OPERASYON BÖLÜM 29
7 Aralık 1998
Öcalan, PKK terör örgütünün Fransa’daki eylemlerinden dolayı bir Fransız hâkim tarafından sorgulandı.
16 Aralık 1998
Öcalan, İtalya’nın başına bela oldu. Türkiye’de, İtalya aleyhinde gösteriler giderek yaygınlaştı. İtalyan hükûmeti, Apo’nun tekrar geldiği ülkeye, Rusya’ya gitmesini istedi. Rusya bunu reddetti. Bu arada, Roma İstinaf Mahkemesi, zorunlu ikamet kararını kaldırdı, Apo serbest bırakıldı.
16 Ocak 1999
İtalyan basını Abdullah Öcalan’ın, Roma yakınlarındaki İnfernetto Mahallesi’ni terk ettiğini duyurdu. 65 günlük Roma macerası bitmişti. fiimdi, başta Türkiye olmak üzere tüm ilgili, ilgisiz ülkelerin casusluk örgütleri Apo’nun peşindeydi.
Abdullah Öcalan, İtalya’da kaldığı süre içinde, Türk, İtalyan, İngiliz, Belçikalı, Alman, Hollandalı ve Yunanlı gazeteciler, çeşitli ülkelerden parlamenterler ve avukatların yanı sıra, bir İngiliz lorduyla yüz yüze görüştü. Terörist elebaşı, kaldığı villada terör örgütü yandaşlarıyla da rahatça telefonla irtibat kurdu. Ancak, İtalya’da sürekli tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya kalan terör örgütü elebaşısı tekrar bir başka ülke arayışına girdi.
Gidebileceği ülkeler konusunda Güney Afrika, Yunanistan, Rusya, Hollanda, Finlandiya ve Baltık Ülkeleri üzerinde durdu. Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu “Geldiği takdirde, Roma’daki sürecin benzerinin izleneceği’’, İngiltere ise yazılı
olarak “Kesinlikle gelme’’ mesajı gönderdi. Bu gelişmeler üzerine, Öcalan 16 ocak günü tekrar Rusya’ya gitti. Moskova’nın 4,5 km kuzeyindeki Rovinrant
Havaalanı’na inen terör örgütü elebaşına Rus güvenlik güçlerince ülkeden ayrılması için 10 günlük süre verildi.
29 Ocak 1999
Öcalan, 21:15’te emekli Yunanlı donanma subayı Andonis Naksakis eşliğinde “Lear” jetle Yunanistan’a geldi. Havaalanı VİP servisine, uçakta Rus müşteşarının bulunduğu söylendi. Yunanistan Ulusal İstihbarat Servisi (EİP), daha sonra bu kişinin Öcalan olduğunu teşhis etti. Öcalan, geceyi yazar Voula Damianakou’nun başkent Atina’nın 20 kilometre doğusundaki evinde geçirdi.
30 Ocak 1999
Öcalan EİP Başkanı Dimitris Stavrakakis’le görüştü. Stravkakis, Öcalan’a ülkeyi terk etmesini söyledi. Öcalan geceyi Naksakis’in evinde geçirdi.
31 Ocak 1999
Abdullah Öcalan, “Lear” jetiyle Hollanda’ya gitmesi için Kürt derneklerinin burada uçak sağlayacağını söylediği Belarus’un başkenti Minsk’e hareket etti. Belarus ve Hollanda, Öcalan’ın uçağına iniş ve uçuş izni vermedi.
1 Şubat 1999
Öcalan, Rusya’da da istenmeyince, tekrar “Yunanlı dostları’’ ve Ayfer Kaya isimli teröristle irtibat kurarak, Yunanistan’a gitti. Burada yine aynı Yunanlı yetkililer tarafından karşılanan terörist elebaşı, havaalanından içeriye alınmadı. Terörist
elebaşı, kendisine “aceleyle yer arayan’’ Yunanlı yetkililer tarafından bazı yandaşlarıyla birlikte Korfu Adası’na Yunan istihbaratının kullandığı askerî bir tesise götürüldü.
Terörist elebaşı, buradan Yunanlı pilotların kullandığı bir uçakla Hollanda’ya geçmek üzere, Beyaz Rusya’nın Minsk kentine götürüldü. Minsk Havaalanı’nda bir süre kendisini Hollanda’ya götürecek uçağı bekleyen Öcalan, “Avrupa’daki
bütün havaalanları kendisine kapatılınca’’ tekrar Atina’ya döndü.
2 Şubat 1999
Atina’da uçak değiştiren terörist elebaşı, buradan Kenya’ya gönderildi. Kenya’da Yunanlı yetkililer tarafından karşılanan Öcalan, bir süre Yunanistan büyük elçisinin rezidansında barındırıldı.
12 Şubat 1999
Amerika Yunanistan üzerindeki baskısını artırmıştı. Türkiye Yunanistan’a karşı hazırlık içindeydi. Öcalan’ın Yunan diplomatik temsilciliğinden uzaklaştırılması gerekiyordu, yerinin bilindiğinden endişe edilmeye başlandı. Öcalan’ın komşu
bir ülkeye ya da Kenya’daki bir Yunan Ortodoks kilisesine götürülmesi yönünde görüşmeler başladı.
14 Şubat 1999
Kenya güvenlik kuvvetleri, Yunanistan Büyükelçiliği’ni ve büyükelçinin rezidansını kuşattı.
15 Şubat 1999
Öcalan, CİA ve MİT’in önceden planladığı operasyon üzerine CİA’nın uyguladığı baskı sonucu Kenyalıların devreye girmesiyle iyice köşeye sıkıştı. Kenyalı yetkililerin rahatsızlıklarını bildirmeleri üzerine, Yunanlı yetkililer terörist elebaşına istediği ülkeye gitmek üzere büyükelçilikten ayrılması gerektiğini söylediler. Terörist elebaşı, Nairobi Havaalanı’nda Kenyalılar tarafından, Türk güvenlik güçlerinin beklediği uçağa bindirildi.
16 Şubat 1999
Öcalan uçakta Türk güvenlik yetkililerince yakalanarak saat 03.00’de Türkiye’ye getirildi. Terörist başı, Bandırma üzerinden, yargılanacağı İmralı Adası’na götürüldü. İmralı Adası’nda 31 mayıs 1999 pazartesi günü saat 10.00’da
yargılanmaya başlayan ve 9 duruşma ve yaklaşık bir aylık süre sonunuda terör örgütü elebaşı sanık Öcalan, TCK’nın “vatana ihanet’’ hükmünü düzenleyen 125. maddesine göre idam cezasına çarptırıldı. TCK’nın 125. Maddesi “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezasıyla cezalandırılır.” TCK’nın 59. maddesi
“Kanunî tahrif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her zaman fail lehine cezayı hafifletecek takdiri sebepler kabul edilirse, idam cezası yerine müebbet ağır hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezalar altıda birden fazla olmamak üzere
indirilir.”
Son Söz Meclis’in
Abdullah Öcalan’ın idam cezası Yargıtay tarafından onaylandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Öcalan için verilen idam cezası konusunda yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu aşamada Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını bekleyecek. Daha sonra idam kararı TBMM’ye, Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu’na gelecek. Karma Komisyon dosyayı inceledikten sonra Genel Kurul’a gönderecek. İdam dosyası TBMM Genel Kurulu’nda oylanacak. Öcalan’la ilgili karar yargı aşamasında çözülemezse Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Öcalan’la ilgili kararı onaylama ihtimali bulunuyor.
Ek: 2
Tayfun Talipoğlu’nun Abdullah Öcalan’la Roma’da yaptığı ve daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış söyleşinin tam metni
“Talipoğlu: Bundan sonrasında ne düşünüyorsunuz? Yani şu anda bu evde ne düşünüyorsunuz ? Günlerdir burdasınız sizin hakkınızda yorumlar yapılıyor geldi, gitti, tekrar kaçtı... işte orası, burası falan filan, bundan sonra ne yapacaksınız?
Öcalan: Aynen Türkiye’nin durumu gibi biraz meçhul.
Türkiye nasıl bir belirsizliklerle yoğun yaşıyorsa, bizim durumumuzda gerçekten biraz belirsizliklerle geçiyor. Ama kişisel olarak kendi konumumdan ziyade uğraştığım sorun bundan sonra nasıl bir yön alabilir diye sanırım değerlendirmek daha anlamlı olur. Kürt sorunu veya Türk sorunu birisi diğerini doğuruyor. Gerçekten yeni bir aşamaya geldi.
Talipoğlu: Ne gibi bir aşama?
Öcalan: Fazla somutlaşmış değil ama Lozan’dan beri artık bazı aydınlarda dile getirmeye başlıyorlar. Türkiye üzerine Batı istikametinde gelişen yeni bir düzenleme onun da adeta pratikleşmesine doğru gittiğimiz bir süreç demek sanırım çok abartılı değildir.Tabiî bunun içeriği daha önemli, daha çok tartışılması gereken emniyetleri, arkasındaki gerçekler önemli.
Bizim kendi payımıza düşeni söylemek zor değil, ama tabiî ben Ortadoğu’dayken dar bir eğitim faaliyetiyle uğraşıldı. Fazla siyasallaşma yok. Yani sınırlıydı.Burada tam tersi dalga dalga bir siyasallaşma hem de uluslararası saflarda.
Benim irademinde dışında gelişiyor.Biraz kendi kendine büyüyen bir kar topuna benziyor.
Talipoğlu: Yani siz bunu hesaplamamıştınız burada?
Öcalan: Tabiî. Dikkat ediliyorsa bütün önemli ülkelerin gazeteleri iki üç sayfa değerlendirme geliştiriyorlar. Yalnız maddî şeylere vurursak bunun ne anlama geldiğini bilirsiniz.Adeta bir köşe olmuş durumdayım. İtalyan gazetelerine bakın,
bilmiyorum ama “köşe” Öcalan’dır, yani herhalde Öcalan konusu diye köşe oluşmuş bu gazetelerde.
Talipoğlu: Bu sizi memnun ediyor mu?
Öcalan: Memnundan ziyade anlamı çözmeye çalışıyorum her abartılan şey bir memnunluğun yanında olumsuzlukları da beraberinde getirir. Fakat Avrupa’nın çok ciddi bir biçimde ilgilendiği ve hatta hiçbir ulusal hareket içinde böyle bir ilgilenme yoktur, çok ilginç kelimelerde söylüyorlar ‘Biz Roma’ya indiğimizde yüzyılın son devrimcisinden tut da Garibaldi’ye kadar.’ Yav hata yapıyoruz işte şöyle bir terörist filan.Kendi kendilerine düşünce üretiyorlar adeta.Ve giderek daha da katlanıyor, nereye kadar sürecek bilmiyorum tabiî. fiimdi şüphesiz bu herkesin senaryosuna göre bir durumda imkân da yaratıyor. Sanıyorum çok yoğun bir ilgilenme de var. ABD’de buna dahildir.Yani biraz benim buradaki konumuma dayanarak herkesin torbasında ne varsa açıyorlar önüne koyuyorlar yeniden karıştırıp bir düzenlemeye gidiyorlar.
Yani benim üzerimdeki pazarlıklarda... (kahkaha atıyor) denilebilir.
Talipoğlu: ABD’de umduğunuz gibi destek çıkmadı herhalde?
Öcalan: fiimdi benim sorunum bu da değil. fiu anda öyle fazla destek beklemek de fazla gerçekçi bir şey olamaz. Destek verdim dediğinde de benim fazla inanmam biraz absürtlük olur.
Talipoğlu: Peki bundan sonra ne yapacaksınız yani örgüt devam edecek mi? fiimdi ateşkes anlamsız gibi duruyor şu anda.
Öcalan: Bu bir pozisyondur. Kapat, isterseniz biraz yemek yiyelim.
Talipoğlu: Tabiî...
Öcalan: Kaldığımız yerden devam edelim.
Talipoğlu: Bundan sonra ne yapacaksınız? Yani 1 eylülde önerdiğiniz ateşkesin bir anlamı kalmadı herhalde...
Öcalan: Ona girmeden önce burdaki durumdan bahsetmiştiniz … Belirsizlik var ama giderek işte daha önceden alınan karar İtalyan, Alman başbakanı arasında Avrupalaşma sürecine gidiyor.Politikleşme yargılama içiçe gelişiyor, tabiî bu yalnız benim için değil ağırlıklı olarak Türkiye için de önemli.
Talipoğlu: Peki Türkiye’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz yakalandığınız andan itibaren.
Öcalan: fiimdi sadece bu yakalandı furyası çılgınlığı değil de, Türkiye’nin takip tarzı... gerçekten şüphesiz belli bir politikanın belli bir kararın sonucudur ama oldukça tartışmaya ihtiyaç gösterir.
Talipoğlu: Nasıl?
Öcalan: Ben şüphesiz şimdi fazla değerlendirme yapmak istemem. Baştan beri Ankara’dan çıktığımdan beri bu takiplerin çok ilginç hikâyeleri vardır. Bu takipler ilerde yazılsa inanın her birisi bir romana konu olabilecek kadar anlama sahiptir. Bir nevi de PKK bu takiplerin yanıtıdır.
Talipoğlu: İlginç.
Öcalan: Tarihte de ben bir çarpıcı değerlendirmeyi okudum. Sanırım Hazretî Muhammed’in Hicret’ine ilişkindir ve Roy Maxin Robinson’dur sanıyorum. ‘Muhammed’ adında kitabı var. Orada dikkatimi çekti, diyor ki: ‘Mekke’de bu adamın üzerine gidilmeseydi, aslında fazla etkili olacağı söylenemezdi diyor. Ama bir de şöyle diyor: ‘Dengesiz gidiş, tarihin bu en büyük aksiyonuna yol açmada hayli etkilidir’. fiimdi düşünüyorum da biraz demoratik bir ortam olsaydı veya böyle bir takip olmasaydı acaba ben o ortamlardan çıkabilir miydim? Bu soruyu kendime soruyorum (kahkaha atıyor).
Talipoğlu: Yani beni Türkiye’nin takibi mi yarattı diyorsunuz?
Öcalan: Büyük oranda. Yani şimdi bu ilginç bir anlatıma ihtiyaç gösteren bir konu. Ankara’daki çıkışımın gerçekten üzerime geliş tarzının bir sonucu. Yoksa Ankara’dan çıkmak, önemli siyasî amaçla, bu biçimiyle de olmayabilirdi.
Olmazdı da belki.
Talipoğlu: Yani yenildiğinizi kabul ediyor musunuz?
Öcalan: fiimdi bu soruya da yanıt... gerçeğimizin içine baktığımızda biraz daha farklı yanıtını bulur. Sanıldığı gibi benim klasik anlamda yani yendim veya yenildim biçiminde bir yaklaşımım yok. Oldukça abartmalı bir değerlendirmedir. Bunun karşısında karşımızdakilerin de bir söylemi var. Ama, şimdiki duruma baktığımda 49 yaşındayım. Gerçekten yani belki de, ben zavallı bir köylü çocuğu olduğumdan (kahkaha atıyor), yalnız bu duruma gelmek, tarihi de zaten ben yazmıyorum. En ender gelişmelerden birisi, bu yenilgi olamaz. Bu bir hadisedir deniliyor. Hani beni imha da etseler yarın, ama öyle bir tarihe yol açtı ki etkileri yüzyıllarca sürüp gider bunun. Abartmasız böyledir. Hatta sıkça kendime sorarım; bu adamlar havak mı derim. Bazen idare elimde. Yetki elimde birazcık. Bu kadar büyük gelişmelerin olumlu sonuçlarını derlemek neden görülmüyor veya bunun ne kadar önemli olduğu anlaşılmıyor mu? Yine kendimi çok düşündüğüm için değil de gerçekten yapabileceklerim var. Artık buna ben bazen ütopya diyorum. Sadece Kürtler için değil, sevdiğim tüm Ortadoğu halkları,
kültürleri, Anadolu biçimiyle... Gerçekten burda ütopya da var. Yapabilme gücüne de kendimi biraz ehil görebiliyorum. Öyle sanıldığı gibi elimi kaldırıp şurayı şöyle yıkarım, burayı böyle yemeyinden ziyade, benimki gerçekten varsa bile bu savaşçılık, sorunları adeta ihlal etme, sorunları deşme aracı gibi bir şeydir. Yani başka türlü savaş tanımım yok. Bir vücuttaki yarayı deşmek için, atılması gereken kirli kandır.
Öcalan: Kirli kan atılırken biraz fazla kan aktı gibi ama!
Talipoğlu: Evet. Ondan acı duyuyorum tabiî, yani doğrudur katılıyorum sözünüze. Onu durdurmak için aslında çok özel çaba harcadım ve buna yenilgi, işte gayri diğer biçiminde bir yanıt verildi. Bu çok yanlış. Dediğiniz gibidir. Fazla kan akıtmanın yararı olmadığını görüyorum. Yani bana göre bu eylem gerekliydi, ama savaş anlayışımla bu çok bağlantılı bir husus. Mesela hep böyle düzenli ordulara baktığımda, en gereksiz harcamalar kısmı diye tanım yaparım. Yani ordumuzu şöyle güçlü tutalım, şöyle modernize edelim bana hep şeyi hatırlatır; boş teknikler, boş masraf küpü. Yani işçiler de demeyeceğim, böyle negatif, kazandırmayan işçiler. Örneğin yarın bir şey bile olsa, büyük bir siyasal etkinlik bile olsa, böyle bir orduya hiç ısınamıyorum. Yani işte, ulusun siyasî gücümüzü, beni korusun falan savaş anlayışımda gerekli ise orada bir organizasyon oluşsun. Bir eylem de gerekliyse orda o eylem, o yarayı deşmek için yapılsın. fiimdi böyle bakınca bu eylemden pişman değilim tabiî ama, eylem siyasî amacını aşsa, örneğin; Özal’ın biraz saygıyla andığım yönü oydu. Bu adam bizimle çok savaştı aslında, dikkat edilirse. 10 yıldır. Bana göre onun ekonomik temelini bizzat sağlamış, Türkiye kendi başına o kadar bir şey gösteremezdi, iflas etmiş bir ülkeydi. Özal gerçekten ekonomiyle bu savaşı finanse eden kişidir.
Amerika’nın desteğini en iyi sağlayan kişiydi.
Talipoğlu: Size karşı bir savaş ama.
Öcalan: Tabiî bize karşıydı.
Talipoğlu: Ama çözüm içindi.
Öcalan: Ha onu demek istiyorum. 84’den 90’ların başına gelindiğinde, bana göre bu savaşın ekonomiyle bağlantısını görmek kadar fazla rantabl olmayacağını ve Kürt olayının da bu biçimiyle yok edilmeyeceğini hem dünya bakış açısı, işte hem de gerçekten bu yaptığı büyük, kendine göre büyük ekonomik çalışmaların bir sonucu olarak değersiz gördü ve orada o bilinen tavrı ortaya koydu.
fiimdi Türkiye yine bu tavra doğru geliyor. Ben o zaman Özal öldüğünde veya öldürüldüğünde bir söz söylemiştim. Bu Demirel dedim çok kötü yapıyor. 6 yıl aynen bu rakam ağzımdan çıktı, 6 ay veya 6 yıl dedim. Gelecek noktayı korkunç bir acıyla, korkunç bir
masrafla doldurarak bu noktaya gelecek. Acı, acı, acı demiştim.
30. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder