15 Kasım 2019 Cuma

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 13

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ,   BÖLÜM 13




BURJUVA AÇISINDAN DEMOKRATİK DEVRİM 

İşveren sınıfı açısından mesele 19. yüzyıldan beri konulmuştu. Bütün antenler o açıya çevrilmişti. Bütün beyin cihazları o açının sonsuz dalgalarıyla yüklüydü. İşçi açısından yola çıkılsa, herkese "Birinci Kuvayimilliyecilikte olduğu gibi demir çarık, demir asa" gerekecekti. M.B.K. çileri: "sandviç"le öğle yemeğinden güç kurtulacaktılar. Burjuva açısından İhtilal de, İktidar da, başarılır başarılmaz, en külfetsiz büyük nimetlere, ceberuta, saltanata kapı açıyordu. Silahlı Zindelerimiz, "Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz" diyorlardı. Neden rüzgarın kalbur üstüne çıkardıkları "Taht'ı revandan inmesinler, Neden, asıl yükü taşıyanlar boşuna harman, döve dursunlar? Neden bal tutan parmağını yalamasın? Sonra, her ün salan bakalım altta kalandan daha mı değerliydi? Burjuva devrimciliğinde her şeyin tersine orantılı gittiği tecrübe ile biliniyordu. Meşrutiyetin tanrılaştırdığı Enver ve Cemal'ler, alabildiğine paşa, başkumandan olurlarken heptiler. Albaylığı güç bulan Mustafa Kemal ve İsmet Beyler, hiç gibi görünmüşlerdi. İş başa düşünce, kimin daha paşalığa ve kahramanlığa elverişli olduğu beliriverdi. Madem ki Devrim burjuva devrimi idi. arkada görünen Fikret'in "Han'ı Yağma"sında kim, niçin geri kalsındı? Bu uğurda her subayın yerden göğe dek haklı çıkarabileceği bin bir gerekçesi olurdu. Hele daha ilk adımda, 40 kişiyi bulmayan M.B.K. içine bile, taş atıp kolu yorulmaksızın girenler olmamış mıydı? "Hayallerine bile getirmedikleri en büyük rütbeye bir anda erişivermişler" yerleştirilince, "Ordu kademelerinde... kıskançlık ve eleştirme"nin nerelere varacağı kendiliğinden anlaşılır. 

SON CANKURTARAN SİMİDİ: 

S.K.B. Bu atmosferi yaşayanlar için, çok sıkı hiyerarşik bir "Otomatik itaat" cihazından başka türlü teşkilat düşünülebilir miydi? Teşkilatçılıkta en titiz kurmay incelikleri başarıldı. Yapılabileceğin en mükemmeli yapıldı: "Silahlı Kuvvetler Birliği!"... Bu örgütün kuruluşundan 22 Şubat'a kadar Milli Savunma Bakanlığı Kalemi Mahsus Müdürü Kur. Yb. Talat Tahsin o Birliğin tam bir parçalanmadan ileri geldiğini şöyle yazar: "13 Kasım operasyonundan sonra bir kısım Komite üyesi muallâkta kaldıklarını hissetmişler, kendi emniyetlerini sağla-
mak için böyle bir teşekkülün zulüm ve zaruretine arkadaşlarını ikna etmiş olabilirler... Komite üyesi olmaları gerekirken, bu payeye erişememiş ve ellerinde kuvvet bulunduran önemli mevkilerdeki kumandanların ön plana geçmek istekleri, insani vasıfları ve ihtirasları kendilerini bu istikamete itmiş olması ihtimalidir." (D.S. 18). 21 Mayıs davasında Talat Aydemir aynı şeyleri daha açık belirtti: "MBK'nin Anayasası, bizzat yapanlar tarafından çiğnenmişti, işte bu hadise Silahlı Kuvvetler içerisinde çok yıkıcı bir reaksiyon yarattı. (14)ler yurt dışına sürüldükten sonra geri kalan 23 Komite üyesi, grup grup ordu içinde aşiret reisi gibi taraftar toplamaya başladılar. Ayrıca (14)lerin mağdur olduklarına inananlar da ordu içinde bir teşkilat kurmaya kalktılar. Artık ordu muhtelif fikir ve cereyanlarına göre muhtelif zümrelere hizmet için siyasetin içerisinde bocalamaya başlamıştı. İşte bu durum karşısında kendimi vazifeli hissettim. Ankara'daki yakın arkadaşlarımla bir fikir etrafında toplanarak ordu içinde parçalanmaya meydan vermemek yavaş yavaş orduyu MBK üyelerinin elinden kurtarmak için Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında bir teşkilat kurmaya başladık." (19) Amaç ne? Teşkilat için teşkilat kurmak! Asıl amaç ise, Korku idi "19 Şubat günü Başkumandanın odasında" Kuvvet Kumandanlarıyla yapılan toplantıda Alb. Ünsalan şöyle konuştu: "- Münferit bir hareket için endişeye mahal yoktur. Fakat siyasetçilerin tuttuğu yol bazı patlama ihtimallerini tahrik edici mahiyettedir. 27 Mayısın temelinde olan bizleri ortadan kaldırmak için her çareye başvuracaklardır. Bizi mukadder olan felaketten siz dahi kurtaramayacaksınız." (D.S. 33) 

"TECRÜBELİ KURTLAR" 

S.K.B. Orduyu: 27 Mayıs'ın ve iktidarın sahibi sayıyordu. "27 Mayıs ihtilalini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri, ihtilalin ve iktidarın gerçek sahibi olarak kendi malına el koymuş görünüyordu." (D.S. 19) Teşkilatın kilit yerlerine, o "görünüşe" uygun, en "tecrübeli kurtlar" yerleştirildi: "Silahlı Kuvvetler Birliğinin kurulmasına öncülük eden ve bu birliği kuran kumandanların büyük bir çoğunluğu eski ihtilalci arkadaşlarımda İçlerinden, bizim eski ihtilalcilerin işgal ettikleri post yüzünden dayanmak zorunlusunda kaldığı "sonradan
karışmaları" çıkarırsanız, bu teşekkül istisnasız, hepsi bizim eski ekibe katılmış olan tecrübeli kurtlardan kurulmuştu. Kendileriyle, aramızda uzun yılların kader birliğine dayanan köklü ilişkiler hiçbir zaman kopmamıştı." (D.S. 19) Bu sıkı tutunmanın başına Genel Kurmay Başkanı kendiliğinden (hiyerarşikman) geldi. Çünkü hiyerarşinin tepesinde bulunanlar da o sıra ayaklarının yerden kesildiğini hissetmişlerdi: "Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Kumandanları Komitesinin tabii üyeleri olmaları şöyle dursun, MBK üyeleri bu zevatı emir ve kontrolleri altında gibi kabul eden bir görüş ve davranışın zebunu olmaktan kendilerini kurtaramamışlardı. Bu davranışın tezahürü olarak Haziran 1961 olayları esnasında yüzbaşı rütbesindeki bir Komite üyesinin Genelkurmay Başkanının masasına yumruk attığını görmenin bedbahtlığına uğradık." (D.S., 18, Mektup) Maazallah! Yer açılsın, yere girelim! Onun için, yani, MBK içinde icra ve teşri (yürütme ve yasama) yetkisine sahip bir Yüzbaşı, Genelkurmay Başkanının masasına yumruk atmasın diye Hiyerarşi sağlamlaştırıldı. Ya bu hiyerarşi sağlamlaşınca, tepede duran bir tek kişi alttakilere "yumruk" atarsa? Alttaki "eski kurtlar"a güveniliyordu. 

HAVADAN İÇE DÜŞEN KURT 

Oysa, daha S.K.B. kurulurken, içine "kurt" düşürülmüştü, "Hava"dan bir kurt: Havacı Menteş. 14'lerin temizlenmesinde Havacıların ve Menteş'in rolü unutulamazdı. Finans - Kapitalin baş oyunu: Havacılarla Karacıları tepiştirmektir. "Halim Menteş'in Türkiye'ye girmesinden sonra, Komitedeki havacılar belli bir fikrin savunucusu olarak ortaya çıkmışlardır. Onlara göre; iktidarın hemen devredilmesi hususunda millete verilmiş olan söz derhal yerine getirilmeliydi... Menteş, mevcut Komite kadrosunun memleketi idare edebilecek nitelikte olmadığı fikrini ileri sürerdi. Memleketi içinden çıkılmaz badirelere sürüklemekten korkardı. Ona göre; iktidar, İsmet Paşa ve Partisine hemen devredilmeli, Komite sahneden çekilmeliydi... Böyle bir kanaat taşımaları, havacıları, ister istemez Madanoğlu grubu ile gaye birliğine götürüyordu." (D.S. 14) Kimliği bu denli açık seçik olan B. Menteş (ve Havacılar): Madanoğlu - Kızıloğlu ekibinin 14'leri "paketledikten" sonra pek kazaklaşan kişicil diktatörlüğü önünde tedirgin oldu, veya öyle göründü. B. Talat Turan diyor ki: "Kuruculardan olan Menteş, 13 Kasım'ın icrasında ön planda aktif rol oynamış bir şahıstır. Bu zatın (14)lerin intikamını almak için kurulan bir teşekkül içinde bulunduğu düşünülemez. Ancak fikrin yayılmasında, teşekkülün Karacı mensupları tarafından, (14)lerle beraber olunduğu temasını işlemekten fayda umulduğu inkar edilmemesi gereken bir gerçektir." (D.S., 18, Mektup)

 İÇE DÜŞEN KURDUN MAKYAVELİZMİ 

Bu kanıya göre, B. Halim Menteş, açıkça CHP adamı iken, 14'leri ve S.K.B.ni içinden kontrol etmek üzere görevlendirilmiş olabilirdi. Gölgedeki Adam Roma'da yarı sürgün iken B. Halim Menteş'in, hiçbir şey olmamış gibi yaptığı konuşmalar, araştırma ve iskandil karakterini taşır. Diplomasi kurallarına uyarak, hiçbir şey vermeksizin, karşısındakileri söyletmek ve felce uğratmak Makyavelizmini güder: "Mayıs'ın 15'inde Halim Menteş Roma'ya geldi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi birbirimizle hasret ve sevgi ile kucaklaştık. Menteş'le ihtilal sonrasında başlayan zıt görüşlerimiz, 22 fiubat'ta da ikimizi karşılıklı kutuplara ayıracak derecede derinleşmişti. Fakat fikri ayrılık ne derece büyük olursa olsun, arkadaşlık ilişkilerimiz değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir... Birbiri - mizin karşısına dikileceğimizi daima evvelden haber verdik.. Menteş, (14)ler tasfiyesinin, doğruluğuna inanmış görünüyordu. Roma'da sabahlara kadar devam eden karşılıklı münakaşa ve fikir alış verişinde, katılaşmış inancından uzaklaştırmanın mümkün olmadığı kanısına vardım. Ancak Madanoğlu ve yakın çevresinin de Menteşem güvenini kaybetmiş olduğunu konuşmalarındaki sızmalardan yakalamak pekâlâ kabildi. Bana açıkça ifade etmemesine rağmen, devam edip giden iktidarın genel tutumundan pek memnun görünmüyordu. Fakat (14)lerin mutlak 2 yıldan evvel memlekete dönmemeleri gerektiğinde ısrar ediyor ve bunda en ufak bir tavize yanaşmıyordu. "Menteş'in (14)lere karşı şahsi bir iğbirarı ve onlardan kendi şahsına müteveccih bir endişesi mevcut değildi. Asıl sebep, (14)ler tasfiyesinin tatbikatını fiilen idare etmiş havacı çevrenin, (14)lerin yurda dönmesinden duydukları endişe yüzünden, kendi üzerine yaptıkları baskının etkisi altında kalışıdır." (D.S. 16)

KOLAY PROVOKASYON 

B. Halim Menteş budur. Bir albayın, elini kolunu sallayıp Roma'da Gölgedeki Adamı, Hollanda'da (14)leri kolaçan etmesi, kendiliğinden, eğlenti gezisi olamazdı. Şimdi bu aynı Menteş, S.K.B.'nin 3 kurucusundan biri olmuştu. B.T. Turhan mektubunda yazıyor: "...Talat Aydemir, Halim Menteş, Selçuk Atakan, Silahlı Kuvvetler Birliğinin nüvesini teşkil eden cuntanın kurucuları arasında sayılmaktadır. Bunlardan sonra, Nuri Hazer, Necati Ünsalan, Şükrü İlkin vs. sayılabilir... Nüve Cuntanın nema'lanması çok kolay oldu." (D.S. 18) Şaşırtıcı "kolaylık" nereden ileri geliyordu? Gene en başta Halim Menteş'ten: "28. Tümen Komutanı Nuri Hazer, Emanullah Çelebi ve Menteş'in yakın akraba olmaları, Ankara'da yegane kuvvet olan 28. Tümenden azami ölçüde faydalanmayı mümkün kıldı... Halim Menteş'in hava kuvvetlerinde söz sahibi olması ve fikire Hava Kuvvetleri Kumandanını ikna ederek teşkilatın emin ve süratli kuryeler aracılığı ile yayılmasına geniş ölçüde hizmet etmiştir." (D.S., 18, Mektup) Bu, Silahlı Kuvvetler alt kademelerinde mayalanan kaynaşmayı, zavallı empülsif rahmetli Talat Aydemir'in kişiliğinde cezalandırıp sindirmek için tertiplenecek bir düpedüz provokasyona benzemiyor muydu? Çünkü halk çocuğu Türk subayı, 27 Mayıs'tan Halka medet umuyordu. Onu susturmak için Amerikan usulü madde çıkarları göstermek, tatmin etmek şöyle dursun, sinirlendiriyordu. Bütün güç halk çocuğunun elinde olsun, halka yararı dokunmasın, güçtü: "En önemlisi sayılabilecek diğer bir husus da, 21 Mayıs'ın o tarihe kadar arzulanan reformları getirmemiş olmasıdır, denebilir. Silahlı Kuvvetler mensupları 27 Mayıs'tan beklediklerini görmemiş olmanın ıstırabı içindeydi. Tabiidir ki, 27 Mayıs'tan sonra çıkan kanunlar Silahlı Kuvvetler mensuplarını maddeten kalkındırmış ve birçok garanti ve kolaylıkları hizmetlerine amade kılmıştır. Bu gerçeği inkâr gayri - mümkündür. Bizim sözünü ettiğimiz tatminsizlik manevi alanda tezahür etmiştir. Bu memnuniyetsizlik ve tatmin edilmeme, Silahlı Kuvvetler Birliğinin süratle vüs'at ve kuvvet iktisabına başlıca amil olmuştur. Müteakip hadiselerde bu halefi ruhiyenin geniş ölçüde rol oy-namış olduğunu kabul etmek lazımdır." (D.S., 18, Mektup) 

ULUSLARARASI FİN ANS-KAPİTALİN İHTARI 

Bu durum, tutalakları (statükocu muhafazakâr işveren partilerini) sonuna dek ihtiyatlı davranmaya zorladı. "İhtiyatlı" ile "tereddütlü" taban tabana zıt iki davranıştır. İhtilalciler ne kadar tereddütlü iseler (küçük burjuva durumlu), Tutalaklar o kadar ihtiyatlı idiler (Kararlı burjuva tutumlu)... "Başa güreş" böyle başladı. Birinci raundu kazanan parola, İnönü'nün: "İktidarın sivil idareye bir an önce devrinde sayılamayacak kadar fayda vardır" sözü oldu. Bu söz, ilkin, -Mısır tecrübesinde ağzı yanmış olan- Londra'nın Times gazetesinde çıktı. 8 Temmuz 1960 günü "London Press Service" şu fişeği havaya attıydı: "Türkiye'nin askeri idareden sivil idareye geçişinin uzayacağı -yahut belki de,- tam olmayacağı gibi bir ihtimal Times'i tedirgin etmektedir." Times'ten sonra bizim "Hür basın", ondan sonra da Paşa "tedirgin" oldulardı. Tutalaklarımızın işi kolaydı. Avrupa bizden en az 150 yıl önde gittiği için, onun "tecrübesini" hatırlatması, İşveren sınıfımızın Batı'dan gelen uyarıya Tanrı buyruğu görmüşçe uymasını sağlıyordu. 

YERLİ FİNANS-KAPİTALİN YAŞLI ADAMI 

Batı burjuvazisinin bir metodu da, bir Milletin başına yaşlı ve kendisine sadık bir tek "Ulu kişi" geçirmekti. Celal Bayar örneği bu idi. "Onların felsefesine göre, bir yaşlı adamı satın al, devletin başına geçir, milleti yıllarca soydur, ezdir. Çapulculara karşı isyan başarı kazansa bile, en soyut hak isteyen acı iç ağızlara kurşun sıktıran yaşlı adamlara "ölüm cezasının gölgesi" dahi gösterilemeyecektir. "Eldeki beylik basın ve beylik muhalefet ortalığı kapladığı sürece nasıl olsa "şefkat" damarları kabartılır. Mahşer günü canları kurtarılanların, ileride usturuplanacak bir afla hürriyetleri de bağışlanıverir. "Çapul yeniden eski hızını bulur, hatta geçer. Ve ecnebi "dostlar", geçmiş gelecek kullarını ebediyen garantilemiş bulunurlar." (H. Kıvılcımlı: İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz, s. 20)

1960 Temmuz'unda yazılmış, ulemamızca okunması yasaklanmış olan bu satırlar, 1966 Temmuz'unda olaylarca ispat edilmedi mi? 27 Mayısçıların başlarına, kendi elleriyle boyunlarına ilmek geçirir gibi geçirdikleri, ilk yaşlı adam Sayın General Cemal Gürsel oldu. 1960 yılı ortasında, göz göre baltalama yaptıkları anlaşılan "sivil" bakanlardan 10'u inince kimin bakan olacağı Milli Birlik Komitesini altüst etti. Askerler hiç değilse masa bürokratı olmadıkları için, aldıkları işi iş olarak daha temizce yürütebilirlerdi. Devletin hangi makinesine asker geçirildiyse orada olumlu iş yapıldı. Örnek: İstanbul Belediyesi başına geçirilen iddiasız bir askercik, birkaç hafta içinde Üsküdar, Fatih gibi semtlerde hemen hiç masrafsız, halka ucuz tiyatro binaları kurdu. Sivil bürokratlar 40 yıl uğraşsalar, milyonları müteahhitlere çaldırarak, yapılmış tiyatroları inmeli duruma sokarlardı. Askerler kaşarlanmamışlardı. "Fakat Gürsel'in, boşalan yerlere yine sivilleri getirmekte ısrar etmesi karşısında teşebbüs başarıya ulaşamamıştır." (D.S., 9) 

  KÜÇÜK BURJUVACILIGIN İNTİHAR FELSEFESİ 

Ne sayede? MBK'nin bir sosyal sınıfa dayanmayan aydın Küçük burjuva yapısı sayesinde. Çünkü: "Komite üyeleri aslında Balcın olmak istiyorlardı. Hemen hepsinde bu istek umumi idi. Ancak, Bakan olmak şansı bazılarında diğerlerine nazaran daha fazla görünüyordu. Hükümette 38 adet Bakanlık bulunsaydı, teklif oy birliği ile kabul edilir ve derhal uygulanıverirdi. Karşı koyma, daha çok, Bakan olma şansını kedisinde az görenlerle, Komite üyelerine, sivillere nazaran laf anlatmakta müşkilat çekeceğini yakından bilen Başbakandan geliyordu." (D. S. 9) Dram veya komedi burada yatıyor, "tavşan burada pusuyordu: Yasama ve Yürütme yetkilerini Anayasaca ellerinde tutanlar, Yasama yetkilerimi Piyasa ajanlarından "Komisyonlara" bağışlıyorlardı. Sürütme yetkilerinde ise: bir Bakan olmayı bile "şans" sayıyor, birbirlerini kırmak yolundan bir tek yaşlı adamın insafına ısmarlıyorlardı. O yaşlı adamın "sivil idare" prensibi ise, kendisi en masum "sağduyu"suna uyduğu hayaliyle avunurken, Londra'da, kotarılmış bir formüldü.

  SİVİL BAKAN: DEVRİME SAATLİ BOMBA 

Asker küçük burjuvaların çekişmeleri sayesinde sivil tilkilere geçen idare ne yaptı? 27 Mayıs gemisini delerek batırmak için gemi ambarına safra- diye konulmuş saatli bombam gibi işledi. Gölgedeki yakmıyor: "Çalışmalarımız normal şartlar altında cereyan etmiyordu. Yapılacak işlerin azameti nispetinde müşkülatla karşılamıyorduk. Mücadelenin en büyüğünü yetkili makamları işgal edenlerle yapmak zorunluluğunda kalıyorduk." Batıcı akıl hocalarının tapşırdığı "sivil idare" bu idi. Yoksa maksat "sivil" veya "asker" değil, Halka, doğru teprenen 27 Mayıs'ı, kendi çarkları içinde boğmaktı. Babil çağından kalma bürokrat Devleti düzeltmek isteyen ihtilalcilere karşı "lafanlatamaz" hale gelen birinci yaşlı adam: "Cemal Gürsel, genel olarak tensikatın yapılmasına taraftar görünüyordu. Fakat sonucunda doğması muhtemel görünen bazı ihtilatlardan endişeli ve bu yüzden mütereddit bulunuyordu." (D.S. 11) İkinci yaşlı adam: "Milli Savunma Bakanlığım işgal eden Fahri Özdilek, her türlü tasarrufa doğrudan doğruya kendi sorumluluğu adına girişildiği halde, meselenin Komitede konuşulduğu ilk gün çantasını toplamış ve bir daha Komitenin semtine uğramaz olmuştu." (D.S. 11) Silahlı Kuvvetleri temizlemekte bir taşla iki kuş (ama ikisi de İşveren torbasına giden iki kuş) vurarak ses çıkarmayan yaşlı adamlar, o zaman (hem de silahlılara karşı) korkmamışlardı. "Doğması muhtemel bazı ihtilatlar" dolayısıyla şimdi silahsız sivillerden korkuyorlardı. Bürokratları temizlemekte "endişe... ve tereddüt" sakızını çiğniyorlardı. Demek, "doğması muhtemel ihtilatlar", Londra - Washington kaynaklı sivil Finans - Kapital ajanlarından geliyordu. 

FİNANS-KAPİTALE: SİVİL Mİ YARAR, ASKER Mİ? 

Temiz devrimcilerin tecrübesizliği önüne: "Siviller mi daha bilgili ve beceriklidir, askerler mi?" diye bir şeytanın iğri kılı çıkarılıyordu. Bu düzelttirilmek isteniyordu. Oysa problem o değildi: "Siviller mi İşveren sınıfının çıkar oyunlarına daha yatkındılar, yoksa askerler mi?" Mesele buydu.

   Buna verilecek karşılık, en kör göze batacak kadar ortadaydı. Elbet, asker evlatlarımız az çok özel bir kapalı kutuda tutuluyorlardı. Yıllar yılı "siyasetten uzak" tutulma bahanesi ile İşveren sınıfının, nasıl Devlet kasasını soyarak zengin edildiğine pek alıştırılamamışlardı. O yüzden, burjuva çıkar oyunlarına çok daha az yatkın idiler. Finans - Kapital oyununa düşmemiş askerlerin, Millet ve Memleket yararı denildi mi, onun mutlaka İşveren çıkarı olması gerekeceğine inandırılmaları daha güç idi. Finans - Kapital gözlüğünü takamamış genç askerler, elbet o gözlükle kör edilmiş sivillerden bin kere daha becerikli ve halk sever olacaklardı. Zeki bir halk dostu ise, gereken gerçek "bilgi"yi, sersemletilmiş burjuva bürokratından daha iyi, çabuk ve doğru olarak elde etmeyi becerirdi. 

AMERİKAN ABDESTLİ SİVİL BAKANLAR

 İşte bir örnek: Maliyeye üstat Alican sivil getirilmişti: "Maliye Bakanlığı ile resmi bir koordinasyon sistemi içerisinde çalışmaya imkân yoktu. Derhal, alışageldikleri her türlü müşkülatı önümüze yığacaklarından zerre kadar şüphe etmiyorduk... Yaptığımız mali portesi 100 milyon TL'sına baliğ oluyordu. En önemli husus bu parayı hem de çok kısa zamanda temin edebilmekti... Bu iş için, hükümetin kuruluş özelliği yüzünden, pasif, iktidarsız ve hatta yetkisiz klasik kafalı bakanlarıyla da işbirliği yapmak imkânsızdı." (D.S. 11) Sivil papağanlara bir şey öğretilmişti: Amerika'yla iş yapmak. Bu onların pek hoşuna gidiyordu. Yolluğu, ödeneği, komisyonu, ihalesi, denetlemesi ve ilh., ve ilh. vardı. Hepsinden hem yersin, hem yedirirsin. Genç askerler bunu "beceremezlerdi". Doğru dürüst "bilmiyorlardı." Şöyle düşünüyorlardı: "Faaliyete geçtiğimiz günden itibaren ne ordu emir ve kumanda kademesinin, ne de Amerikan Yardım Kurulunun hiçbir şeyden haberi olmamıştı. Amerikalılardan bu iş için yardım istemek, işe burunlarının sokulmasına razı olmak demekti ki, bu takdirde tatbikatın çıkmaza girmesi, meselenin müzakere ve pazarlığa dökülmesi kaçınılmaz bir sonuç olurdu." (D.S. 11) 

FİNANS-KAPİTAL BALTACISI: SİVİL BAKANLAR 

Bunu hiçbir "Sivil" aklının kenarından geçirmek zahmetine katlanamıyordu. Onun için Londra'nın Times'i: Aman Siviller yetişin diyordu. "Hür Basın" ve Sayın "Siyasi Partiler" hep bir ağızdan yankı veriyorlardı. "Aman siviller gelsin Hükümetei" Sayın yaşlı adamların da bilerek bilmeyerek "telaş" ve' "tereddütleri buradan geliyordu. Genç askerler bir yol daha "kendi omuzlarının üstündeki başları" ile küçük bir finans baskını yaptılar. Sonra Sayın Sivil Bakanı karşılarına alıp: 100 milyoni dediler. O işi "Komisyona havale"ye kalktı. "Alican, haklı olarak alışageldiği gibi, bin bir dereden su getirmeye, hükümetin o gün için ancak 25 milyon lirayı tasarruf edebildiğini, bu şartlar altında ödemenin mümkün olup olmayacağının, cay-ı mülahaza bulunduğundan bahsetmeye başladı. Meselenin Komisyona havaleye ve sonu gelmez müzakerelere tahammülü olmadığını kendiliğinden anlamasına imkân yoktu." (D.S. 11) Sivil Bakan sabotajını önceden kestirmiştir genç subaylar. "Komisyona havale" hilesine çarpılmamak için, daha önceden Bakan beye kaçamak bırakmayan bir sürpriz hazırlamışlardır. "Uzman" mı gerek? Finans - Kapitalin şişirdiği bilgin maskeli ajanları yutmazlar. Kendi bildikleri gibi "uzmanı" mumla ararlar. 

DEVRİMCİ ASKER: SUİKASTI ÖNLER 

"Maliye Bakanlığına giderek Bakanlığın işleyişine vakıf ve kişiliğine güvenilebilir bir adam aradım. Bana Bütçe Umum Müdürü Hikmet'i tavsiye ettiler... Bütçe Umum Müdürü, bize o günlerde tamtakır bırakılmış bulunan Devlet Kasasından 100 milyon liranın nasıl bir hafta zarfında, hiç bir mali sarsıntıya sebebiyet verilmeksizin, nakden tediye edilebileceğini öğretmiş bulunuyordu. Bakanlıklara mali yılbaşında bütçe ile tahsis edilmiş maaş ödeneklerinin boş kadrolar karşılığı Maliye Bakanlığı emrine iade edilecek ve biz de, geçmiş yıllarda çarçur edilen bu para ile işimizi görecektik." (D.S. 11) Sonra Sayın Bir Siyasi Parti Lideri olacak Bakan, bilmez sayarak, genç subayları parasız bırakmak istiyor. Subaylar ondan er davranıp, gerekli uzmanlar, her yılsonu çarçur edilen 100 milyon lirayı rahatça çıkartıyorlar, iki "Uzman"; Maliye: Hikmet, Hukuk: Yüzbaşı Sait: "Yeminli ve gizli olarak Ankara Kumandanlığının bir odasına kilitlenip birkaç gün içinde 42 sayılı kanun tasarısını tamamladılar." (D.S. 11)

  "Bilgisiz, beceriksiz, yetersiz ve ilh.'siz" sayılan insanlar, ne yaptıklarını bilirlerse, kendilerinde bulunmayan bilgiyi de, uzmanlığı da herkesten iyi emirlerinde kullanabilirlerdi ve kullanmışlardı. Yalnız, işveren sınıfı için Uzman: Sömürme çıkarlarını haklı çıkarma aygıtı idi; burada Devrim çıkarı önde geliyordu. Birinci raundun ilk basamağı Finans - Kapitale karşı Devrimci subayların üstünlüğü biçiminde geçiyordu. Gerçekte Finans - Kapital usta pehlivan gibi altta güreşiyor, Devrimcileri yıprandırıyordu; sureti haktan görünerek onlara istediğini yaptırıyordu. Ufak tefek azarlanmaları olağan sayıyordu. Al i - can'ın D.S. karşısındaki durumu onu gösteriyordu: "Sözünü kestim, (diyor D.S.) ve -sonradan, akrabası olan Talat Aydemir'e şikâyet ettiğine göre kendisine hayli sertçe gelen bir ifade ile- önümüzde Komitenin kabul ettiği bir kanun bulunduğunu, kanunun tatbikatına Bakanlar Kurulunun memur edildiğini, tali mülahazaların yersiz bulunduğunu hatırlatarak ayağa kalktım. Bakan, elbette ödeme için imkân aranacağını söyledi ve toplantıya son verdik." (D.S. 11) 

ASKERCE TEDBİRLER VE YAŞLI TİLKİLER 

Bu uslu görünüş, Devrimcileri, bindikleri dalı kesip, yapma bir emniyet içinde oyaladı. Aldıkları tek tedbir, sosyal bir sınıf açısından halka inmek yerine, kimi kilit sayılan noktalara, 9 ihtilalci ile onların güvendikleri 3 askeri uzmanı geçirmekle kaldı. 

1 - Talat Aydemir: Harbokulu Kumandanlığına, 
2 - Necati Ünsalan: Jandarma Okul Kumandanlığına, 
3 - Kemal Güner: Jandarma Okul Kurmay Başkanlığına, 
4 - Necmi Berk: Kara Havacılık Okulu Kumandanlığına, 
5 - Naci Asutay: Milli Emniyet Başkan Muavinliğine, 
6 - Nejat Kumuşoğlu: Milli Emniyet İstanbul Müfettişliğine, 
7 - Şükrü İlkin: Ankara Emniyet Müdürlüğüne, 
8 - Faruk Güventürk: İstanbul Merkez Kumandanlığına, 
9 - İhsan Erkan: 22. uncu Piyade Alayına (Ankara Merkez Alayı)... 

Güvenilirlerden: 

1 - Refik Kurttekin: Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanlığına, 
2 - Faruk Gürler: Harp Akademileri Kumandanlığına, 
3 - Yusuf Alpmansu: İstanbul Garnizonu ve 66. Tümen Kumandanlığına...

Bu 12 kat, asker katıydı. Hepsi de Hiyerarşice Yaşlı Generallerin emirlerine itaatle görevliydiler. Gölgedeki adam: "Orduda General bırakmanın hatasını daha ilk adımda gözlerimle görüyordum." (12) diyordu. Ancak yaşlı adamlar, kendi yaptıkları sabotajla kalmadılar. MBK'nin içinde uyandırdıkları ateşi de ustaca körüklediler. Milli Birlik zıt iki kutba parçalandı: 

BİRBİRİNDEN HABERSİZ CUNTA 

1. Kutup (Reformcular): Kabibay - Türkeş - Erkanlı üçüzü çevresinde, Karaman - Akkoyunlu - Baykal - Solmazer - Esin - Özdağ... Devleti "revizyona" uğratmak istiyorlardı. Hem çoğunluk hem güçlü görünüyorlardı. Kararlıydılar. "9 Temmuz gecesi aldığımız kararların uygulanması için hızla çalışıyorduk. İhtilal iktidarının emniyetini süratle sağlamak üzere, Başbakanlıkta bir Merkezi İstihbarat Teşkilatı kurmaya karar verdik. Kadro ve Kanun teklifi gibi zaman alıcı formalitelerle vakit geçirmeksizin, teşkilatın başına Kurmay Yarbay Süreyya Yüksel'i geçirdik. O zaman, seferberlik tetkik kurulu başkanı olan emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı'nın emrindeki istihbarat hizmetinden yetişmiş subaylardan teşkil ettiğimiz bir ekip ile Başbakanlığın bir odasında derhal faaliyete geçtik. "Bu teşkilat; Milli Emniyet, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Jandarma Genel Kumandanlığı gibi organların aracılığı ile bütün Türkiye'nin gözünü ve kulağını bir noktaya topladı." (D.S. 13) Bu, açıkça, bir albaylar Hükümet darbesi idi. Tam cunta, hiç bir sosyal sınıfa dayanmıyordu. 

KARŞI GRUP VE BATAK 

2. Kutup: "Sami Küçük'ün akıl hocalığı yaptığı ve Madanoğlu'nun baş olarak kullanıldığı grubu" idi (D.S. 13). Çevreler: Önce Rafet Aksoyoğlu - Fikret Kuytak, sonra Suphi Gürsoytrak - Ahmet Yıldız'dı. Azınlıktılar. Ama, "Komite dışında siyasi çevrelerle irtibatlı olarak çalıştıkları ve Komite içinde Parti sözcülüğü edercesine ters bir yön tutturdukları intibaı günden güne kuvvetleniyordu." (D.S. 13) Sosyal sınıfla ve onun siyasi örgütü ile el altından ilişiği, onun da en az birinci Cunta kadar illegal çalıştığını gösteriyordu. "Hiçbir zaman belirli bir inanç ile karşımıza çıkmamışlardır." (D.S. 13) Yalnız 1. Cuntayı iyi oyalamışlardır.

Bu iki kutup arasında batak uzanıyordu: Ekrem Acuner: "başlı başına" idi. Özdilek - Ulay Paşalar: Bakan, tarafsızdılar. Sezai Okan - Osman Koksal: Madanoğlu'nu tutmakla birlikte, Türkeş'e karşı (Küçüğünkine benzeyen) bir "alerji" besliyorlar, Özdağ'ın nutuk atışlarına sokranıyorlardı. Tam o sıra, Halim Menteş Roma - Nato'dan geldi. Komite Komisyonlarına girdi, l. Cuntaya karşı açıkça İsmet Paşasız yaşanmayacağı tezini tutturdu. Bir yandan "Madanoğlu grubu ile gaye birliği" (D.S. 14) güderken, ötede "Komite içindeki fikri ve hissi ayrılıkları ortadan kaldırma gayretine" Kabibay ve Seyhan'la "devamlı olarak katılıyordu." (D.S. 14) Bu tavşana kaç, tazıya tut demekti. Paşa, Menteş kılığına girmiş, Komiteyi içinden fitillemişti. 

KÜÇÜK BURJUVA TELAŞI VE BÖLÜNÜŞ 

H. Menteş'in antitezi D. Seyhan'dı. İkisi de Devrimden kâm alamamış, albaylardı. Menteş Paşaları, D. Seyhan Paşa olmayanları temsil ediyordu. Paşalar, CHP ardında akıllı işverenleri tutuyorlardı. Paşa olmayanlar Cunta gölgesinde küçük burjuvaziyi temsil eder görünüyorlardı. Akıllı burjuvazinin ne düşündüğü belliydi. Duygucu küçük burjuvazi için deli olmak işten değildi: "Biz, diyordu D. S.'nin ağzıyla, 27 Mayıs ihtilalini tahakkuk ettirebilmek için altı yıl geceli gündüzlü çalışmıştık. Biz ihtilali, iktidarı Cumhuriyet Halk Partisine devretmek için yapmamıştık. Altı yıl, her türlü feragat ve fedakarlıkla inandığın fikirlerin tahakkuku için ihtilal hazırla ve yap, sonra da fikirlerinin karşısına dikilen ve siyasi gruplanmaların çıkarına hizmet etmeye kalkanların karşısında yılıp sahneden çekiliver!... Olmazdı böyle şey... " (D.S. 14) Ne yazık ki küçük burjuvazinin modern toplumda alınyazısı bu idi. Her küçük burjuvazinin gözü büyük burjuva olmaktaydı; her Albayın Paşa olma niyeti gibi... Ne var ki, Paşa olma kısmeti gibi, büyük burjuva olmak da binde bir kişiye güç nasip oluyordu. M.B.K.'nde herkesin gönlünde bir paşalık yatıyordu. Hiç kimsenin halka inmeyişi, herkesin Saray üst katında kozunu paylaşma hesabı, başka içgüdüye bağlanabilir miydi?

PRENSİPSİZ ANTİKA KULİS OYALANIŞI 

Onun için Komitede her kendi hegemonyası hesabına "Birlik ve Beraberlik" arayan kişi, Komitenin gövdesini gevrek bir çam ağacı gibi yaran kama rolünü oynuyordu. Komitede Paşa olmayanların başı Kabibay'dı: "Kabibay, ihtilalin motoru, bel kemiği ve koordinatörü idi. Fikir anlaşmazlığı durumunda bulunduğumuz kişiler, Kabibay'a hâlâ, eksiksiz sevgi besliyorlardı, yakınlık gösteriyorlardı. İhtilale Madanoğlu'nu ve Küçük'ü o karıştırmıştı. Onlardan, kendisine, dolayısıyla yakın çevresine bir düşmanlık tertiplenmesi aklının ucundan geçmiyordu, hayal edemiyordu. "Elinde kudret vardı. Komite, bir emniyet grubu teşkil etmişti. Başkanlığına Kabibay'ı oturtmuşlardı. Yanına yardımcı olarak; Karaman'ı, Esin'i, Solmazer'i almıştı. Bu emniyet grubu, Komite namına Türkiye'deki bütün aktif kuvvetleri kontrol ediyordu. Kabibay 'ın yaptığı bütün hesapların sonucu yanlış çıkmıştır. Hesaplarda, normal şartların formüllerini kullanıyordu. Halbuki ihtilalin, ortalığı kasıp kavuran ortamında kullanılacak hesap makinesi piyasadan satın alınacak cinsten değildi." (D.S. 14) Daha doğrusu. Kabibay'ın kullandığı hesap makinesi: 

1 - "Piyasadan" satın alınmıştı, ama, 
2 - Çok eskiden (belki Babil çağından beri) satın alınmış ve kullanıla kullanıla hurdalaşmış bir makineydi. 

O makinenin dilinden, acemi albaylardan çok usta paşalar anlardı. Mesele o makineyle iş görmeye kaldığı andan itibaren, mekanizma otomatikman eski ustaların insaflarına kalmış demekti. Bütün beklenen şey, ilk şokun uyandırdığı şaşkınlığı geçirmek, vakit kazanmak, saatinin geldiğini görmekti. 

KESKİN KARAR: "FİKİRSİZLERİ" BUDAMA 

Yarışı kim kazanacaktı? İkinci baskını yapabilen. Baskın ne denli erken olursa, o denli genç Albaylar lehine olabilirdi; ne denli geç kalırsa, o denli yaşlı Paşaların değirmenine su götürecekti... Komitedeki gençler yalancı bir emniyet içindeydiler. Kabibay, yanına aldığı şüpheli Türkeş grubu yüzünden, her gün biraz daha aleyhinde çalışanlara taraftar kazandırıyordu. Biçimcil iktidarı elinde tuttuğu sanısı ile boyuna vakit kaybettiriyordu. Heyelanı, Komite dışında olanlar daha iyi seziyorlardı. Sezenlerin başında, Menteş'le açık kart iskambil oynayan ikiz - düşman - kardeş Dündar Seyhan geliyordu: "Eylül ayının başlarında, bütün emeklerin boşa gittiğini ve artık birlik ve beraberliğin teessüs etmesinden şahsen ümidimi kestiğim zaman, başvurulacak tek çarenin, Komitenin fikirsiz kanadını budamak olduğu kanaatine varmıştım. İhtilalin mukadder tecellisine ve kanunlarına tabi olmaktan başka yapılacak iş kalmamıştı. Ya biz sahneden çekilecektik veya onlar çekilecekti" diyordu. (D.S. 14) "Kanaatimi, derhal yakın arkadaşlarıma açtım. Kabibay, Erkanlı, Türkeş ve çevremizdeki diğer arkadaşlarla, tereddütsüz olarak başka bir hal çaresi kalmadığında birleşivermiştik. Komiteden, ihtilalin gayelerine aykırı çalışmaları görülen 4-5 kişinin memleket dışında ikamete gönderilmesi meseleyi kökünden temizleyecekti." (D.S. 14) "Fikirsizlik" ne idi? Pek belli değildi. 

KARARSIZ UYGULAMA TÖKEZLEYİŞİ 

Gelin görün ki, "Tereddütsüz" iş küçük burjuva işi değildi. Nitekim gençlerin en büyük tereddütleri "karar" alındıktan sonra başladı. Laf başka, iş başkaydı. 
1 - Ne yapacaklarını bilmiyorlardı: "Sonradan birçok dedikodular ortaya çıktı. Şu veya bu kişi, şu veya bu şekilde karar kesilmiş, diye. Açık belirteyim ki; hepimiz tam bir karar birliği içindeydik. Fakat bu karar uygulandığı zaman, kimin memleket dışına gönderileceği ne tespit edilmiş, ne de bu konu tartışılmıştır. Hele, Cemal Gürsel'in gerek mevkii ve gerekse şahsı hakkında özel bir hükme varmak hiç kimsenin aklının ucundan geçmemiştir." (D.S. 14) 2 - Ne zaman yapacaklarını boyuna erteliyorlardı: "Karar, bu sefer, bizim aramızda tartışma konusu olmaya haşladı. Hepimiz başka bir şekil göremiyorduk. Ya onlar gidecek, ya biz temizlenecektik. "Fakat iş, kararın uygulanması sorununa dayanınca çekimserlikler doğuyordu. Türkeş her an hazır vaziyette bekliyordu. Mesele gelmiş Kabibay'a dayanmıştı." (14)

 "SABAHLARA DEK BİRBİRİNE GİRME" 

"Eylül'ün başından beri, aramızdaki tek tartışma bu olmuştu. Her gece saat en az üçe kadar, çoğu zaman Türkeş'in odasında, birbirimize giriyorduk. Fakat bütün bu çabalamalar, verilmiş kararın uygulanması için harekete geçmeye yeter görünmüyordu." (D. S. 14) Dikkat edelim. Küçük burjuvazinin meşhur bir "aklının ucu" vardır. Küçük burjuvazi pek güvendiği "Akl/"nın çerçevesi içinde her kurnazlığı, hatta her insafsızlığı düşünür de; "Aklının ucu" dediği yere gelindi mi, o sınırı aşılmaz bulur. Aksi gibi de bütün tekinsizlikler hep o "Aklının ucu" sınırında mahşerleşir. Türkiye'nin asker, sivil bütün Gizli Emniyet Teşkilatlarını kaplayan Komite Emniyet Grubu Başkanı Kabibay'ın "Aklının ucuna": düpedüz karşılaştıkları Madanoğlu ve Küçük'ün "bir düşmanlık tertiplemesi" gelmiyordu. Ve bütün genç ihtilalcilerin "Aklının ucuna": "Cemal Gürsel'in gerek mevkii ve gerekse şahsı" gelmiyordu... Bir de ne görüyoruz? Bu her iki "Aklın ucu" birleşiyor. Zaman kazanmak için "eksiksiz sevgi ve yakınlık" gösterilerinde kusur etmiyor. Hiç beklenmedik anda, umulmadık bahane ile her iki "Aklın ucu" gelip ihtilalcilere batıyor. Bir böcek vardır; avını yavrularına canlı et olarak yedirmek için, öldürmez, felç eder. İhtilalcileri felce uğratan iğne, kendi "Birlik ve Beraberlik" iğneleri oldu. Bu iğnenin en aslına uygunu Yurdakuler'di. 27 Mayıs öncesinde Ankara ile İstanbul arasında kopan ikiliği o gidermişti. Şimdi gene sırf "Birlik ve Beraberlik" aşkıyla, keskin ihtilalcilerin "Her gece saat en az üçe kadar birbirlerine girdikleri" tartışmaların yapıldığı yerin kapısına kulağını dayadı ki, ne dinlesin? Komiteden bile olmayan bir Gölgedeki Adam, Komitenin "Birlik ve Beraberliği"ni lafla da olsa paramparça ediyor: "Bir gün, Muzaffer Yurdakuler, yakın arkadaşlarımızla konuştuğumuz bir yerin kapısından, benim alınan kararı uygulamakta gecikmemizi eleştiren konuşmamı, tesadüfen duymuş ve derhal soluğu Komitede alarak duyduklarını genel kurula getirmiş. Ortalık, hemen kötüsüne karıştı. Aslında Yurdakuler'in bu telaşlı hareketi, benim şahsıma duyduğu iğbirardan doğmuyordu. O, bu konuyu örneği ile ortaya getirerek, anlaşmazlıkların, Komitenin sonucunu nereye kadar götüreceğini delilleriyle ispatlamak istemiştir. Gayret tam tersine hizmet etti. Niyetimizin duyulması, fikir anlaşmazlığı içinde bulunduğumuz kişilere zamanında alarm işareti çekmek olmuştur." (D.S. 14) 

VAKİT KAZANAN "PRATİK ADAM"LAR 

Genç devrimci küçük burjuvalar bir sosyal sınıf perspektifine dayanmıyorlardı. Dayansalar, bu ifşaat, birçok sosyal devrimlerde olduğu gibi, hareketi daha çabuk zembereğinden serbest kılmaya yarar, aceleleştirirdi. Bizim ihtilalcilerin bütün perspektifleri: "Baskın basanındır" metoduna dayanıyordu. Basılacaklar, haberi almışlardı. Sosyal bir sınıfın sivil - asker teşkilatlarına ve çevrelerine: yangın var, "silah başına" çığlığını basacaklardı: "Bu alarmı (silah başına'yı) alanlar, hemen faaliyete koyuldular. Ordu birliklerinde yakın arkadaşları, Kumandan olan Komite üyeleri, bu Sayın Kumandanlara hulus çakmaya başladılar. Birbirleriyle bu yönde yarışa koyuldular. Her fırsatta, herkes ordunun içerisindeydi. Kıta Kumandanlarının isteklerini yerine getirmek için çalışmak, Komitenin tek gayreti haline geldi." (D.S. 14) İhtilalcilerin bu durumda başvurdukları tek davranış, meşhur "Ordunun siyasetle uğraşmaması" prensibi oldu. Kim uğraşacaktı ya siyasetle? Gölgedeki Adam... Kendisi, Komitedekiler, Hükümet ve Devlet Başkanı "asker" değiller miydi? Hangi siyasetle uğraşmamışlar, uğraşmıyorlardı? Maymun gözünü açmıştı. Mademki, sosyal sınıflar dışında sırf Orduyla iş yapılacaktı, işte herkes orduda siyasetini yürütecekti. Herkesin "Hulus çak"tığı "Sayın Komutanlar" kimin di? 6 Haziran "Sessiz ihtilal"inde "Orduda kalan diğer bazı generallerdi. Onlar 4 aydır: "Ellerine geçirdikleri her fırsatta, ihtilalcilerden duydukları kompleksin acısını çıkarma yoluna sapmış" (D.S. 12) değiller miydi? Onlar için Gölgedeki Adam ne demişti? "Emeklilik zarflarını dağıttırdı. Kısaca: "- Hepiniz tekaüt oldunuz. Üzülecek bir şey yok, iyi de para veriyorlar, diyerek kesip atıverdi. Pratik adamdı doğrusu..." (D.S, 12) Gölgedeki Adam onlara şöyle gözyaşı döküyordu: "Orduyu, siyaset dışı bırakma düşüncesi bu şekil davranışlarla her gün biraz daha boşa çıkıyordu. Kimse prensiplere bağlı kalmayı aklına getirmiyordu." (D.S, 14)

Hep, "Akıl"!.. Oysa "Sayın Komutanlar" her şeyden önce "Pratik adam"lardı. "Lisan'ı halleriyle", "Ordu siyasetle mi uğraşmasın?" diyorlardı. "Tamam, siz Albaylar da Ordudansınız. Bakın biz nasıl Paşa gibi 40 yıl oturduk. İstediğiniz gibi Orduyu siyasetten, ayırmak için, Siyaseti sivillere bırakın!"

 "MÜRŞİDE TESLİM" OL: İLK DİREKT! 

"PratikAdam" oldukları için lafta kalacağa da hiç benzemiyorlardı. "Orhan Kabibay, Birlik ve Beraberlik sağlayabilmek için her vasıtaya başvurmaktan yılmıyordu." (D.S. 13). Ona güvenip suçüstü yakalanmakla felce uğrayan ihtilalciler, kendilerinden umudu kestiler. Tüm asker içgüdüsü ile hiyerarşinin tepesindekinin insafını beklediler: "Umutlar yine Gürsel'e yöneldi. Dizginleri bir toparlasa diyorduk. Bekliyorduk bunu. Bir düzenlese ortalığı, diye herkes umudunu ona dikmişti." (D.S. 14) Paşa (burada Gürsel Paşa da, ismet Paşa da, başka herhangi Paşa da olurdu), ihtilalcilerin kendi elleriyle uzattıkları "dizginleri" sımsıkı tuttu. Kimdi Paşa'nın M.B.K.'deki evlatlarını kışkırtan? Dündar Seyhan. Kimdi bu kışkırtmaya "Lebbeyk Hazırım" diyen? Alpaslan Türkeş. Gölgeden artık iyice güneşe çıkmış olan Dündar Seyhan diyor ki: "Roma kara ataşeliğine atandım. Amerika'da bulunan ailemi alıp Roma'ya nakletmek için memleketten geçici olarak ayrılmak zorunda kaldım. Türkeş'e veda etmeye gittiğim zaman, o da Başbakanlık müsteşarlığından ayrılmak üzere masasının gözlerini topluyordu... İçine düştüğümüz tereddüt havası, bize ilk rauntta sımsıkı bir direkt çekiyor ve sersemletiyordu." (D.S. 14) O besbelli durumda "TEREDDÜT" geçti mi? Ne gezer. İ.İ.'nin o sıralar C. Gürselle buluşmaları bir yana 9.6.1966 günü bile Gölgedeki Adam dahi halâ Paşa'yı o günlerde şöyle görüyordu: "İşlere karışmasının etkisiz kalabileceğinden çekiniyordu herhalde. Yahut da, onun için gerekli tedbirlerin tam olarak alınma zamanı gelmemişti. Hep pasif, hep çekingen, hep babacan "aga"lık davranışlarıyla yetiniveriyordu." (D.S. 14)

1960 Ekim başında "Roma'daki görevine katılan" Gölgedeki, sık sık haberleştiği Kabibay'a en sonra: "Mademki siz en yakın arkadaşlarınızı memlekete çağırabilmek gücünü kendinizde bulamayacak hale geldiniz, o halde çok yakın zamanda, benim sizleri yurt dışında karşılamam, artık mukadder bir felaket olmak yolundadır." (D. S. 14) diye yazmıştı. "Kabibay, Yassıada'dan telefonla aradı. Durumun iyiye gittiğini, endişe edecek bir şey bulunmadığını söyledi." (D.S. 14) 

BASKIN ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR: SON DİREKT 

Neye, kime güveniyordu? Herhalde 9 kilit noktaya yerleştirdikleri 9 ihtilalciye. 13 Kasım gecesi bu 9 kişiden 5'inin durumu şöyle oldu: 1 - Aydemir: (asıl vurucu güç: Harbiye) "Komitenin parçalanmasını" istedi. 2 - Ünsalan: (ikinci güç: Jandarma Okulu) "baskina uğradı. 3 - Güventürk: (İstanbul Garnizonu) kime olsa "Pestil çıkarır"... Bütün vurucu güçler arasında bağ kuracak olan: 4 - Asutay: (Milli Emniyet Başkan Yardımcısı) ile, 5 - Kumuşoğlu: (Milli Emniyet İstanbul Müfettişi)... belki de Roma'da Gölgedeki Adamla kumpas kurtluya gönderilerek Türkiye sınırları dışına atılmışlardı. "14 Kasım 1960... eski ihtilalci iki arkadaşım, Kurmay Albay Naci Asutay ve Nejat Kumuşoğlu İtalya'yı ziyarete gelmişlerdi... Napoli'de kaldığımız bir pansiyonda sabah gazetelerini elimize aldığımız zaman beklediğimiz korkunç sonucu öğrenmiş bulunuyorduk... Başta Kabibay olmak üzere, Türkeş ve diğer yakın arkadaşlarımızın Komite üyeliği hakları ellerinden alınmış, emekliye sevk edilerek tevkif edilmişlerdi... Biz eski ihtilalcilerin onlar için tam zamanında düşündüğümüzü, Öne almışlar, onlar bize uygulamışlardı." (D.S. 15) Ve uygulama adamına göre oldu. Tereddütlü Kabibay'a, uzattığı tabancası için: "İnşallah sana kendi elimle iade ederim" denerek "İnsanlık ve mahviyetkarlık gösterildi." Tereddütsüz "Türkeş'in evine Kızıloglu'nun adamlarıyla saldırılmış, kapıları kırılmış, beş çocuğu çılgına dönmüş, polislerin elinden babalarını almaya savaşmışlar ve etraf felaketli bir manzara seyretmiş!.. (D.S. 15)

BİRLİK YERİNE: BÖL VE HÜKMET 

Karşılarında, dolaysız olarak, kendilerinden başka hiç kimse görünmediği zaman, bile, kendi kendilerini sırf prejüjeleri ve tereddütleriyle nakavt eden ihtilalciler, sırtlan yere gelince şaştılar. Kimdi onları kündeye getiren? Etliye sütlüye karışmaz görünen "hep çekingen, hep babacan" Gürsel "aga" mı? Kabibay'ın, aş içinde bir kaşık tuz bulunsun gibilerden eliyle ihtilale kattığı, "eksiksiz sevgi, yakınlık" gösteren Madanoğlu veya Komitede bile bulunmayan Kızıloğlu gibi teknik aygıtlar mı?... Kurucu Meclis, teşkilatlı yurttaşların tayinleriyle kolay toplandı. Ona gerçi işçi sınıfının siyasi örgütleri sokulmadı; ama sendikalar sokuldu. M.B.K. fiilen yoktu; ama kimse 27 Mayıs yoktur diyemiyordu. Komitenin bir kısmını makaslayarak ihtilalin devamlılık ve akıcılık niteliğini kökünden budadıklarını zannedenler, fikri doğuşların nedenlerini araştırıp meydana çıkarma yerine, olayları günlük olarak düzene sokma heves ve gayretinden ileri tek adım atamamışlardı." (D.S. 16) Çünkü "13 Kasım operasyonu", Ordu içinde Devrimci küçük burjuvaziyi "makaslamış", geri kalanları büsbütün ümitsiz bir hoşnutsuzluğa sürüklemişti. Subay kadrolarına, pekiyi anladıkları "Birlik ve Beraberlik" parolası atılmıştı. 27 Mayıs kardeşi kardeşe düşürmeyi önleyecekti. "Tabiidir ki, bu ne nutukla, ne de (Kardeşlik haftası) tertibi ile olabilirdi... (Partiler üstü) olamamıştı M.B.K.. (Kardeşler arasındaki kavga) önlenmiş, fakat (Kardeşler arasındaki husumet) giderilememişti. Bilakis artmıştı. Yaygın bir kanaat (14'ler kalsaydı, bunlar gerçekleşecekti) şeklinde tecelli etti. Bu kanaate ulaşanları (14) lerin adamı olarak nitelemek doğru olmaz. Esasen biz, fikirlerin peşinde adam görmeye alışkın olmalıyız. Adamların peşine uşaklar yakışır." (D.S. 17, Talat Turhan'ın mektubu) 

FİNANS-KAPİTALİN DEDİĞİ OLUR 

Finans - Kapital: "Birlik - Beraberlik" ütopisini değil, esnek egemenlik istiyordu. Azınlığın bir ülkede egemen olması için ise: "Böl ve Hükmet" parolasıyla, bütün güçleri kendi aralarında dağıtıp, Finans - Kapital yönünde birleştirmekti. CHP hizbi DP hizbini sözde Orduya devirtmişti. Şimdi karşısında, emirlerine uymayan bir Ordu küçük burjuvazisi görmek istemiyordu:

"CHP partizanları, ihtilali kendi muhalefetleri ile hazırladıklarını, meyveyi olgunlaştırdıklarını, fakat bu Meyvanın Silahlı Kuvvetlerce (MBK üyeleri tarafından) koparıldığını ve iktidarın kendi tabii hakları olduğu hissinden kendilerini kurtaramadılar." (D.S., 17, Mektup) Bu kanı ile CHP bir yandan, kendi gönülleriyle halka, 27 Mayısı gasp etmiş bir Ordu gösteriyordu; öte yandan eski DP, gönüllüleri kanalından, Ordu Menderes'i asacak bir CHP aleti gibi tanıtılıyordu. Böylece, azıcık Reform isteyerek Halkı tutmaya kalkışan Ordu küçük burjuvazisi, her iki (akıllı ve akılsız) Finans - Kapital hizbi tarafından Halka karşıymışça kötüleniyordu. Ordu, solculara "faşist", sağcılara "komünist" diye umacılaştırılıyordu: "CHP teşkilatınca iktidara sahip çıkılmıştır. Bu husus, kutuplaşmaları Önlemek şöyle dursun, artmasına sebep olmuştur. Bu hal, eski vahim duruma ilaveten, fikri ve hissi alanda, Silahlı Kuvvetlerle CHP'li olmayan halkı karşı karşıya getirmek gibi berbat bir sonuç doğurmuştur." (D.S., 17, Talat Turhan mektubu).

14.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder