27 Kasım 2019 Çarşamba

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 4

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki  Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 4



Böyle bir sınırlandırma uluslararası hukukun en temel esas olarak kabul ettiği hakkaniyet ilkesine de uygun olacaktır. Türkiye bu nedenle Mısır ile 
GKRYarasında 17 Şubat 2003’te imzalanan MEB sınırlandırma anlaşmasını tanımamaktadır. Bu anlaşma Mısır ile GKRYarasındaki yetki sınırını tarafların 
kıyı uzunluklarını dikkate almadan ortay hat prensibine göre benimsediği için hem Mısır’ın, hem de Türkiye’nin haklarını saklı tuttuğu deniz yetki alanlarını 
ihlal etmektedir. 

Anlaşmaya konu bölgede Mısır’ın kıyı uzunluğu 400,128 mil iken, GKRY’nin kıyı uzunluğu ise 197,659 mildir. Görüldüğü gibi Mısır’ın kıyı uzunluğu GKRY’nin kıyı uzunluğunun iki katından bile fazladır. Bu nedenle hakça bir paylaşımda GKRY ancak Mısır’ın yarısı kadar deniz yetki alanına sahip olması gerekirken, yapılan anlaşmada ortay hat prensibine göre hareket edildiği için Mısır ile eşit yetki alanına sahip olmuştur.90 
Bir başka deyişle 2003 MEB sınırlandırma anlaşmasıyla GKRY, Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki 21.500 kilometrekarelik yetki sahasını açıkça sahiplenmiştir. 

Mısır, Türkiye ile yapacağı bir sınırlandırma anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’de sahip olduğu mevcut yetki sahasından 12.000 kilometrekare daha fazla bir 
MEB yetki alanı elde edebilecektir.91 

Söz konusu alanda üçüncü sınırlandırma anlaşmasının Yunanistan ile yapılması gerekmektedir. Bu hususa yukarıda Türkiye ve Yunanistan’ın görüşleri 
incelenirken temas edildiği için burada tekrar ele alınmayacaktır. Ters tarafta kalan adaların karasuları dışında kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının belirlenmesine bir etkisinin olamayacağı UAD’nın ve hakem mahkemelerinin kararıyla sabittir. Ancak bir hususa dikkat çekmekte fayda vardır. Yunanistan, 
Doğu Akdeniz’de Libya, Mısır ve GKRY ile kıta sahanlığı/MEB sınırlandırma anlaşması imzalamak istemektedir. Her ne kadar Mısır, Yunanistan’ın 
taleplerini geri çevirdiyse de bir sınırlandırma anlaşması imzalama olasılığının ortadan kalktığını söylemek doğru olmayacaktır. Türkiye’nin başta Yunanistan 
olmak üzere adı geçen tüm sahildar devletler ile bir sınırlandırma anlaşması imzalayıp, Doğu Akdeniz’deki durum daha da içinden çıkılmaz bir 
hale gelmeden önleyici tedbirler üretmesi ve uygulamaya geçmesi yerinde bir adım olacaktır. 

<  Doğu Akdeniz ile ilgili yapılan en iyimser tahminler baz alındığında, bu bölgede potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarının mevcut tüketim oranıyla Türkiye’nin 572, bütün Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacını tek başına karşılayacağı hesap edilmektedir.  >

Doğu Akdeniz’deki Hidrokarbon Yataklarının Ekonomik Değeri 

Dünyada doğal gaz tüketimi her geçen gün artmaktadır. 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunami felaketinde zarar gören nükleer enerji santralleri, nükleer enerji ile ilgili tartışmaları olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim Japonya’da yaşananlardan sonra Almanya gibi enerjisinin bir bölümünü 
nükleer santrallerden elde eden ülkeler bu santrallerin varlığını tartışmaya başlamıştır. Uzak Doğu’da Çin’in başını çektiği ekonomik gelişmeler de doğal 
gaza duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Çin enerji tüketiminde ABD’yi geride bırakmaktadır. Öyle ki Çin ve Hindistan’ın toplam enerji ihtiyacı dünya enerji 
tüketiminin yüzde 10’unu geçmiştir ve bu ihtiyacın 2030’lu yılların ortalarına kadar yıllık ortalama yüzde 2.9 oranında artarak devam etmesi beklenmektedir.92 

Kaya gazı gibi alternatif enerji kaynaklarının devreye girmesi gaz fiyatlarını etkilese bile doğal gaza olan ihtiyacı azaltmamıştır. Dünya genelinde doğal 
gaz tüketiminin yılda ortalama yüzde 1.6 artarak 2035 yılında 169 trilyon ayak küpe ulaşması beklenmektedir. Ancak alternatif enerji olanaklarının piyasaya arzı ile doğal gaz fiyatlarında meydana gelecek değişiklikler Doğu Akdeniz’deki potansiyel enerjinin geleceğini doğrudan etkileyecektir. Bölgede keşfedilen enerji yatakları çok derinde bulunduğundan ancak gelişmiş teknolojik imkânların kullanılmasıyla üretimleri mümkündür. Bu durum ise maliyetleri artırıp kar marjını düşürmekte, dolayısıyla gelişmiş ve pahalı teknolojik imkânlara sahip büyük enerji şirketlerinin yatırım yapmamasına neden olmaktadır. Nitekim Hindistan’ın önde gelen enerji şirketlerinden ONGC Videsh Ltd. yüzde 33 pay sahibi olduğu Mısır’a ait NEMED sahasından ekonomik olarak uygulanabilir olmadığı gerekçesiyle çekilmiştir. ONGC, kaya gazının devreye girmesiyle düşen doğal gaz fiyatlarını bu kararına gerekçe olarak göstermiştir.93 

Aynı bağlamda Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ile ilgili bir diğer sorun da potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarı ile varlığı ispatlanan 
miktar arasındaki farktır. Havzadaki potansiyel enerji miktarının parasal değeri ile ilgili bir trilyon dolardan üç trilyon dolara kadar farklı tahminler yürütülmekte  dir. En iyimser tahmin tüm Doğu Akdeniz havzasında toplam değeri üç trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi bulunduğu yönündedir. Ancak varlığı ispatlansa bile bu rezerv, aralarında siyasi sorunlar bulunan en az yedi farklı ülkeye dağılmış durumdadır. Bahse konu coğrafyada üretilmesi yüksek maliyet gerektiren yatırımlara bağlı olan enerji yataklarının söz konusu yatırımın en az yirmi yıl süreyle aktif olarak çalışmasını sağlayacak kadar geniş ve güvenli olması gerekmektedir. 

Örneğin İsrail’in Leviathan sahasında bulduğu enerji yatağı ile birlikte Doğu Akdeniz’de bulunan en büyük yataklardan biri olarak kabul edilen 
ve GKRY’nin ilan ettiği hidrokarbon arama sahasının 12. parselindeki Afrodit bölgesinde yer alan enerji yatağının ekonomik değeri hala tartışma 
konusudur.94 Doğal gaz fiyatlarına bağlı olmak üzere Afrodit sahasında toplam değeri 70 milyar doları aşan doğal gaz rezervi bulunduğu sanılmaktadır. Seçilecek yönteme göre değişmekle birlikte söz konusu gazın tüketici pazarlara ulaşması için en az 5 ile 16 milyar dolar arasında yatırım yapılması gerekmektedir. Afrodit bölgesinden elde edilecek gazın tüketici pazara ulaştırılması için seçilecek en ucuz yöntem, gazın boru hattıyla Türkiye’ye ve buradan nihai pazara ulaştırılmasıdır (Yaklaşık 4.8 milyar dolar). Türkiye’de petrol ve enerji alanında faaliyet gösteren şirketlerin boru hattı kurulması konusunda girişimleri olmuştur. Turcas grubunun hem doğal gaz satın alma hem de boru hattı kurulması konusunda İsrail hükümetine yaklaşık 2.5 milyar dolarlık bir yatırımla deniz altından Mersin’e ulaşacak 470 kilometrelik boru hattı inşa etmeyi teklif ettiği basına yansımıştır. Bunun yanında Zorlu grubunun da bu 
yönde benzer bir teklifte bulunduğu iddia edilmiştir.95

Ancak bir türlü çözülemeyen Kıbrıs sorunun neden olduğu siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle şuanda bu metodun kullanılması söz konusu değildir. 

Sadece Kıbrıs Adası ve etrafı değil, hemen hemen tüm Doğu Akdeniz havzasında üretilecek doğal gaz ve petrolün tüketici pazarlara ulaştırılması için tercih edilebilecek en ucuz metot gazın veya petrolün önce Türkiye’ye ve buradan mevcut hatlarla son pazarlara gönderilmesidir. Bu durum İsrail MEB alanında çıkarılacak enerji kaynakları için de geçerlidir. Nitekim Türkiye-İsrail ilişkileri tarihinin en kötü dönemini yaşadığı bugünlerde bile İsrail, bazı Türk şirketleri aracılığıyla Doğu Akdeniz havzasında çıkaracağı enerjiyi Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımayı planlamaktadır. Doğu Akdeniz’de çıkarılacak enerjinin Türkiye üzerinden taşınması, Türkiye için de önemli bir ekonomik avantaj oluşturacaktır. Ayrıca bu metodun tercih edilmesinin Türkiye’nin son yıllarda izlediği güvenli bir enerji merkezi olma politikasına da ciddi katkısı olacağı muhakkaktır. 

<  İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’de birlikte oluşturmaya çalıştıkları güvenlik çemberibölgede oluşan yeni politik dengelere örnek gösterilebilir. >

Teknoloji ilerledikçe Doğu Akdeniz’deki ispatlanmış enerji rezerv miktarı da artmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile doğru orantılı olarak gelecekte hem 
derin sulardan petrol veya doğal gaz çıkarma maliyetlerinin daha makul seviyelere gerilemesi, hem de yeni hidrokarbon yataklarının bulunması mümkün 
olacaktır. Doğu Akdeniz ile ilgili yapılan en iyimser tahminler baz alındığında, bu bölgede potansiyel olarak var olduğu söylenen enerji miktarının mevcut 
tüketim oranıyla Türkiye’nin 572, bütün Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacını tek başına karşılayacağı hesap edilmektedir. Bu büyüklükte bir enerji 
potansiyelinin bölge ve bölge ile ilgili aktörlerin iştahlarını kabartması vazgeçilmezdir. 

Ancak burada yaşanacak bir gerginlik hem bu ekonomik potansiyelin heder olmasına yol açacak hem de mevcut siyasi sorunlara yenilerini ekleyecektir. Türkiye haklarını muhafaza etmek suretiyle, Doğu Akdeniz’de gelişen durumu iyi etüt etmeli ve buradaki potansiyelden ekonomik ve siyasi açılardan istifade etmeye çalışmalıdır. 

Doğu Akdeniz’de Oluşan Yeni Siyasi Dengeler 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki son gelişmeler etrafında dikkatle değerlendirmesi gereken hususlardan biriside bölgede oluşan yeni politik dengelerdir. 
Söz konusu bu yeni dengeler havza ile ilgili güvenlik anlayışının değişmesine de neden olmaktadır. İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’de birlikte 
oluşturmaya çalıştıkları güvenlik çemberi bu durumun en somut örneklerinden birisidir. Doğu Akdeniz havzasının stratejik önemine çalışmanın başında 
değinilmiştir. Tekrara düşmemek için burada yeniden ele alınmayacaktır. Ancak üzerinde mutlaka durulması gereken bir iki husus belirtilecektir. 

Bu çerçevede dile getirilmesi gereken ilk husus, GKRY’nin bütün adayı temsilen AB’ye alınmış olmasıdır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük kısmı Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Doğu Akdeniz sadece Avrupa için değil, dünya ticaretinin önemli su yollarından biridir. Doğu Akdeniz’in Orta Doğu ve Hazar havzası gibi enerji merkezlerini ve bu merkezlerden yayılan petrol ve boru hatlarını kontrol edebilecek stratejik bir konumda bulunması birçok aktör için olduğu gibi, kuşkusuz AB için de çok önemlidir. O nedenle küresel bir aktör olarak AB’nin Doğu Akdeniz ve Doğu Akdeniz’i kontrol edebilecek en kilit noktada bulunan Kıbrıs Adası’na olan ilgisi anlaşılabilir. Ancak bu ilginin AB’yi yıllardır devam eden bir sorunun çözümüne olumsuz katkı yapacak tasarruflarda bulunmaya sevk etmesini anlamak biraz zor görünmektedir. 

AB Kıbrıs’ta devam eden, çözülmemiş bir sorun olduğu halde Rum Yönetimi’ni tüm adayı temsilen üyeliğe kabul etmekle hem aday devletlerin sorunlarını çözmeden tam üye olamayacağı kuralını ihlal etmiş, hem de Kıbrıs’taki sorunun taraflarından biri haline gelmiştir. Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak bugüne kadar hazırlanan en kapsamlı ve en yapıcı çözüm planı olan Annan Planı da, AB’nin Rum Yönetimi’ne tam üyeliğe kabul edileceğine dair verdiği garanti ile akim kalmış ve sorunun çözümü maalesef ertelenmiştir. 

Bir başka deyişle AB Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a enerji ve ticaret yollarının güvenliğini tesis edecek stratejik bir konumda bulundukları için önem atfedip 
buradaki varlığını tahkim etmeye çalışırken, bölge güvenliğini tehdit edecek bir sorunun çözümüne engel olmuştur. AB’nin vermiş olduğu karar bugün sadece 
Kıbrıs sorununu değil Türkiye-AB ilişkilerini de doğrudan etkilemektedir. 
Rum Yönetimi devam eden müzakere sürecinde 8 ayrı başlığın açılmasını 
engellemektedir. 

Nitekim sondaj çalışmaları sırasında AB, GKRY’ni desteklemiş ve bağımsız bir devlet olarak Güney Kıbrıs’ın ikili anlaşmalar imzalayabileceğini; uluslararası 
hukukun ve BMDHS’nin öngördüğü yetki alanlarında doğal kaynaklarını dilediği gibi kullanmaya hakkı olduğunu ifade etmiştir.96 Türkiye’nin Kıbrıs ile iyi komşuluk ilişkilerini sürdürmesi gerektiğini vurgulamış ve Türkiye’yi üye bir devlete karşı güç kullanmaması konusunda uyarmıştır. 

Yapılan uluslararası toplantılarda AB’nin Doğu Akdeniz’deki ekonomik alanı için Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın öngördüğü alanları gösterir haritalar kullandığı görülmektedir. Bu tür uygulamaların taraflar arasındaki güveni son derece olumsuz etkilediği ve sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği muhakkaktır. Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasında sorun teşkil eden kıta sahanlığı ve karasuları gibi konuları yakından ilgilendirdiği ve Doğu Akdeniz’deki tasarrufların Ege’de de suların tekrar ısınmasına neden olabileceği tüm taraflarca dikkate alınmalıdır. 
Sorunsuz ve güvenli enerji nakil yollarına sahip olmak isteyen AB mevcut ve muhtemel güzergâhlarda sorunların çözümünde daha yapıcı rol oynamalıdır. AB’nin Güney Kıbrıs’ın sondaj çalışmaları ile ilgili sergilediği en olumlu tutum, çıkarılacak doğal gaz veya petrolün Adadaki taraflarca paylaşılması gerektiği vurgusu olmuştur. Uluslar üstü bir kurum olarak AB Doğu Akdeniz’dekisorunların hakça çözümünde kuşkusuz daha aktif roller üstlenebilecek bir pozisyondadır. 

< Bölgedeki siyasi gelişmelerin seyrini etkileyen en önemli hususlardan biri Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2008 yılından bu yana yaşanan kırılmadır. Bu durumun aksine İsrail-GKRY ve Yunanistan arasındaki diplomatik ve ekonomik ilişkiler hızla gelişmektedir.  >

Bölgedeki siyasi gelişmelerin seyrini etkileyen ikinci husus Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan kırılmadır. Türkiye İsrail ilişkileri, İsrail’in 2008-2009 
Gazze harekâtından bu yana giderek kötüleşmiştir. 2009 Davos Ekonomik Formu’nda yaşanan ‘One Minute Krizi’ve aynı yıl İsrail ile yaşanan ‘Alçak 
Koltuk Krizi’nden sonra 2010 ilkbaharında yaşanan ‘Mavi Marmara Olayı’ ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler tarihinin en kötü dönemine girmiştir. 
Bu gelişmelerin bir neticesi olarak İsrail, GKRY ve Yunanistan’a yaklaşmış ve Doğu Akdeniz konusunda adı anılan üç ülke birlikte hareket etmeye başlamıştır. 

2008 ilkbaharında İsrail ve Yunan hava kuvvetlerinin Girit Adası açıklarında ortaklaşa düzenledikleri tatbikatla başlayan İsrail-Yunanistan yakınlaşması 
2010-11 dönemindeki enerji keşifleri ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasıyla ivme kazanmış, GKRY’ni de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Son derece 
kısıtlı bir hava sahası olan İsrail Türkiye’nin hava sahasını kapatmasıyla hava kuvvetlerinin eğitimi için ihtiyaç duyduğu sahayı bu iki ülke ile ilişkilerini 
geliştirmek suretiyle bulmuştur. Yunan ve İsrail hava kuvvetleri 2010 yılından bu yana Doğu Akdeniz açıklarında ortak tatbikatlar düzenlemektedir. Yine 
2010 yılında Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral G. Karamalikis’in İsrail’i ziyaretiile başlayan üst düzey askeri yetkililerin karşılıklı ziyaretleri de 
devam etmektedir. Yunan basınında Yunanistan’ın İsrail’den silah sistemleri alacağına dair haberler yer almaktadır. 2012 yılının Şubat ayında Benjamin 
Netanyahu’nun GKRY’ne yaptığı resmi ziyaret sırasında iki ülke arasında içeriği açıklanmayan bir savunma işbirliği anlaşması imzalanmıştır. 2011 yılında 
yaşanan sondaj krizi sırasında İsrail, GKRY’ni açıktan desteklemiş ve savaş uçaklarını KKTC hava sahası ve TPAO’nun araştırma gemisi üzerinde uçurmaktan çekinmemiştir. 

Diğer yandan İsrail-GKRY ve Yunanistan arasındaki diplomatik ve ekonomik ilişkiler de hızla gelişmektedir. En son 8 Ekim 2013 tarihinde Yunanistan 
Başbakanı Antonis Samaras İsrail’i ziyaret etmiştir. Bu ziyaret sırasında Yunanistan ile İsrail arasında yirmi bakanın katıldığı ilk Yüksek Düzeyli İşbirliği 
Toplantısı yapılmıştır. Toplantıda Doğu Akdeniz’deki enerji konuları da ayrıntılı bir şekilde ele alınmış İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan hattından geçip 
Doğu Akdeniz’deki enerjiyi Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattının açılması detaylı bir şekilde görüşülmüştür. Doğu Akdeniz’deki sıvılaştırılmış doğal gazın 
da Yunan tankerleri ile taşınması hususunda anlaşılmıştır. Buna karşılık Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte İsrail’e AB ile olan ilişkilerinde 
yardım edeceğine ve İsrail-AB ilişkilerini kolaylaştıracağına dair söz vermiştir.97 

16 Şubat 2012 tarihinde GKRY’ne resmi bir gezi düzenleyen Netanyahu bu ülkeyi ziyaret eden ilk İsrail Başbakanı olmuştur. Ziyaret sırasında Güney 
Kıbrıs’ın Limasol kenti yakınlarına değeri 10 milyar doları aşan bir doğal gaz terminalinin kurulması da dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz’deki enerji 
kaynaklarının çıkarılması ve kullanımı ile ilgili birçok proje üzerinde görüş alışverişinde bulunulmuştur. Netanyahu’nun Kıbrıs’taki temasları sırasında 
içeriği kamuoyuna açıklanmayan bir savunma anlaşması da imzalanmıştır. 

İsrail Başbakanının Güney Kıbrıs ziyaretinin perde arkasına ulaştığını söyleyen Anadolu Ajansı’na göre görüşmeler sırasında Rum Yönetimi lideri Hristofyas, 
Netanyahu’dan İsrailli işadamlarının KKTC’ye yatırım yapmamalarını istemiştir. Netanyahu da Rum Yönetimi’nin İsrail’e Adada hava ve deniz üssü vermesi durumunda KKTC’ye yatırımı yasaklayan bir kararı meclisten geçirebileceklerini ifade etmiştir. Bu tür adımların bölgedeki sorunların çözümüne katkı sağlamayacağı açıktır. 

Sonuç ve Öneriler 

Raporda Doğu Akdeniz’in bir ticaret merkezi ve enerji nakil hatlarındaki stratejik bir kavşak olarak önemi vurgulanmıştır. Orta Doğu gibi dünya siyasetini 
meşgul eden önemli sorunların yaşandığı bir coğrafyada etkin olmak isteyen güçlerin erken tarihlerden itibaren Doğu Akdeniz’de varlık göstermeye çalıştıkları bir gerçektir. Zira uluslararası kamuoyunu uzun yıllardır meşgul eden Filistin ve Kıbrıs meseleleri de henüz hangi yöne evrileceğini kimsenin kestiremediği Arap Baharı da bu coğrafyanın bağrında neşet etmiş ve hala çözüme kavuşturulamamış sorunlardır. Orta Doğu’da muhtemel bir barışın mimarları olabilecek Türkiye, Mısır ve İsrail gibi ülkeler Doğu Akdeniz kıyıları etrafında kümelenmiş durumdadır. Bu ülkeler hem Batı hem de Doğu ile doğrudan iletişime geçipbazı sorunların diyalog yolu ile çözülmesinekatkı sağlayabilecek durumdadır. Ancak henüz kendi aralarında sorunlarını aşabilecek sağlıklı bir iletişim kanalı kurabildiklerini söylemek mümkün değildir. 

Bölgede devam eden bu kısır döngüye son yıllardaki enerji keşifleriyle yeni bir unsur daha eklenmiştir: Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması ve paylaşımı sorunu. Bahse konu sorunun bir birine zıt iki yönde gelişmesi mümkündür. İlk olarak, buradaki enerji kaynakları ekonomik bir 
değer olarak kabul edilir ve ilgili devletler arasında tesis edilecek işbirlikleri ile geliştirilecek; mevcut enerjinin çıkarılması, işlenmesi ve son tüketici pazarlara 
ulaştırılmasını bir bütün olarak ele alan entegre projelerle sorun, bölge huzur ve refahına katkıda bulunacak şekilde çözülebilir. İkinci durumda ise deniz yetki alanı paylaşımı ile ilgili anlaşmazlıklar bölge ülkeleri arasındaki sorunları daha da derinleştirip iyice içinden çıkılmaz hale getirir ve böylece mevcut enerjinin sunduğu potansiyel ekonomik katma değer de heba edilmiş olur. Kuşkusuz ilgili hiçbir taraf paylaşım sorununun bu şekilde sonuçlanmasını arzu etmemektedir. Ancak keşiflerin yoğunlaştığı 2010 yılından bu yana takınılan siyasi tutumlar göz önünde bulundurulursa neticenin maalesef arzu edilmeyecek bir yönde tahakkuk edeceği söylenebilir. 

Konunun Türkiye’ye bakan yanı göz önünde bulundurulduğunda atılması gereken en önemli adımın sadece Doğu Akdeniz’de değil, Doğu Akdeniz’in de içinde bulunduğu geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika havzasında tansiyonun düşürülmesi gerektiği olarak karşımıza çıktığı söylenebilir. Söz konusu havzada etkin bir ülke olarak var olmak isteyen Türkiye’nin bu amacını barış ve istikrarın hâkim olduğu bir atmosferde gerçekleştirmesi şüphesiz çok daha kolay olacaktır. O nedenle Türkiye’nin Mısır, Suriye ve İsrail gibi Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı ile ilgili sorunlarda doğrudan veya dolaylı etkisi olabilecek ülkelerle geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi mutlaka faydalı olacaktır. Nitekim GKRY’nin bütün ısrarlarına rağmen, 2010 yılındaki Mavi Marmara Olayı ile Türk-İsrail ilişkileri neredeyse bütünüyle kopana kadar İsrail’in GKRY ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalamadığı unutulmamalıdır. Yine İsrail, GKRY ve Yunanistan arasında Türkiye’yi tamamıyla dışarıda bırakacak şekilde yapılanan ilişkilerin bu konjonktürde geliştiği mutlaka hatırda tutulmalıdır. 

Bu çerçevede, Doğu Akdeniz ile ilgili gelişmelerde Türkiye’nin en büyük sorununun bölgedeki yalnızlığı olduğu söylenebilir. Türkiye bir tedbir olarak 
söz konusu bölgede tek taraflı MEB ilan edebilir. Ancak atılacak bu adımın sorunları çözeceğini ileri sürmek pek doğru olmayacaktır. Zira Türkiye uluslararası hukukun kendisine tanıdığı ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını bölgede saklı tuttuğunu gerekli merciler nezdinde müteaddit 
defa dile getirmiştir. Türkiye bakımından asıl önemli olan Doğu Akdeniz’de, özellikle sorunların yoğunlaştığı Kıbrıs Adası’nın batısında kalan alanda bir 
ülke ile anlaşarak karşılıklı MEB ilanında bulunmaktır. Bahse konu alanda Türkiye’nin ortak MEB ilanında bulunabileceği en önemli ülke Mısır’dır. 
Mısır ile anlaşılarak imzalanacak bir sınırlandırma anlaşması, Türkiye’ye bu alanda karşı karşıya kaldığı birçok sorunda avantaj sağlayacaktır. O nedenle 
Türkiye’nin Mısır ile kopan resmi ilişkilerini bir an önce geliştirmesi ve bu ülkedeki karar mekanizmasını ortak bir MEB ilanında bulunmaya ikna etmesi 
gerekmektedir. 

Aynı alanda Türkiye’nin anlaşarak ortak MEB ilanında bulunabileceği bir diğer ülke Libya’dır. Türkiye’nin Libya ile ilişkileri görece iyi olsa da Arap Baharı’nın neden olduğu ve tüm bölgeyi etkisi altına alan belirsizliğin Türkiye-Libya ilişkilerini nasıl etkileyeceğini kestirmek pek mümkün görünmemektedir. 
Türkiye bir yandan Libya ile ilişkilerini derinleştirmeye çalışırken, diğer yandan Doğu Akdeniz havzasında bir istikrar ortamının oluşmasına katkıda 
bulunacak politikalar geliştirmelidir. 

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanı sınırlandırmalarında sadece Türkiye’nin değil, kıyıdaş diğer bazı ülkelerin de sorunları bulunmaktadır. Buna en güzel 
örnek Lübnan ile İsrail’in ilanettikleri MEB alanlarında çakışan ve hala çözüme kavuşturulmamış noktalardır. Türkiye bunun gibi diğer devletler arasında 
da var olan anlaşmazlıkları, hukuki çerçeveye riayet ederek, diplomatik üslup ve kanallarla uluslararası toplum nezdinde dile getirmelidir. Bir başka deyişle 
Türkiye, buradaki sınırlandırma sorunlarını uygun ve ikna edici bir dille anlatarak dünya kamuoyuna mal etmelidir. 

Doğu Akdeniz’deki paylaşım sorunu sadece hukuki bir mesele değildir. Konunun siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutları vardır. Siyasi alandaki en büyük 
sorun Kıbrıs meselesidir. 2013 AB ilerleme raporunda ifade edildiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs meselesindeki yapıcı rolü uluslararası toplumca da takdir 
edilmektedir. Türkiye Kıbrıs meselesindeki yapıcı tutumunu kararlılıkla sürdürmeli ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni sorunları Orta Doğu, Kuzey Afrika ve GKRY üzerinden AB’ni de kapsayacak bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirerek politika üretmelidir. 


DİPNOTLAR;

90 Yaycı, “Doğu Akdeniz,” 37. 
91 Taşdemir, “Kıbrıs Adası Açıklarında Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri,” 33. 
92 U.S. International Energy Information Administration (EIA), International Energy Outlook 2013, 159. 
93 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 77. 
94 Anastasios Giamouridis, Natural Gas in Cyprus: Choosing the Right Option, Mediterranean Paper Series,(Washington DC: GMF, 2013) 
95 Ömer Bilge, “Zorlu ve Turcas’tan ‘Boru Hattı’Teklifi”, Hürriyet, 15 Eylül 2013, Erişim 25 Ekim 2013, 
     http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/24712964.asp 
96 Sami Kohen, “ Dünya Neden Rumdan Yana?”, Milliyet, 4 Ekim 2011, Erişim 24 Ekim 2013, 
     http://dunya.milliyet.com.tr/dunya-neden-rumdan-yana/dunya/dunyayazardetay/04.10.2011/1446326/default.htm 
97 “Greece, Israel look to new era of cooperation”, Kathimerini,8 Ekim 2013, Erişim 21 Ekim 2013 
 http://www.ekathimerini.com/4dcgi/_w_articles_wsite1_1_08/10/2013_522201 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder