20 Ağustos 2016 Cumartesi

ŞEYH TAYYİP PAKETİ 2




ŞEYH TAYYİP PAKETİ  2



Saadet Pesen

“Bomba Paketi” de dendi.
“Bölünme Paketi” de.
Doğruya doğru…
Cuma günü başlamıştık, paketi değerlendirmeye.
Herkese eşit”, “Herkes için” diye diye, ancak, herkesin (!) alınmadığı bir toplulukta ve her kesimin yer almadığı bir raporla yapılan ”Kötü koku” yaygınlığı, “İlle de bölünme” diye bağırıyor.
Dini inançların” gereklerinin yerine getirilmesine karşı çıkanlara 1 yıldan başlayan ve 3 yıla çıkarılabilen hapis cezaları getiriliyor!
·         Dini inançlara kim, neden karşı çıkıyor?
·         Toplumsal yaşam kültürünü kim alt-üst etmek istiyor?
·         Dini inanç” diyerek kastedilen tarikatlar, cemaatler enflasyonu yaratmak mıdır?
·         Cumhuriyet’in temel özelliklerinden olan kılık-kıyafet yasalarını çiğnemek için basamak mı yapılmaya çalışılmaktadır? (Kamuda türban)
·         Aç-açıkta, kıdem tazminatsız, sendikasız, taşerona emanet edilen emekçilere “Din” mi sunulmaktadır?
Dikkat: “Din”, âdeta, Yaşar Nuri Öztürk’ün dediği gibi “Allah ile aldatmak” için ve bir  tehdit aracı haline getirilmektedir.
Hamile kadının sokakta gezmesini terbiyesizlik olarak gören ve eşine “Eşit
olamayacağını savunan anlayış, kadını eve mi hapsetmek istemektedir?
Yurttaşların itiraz hakları ellerinden alınarak tebaalaştırılmak isteniyor. “Gösteri ve yürüyüş yasaları” bile göz ardı edilerek. “Sonbahar”(!) korkusuna tedbir olarak, valilerin eli güçlendiriliyor. (Aklıma Eskişehir valisinin gençlere yazdığı tehdit iletisi geldi…)
Seçimlerde Türkçe dışında propaganda serbestliği ise muhataplara bir parmak “Bal.”
Ötesi de, BOP gereği vatan topraklarının parçalanması…
Ehh biraz da “Hoşgörü” kokması gerek paketin; Seçim sistemi değişikliklerinde “Öneriler”.
3 seçeneğin ikisi, her durumda en yüksek oyu alan partiye hizmet ediyor. Tek yolu var; Seçim barajının kaldırılması. Olmadı mı? %3’e indirilmesi…
Şimdiiii; Kutuyu derhal kapatıyoruz!
·         Türk’üz, Türk Milletiyiz, kimliğimizi taşımaya devam ediyoruz. Milletleşme süreci devam ediyor, gereğini yapmaya da devam edeceğiz. Biriz ve ayaktayız.
·         Andımız”ı okumayı ölümsüzleştiriyoruz. (Öğretmen sendikaları, velilerle birlikte gereğini yapacaklardır)
·         Türkçemiz, annemizin ak sütüdür, helâldir, kirletilmesine izin vermeyeceğiz.
·         Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir. Çağdaştır. Ortaçağ karanlığına dönüştürme çabalarına izin vermeyeceğiz. (İleriye, ileriye hep ileriye)
·         Türk Milleti’ni dil ve dinle parçalamaya çalışanlara, bir ve bütün olarak yanıt vereceğiz.
·         Gericiliğin ve bölücülüğün önünde “Cumhuriyet” diyerek sahipleneceğiz. (“Eski isimler” diyerek bahane yaratanlara gerçekleri anlatacağız.)
·         Yurttaşlarımızın, tarikatlar ve cemaatler tuzaklarına düşmelerine izin vermeyeceğiz. Çağdaş yaşam biçimi “Ortak” aklımız ve yolumuz olacak.
Üzerinden ölü toprağını atan Millet; gençliği önde olmak üzere korku duvarını da aşmıştır. Baskılar, gözaltılar, hapisler ve hatta öldürmeler bu milleti durduramayacaktır. Tıpkı Cem Karaca’nın okuduğu gibi:

DURDURAMAYACAKLAR HALKIN COŞKUN AKAN SELİNİ

Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları
hepsi halka karşıdır
Kanunları, yönetmelikleri, bütün kararları
hepsi halka karşıdır
Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları
hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
durduramayacaklar halkın coşkun akan selini
panzerleri, kelepçeleri, bütün silahları
hepsi halka karşıdır
Zindanları, tutukevleri, işkenceevleri
hepsi halka karşıdır
Borsaları ve şirketleri ve iktidarları
hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
durduramayacaklar halkın coşkun akan selini


Bizler, hepimiz, Türk Milleti olarak gerçek anlamda “Demokratik” tüm haklarımızı sahiplenerek, özümseyerek kullanacağız.
“İnsan” olarak bile en doğal hakkımız olan sahiplenme ve savunma haklarımız bizimdir. Koruyacağız.
Paketi kapattık!
Haydi görev başına!
Sendikalarımızda, odalarımızda, birliklerimizde, derneklerimizde ve hepsinden önemlisi de partilerimizde “Görev” almaya!



 Saadet Pesen
saadet05@yahoo.com


****

ŞEYH TAYYİP PAKETİ 1





“ŞEYH TAYYİP PAKETİ” 1



Saadet PESEN,

Yazı başlığının isim annesi (!) olmak isterdim, ama değilim. 1/Ekim/2013 tarihli Aydınlık Gazetesi’nin manşeti bu tanımlama.

Geçtiğimiz günlerde ve yine Aydınlık Gazetesi’nin “% 70’i zor tutuyoruz” manşeti de yerli yerinde olmuştu.

Yaklaşık 1 aydır duyuruları yapılıyor;

Açıklandı-Açıklanacak,

Haftaya kaldı,

“Paket önemli, Başbakan açıklayacak”,

“Pazartesi gününü bekleyin” vb. Isındırmalarla, “Merak” yaratılmaya çalışıldı.

1)         “Merak”a gerek yoktu, çünkü gizli ve açık sızıntılar yapılıyordu.

2)         Sızıntılara gerek yoktu, çünkü görev belliydi, görevli belli. Talimatlar uygulanmak içindi.

3)         Asıl olan, milleti hazırlayabilmekti, “Sevgili Kurbağa” diye başlayarak.

4)         Tepkileri azaltmak, öncelikli hal ve gidiş olmalıydı, “Gard”ı almak bu olmalıydı.

O ünlü “Pazartesi” geldi. Nefesler kesildi demek doğru olmaz. Ama ille de

dinleyecektik.

•          Ufkun ötesini gören gözlerin haklılığını görmek,

•          Görmeyenlere ya da görmek istemeyenlere bir kez daha, açıkça ve netlikle gösterebilmek,

•          “Oyalama” programlarını teşhir edebilmek için, ülkede yaşam saat 11.00’e kitlendi.

40 dakikayı geçecek şekilde, kompozisyonun girişi yapıldı. (Oysa “Giriş” en kısa

bölümdür, genelde değil mi?)

17-20 dakikada ise aylardır hazırlanan, (!) 76 milyonu ilgilendiren, ülkemizin tarihi ve milletimizin geleceğini etkileyen reformlar (!) açıklanmaya çalışıldı.

Evet evet özellikle ”Çalışıldı” diyorum, milletten gelecek tepki nedeniyle “Korku” dağları sarmıştı.

1)         “Genelgelerle çözeceğiz” denilen değişikliklerin, “Anayasa değişiklikleri” gerektirdiğini bilmez mi BOP Eşbaşkanı R T Erdoğan?

2)         “Yapıyoruz”,”Getiriyoruz” derken kim ya da kimler adına konuşmaktadır? Eğitimci, sosyolog, psikolog, tarihçi, Anayasa uzmanı, siyasi lider, Milletin temsilcileri…?

3)         “Demokrasi” tanımı kişiye özel midir? Bırakın paketin hazırlanmasını, açıklanmasına bile “Seçili” olanların çağrılması, soru sorulmasının istenmemesi hangi “Demokrasi” tanımına dâhildir açıklayabilir miyiz?

4)         Cumhuriyet yıkıcılığını, “Hazmettire hazmettire” ve “Hap” gibi yutturabileceğine inancı mı vardır hâlâ?

Çok ama çok yanıldığını belirterek somutlaştıralım:

1)         “Milletleşme” sürecinde iken, etnik ve dinsel ayırımcılığı körüklemek, öncelikle

körükçüleri bertaraf edecektir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan herkes “Türk Milleti” kimliği taşır. Bundan da onur duyar. Tarikat, cemaat, mezhepçilik bizi, “Biz” olmaktan çıkarır. Farkındayız. Sömürgenlerin ve işbirlikçilerinin ekmeklerine yağ sürdürmeyeceğiz.

2)         “Eğitimde birlik” yasasının delinmesi, Anayasal suçtur. Eğitim dilinin “Türkçe”        olduğu gerçeği yasalarla sabittir. Eğitim-Öğretim kurumlarına farklı diller seçeneği sunmak, bölücülüğün en tehlikelisidir.

3)         “Andımız”, yeminimizdir. Enerji kaynağımızdır. Haklı gururumuzdur.  Pusulamızdır. Yok edilmesi, yok sayılması, tarihimize ve gelecek amaçlarımıza hakarettir.

4)         Köy vb isimlerinde eskiye dönüş, Cumhuriyet Devrimlerine itirazdır. Kabul edilemez.

5)         Yabancı diller boyunduruğunu kabul etmeyen Türkçemiz, 29 harften oluşur. Her türlü işgal defedilecektir.

6)         Din ve dünya işlerinin ayırımını yapabilen laiklik, “Türban” başlangıcı ile sersemleştiriliyor. Geçit vermeyeceğiz.

Paket, öyle bir açıldı ki, açılırken saçıldı, saçılırken kötü kokular yaydı…

Pazartesi günü devam edeceğiz.

Saadet Pesen
saadet05@yahoo.com


****




Türküm, doğruyum... Çünki




Türküm, doğruyum... Çünki



Teoman Alili

Neyi yasakladı bu evladı saltanat, evladı halife ve en mühimi evladı hain? Türkiye insanlarının ortak yeminini. Kime güvenip yasakladı? Atalarının binip kaçtığı zırhlıların sahiplerine. Ya tarih hiç mi ders vermez bu cahil-i cühela takımına? Şimdi ben ve ben gibi Türkiye'nin insanları daha coşkulu haykırmaz mı, TÜRKÜM diye... 

Türküm: Çünkü Türkiye'de yaşıyorum ve beni biz yapan milletin parçasıyım... Adsız mı kalacak yada onlarca adımız mı olacak bizim. Yoksa 'Türkiye'de yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk' mü denecek galü beladan beri olduğu gibi...

Doğruyum: Çünkü ben hile hurda bilmez, 1936 senesinde uçak imal edecek kadar güçlü ve kendine güvenen, çalıp satmak yerine, yapıp üretmeyi amaç edinen neslin devamıyım...

Çalışkanım: Çünkü “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybederler

İlkem yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir: Buna itirazı olan hain oğlu hain değilse nedir? Severim ya, hem yurdumu hem milletimi, bizi biz yapan değerleri severim tabi sevilmez de ne yapılır birlikte yaşamanın haysiyeti.
Ülküm, yükselmek ileri gitmektir: Çok şükür kafamız örümcek bağlamamış bizim. Yükselmektir gayemiz ve kesintisiz aralıksız devrimlerle ilerlemek. Büyük insanlık gayesine ulaşmak ve gericiliğin pençesinden kurtulmaktır gayemiz ve dahi ülkümüz.

Ve son sözümüz Büyük Atatürk'e

'Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene
'

Son sözü anlamaya eşbaşkanların beyni yetmez. Türküm diyemeyen biri ne anlar mutluluktan. Nasıl bekleriz anlamasını bir eşbaşkanın yada sözleşmeli memurun varlığını milletinin varlığına armağan etmenin erdemini. Onlar anlamaz ama biz Türk'e, büyük milletimize yeniden hatırlatabiliriz ve tarihin deliğine hep birlikte süpür ü veririz evladı hainleri.



 ****


Hukuka Bir Balyoz Daha...




Hukuka Bir Balyoz Daha...

 



Orhan Erinç

Balyoz bir kez daha Türk hukukuna indi.

Üst rütbeli komutanlara verilen 18-20 yıl hapisle birlikte toplam 237 sanığın cezalarının kimileri düzeltilerek onandı.
88 sanık da ağırlıklı olarak delil yetersizliğinden özgürlüklerine kavuştular.
Özel görevli yerel mahkemenin duruşmaları büyük ölçüde delil olarak dosyaya konulan dijital kayıtların sahteliğine ilişkin bilgi ve belgelerin anlatılması ile geçti. 

Sanıkların alınmadığı Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi’ndeki temyiz duruşmaları 120 saat sürdü. 96 avukatın 357 sanık hakkında savunma yaptığı dikkate alınırsa avukat başına yaklaşık 71 dakika, sanık başına da yaklaşık 21 dakika savunma süresi düştüğü anlaşılıyor. “Yargıtay tarihimizin en uzun savunması” iddiaları da böylece havada kalıyor.

Şimdilik bütün ümitler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kaldı. Sırada Anayasa Mahkemesi de var ama, mahkemenin bireysel başvurulardaki kararlarına bakınca olabilecekleri şimdiden söylemek mümkün...

Demek ki dava siyasi olunca sonuç da böyle oluyor.

***

Sıkmabaş sorunundaki gelişmeleri, “dakika bir gol bir” deyişiyle özetlemek olası...
Hukuka aykırı da olsa, sıkmabaşa özgürlük iddiasıyla uygulamaya konulan yeni yönetmeliği savunanlar, “Artık başı örtülü kardeşlerimizle başı açık kardeşlerimiz arasında ayrımcılık olmayacak. Kimseye özel yaşamında baskı uygulanmayacak” dediler ama fos çıktı.
Yönetmelik değişikliği, aslında eylemli bir duruma yasal kılıf hazırlama girişimiydi.

Sıkmabaş uygulaması, AKP’nin iktidara gelmesiyle zaten Başbakanlık’a bağlı kimi genel müdürlüklerle başkanlıklarda ve AKP’li belediyelerde başlamıştı bile.
Seçim paketi kapsamında uzun uzadıya anlatılan gerekçeler ise işin cilasıydı.


***

Kamuda sıkmabaşı serbest bırakanın yanı sıra Andımız’ı yasaklayan yönetmeliklerin yürürlüğe girdiği gün, başı açık bir televizyon programı sunucusunun kıyafeti nedeniyle işsiz kaldığı gün oldu.
Nedeni de AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in bir TV programında, sunucu Gözde Kansu’nun kıyafetini eleştirmesiydi. Kansu’nun kıyafetini, meslektaşım Cüneyt Özdemir’in 5N1K programında izledim. Programda yayımlanan gösteri eğer Kansu’nun sunduğu programa aitse, mankenlerin sunduğu kıyafetlerin bir bölümüne göre Kansu’nun giysisi kapalı bile sayılabilirdi.
Amaç gazete ve televizyonlara ayar vermek olduğu için, “tak” diye söylenen “şak” diye yerine getirildi.
Çelik’in sözlerini “ifade özgürlüğü” diye tevil etmeye çalışmasının da kıymeti harbiyesi yok.
Bir yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, öte yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin ifade özgürlüklerinin konumları gereği vatandaşa göre daha sınırlı olduğunu söylüyor ama bizimkilere “kapı gıcırtısı ve sinek vızıltısı” gibi geliyor.


****

Türk ile Uğraşılmaz



Türk ile Uğraşılmaz



 

Ağah Oktay Güner,

Son yıllarda Türk adıyla uğraşmak, Türk’ü horlamak, paradan, kurumlardan Türk adını silmek Atatürk’ün fikir, felsefe ve düşüncesinden her vesileyle uzaklaşmaya çalışmak moda oldu. Ne gariptir bütün bunları yapanlar Kurtuluş Savaşımızın büyük komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu Cumhuriyetin nimetleriyle yetişmiş, O’nun öncüsü olduğu eğitim sisteminin okullarında okumuş, Cumhuriyetin kurumlarında yer tutmuş insanlardır. Yıllar önce Türkiye’de fikirlerinin iktidar olacağını, değişimin mutlaka gerçekleşeceğini, bunun kanlı mı, kansız mı olacağını şartların tayin edeceğini ifade etmişlerdi. Görünen o ki bu strateji uygulanıyor ve her vesile ile Türk düşmanlığı yapılıyor.
Kim ne derse desin Türk milletinin lideri Atatürk’tür. Ömrü cephelerde geçmiş, girdiği hiçbir savaşı kaybetmemiş, tarihi ve sosyal gerçeklerin ışığında Cumhuriyeti kurmuş, toplumu bütünüyle gelişmeye odaklamış, milli birliği, bütünlüğü korumak için her türlü tedbiri almış, çalmamış, çaldırmamış, her şeyini millete bağışlamış örnek bir şahsiyet.. O, milleti her vesile ile bölmeye çalışan bazı soytarılara karşı, her şartta milli bütünlüğü güçlendiren sorumlu devlet adamıdır.
Türk milletinin asaletini, kahramanlığını, dirayetini, fedakârlığını en azılı düşmanları bile ifade etmiştir, etmektedir. Çanakkale’de savaşta yaralanmış İngiliz’i kucağına alıp sağlık çadırına taşıyan Türk’tür. Başka milletlerin yaptığı en hafifinden bu yaralıyı öldürmektir veya daha çok acı çeksin diye yaralı halde bırakıp gitmektir. Türk bunu asla yapmamıştır. Bu tip örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Yine bir savaşta yaralı düşmanı merkebe bindiren, kendi yaralarını unutup onu merkepte taşıyan Mehmed’e komutanı “Sen ne yapıyorsun, kendin yaralısın, niye onu merkebe bindirdin sen binsene” dediğinde; “Komutanım o burada misafir” diyen sadece Türk er’idir.
Bugün bu ülkenin yoksulluk sınırı altında yaşayan milyonlarca vatandaşı var. Anadolu’da en yoğun göç veren iller, yaptığımız her savaşta kan veren, can veren Türk nüfusunun yoğun olduğu bölgelerdir. Ne yazık ki 10 yılı aşkın süredir iktidar olanlar bu illere tek fabrika kurmayı, bu toprağın çocuklarını kendi memleketlerinde iş ve aş sahibi kılmayı düşünmediler. Aylardır Andımız’ı kemirmeye çalışan kafalar Başbakan’ın son paket açıklamasıyla vatan çocuklarına her sabah: “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demeyi fazla gördüler. Üstelik Başbakan mitingde konuşurken “Doğruyum dediler olmadık yolsuzluklar yaptılar. Çalışkanım dediler sırt üstü yattılar” mealinde sözler sarf etti. Bu sözleri söyleyenin, Meclis çatısı altında iktidar partisinin milletvekillerine ait dokunulmazlığın kaldırılmasını bekleyen ve yolsuzluk iddiası taşıyan kaç dosya olduğunu bilmesi gerekir. Ayrıca “yattı” dediklerinin birikimini özelleştirme adı ile 54 milyar dolara satarak, bütçe açıklarını kapattıklarını unutmak mümkün müdür?
Napolyon; “Türkler öldürülebilir ama asla mağlup olmazlar” demiştir. İngiliz Komutan Towsend; “Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır” , hatıraları Türkçe de basılmış olan Lady Montagu; “Türk kadınlarının en büyük süsü, Türk oluşlarıdır” beyanında bulunmuştur. İtalyan Gianni De Michelis; “Türklerle dost ol ama sakın düşman olma” uyarısını tarihe bırakmıştır. Atom âlimi Einstein; “Türkler cesurdur, anavatanlarını çok sever ve onun için gerekirse canlarını verirler” diyerek çok sağlıklı bir tarif yapmıştır.
Ne günlere kaldık. Herkes yüzyıllardır bize Türk dedi. Şimdi ise kendi öz vatanımızda bizim kendimize Türk dememiz ayıp oldu.
Halbuki Türk milleti yazılı tarihten çok önce masalları, destanları ile dünya üzerinde var olmuştur. UNESCO’nun yaptığı bir araştırmaya göre Türk masalları, lider şahsiyet yetiştirme açısından pek çok ülkenin masallarından güçlüdür. Türk dünya sahnesine çıktığı Moğolistan’dan günümüze kadar ayağını bastığı yeri vatan kılmış, eserlerle mührünü vurmuştur. Bugün dünya üzerinde 350 milyon insan Türkçe konuşuyor. Balkanlardan Sarı Denize kadar Türkçe konuşarak seyahat edebilirsiniz. Arap tarihçisi Cahiz; “Türk ile uğraşanın akıbeti berbat olur” diyor. Türk ile uğraşanlara son sözümüz; bu büyük millet neler gördü ve neler yaşadı. Onun büyüklüğünü dünya biliyor. Sizin büyüklüğünüze ise sadece siz inanıyorsunuz.



 ****


Demokrasi Paketle Değil, Adaletle Gelir




Demokrasi Paketle Değil, Adaletle Gelir

 



Emre Kongar

Demokrasi paketlerle değil, bağımsız ve tarafsız adaletle gelir…
Yargıya güvenin, inancın olmadığı yerde demokrasi de olamaz!

***
Üstelik açıklanan paket de yetersizdir:

1) Toplumun çeşitli kesimlerine danışarak hazırlanmamıştır.
Tam tersine büyük bir gizlilik içinde, sadece terör suçundan İmralı’da hapis yatan Abdullah Öcalan ve onun vasıtasıyla Kandil Dağı’ndaki Kürt gruplarla müzakere halinde gerçekleştirilmiştir.

2) Genel olarak vatandaş odaklı değildir, Kürtlere dönük bazı yetersiz önlemleri içermektedir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi, sadece terör sorununa ve Kürt meselesine bağlanamaz…
Seçim sisteminden Siyasal Partiler Yasası’na, temel hak ve özgürlüklerden Ceza ve Terörle Mücadele Yasası’na, Basın Yasası’na kadar pek çok alanda reform gerekmektedir.
Ayrıca adaletin tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda ülkede, mutlaka giderilmesi gereken çok ciddi kuşkular vardır.
Bütün bunları ihmal ederek sadece bir etnik grup üzerinden hazırlanan herhangi bir paketin ülke çapındaki demokrasi sorunlarını çözmesi beklenemez. (Belki de zaten AKP’nin böyle bir derdi yoktur.)
Üstelik paketteki önlemler Kürtlerin isteklerini karşılamaktan da çok uzaktır!

3) Kadını örten, erkek egemen feodal kültürün, mezhep temelli olarak kamuya ve eğitime de yaygınlaştırılması çabası, sadece laikliğe değil, çağdaş insan ve kadın haklarına da aykırıdır.
Kadının örtülmesi esas olarak kadının özgür bir seçimi değil, kadına dayatılan erkek egemen bir feodal kültürün sonucudur.
Örtünmenin Sünni İslam inancına dayalı olarak savunulması ve devlete sokulması laiklik ilkesine de aykırıdır:
Devlet adına hizmet verenlerin, siyasal, dinsel, mezhepsel simge takmaları, vatandaşlar arasında hizmet konusunda da ayrımcılığa yol açacaktır!
***

Ayrıca tekrarlayalım ve hiç unutmayalım:
Demokrasi ancak tarafsız ve bağımsız adaletle gelir; adaletin olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.


****


..

Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...






Genelkurmay’dan ilk değerlendirme: “Ağır karar”...

 



Ahmet Takan

Yargıtay, Balyoz kararını açıkladıktan sonra Genelkurmay’daki havayı almak istedim. Karargahta yetkili isimlerle konuştum. Öncelikle belirteyim; konuştuğum isimler söyleyeceklerinin şahsi düşünceleri olduğunun altını çizdiler. Yapılan değerlendirmelerdeki ortak olan noktalara aşağıda yer vereceğim. Bugüne kadar süren davalarda ketumiyetiyle hafızalarda yer alan Genelkurmay Karargahından gelen ilk sıcak tepkiler şöyle oldu;


“Karar ağır tabii ki. Böyle bir şey olabilir mi?.. Çok ağır bir karar.. Bir de şöyle bir abeslik var. Darbe yapacak diye iddia edilen kişilerin çoğu üst rütbede ve 70-80 yaşında, en fazla 3-4 sene yatırırsın. Peki, orada albay, yarbay hiçbir günahı bile olmayan bir sürü kişi var. Diğerleri tahliye olacak, onlar daha 10 yıl, 15 yıl yatacak. Adalet mi bu şimdi? Gerçekten yapmışlarsa, yapanlar 3 yıl sonra çıkacak sağlıktan dolayı, diğerleri yatmaya devam edecek. Bu Balyoz Davası bambaşka bir dava. Topluma da çok iyi anlatılmalı. Seminer Davası’nda herkesi işin içine kattılar. Gerçekten o büyük seminerde bunlar konuşuldu mu konuşulmadı mı?.. Hepsine bakılması lazım. Biz konuşulmadığını biliyoruz ama seminerde ismi var, al götür. 28 Şubat’ta da öyle çok abuk sabuk şeyler var.” 

Genelkurmay’dan yansıyan bu havayı “nasıl değerlendirdin” diye bana soracak olursanız!..

Kafa karışıklığı hâlâ devam ediyor” derim.

Nefret Suçu Örneği!..

Recep Erdoğan’ın hakaretler yağdırdığı  “Andımız”ın yazarı Reşit Galip aynı zamanda Türk Tarih Tetkik Heyeti ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin önemli kurucu isimlerinden. Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’ndan Erdoğan’ın kinini tahlil etmesini istedik.
Halaçoğlu, “Başbakan nefret suçunu işliyor bu açıklamalarla” dedi ve devam etti;

 “Şu an kendisini savunamayacak bir kişi hakkında kamuoyunda çok yanlış bir imaj meydana getiriyor. Her şeyden önce Başbakan’ın buna dikkat etmesi lazım. Bu kul hakkıdır, öbür dünyada yakasına yapışırsa hiç şaşırmasın kimse.” 

Başbakan’ın; sıkıştıkça, oy kaybına uğradığını düşündükçe çeşitli yerlere sataşmak suretiyle bu oyları geri kazanacağını düşündüğüne dikkat çeken Yusuf Halaçoğlu’nun bu konudaki görüşü;

 “Ruhban Okulu’nun açılışı ile ilgili hemen sığındığı bir dal buldu kendine. Güya; Batı Trakya’daki müftünün atanması meselesi. Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılması meselesini dile getirdi. Ama Başbakan bunu söylerken bir şeyi unutuyor. En azından Anadolu’da 52 kiliseyi ibadete açtığını, Bursa, Kütahya, Safranbolu ve Isparta’ya metropolit atadığını kendisi de unutuyor galiba. Madem ki karşılıklılık prensibi vardı bunu gözetiyordu Başbakan, o zaman Atina’daki Fethiye Camisi’nin açılışına bile izin vermeyen Yunanlara karşı niye Ortodoks kiliselerini açtı? Neden 4 tane metropolit atadı hem de hiç Hıristiyan nüfus olmayan yerlere?” 

Yusuf Halaçoğlu, Başbakan’ın, nelerin üstünü örtmeye çalıştığı sorusuna da açıklık getirdi;

Dikkat ederseniz dış politikada tamamen çöktüler. Bu arada Suriye’den Türkiye’ye giren sayısız kayıt dışı mültecinin içerisinde ne kadar el-Kaide var, ne kadar Esad yanlısı adam var ne olduğu belli değil. Muhtemelen bununla ilgili de istihbarat alıyorlardır ve bundan dolayı da çok büyük bir sıkıntı duyuyorlar, stres içerisindeler. Abdullah Öcalan  Ekim 15’e kadar diye süre veriyor. Bu stresi bir şekilde farklı alanlara da yansıtıyorlar. Tutarsız bir sürü politikalar. Ruhban okulunu açmayışının sebeplerini anlatıyor Yunanistan ile ilişkiler. Peki, Yunanistan’ın işgal ettiği kayalıklara karşılık neden hiçbir beyanatı yok Sayın Başbakanın? Ben soru önergesi olarak da verdim bunu, cevap vermedi. Neden 52 kilise açtınız?.. Bunların finansmanı nereden sağlandı, ibadete açtığınız kiliselerin bulunduğu yerlerde ne kadar Hıristiyan vatandaşımız var? Bunları sordum, onlara da cevap vermediler. 

İşlerine gelmediği konularda cevap vermiyor.
” 

Başkentte Reşit Galip’in adının verildiği cadde ve okul var.  “Andımız”ın yazarının ismini silerler mi sorusuna da yanıt verdi Halaçoğlu;

Ona kaldıktan sonra herhalde çok kişinin adının değiştirilmesi lazım. Bir sürü isimler koyuyorlar. Kendi adını da koydu. Üniversite var. Vapur adı var kendi adına. Başbakan isimleri hayatta olan bir kişi olarak nasıl hazmedebiliyor o da ayrı bir mesele. Bu mantık, bu kafa her şeyi yapar.
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Eğitim Bakanı Nabi Avcı durumdan nasıl vazife çıkaracaklar acaba?..



****



Tırnağı Olamadınız…





Tırnağı Olamadınız…


Necati Doğru

Pusu davasının (Balyoz) yüksek yargı ayağı da beklenildiği gibi çıktı.
Büyük rejisörün yerli figüranlarla sahneye koyduğu pusu; ülkenin iki bayraklı, iki vatanlı, iki uluslu, iki hukuklu olması için kuruldu.

PKK ile açılım oldu.

Türklük yasaklandı.

Arkası “birliği bozmak” hedefine yürüyecek aheste paketlerle gelecektir. Bölünmez birlik olalım. Birlikte üretelim. Birlikte paylaşalım. Birlikte “hakki mürşit (yol gösteren) olarak ilmi alalım ve uygarlığa birilikte yürüyelim” demek için 1933’de yazılmış andın 79 yıl önce ölmüş yazarını yuhalıyorlar.
Başbakan kinle sataşıyor.
Partilileri nefretle yuhalıyor.
11 yıldır iktidardalar; “bölünmez birlik olalım, birlikte uygar olalım” hedefini geliştirecek hiçbir katma değer adımı atmadılar.
Sadece rant ürettiler.
Yandaşlarına dağıttılar.

* * *
79 yıl önce toprak olmuş Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’i kinle yuhalayarak; çapsızlıklarını gizlemeye çalışmaktalar.
Tarihe bakın yazıyor.
Reşit Galip ilericiydi.
Tıp okumuştu.
Hem edebiyat doktoruydu.
Hem hukuk doktoru.

41 yıllık yaşına 400 yıl sığdırdı: Hiç durmadı. Tıp fakültesi ikinci sınıftayken; iki cepheye gitmek için gönüllü yazıldı. Balkan Harbi’nde savaştı. Yaralandı. Kafkas cephesine katıldı. Erzurum’da hastalandı. Çatalca Cephesi’nde verem mikrobu kapmıştı. Osmanlı ordusundan onbaşı rütbesiyle emekli oldu, tıp okumaya devam etti. Hocası ve 2 sınıf arkadaşıyla Fransız hardal şişelerini laboratuvar tüpü gibi kullanıp gaz lambası ışığında 37 derecede tutarak bakteri, aşı, serum ürettiler.
Savaş sürüyordu.
Orduya serum gerekli.
Yeterli zaman yoktu.
Vücudunu kobay yaptı.
Serumu kendinde denedi.
Cephede Mehmet’e yetiştirdi.

* * *

Osmanlı yenildi. Ülke parçalandı. “Kurtuluş Savaşı”na destek vermek için “Köycüler Cemiyeti”ni kurdu. Tavşanlı’da bir cepheyi örgütledi. Savaş kaçaklarını yargılamak için kurulan İstiklal Mahkemesi üyeliği de yaptı.

1925’de Milletvekili seçildi.

1932 yılında Bakan oldu.

11 ay Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Yasaklanan andı; okullarda “bölünmez birlik ve bütünlük aşısı” olsun diye bakanlığı döneminde yazdı. Türk Tarihi Tetkik Heyeti Genel Sekreterliği yaptı. Türk Tarih Kurumu’nun temellerini o attı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni Türk Dil Kurumu’na o dönüştürdü. Halkevleri’nin kurulmasına emek verdi. Üniversite reformunu o yaptı. İstanbul Üniversitesi’nin 1 Ağustos 1933 günü açılışında: “Türk’ün öz malı bir bilim yaratmalıyız, bunu yapamazsak başka ilmi terakkilerin (bilimde ilerleyenlerin) haraçgüzarı( sömürgesi) oluruz” temalı konuşma yaptı. Köy Enstitüleri’nde ilk DNA çatısını o kurdu. Anadolu Medeniyetler Müzesi, Milli Kütüphane, İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulmasında emeği var. Bakanlığının hedefine o yıllarda bile; “içinde 1 milyon kitap olan kütüphane kurma çıtasını” da o koydu. Halk kendi dilinde dinini anlasın diye Ezanı da o Türkçeleştirdi.
1934’de öldü. 41 yaşındaydı.

Cebinden 5 lira çıktı.

Bütün serveti, cebinden çıkan kefen parasıydı. Sağlığında; Mustafa Kemal Atatürk’ü Beyoğlu’nda Rus karı-kocanın işlettiği bir bar (Rose Noir) sahibine İş Bankası’nın 15 bin liralık kredi mektubunu verdiği için en ağır eleştiriyi çekinmeden Reşit Galip yaptı.

* * *

79 yıl sonra yuhalıyorsunuz.

Siz sadece rant ürettiniz.
Ürettiğiniz rantı bile Reşit Galip’in “Bölünmez birlik olalım, birlikte uygarlığa koşalım” esası üzerine kurduğu Cumhuriyet’in malını-mülkünü satma sayesinde başardınız.

Tırnağı bile olamadınız.



 ****


Balyoz İndi...






Balyoz İndi...

 


Hikmet Çetinkaya

Ergenekon, Balyoz, Odatv ve benzeri davaların sonucunu az çok biliyorduk.
Bunlar siyasi davalardı...
Balyoz’da Silivri yargısının verdiği kararlar onandı.
İşin özü bu!
Yargıtay’ın bu kararı nasıl yorumlanır?
Bence şöyle:
Öncü karardır...
Ergenekon’da da eş bir karar çıkacaktır.
Bundan sonra önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecek.
Yargıtay darbe girişimi olduğunu saptadı yerel mahkeme gibi. Silivri mahkemesinin verdiği kararın özünü bozmadı.
Bazı askerler salıverilecek ama İbrahim Fırtına, Özden Örnek, Çetin Doğan, Bilgin Balanlı, Ergin Saygun, Şükrü Sarıışık, Engin Alan ve Dursun Çiçek gibi komutanlar cezasını çekmeye başlayacak.
***
Diyelim ki düşünülmüş ama gerçekleşmemiş bir darbe girişimi, soygun, cinayet planı...
Ya da 20-30 gazetecinin yazdığı yazılar...
Niye bir yargıç bile şunu söyleyemiyor:
Darbe düşünülmüş ama bu düşünce yönünde harekete geçildiğine dair ortada somut bir kanıt yok!

Söyleyemez!

Çünkü Siyasal İktidarın eli yargının üzerinde...
İş bu denli basit!

Eğer toplum olarak darbelere karşıysak, darbe girişimleriyle ve bunun failleriyle hukuk zemininde mücadele etmeliyiz; önce bu gerçekleri görmemiz gerekiyor.
Elbet askeri darbelere karşıyız, demokrasi ve özgürlükleri sonuna dek savunuyoruz.
Dediğimiz şu:
Ne askeri ne de sivil vesayet!
***
Balyoz davasında 33 kişinin aklanması onandı. Yargıtay 24 sanığın mahkûmiyetini bozdu ve salıverme kararı verdi.
Yargıtay, tahliye gerekçesini “kanıt yetersizliği” olarak değerlendirdi.
Zaten adlar belliydi!
Siyasi hesaplaşmanın temelinde yatan da buydu.
Komutanların aileleri üzüntülü ve acılı.
Zaten acılar içinde yaşayan bir toplum olduk...
Yargıtay 9. Dairesi’nin oybirliğiyle aldığı kararın okunmasının ardından sanık yakını ailelerin gözyaşları...
Umutlu bir bekleyiş ve yaşanan acı...
Hıçkırıklar, çığlıklar!
Televizyon ekranlarında, internet sitelerinde izlediğim görüntüler içimi acıttı.
O anda aklıma Oktay Rifat’ın dizeleri geldi:
Elleri var özgürlüğün, 
Gözleri, ayakları.
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
***
İki kuşak da 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde aynı hüzünleri, acıları yaşamıştı...
O yüzden bilirdik bunun nasıl bir şey olduğunu...
Kıyımları, işkenceleri, ölümleri...
Gazete haberlerine konulan yasakları, gazetelerin kapatılmasını.
Yaşadık ve tanık olduk!
Bugün ise şu gerçeği görüyorum ben:
Emekli kadın Albay Berna Özden...
Hava Harp Okulu’nda tarih öğretmenliği yapmış.
Balyoz’dan 16 yıl hapis cezası aldı ve Yargıtay bu kararı onadı.
Şaşırdım!

Darbeler Emir-Komuta yöntemiyle yapılır...
Baştan söylediğim gibi 400-500 askerin bir araya gelmesiyle değil!

***
Sözü fazla uzatmaya gerek yok!
Sözün bittiği yerdeyiz...
Bir korku, sindirme, yetmez ama evet, terör, darbe, şu bu...
Türkiye bir hukuk devleti midir?
Ben, tüm yanıtını verdim yazımda...
Yargıtay 9. Dairesi’nin verdiği bu kararı ben gecenin yarısında hançerlenmiş bir rüyada gördüm.
Belki bu acıları, hüzünleri genel afla giderebilirdik.
Henüz öyle rüyalar görmeye başlamadım ama belki görebilirim.
Bir genel af neden olmasın!
Dağdakiler neden Düz Ovaya inmesin!
İmralı pazarlıkları Sürsün!
Canım neden olmasın tüm varsayımlar...
Elbet yarın sabah olacak değil!
Bekleyin bakalım, biraz Sabırlı olun!



*****



Balyoz Kararı ve soru İşaretleri




Balyoz Kararı ve soru İşaretleri








Metin Özkan


Gündem yine değişti.
Dün Andımızın kaldırılmasını konuşuyorduk...
Ondan önce demokratikleşme paketini...
Ondan da önce çözüm sürecini...
Daha öncesine bakarsanız,
Resmi dairelerden TC'nin kaldırılmasını...
Ve ondan önce de resmi bayramların iptalini.
Peki, daha öncesini hatırlayan var mı?


***


Öncesini hatırlayamasanız da,
Dün sabah itibarıyla
Türkiye'nin tartıştığı "Balyoz kararlarını" konuşuyoruz hep birlikte.
Yani gündem yine değişti.
Gelelim Yargıtay'ın onadığı balyoz kararına.
237 onama...
88 tahliye...
36 beraat...
Toplamda darbe yapmaya teşebbüs eden 361 kişi.


***

Kimilerine göre davanın "başlangıç" aşaması,
Kimilerine göre davanın "devam" aşaması,
Kimilerine göre de davanın "karar aşaması" hukuksuz sayıldı.
Tabi buna karşılık,
Birileri "darbe yapmaya teşebbüs eden cezasını çekmeli" dedi.
Bir başkası yasalar karşısında "boynumuz kıldan ince" tepkisini verdi.
Tabi tüm bunlar dışında verilen yargı kararlarını siyasi bulanlar da vardı,
Adaletin terazisinin eşit tarttığını düşünenler de!
Tabi birde benim gibi hukuka ve yargıya sonuna kadar güvenmek isteyenler vardı.


***


Gelelim düne;
Konuştuğum birçok hukuk adamı ve siyasetçi diyor ki;
Bir dönem Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetim kademesi,
Suç örgütü veya çete oluşturma suçlamasıyla cezaya çarptırıldı.
Yani askeri açıdan yeni bir "devri sabık" yaratıldı.
Kurum ve şahsı birbirine karıştırmadan,
Verilen kararlara baktığımızda merakım şudur;
Bir dönem MGK, Askeri Şura ve Terörle Mücadele toplantılarında,
İmzası bulunan bu komutanların aldığı kararların geçerlilik durumu ne olacak?
Ve ya üç yıl içeride yattıktan sonra 36 berat ile 88 tahliye hakkı kazanan şüphelilerin kayıpları nasıl telafi edilecek?
Öcalan'la görüşen, dağda PKK militanları ile kucaklaşan, Kandil'de terör örgütü yöneticileri ile toplantı yapan BDP milletvekilleri TBMM'de cirit atarken...
Ya da sayıları bir yıl önce 10 bini aştığı söylenen KCK tutuklularından içeride sadece 700'ü kalmışken...
Kamu vicdanı suçlu ile suçsuzu nasıl ayırt edecek?
Son olarak,
Balyoz'da alınan karar bundan sonraki,
Ergenekon, 28 Şubat, 12 Eylül ve İnternet Andıcı davalarında da aynı mı olacak?
Karar sonrası konuştuğum herkesin kafasında bu soru işaretleri var.
Buyurun cevabı sizler verin.


****



CİLBAB




CİLBAB


Gülhan 
Elmas


Gazetelerde dün başörtüyle göreve başlayan öğretmenlerin fotoğrafları vardı. Dikkati çeken bu öğretmenlerin başörtü dışındaki giysilerinin diğer hanımlardan farkının olmamasıydı... Vücut hatlarını gösteren giysilerdi bunlar... Rahmetli Doç. Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu’nun yıllar önce yazdıkları aklımıza geldi... Eğer inanca dayalı bir giysi söz konusu ise türbanın yetersiz kalacağını, hanımların vücutlarını baştan aşağı örten ve hatları belli etmeyen “cilbab” giymeleri gerektiğini söylerlerdi... Elbet ne giyecekleri bu hanımların tercihidir. Biz geçmişi andık.

Zengin Yaşamak.., Zengin Ölmekten İyidir. 
Samuel Johnson



 ****


İSYAN







İSYAN


Akif Kökçe



Balyoz Sanıklarının dünkü karar üzerine yayınladıkları bildiride dikkati çeken satırlar:

Komşu ülkelerdeki insan hakları ihlallerini önlemeye çalışan ve onlar için hak hukuk ve özgürlük isteyen devletimiz maalesef kendi ordusuna da yapılan ihlalleri haksızlıkları ve hukuksuzlukları önleyememiştir.
Devletimizin bu düzmece davada TSK’ye karşı emperyalist ve cumhuriyet düşmanlarının kurduğu hain komployu görememiş olması kabul edilemez bir zafiyettir. Diğer taraftan devletimiz bu komployu görmüş ve sessiz kalmış ise durum daha da vahimdir.
AKP’nin Çorum eski Milletvekili Ahmet Aydoğmuş
“Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim” demiş.
Nasıl görsün!
Bu devirde “Türklük” değil “Türk düşmanlığı” para kazandırıyor


* * *

Erdoğan “Meclis’teki grup toplantısı konuşmasında” dinleyicileri ağlatmış.

Ağlamak artık zor bir iş değil!

AKP’nin Cumhuriyeti ne hale getirdiğini düşünmek yeter!



....