30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 8

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 8




Diğer taraftan KDP'nin SADDAM'a karşı başlattığı mücadeleye osıralar Irakla savaş halinde bulunan İran'da sahip çıktı. BARZANİ'nin İran'da kamplar açmasına ve serbestçe girip çıkmasına müsaade etti. Fakat Irak, bu konularda Suriye ve İran'dan daha az tecrübeli değildi. Uzun süreli bir İngiliz veRus-Bulgar deneyimi mevcuttu. 
O da hemen 80 İran Kürtlerinin lideri olan Abdurrahman KASEMLO ile ilişkiye geçti ve İran Kürdistan Demokrat Partisi ile Irak Devlet Başkanı 
Saddam HÜSEYİN bir anlaşma yaptılar. Buna göre; KASEMLO İran'a karşı savaşacak ve aynı zamanda İran'daki BARZANİ kuvvetlerinin kamplarına saldıracaktı. 
Buna karşılık Irak yönetimi; İran Kürtlerine para ve silah verecek, Irak topraklarında kendilerine üslenme imkanı sağlayacaktı.Kürt halkı üzerinde oynanan oyunları, TALABANİ'leri,  BARZANİ leri, KASEMLO ları,Abdullah ÖCALAN ları yani, kendi halkını işporta tezgahındaki mallar gibi pazarlayanları üç beş kelime ile anlatmak mümkün değildir. Böyle bir şey yapmak Kürt insanının vermiş olduğu canlan ve döktüğü kanları hafife almak olur. Burada durmayı tercih ediyoruz. Durmak, belki bunların sebep olduğu yıkımları geçiştirmek olur ama bu sadece bize ait değildir. Bu gerçekleri su yüzüne çıkarması gerekenlerin, bu duruma çanak tutanların, eğer varsa yüzlerini daha fazla kızartmamak için şimdilik susalım.Evet PKK'nın Kuzey Irak'a giriş öyküsü kısaca böyledir. 1982-83 yıllarında Avrupa'daki çalışmaların da hızlandırılması ile çok sayıda eleman eğitilmek amacı ile hava yoluyla Şam'a aktarılıyordu. Lübnan alanı İsrail işgali altında bulunduğundan eskisi gibi rahat kullanılamıyor, elemanların bir kısmı Kuzey Irak topraklarına gönderiliyordu.Militanların ağırlıklı bir bölümünün Suriye'nin Şam, Halep ve Kamışlı illeri civarındaki hücre evlerinde kapalı kalması bazı güçlükler çıkarıyordu.En önemlisi Abdullah ÖCALAN'ın 1981 yılında, PKK 1. Konferansında ortaya attığı geleceğe ilişkin planlarına muhalefet edenler ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine APO hem bu olumsuzlukların önüne geçmek ve hem de tüzük gereği süresi dolmuş olan 2. Kongreyi toplamak için harekete geçti. Kongrede yeni dönem için kafasında oluşturmuş olduğu perspektifi hakim kılmak istiyordu. Daha sonra "kongrenin kararıdır, sizin kararınızdır, mecburen yerine getirilecektir"deyip karşı çıkanları ezmeyi planlıyordu...81

 1982 yılının Ağustos ayında PKK 2. Kongresi, Suriye'nin Ürdün hududundaki bir kampta toplandı. Tıpkı 1. Konferansta olduğu gibi Abdullah ÖCALAN, hazırlamış 
olduğu "ÇALIŞMA RAPORU" isimli broşür temelinde kongreye katılan sözde delegelere 6 gün boyunca eğitim yaptırdı. Bu eğitimin adı; PKK 2. Kongresi oluyordu. 
APO, bu çalışmalar sırasında kendisinin döneme ilişkin değerlendirmesine ve yeni mücadele stratejisine baş kaldıran Merkez Komite üyesi ve PKK Avrupa bürosu sorumlusu Resul ALTINOK (DAVUT) ve onun gibi düşünenlere neler yapılması gerektiğini açıkladı. APO, Resul ALTINOK'u MİT ajanı olmakla suçluyordu!Kendisine ve PKK'ya karşı büyük bir komplo içinde olduğunu, bu durumun son anda fark edildiğini, bilmeden de olsa onun gibi düşünenler ile ona alet olanların da onunla aynı kefeye konması gerektiğini vurguladı.Buradan hareketle 2 yıllık yurt dışı pratiğinde örgüt elemanlarının uyanık davran madığını,kendisi olmazsa belki de komplonun başarıya ulaşmış olacağını ve şimdiye kadar MİT'in her kesiimha etmiş olabileceğini belirtti. "Hep ben mi sizi sırtımda taşıyacağım, ne zaman gözünüzü dört açacaksınız?" diyerek fedakâr baba rolleri yaptı.Bu ve buna benzer konuşmaları ile tıpkı 1. Kongrede olduğu gibi, katılanları birer  idamlık suçlu durumuna düşürdü. Herkesin suçluluk  psikozuna girdiğini fark edince de; yüklendikçe yüklendi. Böylece, bütün örgüt elemanlarının bundan sonra sürekli birbirini kollamasını,en ufak bir eleştirinin gözden kaçmasını engellemiş oluyor du. APO, baştan beri hayali komplo teorileri üreterek kendi yaşamını kontr garantiye almayı bir yöntem olarak kullanıyordu. Bu, dünyada ki tüm sefil diktatörlerin yaşam felsefesidir.  

Artık hiç kimsenin hiç bir şekilde eleştiriye girişmemesi, giriştiği taktirde damgalanıp yargılanacağı bilinci yerleştirilmişti.  

Militanlar sadece kendilerini eleştirebilirler, "Biz alçağız, PartiÖnderi bize her şeyi verdi ama biz beceremedik suçluyuz" diyebilirlerdi.82  

Doğrusu PKK= APO gibi demokratik (!) ve de ulusal kurtuluşçu (!) örgüte böylesi yakışıyordu.Kısaca, PKK 2. Kongresine katılan delegeler, APO'ya ve onun düşüncelerine kölece boyun eğmek ya da hain damgası yemek arasında bir tercihte baş başa bırakıldılar.1976 yıllarındaki eğitim çalışmalarında yerleştirilmeye başlanan bu anlayış, 2. Kongre ile resmileştirildi. Bilenler bilmeyenlere anlatsın misali verilerek bundan sonra hiç bir mazeretin kabul 
edilmeyeceği tebliğ edildi. APO açıkça şöyle diyordu; "İki yıldır sizi besledik, her türlü ihtiyacınızı karşıladık. Sizi her türlü bela ve tehlikeden koruduk. Ya bunun 
bedelini ödeyeceksiniz, ya da PKK adına yargımız hain olduğunuz şeklinde olacaktır.!"Çaresiz ve medeni cesaretten yoksun insanlar için bu durum korkunç bir açmazdı. Bu konuşmanın anlamı; "ya örgüt adına hayatını ortaya koyacaksın ya da örgüt senin hayatına kast edecektir!" dir. Ne için, ne hakla? diye sormak, sormaya yeltenmek yoktu. APO' nun 2. Kongrede hain ilen ettiği Resul ALTINOK olayı hakkında okurları bilgilendirmek yerinde olacaktır. Resul ALTINOK (DAVUT), PKK örgütü içinde yaşı ve kültürü ileri olan birisiydi.Kürtçülükten ziyade sosyalist fikirleri daha ağır basıyordu. Aslen Bingöllü olan Resul, aynı zamanda PKK merkez komitesi üyesiydi. 

PKK Avrupa bürosu oluşturulduğunda APO, örgüttekendisinin en güvendiği adam olması özelliğinden dolayı Resul'u Avrupa'ya sorumlu olarak tayinetmişti. 
Kültürlü ve alçak gönüllü olmasından dolayı Resul herkes tarafından çok seviliyordu.Avrupa'da iken genelde dünyanın ve özelde Türkiye'nin sorunlarını karşılaştırmalı olarak tahlil edince, örgütün dolayısıyla APO'nun tüm kararlarını eleştiriye tabi tutuyor, eleştirilerini tüm militanlara kabul ettiriyordu. APO, Resul'un durumunu öğrenince telaşa kapılıyor, hemen telefona sarılarak; "Bir takım yeni düşünceler geliştirdiğini duydum, yeni83 fikirler üretmek partimiz ve senin gelişmen için olumlu bir şeydir, yakında kongremiz var, Acele gel ki, buradaki hazırlıklara katılaşırı. Görüşlerini kongre zemininde ifade edersin, ben de desteklerim kabul görürse ne âla." diyor. 

Resul ALTINOK da "Tabii ki geleceğim ve inanıyorum ki, arkadaşların yüzde doksanı haklı olduğumu görerek beni destekleyeceklerdir." cevabını veriyor. Hemen uçakla Şam'a geliyor, APO, iki adamını hava alanına göndererek Resul'u aldırıyor ve Şam'da bir eve kapatıyor. Başına da bir silahlı nöbetçi dikiyor. Telaşlanıp patırtı çıkarmasın diye de kongreye kadar bu evde beklemesi söyleniyor. Bu arada da bir yandan kongre hazırlıkları yapılırken diğer yandan da PKK militanlarının bulunduğu  tüm alanlara haber-talimatlar gönderilerek "Resul ajanmış, komplocu imiş, son anda fark ettik" gibi yaygın bir karalama kampanyası başlatılıyor. Doğal olarak Resul tutuklu olduğu için, Kongreye katılamıyor ve uzun süre kongrenin yapıldığını da bilmiyor. APO, kongrede daha önce belirttiğimiz gibi Resul'un aleyhinde atıp tuttuktan sonra "İşte bu hain diyor ki; ben kongreye katılacağım ve kongredekiler de beni destekleyecekler. 
Şimdi sizlere soruyorum, içinizde bu satılmış hain ile işbirliği yapmak için onun kongreye katılmasını isteyen var mı ? Varsa çekinmeden söyleyin." diye etrafa 
salyalar saçarak bağırıyor. Böylesi ithamlara maruz kalmış, idam fermanı yazılmış biri için kimse kongreye katılsın diyemiyor.İşte, APO vampirinin bazı şeyleri fark etmiş adamlarını harcama taktiklerinden bir tanesi budur.Eğer o zamanlar bazı nedenlerden dolayı kendi adamlarını öldürme olayı geçici olarak askıya alınmasaydı, Resul ALTINOK hemen kongreye getirilir ve oracıkta herkesin gözü önünde idam edilirdi. 

   PKK 2.  KONGRESİNDE  ÖNGÖRÜLEN PLANLAMALAR, ATILAN ADIMLAR 

  APO, her şeyden önce eğitime bütün şiddetiyle devam kararı aldı. Bu eğitim; Suriye'de kiralanan evlerde, Lübnan'ın tekrar eski haline 84 dönmeye başlamasından dolayı Lübnan'da ve yeni yerleşim bölgesi olan Kuzey Irak'ta sürdürülecekti.Lübnan HELVE kampında Avrupa'dan getirilen elemanlar askeri ve siyasi eğitime tabi tutulacak, eğitimi tamamlayanlar Suriye'deki evlerde yoğun ideolojik eğitimden geçecek,buradaki eğitimlerini tamamlayan-lar ise Kuzey Irak'a gönderilip dağ koşullarında hayatı idame testlerine tabi tutulacaklardı.Bol kadro kaynağı, bol para, elverişli propaganda imkanları ve basın faaliyetleri rahatlığı sağlayan Avrupa'ya bir hayli yetişmiş kadro militanı gönderildi. Bunun yanı sıra Libya da eleman ve para temini açılarından verimlilik arz ediyordu. 
Libya'da da PKK temsilciliği oluşturuldu ve görevliler gönderildi.Lübnan ve Suriye'de sürdürülmekte olan askeri ve siyasi eğitim; tamamen Irak üzerinden 
Türkiye'ye giriş koşulları, biçimi ve organizasyonu amacına hizmet ediyordu. Artık hedef netti.Her şey Türkiye'ye yeniden giriş için yapılıyordu. Yine bu dönemde; 
gerek Lübnan'da gerekse Suriye'deki iki yılı aşkın yurt dışı macerası boyunca, APO'nun oluşturmaya çalıştığı yapıya uyum sağlamayan kişilerin çeşitli fiziksel ve psikolojik baskılar ile yeniden kazanılması çalışmaları yapılıyordu. Her şeye rağmen inat edenlere ise; nasıl bir felaket ile karşılaşacakları, bu davranışlarının nelere mal olacağı pratik bir şekilde anlatılıyordu.Yapılan planlamalar birçok kişiyi ürkütmüştü. Önemli sayıda eleman uyumsuzluk göstererek yeni süreçte rol almak istemiyordu. Kendilerini belli eden az sayıda eleman, kendileri gibi düşünenlerin bir bölümüydü.Çok sayıda örgüt elemanı, aynı şeyleri düşündükleri halde bu konuda susmak zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle APO, Avrupa'ya göndereceği şahıslan büyük bir titizlikle seçiyordu. Özellikle Resul ALTINOK olayı gözlerini iyi açmasına vesile olmuştu. Biliyordu ki, Avrupa'da faaliyet gösterecek olanlar biraz daha özgür düşünme olanaklarına sahiplerdi. Örgütü terk etmeye karar verdiklerinde fazla bir risk almış olmuyorlardı. Eğer bir PKKlı örgütü terk etmek isterse Avrupa'nın herhangi bir 85 ülkesine sığınarak izini rahatlıkla kaybettirebilirdi. İşte bu nedenle APO, ağırlıklı kısmı Merkez Komite üyesi olan ve birbirlerini denetleyebilecek çok sayıda üst düzey kadroyu Avrupa'ya gönderme riskini göze aldı. Çünkü, o sıralar Avrupa, APO için altın yumurtlayan tavuk gibiydi. PKK çok sayıda işçi ile ilişkiye girmiş, bu işçilerden büyük miktarlar tutan paralar topluyordu.Bu paraların bir bölümü Şam'a akarken bir kısmı ile de çok sayıda yayının basım işi organize ediliyordu.Çok sayıda eleman kamplara alınıyor, çeşitli yürüyüş, açlık grevi, işgal eylemiyle de Avrupa kamuoyu etkileniyordu. Bazı demokratik platformlar, bu eylemlerden etkilenerek Türkiye aleyhine tavır alabiliyorlardı.İnsan hakları dernekleri, bazı avukatlar ve parlamenterler PKK'nın sözcüsü durumunda Türkiye ile mücadele ediyorlardı. Bütün bu işlerin devamlılığını yetenekli ve deneyimli üst düzey kadrolar sağlayabilirlerdi. APO, bu nedenlerden dolayı Avrupa'dan vazgeçemiyordu. İran ve Irak çalışmaları, PKK'nın en hayati ve en çok üzerinde durduğu çalışmalardı. Kuzey Irak çalışmaları, başlangıçta İran'da üslenmiş birkaç Merkez Komite üyesince sevk ve idare edildi,  yavaş yavaş Kuzey Irak'ta belli bir güç birikince yöneticilerde Irak'a yerleştiler.O günlerde Iraktaki faaliyetler; dağ koşullarında hareket etmek, barınmak, beslenmek, keşif ve istihbarat çalışmalarını içeriyordu. Keşif ve istihbarat; ikişer-üçer kişilik grupların Türk sınırından sızmak suretiyle, Türkiye içlerinde Beytüşşebap, Uludere, Çukurca, Şemdinli ve Şırnak bölgelerinde yapılıyor, halk ile ilişkiler kuruluyor, silah mühimmat ve şimdilik boş da olsa küçük erzak depoları hazırlanıyordu.

O dönemde adı geçen yerlerin sarp dağlan, derin vadileri "Kuş uçmaz kervan geçmez"türündendi. Yaz aylarında yüksek yaylalarda göçer obalarına ve dağ etekleriyle vadilerde ikişer-üçer evden oluşan mezralar da gündüz ve gece ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlardı.Yöre insanı, böyle dolaşan silahlı ve teçhizatlı kişilere alışıktı. 
Silahlı 86 firari mahkumlar, doğal hayatın bir parçası gibiydiler. Bu silahlı insanların kimi yöre aşiretlerinde firariler, kimisi de yıllardır Suriye'den Kuzey Irak'a, Kuzey Iraktan İran'a gidip gelen Barzanici ve Talabanici-lerdi. Yöre insanı bu nedenle ikişer-üçer gezen PKK'lıları yadırgamıyordu. Hatta onları yediriyor, içiriyor ve izzet ikramda bulunuyordu. Çeşitli toplumsalnedenlerden, idari nedenlerden dolayı yöre insanı, eşkiya ile ve firari mahkum ile iç içe yaşamak zorundaydı. Bütün bunların da ötesinde silahlı olan ve konumundan ötürü silahını kullanmaktan çekinmeyen bu insanlarla dost geçinmek zorundaydı. Güneydoğu'da öyle zamanlar olmuştur ki; bir tek firari, koca bir bölgeye korku ve dehşet saçmıştır. Daha sonra giderek bu korku ve dehşetin saygıya dönüştüğü, üzülerek beyan edelim kibir gerçektir."Zayıf toplumlar eşkıyalarını kahramanlaştırıp taparlar" sözü doğrudur. Buradaki zayıflık;kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi zayıflıktır.   
Bu yöreleri dolaşıp Kuzey Irak'a dönen örgüt elemanları raporlarında; "Coğrafya eşsiz elverişlidir, bize her konuda yardımcı oluyorlar, ihbar kesinlikle yoktur, 
zaten devleti kimse pek tanımıyor." diye yazıyorlardı. Bu raporlar geliştirilip süslenerek APO'ya gönderiliyordu.Raporları okuyan APO da iştahlandıkça iştahlanıyor du.

AVRUPA VE  DİĞER ALANLARDA PKK'YA KARŞIOLUŞAN  MUHALEFET VE SEBEPLERİ  

Daha önce belirttiğimiz gibi tüm hesaplar Türkiye üzerine yapılmıştı ve 1983 yılında PKK mevcudu 350-400 kişiye ulaşmıştı. Yaklaşık 50 kişilik bir savaşçı grubu parçalar halinde öncü olarak Hakkari, Siirt, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır, Bingöl ve Tunceli illerinin dağlık kesimlerine sızıp üstlenmişler di. 
Aynı dönemde doğrudan Suriye'den Mardin, Şanlıurfa,Gaziantep ve Adıyaman illerine de 15 kişilik bir grup öncü olarak giriş yapmışlardı.87 

Türkiye'ye giriş yapan grupların APO'dan uzak ve uzun süre başıboş dolaşmaları tehlikeli idi!Bu nedenle yeni bir plan yapıldı. Plana göre 1983 yılı yaz aylarına 
kadar Türkiye'ye girişler tamamlanacak ve belirtilecek tarihten itibaren de büyük eylemler ile ülke içi pratik mücadele başlayacaktır. İşte tam bu sırada, 
APO'nun en güvendiği ve Avrupa'ya görevlendirdiği adamlarının yöneticileri, APO'dan uzakta olmanın verdiği cesaretle birazcık seslerini yükselttiler. Söyledikleri özetle şu şekildeydi; "Türkiye'de askeri yönetim yerini yavaş yavaş sivil iktidara bırakmaya hazırlanıyor, koşullar değişiyor. Mevcut yasaların yumuşatılması söz konusudur.Dünyada da birtakım değişiklikler oluşuyor. 12 Eylül öncesi meydana gelen olaylardan dolayı halk silahlı hareketlere prim vermeyecektir, bir müddet daha bekleyelim koşullar biraz daha yumuşasın. Eğer eylemler temelinde Türkiye'ye dönersek bu hepimizin intiharı olur."APO, planlarını baltalamaya çalışan, hem de en güvendiği yüzlerce kişi arasından seçerek Avrupa'ya gönderdiği adamlarının muhalif seslerini işitince çılgına döndü. Fakat muhalefet edenler uzaktaydılar ve kolu oraya uzanamıyordu, hiddetini belli etmedi, meseleyi Suriye ve Irak'takilerden gizledi. Telefona sarılarak her gün Avrupa'dakilerle 
görüşmeye başladı. " Elbette haklı yanlarınız vardır. Gelin Şam'da bu meseleleri etraflı bir şekilde görüşelim, konuyu yeniden ele alalım. Bu sorun yalnız 
Avrupada kileri ilgilendirmiyor buradakileri, Iraktakileri ve hatta Türkiyede kileri ilgilendiriyor. Yalnızca kendi aranızda tartışmışsınız. Hatta bazıları karşı çıkmış, 
onlar da hatalıdır. Bu tartışmanın mutlaka bir çözümü vardır. Beraber tartışıp doğru yolu bulalım." şeklinde timsah gözyaşları dökmeye başladı. 
Fakat, APO'nun Resul ALTINOK'a oynadığı oyunu geçmişteki komplolarını çok iyi kavramış olan Merkez Komite üyesi ve Avrupa bürosu sorumlusu Çetin GÜNGÖR (SEMIR) ile diğer kadrolardan Cemile KAYTAN (SEHER),Enver ATA (ALİ) ve Ali DURSUN (TOPAL), çağrılarını cevapsız bıraktılar, açıkça biz gelmiyoruz ve örgütle olan tüm bağlarımızı koparıyoruz dediler. Ancak diğerleri; Şükrü KARAKUŞ (ŞOREŞ) Saime AŞKIN (DELAL), İbrahim AYDIN (ZİYAD) gibi Merkez Komite üyeleri Şam'a gittiler. APO gelenleri güler yüzle karşılayarak; "bir çok haklı yanınız var. Fakat karşı çıkanların yüzünden siz de tepkici çıkış yapmışsınız." diyerek havayı-yumuşattı. Bunun üzerine gelenler Avrupayı telefonla arayarak; " Niye çekmiyorsunuz, APO düşüncelerimizi olumlu karşıladı. Hatta bize hak verdi, çekinecek bir durum yok, gelin bir görünün sonra yine gidersiniz." dediler. Buna rağmen APO'ya rest çekenler gelmedi. APO, iki ay kadar çeşitli manevralar ile gelmeyenleri, Suriye'ye getirmek istedi ancak, onlar direndiler ve APO da ümidini kesti. Hemen gerçek yüzünü ortaya koydu; İsmet DOĞRU'yu (SADUN) Avrupa'da, Cemil BAYIK'ı (CUMA) Lübnan ve Suriye'de, Halil ATAÇ'ı (EBUBEKİR) Irak ve İran'da şu propagandayı yapmakla görevlendirdi: "Başını Çetin GÜNGÖR'ün çektiği bir grup ajan APO'ya komplo yapmak, PKK'yı tasfiye etmek üzere Türk İstihbaratı tarafından görevlendirilmiştir.  Fakat başkanın durumu zamanında fark etmesi üzerine komplo açığa çıkarılmış tır. Komplocuların bir kısmı PKK tarafından yakalanarak Şam'da gözaltına alınmışlardır. Avrupa da kalan diğer komplocular ise, Türk İstihbaratı tarafından korunmaya alınmışlardır. Şu an onlara alet olanlar da suçludur." Alet olmanın ölçüsü olarak da; çalışmaya kendisini vermeyenler, sorun çıkaranlar, hasta olanlar gösteriliyordu.Şunu belirtmekte yarar vardır;

Abdullah ÖCALAN, Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ PKK içerisinde ayrı bir hücredirler. Bir başka deyişle, PKK'nın görünen yüzünün dışındaki esas örgüt bu üç kişiden 
meydana gelmektedir. Bunlardan APO, efendileriyle direkt temasta iken Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ,pratik yürütmenin ajanıdırlar. APO'nun aldığı gizli kararları; 
bu iki kişi, örgüt içerisinde çeşitli paravanlar kullanarak militanlara empoze ederler. Bütün komploları bu iki kişi tezgahlar.Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ; en eski örgütçüler olmalarına rağmen, hiçbir zaman APO'dan sonraki yürütme komitelerinin başında yer almazlar. Ne arkada ne de önde kalırlar. Çünkü en baştaki yöneticilerin enerjileri tükendiği, bazı tezgah ve örgüt içi dümenleri fark ettikleri ya da yanlış politikalar uygulamada tıkandığı an en akıl almaz komplolara kurban gidecekleri kesin dir. APO'nun en gözde yöneticilerinin ömürleri hep kısadır. Bu insanlar 89 genelde işleri bittiği an APO tarafından hainlikle suçlanıp öldürülürler. 

Yada bir silahlı çatışmada denk getirilip yok edilirler, bu durumda ise şehit yaygaraları kopartılıp cesedinden istifade edilir.Avrupa'da durum böyle iken, Irak üzerinden Türkiye'ye giriş yapacak elemanlar ile Lübnan ve Suriye'dekiler de de içten içe yoğun bir ürküntü gelişiyordu. Bile bile ölüme gitmek istemiyorlardı ve bu iş 12 Eylül öncesindeki eylemlere benzemiyordu. 12 Eylül öncesinin atmosferi, örgütçülük gerekçeleri, çok farklıydı ama şimdiki gerekçeler üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdi. Birçok kişi kendi kendisini sorguluyordu. Marxizm-Leninizm ölmeye değer miydi? Yetmiş yıllık Sovyet İktidarının Ortadoğu daki uzantıları ve yansımaları bunun yüceliğini ispatlar mıydı? Bunlar ölümün soğuk nefesini enselerinde hisseden PKK militanlarının zihinlerini kurcalayan sorular dı.APO için hiçbir tehlike yoktu. O, Şam'da Suriye istihbaratınca kendisine tahsis edilen evde oturuyor, viskisini yudumlarken yanındaki teybe abuk sabuk bir şeyler anlatıyor, yardımcıları bin bir zorlukla bu saçma sapan şeyleri düzelterek daktilo ediyorlar daha sonra bu saçmalar parti talimatı olarak kendilerine ulaştırılıyordu. Ama hiç kimse bütün bunları bir diğerleriyle tartışma ortamını ve cesaretini bulamıyordu. Bu insanların düşünceleri bile APO tarafından rehin alınmıştı. Acaba bu nasıl bir sistemdi? Bir insanın fiziki varlığına ipotek konulması anlaşılır bir şeydi ama, eğer bu insan ruhuna kadar esir alınmışsa yaşamanın ne önemi kalırdı.İşte böylesine düşünceli insanlar, 
kendilerini bir çuval gibi yere atıyorlardı. Bu tiplere her türlü damga vuruluyordu. Kimisi için deli olmuş deniliyordu, kimisine başka sıfatlar yakıştırılıyordu.  

Bunların sayısı Suriye ve Lübnan'da bir hayli fazlaydı. Bunlarda Irak'a gönderiliyor ve deniliyordu ki; "Iraktaki kamplarda odun taşısınlar ve sığmak kazsınlar! 
"Mehmet KARASUNGUR, Kuzey Irak'a yerleşmek için BARZANİ KDPsi ve İran hükümetiyle yapılan anlaşmanın çok karanlık amaçlar taşıdığını fark etmişti. 
Bu nedenle anlaşmayı KDP lilerle tartışıyordu..     
Sonuçta, Mehmet KARASUNGUR ve İbrahim BİLGİN, akıllara 90 durgunluk veren bir komplo ile APO tarafından 2 Mayıs 1983 tarihinde Celal TALABANİ' nin adamlarına öldürtüldüler. 

Baki KARER ise APO'ya mektup göndererek bu şekilde Türkiye'ye giriş yapmanın vebaline ortak olmayacağını bildirmiş ve Kuzey Irak'ı terk ediyordu. 
Bunun üzerine Irak topraklarında PKK'ya sorun çıkaran ne kadar parti militanı mevcutsa hepsi APO'nun emriyle kurşuna dizildi.İnfazlar sonrası APO' yu  rahatlatan ortam doğmuştu. Çeşitli nedenlerden dolayı ara vermek zorunda kaldığı örgüt içi infazların önü açılmıştı. Çünkü bu işler için Kuzey Irak'ın ıssız dağlarından, derin vadilerinden daha müsait bir yer olamazdı. Yaşasın kanun ve nizam tanımaz dağlar! Bu cinayetler yalnız Kuzey Irak'ta değil Suriye, Lübnan ve Avrupa da kiler arasında da ürküntü yarattı. Herkes kendisinden korkmaya başladı. "Acaba bir hareketimiz, bir kelimemiz yanlış anlaşılır da bizi de Baki KARER, Çetin GÜNGÖR ve Resul ALTINOK un adamıdır diye kurşuna dizerler mi?" Herkes paniğe uğramıştı, vazifelerine dört elle sarılıyor gözüküyorlardı.

İçten içe tarifsiz bir moral çöküntüsü vardı.Artık Kuzey Irak'ta APO adına sevk ve idareyi Duran KALKAN (ABBAS), Selahattin ÇELİK (SELİM HOCA) ve 
Mahsum KORKMAZ (AGİT) yapıyorlardı. Apo'nun yeni gözdeleri onlar olmuştu.Birçok kişi örgüt açısından daha az denetlenen Türkiye içindeki faaliyetlere katılmak üzere öneri getiriyordu. Önceleri Türkiye'ye girmeye çekinenler şimdi yurt dışında kalmaktan korkar haldeydiler.Türkiye'ye girişler hızlandı. 

9.CU  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder