30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 6

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 6



GERİ  ÇEKİLME ŞARTLARI VE SEÇİLEN ALAN

Abdullah ÖCALAN 1979 yılının EYLÜL ayında SURİYE'ye geçmiş, ŞAM'da karargahını kurduktan sonra SURİYE kontrolündeki LÜBNAN sahasında bulunan FİLİSTİN kamplarında militanlarına eğitim olanakları sağlamıştı. Eğitimlerini tamamlatarak yurt içine soktuğu adamlarıyla önemli bir vurucu unsur kazanıyor ve PKK'nın Türkiye faaliyetleri takviye edilmiş oluyordu. Buna rağmen örgütün gücünde hızlı bir aşınma söz konusuydu.Şehirlerde eylemler yapmalarına, hatta güçlerinin azamisini kullanarak bulundukları her yerde 21-28 NİSAN tarihlerini KIZIL HAFTA ilan 58 Etmelerine rağmen aşınma devam ediyordu. Burada belirtmek gerekir ki; 21-28 NİSAN tarihlerinin PKK ve Kürtçülük açısından hiç bir özelliği yoktur. Sadece 24 NİSAN Dünya Ermenilerinin Ermeni Katliamını anma günüdür. Evet, bütün bu eylemlere rağmen örgütün çok sayıda kadrosu yakalanıyordu. Birçok sempatizan birçok baskı ve tehdide rağmen terk ediyordu. Kırsalda...... lan yedeğine almış olmasına rağmen BUCAK larla baş edemiyordu.MARDİN kırsalında ise KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) ile silahlı çatışmalar devam ediyordu. 
Bir yandan PKK'nın içine yuvalandığı köylüler, diğer yandan bu köylülerin düşmanı durumundaki KUK taraftarı olan köylüler, her türlü yöntemle birbirlerinin kökünü kazımak için çaba sarf ediyorlardı ve adeta önü alınmaz bir kan davası sürüp gidiyordu. 
Geri çekilme planları ŞAM'da yapılmıştı. Plana göre şehirlerdeki militanlar önce kırsala çekilecekler, kırsal kesimdeki belli noktalarda bir araya gelecekler ve buralardan da peyder pe yönceden ayarlanmış klavuzlar vasıtasıyla SURİYE'nin sınır kasabası olan KAMIŞLI, AMUDİYE, DERBESİYE ve KOBANİ 'deki intikal noktalarına ulaşacaklardı.   

ADIYAMAN, KAHRAMANMARAŞ, GAZİANTEP ve ŞAN-LIURFA' daki militanlar Ş.URFA ilinin BİLECİK ve SURUÇ ilçelerinden, diğer alanlardakiler ise MARDİN ili kırsal kesiminde toplanarak NUSAYBİN sınırından geçiş yapıyorlardı.SURİYE sınır kasabalarında toplananlar ise bir müddet buralarda kaldıktan sonra karayolu ile ŞAM'a, ŞAM'dan da yine plan gereği daha önceden tesbit edilmiş FİLİSTİN DEMOKRATİK KURTULUŞ CEPHESİ'nin LÜBNAN daki askeri karakollarına beşer onar kişilik gruplar halinde dağıtılıyorlar dı. Burada bir hususa değinmekte yarar görüyoruz; PKK'ya göre Kürdistan 4 sömürgeci devlet tarafından pay edilmiş ve 4 parçaya ayrılmıştır. 

Bu dört devlet de ulusal kurtuluş mücadelesi veren PKK'nın düşmanı idiler. Bu düşman ve sömürgeci devletlerden bir tanesi SURİYE idi. 59  Yurt dışına çıkma emri alan PKK militanları LÜBNAN'a gideceklerini biliyorlardı. 
Ancak düşman bir ülke olan SURİYE topraklarından nasıl geçip LÜBNAN'a gideceklerini düşünüyorlardı. 
Gidecekleri LÜBNAN toprağının SURİYE'nin kontrolun da olduğunu ise hiç bilmiyorlardı. Haklı olarak bu yolculuktan çok endişeli idiler. Abdullah ÖCALAN bu durumdan da istifade etmek için rehberlere "Bizimkileri Suriye 'den Lübnan 'a getirirken çok gizli hareket ediyormuşsunuz gibi davranacaksınız..." şeklinde talimat veriyordu. 
Halbuki grupları SURİYE-TÜRKİYE sınırından alıp LÜBNAN'a ulaştıran rehberlerin hepsi SURİYE İstihbarat görevlileri idiler.O günleri ve o gerçekleri yaşayanların 
çok az bir bölümü bu gün hala örgüt içerisinde dirler ve onlar mutlaka bu güne kadar daha yüzlerce böyle gizli kapaklı işlere tanık olmuşlar dır.PKK, 19701i yıllardaki toplumsal dalgalanmaların, o günlerin şartlarında meydana gelmiş doğal bir örgüt olsaydı 12 EYLÜL sonrasını da diğer bir yığın silahlı-silahsız örgüt gibi karşılayacaktı. 
Yani, bir çeşit mücadele şartlan daraldığı için, toplumsal hareketler durulduğu için, Apolitik bir döneme girildiği için yeni koşullara uygun bir çalışma tarzını 
benimseyecekti.Fakat PKK kuruluşunda ve amacında bir farklılık olduğu için 12 EYLÜL dönemini ve sonrasını kendi güç ve imkanlarının çok çok üstünde olan ve o düzeydeki bir örgütün hayal bile edemeyeceği ilişkiler sayesinde farklı bir biçimde karşıladı. LÜBNAN'da güçlerini FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) ye yakın bir statüde konumlandırdı..Diğer örgütler yurt içi ve yurt dışı ilişkileri bakımından PKK'-dan üstün olmalarına rağmen 12 EYLÜL sonrası ağır darbeler yiyiyorlar, 
bir, çoğu dağılıyor, bazıları çok az bir imkanla değişen şartlara yıllar sonra adapte olmaya çalışıyor, PKK ise çok kısa sürede yığınla imkanlara, özel
statülere kavuşup fendini garantiye alıyor. Demek ki, PKK'nın yurt dışı ilişkileri daha güçlü imiş!Demek içi birileri PKK'ya "Yürü ya kulum." demişler. 
Bu çok düşündürücüdür. Aslında daha öncede belirttiğimiz gibi PKK'nın kuruluşundan itibaren sahnede son derece gizemli ve akıl almaz olaylar vardır. 
Gerçi bu esrarengiz liklerin bir kısmını Abdullah ÖCALAN zaman zaman ağzından kaçırmıştır ve bir kısmını da hadiseler ortaya çıkarmıştır ancak, aydınlanan 
bölüm yeterli değildir.60 


İKİNCİ BÖLÜM PKK LÜBNAN'DA 

PKK'nın dağılmaması, derlenip toparlanması ve Türkiye'ye yönelik faaliyetlerinin hazırlıkları için Lübnan sahası kendisine tahsis edilmişti. Lübnan sahasını kimlerin ne şekilde PKK için hazırlayıp tahsis ettiğine geçmeden önce, o günlerde Lübnan'ın durumuna kısaca bir göz atmaktan fayda vardır.Lübnan 1974 yılından sonra fiilen ikiye bölünmüştü. Doğu Beyrut ve Kuzey Lübnan'ın sahil şeridi Hıristiyan Cumhurbaşkanı, Falanjist milisler ile Lübnan ordusunun bir kanadının denetimindeydi.Batı Beyrut ile Lübnan'ın diğer kesimleri ise sözde Müslüman bir başbakanın kontrolündeydi. Gerçekte bu bölüm Arap Barış Gücü adı altında Suriye ordusunun fiili işgali altındaydı. Suriye'nin işgali altındaki bu topraklarda ise FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) bünyesindeki bir çok örgütün kamp ve karakollarının yanı sıra LÜBNAN lı Dürzi ve Şii milislerin kamp ve karakolları bulunuyordu. Ermeni ASALA örgütünün bir kampı da ayrıca aynı bölgedeydi. Hıristiyan ve Müslümanların çatışmasını önlemek, Lübnan'ın parçalanmasının önüne geçmek için Arap Barış Gücü sıfatı ile burada bulunan Suriye Ordusunun, Hıristiyanlar ın milis örgütlemesine karşılık Müslüman, Dürzi ve Şiilerin de milis kampları kurmaları, karakol teşkilatları oluşturmalarına göz yumulması 
fazla anormal bir durum değildir. Aynı zamanda İsrail'e karşı mücadele (!) veren ve halkının önemli bir kısmı Suriye ve Lübnan'da mülteci konumunda olan Filistinlilerin de 61 Lübnan'da kamp ve karakol kurmalarını normal karşılamak gerekir. Dar bir mantık bu durumu anlayışla karşılar ancak aynı mantık Ermeni ASALA'nın ve Kürt PKK'nın Suriye kontrolündeki Lübnan topraklarında kamplar kurarak militan yetiştirmelerinin nasıl mümkün olduğunu kavramakta zorlanır. 

Ama, yine de en sivri akıllı olan; " Suriye Türkiye'ye düşman olduğu için PKK ve ASALA' nın kamplar kurmasına göz yumuyor" demek suretiyle işin içinden sıyrılır.


Fakat bizce bu iş o kadar basit değildir ve biraz kurcalamakta fayda vardır. Fransız manda yönetimince oluşturulan Lübnan Cumhuriyeti Anayasasında 
Hıristiyan-Müslüman çelişkisini canlı tutacak hükümler mevcuttu. Bu durum Lübnan'da ekonomik ve sosyal dengesizliklere sebep oluyordu. 
Ülke siyasi çekişmelere sahne oluyor ve bu çekişmeler sıcak savaşa dönüşüyordu.Lübnan'da iç savaşın 1974 te başlayıp sürekli devam etmesi, ülkenin ikiye bölünmesi ve ardından Suriye Ordusunun "Arap Barış Gücü" sıfatıyla Lübnan'ı işgal etmesi bahsedilen çarpıklıkların düzeltilmesi için değildi. Suriye, Lübnan'a parçalanmışlığı sürekli kılma, hatta parçalanmışlığı daha da artırarak devam ettirmek için girmişti.  Bu durumdan kimin ne çıkarı olabilirdi? Soğuk savaşın bütün hızı ile devam ettiği o yıllarda Varşova Paktı adına Bulgaristan'ın görevi;kapitalist ve bunların müttefiki durumundaki üçüncü dünya ülkelerinde yasa dışı faaliyeti tezgahlamak tı. Parçalanmış ve toprakları resmi hükümet çe denetlenemeyen Lübnan topraklan,kaçakçılıktan terörizme kadar her türlü yasa dışı faaliyetin tezgahlanmasında aranıp da bulunamayacak bir yerdi. Suriye Ordusu'nun tüm silah ve teçhizatını karşılayan ve ekonomik yardımlar ile Hafız Esat yönetimini iç muhalefete karşı ayakta tutan, askeri danışmanlarıyla iç güvenlik örgütleri oluşturan Sovyetler Birliği ve müttefikleri, birçok görevin yanı sıra Lübnandaki mevcut durumun devam ettirilmesi ve bu konuda Bulgaristan'la işbirliği yapma görevini Suriye Hükümetine verdiler. Suriye bu görevi seve seve kabul etti, çünkü Suriye'nin bu konuda başka avantajları davardı. Lübnan'da bulunan Suriye Ordusu'nun tüm masrafları Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından 62 karşılanıyordu. 

Yani Suriye Arap kamuoyuna; "Lübnan 'da Filistinlileri üslendirip silahlandırarak İsrail'e karşı mücadele etmelerini sağlıyorum, dolayısıyla bütün Arap ülkeleri 
bu konuda bana para göndermelidir. " diyordu.Arap ülkelerinden Suudi Arabistan ve Kuveyt, durumun böyle olmadığını bildikleri halde kendi vatandaşlarına şirin 
gözükmek için kesenin ağızını açmışlardı. Suriye ayrıca Sovyetler Birliğine; "Ben Lübnan'da kontrolüm altındaki sahada Kapitalist ülkelerin devrimci militanlarını 
barındırıp eğitiyorum bunun için bana para ve silah verin. " taleplerini rahatlıkla götürebiliyordu. 

Öte yandan Arap ülkelerine, sosyalist ülkelere ve batı dünyasının demokratik kamuoyuna (!) diyordu ki; " Ben mazlum Filistinlilerin hamisiyim, İsrail'e karşı Filistinlileri destekliyor, barındırıyor ve koruyorum. Filistinlilere para yardımı yapıyorum zor durumdayım bana para verin... "Dolayısıyla Suriye, Filistinlilere dışarıdan gelen her türlü yardıma da el koyuyordu. Buna karşı Filistinliler şiddetli bir şekilde itirazda bulununca 1976 yılında Filistinlilere karşı Tal El Zaatar katliamını düzenleyip otoritesini tesis etti.Sorun daha sonraları giderek karmaşıklaştı ve Lübnan gerçek anlamda bir kördüğüm halini aldı. İşin bu hale gelmesinde Fransızların önemli etkileri olmuştur.  

Suriye ve Türkiye arasındaki Hatay topraklan ve su sorunları da yabana atılmayacak etkenlerdir. Ancak burada önemli olan Suriye'nin Lübnan'ı uluslararası terör odaklarının barınma ve eğitim alanı olarak bazı güçler adına kullandırması dır. Oradaki kamplar için hiç kimse Lübnanhükümetini sorumlu tutamıyor çünkü fiili denetimi yok . Suriye ise; "Burası benim toprağımdeğil" diyebiliyor. Günümüzde Sovyetlerin veya Bulgaristan'ın 
olmaması da hiç önemli değildir. Ortadoğu ve Orta asya üzerindeki emelleri belli olan ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere terör yaratıcılığı konusunda deneyimli bir profesyonel olan Suriye'nin patronluğuna çoktan soyunmuş durumdalar. Bu durumda Suriye'nin yeni patronu elbette PKK' nın da patronu olacaktır.63  PKK, militanlarını Lübnan'a ilk götürdüğünde militanlar FKÖ içinde yer alan ve Sovyetler Birliği güdümünde, pratik ilişkileri daha çok Bulgaristan ile olan Filistin Demokratik Halk Cephesi kamplarına beşer -onar kişilik gruplar halinde dağıtıldılar. Denildi ki; "Biz Demokratik Cephenin Askeri statüsüne tabi olarak hareket edeceğiz. 

    Bu tip Filistin örgütlerine askerlik yapmak için, Filistin davasına hizmet etmek için dünyanın birçok yerinden insanlar geliyor,bizim durumumuz da böyledir, yanlışlık yapmayın açık vermeyin..." Bekaa Vadisi olarak bilinen bölgede gerçekten de sözde Filistin davası için savaşmak amacı ile dünyanın birçok yerinden gelmiş insanlar vardı. 

Ama bunların durumu gerçekten farklıydı. PKK bu senaryo ile ilk etapta militanların kafasında yer edecek olan soru ve çelişkileri bertaraf etmiş oluyordu. Zaten bu elemanların hepsi Türkiye'de aranır durumda olduklarından ve yine çoğu genç, tecrübesiz, herhangi bir hayat sorumluluğundan yoksun bulunduklarından sanki oyun oynuyorlarmış gibi attıkları her adımın macera yönünü ön plana çıkarıp bunun zevki ile gün geçiren kişilerdi. 

   Türkiye'den kaçarak yakalanma korkusundan kurtulmuşlardı. Film ve romanlarda olduğu gibi sınırdaki askeri, mayın tarlalarını, yabancı ülke topraklarını geçmişlerdi ve bütün bunlardan sonra Lübnan'a ulaşılmışsa gerçeklerin ne önemi olabilirdi. Gerillacılık romantizmi her şeyi toz pembe göstermeye yetiyordu.İşte bu ruh halindeki insanlar, Abdullah ÖCALAN'ın ve onun efendilerinin işlerini son derece kolaylaştırıyordu.Fakat zaman ilerledikçe ve toplam 150 kişiyle Lübnan'a çekilme tamamlanınca Filistin davasının ve Gerillacılığın gerçekleri kısmen anlaşılmaya başlanınca "Niçin Avrupa'ya değil de Lübnan'a?" sorulan sorulmaya başlandı. 
Ama bu soruları soruş tarzı, kavramaya yeni başlayan bir çocuğun annesinin eteğini çekerek "şu ne? bu kim?" türünde ve çevresini algılamaya çalışması gibi bir şeydi. Çünkü APO'nun adamlarının görgü ve kültür düzeyleri çok kısıtlıydı. Çoğu kendi köyünün merasından öteye bir yeri tanımamıştı, en ileri olanlar bile 64 
Güneydoğudaki bir şehrin gecekondu sokaklarında hayata gözlerini açmış, mahalle ilk okulunu bitirmiş sonra da eline bir silah alarak iki-üç adam öldürmüştü. 
Bu nedenle içinde bir nokta kadar  yer işgal ettikleri birtakım uluslararası çapta tezgah ve dümenleri algılamaları ve yorumlamaları beklenemezdi.Sorular başlayınca Abdullah ÖCALAN bir takım denetim mekanizmaları kurmaya başladı ve"Niye Avrupa değil de Lübnan?" sorularına karşılık şu açıklamayı yaptı:"Avrupa ülkeleri emperyalist ülkelerdir. 
Hepsi NATO üyesi ve Türkiye'nin müttefikleridirler. Her ne kadar bugün Türkiye'den giden kaçaklara kucak açıyorlarsa da bu işi Türkiye ile anlaşmalı olarak yapıyorlar. 
Oraya giden devrimcilere rahat imkanlar sağlayarak, onları işe ve okullara yerleştirerek, yaşamlarını düzene sokarak rahata alıştırıyorlar ve devrimci özlerini boşaltıyorlar.  

Dolayısıyla onları Türkiye adına kendi emperyalist çarkları arasında pasifize ediyorlar. Eğer bizde Lübnan'a değil de Avrupa'ya gitseydik bizim de sonumuz farklı olmazdı. 
Bizim için en ideal geri çekilme alam Lübnan'dır. Eğer sabrederseniz bu konuda ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz." APO' nun bu açıklamaları birçok küçük beyin tarafından çok parlak bir yorum olarak değerlendiriliyor, üstün öngörüsünden bahsediliyordu. Gerçekten Avrupa nın mülteciler için bir şeyler yaptığı kesindi fakat bunlar Türkiye için veya Türkiye adına değildi.1980 yılında başlayan geri çekilme 1981 yılında 150 kişi ile tamamlanmıştı. Bir miktar militanda Avrupa'dan ve Libya'daki işçilerden temin edilmiş, toplam sayı 200 kişiyi bulmuştu. Örgütün yönetici kadrosundakiler hariç diğerleri Filistin Demokratik Halk Cephesi karakollarına dağıtılmışlar, olacakları bekliyorlardı. APO ise Şam kentindeki karargahında çeşitli kesimler ile ilişki halinde bundan sonra yapılacak işlerin planlamaları ile uğraşıyordu.  
PKK Merkez komitesi üyelerinden Cemil BAYIK, Beyrut'la kurmuş olduğu karargahta grupları dolaşarak nabız yokluyor, "Bundan sonra ne 65 olacak?" sorularına "Bekleyin zamanı gelince sizlere bir açıklama yapılacaktır" diyerek zaman kazanıyordu.Biraz sesini yükseltenler ise; "Nankörlük yapmayın, parti size el atmasaydı şimdi zindanlarda çürüyor olacaktınız. Halinize şükredin, örgütün en şanslı insanlarısınız, ayrıca geçmişte de abartılacak öyle ahım şahım bir mücadeleniz yok!" 
cevabını alıyorlardı. PKK militanları Lübnan'da Filistinlilerin yanma gitmeden önce Filistin Gerillalarını, Filistin savaşçılığını, kahramanlığını efsanevi bir düzeyde görüyorlardı. Fakat içlerine girdiklerinde onların da diğer insanlardan farkları olmadığını kısa sürede anladılar. Onca uluslararası maddi ve manevi desteğe rağmen  ortada gözle görünür bir şeyler yoktu.Bu durumun yarattığı hayal kırıklığı PKK yönetimi tarafından fark edilince, gerilla ve gerillacılığa olan güven sarsılmasın diye; "Bunlar mültecidir, liderlikleri devrimci değildir. 

Kendi topraklarında savaşmıyorlar, bol para ve imkan dirençlerini kırmıştır..." yalanlan söylenmeye başladı. Nihayet Abdullah ÖCALAN, 1981 yılı Haziran ayında Şam' dan Lübnan'a geçerek Suriye sınırında ve Lübnan toprakları içerisinde bulunan ayrıca daha önce kararlaştırıldığı kesin olan,Suriye ordusunca özel olarak korunan ve Filistin Demokratik Halk Cephesinin cephaneliklerinin bulunduğu HELVE Kampı'nı tamamen PKK'ya tahsis ettirdi. PKK 1. Konferansı HELVE Kampında yapılacaktı. 
Filistin karakollarına dağıtılan gruplardanileri düzeyde bulunan ikişer-üçer kişi seçilerek kampa çağrıldılar. 

Böylece değişik yerlerden yaklaşık 60 kişi PKK 1. Konferansına katılmak üzere bir araya gelmiş oldular. Ayrıca 20 kadar militan da nöbet, yemek ve benzeri işler için kampta bulunuyordu.Konferansa katılmak üzere çağrılan kişilerin tamamına yakın bir bölümü, daha önce herhangi bir konferansa veya kongreye katılmış değildi. 
Okudukları ve duydukları kadarıyla biliyorlardı ki; bu bir parti toplantısı ise ve çağrılan kişiler delege olarak çağrılmış iseler, konferansın gündemine ilişkin görüşlerini yazılı ya da sözlü olarak dile 66 getirirler. Konferansta geçmiş faaliyetlerin muhasebesi yapılır, içinde bulunulan durum ve geleceğin hedefleri saptanır. 
Yeni çalışma döneminin ilkeleri ortaya konur. Fakat çeşitli zıt görüşler ortaya çıkacağından, çoğunluğun görüşü konferans sonuçlarına egemen olur. 
Karşıt görüşlüler ya genel çoğunluğa tabi olurlar, ya da ortaya çıkan yapının dışında kendilerine yeni bir yol çizerler. Bu nedenledir ki, konferansa katılmak 
üzere HELVE Kampına gelen herkes kendi görüşlerini özet olarak yazılı hale getirmişti.Toplantının başladığı gün doğrudan divan masasına geçip oturan 
Abdullah ÖCALAN daha önceden kararlaştırdığı iki militanı divan başkanı yardımcıları olarak yanına aldı ve böylece konferans divan başkanlığı kurulmuş oldu. 
Konferansın gündemi ve bu gündemin geniş bir değerlendirmesi daha önceden APO tarafından yapılmış, "POLİTİK RAPOR" adıyla broşür halinde basılmıştı. 
Bu broşür konferanstan bir hafta önce zaten bütün militanlara okutulmuştu. Buna göre gündem özetle şöyleydi:- PKK örgütünün geçmiş faaliyetlerinin 
değerlendirilmesi,- İçinde bulunulan dönemin özellikleri ve bu dönemin görevleri,- Gelecekteki faaliyetlerin genel bir planı.Bu gündem çerçevesinde konferans isimli eğitim çalışması başlamış oldu. APO; "Hepiniz suçlusunuz" diye söze başladı. "Parti adına sizleri yargılamaya kalksam hepinizin cezası idamdır!" "Hiçbiriniz geçmişte görevlerinizi yapmadınız. Hepiniz parti ilke ve talimatlarına ihanet ettiniz. Fakat önderliğin doğru kararları sayesinde büyük hatalarınıza, amatörlüğünüze, pespayeliğinize rağmen partimiz PKK çok büyük başarılar elde etti. Bundan sonra tek bir şansınız vardır, geçmişte işlediğiniz büyük hatalardan ders çıkartmak ve gelecek ile ilgili POLİTİK RAPOR 'da öngördüğümüz çalışma ve görevler doğrultusunda çaba sarf etmektir."67 

Apo, ayrıca bir yığın tehditle konuşmasını sürdürüyor ve herkesi psikolojik olarak sindiriyordu:"Hepiniz bundan birkaç gün önce zavallı durumda idiniz. 
Başınızı sokacak bir yer bulunuyordunuz, bir lokma ekmeğe muhtaçtınız! Eğer sizlere el olmasaydık şimdi çoğunuz ya ölmüş olacaktı ya da zindanlarda idamı 
bekliyor olacaktınız. Aileleriniz, ananız, bacınız da sizi kurtaramazdı. Ama, biz sizleri kurtardık, şimdi rahatınız yerinde, karnınızı doyuruyorsunuz, aç ve açıkta 
değilsiniz!"Bunun üzerine herkeste bir suçluluk duygusu oluşmaya başladı. Herkes konuşmak üzere hazırladığı yazıyı katlayıp cebine koydu. Muhataplarını 
sindirdiğini fark eden Abdullah ÖCALAN; "Şimdi sizlere söz hakkı vereceğim konuşmanızı yapabilirsiniz." dedi. Konuşmaya cesaret edebilen birkaç üst düzey 
elemanı papazın önünde günah çıkarır gibi süklüm püklüm bir vaziyette kendi kendilerine çamur "atmaya başladılar. Sözüm ona öz eleştiri yapıyorlardı. 
"Bizettik sen etme!" türündeki konuşmalar sürüp gitti.Bu konuşmalardan sonra diğer militanlar da şöyle bir fikir oluştu; geçmişte örgütün tüm yükünü 
sırtlanmış olan birçok eylemi canı pahasına gerçekleştiren bu üst düzey elemanlar eğer kendilerini suçlayarak konuşuyorlar ise bizim söyleyecek neyimiz olabilir?   

Kısaca, birkaç merkez komitesi üyesi dışında hiç kimse 11 gün süren konferans! boyunca konuşmaya cesaret edemedi, Fakat, Resul ALTINOK (DAVUT) 
isminde bir merkez komite üyesi defalarca bir şeyler söylemek istemesine rağmen Abdullah ÖCALAN tarafından hep susturuldu. Dolayısıyla 11 günbir eğitim çalışması ve beyin yıkama faaliyeti olarak geçti. Bu yetmiyormuş gibi konferansa katılanları küçük gruplara ayırarak yaklaşık iki ay boyunca POLİTİK RAPOR içeriğini ezberletti,kelimenin tam anlamıyla beyin yakıyordu. APO bu militanları bir müddet sonra diğer gruplara gönderip yapıyı homojenleştirmeyi düşünüyordu. 
Çalışma sonunda herkes artık birer APO maketi olup çıkmıştı.68 APO'nun konferans sırasındaki tavrını kısmen de olsa detaylandırma mızın nedeni; onun örgüt kongrelerini, konferanslarını ve toplantılarını hangi mantıkla düzenlediği, elemanlarının fikirlerine ne derece ilgi duyduğu, onları hangi gözle gördüğü anlaşılsın diyedir. 
PKK'da en üst düzeyde yaratılan bu anlayış alta doğru aynen yansımıştır. Denilebilir ki: Apo elemanlarının fikirlerine saygı duymuyor, onlara değer vermiyor o halde niçin kongreler, konferanslar, toplantılar düzenliyor, maksadı nedir? Elbette bir maksadı vardır.Bu tür toplantılar yapmakla her şeyden önce yargılama işini soyut bir kuruma havale ediyor.Aslında kendisi olan PKK'yı bir kurum olarak meşrulaştırıyor. Faturaları bir kurum adına kesmiş oluyor fakat PKK'da kendi önemini vurgulamaktan da geri durmuyor. Yani ben olmazsam PKK da olmaz havasını her seferinde yaratmayı ihmal etmiyor. İkincisi; bu toplantılar vasıtasıyla"EGO" lan canlandırıyor, kişileri ateşliyor. "Kongre üyesi, Kongre delegesi, Merkez Komite üyesi ...vb." gibi sıfatlarla katılanları yeni görevler için ümitlendiriyor. Üçüncüsü; bu tür toplantılar eğitim çalışması şeklinde geçtiği için çeşitli bölgelerde faaliyet yürütecek olanları aynı potada eğitip tek tip insan yaratıyor. 

      Ayrıca bu toplantıları bir akit olarak ilerde toplantıya katılanlara karşı kullanıyor. Örneğin; " Falan toplantıda şu kararı almadık mı? Hepiniz onaylamadınızmı? " gibisinden dikte ettirdiği fikirleri bir ittifak senedi olarak kullanıyor. Bunlar APO'nun çok kurnazca uyguladığı taktiklerdir.

Sonuç olarak; PKK 1. Konferansı 
(15-26 TEMMUZ 1981) geçmişin değerlendirmesini yapmak, geleceği planlamak gibi hususlar bir yana; esasında yurt dışındaki elemanları zaptu rapt altına almak, onlara dolaylı veya direkt olarak gözdağı vermek maksadıyla tertiplenmiştir.Lübnan'da bulunan PKK elemanları Abdullah ÖCALAN tarafından bizzat tehditlere maruz kaldıkları gibi, Demokratik Cephenin çeşitli karakollarında bulunan diğer gruplar da Cemil BAYIK tarafından tehdit ediliyorlardı.Tehdit ve baskılar ile iyice sindirilen ve hatta çeşitli entrikalar ile birbiri aleyhine kışkırtılan elemanlara bir de yeni dönemin çalışma programı dayatıldı.Programda kısaca şöyle deniyordu: 
"Bizler Lübnan'a yeniden güç 69 toplamak yeni mücadelemize uygun bir hazırlık yapmak için geldik. 

Canımızı kurtarmak,karnımızı doyurmak için buralarda bulunmuyoruz. Hazırlıklarımızı hızla tamamlamalıyız. 

Hazır olduğumuzda uygun bir biçimde yeniden ülkeye dönüp, mücadeleye kaldığımız yerden devam edeceğiz."PKK örgütü hazırlıklar için de şunları öngörüyordu: 
"Partimiz PKK yı ülke içinde yeniden inşa edeceğiz. Teorik olarak partinin ülke içinde nasıl inşa edileceğini buradaki çalışmalar sırasında kavrayacağız. 
Parti önderliğinde gelişen ve halkın katılımıyla oluşacak halkın siyasi katılım ve yürütme gücü olan Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi 'nin teorik olarak ne şekilde  
oluşturulacağını buradaki eğitim faali-yetle-rinde kavramamız gerekiyor. Mücadelemizi zafere götürecek temel güçlerden birisi olan Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK)'nun inşası için gerekli bilgileri de burada kavramamız gerekiyor."
Çok geçmeden Abdullah ÖCALAN bu Üç ana konuda üç kitap hazırlayıp bastırdı. 

Bu kitaplar:

7.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder