkanı Vladamir Putin, bombardımanın başlamasından 5,5 ay sonra, 14 Mart 2016’da Rus birliklerinin önemli bir kısmını Suriye’den çektiklerini açıkladı. Putin’e göre, askeri operasyonun amaçlarına ulaşılmıştı. Rusya Suriye’de tek İŞİD’de karşı değil ÖSO’ya da bombalıyor.

3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 1

 SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 1



Mohamad Said KANBAR

Marmara Üniversitesi

Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü

Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri  Bölümü


SURİYE, ARAP BAHARI

GİRİŞ

2010’un son aylarında Kuzey Afrika’dan başlayan halk ayaklanmaları daha sonra farklı Arap ülkelerine dağılmıştı. Mart 2011’da Suriye’nin güney kentinde Deraa’da başladı. Daha sonra farklı şehirlere yayılması, sivil ile polisler arasında başlayan sürtüşmeler, daha sonra askerler araya girerek isyanlar şiddetli çatışmaya dönüştü. Ancak bu devrim Tartus, Lazıkiya ve Konaytara’da rejim tarafından kontrol altına aldı hiç çatışma yaşanmadı. İsyanlar Suriye’ye geçmeden önce Beşar Esad tarafında bazı reformları yapacağını söz verdi. Ancak tam bu sırada olaylar çıkınca ve durumlar değişti. Gerek yerel gerekse ulusal çağrılar üzerinde Esad rejimi bırakması bastırılınca Rusya ve İran rejime yana tavır alında, Suriye’nin Baharı bir iç savaşa dönüştürüldü. 2012 yılında farklı ülkelerden Suriye’ye gelen yabancı militanlar farklı bir tablo söz konusu oldu. Eğer Suriye halkı hep yek bir direniş gösterseydi ve dış müdahale söz konuş olmasaydı, Arap Baharı gerçekleşir miydi? Bu kadar kayıp, ölü ve zülüm olur muydu? Terör örgütleri Suriye’de volta atar mıydı? 

ARAP BAHARINDAN ÖNCE SURİYE

Suriye’nin etnik yapısına baktığımızda tek bir ulustan oluşmamaktadır. bu etnikler arasında Arap, Kürt, Dürzi, Nusayri, Türkmen, Yahudi ve Ermenilerden oluşmaktadır. Aynı zamanda da farklı dinler de vardır, Bütün bu farklılıklar olmasından dolayı ülkede 1945’ten 1970’li yıllara kadar askeri darbeler yaşanmıştır ve son olarak da Hafız el-Esad tarafında son askeri darbe gerçekleştirdikten sonra günümüze kadar devam etmektedir. Esad ailesi alevi kime göre de Nusayri kökenli ekalliyette olan bir aileden gelmektedir. 

1963’te iktidara gelen Baas Partisi’nin ülkedeki siyasal istikrarı sağlaması ancak Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidarı ele geçirmesi ve 1971 yılında yapılan referandumda oyların %99,2’sini alarak devlet başkanı seçilmesiyle mümkün olmuştur. Devleti istikrara kavuşturması ve sistemin kurumsallaştırılması konusundaki başarılarından ötürü Esad, yerli ve yabancı gözlemciler tarafından Suriye’nin kurucu babası olarak nitelendirilmektedir. Bugünkü siyasal yapının hemen tamamında Hafız Esad’ın izlerini bulmak mümkündür. 1972’de Baas Partisi öncülüğündeki altı siyasi partiden oluşan Ulusal İlerici Cephe’yi kurduktan sonra 1973 yılında kalıcı bir anayasa hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. 30 yıllık iktidarı boyunca milliyetçi, realist ve pragmatist özellikleri ön plana çıkan bir liderlik sergileyen Hafız Esad, ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatı kontrol altında tutan totaliter bir rejim kurmuştur. (Ataman, 2012). Hafız Esad hükümetti teşkil ettikten sonra başta kalarak 2000 yılına dek devam etmiştir. 2000 yılında vefatından sonra oğlu Beşar Esad tarafında iktidarı teslim aldı. Beşar Esad başa geldikten sonra ülkede yaşayan Müslüman kardeşler, Kürtler ve bazı etnik gruplara yeni ıslahçı bazı vaatlerde bulunarak ülkeye yumuşak bir hava esmaya başlamıştır. Bu vatlar arasında Kürtlere bazı hakları tanıması, kimliksiz olan Kürtleri vatandaşa alınması ve illegal olan siyasi Kürt partileri ve Arap partilerin tekrardan siyasi faaliyetlerini devam etmesi sözü varmıştı. 

Beşar Esad yukarıda bahsettiğim vaatların vermesi belki de babasının çevresindeki adamları şaşırtırmış olabilir. Aslında kendisi Avrupa’da eğitimi görmesinden dolayı Suriye halkı Babası döneminde geride kaldığını ve dünyaya kapalı olduğunu fark etmiştir. 2002 yılında “Şam baharı” dediğimiz bir hava esmiş ve halka rahat bir nefes sağlanmıştır. Devlet kontrolündeki Suriye Bilgisayar Derneği başkanı olarak internetin ülkeye girmesini sağlamış ve devlet başkanlığı yemin töreni sırasında da açıklık ve şeffaflık sözü vermiştir.  Beşar, iktidarının ilk yılında gerçekten de oldukça reform yanlısı ve açık bir siyaset izlemiştir. ‘Şam Baharı’ olarak adlandırılan bu dönemde gözle görülür bir siyasi serbestlik dönemi ortaya çıkmıştır. Evlerde, kahvehanelerde veya başka toplantı yerlerinde aydınlar rahatlıkla toplanıp her türlü konu üzerine tartışmalar düzenlemişler, tartışma forumları kurmuşlar ve hiçbir baskıyla karşılaşmamışlardır. Ancak bu özgürlük dönemi kısa sürmüş, 2002 yılı ortalarında bu toplantılar yasaklanmış ve daha sonra bu organizasyonlara katılanlar tutuklanmaya başlanmıştır. (Özkaya, 2008) çünkü dışarıdan yapılan siyaset Baas Partisine tehdit etmiş. Aynı zaman kendisi Suriye’nin ilk cumhurbaşkanı olarak Şam’dan çıkıp Kürtlerle temas kurmak için Haseke vilayet ’tine ziyaret etti. Esad ile beraber gerek siyasi, ticari, askeri gerekse eğitim bakımında ciddi gelişmeler söz konusu olmuştur. Bütün bunlar olurken bununla beraber de ilk hedef Baas Partisi Suriye genelinde daha sağlam bir taban hazırlanmaktaydı. 

Beşar Esad 2000 ile 2011 yılları arasında Suriye genelinde ve özellikle Araplar ile şiddetli protesto veya ayaklanma gibi sorunlar çıkmamıştır. Ancak 2003 yılında ABD tarafından Irak’a ihtilalinden bir yıl sonra yani 2004 yılında Kamışlı kentinde Kürt ve Araplar arasında çıkan çatışmalar daha sonra Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bölgelere dağılmıştır. Bunun sonucunda onlarca ölü,  yüzlerce yaralı ve gözaltı söz konusu olmuştur. Ancak daha çok geçmeden Esad Kürt partilere çağrı yaparak ve bu anlaşma içinde gözaltı olanları serbest bırakması sonucu olmuştu. Yine buna benzer bir olayda 2005 yılında Kürt dini adamı öldürmesiyle olmuştur. Ancak babası tarafında özellikle 2 Şubat 1982 tarihinde gerçekleştirilen ve 20,000 civarında sivil insanın hayatını kaybettiği tahmin edilen Hama Katliamı, Hafız Esad döneminin en tartışmalı ve kanlı müdahalesi olarak sonraki yıllarda da sıklıkla hatırlanmıştır (BUÇUKCU, Haziran 2012). İhvanın bazı üyeleri Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye Yalova’ya yerleşti (Taştekin, 2015). Hafız el-Esad ülkenin Laik kimliği vurgulamak için 1973’te İslam, cumhurbaşkanın dini ve yaşamının kaynağıdır” diye bir maddenin istediğinde kendi ayağına kurşun sıktığını anladı ve geri adım attı. Aynı zaman da hafız Esad İhvan’ın İslamcı söylemini kırmak için 1973’te kişisel servetinden Hama’da medreseler ve Humus ’ta dini yardım kurumlarına bağış yaptı, 1974’te de imamların maaşlarında artışta bulundu (Taştekin, 2015)

Suriye’nin toplumsal tabanına baktığımızda bir değişiklik söz konusudur. Suriye’de heterojen bir toplumsal yapı mevcuttur. Suriye’nin parçalanmış toplumsal yapısı daha çok coğrafyasının bir sonucudur. Aynı zamanda bir geçiş noktası olan Ortadoğu bölgesinin dışlanmış halk kesimlerinin sığındığı ve yurt edindiği bir coğrafya olan Suriye’nin her bir dağlık bölgesi farklı bir etnik gruba korunak olmuştur. Ülkedeki farklı etnik, dinsel, toplumsal ve coğrafi aktörler varlıklarını ve özerkliklerini bugüne kadar koruyabilmiş; parçalanmış toplumsal yapı ülke siyasetinin ve ekonomisinin en önemli nedenlerinden biri olarak etkisini devam ettirmiştir (Ataman, 2012). Genellikle elit tabaksının iktidar çevresinde bulunmak mümkündür. Bununla beraber gerek devlet gerekse özle sektör alanında olsun yüksek bir oranda akraba yöntemiyle elaman almaktadır. Özellikle devlet kadrolarında ve aynı zamanda öncülük Baas Partisine aittir. Bu da doğrudan toplumda bir sorun yaşamaktadır. 

ARAP BAHARINDAN GÜNÜMÜZE KADAR 

Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, genel olarak kabul gören bir bakışa göre, 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Bouaziz’nin 17 Aralık 2010’da kendi bedeni yakarak Tunus Devrimi’ni ateşlemesiyle başladı. Yaklaşık bir ay sonra Tunus diktatörü Zeynel Abidin bin Ali, ülkeyi terk ederek ülke tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına yol açtı. Ardından olaylar Mısır’a sıçradı ve otu yıl aşkın bir süredir Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek, 11 Şubat 2011’de görevini bırak zoruna kaldı. Sırada Libya vardı: 42 yılıdır ülkeyi demir yumrukla yöneten Muammer Kaddafi, NATO’nun da müdahil olduğu bir iç savaşın ardından 20 Ekim 2011’de muhaliflerce ele geçirerek öldürüldü. Daha sora Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih 27 Şubat 2012’de görevini bırak zorunda kaldı (Taşkın, 2013). Sırada en uzun, en kanlı ve hala devam eden Suriye vardı. 

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu içine alan geniş bir coğrafyada, iktidarları boyunca dünyanın birçok demokratik ülkesinde neredeyse iki kuşak devlet adamlarının siyaset sahnesine gelip gittiği kadar uzun süre görevde kalan ve dokunulmasa belki bir kuşak daha eskitecek olan diktatörleri birkaç ay süren kanlı bir mücadele sonunda deviren halk hareketine kısaca “Arap Baharı” denilmekte (Kibaroğlu, 2011). Arap Baharı öncesi geçerli olan bölgesel yapının belki de en önemli özelliği mevcut rejimlerin neredeyse tamamının temsili ve demokratik olmayan karakteriydi. İktidarda bulunan yönetimlerin çoğu meşruiyetlerini ya askeri bir darbeye ve bunun neticesinde oluşturulan baskıcı devlet kurumlarına ya da kraliyet bağlarına ve monarşik bir geçmişe dayandırmaktaydı. Bütün bölge ülkelerinin, Türkiye ve İsrail’i dışarıda tutmak kaydıyla, paylaştıkları orta nokta kamuoyunun ve halkın meşruiyet oluşturmada etkisiz kaldığıydı (Oğuzlu, 2011).

Arap Baharı olarak tanımlanan gelişmelerin başlamasından kısa süre öncesine kadar konumlarını sarsılmaz kabul eden, adeta ebediyete kadar yönettikleri toplumların “lideri” olarak kalacağını düşünenlerin, ülkelerinde “artık çok partili seçimlere hazır” bir ortam oluştuğunu açıkça ifade etmeye başlamaları, ya da o güne kadar toplumun bazı kesimlerini yok sayan anlayışa sahip olanların, “bireysel ve kültürel özgürlüklerin yaşanması gerektiği” vurgusunu yapmaya başlamaları, bu sürecin öncelikle ve özellikle bölgesel etkilerinin kısa sürede daha geniş bir coğrafyada hissedileceğine işaret etmektedir (Kibaroğlu, 2011, s. 30). 

2010 yılı sonu 2011 yılı başında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki otoriter rejimlere yönelik büyük bir öfke patlaması gerçekleşip bu patlama mevcut rejimlerin varlıklarını tehdit eder hale dönüşünce, 2011 yılı Ocak ayında Wall Street Journal’a mülakat veren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bölgede reform ve değişime yönelik ciddi bir talep olduğunu fark ettiğini ve bu talebi karşılamaya yönelik adımlar atacaklarını ifade etti (BUÇUKCU, Haziran 2012). 

2011 yılı Mart ayından itibaren Suriye’ye de sıçradı. Mart ayının ilk günlerinde başlayan barışçıl gösterilere güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, ülkede giderek çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bir iç savaşa yol açtı. Aslında Suriye’deki olaylar, Tunus ve Mısır’da büyük kitleleri sokağa döken eylemlerin aksine, oldukça düşük bir profilde başlamıştı. Olayların fitilini ateşleyen ilk gelişme, güneydeki Deraa kentinde iki gencin duvar yazıları sebebiyle tutuklanması sonrasında meydana geldi. Yoğun işkencelere maruz kalan gençlerin serbest bırakılması için mensup oldukları aşiretlerin sokağa dökülmesi, kentte gerilimi arttırdı (Dağ, 2013). Ayaklanmaların eskiden Baas ideolojisinin kalelerinden biri olan Deraa’da başlamasının en önemli nedenleri, bütün ülkeyi etkileyen kuraklık ve yolsuzlukla beraber burada yaşayanların Lübnan’daki iş olanaklarını yitirmesi sonucu büyük bir işsizlik sorununun ortaya çıkmasıdır (Şen). Olayların başlamasıyla Esad demokratikleşme yolunda bazı adımlar atmıştır. Bu sırada Kürt parti temsilcileri, aydınları ve Kürt aşiretlerin liderleriyle buluşan Esad, 7 Nisan 2011’de kimliksizliklerle ilgili bir karar almış ve kimliklerinin verilmesini istemiştir (Mahalli, 2014, s. 262). Ayaklanmayı sınırlı bir coğrafyada hapsetmek için ve Kürtleri hiç olmazsa “tarafsız” kalmaya ikna etmek için Esad’ın yaptığı ilk reformlardan biri 6 Nisan 2011’de gerçekleşmiştir. Nevroz da ulusal bir bayram olarak ilan edilmiştir. (Karabat, 2013). Nedense Suriye toplumsal gösteriler sadece birkaç ay sürdü. İlk olarak bu gösterilere her Cuma günü namazdan sonra başlıyordu ve her Cuma da başka bir isim ile anılmaktaydı. Ancak bu gösteriler her zaman kanlı dağılıyordu ve giderek öfke yükseltiyordu. Muhalifler ilk kez nefsi müdafaa hakkı Temmuz 2011’den itibaren kullandı. Ancak madalyonun gerçek yüzü farklıydı (Taştekin, 2015, s. 77). Bu da giderek her iki taraftan merhametsiz ve sonu gelmeyecek bir savaşa dönüştü. Burada gösteriler de kısmen sona ermiş diye biliriz. Orda sadece silahlı çatışmalar yer aldı. Ortalık giderek karıştı.

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***


26 Mart 2021 Cuma

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 5

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 5


Ortadoğu, Güvenlik, Kimyasal Silahlar, Prof. Dr. Sibel TURAN, H. Ekber KAYA, Nükleer silahlar,Kitle imha silahları, konvansiyonel silahlar,sarin gazı, tabun gazı, hardal gazı, Hafız Esed, Suriye, ABD, 


Ancak 31 Aralık’a kadar bir varil bile çıkartılamamış ve yeni bir tarih belirlenmiştir. Bu defa sürenin 5 Şubat 2014 tarihinde dolduğu ilan edilmiştir. 
7 ve 27 Ocak tarihlerinde Lazkiye Limanından 18 konteyner, gemilere yüklenmiş, bu da 1300 tonluk kimyasal maddeden sadece 50 tonunun tahliye edilebildiğini göstermekteydi. 
Bu hızla devam ederse kimyasal silah üretiminde kullanılan maddelerin taşınması 3 yılı bulacaktı. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün hazırladığı plana göre ise 30 Haziran’a kadar tüm kimyasal silah unsurlarının imha edilmiş olması gerekmektedir. Suriye hükümeti, misyonun ağır ilerlemesini ülkedeki iç savaş koşullarıyla gerekçelendirmektedir. Şam’a göre kötü hava koşulları, lojistik sorunlar, teçhizat eksikliği de rol oynamaktadır. 
Esad rejimi, nakliye yollarında paylayıcı olup olmadığını denetlemek için dedektör talebinde bulunmuştur.169 
Uluslararası misyonda çeşitli ülkeler rol oynamaktadır. Rusya nakliye için Suriye’ye araziye uyumlu kamyon ve zırhlı araç göndermiş, Norveç ve Danimarka da nakliye gemilerini Lazkiye limanına yollamıştır. Söz konusu bu gemiler kimyasal maddeleri Akdeniz üzerinden İtalya’ya taşıyacaktır. Nakliye gemileri yolculuk sırasında Danimarka, Norveç, Rusya, Çin ve İngiltere savaş gemileri tarafından korunacak tır. Kimyasal maddeler, Gioia Tauro limanında özel Amerikan gemilerine aktarılacak ve bu gemiler üzerindeki hidroliz tesislerinde imha edilecektir.170 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2118 sayılı kararı uyarınca Esad’ın elinde tek bir kimyasal silah kalmaması gerekmektedir. Fakat şimdiye kadar hiçbir ülke bu silahları kendi ülkesinde işlemden geçirmeye razı olmamıştır. ABD’nin teklifini Norveç, Belçika ve Arnavutluk, kapasite yetersizliğini gerekçe göstererek reddetti. Arnavutluk yönetimi bu silahların ülkede zararsız hale getirilmesini teklif etmiş, ancak protesto gösterilerinin ardından bu kararından vazgeçmiştir. Arnavutluk’un seçenekler arasında yer almasının sebebi de 2007 yılında komünist dönemden kalan kendi kimyasal silahlarını yok etmiş olmasıdır. 

Aslında Kimyasal Silahlar Sözleşmesini imzalayan 190 ülkede de bu işlemlerin yapılması mümkündür. 

Alman Bilim ve Politika Vakfı’nın güvenlik uzmanı Oliver Meier hiçbir ülkenin kimyasal silahları kendi topraklarında tasfiye etmeye yanaşmamasının sebebini 
şöyle açıklıyor: "Bunun başlıca nedeni, nakli ve tasfiyesi çok yüksek riskler taşıyan tehlikeli malzemelerin söz konusu olması. Hem çevre hem de sağlık açısından son derece riskli bir operasyon. O nedenle birçok devlet buna yanaşmıyor. Ama tabii ortada siyasi ve idari engeller de var."171 

Nobel Komitesi 2013 yılı Ekim ayında Norveç'in başkenti Oslo'da yaptığı açıklamada, OPCW' nin "kimyasal silahları ortadan kaldırmak için yürüttüğü 
çalışmayı" onurlandırmak amacıyla Barış Ödülü'ne layık görüldüğünü açıklamıştır. OPCW Başkanı Ahmet Üzümcü, ödül sonrası Eurovision ajansına yaptığı açıklamada, "Bu ödül bizim için büyük önem taşıyor. Personelimize cesaret verecek, dünya barışına ve güvenliğine katkıda bulunacaktır." dedi. 

Üzümcü, “Suriye'de 27 OPCW denetçisinin görev başında olduğunu ve kimyasal silahların döküm ve imha işlemini başlattığını” söyledi. OPCW ekibiyle birlikte 
ödülü kutlayacaklarını belirten Üzümcü, "Bu ödülü mümkün kılan onların çabası olmuştur. Bu ödülle uluslararası toplum da örgütün başarısını kabul etmiş oluyor. Bunun için teşekkür ederiz." dedi. Tarihin hiçbir döneminde Suriye'deki kadar büyük bir görevi bu kadar kısa sürede gerçekleştirmenin öngörülmediğini belirten Üzümcü, büyük zorluklara rağmen Suriye'de çalışan personelin, belirlenen takvime uymak için elinden geleni yapacağını söylemiştir.172 

Moskova’ya resmi ziyarette bulunan Üzümcü, Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Moskova Uluslararası İlişkiler Üniversitesi öğrencileriyle bir araya gelerek 
Suriye ile ilgili konulara değinmiş, Rusya ve ABD’in Suriye’den kimyasal silahların rezervinin çıkartılması için gerekli malzeme ve ekipman sağladığını ifade etmiştir. OPCW Genel Direktörü, “Tüm cephaneliğin yaklaşık üçte ikisi çıkartılmış bulunuyor. Böylece çıkartılan zehirli maddelerin oranı yüzde 65,1. Üstelik bunların yüzde 57,4’i öncelikli maddeler (daha tehlikeli). Önemli olan bunun hızlı şekilde yapılması. 2014 yılının ortalarına doğru yetişmeye çalışıyoruz. Umarız, bu misyonun başarılı şekilde gerçekleştirilmesi, Suriye ihtilafının çözümüyle ilgili ortak çabalara katkı sağlayacak.” demiştir.173 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı yönündeki iddiaların bir an çnce araştırılmasını talep etmiştir. Moskova’da 
düzenlenen basın toplantısında konuşan Lavrov “Suriye’de birkez daha kimyasal silah kullanıldığı yönünde iddialar ve kurbanların varlığı alarm veriyor. 

Kimyasal silah ya da türevlerinin kullanımı ile ilgili her türlü bilgi acil bir şekilde araştırılmalı” çağrısında bulunmuştur.174 

Suriye içinde kimin tarafından kullanıldığı henüz tam olarak tespit edilemeyen kimyasal silahların, ABD’nin müdahale söylemine neden oluşturması ve sonrasında da Rusya ve ABD’nin Suriye’de mevcut kimyasal silahları kontrol altına alma yönünde anlaştıklarının ifade etmesi ve son olarak Şam’ın da anlaşmayı kabul ettiğini duyurması ince bir diplomasi ve stratejinin beraber yürütüldüğünü göstermektedir. Plan başarılı bir şekilde uygulanabilirse, bir yandan İsrail’in son iki yıldır kaygı ve tedirginlik duyduğu kimyasal silahların “uluslararası denetim” altına alınmasını sağlanmış diğer yandan da Esad rejiminin dışarıdan yapılması muhtemel bir müdahale ile çöküşü engellenmiş olunacaktır.175    

Sonuç olarak, Ortadoğu içerisinde başta kimyasal silahlar olmak üzere silahlanmaya açık bir bölge olması hasebiyle tehdit ve tehdit önceliğini barındırmaktadır. 2000'li yıllarda ise devlet dışı aktörlerin etkisinin giderek artırması son Suriye olayları bağlamında da durumu içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. 
 
Ancak günümüzde sorun, bölgede İnsanların Kitle İmha Silahlarına maruz kalıp kalmamaları meselesinden öteye taşınmıştır. Devlet dışı aktörlere giden 
ya da gidecek olan silahların denetimi nasıl sağlanacaktır? 

Can kayıpları önlenebilecek midir? Sorun da tam bu noktada düğümlenmektedir. Bu noktada ne olacağını ise bize, yine zaman gösterecektir. 

KAYNAKÇA 

ACER Yücel, “Suriye’nin Kimyasal Silahları ve ABD-Rusya Mutabakatı: Ulusal Çıkarlar Yine Ön Planda”, 
http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-yucel-acer/suriye-nin-kimyasal-silahlari-ve-abd-rusya-mutabakati-ulusal-cikarlar-yine-on-planda/#, (e.t. 02.04.2014). 
ALİ Javed, “Chemical Weapons and the Iran-Iraq War: A Case Study in Noncompliance”, 
http://cns.miis.edu/npr/pdfs/81ali.pdf, (e.t. 01.12.2013) 
ARIBOĞAN Deniz Ülke, “Hersh’in Makalesi Üzerinden Türkiye’ye Dair Bir Okuma”, 
http://www.denizulkearibogan.net/haberler/deniz-ulke-aribogan-dan-hersh-in-makalesi-uzerinden-turkiye-ye-dair-bir-okuma-/, (e.t. 11.04.2014). 
ATLIOĞLU Yasin, “Suriye Dış Politikasında Güç ve Güvenlik İlişkisi”, 
http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Suriye%20Dis%20Politikasinda%20Guc%20Ve%20Guvenlik%20Iliskisi.pdf, (e.t. 06.12.2013). 
AYHAN Veysel, “Suriye’de Kimyasal Silah Stratejisi: İsrail’in Rolü ve Politikaları”, 
http://www.impr.org.tr/suriyede-kimyasal-silahlarin-denetimi-israilin-rolu-ve-politikalari/#.U1Fow61_uGg, (e.t 04.04.2014). 
BALANCAR Ferda, “Silah Deyince...”, 
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1369.0, (e.t. 26.11.2013) 
BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı” Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe, (İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar, 2012) 
ÇAĞLAR Barış, “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın Raporu ve Nükleer Bir İran'ın Bölgenin Tümü için Muhtemel Sonuçları”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2906, (e.t. 30.11.2013) 
ÇAKIR Ruşen, “Yine Hersh’ün Kimyasal Saldırı Haberi Üzerine”, 
http://www.rusencakir.com/Yine-Hershun-kimyasal-saldiri-haberi-uzerine/2624, (e.t. 13.04.2014). 
CARUS W. Seth, “Defining Weapons of Mass Destruction”, Center for the Study of Weapons of Mass Destruction Occasional Paper 4, (2006) 
DEMİRTAŞ Y. Serdar, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş”, Silahlı Kuvvetler Dergisi,123/382, (2004) 
DRESCHEL Alexander ve COŞKUN Ercan, “Suriye’de Kimyasal Silah Takvimi İşlemiyor”, 
http://www.dw.de/suriyede-kimyasal-silah-takvimi-i%C5%9Flemiyor/a-17420363, (e.t. 04.04.2014). 
ESLEN Nejat, “ABD'nin Kitle İmha Silahları ile Savaş Stratejisi ve Asıl Niyeti...”, M5 Savunma ve Strateji, 2/116, (2003) 
FRIEDMAN David, “Biological and Chemical Weapons Arms Control inthe Middle East”, The Nonproliferation Review, 19/3, (2012), 401. 
GENÇTÜRK Tuğçe, “Ortadoğu'da Güncel Güvenlik Algısı”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3369, (e.t. 30.11.2013) 
GUILE Dany Shoham, “Gas and Germs: Syria's Ultimate Weapons”, Middle East Quarterly, Volume: IX, Number: 3, (2002) 
GÜLGÜN Tuna, Küresel, Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler -Yeni Güvenlik, (Ankara: Nobel Yayınları, 2003)
GÜNEY Nurşin Ateşoğlu, “Nükleer Tehdit Algılamaları ve Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu”, Tek Kutuplu Dünya Yaşamak. Gerçekler, 
Yanılgılar ve Beklentiler, Yonca Özer (der), (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006) 
GÜR Büşra, “ABD Sonrası Irak”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3175, (e.t. 06.12.2013). 
GÜRSOY Barış, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005) 
HAMILTON Lee H., “Evaluating the Threat: Chemical, Biological and Nuclear”, 
http://www.wilsoncenter.org/article/evaluating-the-threat-chemical-biological-and-nuclear, (e.t. 01.12.2013) 
HART John ve CLEVESTIG Peter, “Reducing Security Threats From Chemical and Biological Materials”, SIPRI Year Book 2011, (New York: Oxford Unıversıty Press, 2011) 
HENDERSEN Conway W.,International Relations Conflict and Coperation at the turn of 21st Century,( Boston McGrawHilll,1998) 
HILTERMANN Joost R., ABD ve Irak Halepçe'nin Zehirlenmesi, (İstanbul: Avesta Yayınları, 2009) 
HODALİ Diana ve DEMİR Başak, “Kimyasal Silahların Tasfiye 
Sorunu”, http://www.dw.de/kimyasal-silahların-tasfiye-sorunu/a-17240593, (08.12.2013) 
KARABULUT Bilal, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi: II Güvenlik, (Ankara: Barış Kitabevi, 2011) 
KASAPOĞLU Çağıl, “Seymour Hersh ‘kimyasal saldırı’haberinin arkasında”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140407_seymour_hersh_suriye_kimyasal_mit.shtml, (e.t.10.04.2014). 
KELLE Alexander, “The Third Review Conference of the Chemical Weapons Convention and Beyond: Key themes and prospects of incremental change”, 
International Affairs, 89:I, (2013) 
KİBAROĞLU Mustafa, “Ortadoğu'da Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge (NSAB) Oluşturulması Çabaları ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, 4/48, (2012) 
KONA Gamze Güngörmüş, “Ortadoğu'da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi”, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, 8, (2004) 
MÜHLENHAUS Ian Alexander, “Weapons of Mass Destruction”, 
http://www.ian.muehlenhaus.com/muehlenhausCollege/Library/WMD.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
NIKITIN Mary Beth D., KERR Paul K. ve FEICKERT Andrew, “Syria’s Chemical Weapons: Issues for Congress”, 
http://www.fas.org/sgp/crs/nuke/R42848.pdf, (e.t. 08.12.2013)
ÖZEY Ramazan, “ABD Suriye'de Kimyasal Silah Kullandığını Açıkladı. Ne Demek İstedi?”, 
http://turksam.org/tr/a2868.html, (e.t. 08.12.2013) 
ÖZEY Ramazan, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, (İstanbul: Aktif Yayınevi, 2007) 
ÖZGÜR Salih, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006) 
ÖZKAN Ruşen, Ve İnsanoğlu Silah(sız)lanma Süreci, (Ankara: İ.H.H Yayınları, 2003) 
PAZARCI Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, (Ankara:Turhan Kitabevi,2000) 
ŞAHİN Mehmet, “ABD'nin Irak İşgali Üzerinden Suriye Politikasını Okumak”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4301, (e.t.08.12.2013). 
SEFEROV Fuat, “Üzümcü Rusya’da Konuştu: Kimyasal Silahların Üçte İkisi Suriye’den Çıkarıldı”, 
http://www.cihan.com.tr/news/Uzumcu-Rusya-da-konustu-Kimyasal-silahlarin-ucte-ikisi-Suriye-den-cikarildi_3687-CHMTQwMzY4Ny80, (e.t. 15.04.2014). 
SIMPSON John, “25 Yıl Sonra Halepçe: Saddam'a Kim Silah Verdi?”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/12/121203_halabja.shtml, (e.t. 06.12.2013). 
TAMER Cenk, “Ortadoğu'da Güvenlik Kaygısı”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3621, (e.t. 30.11.2013) 
TOMPKINS Matthew V., “Albania’s Chemical Weapons Con”,The Nonproliferation Review , 16/1, (2009) 
TUCKER Jonathan B., “The role of the Chemical weapons Convention in Countering Chemical Terrorism”,Terrorism and The Political Violance, 24/1,(2011) 
TÜYSÜZOĞLU Göktürk, “Suriye’de Kimyasal Silahı Kim Kullanmış Olabilir?”, 
http://politikaakademisi.org/suriyede-kimyasal-silahi-kim-kullanmis- olabilir/, (e.t. 08.12.2013) 
UDUM Şebnem, “Ortadoğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) Üzerine ”, Ortadoğu Analiz, 5/54, (2013) 
ÜLGEN Sinan ve ERGUN F. Doruk, “Kum Tepelerinde Tökezlemek: Orta Doğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bir Bölgenin Oluşturulması”, EDAM Tartışma Kağıtları Serisi, 4, (2012) 
ZISSER Eyal, “The Syrian Army: Between the Domestic and the External Fronts”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Volume:5, No:1,(2001) 
"ABD Kimyasal Silahların İmhasına Talip”, 
http://www.dw.de/abd-kimyasal-silahların-imhasına-talip/a-17263588, (e.t. 08.12.2013).
“Nobel Barış Ödülü Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/10/131011_nobel_baris.shtml, (e.t. 08.12.2013). 
“Robert Fisk de ‘sarin saldırısı’ iddiasını yazdı, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml, (e.t. 13.04.2014). 
“Suriye’de Kimyasal Silahların İmhasına Başlandı”, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25470746, (08.12.2013). 
“Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, 
Strategic Comments, 19/12, (2013) 
“Syria’s Chemical Weapons-The terrorism Threat”, 
http://www.ict.org.il/LinkClick.aspx?fileticket=8Pp51nXRrJI%3D&tabid, (e.t. 08.12.2013), 5-6. 
“Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t. 08.12.2013) 
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/seymour-hersh-kimyasal-saldiri-haberinin-arkasinda-haberi-90650, (e.t. 10.04.2014). 
http://haberrus.com/politics/2014/04/14/lavrov-suriyede-kimyasal-silah-iddialarinin-arastirilmasini-istedi.html, (e.t. 15.04.2012). 
http://www.diken.com.tr/aktuel/seymour-hersh-sarin-iddiasinin-arkasinda-belgelerim-var-kaynaklarim-isten-mi-kovulsun/, (e.t. 10.04.2014). 
http://www.diyadinnet.com/HABER-66686-almanyada-kimyasal-silah-soru%C5%9Fturmas%C4%B1, (e.t. 10.04.2014) 
http://www.journalagent.com/z4/download_fulltext.asp?pdir=atuder&plng=eng&un=ATUDER-75537, (e.t.27.11.2013). 
http://www.nti.org/country-profiles/iraq/chemical/, (e.t. 06.12.2013). 
http://www.nti.org/country-profiles/syria/, (e.t. 08.12.2013). 
http://www.reachingcriticalwill.org/resources/fact-sheets/critical-issues/4582-chemical-weapons, (e.t. 27.11.2013) 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc080/kanuntbmmc080/kanuntbmmc08004238.pdf, (e.t. 27.11.2013). 
http://www.who.int/csr/delibepidemics/chapter3.pdf, (e.t. 26.11.2013). 
http://www.ydh.com.tr/HD12256_iranla-savasinda-saddama-kimyasal-silah-verdik.html, (e.t 06.12.2013).

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

97 Ferda Balancar, “Silah Deyince...”, 
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1369.0, (e.t. 26.11.2013) 
98 W. Seth Carus, “Defining Weapons of Mass Destruction”, Center for the Study of 
Weapons of Mass Destruction Occasional Paper 4, (2006), 2-3. 
99 Salih Özgür, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 17. 
100 Mustafa Kibaroğlu, “Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu ve Türkiye”, 
http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/Kibaroglu-DoguBatiDergisi-01Agustos2003.pdf, (e.t. 26.11.2013) 
101 Ruşen Özkan, Ve İnsanoğlu Silah(sız)lanma Süreci, (Ankara: İ.H.H Yayınları, 2003), 21. 
102 Conway W. Hendersen,International Relations Conflict and Coperation at the turn of 21st Century,( Boston McGrawHilll,1998),330.
103 http://www.who.int/csr/delibepidemics/chapter3.pdf, (e.t. 26.11.2013) 
104 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, (Ankara:Turhan Kitabevi,2000), 213. 
105 Ian Alexander Mühlenhaus, “Weapons of Mass Destruction”, 
       http://www.ian.muehlenhaus.com/muehlenhausCollege/Library/WMD.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
106 http://www.journalagent.com/z4/download_fulltext.asp?pdir=atuder&plng=eng&un=ATUDER-75537, (e.t.27.11.2013)
107 Hart ve Clevestıg, “Reducing Security Threats From Chemical and Biological Materials”, SIPRI Year Book 2011, 
      (New York: Oxford Unıversıty Press, 2011), 396- 397 
108 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc080/kanuntbmmc080/kanuntbmmc08004238.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
109 http://www.reachingcriticalwill.org/resources/fact-sheets/critical-issues/4582-chemical-weapons, (e.t. 27.11.2013) 
110 Tuna Gülgün, Küresel, Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler -Yeni Güvenlik, (Ankara: Nobel Yayınları, 2003), 174. 
111 Lee H. Hamilton, “Evaluating the Threat: Chemical, Biological and Nuclear”, 
       http://www.wilsoncenter.org/article/evaluating-the-threat-chemical-biological-and-nuclear, (e.t. 01.12.2013)
112 Barış Gürsoy, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005), 116. 
113 Barış Çağlar, “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın Raporu ve Nükleer Bir İran'ın Bölgenin Tümü için Muhtemel Sonuçları”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2906, (e.t. 30.11.2013) 
114 John Baylıs, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı” Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe, 
      (İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar), 2012, 156.
115 Bilal Karabulut, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi: II Güvenlik, (Ankara: Barış Kitabevi, 2011), 26 
116 Tuğçe Gençtürk, “Ortadoğu'da Güncel Güvenlik Algısı”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3369, (e.t. 30.11.2013) 
117 Gamze Güngörmüş Kona, “Ortadoğu'da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi”, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, 8, (2004), 125. 
118 Mustafa Kibaroğlu, “Ortadoğu'da Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge (NSAB) Oluşturulması Çabaları ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, 4/48, (2012), 70. 
119 Cenk Tamer, “Ortadoğu'da Güvenlik Kaygısı”, 
      http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3621, (e.t. 30.11.2013) 
120 Ramazan Özey, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, (İstanbul: Aktif Yayınevi, 2007), 236. 
121 Tamer, “Ortadoğu'da Güvenlik”.
122 Kona, “Ortadoğu'da Güvenlik...” 
123 Yasin Atlıoğlu, “Suriye Dış Politikasında Güç ve Güvenlik İlişkisi”, 
    http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Suriye%20Dis%20Politikasinda%20Guc%20Ve%20Guvenlik%20Iliskisi.pdf, (e.t. 06.12.2013). 
124 Şebnem Udum, “Ortadoğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) Üzerine ”, Ortadoğu Analiz, 5/54, (2013), 47. 
125 Kibaroğlu, “Ortadoğu'da Nükleer...”
126 Javed Ali, “Chemical Weapons and the Iran-Iraq War: A Case Study in Noncompliance”, 
       http://cns.miis.edu/npr/pdfs/81ali.pdf, (e.t. 01.12.2013) 
127 Y. Serdar Demirtaş, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş”, Silahlı Kuvvetler Dergisi,123/382, (2004), 108. 
128 Joost R. Hıltermann, ABD ve Irak Halepçe'nin Zehirlenmesi, (İstanbul: Avesta Yayınları, 2009), 66. 
129 Sinan Ülgen ve F. Doruk Ergun, “Kum Tepelerinde Tökezlemek: Orta Doğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bir Bölgenin Oluşturulması”, 
       EDAM Tartışma Kağıtları Serisi, 4, (2012), 18.
130 John Simpson, “25 Yıl Sonra Halepçe: Saddam'a Kim Silah Verdi?”, 
       http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/12/121203_halabja.shtml, (e.t. 06.12.2013). 
131 http://www.ydh.com.tr/HD12256_iranla-savasinda-saddama-kimyasal-silah-verdik.html, (e.t 06.12.2013). 
132 http://www.nti.org/country-profiles/iraq/chemical/, (e.t. 06.12.2013). 
133 Nurşin Ateşoğlu Güney, “Nükleer Tehdit Algılamaları ve Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu”, Tek Kutuplu Dünya Yaşamak. Gerçekler, 
      Yanılgılar ve Beklentiler, Yonca Özer (der), (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006), 96-97.
134 Büşra Gür, “ABD Sonrası Irak”, 
      http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3175,(e.t. 06.12.2013). 
135 Alexander Kelle, “The Third Review Conference of the Chemical Weapons Convention and Beyond: Key themes and prospects of 
incremental change”, International Affairs, 89:I, (2013), 145. 
136 Matthew V. Tompkins, “Albania’s Chemical Weapons Con”,The Nonproliferation Review , 16/1, (2009), 65-66. 
137 Kelle, “The Third...”
138 Jonathan B. Tucker, “The role of the Chemical weapons Convention in Countering Chemical Terrorism”,Terrorism and The Political Violance, 24/1,(2011), 106. 
139 http://www.nti.org/country-profiles/syria/, (e.t. 08.12.2013). 
140 Ülgen ve Ergun, Kum Tepelerinde, 19. 
141 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 1-2.
142 Kibaroğu,”Ortadoğu'da Nükleer...” 
143 Tucker, “The role ...” 
144 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 3.
145 David Friedman, “Biological and Chemical Weapons Arms Control in the Middle East”, The Nonproliferation Review, 19/3, (2012), 401. 
146 “Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
      http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t. 08.12.2013), 1-2. 
147 Mary Beth D. Nikitin, Paul K. Kerr ve Andrew Feickert, “Syria’s Chemical Weapons: Issues for Congress”, 
      http://www.fas.org/sgp/crs/nuke/R42848.pdf, (e.t. 08.12.2013), 2. 
148 “Syria’s Chemical Weapons-The terrorism Threat”, 
      http://www.ict.org.il/LinkClick.aspx?fileticket=8Pp51nXRrJI%3D&tabid, (e.t.
149 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 2. 
150 “Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
       http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t.
151 Göktürk Tüysüzoğlu, “Suriye’de Kimyasal Silahı Kim Kullanmış Olabilir?”, 
       http://politikaakademisi.org/suriyede-kimyasal-silahi-kim-kullanmis-olabilir/, (e.t. 08.12.2013) 
152 Nejat Eslen, “ABD'nin Kitle İmha Silahları ile Savaş Stratejisi ve Asıl Niyeti...”, M5 Savunma ve Strateji, 2/116, (2003), 42. 
153 Tüysüzoğlu, “Suriye’de Kimyasal”.
154 Ramazan Özey, “ABD Suriye'de Kimyasal Silah Kullandığını Açıkladı. Ne Demek İstedi?”, 
       http://turksam.org/tr/a2868.html, (e.t. 08.12.2013) 
155 Mehmet Şahin, “ABD'nin Irak İşgali Üzerinden Suriye Politikasını Okumak”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4301, (e.t.08.12.2013). 
156 “Suriye’de Kimyasal Silahların İmhasına Başlandı”, 
        http://www.ntvmsnbc.com/id/25470746, (08.12.2013).
157 http://www.diyadinnet.com/HABER-66686-almanyada-kimyasal-silah-soru%C5%9Fturmas%C4%B1, (10.04.2014) 
158 http://haber.sol.org.tr/dunyadan/seymour-hersh-kimyasal-saldiri-haberinin-arkasinda-haberi-90650, (e.t. 10.04.2014). 
159 Çağıl Kasapoğlu, “Seymour Hersh ‘kimyasal saldırı’haberinin arkasında”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140407_seymour_hersh_suriye_kimyasal_mit.shtml, (e.t.10.04.2014). 
160 http://www.diken.com.tr/aktuel/seymour-hersh-sarin-iddiasinin-arkasinda-belgelerim-var-kaynaklarim-isten-mi-kovulsun/, (e.t. 10.04.2014).
161 Deniz Ülke Arıboğan, “Hersh’in Makalesi Üzerinden Türkiye’ye Dair Bir Okuma”, 
       http://www.denizulkearibogan.net/haberler/deniz-ulke-aribogan-dan-hersh-in-makalesi-uzerinden-turkiye-ye-dair-bir-okuma-/, (e.t. 11.04.2014). 
162 Arıboğan, “Hersh’in Makalesi”. 
163 Ruşen Çakır, “Yine Hersh’ün Kimyasal Saldırı Haberi Üzerine”, 
      http://www.rusencakir.com/Yine-Hershun-kimyasal-saldiri-haberi-uzerine/2624, (e.t. 13.04.2014).
164 “Robert Fisk de ‘sarin saldırısı’ iddiasını yazdı, 
       http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml, (e.t. 13.04.2014). 
165 Yücel Acer, “Suriye’nin Kimyasal Silahları ve ABD-Rusya Mutabakatı: Ulusal Çıkarlar Yine Ön Planda”, 
       http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-yucel-acer/suriye-nin-kimyasal-silahlari-ve-abd-rusya-mutabakati-ulusal-cikarlar-yine-on-planda/#, (e.t. 02.04.2014). 
166 Eyal Zisser, “The Syrian Army: Between the Domestic and the External Fronts”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Volume:5, No:1,(2001),9.
167 Dany Shoham Guile , “Gas and Germs: Syria's Ultimate Weapons”, Middle East Quarterly, Volume: IX, Number: 3, (2002), 5-6. 
168 "ABD Kimyasal Silahların İmhasına Talip”,   
       http://www.dw.de/abd-kimyasal-silahların-imhasına-talip/a-17263588, (e.t. 08.12.2013). 
169 Alexander Dreschel ve Ercan Coşkun, “Suriye’de Kimyasal Silah Takvimi İşlemiyor”, 
       http://www.dw.de/suriyede-kimyasal-silah-takvimi-i%C5%9Flemiyor/a-17420363, (e.t. 04.04.2014). 
170 Dreschel ve Coşkun, “Suriye’de Kimyasal”.
171 Diana Hodali ve Başak Demir, “Kimyasal Silahların Tasfiye Sorunu”, 
      http://www.dw.de/kimyasal-silahların-tasfiye-sorunu/a-17240593, (08.12.2013) 
172 “Nobel Barış Ödülü Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/10/131011_nobel_baris.shtml, (e.t. 08.12.2013).
173 Fuat Seferov, “Üzümcü Rusya’da Konuştu: Kimyasal Silahların Üçte İkisi Suriye’den Çıkarıldı”, 
       http://www.cihan.com.tr/news/Uzumcu-Rusya-da-konustu-Kimyasal-silahlarin-ucte-ikisi-Suriye-den-cikarildi_3687-CHMTQwMzY4Ny80, (e.t. 15.04.2014). 
174 http://haberrus.com/politics/2014/04/14/lavrov-suriyede-kimyasal-silah-iddialarinin-arastirilmasini-istedi.html, (e.t. 15.04.2012) 
175 Veysel Ayhan, “Suriye’de Kimyasal Silah Stratejisi: İsrail’in Rolü ve Politikaları”, 
       http://www.impr.org.tr/suriyede-kimyasal-silahlarin-denetimi-israilin-rolu-ve-politikalari/#.U1Fow61_uGg, (e.t 04.04.2014).
***