15 Kasım 2019 Cuma

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 8

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ,   BÖLÜM 8



KAPIKULU'NUN HALKI GORUŞU 

Bugün, aldılar ellerine kalemi. Yöncüler, gene Türkiye'yi "eşsiz, örneksiz" saymaktalar. Kadrocularla bu noktada ortaktırlar. Yalnız onlar, "eşsiz, örneksiz" karşılığını, ileri Batı ülkelerine benzemez "Geri kalmış ülke" sayıyorlar. Bu adı Batılı bilginlerden tercüme ettiler. Kadro'dan farklarını "Emekten yana" olmakla özetliyorlar. Ana fikirleri, yahut fikirlerinin anası: Türk milletini "yeni bir Devletçilik" ile. "kalkındırmaktır." Bu "ilke"sini nereden çıkarıyor? Çok dikkate değer kapıkulu psikolojisinden. Kapıkulu psikolojisi nasıl şeydir? Bir yol memlekette her şeyi Devlet sayar: Vatan da Devlettir, Millet de... Her şey Devlet oldu mu, Türkiye'nin varlığında, işaret ettiğimiz gibi, iki Devlet bölümü akla gelir: - "Devlet Nüfuzu" - "Devlet Nüfusu"... Gerçi deyimler Osmanlınındır. Osmanlı, edip adamdır. Kadim Kentin kutsal kanun geleneği ile prensiplerini Kur'an dili diyebileceğimiz serbest nazım da olsa, hep, Kafiyeli ve Vezinli söyler. Yöncüler, laik "fütüristler"dirler. Gelişi güzel konuşur, sere serpe nesir yazarlar. Onların kolay ve sempatik üslupları, bir şeyi açık koymaktan çok, dolaylı koyar. Osmanlı Devletlusu konuşurken şöyle derdi: "Aman sultanım, nüfusu devlet gemi azıya alacak. Ayak takımının gözü açılırsa, mazallah nüfuzu devlet ne hale gelür! Ve ilh." Yöncülük, böyle kesin saf tutmaz. "Nüfus" sözcüğünün yerine "Kitle"yi geçirir. "Aman, maymun gözünü açıyor, dikkat!" gibilerden şöyle bildirir: "Kitleler, başka memleketlerdeki veya başka tabakalardaki yüksek hayat standardının varlığını Öğrenmekte ve asıl önemlisi, bu standarda erişmenin mümkün olduğunu görmektedir." (Bildiri, 2/a). 

KİTLE TEHLİKESİ ÇANLARI 

"Kitleler" amorf (biçimsiz) bir kara kalabalıktır. İçinde sosyal sınıf, zümre, tabaka billurlaşmaları yoktur. İşçi de "kitle"dir, köylü de "kitle", esnaf, aydın, (hatta Tefeci hacıağalarla Bezirganlar da) kitledir. Kütlet kütletebildiğin ideolojiyi, korkma... Bu kitleler Kadimi [eskiden] oldukları gibi tevekkülle kadere boyun eğmiyorlar. "Başka memleketlerde" ve yerli burjuva "tabaka"larında yaşama seviyesinin apartman boyu yükseldiğini ve dün zibidi olanın, punduna düşürülmüş bir vurgunla zengin olabildiğini, bunun için namussuzluktan (rüşvet, irtikap, hile, yalan, tağşiş'ten) başka hiçbir meziyete ihtiyaç bulunmadığını görmektedir. (Yön böyle hakikatleri çimçiy koymaz. Edepli üslupla "Hayat standardına... erişmenin mümkün olduğunu" çelebice yazar. Kibardır.) O kibar üslup Devlet nüfuzunun karşısına çıkan iki büyük "Kitle" tehlikesini haber verir: "Topraksızlık, artan nüfusu şehirlere doğru itmekte, şehirlere akan nüfusa iş ve mesken sağlanmasında güçlük çekilmektedir. Köklü tedbirler alınmazsa, gecekondu ve işsizlik önümüzdeki yıllarda millet hayatının tehlikeli bir yarası haline gelerek, düzenin bozulmasına yol açabilir." (Bildiri, 2/a). Bu okka dört yüz dirhem oturaklı Osmanlı kapıkulunun, "nüfuzu devlet"i tehlikede gördüğü zaman kullandığı üsluptur. Onun için bütün kapıkullarını kolayca "mest eder." Kapıkulunun bu "sureti haktan görünüş" üslubu altında yatan mantık, görünüşe aldanmak felsefesidir. Örnek olarak Yön'ün iki iddiasını ele alalım. 

MALTÜZYANİZM 

1. örnek: Şehirlere nüfus akışı nedendir? Kapıkuluna göre "Topraksızlıktan"; "Topraksızlık artan nüfusu şehirlere doğru itmekte, şehirlere akan nüfusa ise iş ve mesken sağlanmasında güçlük çekilmektedir." (Bildiri, 2/a). Köyden şehire nüfus akışını, Proleterleşmeyi İçişleri Bakanlığına rapor eden "Akılcı düşünce" sahibi bir Vali Beyefendi hazretleri de ancak bu denli parlak "idarei maslahat" ruhu ile jurnal verebilir. Proleterleşme prosesi neden? Topraksızlıktan. Topraksızlık neden? Nüfus artışından. Böylece Vali Beyin "Kalkınma Felsefesi" ardında, okulda kendisine "İktisat ilmi" okutulurken belletilmiş bulunan ünlü Papaz Malthus'un kulakları gözüküverir. "Devlet nüfusu" artıyor. "Düzenin bozulması" tehlikesi var. Çare? Nüfusu azaltmak için, ya nüfus fazlasını harp açarak kırmalı, yahut insanları semizletmek için kısırlaştırmalı! Yön bunu teklif etmiyor, ama Proleterleşme sebebini toprak azlığı, nüfus çokluğu gibi yüzeydeki sebeplere bağladı mı, bir Hitler çıkıp, o mantığı kendi silahı ile pek kolay vurabilir...

KÖYÜ ISSIZLAŞTIRAN KAPİTALİZM 

Oysa gerçek bilim, nüfusun ekonomi imkanları ile oranlıca arttığını belirtir. Ekonomik imkanlar belirli bir sömürme düzeninin azınlık çıkarcıları tekelinde birikirse, çoğunluk nüfusu açıkta kalır. Bu hakikat anlatılalı yüzyıllar geçmiştir. Ortada mutlak değil, düzene göre izafi bir nüfus "fazlalığı" olur. Modern çağda o nüfus fazlalığını yapan temelli derin sebep, Kapitalizmdir. Eğer ortada bir "Tehlike" varsa, o Kapitalizm tehlikesidir. Kapitalizm, kendi zılgıdını yürütmek için, oy avcılığında işine yarayacak köy ağaları ile anlaşır. Kır ağaları geniş toprakları Tapu ve benzeri oyunlarıyla tekellerine geçirirler. Toprak ürününden Kapitalist kârı yanında, fazla olarak, ekonomik hiç bir görevi ve gereği bulunmayan ağa iradı da çekilip çıkartılır. Tarıma sermaye yatırımı kârsız ve dolayısı ile daralmış olur. Tarım geri ve verimsiz kalır. Bütün geriliğine rağmen tarıma kapitalizmin girişi, Tanzimat'tan beri görüldüğü gibi, büyük toprakları Kamu mülkiyetinden birkaç mütegallibe, eşraf ve ağanın mülkiyeti altına aşırtır. DP çağında 40 bin traktörün girişinden beri Proleterleşme hızlandığı gibi, üretmen küçük köylülerin nefes boruları da tıkandı. Çünkü ortak köy otlakları, köy burjuvaları tarafından gaspedildi. Bu yağma altında orta ve küçük köylü ekonomisi her gün biraz daha verimsizleşip iflas eder. İflas eden köylü aç kalınca, şehirde iş aramaya akın eder. Şehir varoşlarını gecekondular kaplar. 

Bu gidiş en çok şehir kapitalistleri ve emlak sahipleri için iştiha açıcı olur. İşsiz çoğaldıkça, pahalılık artar, ücretlerin paraca miktarı artsa bile, alım güçleri bakımından değerleri eksilir. Ucuz işeli kârı çoğaltır. Kâr çoğaldıkça kapitalizm büyür. Kapitalizm geliştikçe köyden şehire akın artar, ve ilh... 

Yöncü samuraylar: "Bunları biz mi bilmiyoruz? Bunlar 40 yıllık elkitaplarında yazılı!" diyecekler. Biliyorsanız özrünüz kabahatinizden büyük. Niçin o yanı saklıyorsunuz? Kimi aldatıyorsunuz? Bilmiyorsanız, hatırlatanları, nazenin "üslup" kullanmadıkları için "tü kaka" saymaya ne hakkınız var? 

GENÇLİK SAYISIYLA MI YAMANDIR? 

2. Örnek: Son zamanlarda gençlik azıttı, "asi gençlik" çoğaldı. Neden? Kapıkulu, Batı "elkitaplarından" yapılmış çeviri olursa, onu Türk okuyucularına aktarmakta kusur etmez. Kendi ülkesindeki Gençlik meselesine gelince, gene aynı Vali Beyefendi felsefesini rahatça geveleyiverir. Gençlik meselesi de : "Hızlı nüfus artısı yüzünden"dir, Yön'e göre. "Çığ haline gelen bu gençlerin büyük bir kısmına okul ve sağlam bir gelecek sağlamamak mümkün olamamaktadır." (Bildiri, 2/a). Nüfus artmasa gençlik de o denli yaman olamazdı. Gençlik problemi ancak bu denli mekanik konulabilir. O bir kuru kalabalık mıdır? "Biliyoruz, ama söyleyemeyiz"mi diyecekler? Neden? Başka şeylerde pek cesur görünüyorlar. Korkuyu, biz de ikinci basamağa, enkonsiyana, altbilince bırakalım. Maksatları ne?.. En hafif anlamıyla kandırmak olabilir. Burada mesele büsbütün çatallaşıyor. 

KİM ALDATILABİLİR? 

Önce: Niye kandırmalı? Türkiye'nin bugün aldanmaya değil, her şeyi en kanunluca açık seçik olarak anlamaya ihtiyacı büyüktür. "Bilmemek, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiç kimsenin işine yaramamıştır." Ancak küçük burjuva mistisizmi, sosyal "nalla mıh arası" durumu yüzünden, bilmemeyi esrar kabağı gibi çekiştirmekle avunur. Sosyal durumu modern toplum içinde belirli olan sınıflar ayık gezmeği tercih ederler. Hele modern işçi sınıfı, en ufak aldanışıyla hem kendi kaderini, hem ülke alınyazısını karartabilir. Modern kapitalist sınıfı ile onun gericilikte omuzdaşı olan Ağaları, Beyleri kandırmaya gelince, kuruntudur bu. En az iki yüz yıldan beri onlar burunlarından kıl kopartmamayı bütün incelikleri ile öğrenmiş, usta akıl hocaları beslerler. Öyleyse kimi kandırmak isteyebilir Yöncülük? Kendi kendini değilse, ancak, üzerine "felsefe" kurduğu kapıkul-luğunu kandırmak isteyebilir. Kapıkulu, öteden beri, dibini eleştirmek zahmetine hiç kalkmadığı kimi yuvarlak lafları batıl itikat derecesinde benimsemiştir. Hele "sınıf denildi mi, bir zaman onu yalnız Antika Osmanlı "Devlet Sınıfları" sayardı. Kırk yıldır "Türkiye'de sınıf yok!" emir - parolasını tek ciddiye alan da gene hep o kapıkuludur. Şimdi onun her şeyi herkesten iyi bildiğine inanmış tumturaklı bilgisizliğine, birden "Sınıf" dersek, yıldırımla vurulmuşa döner! Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra söyleyeceğiz...
Belki bunu demek istiyor Yöncülük. O da bir çeşit yiğitliğin yoğurt yiyişi olamaz mı? 

PAŞA HUZURUNA ÇIKMA TAKTİĞİ 

Bu görüş, Paşa Hazretlerinin huzuruna çıkma töreni ve taktiğidir. Menderes, çoğunluğun diktatörü olarak, Millet Meclisinde bir gün parmağı ile İsmet Paşayı göstererek: "Bu adam!" diye bağırmıştı, "Bu adam eğer 1945 yılı DP merkezine 2 görevli jandarma ile bir polis göndermiş olsaydı, şimdi iktidarda olan Demokrat Partinin bugün yerinde yeller eser, namı nişanı kalmazdı!" Söylenen doğruydu. Tam o sıra, "Paşa, Demir kıratı istememiş" diye memlekete yayılan bir haber üzerine, bütün kurulmuş DP Ocak, Bucak, ilçe, 11 teşkilatlarının, astıkları tabelaları yerlerinden sökülerek Ankara'ya gönderilirdi ve DP'den "toplu istifaların" başladığı görülmüştü. Paşanın yakınları daha ilginç bir olayı belirttiler. DP teşkilatının paniğini gören Bayar - Menderes ekibi Paşanın huzuruna koşarlar. "Anan yahşi, baban yahşi" taktiği ile Paşanın büyük ocağına sığındıklarını belirtirler. Herhalde "ecanibe [yabancılara] karşı" Demokrasi oyuncuğunun bozguna uğramasının çok "ayıp" düşeceğini de belirtmişler. Bunun üzerine Paşa gevşemiş. Karşısında "Nuh deyip Peygamber demez" durumda dikilen, o bütün kapıkulları gibi "kraldan ziyade kralcı taraftarı" Recep Peker'e: "Ne dersin Recep, bırakalım şunları baksana, onlar da belki iyi bir idare ederler!" Onun üzerine Demokrat Parti üzerindeki ipotek kaldırılmış. Menderesler seçimi kazanıp iktidara gelmişler. En bilgiç ve bilinçli iyi niyetle Yöncülerin böyle davrandıklarını kabul edelim. Paşanın müsaadesi olmadan hiçbir şey olmaz, hatta en zararsız yanından "nötralize" edilmiş Demokrasi dahi olmaz. Sosyalizm nasıl olur? Biz olduracağız mı diyorlar Yöncüler ve benzerleri? O zaman değer ölçüleri yanlış. Bir yol Paşanın sırf isteyişiyle her şeyin olduğuna inanmak için, insan, en azından, şöhretin doruğuna çıkmış bir kapıkulu kadar ayakları yerden kesilmiş bulunmalıdır. 

PAŞAYI AŞAN OLAYLAR 

Unutmamış olanlar çok iyi hatırlarlar. İkinci Cihan Savaşının son yılı idi. Bilinmez hangi ağızdan kimin kulağına, tek parti yerine, biraz daha esnekçe bir "Demokrasi" denenemez mi,
gibilerden bir fısıltı kaçmış. Kulağını ağır sanan gafillere, Paşa ansızın top gibi gürledi: "Savaş bitince, gidişimizde yumuşamayacağımızı mırıldananları işittim. Şunu iyi bilsinler ki, savaş sonrası tutumumuz şimdikinden çok daha sıkı olacaktır!" Cümle aynen böyle değildi. Çok daha sertti. Hatırlayanlar bilir. Gazetelerin bütün ilk sayfalarını kaplayan bu keskin ihtarın üzerinden yanılmıyorsak 6 ay geçti, geçmedi. Savaş bitti. Thornburg Türkiye'ye geldi, gitti. Büyük Amerikan basınında okuduk. O "son baharda" Paşa, Türkiye Büyük Meclisinde çifte partili bir Parlamento kuracağına söz vermişti. Amerikan uzmanı kulaklarına inanmak icabederse, Türkiye'de "Demokratik" hayatın ilk adımı atacağını ve Amerikan yardımının düşünülebileceğini müjdeliyordu. Türkiye, Amerikalının müjdeleyişinden çok daha yaydın bir çok partili buzların çözümüne ve "eşsiz örneksiz" bir Demokrasi panayırına alan oldu. Bu kıssadan hangi hisse çıkar? En "kadir'i mutlak" geçinen Tarihcil Paşa dâhi, bir yıl içinde, söylediğinin tam tersini yapmak zorunda kalmıştır. En "mangal kadar yürekli" solcuların dört elle yapıştıkları Paşa-kişi'lerin hali budur. Kişi, bağlandığı sosyal sınıfın ve eğilimin yönünde tıpış tıpış yürüdükçe "harikalar" yaratır. Sosyal sınıfının tarihcil eğiliminden kıl kadar ayrılmaya görsün, gümbür gümbür yıkılır. Hatta, 500 yıllık gelenekleriyle talim görmüş, tıkır tıkır maaşını alan terbiyeli maymun kapıkullarım toptan peşinde teşkilatlandırmış bulunduğu zaman bile, az önce "Değişmez Şef" ilan ettiği kişiyi, kendi CHP'si "değişirleştirir". Kılına dokunulmaz iktidar partisi, batan geminin farelerine dönmüş sadık üyelerince terkedilir ve arkadan hançerlenir. Bu çok basit politika alfabesini ciddiye almayanın siyaset sahnesinde at koşturması, düşünce ve davranışta değil, bizde en kolay gelen edebiyat göklerinde yüceltilebilir: Don Kişot! 

MODERN SOSYALİZM SUYU 

Bu bakımdan bütün "Sosyalist" ve "Kripto - Komünist" geçinenlerin sayı ile kendilerine gelmeleri gerektir. Bizde Marks'ın başı üzerine yeminsiz konuşmayanlarımız da, bilimcil sosyalizmin dehrisi [üstadı] olduklarını afişlerken masum çocuk münafıklığına düşerler.

   Bunun sebepleri çoktur. Belli başlı ilk sebebi cahilliğimizdir. Sosyalist allamelerimiz, sosyalizmi kurucuların dilinden öğrenmezler. İkinci elden bellerler. Hepsine sorun:"marks kimdir?" "Eşsiz Kapital eserinin yazıcısıdır." Kapital'i okudun mu?... Binde biri dahi okuyamamıştır. Oysa Kapital'i okumak yetmez, etüd etmek gerektir. Bunu hiçbirisi yapmamıştır... O zaman, aslanlarımızın "Sosyalizm"leri, şuradan buradan derme çatma, çoğu yakıştırma "bilgin" iddialarına dayanır. Bu tavşanın suyu olur. Sudan bir Sosyalizm. SOSYALİZM SOFTALIĞI Oysa Marks'ın başta Kapital, bütün eserlerini kuru kuruya etüd etmek de yetmez. O bir kütüphane fareliği olur, Sosyalizm olmaz. "Sosyal" allamelerimiz ise, bilimcil sosyalizm üzerine ne kadar çok "tavşanın suyunun suyu" nu içmişlerse, o denli büyük bilgin sosyalist olunacağına güvenirler. Örneğin, yeryüzünde, insana Bilimcil Sosyalizmi alfabesinden, cebri alasına dek öğreten en yüksek üniversite bulunsa ve insan o üniversitede öğrenci değil, Profesörlerin başı üstad kesilse (nasıl kesilir bilinemez ya!), gerçekten Sosyalist olur mu? Hayır. Biraz kurnazca ise allamelik taslayabilir; biraz ezberci ise "hafız'ı kütüp"lük, yahut "Hafızı Kapitaldik edebilir. Biraz bönse, yeryüzünün gelmiş geçmiş Marksistlerine elini öptürerek ders vereceğini yutturmaya kalkabilir. Ama o kişi, ağzıyla kuş tutsa, gerçek Sosyalist olamaz. Başımızın bütün belaları, o çeşit medrese kaçkını sosyalizm softalarıdır. 

SOSYALİZMİN SEFALETİ: PRATİKSİZLİK 

Bunlar, Sosyalist bilgi yalnız ve ancak Pratiğin kriteryumundan (sosyalistçe güreşin mihenk taşına vurularak) geçirilirse bir bilim ve bilinç yaratabileceğini, bu alfabetik hakikati kavramadan üstad olmaya kalkışmışlardır. Tümüyle Sosyalizmin bütün birinci elden usta eserlerini hatmet, yut... eğer bütün o yazılanları, hayat savaşında, pratik sosyalist güreşinde, derinle, etinle, kemiğinle denememiş isen, Belki bir sosyalist tilkisin, ama postu samanla doldurulmuş bir tilkisin!.. Ne dediğini, ne yaptığın ile ölçmemişsindir. Bir arşiv papazı, bir müzelik antikasın. Sosyalist değilsin. Öyle Üniversite diploması, ünlü bilgin veya güzel sanat üstadı kesilmekle sosyalist olunsaydı, dünya Marks'larla dolardı. Marks, ancak Üniversite Profesörlüğünü teptikten sonra Marks olamazdı. Elde silah 1848 Alman Devrimine katılan Engels, Antidühring'i yazamazdı. Cilt cilt eserlerle bilim dünyasını altüst ettiğini sanan sayılı sosyalist Alman Profesörü Dühring, Bilimcil Sosyalizmi kurardı. Hakikatin bu sağlam pratik temelinden, veba illeti görmüşçe kaçan yazar ve bilgin ulemamızın, sosyalizmden otorite ile konu açmaya ne zaman kalkışsalar içine düştükleri fikir sefaleti, moral bozgunculuğu şundandır: Hep kürsü yüksekliklerinden Millet tarlasına inciler yağdırma sevdalarından kurtulamazlar. Demiyoruz ki onların incileri yalancı incidir; hatta belki en özenilmiş Hint kumaşı üzerine dizilen saf Umman incileri olabilir döktürdükleri. Ne yazık ki, halkın o göklerden beklediği rahmet, inci yağmuru değil, bilim çölümüze azıcık duru sudur. Ne teorik (sosyalizmi birinci elden etüd etmek), ne pratik (sosyalizm bilgisini hayata uygulayarak geliştirmek) savaşını kıyasıya ve ölesiye - öldüresiye göze alamayanların yaşayan insanlarımızın ve gençliğimizin sofrasına koydukları sözde - sosyalizm, tavşanın suyunun suyu bile değildir. Doğrudan doğruya, ne kokar, ne bulaşır dedikleri tavşanın kakasıdır. Bilimcil Sosyalizmin teori ve pratiği şaşmaz bir politika hakikati bulmuştur. Üretim temeline dayanmayan sosyal üstyapı dayanaksızdır. Siyasette temelli bir problemin çözümü ve yönü bulunmak istenirse, her çağın üretim temeli üzerinde yükselen başlıca sosyal sınıf münasebetlerini pusula gibi elde ve önde tutmak ilk şarttır. 

SOSYAL SINIF PUSULASI 

Sosyal sınıf pusulasını şaşıran kimsenin siyasetten konu açması, dilinin altında birşey saklamıyorsa, iflah olmaz toyluğun sırıtmasıdır. Modern Toplumun Kapitalist üretim temeli üzerinde başlıca sosyal sınıflar: - Kapitalist sınıfı, - İşçi sınıfı.. dır. Batıda da, Batıcı Türkiye'de de başka pusula yoktur. Ya Kapitalist sınıfının pusulasıyla, ya işçi sınıfının pusulasıyla siyaset denizine açılınır. İkisi ortası bir başka pusula yoktur. Çünkü kapitalist üretim yordamı içinde başlıca sosyal sınıflar onlardır.

   Türkiye'de kapitalistle işçiden başka insan yok mu? Var. Hem de en çok onlar vardır. Türkiye nüfusunun % 70-80'i ne kapitalisttir, ne işçidir. Varlığı bu derece büyük olan kalabalık yığınlarımız hiç midirler? Hayır. Onlar yalnız modern üretimin insanları olmadıkları için, Toplumun temel münasebetlerinde (ekonomi gidişimizde) hiçbir dolaysız rol oynayamazlar. Onlar başlıca sosyal sınıflarımız durumunda ve çıkarında bulunmadıkları için, Politikamızın teşkilatlı münasebetlerinde (partilerimizin gidişinde) de hiçbir doğrudan doğruya ve bağımsız rol oynayamazlar. Kayzer: "Bir millet ya örs olur, ya çekiç" demiş. İşçi sınıfı dışındaki sosyal yığınlarımız ne örs olabilirler, ne çekiç. Onlar çekiçle örsün (kapitalist sınıfı ile işçi sınıfının) arasında dövülen ham demir gibidirler. Örs de, çekiç de demirdendir. Ama, demirin örs veya çekiç haline gelmesi için, daha önce tavlanması, sonra örsle çekiç arasında metotluca dövülmesi, en sonunda su verilip çelikleştirilmesi şarttır. Kapitalizm denilen demirhanede, Sermaye çekiç ise, İşçi sınıfını örs gibi kullanarak, bütün öteki orta ve kadim çağ artığı yığınları ham demir gibi ateşe sokup döverek istediği biçime sokar. (Emperyalizm, Faşizm ve ilh. düzenlerinde küçük burjuvazi az buz alet olmaz). İşçi sınıfı çekiç olur da, Sermayeyi örs gibi kullanırsa, aynı yığınlara dilediği biçimleri verebilir. Ama o geniş demir yığını, kendi başına kalkıp kendi kendisini, yahut başkasını ne örs haline sokabilir, ne çekiç edebilir. Modern kapitalizmde ve Türkiye'de sosyal sınıf pusulasını bilinçle kullanmak deyince bunu anlıyoruz. Yön dergisi böyle; bir pusulanın lüzumuna inanmadığı için olacak, o pusulanın varlığını inkar etmekle işe başlıyor. Bunu açıkça yapmıyor. Meseleleri koyusu ile belli ediyor. Açıkça koysa, tartışma kolaylaşacak. İşi mistik denecek bir sinizmle ele alıyor. Okuyucu ne diyeceğini şaşırıyor. Öyle lastikli laflar ortaya atıyor ki, kendisi de, bir başkası da istediği yere çekebilir. Meseleleri öyle koyan toplumcul zümre hangisidir? Küçük burjuvazi. O hiçbir meseleyi belirli bir sosyal sınıf açısından koyamaz. Çünkü kendisi modern bir sosyal sınıf değildir.

PUSULASIZ YELKENLİ FİKRİ 

   Gelişigüzel bir iki örnek alalım: "Şayet gerçek kuvvete sahip olanların temsilcileri iktidarda değilse, bu durum uzun sürmez. Ya rejim içindeki bir krizle biter; yani... asıl kuvvetli olanlar iktidara gelir (14 Mayıs 1950'de böyle olmuştur). Ya da bu yol tıkanmıştır... Bu takdirde rejim yaşayamaz, yıkılır. Kriz rejim içerisinde değil, Prof. Duverger'nin deyişiyle 1 rejim üzerinde'olur." (Ahmet Taner Taslı: "Türkiye'de Rejim Krizi ve Nedenleri", Yön, 8 Temmuz 1966). Bu kocaman fetvada, 1950 yılı seçimi kazanan DP "gerçek kuvvet" imiş! Fakat az aşağıda ne görüyoruz? Şunu: "27 Mayıs, bir yüzü ile iktidara sahip olanların, gerçek kuvveti kimlerin taşıdığını unutmalarından doğmuştur." (Keza) 10 yıl sonra DP gerçek kuvvet değildir: Ordudur! Neden? Bilinmez. 1950'de Ordu yok muydu? DP Orduya rağmen iktidara gelmedi mi? 1961 de gene Orduya rağmen AP (DP'nin açık seçik devamı) alıştıra alıştıra iktidara getirilmedi mi? Getirildi. Öyleyse "gerçek kuvvet" kim? Yahudi'nin hesabı: Kim gelirse o... AZGELİŞMİŞ BEYİN Niçin ağırbaşlı cümlelerle bu kadar hafif fikirler ortaya atılır? Çünkü, aydınlarımız gene Batıdan bir "Azgelişmiş" lafını öğrenmişlerdir. Türkiye azgelişmiş olunca: "Nüfusun büyük kısmını teşkil eden köylü, çiftçi topluluğu bir baskı grubu, bir kuvvet haline gelememiştir. İşçiler için de durum aşağı yukarı aynıdır... Kapitalist gelişme deneyi ise, henüz yeteri kadar kuvvetli bir sermayedar sınıfı yaratamamıştır." (Keza) Geriye ne kaldı? Aydınlar: "Şimdilik asıl kuvvet, işte, ordusu, üniversitesi ve bir bütün olarak idare kademeleri ile bu topluluğun elindedir." (Keza, s. 16) İşte Yön dergisinin 1961'den 1966'ya değin ağzında çiğneye çiğneye posaya çevirdiği sakız bu "Teori" dir. Dünyada Türkiye'yi sosyal sınıflar değil, aydınlar idare eder. Bir bakıma, görünüşte doğru, idare kademeleri hep aydınlar. Ama bu aydınlar (hele Ordu) neden 1950 yılı "gerçek kuvvet" iken, okur yazar kıtlığına uğramış DP'yi iktidara getirdi de, 1960 yılı aynı DP sürüyle aydını kendi saflarına aktardığı zaman ("gerçek kuvvet"ten hayli nasip almış) DP'yi alaşağı etti?

   Hikmetinden sual olunmaz! Okuyucu nereye bakıp kimi göreceğini şaşırır. Bu kafa kargaşalığını yaratmaya ise, gerile gerile "Yön" denir. 

YAZ BOZ SOSYALİZMİ 

"Gerçek, kuvvetlerimizin öncüsü, Üniversite olmalı. Bir Profesörümüz, sanki Yön'ün kuvvet teorisini yalancı çıkarmak isterce, yeni bir "Teori" ortaya atıyor. Diyor ki: "Azgelişmiş ülkelerde, sınıf açısından, üç tane ayrı "gayrı meçhul güç" vardır: Kapıkulu, Kapitalistler ve Halk. İşçi sınıfı... halkın köylü, esnaf gibi diğer zümrelerinden ayrılmadığından henüz bir güç değildir" gibi inciler döker. Tam Yön'ün ideologlarından kaç Doçentimiz varsa, o kadar "Marks'gil düşünce planında teori" (Yön, 8 Temmuz 1966. S. Divitçioğlu: D. Avcıoğlu'nun Yazısı Üzerine, s. 11). Avcıoğlu sevinmeli değil mi? Kendisine, pek haklı olarak "Kapıkulu Sosyalisti" denildiğine içerliyor. Epey doğru karşılıklar veriyor. Can alacak yere geliyor. Kapıkulu sosyalizminin Yön'de değil, Mısır ve Cezayir'de aranmasını öne sürerek şunları yazıyor: "Doğan Avcıoğlu bu çabaya (Mısır ve Cezayir'deki "Kapitalist olmayan"kalkınmaya), sosyalizm etiketi verilemeyeceği ni, Türkiye için de bugünkü temel ve hayati meselenin sosyalizm olmadığını, fakat antiemperyalist mücadele olduğunu, sosyalizmin, antiemperyalist mücadelenin başarısına bağlı yarının meselesini teşkil ettiğini birçok kere ısrarla yazmıştır." (Yön, Keza, s. 12, A.'nın notu). 

SOSYALİZMİN DEĞNEKÇİLİĞİ Mİ? 

Avcıoğlu sosyalizmi "yarının meselesi" sayıyor. Mustafa Kemal de, Birinci Büyük Millet Meclisine sunulan "Halkçılık Programim, antiemperyalist mücadele sırasında, "zaferden sonraya" bıraktırmıştı. Arada 44 yıl geçti. Bugün Türkiye'de herkes "ikinci Kuvayımilliye" seferberliğini düşünüyor. Neden? Çünkü Sivas Kongresi'nde tartışılan, "Amerikan Mandasina yakın bir Amerikan üsleri ve Amerikan sermayesi altındayız. Bu duruma düşmemizde, hiç değilse bugün, o ilk erteleme kararının az rol oynamadığını iddia edebilir miyiz? Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halkçılık Programını zaferden önce ele alıp işleseydi, zaferden sonra o kadar kolayca ve mutlak surette unutabilir miydi?

   Halkçılık Programı hasıraltı edilmeyip gerçekleşse idi, bugün Türkiye bu denli geri ve emperyalizm tehlikesiyle karşı karşıya kalır mıydı? 

YÖNİZM, KEMALİZMLE KIYASLANABİLİR Mİ? 

Gerçi Mustafa Kemal'in Halkçılık Programını ertelemesi ile Avcıoğlu'nun sosyalizmi tecile uğratması aracında en ufak bir kıyaslanabilirlik yoktur. Avcıoğlu Mustafa Kemal değildir. Mustafa Kemal Ordular Grup Kumandanlığı yapmış, Halifei Ruyi Zemin'in Yaver'i Has'ı Hazret'i Şehriyarisi idi. Anadolu'da ve Rumeli'de mevcut bütün silahlı kuvvetlere ve mülkiye amirlerine doğrudan doğruya emir verme yazılı yetkisiyle Anadolu'ya gönderilmiş bir kumandandı. İkinci Meşrutiyet'in Padişahtan üstün şanlı Başkumandan "Vekili" Enver Paşanın Turan'ı zaptetmek için tepeden tırnağa silahlandırdığı muazzam bir ordu vardı. Hiç kullanılmamış, yıpranmamıştı. Yakındoğu'nun en büyük silahlı kuvveti olarak, "Kolordu" etiketi altında saklanıyordu. Kazım Karabekir Paşa kumandasında Mustafa Kemal'in emrine girmişti. Türkiye üzerinde Padişahı gölgede bırakan öyle yüksek yetkili Kumandan ile Yöncüleri kıyaslamak bile gülünç olur. O durumda Mustafa Kemal: "Şimdi antiemperyalist mücadele var. Halkçılık Programını sonraya bırakalım" derken, önce, sözünü yerine getirecek eylemcil güce sahipti. Daha insaflıcası, Halkçılığı sonraya bırakmanın memleketi bugün içinde bulunduğu duruma sürükleyeceği gibi 40 yıllık bir deneme de yoktu. Avcıoğulları öyle midirler? BİRİNCİ KÜRTÜLÜfiLA KIYASLAMA Zaman ve olaylar bakımından mesele büsbütün Yöncülerin aleyhine çıkar. Büyük Millet Meclisi toplandığı zaman Türkiye'nin merkezleri: İstanbul, Marmara, Ege, Antalya, Adana bölgeleri işgal altındaydı. En bilinçli olması gereken Almancı komprador kapitalistler kanadı İttihatçılar bile, işgalcilerle hemen uzlaşma yolları araştırıyordu. İşçi sınıfı Anadolu'yla, silah kaçırmaktan başka yolla bağlı değildi. Bugün Türkiye bir bütündür. O zammı modern işçi yüz binlerde idi. Şimdi en az 2 milyon şehir işçisinin dörtte biri teşkilatlanmış insanımızdır. O zaman, Tefeci - Bezirganlarla eşraf ve ağalar, beyler bile, kendilerini Müslüman biliyorlar; "gavur" dedikleri emperyalistlerle açıktan açığa bir kaba giremiyorlardı. Ancak tek tük casuslarıyla, ayıp ettiklerini herkesten hatta kendi kendilerinden saklayarak, gizli ihanet yollarında buluşuyorlardı. Şimdi İşveren sınıfı ile bezirgan ve hacıağalar hep laiktirler. Nurcu geçinenler bile, Amerikan "Barış Gönüllüleri"nden misyonerlik dersi alıyorlar. O zaman Emperyalizm, elde silah kan döküp ırza geçerek memleketi yakıyor, yıkıyordu. Şimdi emperyalizm, "Barış" melaikesi, film yıldızı, kovboy sempatisi, çiklet sakızı, kız pantolonu biçiminde, camilerimize dek para getiren turist serbestliği ile gelmiş. Türkiye'ye Kalkınma fonları, planları, uzmanları, yağdırarak bir kurtarıcı gibi alkışlarla, bando mızıka karşılanıyor. Sularımızda ve karalarımızda imtiyazlı kol geziyor. 

9. CU BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder