24 Mayıs 2019 Cuma

OPERASYON BÖLÜM 6

OPERASYON BÖLÜM 6


Yeşil, Apo’nun peşinde 

Anayol Hükûmeti, Mercedes Operasyonu’ndan tam bir ay sonra 6 haziran 1996 tarihinde son buldu. Yerine Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refahyol Hükûmeti kuruldu. DYP lideri Çiller, koalisyonda Dışişleri bakanlığı görevini üstlenmişti. MİT’in Öcalan’ı hedef alan planlarında bir değişiklik olmadı. Planlanan ikinci operasyon 27 kasım 1996’da yürürlüğe kondu. Bu tarih, PKK’nın kuruluş yıldönümüydü. Abdullah Öcalan, her yıldönümünde PKK’nın Bekaa Vadisi’ndeki bir örgüt evine giderek, buradan radyo konuşması yapıyordu. Öcalan tam bu konuşması sırasında ortadan kaldırılacaktı. Mercedes Operasyonu’nda sıradan bir oyuncu olan Yeşil, bu kez Metin Atmaca adına 
düzenlenmiş bir pasaportla başroldeydi. 23 kasım 1996 tarihinde Esenboğa Havaalanı’nın protokol salonundan uçağa bindirildi. Yeşil, önce THY iç hatlar uçağıyla İstanbul’a geçti. İstanbul’dan transfer yaparak Lübnan Havayolları’na ait bir uçakla Beyrut’a hareket etti. MİT’in Kontr-Terör Merkezi’nin bir elemanı ile Yeşil ayrı ayrı gittiler. Yanlarında MİT’den kimse yoktu. İki ayrı grup halinde ayrı ayrı noktalardan Lübnan’a girdiler. 

Yeşil, Bekaa Vadisi’ne Beyrut üzerinden geçecekti. Ancak önce kendisiyle buluşması gereken kişilerle buluşmakta gecikti. Diğer eleman olay yerine geç gelince buluşma gerçekleşmedi. Ama diğer elemanlarla buluştu. Fakat Bekaa’daki örgüt evinde patlama olmadı. Evde büyük bir tadilat yapılıyordu ve evin içi inşaat malzemesi ve kum doluydu. Sadece bir bekçi ve ailesi vardı. Yeşil ve diğer casuslar yanlarındaki bombaları yerleştiremediler. Operasyon bir sene sonrasına bırakıldı. Yeşil bundan öncede MİT mensuplarıyla katıldığı bir başka operasyonda gözaltına bile alındı. Ama 3 gün süreyle sorguya dayanınca serbest bırakıldılar. 

Yeşil olayın ardından havayoluyla Ankara’ya geldi. Ertesi gün raporunu yazmak üzere MİT’e davet edildi. (Raporunu yazdı. Kritik yapmak üzere hazırlanan toplantıya gelmedi. Biz her faaliyetin ardından bu şekilde toplantılar yapar, hata varsa onların tekerrür etmemesine çalışırdık.) Ama o bir daha ortalıkta gözükmedi. Onu en son görenler Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yanında bulunanlar oldu. Bir daha ne rapor ne de ses verdi. 

Operasyonlar Genelkurmay’ı kızdırdı 

Yıllar sonra bu operasyonda kullanılan Metin Atmaca kimliğine ait pasaport bana posta yoluyla gönderildi. Bazı çevreler bunun Yeşil’in öldürüldüğü şeklinde yorumlanması gerektiğini ileri sürerken, MİT bu pasaportu yayımladığım 
için bana dava açtı. Ayrıca pasaportu imha etmediği gerekçesiyle Yeşil’e son görevlerini veren dönemin MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’de aynı dava içinde yargılandı. 

Öcalan’a karşı sadece MİT ve polis değil, aynı zamanda askerî kaynaklar tarafından da yakalanması veya öldürülmesi noktasında pek çok operasyon düzenlendi. Onlarda da başarı sağlanamadı. 
Bu arada Genelkurmay Başkanlığı yapılan operasyonlardaki başarısızlıklar yüzünden bu faaliyetlerde yer alan tecrübeli iki muvazzaf subayı operasyon aşamasında “kursa gidecekler” diye geri çekti. Dönemin Genelkurmay İkinci 
Başkanı Çevik Bir MİT yetkililerinin ısrarları karşısında onların telefonlarına çıkmayarak tepkisini gösterdi. Zamanın askerî istihbarat başkanı da Şam’daki askerî ataşeye telefonla “Oraya ekipler yolladık. Apo’yu yakında ayağına ip 
bağlayıp sürükleye sürükleye getirecekler. Şimdi Suriyeliler dinliyordur. İyi dinleyip öğrensinler” şeklinde açık ve tepkili mesajlar iletti. Bunlar askerin duyduğu tepkilerin dışavurumuydu. 

Akrebin Etrafındaki Ateş 

Amerika’nın, Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesiyle ilgili teklifi aslında aylar öncesinin bir senaryosuna dayanıyordu. 
Amerika Öcalan’la ilgili kararını çoktan vermişti. Bu konudaki ilk bulgular Milliyet gazetesinin Washington muhabiri Yasemin Çongar’ın kaleminden Türkiye’ye yansıdı. Amerikalı profesör Michael Gunter, Şam’da Abdullah Öcalan’la 
görüşmüştü. Hem de 10 saat boyunca. Görüşmede ve sonrasında Öcalan’ın Şam sokaklarında gezerken çekilen “enfes” fotoğrafları Türk basın mensubuna veriliyordu. Oysa Suriye, Türkiye’ye hep aynı yalanları söylemişti yıllar boyunca: 
“Öcalan bizde yok”. 

Şimdi tanıklar Amerika’dan sesleniyordu: “Türkiye bak Öcalan Suriye’nin başkenti Şam’da elini kolunu sallayarak geziyor”. 

Amerikalı Profesör. 

Yasemin Çongar bu görüşmeyle ilgili olarak Gunter’den ve onun aydınlattığı Amerikalı çevrelerden edindiği izlenimlerini şöyle aktarıyordu: 

“PKK lideri Abdullah Öcalan yoğun bir çelişki yaşıyor. Öcalan, bir yandan örgütünün askerî açıdan geriletilmiş olması ve kendisinin yıllardır Suriye dışına çıkamaması nedeniyle ‘yalnızlaşan, güçsüzleşen’ bir görünüm çizerken; bir 
yandan da, başta Şam, Atina, Bonn gibi başkentlerden gördüğü muameleden ‘memnuniyet’ belirtiyor ve PKK’nın yakın dönem hedeflerini ‘uluslararası nüfuzu ve etkinliği artırma’ diye saptıyor. Kürt sorununa ‘Türkiye sınırları içinde siyasî 
çözüm’ istediğini belirten ve Türk askerî liderleri ile Türkiye’deki ‘PKK dışı’ Kürt temsilcilerinin ‘diyalog’ başlatmasını öneren Öcalan, Clinton yönetimini de, bu yönde nüfuz kullanmaya davet ediyor. Suriye devletinin Öcalan’a verdiği, 
Şam’daki dayalı döşeli apartman dairesinin yanı sıra, kente 10 kilometre uzaklıkta tahsis edilen iki ayrı villada PKK’lılara Kürtçe ve Türkçe eğitim yaptırılıyor. Öcalan, sonuncusu 13 martta kendisini ziyaret eden PASOK üyesi iki Yunan milletvekili olmak üzere, uluslararası heyetleri de, bu villalarda ağırlıyor. Suriye - PKK yakınlığını yansıtan bir başka yeni olgu da, örgüt militanlarının yüzde 25’ini ‘Suriyeli Kürtler’in’ oluşturması. Şemdin Sakık’ın KDP’ye sığınmasından ‘rahatsız’ olan Öcalan’ın, yeni siyasî danışmanı ise PKK üyesi değil. 1946’da kurulan ve bir yıl yaşayan ‘tarihteki tek bağımsız Kürt devleti’ Mahabad Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Muhammed’in tek oğlu, İran kökenli Ali Gazi sık sık Almanya’dan Suriye’ye gelerek Öcalan’la siyasî istişare yapıyor. Öcalan’ın ruh haline ve PKK’nın son durumuna ilişkin izlenimleri, ABD’li siyasetbilim profesörü Michael Gunter’dan öğreniyoruz. Kürt sorunu konusunda 
yayınları olan, Tennessee Teknolojik Üniversitesi öğretim görevlisi Gunter, 13 - 14 mart 1998 tarihlerinde Şam’da, Öcalan’la 10 saati aşan bir görüşme yaptı. Gunter, ‘ABD hükûmetine yakında ileteceğim’ dediği siyasî mesajları da 
içeren bu görüşmenin ayrıntılarını, Şam dönüşünde bana aktardı.” Gunter’ın ağzından “Öcalan 1998” şöyleydi: 

Amerika’nın Gözünde Öcalan 

“Öcalan’ı biraz izole olmuş buldum. PKK’nın birçok yöneticisi Avrupa’da, Türkiye’de, Kuzey Irak’ta yaşıyor. Mart başında, Kani Yılmaz’ın Almanya’da serbest bırakılmasının ardından, Avrupa’da çok önemli bir PKK toplantısı 
yapılmış. Buraya katılamamaktan sıkıntılıydı. Ancak kanımca, örgüt üzerindeki denetimi tam ve çevresindekilerden sadakat görüyor. Öcalan, 1979’dan beri, Suriye ve Suriye denetimindeki Lübnan toprakları dışına çıkmamış. Tek 
istisnası, 1982’de K. Irak’ta KDP lideri Mesut Barzani’yle buluşması. Belki birkaç kere daha Irak sınırını geçmiş. 

Ancak İran’a, Kıbrıs’a, Yunanistan’a gittiği haberleri yalan. Ancak ziyaretçisi eksik olmuyor. Beni ilk gün, yanındaki iki PASOK milletvekili nedeniyle bekletti. Daha sonra milletvekilleri, Öcalan ve Londra’dan gelen bir İngiliz hanım, hep 
beraber yemek yedik. 

Şam’ın sağladığı olanaklar ortada; Öcalan’ın Suriye’de çok rahat hareket ettiği belli. Ancak terörist Carlos’un sonunda Sudan tarafından Fransa’ya iade edilmesi gibi, örneğin ‘su pazarlığı’ sonucunda Öcalan’ın da Şam tarafından Türkiye’ye verilmesi mümkün. Öcalan, Almanya’nın kendilerini siyasî muhatap olarak kabul etmeye başlamasından memnun olduğunu, ancak bu tutumun, Avrupa Birliği’ne yansıtılamadığını, çünkü Alman hükûmetinin Kürt meselesine ‘uluslararası’ değil, ‘içişleri’ boyutunda baktığını söyledi. Öcalan’a göre, Türkiye’yi ‘siyasî çözüme’ zorlayabilecek tek ülke ABD. PKK lideri, Washington’ın tutumundan hiç memnun değil. Öcalan’ın önerisi, Türk devleti ile Kürt halkının temsilcileri arasında diyalog başlatılması. PKK’nın terörist etkinlikleri nedeniyle, bunun ilk başta PKK’lılarla 
olamayacağını kabul ediyor. Ancak günün birinde Arafat gibi, Mandela gibi kendisinin de ‘siyasî kabul’ göreceği inancında. Diyaloğun ilk aşamada, basına hiç yansımadan gizli yürütülmesini isteyen Öcalan’a göre, Türkiye’deki Kürt 
kökenli ve bunu reddetmeyen milletvekilleri, HADEP ya da başka kültürel Kürt oluşumları temsilci olabilir. Şerafettin Elçi’yi sorunca, ‘Onu, kendi halkı kabul etmez’ diye karşı çıktı. Diyaloğun ‘devlet’ tarafında, Türk genelkurmayı olması 
gerektiğini, çünkü sivillerin bu konuda irade gösteremeyeceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Demirel’den ‘işi bitmiş, tükenmiş’ diye söz etti. Deniz Baykal’dan ‘umudu olup olmadığını’ sordum; ‘umutsuz’ konuştu. Mesut Yılmaz’ı ‘güçsüz’ buluyor. Öcalan, ‘Özal yaşasaydı, Kürt sorunu çözülürdü’ diyor. PKK lideri, Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in, Kürt sorununda açılım istedikleri için öldürüldükleri iddiasında. Bağımsız devlet fikrini bıraktıklarını söylüyor. Kürtlere kültürel ve siyasî haklar verilmesini, bağımsız bir Kürt partisine olanak tanınması nı istiyor. Ancak PKK’nın, Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu, İran, Irak ve Suriye Kürtleri’ne açma kararı, Kürtler’in federasyon kurması ve sonunda genel bir Ortadoğu Kürt-Türk-Arap-Acem federasyonuna gidilmesi planları, Öcalan’ın diğer söyledikleriyle tam bir çelişki içinde. 

Öcalan’ın eşi ve sevgilisi yok. Erkek kardeşlerinden Kuzey Irak’ta PKK komutanı olan Osman’la temasta. Türkiye’deki kardeşi Mehmet’i apolitik, kendi halinde bir adam diye anlatıyor ve Türk devletinin onu genelde rahat bırakmasından memnun. Öcalan hayatında hiçbir insana ateş etmediğini söylüyor. Ancak onca insana öldürme emri veren birinin, böyle konuşmasına anlam veremedim.” 

Öcalan’ın Amerikalıları. 

Bunlar Çongar’ın aktardıkları. Bu görüşmede Öcalan’ın artık terör yerine siyasî kimlikle ortaya çıkma isteğini belirtmesi dikkat çekici. Kenya operasyonunda bu isteğin etkisinin de büyük olduğu açık. Terör yaratmayan bir Öcalan ve PKK, bölgenin diğer siyasî güçleri olan Mesut Barzani ve Celal Talabani’yle çatışmaya girecektir. Ama ne gariptir ki Öcalan Suriye’den Türkiye’nin baskısıyla çıkartılmadan önce gerçekleşen bu görüşmenin bir benzeri , Amerikalı iki 
casus ile Öcalan arasında, Öcalan Kenya’da yakalanmadan birkaç gün önce tekrar gerçekleştirilmek istenmiştir. 

PKK’nın yayın organlarından MED TV Öcalan’ın yakalanmadan hemen önce uçakta kaleme aldığı bir mektubu yayınladı. Daha sonra bu mektup ayrıca PKK’nın Almanya’da yayımlanmakta olan günlük gazetesi Özgür Politika’nın 
11 ekim 1999 tarihli sayısında da tekrar edildi. Abdullah Öcalan’ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı mektup 16 ocak 1999 günü iki Amerikalı’ya hitaben yazılmış. Bunlar Peter Galbright ve Graham Fuller. Öcalan Amerikan gizli servislerinin bu iki önemli adına mektupta şöyle diyor: 

‘‘Sizlerle yapacağım ve çok önemli bulduğum görüşmeyi elimde olmayan nedenlerle gerçekleştiremeyeceğimi üzüntüyle sizlere belirtmek durumundayım. 

Bu dönemde böyle bir görüşme hayra,öneme haizdir. İleride koşullar elverirse gerçekleştirmek arzumdur. 
Ortadoğu’da önemli gelişmeler arifesinde diyalog birçok yanlışı önleyebilir ve bazı doğrulara uygulama şansı verebilir. 
Benim yerime sizlerle görüşecek arkadaşlara vereceğiniz mesaj ve yaklaşımları beklediğimi önemle belirtirim. 

Gelişiniz için teşekkürlerimi belirtir, saygıyla selamlarım. 
16.1.l999 Abdullah Öcalan. ’’ 

Roma’dan, Rusya’ya doğru kaçmakta olan Öcalan’ın görüşemediği iki Amerikalı ’ya yazdığı mektup bu. Kendisiyle görüşmek için Roma’ya gelen iki önemli Amerikalı elleri boş dönmek zorunda kalıyorlar. Çünkü Öcalan, kaçmak 
durumunda. 

KİTABIN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ

Av olma Duygusu 

Öcalan’ın Türkiye açısından sorun olma zamanları 1970’li yıllar. 1970 yılında DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üyesi olarak siyasete atılan Öcalan, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırmış. Bu yıllarda THKP-C örgütüyle ilgilenmiş. Nisan 1972 tarihinde bildiri dağıtırken yakalanmış ve 7 ay Mamak Askerî Cezaevi’nde tutuklu kalmış. Tutukluluk yıllarında zaman zaman polis muhbiri olarak kullanılmak istenmiş. 
Bu nedenle de içerden çıkartılmasında “devlet” çokça yardımcı olmuş. 1975 yılına kadar Ankara’da devlet bursu alarak da okuyan Öcalan, sonrasında tapu kadastro memuru olarak Şanlıurfa’ya gitmiş. Herkes onu kadastro çalışması yapıyor zannederken o 1976 yılından 1978’e kadar bölgede Kürtçülük üzerine çalışmış. 1978’de ise PKK terör örgütünün resmen kurulması sağlanmış. 27 kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde kurulan terör örgütü PKK’ın ilk ve değişmez elebaşı olma özelliği var Öcalan’ın. 

Terör Bilançosu 

15 Ağustos 1984 PKK’nın kanlı terör eylemlerinin başladığı tarih. Eruh ve Şemdinli ilçelerine silahlı saldırılarda bulunulmasıyla PKK terörü kan dökmeye başlamıştı. PKK’nın silahlı faaliyetine başladığı 15 Ağustos 1984 tarihinden 
30 eylül 1999 tarihine kadar geçen dönemde; 21 631 terör olayı gerçekleşti. Olaylardan 6 742’si saldırı, 8 511’i güvenlik kuvvetleriyle çatışma, 3 473’ü mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama, 411’i gasp, 1 076’sı yol kesme ve adam kaçırma, 758’i kanunsuz toplantı düzenleme, 660’ı bildiri dağıtma şeklinde gerçekleşti. 

Bu olaylarda 4 018’i asker, 1 264’ü GKK, 254’ü polis olmak üzere toplam 5 536 güvenlik görevlisi şehit oldu. 8 644’ü asker, 1 723’ü GKK, 987’si polis olmak üzere toplam 11 354 güvenlik görevlisi yaralandı. 4 558 vatandaş bu olaylarda hayatlarını kaybettr. 5 853 vatandaş da yaralandı. 

Bu olaylara neden olan 18 741 terörist ölü ele geçirildi, 2 133 terörist de güvenlik güçlerine teslim oldu. 

Güvenlik güçlerinin yapmış oldukları başarılı operasyonlar neticesinde örgüte ait 23 611 uzun namlulu silah, 5 552 tabanca, 21 276 bomba ve çok miktarda mühimmat ele geçirildi. (Kaynak: EGM, TEMÜH Daire Başkanlığı verileri.) 

Öcalan Takibi başlıyor 

Terör ateşinin, varoluşuna saldırdığını anlayan Türkiye için artık karar günleri yaklaşmıştı. Türkiye ile Suriye ve İran arasında PKK destekçiliği konusundaki tartışmalar, bölgede suların ısındığının ilk işaretleri oldu. Suriye Türkiye 
karşısında dayanabilecek durumda değildi. 

16 eylül 1998 günü Suriye sınırına giden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş çok sert bir üslupla Türkiye’nin “Sabrımız taştı” mesajını Suriye’ye verdi. 

Orgeneral Atilla Ateş, Suriye’yi PKK’ya destek verdiği için uyararak “Artık sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa biz Türk Milleti olarak her türlü tedbiri almak zorunda kalacağız” dedi. Suriye sınırı yakınlarındaki 
Hudut Bölük Komutanlığı’nı denetleyen Ateş, Reyhanlı’da yaptığı açıklamada Suriye başta olmak üzere bazı ülkelerin 

Türkiye’nin iyi niyetini suiistimal ettiğini vurguladı. Ateş “Bütün bu iyi niyetimize ve gayretimize rağmen, bazı komşularımız özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular, iyi niyet ve gayretimizi yanlış tefsir ediyorlar. 

Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Ancak artık sabrımız kalmadı.” 29 eylülde Türkiye, Suriye sınırına askerî yığınak yapmaya başladı. Suriye PKK’nın merkezi olmanın bedelini Türkiye’yle savaşarak mı ödeyecekti? 

Ortadoğu Karışınca 

Türkiye uzun zamandır Arapların PKK’ya verdikleri destek nedeniyle Ortadoğu politikalarında büyük değişiklikler yapmıştı. Bölgede Araplara karşı İsrail’le iyi ilişkiler geliştirme politikası izleniyordu. Özellikle askerî alanda Türkiye 
ile İsrail arasında yaşanan yakınlaşma ve işbirliği, ortak tatbikatlarla perçinleniyordu. Arap dünyasında Türkiye ile Suriye arasında gerilen ip hemen fark edildi. Ortadoğu’nun kurnaz ve etkili politikacısı Hafız Esad Türkiye’yle yakın diyaloğu bulunan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten arabulucuk yapmasını istedi. Mübarek Türkiye’ye gelirken, İran’da devreye girdi. Bir anda ortalık toz bulutu içinde kalmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yığınağı devam ederken, 1 Ekimde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Şam’ı çok sert bir şekilde uyardı. Türkiye Öcalan’ın Şam’da korunmasını ve buradan terör olaylarını yönetmesini savaş sebebi sayacaktı. 

Tam bugünlerde İstanbul’da görüştüğüm birçok üst düzey yetkili, bu savaş oyunlarıyla ilgili olarak bana, “Bunu sonuna kadar devam ettireceğiz. Kararlılığımız bu noktada önemli. Ama savaş var mı diyorsan? Savaş zor bir karar”dedi. 

Aslında Öcalan’a karşı ilk zafer diplomatik alanda kazanıldı. Burada sivil, asker Türk yetkilileri büyük bir başarıya imza attılar. 
Bu diplomasi oyununda Türkiye’nin Amerika ve İsrail kartlarını çok iyi kullanması bir diplomatik zafer getirdi. 


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

OPERASYON BÖLÜM 5

OPERASYON BÖLÜM 5


- Güneydoğu Anadolu’da terörle mücadele ve Irak’la müşterek sınırımızın daha etkin bir şekilde kontrolü ve güvenliğini temin için Kuzey Irak Kürtleri ve liderleriyle temas ve ilişkilerimiz özel bir önem taşımaktadır. Muhtelif 
zamanlarda ülkemize gelen ve her seviyede temaslarda bulunan Kuzey Irak Kürtleri liderlerinden Celal Talabani ve Mesut Barzani, her vesileyle Türkiye’yle daha yakın ilişkilere büyük önem verdiklerini, PKK’yla mücadelede istihbarat dahil her alanda işbirliğini arzuladıklarını, Kuzey Irak’ın yeniden inşası ve iktisaden ayakta durabilmek için destek ve yardımımıza ihtiyaç duyduklarını belirtmektedirler. Kuşkusuz, oradaki durum bizi de yakından ilgilendirir ve 
etkileyebilir. Bu itibarla, bu liderlerle ilişkilerimizi ve temaslarımızı dikkatle, ihtiyatla ve kararlılıkla sürdürmemizin yararı açıktır. Kuzey Irak’taki bu grupları, niyetleri belli bazı dış güçlerin etkisine açık bırakmak yerine, bizim bunlara 
hâkim olmamız yararlı olacaktır. Bunları mümkün olduğu kadar etkimiz altında tutmak ve adeta hamilik rolünü üstlenmek keyfiyetlerini göz önünde bulundurmalıyız. Saddam rejiminin PKK’yı desteklediği ve her türlü yardımı 
yaptığı bilinmektedir. Saddam rejiminin PKK ile beraber Kuzey Irak Kürtlerini ve Türkmenleri zayıf düşürmesi, hatta bertaraf etmesi veya PKK karşısında etkisiz hale getirmesi, bu terör örgütünün Kuzey Irak’ta daha rahat faaliyet 
göstermesine yol açacaktır. Ayrıca PKK’ya ilaveten Talabani ve Barzani’yi de karşımıza almamızın yararımıza olmayacağı izahtan varestedir. Bu itibarla, bu liderlere ve Türkmenlere ihtiyatı elden bırakmadan kendileriyle yakından 
ilgilendiğimiz ve varlıklarını sürdürmelerine önem verdiğimiz mesajını vermekte yarar vardır. Bu cümleden olarak, bazı sembolik jestler yapabileceği akla gelmektedir. Mesela, bunlara, bazı insanî yardımlara ilaveten, çeşitli ihtiyaçlarını 
tesbit için ufak bir teknik heyet gönderilebileceği gibi, bu bölgenin yeniden imarı konusunda Türk müteahhitlerinin ilgisi teşvik edilebilir. 

- Temaslarımızda bugüne kadar olduğu gibi, müstakil bir Kürt devletinin mümkün ve “feasible” olmadığını, sorunlarının en iyi demokratik bir sistem kurulmasıyla çözülebileceğini, kimsenin Irak’ın coğrafî sınırlarının 
değiştirilmesini kabul edemeyeceğini ve Kürtlerle beraber Türkmenlerin de menfaat ve haklarının sağlanmasının bizim için önem taşıdığının vurgulanması yararlı olacaktır. 
- Kuzey Irak Kürtleri’nin, Kürt kökenli vatandaşlarımızın soydaşları olduğunu, aralarında kız alıp verme dahil, yakın ilişkiler bulunduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. 
- Özellikle, Irak’ta ileride normal ve demokratik bir düzen kurulduğunda, Kuzey Irak Kürtleri’yle ilişkilerimizi bugünden izleyeceğimiz politikanın büyük ölçüde etkileyeceği açıktır. 

Çözüm Hakkında bazı Düşünceler: 

- Yukarıdaki hususların ışığında, karşılaştığımız sorunun, basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikârdır. Bu itibarla, çözümleri kısa-orta vade ile orta-uzun vadeli çözümler olarak düşünmek, ayrıca terörle mücadele için 
yapılacaklarla, bölge halkıyla ilişkilerde hareket tarzını ayırmak gerekmektedir. 

Kısa ve Orta vade için Düşünceler 

- Bu olayların iç ve dış nedenleri hakkında oldukça bilgi mevcut bulunmasına rağmen, derinlemesine analiz edilmediğini görmekteyiz. İzlemekte olduğumuz politikanın etkinliğini artırmak için, bir yandan terörle mücadele ederken, öbür yandan da ülke içi ve dışından bilim adamlarının da iştirakiyle, bazı derinlemesine çalışmaların yapılması yararlı olacaktır. Her şeyden önce, en büyük eksiklik olarak gözüken bölge ve olaylarla ilgili bilgi eksikliğini gidermek 
amacıyla ve yukarıda belirtilen gözlemlerle ilgili alanlarda süratle araştırma grupları kurulmalı ve bu araştırmacılar sosyoekonomik, psikolojik harekât ve diğer alanlarda detaylı araştırmalar yapmalı, gerekirse kamuoyu yoklamalarına 
başvurarak olayın ve eğilimlerin ne olup olmadığı bütün boyutlarıyla ortaya konulmalıdır. Bu araştırma gruplarına yukarıda belirtilen bilim adamları, devlet görevlileri, istatistikçiler, askerler ve diğer uzmanlar dahil edilmelidir. 
- Terörle mücadele ediyoruz derken, halkın ciddi şekilde rahatsız edildiği, hırpalandığı, hatta küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır. Bu uygulamada, varsa yapılan hataların ve eksikliklerin, gerçekler hiç saklanmaksızın ortaya 
konularak tartışılması ve bunlara gerçekçi çözüm bulunması gerekmektedir. 
- Güvenlik güçlerinin eğitimi, teçhizatı, teknikleri ve halkla ilişkiler konusunda yetiştirilmelerinin yeniden düzenlenmesi yararlı olacaktır. 
- En kritik yerlerden başlayarak, Güneydoğu’daki dağlık bölgelerden köy ve mezraların tedricen boşaltılması, PKK terör örgütünü besleyen ve toplam nüfusu 150 000-200 000’i geçmeyen bu topluluğun, bir plan dahilinde, ülkenin batı 
kesimlerine serpiştirilerek yerleştirilmesi düşünülmelidir. Böylece, hem bu halkın yaşam standardı artırılmış, hem de örgütün lojistik kaynakları, büyük ölçüde kurutulmuş olacaktır. İş ve kadro verme öncelikleri bu taşınan gruba tahsis 
edilebilir. 
- Bu dağlık terör merkezlerine hem civar yerlerin tahliyesiyle terör örgütü iyice tecrit edilmiş olacak hem de lojistik destekten mahrum kalacaktır. Bunun için bu kesimler kontrol altına alınmalı, tekrar yuvalanma önlenmelidir. Bu kesimlerde tekrar iskânı ve dönüşü önlemek ve göçe teşvik için bölgedeki müsait yerlerde çok sayıda baraj yapılabileceği akla gelmektedir. 
- Bütün anayollarda 24 saat kesintisiz, elastikî, çevik, gündüz helikopterlerle, geceleyin görüş cihazıyla takviye edilmiş özel timler ve zırhlı araçlarla devriye hizmeti verilmeli, güvenlik güçleri savunan değil, devamlı arayan ve vuran 
bir konuma getirilmelidir. Bu faaliyetler gece ve gündüz sürdürülmelidir. 
- Silahlı Kuvvetlerimize ve güvenlik güçlerimize öncelikle bu bölgede hizmet veren unsurlara acilen münasip sayıda (20 adet) Cobra tipi silahlı helikopter ile asgari 20-30 adet Scorsky tipi ağır silah ve personel taşıyan helikopterler 
alınması, bölgede aynı anda birden fazla olaya müdahale edebilecek çevik bir kuvvet yaratacaktır. Ayrıca, olay mahallerine zaman kaybetmeden bir an evvel ulaşılması da mümkün olabilecektir. İstihbarat eksikliği için merkezdeki 
ve bölgedeki birimler süratle yeniden tanzim edilmeli, MİT, jandarma, Silahlı Kuvvetler ve polis gibi çeşitli birimler arasındaki kopukluk giderilerek koordineli bir çalışma ortamı yaratılmalıdır. 
- Esas sıcak teması, mücadeleyi yapmak üzere, tam anlamıyla profesyonel, en az 1 yıl özel eğitim görmüş ve en az bölgede 5 yıl süreyle hizmet verebilecek, 40 000-50 000 kişilik özel bir kuvvet kurulmalı, bunlara iyi ücret verilerek burada hizmet cazip hale getirilmelidir. 
- Bu özel kuvvetin teçhizatı, ulaşım vasıtaları, silahlı ve silahsız helikopterleri, istihbarat unsurları özel olmalı, başındaki komutan her konuda inisiyatif sahibi ve yetkili olmalıdır. Tabiatıyla, bu özel kuvvetin diğer birimlerle de koordinesi sağlanmalıdır. Bu özel kuvvet hafif, esnek, çabuk tepki koyabilen, savunmada kalmayıp devamlı arayan ve teröriste saldıran tipte konuşlanmalı; klasik Türk Silahlı Kuvvetleri birlikleri ise, sadece tıkama ve belli yerleri kontrol 
gibi görevlerde kullanılmalıdır. 
- Özellikle sınır bölgelerinde yaşayan halkımızın önemli bir geçim kaynağı olan sınır ticaretinin geliştirilmesi, hatta serbest bırakılması zaruridir. Bunu teminen, mevcut sınır ticareti yerlerinin geliştirilmesi, kapatılanlar varsa bunların 
yeniden açılması, Suriye’yle sınır dahil hudut bölgelerinde yeni kapılar açılması gereklidir. Devlete fazla yük getirmeyen sınır ticaretinin bir an evvel geliştirilmesi ve teşviki büyük ölçüde bölge halkına imkânlar sağlayacak, hiç 
olmazsa bir kısmını rahatlatacaktır. 
- PKK terör örgütüne olan desteği kesebilmek için, halkın kazanılmasına önem verilmeli, hizmet götürülmesi güç olan mezra ve köyler büyük yerleşim yerlerine katılmaya teşvik edilmelidir. 
- Göçün, bu eğilimde devamı halinde yakın bir gelecekte, bölgede 2-3 milyon civarında nüfus kalacağı, diğerlerinin batıya göç edeceği anlaşılmaktadır. Ancak, eğer bu göçe el atılmaz ve bir plana bağlanamaz ise, sadece hali vakti 
yerinde olanların göç etmesi, fakirin bölgede kalması sonucu doğacak, bu da bölgeyi anarşiye hassas, yardımcı hale getirecektir. Bunu önlemek için göçün planlı, her kesimden alınarak ve batıda dengeli bir şekilde dağıtılarak yapılmasına yardımcı olunması, hatta düzenlenmesi gerekmektedir. 
- Terör örgütü, bölgede sürdürdüğü terör faaliyetlerine ilaveten bölge halkının beynini yıkamak, korkutmak ve kendine çekmek amacıyla etkin bir propaganda faaliyeti sürdürmektedir. Buna karşı koyacak halkın devlete bağlılığını 
kuvvetlendirecek ve moralini yükseltecek, aynı zamanda yanlış ve yanıltıcı bilgileri düzeltecek karşı propaganda faaliyeti büyük önem taşımaktadır. 
- Bu çerçevede gerek iç kamuoyunu, gerek dış dünyayı bu konuda aydınlatmak için özel gayret sarf edilmesi büyük önem taşımaktadır. 

Bunu teminen uzmanlardan müteşekkil bir ekip oluşturulması bilinçli bir şekilde ve millî menfaatlerimiz doğrultusunda aydınlatma ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılması ve açıklama, haber sızdırma, görüntü verme, icabında 'dezenformasyon’   gibi konularda etkinliği artıracaktır. 
- Devlet güçlerinin terör örgütüne karşı giriştiği mücadeleyle ilgili basına verilen haber ve açıklamaların çok iyi bir şekilde düzenlenmesi büyük önem arz etmektedir. Karşı tarafça istismara açık, terör örgütünü kahraman ya da mazlum gibi gösterecek haber ve görüntülerden imtina edilmesi zaruridir. 
- Bölgedeki devlet güçlerinin kapalı istihbarat yanında, açık istihbarattan da faydalanılmasını sağlayacak yöntemler geliştirmelidir. 

Orta, Uzun vade için düşünceler: 

- Bölgede cazibe merkezleri olarak belirlenecek bazı illere (Adıyaman, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Siirt, Elazığ, Malatya, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan, Iğdır) özel bir teşvik sistemi uygulanarak, yatırım ve yerleşme için çekici hale getirilmeli, böylece kırsal kesimin boşaltılması teşvik edilmeli ve kolaylaştırılmalıdır. 

- Bunu teminen istihdamda gelişmeyi sağlamak, olayları azaltmak için, bölgede özel sektör yatırımlarının teşviki ve özendirilmesi sağlanmalıdır. Bu çerçevede devlet yatırımlara destek vermeli (Kaynak Kullanma Destekleme Fonu 
örneğinde olduğu gibi), Kurumlar Vergisi alınmayan ve uzunca vergisiz bir dönem olmalı, Gelir Vergisi düşük tutulmalı, elektrik daha ucuz verilmelidir. 
- Bu meseleyle ilgili herşey tarafsız, önyargısız bir şekilde açıkça ve serbestçe tartışılmalıdır. Tartışma ortamı doğruları ve yanlışları ortaya çıkaracak ve gerçekleri daha kolay öğrenmemize imkân sağlayacaktır. Tartışmayı 
engellemek, gerçekleri saklamak meseleyi azaltmayacak, aksine tedbirler yanlış olacağı için giderek daha da büyültecektir. 

Sonuç: 

Gerek dünyadaki son oluşumlar sonucu ortaya çıkan etnik milliyetçilik anlayışının etkisi, gerekse Türkiye’nin yakaladığı tarihî büyüme fırsatını engellemek isteyen dış güçlerin teşvik ve desteğiyle bugünkü ciddi boyutlarına ulaşan 

Güneydoğu ateşi; eğer yanlış yapılmaz, acele ve fevri davranılmaz, soğukkanlılık kaybedilmez ise, 5-10 yıl içinde milliyetçilik akımının şiddetini kaybetmesi ve dış desteğin azalması sonucu kendiliğinden hafifleyerek sönecektir. Dış dünyaya, özellikle bu meseleden korktuğumuz, çekindiğimiz ve endişe ettiğimiz izleniminin verilmemesi ve devletin her şeyin üstesinden gelecek güçte olduğunun belirtilmesi büyük yarar sağlayacaktır. 

Bu nedenle, devletin her kesimindeki görevlilerinin, politikacıların ve basının; terörle bölge halkını birbirine karıştırmadan, her ikisine farklı ve anladıkları, layık oldukları şekilde yaklaşarak, üniter devlet anlayışını bozmadan, bölge halkının sıkıntılarını giderecek yukarıda zikredilen tedbirlerin süratle alınıp uygulanması, terörü zamanla etkisiz hale getirmesi eksin bir zorunluluk ve herkes için sorumluluktur.” 

Öcalan bir Özal’ı anladı. Ama yanlış anladı 

Bu mektupta Özal’ın dile getirdikleri çatışmadan ve silahlı mücadeleden geçiyor.Aslında Özal’ın Kürt politikaları Amerikan modeline dayanıyor. Yani Barzani ve Talabani’yi kolla PKK ve Öcalan’ı yok et. Bu anlayış mektupta açıkça 
ifade ediliyor. Öcalan’ın Özal sevgisi Kürt kartının Amerikan destekli versiyonundan kaynaklanıyor olsa gerek. Hem o dönem Özal’ı sorunun çözümünde etkin bir rol oynayacak kişi olarak değerlendiren Türk aydınlarının önemli bir bölümü, hem de Öcalan, Özal’ın bu konudaki iki taraflı oyununu görememişlerdir. 

Özal bütün iktidarı boyunca Kürt sorununun silahlı çözümünden yana olmuş, buna yatırım yapmıştır. Bu noktada uluslararası silah tekellerinin etkinliğini de en önemli pazar haline gelen Türkiye’yi yöneten kişi üzerindeki siyasal baskılarını da unutmamak gerek. Turgut Özal silah pazarı haline dönüşen Türkiye’de Amerikan politikalarının gelmiş geçmiş en etkin savunucusu olarak bu 
baskılardan etkilenmiştir. Bundan kendisinin Amerika destekli yeni bir Türk-İslam sentezli Turan politikasının etkisi büyüktür. Ona göre Amerika’yla birlikte Ortadoğu’da petrol yataklarına ve kutsal topraklara inip buraları kontrol altına 
almak, ayrıca Kafkaslar’da da olabildiğince açılabilecek yeni politikalarla Osmanlı’dan sonra yeniden bu topraklara sahip olmak mümkündü. Bu ancak Amerika’yla birlikte gidilerek başarılabilirdi. 

En Barbarın Gürültüsü 

Ama bu politikada Öcalan’ın yerinin bulunmadığı geç de olsa Öcalan’ın Kenya operasyonuyla CİA destekli yakalanmasında ortaya çıktı. Amerika PKK terörü sırasında özel sektörünün silah satışlarıyla Türkiye’den önemli bir ekonomik kazanç elde etti. Barzani ve Talabani’yi Türkiye’yle buluşturdu. Irak, Suriye, İran denetimini sağladı. Öcalan da bu oyunda Türkiye’nin ayağındaki pranga olarak kullanıldı. Ama o bunu göremedi. Öte yandan diğer bir Kürt lider Kemal Burkay silahlı mücadeleye karşı çıkarak ve Kürt sorununa siyasal çözümler arayarak terörden uzak kaldı. Ama o asla dinlenmedi. En barbar olan en çok söz geçiren oldu. 

KİTABIN İKİNCİ BÖLÜM.,

Öcalan’a Karşı ilk Eylemler., 

Ankara’da Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili MİT ile CİA arasındaki görüşmelerin başladığı tarih 4 şubat 1999 perşembe günüydü. 
Ancak Türkiye Öcalan’ın takibi konusunda oldukça deneyimliydi. 

PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik aktif operasyonel çalışmalara 1993 ortalarında başlandı. 1994 nisan ayına kadar daha ziyade çeşitli ülkelere mensup taşeronlar kiralanmış ve bunlara büyük ücretler ödenmişti. Bunlar MİT içinde 
6 ayrı grupta tasnif ediliyor. Parayı alanlardan bazıları birkaç göstermelik çalışma yapmış, birkaç sayfa rapor yazmış, malzeme alımı, günlük masraflar seyahat masrafları vb adı altında büyük paraları aldıktan sonra, ortalardan kaybolmuşlar  dı. Ciddi çalışmalar 1994 nisan ayından sonra, netice alıcı çalışmalar ise 1994’ün sonlarına doğru, ağırlıklı olarak MİT personeli kullanılarak yapılmaya başlandı. Çünkü 1993 yılında yapılan bir MGK toplantısında MİT Öcalan’la ilgili olarak pasifize olmakla ve geri kalmakla suçlanmıştı. Bu toplantılarda dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Ertuğrul Güven askerî kanadı eleştirmiş ve PKK sorunuyla mücadelede yanlış yapıldığı yorumlarını dile getirmişti. Güven’in adı 
daha sonra Azerbaycan’daki darbe girişimlerine karıştı ve Güven emekli edildi. 

Kelle Avcılığı 

Öcalan, MİT tarafından tıpkı Mossad’ın bir dönem Yaser Arafat’ı izlediği gibi izleniyordu. Bir harita üzerinde Öcalan o an nerede ise kırmızı bir ışık yanıyordu. Bu ışıklı gösteri sık sık Öcalan konusunda sıkılaştırılan MİT’in siyasîlere sunduğu şovlardan biriydi. 

Bu ışıklı şemada Öcalan’ın bulunduğu yer yanıp söndükçe, onun peşindeki takip de artıyordu. Çünkü siyasîler o ışığın sönmesini istiyorlardı. Bu konuyu bir iç siyasî koz olarak kullanmak isteyen DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’a her seferinde aynı şekilde bağırıyordu: “Bana Öcalan’ın kellesini getirin” Köksal, Çiller’in tacizlerinden epeyce bunalmıştı. Hatta bir ara Çiller’in baskısından kurtulabilmek için eşi Özer Çiller’i devreye sokmak konusunda ataklarda bulundu. Özer Çiller’le iki kez yemek yenildi. Bunlardan biri MİT’in karargâh binasında, diğeri ise Çiftlik olarak adlandırılan Ankara yakınlarındaki bir ek binada. Bu yemeklere bütün MİT üst düzey yöneticileri katıldılar. Hatta Çiftlik’teki yemek sonrasında buradaki poligonda Özer Çiller’le birlikte bir atış talimi de yapıldı.Bu yemeklerde Özer Çiller’le bir yakınlaşma doğması arzulanıyordu. Çünkü Tansu Çiller MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ı dikkate almıyordu. Bütün istihbarat çalışmalarını Mehmet Ağar ve Ünal Erkan ikilisiyle birlikte götürüyordu. Hatta bir ara Ünal Erkan’ın MİT müsteşarı yapılması konusunda ciddi girişimlerde bulunan Tansu Çiller’i, eşi Özer Çiller bu konuda kendisine yapılan ricalar nedeniyle engelledi. Özer Çiller MİT için etkin olarak devreye sokulmuştu. Tansu Çiller MİT’e adım atmıyordu ama, onu atlayan MİT yöneticileri Özer Çiller aracılığıyla isteklerini gerçekleştirme yoluna gidiyorlardı. Bu nedenle MİT yararına bazı kadrolarla, maaşlarla ilgili imzalar Özer Çiller’e rica edilerek yaptırılabiliyordu. 

Özer Çiller’e APO Brifingi 

Ankara’da Çiftlik’te yenilen yemek sırasında bir de Abdullah Öcalan nasıl yakalanır ve öldürülebilir brifingi verildi. 

Bu olay MİT içinde en ciddi tartışmalardan birini ortaya çıkardı. Özer Çiller’in resmî bir sıfatı yoktu. Devletin en gizli bilgileri nasıl oluyor da Özer Çiller’e aktarılıyordu? Bu brifinge karşı çıkan şimdiki Müsteşar Şenkal Atasagun ile 
Sönmez Köksal’ın arası açıldı.Köksal’ın bazı uygulamalarına karşı çıkan Atasagun daha önce aralarında baş gösteren görüş ayrılıklarını masaya koydu. Köksal artık eski arkadaşıyla birlikte çalışmak istemiyordu. Bu yüzden, merkezden uzaklaşsın diye İngiltere temsilciliğine atadı. Atama konusunda direnen siyasîlere “Atasagun MİT içinde kalırsa büyük kavgalar çıkacak. İkilik olacak diyordu.” Çiller seçimlere Öcalan’ı sağ veya ölü olarak Türkiye’ye getiren lider olarak girmek istiyordu.Bunun için İsrail başta olmak üzere çalınabilecek bütün kapıları çaldı. 

Yanında en önemli destekçisi 

olarak dönemin Emniyet Genel müdürü olan daha sonra partisinden milletvekili ve bakan yaptığı Mehmet Ağar’ı bulunduruyordu. MİT’in yanı sıra Abdullah Öcalan’ın yakalanması için emniyette de alarm durumuna geçilmişti. Ağar, 
özel ekipler hazırlıyordu. Oysa polis teşkilatının böyle bir görevi yoktu. Ayrıca bu konuda milyarlarca lira tahsisatı harcayan polis, Öcalan’ın nerede olduğunu bile bilmiyordu. Çünkü bunu öğrenebileceği teknik ve yasal yapılanmadan yoksundu. Ocak 1995’de Öcalan’a yönelik operasyonlar için MİT’in yönetiminde “Müşterek Faaliyet Grubu” kuruldu. 

Bu grupta MİT, Genelkurmay ve Emniyet Genel Müdürlüğü uzmanları yer aldı. Herkes elindeki bilgiyi bu gruba taşıdı. 

Bir süre sonra bu grubun Öcalan’la ilgili olarak yaptığı bir hazırlık basına bilgi sızdığı için yapılamadı. Daha sonra yapılan araştırmada bilginin polis kaynaklarından çıktığı anlaşıldı ve polis uzmanları grup çalışmasından çıkartıldılar. 

Trilyonlar Boşa gitti 

Öcalan’ın yakalanabilmesi veya öldürülmesi amacıyla örtülü ödenekten pek çok uyuşturucu kaçakçısı ve mafyacıya paraların çıkartıldığı, İsrail’e Öcalan’la ilgili alınan bilgiler karşılığında milyonlarca doların ödendiği, bu paraların büyük 
bir kısmının ortadan kaybolduğu sonradan ortaya çıktı. Çiller’in, diğer liderler gibi Öcalan’ı iç politikada kullanma isteği ötekilerden farklı olarak, Türkiye’ye pahalıya patlamıştı. Bu dönemin bedeli ilgili ilgisiz kişilere örtülü ödenekten 
dağıtılan tam 50 milyon dolardı. Yanlış okumadınız. Çiller boş vaatler için tam 50 milyon dolar harcadı. 
Tansu Çiller Sönmez Köksal’a o kadar kızgındı ki bir İsrail gezisi sırasında görüşmelere Köksal’ı almayıp kapıda bekletirken, Mehmet Ağar’ı sokmuştu. Mossad başkanı ile Türk heyeti çeşitli konularda görüştükten sonra, Tansu Çiller 
yalnız görüşmek isteğini belirterek, Türk heyetindeki MİT ve diğer görevlileri dışarı çıkarttı. Kısa bir süre sonra da Mehmet Ağar’ı içeriye çağırttı. Sönmez Köksal’ı dikkate almamak konusunda Çiller kararlıydı. MİT’i tamamen göz 
ardı etmekteydi. Aynı uygulamaya Beyaz Saray’da Özal tarafından maruz bırakılan dönemin Devlet Başkanı Ali Bozer istifa etmişti. Köksal ise bekleyip, görme politikasını izlemeyi yeğledi. Çiller kendisini dışladıkça o Özer Çiller ile 
Cumhurbaşkanı Demirel’e yaklaşıyordu. 

MİT bu durumdan duyduğu rahatsızlığı art arda gerçekleştireceği Öcalan operasyonlarıyla gidermek için çalıştı. Ama iktidar değişmiş ve Çiller başbakanlıktan gitmişti. Köksal yeni gelen Başbakan Mesut Yılmaz’a Öcalan 
operasyonu yapmak için izin verip vermediğini sordu. Yılmaz onayladı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı’nda Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz’a bir brifing verildi ve hazırlıklar anlatıldı. Bu brifingde kullanılan elemanlar ve resimleri de vardı. Ne yapılacak nasıl yapılacak bir bir aktarıldı. Yani operasyon hazırdı. Ayrıca bir brifing de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya verildi.Sadece bu üçlüden onay alındı. O zaman operasyon ekibinde 
bulunanlar arasında olan ve resmi bulunan Mahmut Yıldırım’ın kim olduğunu hiçbiri bilemedi. Zaten işin bu yanıyla ilgilenen de olmadı. Sunuştan tatmin oldukları için liderler fazla soru da sormadılar. Böylece düğmeye basıldı. Ancak 
talimat ile tatbikat arasında uzunca bir süre geçti. Her üç lider de sık sık “Ne oldu, ne zaman yapacaksınız?” diye sabırsızlık ve merakla soruyorlardı. 

İlk Ciddi Operasyon: Mercedes 

Sönmez Köksal bu olur üzerine ilk büyük ve ciddi operasyon için MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ü görevlendirdi. Eymür MİT’e döndüğü 1984 yılından itibaren aslen bu işle ilgili çalışmalar yapıyordu. 

Öcalan’a karşı girişilen en önemli operasyonun adı “Mercedes” olarak kayıtlara geçti. Bu operasyonun uygulanmasında gönüllülerden yararlanıldı. Bunlardan birisi de “Yeşil” olarak tanınan Mahmut Yıldırım’dı. O dönem MİT kontrolünde bulunan Yıldırım operasyon içinde görev yaptı. 

MİT, Öcalan’a karşı iki önemli operasyon gerçekleştirdi. Bunlardan birincisi Şam’da, diğeri ise Bekaa Vadisi’nde gerçekleşti. Her iki saldırıda da Öcalan büyük bir şans eseri kurtulmayı başardı. 

Mercedes Operasyonu için önce istihbaratı toplama aşaması uygulamaya konuldu. Bu amaçla bir grup ajan, Suriye’ye sızdı ve Apo’nun faaliyetlerini gözlemeye başladı. 

Amaç, Apo’nun yaşam biçimini öğrenmek, hangi zamanlarda nerede bulunduğunu tespit edip, “vurma noktası”nı bu bilgilere göre saptamaktı. Bu istihbarat faaliyeti, meyvesini aylar sonra verecekti. PKK liderinin en düzenli konakladığı mekân, Şam’ın güneyinde Basatin semtindeki çiftlik eviydi. Mercedes Operasyonu’nun “patlama” noktası bu çiftlik evi olarak seçildi. Eğitim çalışmaları için kullanılan, zaman zaman hastane görevi gören büyük ev çok iyi korunuyor du. Bu nedenle çiftlik evinin mümkün olduğu kadar yakınına park edecek bir araca yüklü miktarda patlayıcı madde konup, patlamanın etkisiyle APO’nun bulunduğu ev havaya uçurulacaktı. Ancak daha sonra APO’nun kaldığı diğer adresler de gözden geçirildi. Kırsal alanla uzun telefon konuşmalarını Şeba köyünde Mahsun Korkmaz Akademisi’nden yapıyordu. Onun için yeni hedef olarak burası seçildi. Plan aynıyla burası için uygulanmaya konuldu. Her şey çok iyi gidiyordu. 

Mayıs ayının ilk günlerinde 500 kiloya yakın C-4 patlayıcısının bulunduğu bir minibüs, sınır noktasını geçerek, geceyarısı Suriye topraklarının içinde kayboldu. Araçta bulunan gönüllülerden biri de Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım idi. Yolda kendilerini kaçakçılar olarak tanıtan grup, patlayıcı yüklü minibüsle Şam’a ulaştı. Tarih, 6 mayıs 1996’ydı. Suriyeli kaçakçılarla birlikte eroin işi gösterilerek organize edilen eylem uygulamaya konuldu. Öcalan’ın gelmesi beklendi. 

Öcalan Şans eseri Kurtuldu. 

Ankara’da MİT içinde bir izleme birimi oluşturuldu. Apo, Mahsun Korkmaz Akademisi’ne geldi.Suriyeli uyuşturucu kaçakçısına araç teslim edildi.Kaçakçı içinde uyuşturucu olduğunu sandığı aracı, Öcalan’ın bulunduğu yerin 
saptanan noktasına park edemedi. Çünkü trafik polislerinin denetimi onu ürkütmüştü. Bunun yerine araç evin karşı kaldırımına ve evden yaklaşık 100 metre uzağa park edilmiş olarak patlatıldı. Büyük bir infilak meydana geldi. Patlamanın sesi Şam’ın her semtinden duyuldu. Minibüsün olduğu noktada patlamanın etkisiyle 7-8 metrelik bir çukur açıldı. Aynı anda Şam’daki pek çok farklı noktada patlamalar meydana geldi. Ankara’da oluşturulan izleme 
birimi patlamalar nedeniyle büyük bir sevinç içinde Öcalan’ın öldüğünü sandı. Öcalan’ın bulunduğu yerdeki ve civardaki bütün haberleşmeler susmuştu çünkü. Ancak sevinç kısa sürdü. Patlamadan bir süre sonra Öcalan’ın evine ilk 
telefon haberleşmesi gerçekleşti. Öcalan sağdı. Apo suikasttan sağ olarak kurtulmuş, ancak kendisini ortadan kaldırmak isteyen Ankara’nın evinin dibine kadar sokulabileceğini de görmüştü. 

Öcalan bu operasyonla ilgili olarak bu organizasyon içinde Viranşehir Belediye Başkanı İbrahim Abdi Keleş’in bulunduğunu saptadıklarını anlattı, yakalandıktan sonra.Bu nedenle Keleş aşiretinin önde gelenlerinden Abdi Keleş PKK’nın öncelikli hedefi haline gelmişti. Öcalan kendisine karşı girişilen bu bombalı operasyonla ilgili olarak sorgusunda şunları aktardı: 

“6 mayıs 1996 senesinde Şam’daki evimin önünde bir tonluk bir bomba patladı, (Şam’daki evim ifadesi doğru değil. 

Zaman zaman kaldığı evi yine o yakınlarda bir yerdeydi. Zaman zaman da kamptaki iki katlı villasında kalıyordu) bombayı dolmuş içine yerleştirmişlerdi. Burada hedef benim öldürülmemdi. Bu olay üzerine örgütlü olarak biz araştırma yaptık. Suriye Kürtleri’nden Malasino ailesinden bir genci de yakaladık, onu sorguya çektik. Bu gencin ismini hatırlayamıyorum. Yalnız bana verilen bilgide evimin önünde patlayan aracı bu gencin kullanmış olduğudur. 

Biz de araştırma yaptık, yaptığımız araştırmalar sonucunda Siverek, Viranşehir ve Suriye’de Haseki şehri hattında Sedat Bucak, Viranşehir Belediye Başkanı Keleş Abdioğlu ve Malasino ailesinden o gencin bana suikast düzenlemek üzere 
hazırlık yaptıklarını ve anlaştıklarını tespit ettik. Hatta örtülü ödenekten de 50 milyon doların bu iş için ayrıldığını öğrendik. Aynı olay Susurluk Raporu’nda da anlatılmıştır. Benim Abdi Keleş Abdioğlu’nu hedef göstermememin asıl sebebi budur. Yani bana yapılan suikast teşebbüsüdür. 

Soruldu: 6 mayıs 1996 tarihinde Suriye’de evinizin yakınına patlayıcı madde dolu bir kamyonun bırakılmasından ve patlamanın meydana gelmesinden evvel Yalçın Küçük’ün bu girişimi size haber verdiği iddiası var. Yalçın Küçük 

Ankara DGM’de bir yargılaması nedeniyle verdiği ifadesinde bir siyasî parti liderinin bu durumu kendisine haber verdiğini, kendisinin de kaçması için size haber verdiğini söylemiştir. 
Cevap: Yalçın Küçük’ün bana telefonla ‘Bugünlerde size karşı bir saldırı gerçekleştirelecek hazırlıklı olun’ dediği doğrudur. Ancak herhangi bir siyasî parti mensubu veya lideri bunu haber verdi diye bir şey söylemedi. Ancak normal 
olarak muhalefetteki siyasî partilerin bu haberi vermesi normaldir. Çünkü bu saldırı gerçekleşseydi iktidardaki parti puan kazanacaktı. Ancak dediğim gibi isim vermemişlerdir. Ayrıca ben Yalçın Küçük’ün haber vermesi nedeniyle özel bir tedbir almadım zaten her zaman tedbirli idim.” 

Bu operasyonla ilgili hazırlık talimatı MİT’e Tansu Çiller tarafından verilmişti. Uygulama Mesut Yılmaz başbakanken yapıldı. Siyasî liderler ve partiler Öcalan’a karşı girişilen operasyonlarda fikir birliği içinde davranıyorlardı. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

OPERASYON BÖLÜM 4

OPERASYON BÖLÜM 4


Irak ile Suriye birleşir mi? 

“Kurttekin: Söylediğiniz çerçevede evet. Ancak gazetelerde yayımlanan demeçler bazen çarpıtılabiliyor. Bu bakımdan sizi uyarmak istedim. 

Talabani: Açıkça söyleyeyim artık biz Araplarla açıkça mücadele edeceğiz. Bugün Irak için bir komplo hazırlandığını, buna göre, Irak Baas Partisi’nin yapısının değiştirilerek Irak’ın Suriye’yle birleşmesi öngörüldüğünü biliyoruz. Zaten bu tür planlar yıllardır tatbik edilmek isteniyor. Biz Araplarla içiçe yaşadığımız için Arap meseleleri ve Arapların birleşmeleri yönünde el altından sarf edilen gayretleri bilmiyor değiliz. Zaten biraz evvel bahsettiğiniz demecimde de bunu vurgulamak ve bu tür bir olasılık halinde Arap dünyasının dışında kalacağımızı belirtmek istedim. 
Duatepe: Musul Vilayet Konseyi’yle ilgili girişimin arkasında kimin olduğunu biliyor musunuz? 
Talabani: Biz bunun Türk askerî çevreleri tarafından desteklendiği izlenimini edindik. Musul Vilayeti Projesi’nin hukukî temelini hazırlamış olan Mr. Keller bana, projeyi üst düzeyde bazı askerî makamlarınızla görüldüğünü söyledi. 
(Keller, Cenevre’deki ‘Good Offices Group of European Lawrnakers’ isimli kurulun genel sekreteri.) Türkiye tarafından desteklendiğini düşündüğümüz için de karşı çıkmadık. Doğru söylemek gerekirse bunu Türkiye’nin kara kaşı, kara gözü için değil, bizim işimize de geldiği için destekledik. Musul Türkiye’yle birleşirse bu bizim de Türkiye’yle birleşmemiz için bir ön adım teşkil eder. Bakın size samimi olarak fikirlerimizi söylemek istiyorum. Biz gerçekçiyiz. Bağımsızlık peşinde değiliz. Eğer bir ülkeyle beraber yaşamamız gerekiyorsa bunun Türkiye olmasını istiyoruz. Musul Türkiye’ye geçerse Türkiye’nin petrol sorunu kalmaz. Biz de Türkiye’yle birleşirsek, PKK sorunu da ortadan kalkar. Biz de sizinle aynı parlamentonun çatısı altında konuşuruz. Ben bunu Sayın Başbakan’a da söyledim ve Sayın Başbakan bu fikrime güldü. Bizim içten dileğimiz bu, demokratik bir ülke olan Türkiye sadece bizim için değil, başkaları için de çekici bir ülke olmaya başladı. 

Duatepe: Musul Vilayet Konseyi girişiminin arkasında Türkiye yok. Bunun Türk askerî çevrelerince desteklendiği yolundaki görüşü ilk defa duyuyorum. Bu kişiler filhakika önce askerî yetkililerimizle temas etmişler, onlar da bize gönderdiler. 

Mesele bundan ibaret. 

KYB Temsilcisi Kazzaz: Buradaki Otel masrafları olan 128 000 000 TL’yi kimlerin ödediğini merak ediyorum. 

Talabani: Bu işin arkasında Almanlar ve petrol işinden büyük kazanç sağlamayı uman Avrupalılar olduğunu düşünüyorum. Yanlarındaki Keller adlı şahıs bunları yönlendirip idare ediyor. Ancak tekrar ifade edeyim ki, Musul Vilayet Konseyiyle ilgili olarak sunulan proje son derece iyi hazırlanıyor. Çok iyi bir çalışmanın ürünü. Bunu kimin hazırladığını merak ettim. Amerikalılar da, İngilizler de bunu bilmediklerini söylüyorlar. Ben zaten Türkiye’yle birleşme fikrimizi üst düzey Amerikan yetkililerine açmak, işe karışmak istemiyoruz. ‘Bu Türkiye’nin meselesidir’ dediler ama menfî bir tepki de göstermediler.” 

Her şey Amerika’nın tutumuna bağlı 

Kurttekin: Bizim 70 yılda gerçekleştiklerimizi, üstelik bunu petrolsüz gerçekleşirdiğimizi dikkate aldığınızda bu tür projelerin bizim için önemli olmadığını takdir edersiniz. 
Talabani: Çok diplomatça davranıyorsunuz. Artık eski politikalarınızı bırakın. Musul’u alın ve biz de sizinle birleşelim.Beni üst düzey askerî yetkililerinizle de görüştürmenizi istiyorum. Jandarmayla pratik önlemler için görüşüyorum, ancak ben askerlerle görüşmek istiyorum. 
Duatepe: Sayın Başbakan burada olmadığı için bu talebinizi sonra değerlendire biliriz.  Muhalefet grupları olarak Viyana’da ne kararlar aldınız? 
Talabani: Ana fikir bir hükûmetin kurulması oldu. Erbil’de kurulmasına karar verilen hükûmeti Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerin de tanıyacaklarını ümit ediyoruz. Ancak her şey ABD’nin tutumuna ve bu işe ne diyeceğine bağlı. Heyet 
ABD’ye gittikten sonra fikirlerin netleşeceğini bekliyoruz. Bu arada bizim ihtiyaç duydumuz bazı maddelerin Kuzey Irak’a geçirilmesi için yardımlarınızı bekliyoruz. Örneğin sigara fabrikası için getirdiğimiz kâğıt Kapıkule’de bekliyor. 
Sayın Başbakan buna müsade edileceğini söylemişti. 

Duatepe: Bu konuda Sayın Ant size cevap verecek. Ancak Sayın Başbakan bu sigara kâğıtları için özellikle bir talimat vermeden genelde Kuzey Irak için neler yapılabileceğini sorduğunu hatırlatmak isterim. 

Ant: Kuzey Irak’a mal sevkiyatı için Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi’nin müsaadesi gerekli. Eğer söz konusu sigara kâğıtları için bu müsaade verilmemiş ise Kuzey Irak’a gitmesini sağlamamız söz konusu olamaz. Biz elimizden gelen kolaylığı göstermeye çalışıyoruz. Örneğin bir İsveç NGO’su tarafından Kuzey Irak’a gübre ve tahta sevkiyatı için yapılan başvuruları Yaptırımlar Komitesi kabul etmiş. Ama takdir edersiniz ki kararları biz almıyoruz. Bu konuda BM çok hassas davranıyor. 
Talabani: Yaptırım Komitesi’nin kararları zaten ihlal edilmiyor mu? Kuzey Irak’tan getirilen ihtiyaç dışı mazota göz yumulmuyor mu? 
Ant: Bunu bizden herkes talep etti ve başta BM istedi. Çünkü size sağladıkları insanî yardım projeleri için gerekli malzemeyi taşıyacak kamyon bulamıyorlardı. Biz de zararımıza olmasına rağmen kabul edilebilir bir miktarın sevkine 
izin verdik. 
Talabani: 0 halde bize yardımcı olamayacaksınız. Biz de bu malzemeyi İran üzerinden geçiririz. Bir seneden beri sizden talep ettiğimiz hiçbir şeyi sağlayamadık. Bundan üzüntü duyuyoruz.” 
Görüşmenin sonunda Talabani, muhalif grupları temsilen bir heyetin Türkiye’yi ziyaretinin, ABD ziyaretinden sonra gerçekleştirebileceğini düşündüğünü söylemiştir. 
Bölgede kimin sözünün nereye kadar geçerli olduğunun bu tutanaklardan daha iyi kanıtı olabilir mi? 
Türkiye PKK’yla mücadelede hasımlarını yıllar yılı yanlış cephelerde aramıştır. Türkiye olayları doğru tahlil edebilseydi, silahlı ve kanlı bir bataklık yerine Öcalan’ı Kürt siyasî atmosferinde çok önce etkisiz kılabilirdi. Bu anlamda Türkiye’yi bu terör bataklığına sürenleri de göz ardı etmemek gerekiyor. 

Turgut Özal ve Abdullah Öcalan 

Türkiye Talabani ve benzerleriyle girdiği diyalogdan nasıl etkileniyordu? Öcalan bu konuda Turgut Özal dönemine ilişkin övgüler dile getiriyor. Bunun bir anlayış sorunu olduğunun altını çiziyor. Yani “Kürt sorununu Özal anladı, ama 
PKK’yla en etkin mücadeleyi de Özal verdi“ diyor. Çünkü sorunun ekonomik boyutunun Özal tarafından algılandığını iddia ediyor. 
Turgut Özal Kürt sorunuyla ilgili olarak görüşlerini 1992 yılında kurulan DYP-SHP Hükûmeti’nin Başbakanı Süleyman Demirel’e bir mektupla aktarmıştı. Demirel’e elden verilen ve notlardan oluşan bu mektubu çok güvendiğim bir kaynağım,o dönem Özal ve Kürt sorunuyla ilgili olarak ortaya atılan tartışmaları sonuçlandırmak için bana verdi. 

O tarihlerde Turgut Özal’ın Kürt sorununa barışçı çözüm bulma yanlısı olduğu tartışılıyordu. Oysa Özal 1983’te askerî yönetimden devraldığı Türkiye’de PKK terörünün adım adım tırmanması sırasında en etkin görev yapan kişiydi. 
PKK onlarca masum Kürt’ü öldürmeye başladığında “Bunlar üç beş kıçı kırık eşkıya” diyen Özal daha sonra PKK’yla mücadele için bütçenin büyük bölümünü silah alımına aktarma kararını veren kişiydi. Olağanüstü Hal uygulaması onun 
döneminde başladı. PKK’yla mücadele denilerek polis içinde Özel Tim kurulmasına o karar verdi. SS kararnamesi olarak adlandırılan basına ve Olağanüstü Hal ilan edilen 13 ilde yaşamın tamamına müdahale edilmesine olanak veren düzenlemeleri o yaptı. Peki ama bu Turgut Özal Kürt sorunu ile nasıl baş etmek istiyordu? 

Özal’ın Kürt Mektubu 

İşte Özal’ın Demirel’e ilettiği mektup onun gerçek düşüncelerini ortaya koyması bakımından ilginç bir belgeydi. Ben de bu mektubu hem Hürriyet gazetesinin 12 kasım 1993 tarihli nüshasında, hem de Arena programında yayınlamıştım. 
Bu mektup Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Özal’ın, Başbakan Süleyman Demirel’e tavsiyelerini içermekte ve bir Kürt sorunu analizi yapmaktadır. Şimdi Özal’ın meşhur Kürt mektubunu okuyalım, sonra değerlendirelim: 
“Çok gizli 
Zata mahsus 
Kürt Sorunu: Güneydoğu Anadolu’daki durum ve çözüme yardımcı olabilecek öneriler 
Giriş: 
Uzun zamandır Türkiye’nin güneyinde, belki Cumhuriyet tarihinin en önemli problemiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Siyasî, sosyal ve ekonomik boyutların yanında, kanlı terör olaylarıyla büyük bir sancı veren ‘Kürt Olayı’ ve Güneydoğu Anadolu’daki sorun, devletimizi her geçen gün daha fazla meşgul etmektedir. 

Bu sorunun başlangıcı, Osmanlı döneminin son yıllarına kadar uzanmaktadır. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında karşımıza önemli bir mesele olarak çıkmış, devleti hayli meşgul etmiş ve muhtelif isyanlar olmuştur. Bunlar, zamanında icabında kanla bastırılmış, bölge halkının bir kısmı ‘mecburi iskân’a tabi tutularak, batıya yerleştirilmişlerdir. 
1950 yılında demokrasiyle beraber mecburi iskânın kalkmasıyla bunların bir kısmı, geriye yerlerine dönmüşlerdir. 
Ancak, özellikle 1960’lı yıllardan sonra bu bölge halkının sürekli olarak batıya doğru kaymaya başladığını müşahade etmekteyiz. 
Gerek 1960’lı, gerek 1970’li, hatta 1980’li yıllarda yeniden kısmî olarak 1940 öncesi politikalara, hafif de olsa bir dönüş gözlenen devreler olmuşsa da, genel olarak demokrasiye geçişimizle birlikte bölge halkının devamlı batıya göçü 
olduğu görülmektedir. Elimizde, kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber, etnik olarak Kürt denilen nüfusun muhtemelen yüzde 60’ı Ankara ve batısında yaşamaktadır. Tabiatıyla, bu göç planlı olmadığından, batıda da bazı 
şehirlerimizde, (mesela Adana, Mersin, İzmir, Antalya hatta İstanbul’da) bu vatandaşlarımızın birbirine yakın, hatta toplu halde yerleştikleri görülmektedir. 
Bazı gözlemler: 
- Son yıllarda problem esas itibariyle, önceleri Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin; Tunceli, Şırnak, Siirt, Hakkari ve Mardin illerinde başlamış, daha sonra diğer Güneydoğu illerimiz ile Ağrı, Erzurum, Erzincan, Kars, Ardahan, Iğdır ve 
Elazığ illerimize de sıçramıştır. Ancak, bununla beraber, halen olayların büyük bir kısmının Güneydoğu Anadolu’nun Şırnak, Hakkari, Mardin ve Siirt illerini kapsayan dağlık bölgede ve Diyarbakır, Bitlis tarafındaki dağlık kesimde de 
yoğunlaştığı görülmektedir. 
- Maalesef bu bölgede, ister kendi rızaları, ister korku ve tehdit saikiyle olsun, terör örgütüne verilen destekte ciddi artışlar 
olduğu ve bunun süratle geliştiği görülmektedir. Ayrıca, bu örgüte katılmak veya destek vermek amacıyla, dağa çıkan ve örgüte 
iltihak eden genç sayısında da önemli bir artış vardır. 
- Bu örgütün dağ faaliyetleri yanında, ovaya indiği, şehir ve kasabalarda da rahatça faaliyet gösterdiği, hatta yol kesme olaylarının adeta olağan hale geldiği de kabul etmemiz gereken bir gerçektir. 
- Diğer taraftan, bölgede hudut karakollarımıza, birliklerimize, devlete ait yatırım yapan, faaliyet gösteren tesislere ve eğitim müesseselerimize saldırı, baskın, taciz, pusu gibi faaliyetlerde de önemli bir artış gözlenmektedir. 

- Terör örgütünün dağlık ve kırsal kesimde devletin yanında, hatta onun ötesinde, ikinci veya alternatif otorite haline gelme istidadını gösterdiği keyfiyetini de göz önünde bulundurmak gerekir. Nitekim, bazı yerlerde vergi toplamaktan yargıya kadar bazı devlet fonksiyonlarını üstlendikleri bile görülmektedir. 
- Bu terör örgütünün, devletin askerlik çağına gelen gençleri silah altına almasını engelleme çabalarının yanı sıra, bu gençleri kendi saflarına çekme gayretleri de müşahade edilmektedir. Bu suretle, bölgede geniş bir toplumu, bu 
meselenin içine çekme gayretlerinde büyük artış olduğu anlaşılmaktadır. 
- Bu menfi gelişmeler ışığında, bölge halkının bezgin ve tedirgin olduğu ve durumun kötüleşmesi ve Şırnak benzeri olayların artması halinde, sorunun ülkemizin batısına da belli derecede sıçraması ihtimali kuvvetlenecektir. Nitekim, bunun belirtileri, bazı şehirlerimizde şimdiden görülmeye başlamıştır. 
- Diğer endişe verici bir gelişme de, bu durumun bir Türk-Kürt çatışmasına, hatta kavgasına dönüşmesi ihtimalinin artmasıdır. Mesela, Güneydoğu illerine mal sevkıyatının yavaşlatıldığı, kredili mal verilmediği bazı batı illerimizdeki 
işyerlerinde ayırım işaretlerinin başladığı gözlenmektedir. 
- Bölge halkı, bir taraftan terör örgütünün her geçen gün yoğunlaşan tehdit ve baskısı, diğer taraftan bazı güvenlik mensuplarının muamelesi karşısında kendilerini iki ateş arasında kalmış hissetmekte, buna rağmen devleti yanında ve arkasında görme arzusu içindedir. 
- Buradaki durum devam ederse, çok büyük problemlerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. 
- Bölgede diğer önemli bir sorun da, işsizliğin çığ gibi büyümesidir. Devletin ve özel sektörün yatırımlarının şu veya bu nedenle aksamasından dolayı, işsizlik süratle çoğalmaktadır. 
- Meselenin bu şekilde sürüp gitmesi, ister bölgede, ister batıda yaşayan, ülkemizde Kürt etnik kimliği olmakla beraber, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin sadık ve sağlam vatandaşı addedenler de de bir kırgınlık, endişe ve hassasiyet yaratmaktadır. 
- Bugün ülkemizde bir Kürt milliyetçiliği kavramının her geçen gün daha büyük bir kesimce benimsendiğini ve mevcudiyetini kabul etmek gerekir. Bunun planlı bir şekilde geliştiğini ve geliştirildiğini görmekteyiz. Gerek yurt içinde, gerek yurt dışında mevcut bazı kurum ve kişilerin bu konuda yoğun çaba harcadıkları bilinmektedir. 
- Üniversitelerimizde okuyan Kürt etnik kökenli gençlerin, daha ziyade idare ve yargıda çalışacak şekilde yetişmeleri de calibi dikkattir. 
- Söz konusu terör örgütünün, terör faaliyetleri yanında Kürt milliyetçiliğini canlandırıcı çalışmalara, içeride ve dışarıda etkili propagandaya da ağırlık verdiği görülmektedir. Gerek terör alanında, gerek bu konularda terör örgütünün 
lideri ve mevcut kadrosunun yanında çeşitli ülkelerden uzman ve teknisyenlerin bunlara yardımcı olduğu ve yol gösterdiği ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır. 
- PKK’nın yurtdışındaki yabancı Kürt enstitüleri, insan hakları dernekleri, kendilerine sempati duyan basın mensuplarıyla yakın temas ve işbirliği içinde oldukları izlenimi edinilmektedir. Yurtiçinde de, Emeğin Bayrağı, Yeni Ülke, Özgür Gündem ve Yeryüzü gibi Kürt gruplarca çıkartılan gazete ve dergiler ile, 2000’e Doğru ve benzeri yayınlardan anında yurtdışında alıntılar yapılması dikkat çekicidir. 
- Şüphesiz, bütün bu gelişmeleri Türkiye’nin içeride ve bilhassa dışarıdaki düşmanlarının istediği bir husus olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmakta yarar vardır. Gelişen Türkiye’nin, özellikle son zamanlarda gerek Balkanlar, gerek Orta Asya’daki Müslüman ve Türk kökenli ülkelerle geliştirmekte olduğu yakın ilişkiler ve dünya politikasında önemli bir yere kavuşma durumundan rahatsız olan çevrelerin, Türkiye’yi rahatsız etmek, en azından bu süreci yavaşlatmak için çaba göstermiş olabileceklerini de göz önünde bulundurmalıyız. Bu meseleye bir çözüm bulamazsak, büyük, hatta orta devlet olma şansımızı kaybetme ihtimali mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz ihtimali de mevcuttur. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***