26 Kasım 2019 Salı

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4




İsrail’le İlişkiler.,

     İsrail-Türkiye ilişkileri son döneme kadar büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisi altında şekillenmiştir. 

    İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail’in kurulmasının hemen ardından, Sovyetler Birliği’nden gelen tehditler karşısında bir çıkış yolu arayan Ankara’nın bu arayış içerisinde dönemin “süper gücü” olarak ortaya çıkan ABD’ye yaklaşması kendisini, bu ülkenin desteğine sahip olan İsrail’e de yakınlaştırmış ve Türkiye İsrail devletini tanıyan ilk İslam ülkesi olmuştur. 1964’teki Johnson Mektubu’na kadar ABD ile kurduğu çok yakın ilişkiler nedeniyle İsrail’in bölgedeki saldırgan politikaları karşısında sessiz kalan Türkiye, Johnson Mektubu’nun ardından, özellikle Kıbrıs meselesi çerçevesinde Birleşmiş Milletler’deki yalnızlığını yenmek için giriştiği açılım çerçevesinde Ortadoğu’daki Arap ülkelerine de yakınlaşmaya başlamış, bu da zaman zaman İsrail’e karşı tavır alması sonucunu doğurmuştur. 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında Arap ülkelerine yardım taşıyan Sovyet uçaklarının hava sahasını kullanmasına izin veren Türkiye, 1975’te BM Genel Kurulu’nda “Siyonizmin ırkçılığın bir türü olduğuna dair” kabul edilen karara destek vermiş, 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek bütün Kudüs şehrini başkent ilan etmesine karşı çıkarak bu ülkedeki diplomatik temsilciliğini ikinci katip düzeyine indirmiştir. 
Ancak Türkiye, ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerde bile, birçok Arap ülkesinin taleplerine karşı çıkarak, İsrail ile diplomatik ilişkileri tamamen kesme yoluna gitmemiştir.

1990’ların başında İsrail-Filistin sorununun çözümü konusunda atılan adımlar (1991 Madrid ve 1993 Oslo), İspanya’dan sürülen Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne sığınmalarının 500. yılı kutlamaları ve Soğuk Savaş sonrasında taşların yerinden oynadığı bir dönemde ABD’nin desteğini kaybetmeme endişeleri Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin hızlı bir şekilde yakınlaşması sonucunu doğurmuştur. 
1996’da yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşmasıyla ekonomik anlamda birçok alanda ortaklıklar hayata geçirilmiş ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi hızla artmıştır. Aynı yıl imzalanan Askeri İşbirliği Çerçeve Anlaşması ile “stratejik ittifak” nitelendirmelerine konu olacak düzeyde gelişen Türk-İsrail ilişkileri, 1999’da Türkiye’de yaşanan büyük depremin ardından bölgeye ilk gelen yabancı sivil savunma ve kurtarma ekipleri arasında İsrail sivil savunma görevlilerinin bulunması ile daha da yakınlaşmıştır. Bu olumlu atmosfer ekonomik ilişkilere de yansıması sonucu İsrail’den Türkiye’ye önemli sayıda turist gelmiş Akdeniz kıyıları İsrailli tatilcilerle dolmuştur. 

Ancak 2000’li yıllara girilmesiyle iki ülke ilişkileri daha ziyade iki ülkenin birbirleriyle olan sorunlarının dışında gelişen olayların ve bu olaylara verilen tepkilerin etkisiyle giderek kötüleşmiştir. İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid’in 2000 yılının Nisan ayında “İsrailli çocuklara Türklerin işlediği Ermeni katliamının öğretilmesi” gerektiğini söylemesiyle hafif çaplı bir kriz yaşanmıştır. Hemen ardından El-Aksa İntifadası olarak da adlandırılan İkinci İntifada’nın başlaması ve bu süreçte binlerce Filistinli’nin İsrail askerleri tarafından katledilmesi Türkiye’de tepkiyle karşılanmış, İsrail’in halk nazarındaki imajı önemli ölçüde zedelenmiştir. Tam da bu sırada 2002 yılında İslami kimliğiyle öne çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’de açık ara zaferle iktidara gelmesi İsrail’de endişelere neden 
olmuştur. Nitekim bu endişelerin “haklılığı”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2004’ün Mart ve Nisan aylarında Hamas liderleri Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin İsrail tarafından öldürülmesine gösterdiği sert tepki ile ortaya çıkmıştır. Erdoğan bu tarihlerde İsrail’in Filistinlilere karşı politikasını “ Devlet Terörizmi ” olarak adlandırmıştır. 

2004 yılında İsrail Başbakanı Ariel Şaron Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasında barış görüşmeleri için arabulucu olması teklifini reddetmiş, Türkiye’nin İsrail’e su satışı ihalesi İsrail Hazine Bakanlığı tarafından reddedilmiş ve bunun da etkisiyle İsrailli firmalara Türkiye’de verilen bir takım ihaleler iptal edilmiştir. Sonraki birkaç yılda İsrailli bazı firmaların Kuzey Irak’ta PKK’ya askeri yardımlarda bulunduğu haberleri medyada yer almış ve iki ülke arasındaki ilişkiler daha 
da yara almıştır. Öte yandan Türkiye’nin Suriye ve diğer bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi de İsrail’i rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık 2007 ve takip eden yıllarda Amerikan politikasında çok güçlü bir konuma sahip olan İsrail lobisinin Türkiye aleyhinde lobi faaliyetleri yapmasına kadar gidecek gelişmelere neden olmuştu. Bu dönemde İsrail lobisinin en güçlü örgütlenmelerinden olan Anti-Defamation League (ADL) Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları trajediyi ilk defa “Soykırım” olarak kabul etmiş ve bunun Amerikan 
Senatosu’nda kabul edilmesi için çalışmalar yapmıştır.

İlişkilerin bu derece gergin olduğu bir dönemde, Eylül 2007’de İsrail jetleri Suriye’ye girerek Fırat nehri kıyısındaki birkaç hedefi vurmuş ve iki ülke neredeyse savaşın eşiğine gelmiştir.76 Ancak durumu Türkiye açısında da önemli kılan İsrail uçaklarının Türkiye hava sahasına izinsiz olarak giriş yaparak bu saldırıyı gerçekleştirmiş olmasıydı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan İsrail’in bu hareketinin “kabul edilemez” olduğunu söyleyerek tepkisini belirtmişti. Bu olaya rağmen Türkiye, İsrail ve Suriye arasında görüşmelerin yürümesini sağlamış ve diplomatik bir başarı örneği sergilemiştir. Nitekim 
18 Mayıs 2008’de yapılan açıklamada tarafların görüşmelere devam ettiği vurgulanmış ve gerçekten de görüşmeler yaklaşık 6 ay kadar sürmüştür. İsrail Başbakanı Ehud Olmert Aralık ayının son haftası Ankara’ya gelmiş ve Suriye ile artık doğrudan görüşmelere başlayabileceklerinin haberini Başbakan Erdoğan’a bildirmiştir. Ancak Olmert’in, ziyaretinin hemen ardından, 27 Aralık 2008’de, Gazze’ye gerçekleştirecekleri operasyondan Türk Başbakanı’na tek bir kelime 
dahi etmemiş olması yüzünden iki ülke arasında gerçek anlamda bir kriz patlak vermiştir. Ayrıca operasyonla birlikte İsrail-Suriye görüşmeleri de donma noktasına gelmiş ve Türkiye’nin yıllardır sürdürmeye çalıştığı barış görüşmeleri sona ermiştir. İşte 2009 yılı Türkiye ile İsrail arasında daha önce olmadığı kadar gergin bir atmosferde başlamış ve bu gerginlik yıl içerisinde gerçekleşen birçok olayla daha da artmıştır.77 

2009 Yılı Gelişmeleri., 

2009 yılı Ortadoğu’da tüm devletlerle ilişkilerini geliştiren Türkiye için tek istisna olan İsrail ile ilişkilerin ciddi anlamda zarar gördüğü bir yıl olarak kayıtlara geçti. İsrail’in Gazze şeridine yönelik harekâtı sırasında Ankara’dan yoğun eleştiriler gelmiş, bu eleştiriler 29 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen “Gazze: Ortadoğu’da Barış 
Modeli” panelinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı’na “Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum” diyerek toplantıyı terk etmesiyle tüm dünya önünde ortaya konmuş ve Türkiye-İsrail ilişkileri derin yara almıştır. 
Bu olayın ardından Türk-İsrail ilişkileri onarılması güç bir gerileme sürecine girerken yıl içinde gerçekleşen bir takım olaylar bu çatlağı daha da derinleştirmiş tir.    
Bu olaylar arasında İsrail’deki seçimlerden Benjamin Netanyahu’nun başını çektiği aşırı sağ koalisyonun çıkması, TRT’de yayınlanan “Ayrılık-Aşkta ve Savaşta Filistin” isimli dizide İsrail askerlerinin Filistinli çocukları öldürdüğü sahnelerin gösterilmesine İsrail’in sert tepki göstermesi, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’i her yıl düzenlenen “Anadolu Kartalı” askeri tatbikatından çıkarması en göze çarpanlardır. Ayrıca iki ülke liderlerinin ve politikacılarının 
birbirleri hakkında zaman zaman yaptıkları sert açıklamalar gerginliğin yıl boyunca canlı kalmasına yol açmıştır.

İsrail’in Gazze Saldırısı.,

Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesine etki eden en önemli gelişmelerden biri olan Dökme Kurşun Harekâtı (Operation Cast Lead) 2008’in son günlerinde, 27 Aralık’ta İsrail Hava Kuvvetleri’nin Gazze’de sivil hedefleri vurmasıyla başladı. İsrail güçleri Hamas ile bir şekilde bağı olan 603 hedefi operasyondan önce belirlemiş ve ilk dört günde bu hedeflerin hepsi en az bir kere vurulmuştu.78 Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin (FİHM) hazırladığı rapora göre operasyonun 
ilk haftası boyunca denizden ve havadan olmak üzere yaklaşık 300 saldırı gerçekleşmiş, bombardımana 37 ev, 67 güvenlik ve eğitim alanı, 20 çalışma merkezi, 25 kamu ve özel kurum, 7 cami ve 3 üniversite hedef olmuştur.79 

İsrail’in Gazze operasyonu sırasında gerçekleşen ölümler konusunda farklı rakamlar rapor edilmekle beraber en az 1400 Gazzeli’nin öldüğü bildirilmiştir. İsrail Savaş Suçlarının Takip Edilmesi ve Belirlenmesi Merkezi Komisyonu’nun (The Central Commission for Documentation and Pursuit of Israeli War Criminals) verdiği rakamlar İsrail’in siviller üzerinde gerçekleştirdiği katliamı açıkça göstermektedir. Merkeze göre 341’i çocuk olmak üzere toplam 1.444 kişi İsrail askerleri tarafından öldürülmüştür.80 FİHM’nin hazırladığı listeye 
göre81 ise öldürülen 1417 Filistinliden 926’sı sivil, 255’i polis, 236’sı Filistinli savaşçılardır.82 Ayrıca öldürülenlerden 313’ünün çocuk ve 116’sının da kadın olduğu belirtilmiştir.

Türkiye’nin İsrail’e gösterdiği büyük tepkinin kaynağında olan sivillere karşı katliamlar Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Goldstone Raporu ile teyit edilmiş, İsrail’in savaş suçu işlediği belirlenmiştir. Bu çerçevede İsrail askerlerinin Filistinlileri operasyonlar sırasında insan kalkanı (human-shield) olarak kullandığı belirtilmiş ve buna maruz kalan Filistinlilerle yapılan mülakatlara yer verilmiştir. 
Bunlar arasında Mahmud el-Ajrami, Abbas Ahmed İbrahim Halava ve Macdi Abd Rabbo ile yapılan mülakatlar, İsrail askerlerinin nasıl savaş suçu işlediklerini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.83

İsrail’in Gazze operasyonunu Türk hükümeti için daha da anlaşılmaz hale getiren bir nokta da Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk görüşmeleri yürüttüğü bir sırada gelmiş olmasıdır. Nitekim İsrail’in o dönemdeki başbakanı Olmert 22 Aralık’ta Ankara’ya gelerek Suriye ile doğrudan görüşmelerin başlaması için hazır olduklarını Erdoğan’a iletmiş, ancak Gazze operasyonu hakkında hiç bir şey söylememiştir.84 

Buna karşılık Erdoğan Aralık ayının sonunda çıktığı Ortadoğu turunda İsrail’i 
programına almamış ve Başbakan “İsrail bir ateşkese yanaşmadan kendileriyle 
görüşmeyeceklerini” belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “İsrail’in Gazze’de yaptıklarından dolayı insanlık adına utandığını” söylemiştir.85

Davos Etkisi.,

İsrail’in kanlı Gazze operasyonunun ardından Türk hükümeti İsrail’e yönelik eleştirisinin dozunu artırdı. 29 Ocak’ta Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i Gazze’de yaşananlardan dolayı ağır bir dille suçladıktan sonra, diplomatik tüm teamüllerin ötesinde insani bir tepki göstererek toplantıyı terk etti. Olay ülkede ve 
yurtdışında geniş yankı bulurken birçokları iki ülke ilişkilerinin bir daha eski “mutlu günlerine” dönemeyeceği yorumları yapmıştır.86 Erdoğan’ın Davos’ta bir siyaset adamından beklenmeyecek derecede sert bir çıkış yapmasını nasıl açıklayabiliriz? Bunu sadece Türkiye–İsrail ilişkilerinde derin bir çatlak olarak mı görmeliyiz? 

Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın Davos’un ardından binlerce kişi tarafından karşılandığı İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı basın açıklamasında söylediği bir noktanın altını çizmek gerekir: “Benim kızgınlığım ne Yahudilere, ne de İsrail halkınadır. Gösterdiğim tepki İsrail hükümetinin Gazze’de gerçekleştirdiği operasyonlara ve Filistinlilere karşı olan politikalarına yöneliktir. İnsanlarımız hangi Başbakan olsa aynı tepkiyi vermesini beklerdi”.87 Bu açıklamayla Erdoğan İsrail hükümetine defalarca kez verdiği mesajı yeniden 
tekrarlamış ve Türkiye’nin artık İsrail’in politikaları karşısında sessiz  kalmayacağını ima etmiştir. Bir taraftan da hem Türkiye’deki Yahudi nüfusun herhangi bir tehlike altına girmemesini temin için, hem de İsrail halkına doğrudan bir kastının olmadığını anlatmak için mesajının kime ulaşması gerektiğini kesin bir dille belirtmiştir.

Davos’ta yaşananlar Erdoğan’ın anlık tepkisinin yanında, birikmiş bir politik tepkinin de dışavurumu olarak algılanmalıdır. Nitekim Erdoğan diplomatik bir dil kullanma konusunda kendisinin de zafiyeti olduğunu söylemektedir. Bir başka neden de, Peres’in yaptığı suçlamalara Erdoğan’ın bu şekilde bir tepki göstermemesinin onun yurtiçindeki karizmasını ve itibarını sarsabilecek olmasıydı. Bunu riske etmek istemeyen Erdoğan Peres’in verdiği tepkiye çok daha katısıyla karşılık vermiştir.88 Bir üçüncü neden ise Erdoğan’ın seçmen 
kitlesinin kendisinden böyle bir tepkiyi bekliyor olmasıdır. Bunu, İstanbul’a dönüşünde havaalanında binlerce kişi tarafından karşılanmasın ardından kahramanlık sloganları arasında yaptığı konuşmadan anlayabiliriz. 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun temellendirdiği yeni dış politika anlayışının bir sonucu olarak İsrail’e karşı artık tepkisiz kalamazdı. Bu anlayışa göre, bölgedeki tüm sorunlar birbirleri ile bir şekilde bağlantılıdır ve bir sorun çözülmeden diğerinin çözümü mümkün gözükmemektedir. Bu anlamda İsrail-Filistin sorununun çözümü bölge barışı için bir önkoşul olarak görülmektedir. Ayrıca yine bu anlayışa göre, Türkiye dış politika önceliklerini Batı’dan, özellikle 
Amerika’dan, bağımsız bir şekilde belirlemek zorundadır. Türkiye dış politikasının merkezine kendi paradigmalarını yerleştirerek buna göre uluslararası siyasette boy göstermelidir. Bu çerçevede İsrail ile sınırsız ve sorgusuz işbirliğinden ziyade çıkarların gerektirdiği ölçüde ve kararda bir işbirliği içinde olunmalıdır. 

Olaya İsrail açısından bakıldığında karşımıza çıkan en önemli gösterge, İsrail’in Türkiye’nin bölgedeki yeni politikalarından ve aktivizminden rahatsız olduğu gerçeğidir. İsrail kendisine en yakın Müslüman ülke olan Türkiye’yi her şekilde ikna edebileceğini düşünmekteydi. Ancak Ankara’nın yeni dış politika ilkeleri sonucunda Türkiye’nin politikalarının farklılaştığını anlayan İsrail bölgede iyice 
yalnızlaşacağının farkına vardı. İsrail’den beklenen Türkiye ile arasını iyi tutmasıyken aşırı sağcı hükümetlerin ölçüsüz politikaları sonucunda Türkiye ile ilişkiler her geçen gün gerilmiş ve Davos’ta belki planlanmamış bir şekildeki gövde gösterisiyle olabilecek en kötü noktaya doğru sürüklenmiştir.

Her ne kadar İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez 30 Ocak’ta Başbakan Erdoğan’ı arayarak Davos’ta yaşananlardan dolayı özür dilediyse89 ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada “İsrail’le ilişkilerimize önem veriyoruz ve ilişkilerimizi korumak istiyoruz“ dediyse de,90 Davos olayı etkilerini hemen ve daha sonra yıl içinde birçok şekillerde göstermiştir. İsrail-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi uluslararası medya tarafından 
ilgiyle takip edilirken, analizlerden çıkan temel noktalar arasında, iki ülke arasında bir bölgesel liderlik çekişmesinin yaşandığı, İsrail’in bölgede yeni yükselen güç olan Türkiye’yi kabullenmekte zorlanacağı, Türkiye’nin “zincirlerinden” kurtulmuş bir şekilde bölgede yeni bir aktör olarak ortaya çıkmasının birçok ülkenin bölge politikalarında değişikliklere yol açacağı ve Amerika’nın bölgenin değişen dinamiklerine göre yeni politikalar şekillendirebileceği sayılabilir.91 

Anadolu Kartalı Tatbikatı’na İsrail’in Davet Edilmemesi.,

İsrail ile gerilen ilişkiler sadece politikacılar seviyesinde değil iki ülke askeri kanadında da kendini göstermeye başlamıştı. 14 Şubat 2009’da İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi uluslararası bir toplantıda Türkiye’yi geçmişte Ermenilere, bugün de Kürtlere yönelik “katliamlarda bulunmakla” suçladı: “Türkiye İsrail’i suçlayacak pozisyonda değildir. İlk önce aynada kendisine bakmalıdır.”92 İsrail ordusu hemen bir açıklama yaparak Mizrahi’nin görüşlerinin kurumun resmi görüşünü yansıtmadığını belirtti.93 

Ancak tatmin olmayan Türk Dışişleri Bakanlığı, İsrail’e nota vererek özür dilenmesini istedi. Türkiye’nin bu talebinin ardından İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Ashkenazi Türk Meslektaşı İlker Başbuğ’u 16 Şubat’ta arayarak  Mizrahi’nin sözlerinden dolayı üzgün olduklarını söylemiştir. Ashkenazi, 
bu açıklamasıyla iki ülke arasında iyice gerilen siyasi ilişkilerin askeri alana da yansımasını engellemeyi amaçlıyordu.94

Her ne kadar İsrail özür dilemiş ve Türkiye’de bunu kabul etmiş gözükse de hasar bir kere yapılmış ve ilişkilerin daha da kötüye gitmesinin önüne geçilememiştir. Bu çerçevede ilk gelişme, 2001 yılından beri Konya’da düzenlenen Anadolu Kartalı askeri eğitim tatbitakına 5 yıldan beri katılan İsrail’in 2009’da davet edilmemesi olmuştur. 
Anadolu Kartalı tatbitakları Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından düzenlenen ve hava savaşlarında kapasiteyi artırmaya ve diğer ülke askeri güçleri ile ortak çalışma yeteneğinin artırılmasına yönelik yaklaşık 10 yıldan beri gerçekleştirilen eğitimlerdir. Sene içerisinde ulusal ve uluslararası olmak üzere birkaç safha olarak gerçekleştirilen eğitimlere başta ABD kuvvetleri olmak üzere birçok ülkenin hava kuvvetleri katılmaktaydı.95 

2009 yılındaki Anadolu Kartalı tatbikatının ilk ayağı 27 Nisan-8 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşmiş ve sadece Türk Hava kuvvetleri içerisinde yapılmıştır. İkinci safha 9-20 Haziran tarihleri arasında olmuş ve bu tatbikata Türk hava unsurlarının yanı sıra ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere ve Ürdün Hava Kuvvetleri ile ABD dışındaki diğer bazı NATO ülkelerinin hava kuvvetlerinin katıldığı eğitimde 61 milli, 22 yabancı olmak üzere toplam 83 uçak ile bin 
24 personel görev almıştır.96 İsrail’in katılım başvurusunun Türkiye tarafından reddedilmesi sonrasında, 12-23 Ekim tarihleri arasında gerçekleşmesi planlanan Anadolu Kartalı tatbikatının üçüncü ayağı diğer katılımcı ülkeler olan Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve İtalya’nın da katılmayacaklarını açıklamaları sonucu sadece ulusal düzeydeki katılımla gerçekleştirilmiştir.97 Her ne kadar Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “tatbikat milli bir faaliyet olarak icra 
edilmektedir. Dolayısıyla, tatbikatın uluslararası bölümünün ertelenmesinden 
siyasi bir anlam ve sonuç çıkartılması doğru değildir”98 açıklamasını yaptıysa da, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kendisine İsrail’in neden tatbikatta yer almadığını yönelik gelen bir soruya karşı “Gazze’deki durumun iyileşeceğini, yeniden diplomatik yollara gireceğini umuyoruz. Bu, Türk-İsrailli ilişkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak. Ancak mevcut durumda elbette ki bu yaklaşımı, 
İsrail’in yaklaşımını eleştiriyoruz” cevabını vererek, üzeri kapalı olarak 
İsrail’in tatbikattan dışlanmasının asıl nedeninin Gazze’de gerçekleştirilen 
operasyon ve sonrasındaki İsrail politikaları olduğunu belirtmiştir.99 

Bu olay İsrail ile ilişkilerdeki gerginliğin askeri alana da sıçradığını gösteren bir gelişme olarak kayıtlara geçmiştir. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder