26 Kasım 2019 Salı

TÜRKİYE’NİN KÖRFEZ ÜLKELERİ, YEMEN, MISIR, ÜRDÜN VE LÜBNAN POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN KÖRFEZ ÜLKELERİ, YEMEN, MISIR, ÜRDÜN VE LÜBNAN POLİTİKASI 2009  BÖLÜM 1




Muhittin Ataman*, 
Nuh Uçgan** 

* Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Bolu
** Doktora Öğrencisi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Bolu


TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ.,

ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle 
arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş

Türk dış politikasında yaşanan gelişmeleri bir bilmecenin parçaları gibi büyük bir fotoğrafın içine yerleştirerek okumak gerekir. 
Türkiye’nin bölgesiyle bütünleşmesi önermesini salt fiziki-coğrafya ile sınırlı görmek yanıltıcı olur. Çünkü coğrafyanın da bir kültürü ve kimliği vardır. İbni Haldun’un ifade ettiği gibi, “coğrafya kaderdir,” fakat kader tercih edilen şeydir. O halde yeni Türk dış politikasının bölgesel bütünleşme tercihi, tıpkı eski Türk dış politikasının Batıyla bütünleşme tercihinin bir kültür ve kimlik sorununa mündemiç olması gibi1 bir kültür ve kimlik tercihini içinde barındırmaktadır. 

Bundan dolayı, yeni Türk dış politikasını anlama ve açıklama girişimlerinin, bu politikanın mimarı olan Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik.2 kitabına başvurularak yapılması yerinde ama yetersizdir. Ayrıca ve hatta öncelikle Davutoğlu’nun Alternative Paradigm3 isimle eserine başvurulması, stratejik derinliğin felsefi derinliğini ortaya koyacaktır. Ancak önce kısa bir tarihsel gelişim seyrine değinmek gerekmektedir.

Türk dış politikasının 2000’ler sonrası kavramsal bir dönüşüme uğradığı tartışması yaygın ve pek de yanlış olmayan bir tartışmadır. Türk dış politikasındaki süreklilik ve değişim unsurlarının analiz edildiği her tartışmada dönüşüm öncesi ideolojik neslin uzmanları nimetleri süreklilik unsurlarına, külfetleri ise değişim unsurlarına bağlamaktadır. Dönüşüm sonrası ideolojik neslin uzmanları ise söylemsel meşruiyet açığına düşmemek kaygısıyla daha çok süreklilik unsurlarına değinmekte, fakat yaşanan süreci alkışlamaktan da kaçınmamaktadır. Yaşanan dönüşüm, en kestirme ifadeyle Türkiye’nin Batıyla eklemlenmesinden bölgesiyle bütünleşmesine ve hatta bölge dışı ile bağlantılar kurup küresel bir oyun ya da düzen kurucu (order-instituting country)4 olma amacına matuftur. Kemalist liderlik uzun yıllar boyunca tarihi ve kültürel açıdan ötekileştirme, Batıyla bütünleşme, Batı medeniyeti kimliğini benimsemiş ve Ortadoğu bölgesindeki çatışmalara yönelik ihtiyat ve kaçınma siyaseti izlemiştir. 

Özal liderliği de tarih ve kültüre görece daha çok önem vermiş, Batıyla uyumu çok önemseyen, medeniyetler arasında bir köprü olmaya çalışan ve Ortadoğu’daki çatışmaları önemseyen bir politika izlemiştir. Ak Parti liderliği ve Davutoğlu ise tarihsel ve kültürel faktörleri çok önemseyen, Batıyla uyumu önemli gören, İslam medeniyeti imliğine dayalı ve Ortadoğu’daki çatışmalara çok ilgi gösteren bir siyaset izlemektedir.5 

Cumhuriyetin ilanından itibaren Batı yanlısı bir dış politika izleyen Türkiye, Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini Soğuk Savaş’ın bitimine kadar Batı endeksli olarak yürütmüştür. Cumhuriyet seçkini yeni bir seküler-ulus devlet yaratma çabalarının bir yansıması olarak toplumun Osmanlı ve Müslüman Ortadoğu ile bağlarını koparmayı amaçlamıştır. Çünkü onların fikir dünyasına göre tek bir medeniyet vardı ve Türkiye’nin hayatta kalabilmesi bu medeniyetin bir parçası olmasına bağlıydı.6 Türkiye Batıyla bütünleşme politikasını özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra NATO, Avrupa Konseyi ve IMF gibi Batılı askeri, siyasi ve ekonomik örgütlere üye olarak gerçekleştirmeye çalışırken uzun bir süre Ortadoğu sorunlarına taraf olmamıştır. Özal liderliğiyle birlikte çeşitlenmeye başlayan Türk dış politikası, özellikle AK Parti döneminde Davutoğlu’nun öncülüğünde gerçekleşen pro-aktif, çok-kulvarlı ve çok-boyutlu dış politika anlayışının gereği olarak bir yeniden yapılanma geçirmiştir. Türk dış politikasının değişimini sistemik olarak icbar eden olay Soğuk Savaşın bitimiydi. Ne var ki Türkiye Kasım 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesine kadar açık bir vizyona, yeni bir yönelime, bir dış politika prensipleri setine ve yeni bir stratejiye sahip ol(a)madı. 1990’lardaki sistemik düzeydeki değişime Türkiye’de 2002’de yeni bir siyasal aktörün devreye girmesi eşlik etti.7 Yeni dış politika söyleminde Türkiye’nin genelde Batıyla, özelde ABD, AB ve İsrail ile ilişkileri İslam 
dünyası ile ilişkilerinin bir alternatifi olarak değil tamamlayıcısı olarak değerlendirilmektedir. Ortadoğu ülkeleriyle ilişkiler, bu yeniden yapılanmadan en çok etkilenen alan olmuştur. Türkiye’nin AK Parti döneminde izlediği politikalarda bölge ülkelerine yönelik ciddi bir yakınlaşma sürecinin başladığı dikkat çekmektedir. Bu yakınlaşma Batıya muhalif bir yakınlaşma söylemiyle yürütülmediği gibi Batı referanslı bir yakınlaşma da değildir. Bunun en çarpıcı örneği 2006’da AK Parti liderlerinin Batının ve Batı yanlısı Türklerin eleştirilerine 
rağmen Hamas’ın siyasi kanadının temsilcisi Halid Meşal ile Ankara’da görüşmeleridir. Ayrıca bir önceki on yıla baktığımızda İslam dünyası ile ilişkilerin seyrinin dışlanmışlık ve ötekileştirmeden çok-boyutlu ortaklığa doğru evrildiği görülmektedir. 

Türkiye’nin Körfez ve Ortadoğu ile ilişkilerine yönelik tartışmalarda genellikle Osmanlının son dönemine ve Arap ihanetine referans yapılırken, yeni dönemde aynı tartışmalarda artık Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına aktif iştiraki tartışılır olmuştur. Bu çerçevede, Ankara’nın Filistin-İsrail barış çabalarında arabulucu rol önerisi; AB ve ABD’nin Hamas’ı izole etme politikası uygularken Hamas’la 
görüşmelerde bulunması; Kasım 2007’de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye parlamentosuna seslenmesi ve Batı Şeria’da Türkiye ile birlikte büyük bir sanayi bölgesi inşası çerçeve antlaşması imzalanması söz konusu olmuştur. Türkiye ayrıca 2006’da Lübnan çatışmasında arabulucu rolü oynamış ve BM Barış Gücüne katılım için bin asker göndermiştir.8 2009 yılındaki gelişmeleri anlamlandırmak amacıyla son dönemdeki bu gelişmeleri de dikkate almak gerekir. 

Elinizdeki çalışmanın başka bölümlerinde Türkiye’nin İran, Irak, Suriye, Filistin ve İsrail ile ilişkileri ayrıntılı bir biçimde ele alındığından bu makalede, Türkiye’nin sadece Körfez ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan arasında 2009 yılında meydana gelen gelişmeler üzerinde durulacaktır. 2000’li yıllarda Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinin genel çerçevesinden bahsettikten sonra 2009 yılında kaydedilen gelişmelerin taraflar açısından anlamı üzerinde durulacaktır. Burada karşılıklı ziyaretler kronolojik olarak dikkate alınarak siyasal, ekonomik, 
kültürel ve toplumsal ilişkiler incelenecektir. Ziyaretlerle pekişen siyasi diyalog, Türkiye ile bu ülkeler arasında dış ticaret ve yatırım miktarlarında önemli artışlar gözlemlenmiştir. Son zamanlarda ekonomik alanda gelişen işbirliği, doğalgaz ve petrol alımıyla sınırlı kalmayıp turizm başta olmak üzere karşılıklı yatırımların önemli ölçüde artması ve ilişkilerin çok boyutlu düzeye ulaşması söz konusu olmuştur. Özellikle 2009 yılında Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinde kaydedilen belli başlı gelişmelere tematik bir sıralama ile değinilecektir.

2009 Yılındaki Gelişmeler

Türkiye, Başbakan Tayyip Erdoğan ve önce Dışişleri Bakanı daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül nezdinde Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi Arap ülkelerine ticaret ve yatırımların artırılmasını teşvik etmek maksadıyla pek çok sonuç alıcı girişimde bulunmuş ve birçok ziyaret gerçekleştirmiştir. 2005 ve 2006’da Körfez ülkelerinden gelen yatırımlarda kayda değer bir artış gözlenmiş ve Türkiye’nin Körfezle ticareti olağanüstü artış göstermiştir. Türkiye, 2005 yılında KİK ile serbest ticarete ilk adım olarak bir Ticaret ve Yatırım Antlaşması, 3 Ekim 2008’de ise serbest ticaret antlaşmasını amaçlayan bir mutabakat zaptı imzalamıştır. Nisan 2008’de Cumhurbaşkanı Gül’ün Katar’ı resmi ziyaretinde Türkiye’nin 2011’de Katar’dan doğalgaz ithal etmek istediğini ifade etmiştir. Bunun ardından da Körfez bankalarının birçok Türk bankasına yatırım yapması gündeme gelmiş ve önemli Kuveyt şirketleri İstanbul’da alışveriş ve konut yatırımları gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin 1998’de Körfez ülkeleri ile ithalatı 882.300, ihracatı 845. 300 milyon dolar iken; 2007’de ithalatı 3.173.587, ihracatı ise 5.566.524 milyon dolara çıkmıştır.9 

Türkiye’nin Körfeze gerçekleştirdiği bu “ritmik diplomasi” sadece ekonomik değil, siyasi olarak da karşılık bulmuştur. Ağustos 2006’da kırk yıl sonra ilk kez bir Suudi Arabistan Kralı Türkiye’yi ziyaret etmiş, hatta bir yıl sonra Cumhurbaşkanı olan Gül’ü tebrik için ikinci bir kez Türkiye’ye gelmiştir. Eylül 2008’de Bahreyn Kralı Hamad bin İsa el-Halife’nin Türkiye ziyareti monarşinin ilk ziyareti olarak tarihe geçmiştir.

Türkiye NATO’nun 2004’te yapılan 17. Zirve toplantısına İstanbul İşbirliği Girişimi platformuyla ev sahipliği yapmıştır. Toplantının amacı Körfez ülkelerinin de dahil olduğu geniş Ortadoğu ile bir güvenlik işbirliği inşa etmekti. Bunun sonucunda 2006’dan beri Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE İstanbul İşbirliği Girişimi’ne katılmış, ancak ABD’nin teşviklerine rağmen Suudi Arabistan ve Umman henüz katılmamışlardır. 2 Eylül 2008’de KİK Dışişleri Bakanları toplantısında Körfez ülkeleri ile Türkiye arasında güvenlik meselelerinde 
sözleşmeyi müjdeleyen bir mutabakat zaptı imzalanmıştır. İmzalanan bu zapta göre taraflar, “Türkiye-KİK Stratejik Diyalogu” adı altında periyodik olarak toplanma kararı aldılar.10 Türkiye-KİK Stratejik Diyalogu’nun önemi, KİK’in ilk kez tek bir ülke ile periyodik bir danışma süreci ve mekanizması oluşturmasıdır. Bu toplantıda Türkiye ile KİK arasında imzalanan Stratejik İşbirliği Mutabakatı, stratejik diyalogun bölgesel düzeyde yürütülmesi iradesini vurgulamaktadır. 
Öyle ki üst düzey istişarelerin düzenli olarak yapılıp bölgesel konuların ele alınması öngörülmüştür. Mutabakatta ayrıca Türkiye ile KİK arasında çeşitli alanlarda ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. Toplantının stratejik, siyasi ve ekonomik boyutu yanında kültürel boyutu da söz konusudur. Buna göre Türkiye’deki yüksek öğretim kurumları ve bilimsel araştırma merkezleri ile KİK arasında işbirliği düzeyinin artırılması gündeme gelmiştir.11

2009 yılı Türkiye-KİK ilişkileri açısından yeni bir dönem olarak değerlendirilmeli dir. 7-8 Temmuz 2009 tarihleri arasında İstanbul’da yapılan Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog Birinci Dışişleri Bakanları Toplantısı bu yeni dönemi açan bir gelişme olmuştur. 
Bu toplantıda karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesine dönük bazı kurumsal yapıların tesis edilmesi konusunda mutabakat sağlanmıştır. 
Toplantıda alınan en önemli karar 30 Mayıs 2005 tarihinde Mename’de (Bahreyn) imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Ekonomik İşbirliğine İlişkin Çerçeve Anlaşma”nın onay belgelerinin teati edilerek yürürlüğe konması gelmektedir.12 
Bu çerçeve anlaşma, Türkiye ile KİK ülkeleri arasında ekonomik, güvenlik ve sosyal alanlarda ciddi bir stratejik diyalog mekanizmasının kurulmasını öngörülmüştür. 

Çerçeve anlaşmada tarafların aralarında ekonomik işbirliğini destekleyecekleri, hatta bir serbest ticaret alanı oluşturulmasına ilişkin görüşmeler başlatılacağı, ekonomik işbirliğinin kurumsallaşmasını ifade eden bir “Ekonomik İşbirliği Ortak Komitesi” kurulması planlanmıştır. Temmuz 2009’da İstanbul’daki toplantının sonunda yayımlanan ortak bildiride yürürlüğe giren bu çerçeve anlaşmanın 
kapsamında taraf ülkelerin ekonomik, ticari ve teknik alanlarda ulaşım, altyapı, yatırımlar, gıda güvenliği ve turizmle sınırlı olmayan geniş çerçeveli bir işbirliği konusunda anlaşmaya varıldığı ifade edilmiştir. 

Ek olarak enerji kaynaklarının kullanımı ve geliştirilmesinde işbirliğinin önemi vurgulanarak ortak projelerin yapılabilmesi için çalışmaların başlatılmasından bahsedilmiştir.13 İstanbul’daki toplantının bir diğer boyutu da Haziran 2004’teki KİK toplantısında gündeme gelen, Mayıs 2005’te Bahreyn’de imzalanan çerçeve anlaşmanın imzalanmasının ardından görüşmeleri başlatılan Serbest Ticaret 
Anlaşmasının imzalanması için irade birliği içinde olunduğunun bir kez daha ilan edilmesidir. İstanbul toplantısının ardından bir ortak deklarasyon yayımlanmış ve iki tarafın askeri, ekonomik, toplumlar arası ilişkiler, terörizmle mücadele, enerji, bilim-teknik alanlarında işbirliğinin geliştirileceği açıklanmıştır. İşbirliği alanları içinde Filistin sorunun çözümü, İran’ın denetimindeki BAE’nin büyük ve küçük 
Tunb ile Ebu Musa adalarının durumu gibi konularda ortak politikaların oluşturulması vardır. Ortak deklarasyonda ayrıca askeri işbirliğinin güçlendirilme si, Körfezin kitle imha silahlarından temizlenmesi çalışmalarına destek verilmesi gibi İran’ın rahatsız olacağı hususlar da vardır. 

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ifadelerine göre, Türkiye’nin Ortadoğu ve Körfeze yönelik politikalarının hedefi, “üst düzey siyasi diyaloglara, ekonomik karşılıklı bağımlılığa, kültürel uyuma dayalı bir perspektifle bölgenin refah, istikrar ve barış alanı haline dönüşmesine” katkı yapmaktır.14 Türkiye ile KİK üyesi ülkeler arasındaki ilişkilerin en derin boyutu kuşkusuz ekonomik boyuttur. Buna göre 
2002’de 2,1 milyar dolar olan ticaret hacmi 2008’de 16,6 milyar dolara çıkmış, KİK üyesi ülkeler Türkiye’de 10 milyar dolarlık bir yatırım taahhüdünde bulunmuştur. Ekonomik ilişkilerin yanında toplumsal ilişkilerin geliştirilmesine dönük kültürel değişim programları ve ortak kültürel etkinlikler düzenlenmesi gibi konuların da gündeme gelmesi beklenmektedir. 

Türkiye-KİK ülkeleri arasında güvenlik ilişkilerinin önemli bir boyutu NATO çerçevesinde gündeme gelen ilişkilerdir. Öyle ki 2004 tarihli İstanbul İşbirliği Girişimi’ne 1 Aralık 2004’te Kuveyt’in ardından 16 Şubat 2006’da Bahreyn ve Katar, 22 Haziran’da da BAE katılmıştır. Aralık 2006’daki Kuveyt toplantısında Kuveyt Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Şeyh Ahmed Fahd el-Sabah, Kuveyt dâhil bütün KİK üyesi ülkelerin NATO ile stratejik güvenlik işbirliğini kurmayı istediğini ifade etmiştir. Türkiye’nin yoğun çaba harcadığı NATO-KİK ülkeleri 
arasındaki işbirliği girişimlerinin asıl noktasını ise bu ülkelerin askeri kapasitelerinin İran’a karşı güçlendirilmesi olarak değerlendirmek mümkündür. KİK ülkeleri ile NATO arasında gelişen ilişkiler Türkiye-KİK ülkeleri arasındaki askeri ilişkilerin gelişmesini de doğrudan etkilemiştir. Buna göre, Türkiye ile KİK ülkeleri arasında imzalanan çeşitli anlaşmalarla taraf ülkelerin silahlı kuvvetleri arasında işbirliği ve savunma sanayi, farklı alanlardaki askeri işbirliklerinin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu doğrultuda Türkiye 
ile KİK ülkeleri arasındaki ilişkilerin bir de NATO çerçevesinde kurumsallaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.15

Körfez Arap devletlerinin Türkiye ile güvenlik ilişkilerinin geliştirilmesindeki çıkarı ne olabilir? Bu soruya cevap veren Martin, Körfez Arap devletlerinin, ikisi İran kaynaklı olan üç güvenlik kaygısından bahsediyor. Bunlar, İran’ın Irak’ta artan etkisi, İran’ın yükselen askeri gücü ve radikal İslamcılardır. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası merkezi otoritede güçlenen bir Şii olgusu vardır. Irak’ta istikrarsızlığın devamında Şiilerin sığınılacak liman olarak gözlerini dikeceği birincil ülke İran olacaktır. Bunun yanında Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi çoğunluğu petrol zengini bölgelerde yerleşik Şii azınlık nüfuslara sahip Körfez ülkelerinin İran’dan algıladığı tehdit daha da artmaktadır.16 Körfez ülkelerinin bir diğer kaygısı da radikal dini oluşumlardan kaynaklanmaktadır. 

Bu oluşumların terör eylemleri ya da bu ülkelerde bir devrim kışkırtma girişimleri Körfez ülkelerini endişelendirmektedir. Körfez ülkeleri ayrıca İran’ın sponsor 
olduğuna inandıkları Hizbullah gibi örgütlerden de tehdit algılamaktadır. 

Körfez ülkelerinin güvenliklerini ABD’ye bağlamaları Irak müdahalesi sonrası Arap dünyasında artan Anti-Amerikancı duygular dolayısıyla rejim ile halk arasındaki ilişkileri daha da problemli hale getirmektedir. Martin’e göre bu koşullar altında Körfez ülkelerinin Türkiye ile yakın ilişkiler kurmaları birden fazla nedenle cezbedici bir niteliğe sahiptir. Öncelikle Türkiye’deki siyasi İslam’ın başat aktörü Milli Görüş geçmişine sahip Erdoğan ve Gül liderliğindeki Türkiye ile diplomatik ilişkiler yürütmek, daha önceki laiklik hassasiyetleri yüksek hükümetlerden oldukça rahat görünmektedir. Ayrıca buna bir de Türkiye’nin Sünni ağırlıklı bir ülke olduğunu da eklemek gerekir. Körfez ülkeleri gibi Türkiye de bütün büyük grupların çıkarlarının dengelendiği işleyen bir güçlü merkezi otoriteye sahip bir Irak’la komşu olmak ister; ne Türkiye ne de Körfez Arap devletleri güçlü bir otonomiye sahip kuzeyde Kürdistan, güneyde Şii ve 
merkezde güçsüz bir Sünni bölge olarak ayrılmış bir Irak görmek isterler. Türkiye ile Arap devletleri arasındaki yakınlaşmaya sebep olan psikolojik durumlar da vardır. Türkiye’nin körü körüne ABD’yi destekler pozisyondan kurtulması -Irak’a müdahale de olduğu gibi- Filistin-İsrail sorununda İsrail’i desteklemekten çok arabuluculuk önerisi, ABD Suriye’yi izole etme politikası izlerken Türkiye’nin İsrail-Suriye arasında arabuluculuk faaliyetleri, Araplar nezdinde Türkiye’nin itibarını artıran gelişmeler olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin 
bölgede İran’ı dengeleyebilecek önemli bir konvansiyonel askeri güce sahip olması Körfez ülkelerinin gözlerini Türkiye’ye çevirmelerine denen olmaktadır.

Türkiye açısından Körfez ülkeleriyle yakınlaşmaya bakıldığında ekonomik ve güvenlik çıkarlarının söz konusu olduğu görülüyor. Ankara daha önce Rusya, İran ve Orta Asya devletleriyle yaşadığı enerji arzı kesintileri sorunu dolayısıyla enerji ithalatını çeşitlendirmenin yollarını aramaktadır. Halihazırda Türkiye’den geçen ya da geçmek üzere olan beş doğalgaz boru hattı ve üç petrol boru hattı şu an işlemekte ya da inşaat halindedir. Altıncı bir doğalgaz boru hattı Mısır tarafından önerilmiş ve bir yedincisi, Ortadoğu ve Orta Asya gazlarını Türkiye üzerinden Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçip Avusturya’ya taşıyacak Nabucco boru hattı konusunda antlaşmalar imzalanmıştır. Bu, Türkiye ekonomisinin önemli kazançlar elde etmesi anlamına geleceği gibi, Türkiye’nin enerji transit ülkesi haline gelmesi noktasında stratejik bir rol elde etmesi anlamına da gelmektedir.17 Irak’ın istikrarsızlığından kaynaklanan Türkiye’nin, 
PKK tehdidi ile Körfez ülkelerinin İran tehdidi üst üste binmektedir. 

Türkiye’nin farklı gerekçelerle de olsa aynı sonuçtan karşılıklı ortak tehdit algılamaları hem Türkiye’yi hem de Körfez Arap ülkelerini güvenlik konularında da işbirliğine sevk etmektedir. Eylül 2008’de yapılan stratejik diyalog girişimi bu yönde atılmış bir adım olmuştur. Ancak yine de her iki taraf da İran’la yabancılaşmadan ne kadar ve hangi hızla güvenlik alanında ilişkilerini geliştireceklerini temkinle izlemek gerekir. Türkiye açısından bakıldığında İran, yaklaşık dört asır ortak bir sınır ve Irak’ın Türkiye-İran-Suriye sınırlarında bağımsız bir Kürt devletinin kurulacağına dair ortak endişeler paylaştığı bir ülkedir. Ayrıca petrol ve doğalgaz naklinde İran’dan Avrupa’ya birçok güzergâh üzerinde ortak ekonomik çıkarlara sahipler. Öyle ki Türkiye Temmuz 2007’de İran ve Türkmen gazının Avrupa’ya gidiş güzergâhı ve Türkiye’nin İran’ın Güney Pars gaz bölgesinde yatırımı konusunda bir ön anlaşma imzalamıştır. Dolayısıyla Türkiye, İran’la ilişkilerinin altını oymamak için İran’dan bir tehdit hissettiği algısını yaratmak istemez.18

Bu bölümde, 2009 yılında Türkiye ile Körfez Ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan arasındaki siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel ilişkilerin gelişimi üzerinde durulacaktır. 2009 yılı merkezli bu analizi temellendirmek amacıyla daha önceki dönemlerde gerçekleşen önemli bazı gelişmelere de değinilecektir.

Siyasi İlişkiler

Gelişmiş pazar ekonomisi, Batıyla bütünleşmesi/Batı kurumlarına üyeliği, Sünni bir bölgesel güç olması, İran’ı dengeleyebilecek askeri ve siyasi bir güç olması dolayısıyla KİK ülkeleri Türkiye ile stratejik ortaklık kurmak istemişlerdir. Aşağıdaki paragraflarda Türkiye’nin Körfez ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan ile ikili ilişkilerine değinilecektir.

Son dönemde Türkiye ile ilişkilere bir hayli önem veren Körfezin en önemli ülkesi Suudi Arabistan yönetimi Türkiye’yi, bölgede etkisi artan İran’ı dengeleyici bir müttefik olarak kazanmak istemektedir.19 

Bu amaçla 2008 yılında iki taraf arasında imzalanan bir antlaşmayla “Stratejik Diyalog” süreci başlatıldı. KİK’in tek bir ülkeyle imzaladığı ilk düzenli danışma sürecini başlattığı bu antlaşma çerçevesinde, 7-8 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul’da Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog 1. Dışişleri Bakanları Toplantısı yapıldı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ikili ilişkilerin geliştirilmesi konusunda önemli kararlar alındığı bu toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, taraflar arasındaki ilişkinin temel hedefinin üst düzey siyasi diyalog, ekonomik 
karşılıklı bağımlılığa, kültürel uyuma dayalı bir bakışla bölgenin refah, istikrar ve barışına katkıda bulunmak olduğunu belirtmiştir. 

Son zamanlarda Suudi Arabistan’ın Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye özel önem verdiği görülmektedir. Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin değişimine yol açan en önemli gelişme 2003 Irak işgali ve bunun sonucu olarak bölgede meydana gelen güç değişimidir. İran’ın bölgede güç kazanmasının ve Irak’ta Şiilerin başat güç olmasının Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki yakınlaşmayı 
artıran objektif neden olduğu söylenebilir. Suudi Arabistan, ülkesindeki Şii nüfusun da Irak’ın ardından siyasi faaliyetlere girmesini bir güvenlik sorunu olarak görmektedir. Bu faaliyetler konusunda İran faktörünün devreye girmesi potansiyeli de Suudi Arabistan’ı kaygılandırmaktadır. 

   Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Irak konusunda da istikrarlı ve güçlü bir merkezi hükümetin varlığı konusunda görüş birliği vardır. Buna göre Suudi Arabistan, Türkiye’nin Irak’taki tüm grupların siyasi sürece girmesini sağlama noktasındaki girişimlerini desteklemektedir. Bölgesel sorunlara ortak bakışın gözlendiği bir diğer alan da Lübnan ve Suriye ile ilişkilerdir. Türkiye Suudi Arabistan ile Suriye arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasını ve Lübnan’da hükümet krizinin aşılmasında iki ülkenin işbirliği yapmasını istemektedir. 
Bu anlamda Ekim 2009’da Suudi kralın Suriye ziyaretinde Türkiye’nin katkısı önemli olmuştur. Ayrıca Lübnanlı tüm grupların siyasi sürece katılmasında her iki ülkenin de işbirliği yapabileceği alanlar mevcuttur. Suudi Arabistan Lübnan’daki Hizbullah’ın bölgeyi radikalleştirmesinden rahatsızlık duymaktadır; bu anlamda Hizbullah’ın siyasi sürece katılımı bir anlamda bölgenin radikalleşmesinin 
önüne geçecek adımlardan birisidir.20

2006 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretin ardından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden dolayı tebrik etmek için 2007 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Kral Abdullah, 2009 yılında daha çok Türk liderlerini ağırlamıştır. 2009 yılının başlarından itibaren Türkiye ile Suudi Arabistan yoğun bir diplomasi trafiği içine girmişlerdir. Başbakan Erdoğan İsrail’in Gazze saldırıları konusunda fikir teatisinde bulunmak üzere 3 Ocak’ta Riyad’a kısa bir ziyaret gerçekleştirmiş ve Kral Abdullah ile bir görüşme yapmıştır.21 

Erdoğan’dan bir ay sonra (3-6 Şubat tarihlerinde) bu kez Cumhurbaşkanı Gül, 19 yıl aradan sonra Türkiye’den Suudi Arabistan’a cumhurbaşkanı düzeyinde gerçekleşen ilk resmi ziyaret için Riyad’a gitmiştir. Kral Abdullah’ın 80 yaşını aşmış yaşlı bir lider olarak uçağın merdivenlerine kadar gelerek karşıladığı Gül, Suudi yetkililerle iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri, Filistin meselesini ve İran’ın nükleer çalışmalarını görüşmüştür. Görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Gül ve Kral Abdullah’ın huzurunda “Gençlik ve Spor” ile 
“Deniz Taşımacılığı” alanlarında işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Bu ziyaret, zamanlaması itibariyle Türkiye’nin Gazze savaşına yönelik tepkilerinin Arap dünyasında büyük destek bulduğu bir döneme denk gelmiştir. 

Bunun yanında Arap kamuoyunda Türkiye’nin İran-Hamas politikaları konusunda şüpheler de yok değildir. Türkiye’nin İran-Suriye-Hamas-Hizbullah ittifakına kaydığı gibi zorlama iddialar Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaretiyle giderilmeye çalışılmıştır.22 Şura Meclisine hitap eden ilk Müslüman ülke cumhurbaşkanı olarak yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin Arap-İsrail sorunun çözümünde Arap inisiyatifine destek verdiğini açıklayarak İran’ın değil, Arapların yanında yer aldığını göstermeye çalışmıştır. Bu noktada Cihan Haber Ajansı’nın Suudi Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal’a Türk-İran yakınlaşmasını konu edinen bir soru sormuş, bakan da “Türkiye’nin son günlerde bölgede etkin rol oynamaya çalıştığını, bunun barışa yönelik katkılar olduğunu ve dolayısıyla Türk-İran yakınlaşmasını da bu minvalde değerlendirdiklerini” ifade etmiştir.23 Cumhurbaşkanı Gül konuşmasında, daha önce imzalanan ve yürürlüğe 
giren karşılıklı vergi muafiyetleri, yatırımları koruma, ulaştırma anlaşmaları ilave olarak yeni ticaret anlaşması, askeri alanlardaki ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.24 Ziyaretin eğitim ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi açısından da olumlu yanları olmuştur. Buna göre Cumhurbaşkanı Gül, Türk üniversitelerinde 

Suudi öğrenciler görmek istediklerini ifade etmiş, Suudi Üniversiteleri ile TÜBİTAK ve İstanbul Teknik Üniversitesi arasında da bilim ve teknoloji alanında işbirliği protokolü imzalanmıştır. Cumhurbaşkanı Gül Suudi Arabistan’ı 23 Eylül 2009’da ikinci defa, yol ve altyapı inşaatını bir Türk firmasının yaptığı Kral Abdullah Bilim ve Teknik Üniversitesi’nin açılışına katılmak için ziyaret etmiştir. Suudi Arabistan’ın ilk karma üniversitesi olacak bu eğitim kurumunun açılış töreninde Cumhurbaşkanı’na hükümet adına Başbakan Yardımcısı 
ve Devlet Bakanı Bülent Arınç eşlik etmiştir.25

Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ziyaretlerinin yanında üst düzey ziyaretler yıl boyunca sürmüştür. 2009’un ilk yarısında Suudi Arabistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Fahd bin Abdullah bin Muhammed el-Suud ile Şura Meclis Başkanı Abdullah bin Muhammed bin İbrahim el-Şeyh resmi ziyaret için Türkiye’ye geldiler. Bunun yanında Suudi Arabistan Güvenlik Konseyi Başkanı Prens Bender bin Sultan bin Abdulaziz el-Suud ve Prens Abdulaziz bin Muhammed bin Fahd bin el-Suud’un tatil için Türkiye’ye gelmeleri gibi gayri resmi ziyaretler de vuku bulmuştur.26 

Devletten devlete ilişkilerin yanında özel sektör faaliyetlerinin, ilişkilerin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. 2009’da, MÜSİAD Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Cevahir’in başkanlığında yaklaşık 40 MÜSİAD üyesinin katılımıyla MÜSİAD-Suudi Arabistan İş Gezisi 8-18 Nisan 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Gezi organizasyonu kapsamında 12-16 Nisan 2009 tarihlerinde Cidde Uluslararası 
Fuar Merkezi’nde düzenlenen Cidde Yapı ve Dekorasyon Fuarı (Saudi Building & Interiors Exhibiton)’na 14 firma ve 300 m2 stand alanı ile katılım sağlanmış, Cidde Ticaret ve Sanayi Odası’nda ikili iş görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Suudi Arabistan’daki bu fuara katılan MÜSİAD üyeleri, bayilikler vermiş ve 5 milyon dolar civarında iş anlaşmaları yapmıştır.27 

Daha önceleri PKK kamplarının Lübnan’da bulunması ve Lübnan’ın Suriye’nin etki alanında olması Türkiye ile ilişkilerinin soğumasını beraberinde getirmiştir. Bugün itibariyle hem Suriye hem de Lübnan ile bu konu sorun olmaktan çıkmıştır. Ancak Lübnan’daki Ermeni azınlığın Türkiye karşıtı siyaset izlemeleri hala iki ülke arasında krizlere yol açmaktadır. Anadolu’dan göç ettirilmiş Ermenilerin etkili olduğu Lübnan’da parlamento 1915 olaylarını “soykırım” olarak kabul etmiştir. Türkiye ile Lübnan arasındaki önemli bir başka gerilim konusu da 2007 yılında Lübnan’ın Kıbrıs Rum Kesimi ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalaması oldu. Bunun üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı Lübnan’a bir protesto notası göndermiş ve gelişmeler konusunda Lübnanlı yetkilileri uyarmıştır. İkili ilişkilerin gelişmesindeki kavşak noktası, 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan ve 34 gün süren İsrail-Lübnan Savaşında Ankara’nın izlediği 
Lübnan yanlısı politika ve Lübnanlı gruplara verdiği askeri, siyasi ve ekonomik destektir. 2006 Savaşı’nda İsrail’in saldırılarını sert sözlerle eleştirdikten sonra sorunu uluslararası platformlara taşıma girişimleri Lübnanlı grupların dikkatlerini Türkiye üzerine çekmiştir.28 
Bu çerçevede Türkiye, 2006 yılındaki İsrail saldırıları sonrasında oluşturulan BM Barış Gücüne (UNIFIL’e) asker desteğinde bulunmuştur. 

Kızılay’ın ve diğer birçok sivil toplum kuruluşunun Lübnan genelinde dağıttığı yardımlar tüm Lübnanlıların Türkiye algılamasında önemli bir etki yapmıştır. 

2009’da ise 22 Nisan’da tam 54 yıl aradan sonra cumhurbaşkanları düzeyindeki ilk temas için Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman Türkiye’ye gelmiştir. 

Bu görüşmede daha çok Filistin sorunu üzerinde durulmuş, yapılan basın toplantısında Cumhurbaşkanı Gül ikili ilişkilerde yeni bir sayfanın açıldığını belirtmiştir. Ziyarette ayrıca Türkiye 7 Haziran’da Lübnan’da yapılacak seçimlere gözlemci gönderme teklifinde bulunmuş Lübnan da bunu kabul etmiştir. Ziyarette iki ülke arasında ilişkilerin her alanda geliştirilmesi; askeri, ekonomik ve kültürel alanda var olan işbirliğinin artırılması yönünde 4 anlaşma imzalanmıştır. Serbest ticaret anlaşması için çalışmaların sürdüğü de duyurulmuştur. Lübnan’da 7 Haziran’da yapılan seçimlerin ardından bu ülkeyi ziyaret eden Davutoğlu, hükümet kurma konusunda yaşanan gruplar arasındaki anlaşmazlığın çözümünü kolaylaştırmaya çalışmış, hükümetin bir türlü kurulamadığı ülkede tüm taraflarla görüşmüş ve kabinenin kurulabilmesi için mutabakat aramıştır.29 

Körfez ülkelerinden BAE ile Türkiye arasında 2009’da bazı resmi ve sivil temaslar olmuştur. Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan 

17 Şubat 2009 tarihinde BAE’ni ziyaret etmiş, yapılan temaslar neticesinde BAE Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) arasında teknik işbirliği mutabakatı imzalanmıştır. Buna göre BAE Merkez Bankası Başkanı Sultan N. el-Suvaydi ile Türkiye’nin bankacılık ve finans sistemi hakkında görüşme yapılmış, Merkez Bankası ile BDDK arasında karşılıklı görüş alışverişi ve eğitim başta olmak üzere teknik işbirliği yapılmasına dair Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır. Ayrıca yapılan görüşmelerde KİK’nin etkinleştirilmesi 
ve Arap İşbirliği Forumu oluşturulması için anlaşma sağlanmıştır. Bakan Çağlayan ziyaretleri sırasında BAE Devlet Başkanının oğlu ve aynı zamanda Abu Dabi Emirliği Yönetim Meclisi üyesi Şeyh Sultan Bin Halife bin Nahyan, Merkez Bankası Başkanı ve önde gelen Körfez sermayesi şirketleriyle görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmelerde el-Nahyan’a GAP, DAP ve Konya Ovası Projesi ile ilgili bilgi verilmiş ve serbest ticaret yapılması konusunda görüş teatisinde bulunulmuştur. Bunun yanında el-Maabar International Development 
Company ve Zonescorp üst yöneticileriyle yapılan görüşmede BAE’li işadamları, Dubai ve Abu Dabi’de yapılabilecek ortak yatırım alanlarında Türk işadamlarıyla işbirliği yapmak istediklerini belirtmişlerdir.

30 Bakan Çağlayan’ın 29 Aralık 2009’da Dubai’ye ikinci bir ziyaret sırasında Türk işadamları ile görüşmüş ve serbest ticaret anlaşmasının bir an evvel yapılması üzerinde durmuştur.31 Ayrıca BAE ile yatırım ve işbirliği alanlarını belirlemek ve ortak projeler yapmak için ortak bir heyet hazırlamaya karar verildiği duyurulmuştur.

8 Nisan 2009’da BAE Ra’s el-Hayme (RAK) Serbest Ticaret Bölgesi Türkiye Temsilcisi Gülay Avcı, BAE’den yatırımcıların özellikle İstanbul’da gayrimenkul yatırımlarıyla ilgilendiğini ifade ederek bir heyetin Türkiye’yi ziyaret edeceğini, yatırımlar için araştırmalar yapacağını ifade etmiştir. İzmir Ticaret Odası’nda (İZTO) konuşan Avcı’ya, İZTO Yönetim Kurulu Başkan Vekili Akın Kazançoğlu, 
BAE’nin dünyanın üçüncü serbest ticaret bölgesi olduğunu söyleyerek Ege Bölgesini tanıtmak için BAE’de tanıtım faaliyetleri düzenleyeceklerini 
ifade etmiştir.32

Ekonomik ilişkilerin gelişmesi bağlamında BAE’nin ulusal havayolu şirketi İttihad Abu Dabi kalkışlı uçuşlarına İstanbul’u da eklemiştir. 1 Haziran 2009’dan itibaren haftada dört gün İstanbul-Abu Dabi arasında uçuşlar gerçekleştirilmesi planlanmış tır. Ayrıca Türk Hava Yollarıyla (THY) ile İttihad arasında kod paylaşımı ve uçuş mili anlaşması imzalanmış; buna göre, müşterilerin her iki havayolunun uçuş ağından yararlanabilecekleri ifade edilmiştir.33 İttihad Havayollarının üst yöneticisi James Hogan “Türkiye ile BAE arasında ticaret 
hacminin son beş yılda %400 artmasına dikkat çekerek kararın bir anlamda zorunluluğunu belirtmiştir.34 27 Nisan 2009’da BAE Ticaret Bakanı Şeyha Lubna el-Kasımi, Bakan Tüzmen’i ziyaret etmiş, Türkiye’nin geçen yıl BAE’ye 8 milyar dolar ihracat, 691 milyon dolar da ithalat yaptığını belirtmiştir. Ayrıca BAE’nin, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ikinci ülke olduğunu söyleyerek serbest ticaret anlaşmasının olgunlaştırılmasına dönük çalışmalar yapılacağını ifade etmiştir.35 


Basra Körfezinde ABD 5. Deniz Filosuna ev sahipliği yapan bir devlet olmasıyla Körfezin güvenliği ve askeri dengeleri açısından önem kazanan bir ülke konumunda bulunan Bahreyn36 ile Türkiye arasında yakın dönemli en önemli temas, Türk Genel Kurmay Başkanı ile Bahreyn Kralı ve Savunma Kuvvetleri Başkomutanı Hamad bin İsa el-Halife’nin 5 Ağustos 2008’de bir araya gelmesidir. 2008’in sonlarında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de Manama Diyalogu Beşinci Bölgesel Güvenlik Toplantısı’na katılmak üzere Bahreyn’i 
ziyaret etmiştir. 2009’daki ilk temas ise Dışişleri Bakanı Babacan’ın 19 Şubatta Bahreyn’i ziyaret ederek Bahreyn Başbakanı Şeyh Halife bin Salman bin el-Halife ve mevkidaşı Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed el-Halife ile görüşmesidir. Yapılan görüşmelerde Irak ve Gazze konularının gündeme alındığı ifade edilmiştir.37 2009’da Bahreyn’e en üst düzeyde Cumhurbaşkanı Gül, 14-15 Nisan’da bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Burada yaptığı konuşmada Gül, Türkiye ’nin Bahreyn’le siyasi, güvenlik ve ekonomi gibi alanlarda işbirliğine önem verdiklerini ifade etmiştir. Bahreyn Kralı el-Halife de bu ziyaretin ardından ilişkilerin daha da ilerletileceğini, bu çalışmalar çerçevesinde Bahreyn Krallığı’nın Ankara’da büyükelçilik açtığını vurgulamıştır. 

Bahreyn Kralı ayrıca savunma alanında da koordinasyonun sağlandığını ifade etmiştir. Konuşmaların ardından iki ülke arasında tarım ve turizm alanlarında işbirliği muhtıraları imzalandı. 
Daha sonra Bahreyn meclisinde bir konuşma yapan Gül, bu mecliste konuşma yapan ilk yabancı devlet adamı olarak tarihe geçti. Mecliste yaptığı konuşmada Gül, son beş yılda iki ülke ticaretinin 9 kat artarak 44 milyon dolardan 500 milyon dolara çıktığını ve 2010’da bu rakamın 1 milyar dolar olmasını umdukları nı belirtti. Gül ayrıca Bahreyn’le savunma alanındaki işbirliğine de önem verdiklerini belirterek Bahreyn’in Kıbrıslı Türkler üzerindeki izolasyonların kaldırılması yönündeki çabalarını takdir ettiğini ifade etmiştir.38

Türkiye ile ilişkileri daha çok ekonomik boyutta olan Katar’ın Türkiye’ye olan ihracatı Aralık 2008 itibariyle 150 milyon dolarken, Türkiye’den ithalatı 1 milyar civarındadır. Buna ek olarak 2008’de Katar’ın Türkiye’de özel sektör eliyle yaptığı doğrudan yatırım da 1 milyar dolar dolaylarındadır. Bölge konularına bakış açısından Türkiye gibi Katar da çevre ülkelerle iyi ilişkiler kurulması ve bölgede barışın desteklenmesi taraftarıdır. Her iki ülke de Filistinli gruplar arasında arabuluculuk faaliyetlerini yürüten ülkelerdir.39 Katar ile Türkiye 
arasında 2009’da ilk temas Katar Başbakanı Şeyh Hamid bin Casim bin Cabir el-Sani’nin çalışma ziyareti için Türkiye’ye gelmesidir. 

İsrail’in Gazze saldırısı sonrası bu ülkeyle ilişkilerini kesen Katar’ın Başbakanı el-Sani ile Başbakan Erdoğan bu ziyarette Gazze saldırısı sonrası gelişmeleri değerlendirmişler.40 2 Mart 2009’da ise TBMM Başkanı Köksal Toptan Katar’a yaptığı ziyarette ikili ilişkilerin geliştirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 2009’da Katar’la Türkiye arasındaki en önemli ziyaret Katar Emiri’nin 17-18 Ağustosta yaptığı Türkiye ziyaretidir. Ziyaret sırasında konuşan Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke arasındaki ticaretin 1,5 milyar dolara yaklaştığını ifade etmiştir. 
Ancak daha da önemlisi, Katar’dan Türkiye’ye uzanacak bir doğalgaz boru hattının gerçekleştirilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder