9 Kasım 2019 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 12

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER,  BÖLÜM 12





ATATÜRK’Ü DOĞUMUNUN 125. YILINDA KUTLARKEN... ATATÜRK VE DEVRİMİNİN EVRENSEL YÖNÜ 

Prof. Dr. İsmet GİRİTLİ 

1981 yılında Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nın, Mustafa Kemal’in Millî Mücadeleyi başlattığı 19 Mayıs ile birleştirilmesi çok yerinde olmuştur. Zira bütün dünya, büyüklerini doğumlarında anmakta, Mustafa Kemal’ e yakın olanların, Atatürk’ün, “Doğum günümü ben de bilmiyorum, ama en uygunu 19 Mayıs olur.” dediğini ve gerçekten Mustafa Kemal’in Kurtarıcı olarak bir bakıma 19 Mayıs’da doğduğunu kabul etmekteyiz. Nitekim, Atatürk şairi merhum Behçet Kemal Çağlar’ın da “Samsun Güneşi” adlı şiirinde bu hususu belirttiğini biliyoruz. 

Diğer taraftan, BM Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü UNESCO Genel Kurulu’nun, 27 Kasım 1978’de - ve her Türk’ün gurur duyacağı bir gerekçe ile Atatürk’ün, doğumunun 100.yılı olan 1981’de anılmasına ve Atatürk’ün kişiliğini ve eserlerini belirtmek amacı ile düzenlenecek uluslararası bilimsel toplantı konusunda UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar vermesi ve özellikle bu kararda Mustafa Kemal’in “Evrensel” niteliklerini zikretmesi Atatürk’ün doğum ve ölüm yıl dönümleri dolayısı ile yapılacak toplantı ve anmalara çok önemli bir unsur katmıştır. 

Çok az faniye nasip olan ve fakat garip bir umursamazlıkla bu güne kadar kamuoyuna yeterince ve doğru-dürüst duyurulmamış olan bu kararı aynen, aşağıya aktarmakta yarar görüyorum: 

“UNESCO Genel Konferansı, Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancı ile, 

-Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100.yıldönümünün 1981’de yapılacağını hatırlayarak, 
-UNESCO’nun üstünde çalıştığı tüm alanlarda, olağanüstü bir devrimci olduğunu göz önünde tutarak, 
-Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğunu göz önünde tutarak, 
-Dünya ulusları arasında, karşılıklı anlayış, sürekli barışın değerli öncülüğünü yapmış olduğunu, tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına inancını unutmadan, 
-Eylemi, her zaman barış, uluslararası anlayış ve insana saygı yönünden gerçekleşen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Atatürk’ün kişiliğini ve eserlerinin çeşitli yanlarını belirtmek amacı ile düzenlenecek uluslararası bilimsel toplantı konusunda, 1980 yılında düşünsel ve teknik planda UNESCO’nun işbirliği etmesine karar verir.” Nitekim bu uluslararası toplantının hem Paris’te hem de 
İstanbul’da gerçekleştirildiğini biliyoruz. 

Özetlemek gerekirse, Atatürk’ün doğumunu Atatürk’ün 100. doğum yılı olan 1981’den itibaren “Resmi Tatil” günü olarak 

“Atatürk’ü Anma, Spor ve Gençlik Bayramı “ içinde kutlanmaya başlayan Türk Milleti, “ Atatürk Olayı “ matem tutulacak bir olay değil sevinilecek bir olay olduğu için, 10 Kasım’ları da matem havasından çıkararak, hem 19 Mayıslarda, hem de 10 Kasımlarda Atatürk’ün evrensel kişiliğini ve “Atatürk Düşünce Sistemini” vurgulayarak kutlamaktadır ve kutlamalıdır. 

Bu yılki, “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” aynı zamanda Atatürk’ün doğumunun 125.yılına rastlamaktadır. Böyle olunca da, UNESCO Genel Kurulu’nun Atatürk’ün 100.doğum yıldönümü dolayısı ile, 27 Kasım 1978’de verdiği karar metnini ele almakta büyük fayda vardır.1 

Zira bu karar dikkatle okunduğu takdirde, milletlerarasında eğitim, bilim ve kültür yolu ile adaletin, hukukun üstünlüğünün ve ırk, cins ve din farkı gözetmeyen, insan hak ve özgürlüklerinin gerçekleşmesini sağlayan bir iş birliğini amaçlayan UNESCO Genel Kurulu, Atatürk’ün gelecek kuşaklar için örnek olacak üstün kişiliğini, uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolundaki çabalarını, eşsiz devrimciliğini ve özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğunu ve “Mazlum Milletler”in bağımsızlığına 
kavuşacak insanlar ve ülkeler arasında hiçbir renk, din, cins ve ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına inandığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak, politikasında ve davranışlarında her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı ile öncelik tanıyan bir tutum içinde bulunduğunu dünyaya ilan etmektedir. 

Bu metnin dikkatle tetkikinden UNESCO’nun, Atatürk ile ilgili evrensel niteliklerin bir kısmını dile getirdiğini anlamak mümkündür. 

Özellikle UNESCO’nun beyanlarından Mustafa Kemal’i emsalsiz bir ulusal bağımsızlık savaşının, ilk liderlerinden biri olduğunu, diğer önemli evrensel niteliğinin ise çağdaşları, Stalin, Mussolini ve Hitler’den farklı olarak, “Barışçı” ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir “Çağdaşlaşma” lideri olarak gördüğünü anlıyoruz. 

Atatürk’ün hemen hemen bütün evrensel niteliklerinin Birinci Ordu Komutanı Sayın İlker Başbuğ’un bir konuşmasında çok güzel bir şekilde sayıldığını görüyoruz. Gerçekten, 2005 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen uluslararası bir sempozyumun açış konuşmasını yapan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı sayın Orgeneral İlker Başbuğ’un, çok güzel vurguladığı üzere1; ”...Türkiye, uygar ve laik bir ülke olarak inanılmaz bir dehanın hayellerini gerçekleştirdiği bir mucizenin ta kendisidir. Mustafa Kemal’in vizyonu sayesinde Türkiye’de tarihin iki mucizesi gerçekleşmiştir. Birincisi, bilgi çağının öncesinde bilgiye inanarak kitaplardan beslenen Mustafa Kemal Atatürk ’ün doğuşu, ikincisi ise, Mustafa Kemal’in bugün bile gelişmiş dünyanın tüm dış desteklerine, çabalarına rağmen bazı ülkelerde gerçekleştirilme olasılığı küçük olan laik, demokratik ve uygar bir ulusun yaratılmasını... 

Nitekim, Mustafa Kemal’in İstiklal Savaşı’nda kazandığı zaferle siyasi hayatı biten İngiltere Başbakanı Lloyd George’un “İnsanlık tarihi birkaç asırda ancak bir dahi yetiştirebilyor. Şu talihsizliğe bakınız ki, beklenilen o dahi bugün Türkiye’de doğmuştur, elden ne gelebilir?” sözü de bu durumu vurgulamıştır. 

1914’te Mustafa Kemal, arkadaşı Yarbay Nuri Conker, kendisinin vermiş olduğu konferanslardan derlediği “ Subay ve Komutan” adlı eserini Mustafa Kemal’e okuması için gönderir. Mustafa Kemal “Subay ve Komutan”ı okur ve görüşlerini “Subay ve Komutan ile Söyleşi” başlığı altında toplar. Atatürk şöyle demektedir: “İnsanlar nasıl yönlendirilir? diye bir kez daha kendime soruyorum. İnsanlar 
ancak emelleri ve düşünceleri doğrultusunda sevk ve idare edilebilirler. Dünyayı istediği gibi kullanan güç, düşünceler ve düşünceleri belirginleştiren ve yayan kişilerdir. 

1914’te Sofya’da ortaya koyduğu bu düşünceyi 1915’te Çanakkale’de uygulaması onun hem bir düşünce hem de bir uygulama adamı olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu düşünce yapısıdır ki, Mustafa Kemal’e Çanakkale’de askerlerine “size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum.” diyebilme gücünü vermiştir. 

“Atatürk Düşünce Sistemi”ni, anlamak için iki ana konu üzerinde durmamız gerekiyor. Birincisi, “Atatürk Düşünce Sistemi”nin kaynağının derinliğine inebilmek için, Osmanlı Devleti’nin 19.yüzyılın başından sonuna doğru geçirdiği sürecin ve değişikliklerin eleştirel bir gözle analiz edilmesi, ikinci husus ise; Atatürk’ün düşünce yapısına nelerin etki yaptığının analiz edilmesidir... 

Bir idealistin oluşmasında kitap kültürü gerçekten önemlidir. Atatürk’ün okudukları ile reformları, devrimleri arasında direkt bir ilişki vardır. 

Atatürk’ün askerlikten tarihe, dilden uygarlıklara, sosyolojiden psikolojiye, felsefeden ekonomiye kadar uzanan ilgi alanının genişliğini ve okuduğu düşünür ile yazarları en iyi anlatan kaynak özel kitaplığıdır. Çözülmesi gereken sayısız sorunla karşılaşan bir lider için, kısa bir yaşama sığdırılan e üzerine not düşülecek kadar inceden inceye okunan 4000’i aşkın kitap... Çankaya ve Anıtkabir’deki kitaplarına baktığınız, kenarlarına düştüğü notları incelediğiniz zaman şüphesiz göreceksiniz ki “Atatürk Düşünce Sistemi”, entelektüel temele dayanmakta olduğundan, son yüzyıla da damgasını vuracaktır. 

Atatürk’ün düşüncelerinde ve gerçekleştirdiği “Türk Devriminin temellerinde büyük ölçüde rasyonalizm ve pozitivizmin izleri bulunmaktadır. Rasyonalizmin önemli temsilcilerinden Descartes’in 

“Metot Üzerine Konuşmalar” kitabı, Atatürk’ün isteğiyle Türkçeye çevrilerek basılmıştır. Rasyonalizmin diğer önemli temsilcisi olan Kant’ın eserlerinden 
“Kant ve Felsefesi” adlı inceleme de yine o dönemde yayımlanmıştır. Pozitivizmin öncüsü Auguste Comte da incelediği düşünürler arasındadır. 

Atatürk’ün en çok yararlandığı düşünürlerin başında, Jean Jacques Rousseau gelmektedir. Rousseau’nun, birey özgürlüğüne önem vermesi ve toplumda siyasal rejim olarak cumhuriyetçi olması Mustafa Kemal için çok önemliydi. 
Diğer önemli olan husus Rousseau’nun, birey için özgürlüklerin “mutlak olmayacağı” sınırları olabileceği ve sınırların ise yasalarla tayin ve tespit edilebileceği görüşüydü. 

Dünya tarihine ilişkin George Wells’in “Tarihin Ana Hatları” kitabı üzerinde çok durmuştur. Bir konuşmasında “Wells’in Birleşik Dünya Devleti kurma düşünün, tatlı bir düş olduğunu yadsıyacak değiliz.” derken “olabilir ki bir sıra bölgesel gelişmeler yapılabilir” düşüncesini dile getirmiştir. Bu düşüncesi Balkan Antantı ve Sadabat Paktının oluşmasına neden olmuştur. 

Atatürk, Gobineau’nun “İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme” başlıklı kitabını da incelemiştir. Kitap üzerine koymuş olduğu işaretlerden Gobineau’nun ırkçı görüşlerine katılmadığı anlaşılmaktadır. Atatürk’ün “millet” tanımında Ernest Renan’ın görüşlerine katıldığını biliyoruz. Düşünür, millet tanımını, antropolojik bir kavram olarak değil, dil ve kültüre, ülke birliğine bağlı bir kavram olarak görmektedir. Bu düşünce biçimi de Atatürk’ün millîyetçilik anlayışını tanımlamaktadır. Görüldüğü gibi; Atatürk’ün tek bir öğretinin 
ya da düşünürün izleyicisi olmadığı, onların hepsini değerlendirerek üstün bir analiz yeteneğiyle bir sonuca ve senteze vardığı açık olarak ortadadır. Bu ise bilgi çağının temel düşüncesi olan eleştirel açıklığın ta kendisidir. Bugün entelektüel olarak tanınan pek çok kişinin bile sadece tek yanlı, kendi görüş ve düşüncelerini destekleyici okumalar yaptığı, dolayısıyla doğru bir analize ulaşmakta güçlük çektiği düşünülürse bir lider olarak Mustafa Kemal’in entelektüel bakış açısına, düşünce tarzına hayran olmamak mümkün değildir. Okumak O’nun için sorgulamak da demektir. Yanlızca kendi bilgi birikimiyle sorgulamakla kalmaz, konuları yetkili ve bilgili kişilerle derinliğine tartışır. 

Atatürk’ün düşünce sistemi, kendi ifadesiyle, belli bir ideolojiye dayanmanın donup kalmakla aynı anlama geleceğini düşünerek, yeni durumlara yeni düşüncelerle çözüm bulmanın gereğine inanmaktadır. Bu görüşe verdiği önemi şu sözlerinde görebiliriz. “Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel istikamette akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçım olurlar.” Bilim ve aklın rehberliğinde kendini sürekli yenileyen “Atatürkçü düşünce”, sonsuza dek kendini yenilemek ve geliştirmek gücüne sahip bir düşünce sistemidir. Ne var ki, Onu iyi anlamak ve doğru uygulamak gerekir. 

Atatürk’ün tüm yaptıklarını önceden düşünmüş, planlamış ve bir plan çerçevesinde zamanı gelince uygulamıştır. Bunu şöyle ifade etmektedir: 
“İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğüm ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığım karar, ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktadır. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve isteklerini ilk gününde açıklamak ve söylemek elbette yerinde olmazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. 

“Atatürkçü Düşünce Sistemi” çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkılmasını temel hedef alan bu hedefe ulaşmak için akıl ve ilmin yol göstericiliğini kabul eden, dinamik bir dünya görüşüdür. “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin temelini laiklik ilkesi oluşturmaktadır. Laiklik ilkesinin felsefi anlamda temeli de, akılcılık ve pozitif bilimin esas alınmasıdır. Bu ilke “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin “olmazsa olmaz” ön koşulu ve kilit taşıdır. Çok daha önemlisi, Mustafa Kemal’in toplumsal, tarihsel, ulusal analizleriyle biçimlendirerek vardığı sentez noktası olan laiklik, tüm toplumlara örnek bir anlayış ve yaşam biçimidir. Kurallara, yasalara dayanan “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin diğer temel noktaları ise; ulusal egemenlik, ulus devlet ve ulus devlete dayanan millîyetçilik anlayışı, devletçilik ve tam bağımsızlıktır. 

Atatürk’ün sözleriyle devletçilik “ Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, 19.asırdan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş bir sistemdir.” Onun bu sözlerinden de devletçilik anlayışındaki hâkim faktörün Türkiye’nin ihtiyaçları olduğu görülmektedir. 

21.yüzyılın ilişkiler ağında tam bağımsızlık kavramı üzerinde de düşünmek zorundayız.” diyen sayın Orgeneral Başbuğ’un sorduğu Ulusal egemenlik haklarının belirli bir alanını, kendi arzusu ve kendi iradesiyle, o kuruluşun karar mekanizmalarında yer alması kaydıyla ve o kuruluştan kendi arzusuyla çekilebilmesi mümkün olduğu sürece, uluslararası bir kuruluşa devretmesi acaba tam bağımsızlığı zedeler mi? sorusuna, benim cevabım şudur: Hayır zedelemez. Nitekim bunun canlı örneği, bağımsızlığın ve egemenliğin diyarı üniter Fransa Cumhuriyetinin bu yönde anayasal değişiklikler yaparak AB’nin önemli üyesi olmak durumunu sürdürmesidir. 

Nitekim, “Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin dayandığı yaklaşımda gelişim, gerçekçilik ve pragmatizmin öne çıktığına da dikkat edilmelidir.” ifadesiyle sayın Başbuğun da aynı düşüncede olduğu sonucunu çıkarıyorum. 

Tebliğimi, aziz dostum olan ve birbirinden değerli eserleri ile “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” konularındaki araştırmalarla ve araştırmacılara büyük katkı ve yardımlarda bulunan Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün, 2005 yılında, çok yerinde bir kararla, Atatürk Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan “ Atatürk Çizgisinde, Geçmişten Geleceğe” adlı son eserinin 
“Önsöz”ünden aldığım bir paragraf ile noktalamak istiyorum. Kocatürk şöyle diyor2; “ Atatürk... Türk Devriminin yapıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olmanın yanı sıra yurtta barış dünyada barış ilkesi ile evrensel boyutlar kazanmış, hümanist yönüyle bütün insanlığın sevgi ve saygısını üzerinde toplamıştır. Atatürk hiç şüphe yok ki, çağını aşmış insan idi. Aklı ve bilimi rehber alan yöntemi ile ölmez fikir ve düşünceleri ile biz onu dün olduğu gibi bugün de -ve ben ilave adeyim- doğumunun 125.yılında milletimize yol gösterici ışık olarak görüyoruz.” 

1 Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un Uluslararası Sempozyum Açış Konuşması, İstanbul, 12 Mayıs, 2005, sy.19-34 Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk Çizgisinde, Geçmişten Geleceğe, Atatürk ve Yakın Tarihimize İlişkin Görüşmeler, Araştırmalar, Belgeler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2005. 


13.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder