26 Kasım 2019 Salı

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2



Başbakan Erdoğan’ın İran Gezisi sırasındaki açıklamaları ve bu gezi öncesinde Guardian gazetesi ile el-Cezire televizyonuna verdiği mülakatlardaki ifadeleri Batı Medyasının bir kısmında Türkiye’nin aidiyeti konusundaki tartışmaları artırmıştır. Türk Dış Politikasında bir “eksen kayması” yaşandığı iddialarına dair son dönemde sıkça gündeme getirilen benzeri bir tartışmayla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin İran başta olmak üzere nüfuslarının çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu komşularıyla kendi çıkarları ekseninde, işbirliği 
temelli bir ilişki kurması ve Batılı güçlerin bu ülkelere yönelik sınırlayıcı, yalnızlaştırıcı politikalarına ayak uydurmaya yanaşmaması giderek artan bir şekilde bazı Batılı çevreleri rahatsız etmeye başlamıştır. Bu rahatsızlığın temel nedenleri olarak şunları sayabiliriz:

1. Her şeyden önce, Batı’nın ekonomik ve güvenlik politikalarına destek vermesine alıştıkları Türkiye’nin bu politikaları yeri geldiğinde sorgulaması ve kendi çıkarlarıyla çatışması durumunda bu politikalara aykırı davranması bu çevreler açısından kabul edilebilecek bir durum olarak görülmemektedir. Türkiye’nin arzu ettiği, karşılıklı işbirliği ve çıkarlara saygılı bir ilişkiyi kabullenmekte zorlanan bu çevreler, kendilerinden bağımsız bir şekilde Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda bir işbirliği havzası oluşturmak suretiyle bu bölgelerin halklarını uluslararası politikanın etkin aktörlerine dönüştürmek isteyen Türkiye’nin yeni vizyonundan rahatsızlık duymakta, eski yardıma muhtaç ve bu yüzden de itaatkâr olan Türkiye’yi tercih etmektedirler. 

2. Türkiye’nin İran gibi komşularıyla geliştirdiği işbirliği eksenli yeni politikaların Batı’da bazı çevreleri rahatsız etmesinin ikinci nedeni olarak, bu çevrelerin, İran, Suriye ve Irak gibi ülkelerde istikrarın sağlanmasına değişik nedenlerden dolayı karşı çıkan birtakım lobilerin etkisi altında olmaları ya da bizzat bu lobilere mensup olmaları söylenebilir. Bu lobiler arasında, istikrarsızlık ve çatışmalardan 
beslenen silah sanayisi lobisini, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki aşırı oynamalardan büyük servetler kazanan enerji lobisini ve kendisi için tehdit olarak gördüğü İran, Suriye ve Irak’ı mümkün olduğunca güçsüz ve istikrarsız kılmak isteyen İsrail lobisini sayabiliriz.

Batı ülkelerinde oldukça etkin olan bu lobi mensupları ile onların etkisi altındaki politikacı ve medya mensupları, istikrarsızlık ve çatışma içerisinde görmek istedikleri İran ve Suriye gibi ülkelerin Türkiye’nin işbirliği eksenli politikaları sayesinde uluslararası sistemin kabul gören üyeleri olma yolunda gelişme göstermelerini istemedikleri için giderek artan bir şekilde Türkiye’nin politikalarından rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. İngiltere’de yayınlanan The Guardian gazetesinde Robert Tait imzasıyla çıkan yazıda Başbakan Erdoğan’ın Türkiye-İran dostluğunun altını çizen açıklamalarına dikkat çekildikten sonra, teokratik İran’a dostça yaklaşan Türkiye’nin, seküler Avrupa’ya ise giderek artan bir şekilde öfkeli ve kırgın bir tutum içerisinde olduğu vurgulanıyor ve bunda Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyelik arayışına karşı isteksiz ve ilgisiz davranmasının da payı olduğu ifade ediliyordu.17

Amerikan Wall Street Journal gazetesinde “The Turkish Temptation” başlığıyla yayınlanan yazıda ise, Başbakan Erdoğan’ın, İran’da Haziran ayında yapılan başkanlık seçimlerinin ardından Ahmedinejad’ı arayıp tebrik eden ilk liderler arasında yer aldığını ve İran’ın nükleer programını barışçı ve insani amaçlı olarak tanımladığını ifade ettikten sonra, “Yakın Doğu Politikası Washington Enstitüsü” uzmanlarından Soner Cağaptay’ın, AK Parti dış politikasının bütün Müslüman ülkelere yönelik bir sempati göstermediği, sadece Katar ve Sudan gibi İslamcı 
ve Batı karşıtı rejimlerle dayanışma içerisinde olduğuna dair iddialarına yer vermiştir. Çağaptay’ın ifadeleriyle, AK Parti yönetimindeki Türk dış politikasının seküler ve Batı yanlısı Mısır, Ürdün ve Tunus gibi Müslüman ülkelere uzak durmayı tercih ettiğini ileri süren gazete Türk dış politikasının gidişatından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.18 Alman Der Spiegel dergisi de, Başbakan Erdoğan’ın “ Bu kibirli yaptırımları isteyen ülkelerin öncelikle kendi sahip oldukları nükleer silahlardan vazgeçmeleri” ve “İranlı dostlarımız ve kardeşlerimizle aynı tutumu paylaşıyoruz” şeklinde ifadeler kullandığını aktarma suretiyle Türkiye’nin İran’a yönelik politikasını eleştirmiştir.19

Bu eleştirileri dile getiren medya kuruluşlarının ya kendi bulundukları ülkelerde ya da Almanya örneğinden yola çıkılırsa, komşularında nükleer silahların bulunduğu ve dünyada günümüze kadar bu silahları ilk ve tek kullanan ülkenin ABD olduğu gerçeği dikkate alınırsa, nükleer silah elde etmeye çalışmakla suçladıkları İran’la özellikle ekonomik açıdan yakınlaşan Türkiye’ye yönelttikleri suçlamaların anlaşılır olduğunu söylemek zordur. 

Bu gerçeklere rağmen Ankara’ya yönelttikleri eleştiriler, ya ekonomik işbirliği ve kalkınma arayışı içinde olan Türkiye’nin 73 Milyon Nüfusa sahip olan komşusu İran’ı ihmal edemeyeceğini ve dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervlerine sahip bu ülkesiyle doğalgaz anlaşmaları yapmasının rasyonel olarak bakıldığında kaçınılmaz olduğunu anlamamalarından kaynaklanmakta, ya da Türkiye’nin artık kendi çıkarlarını önceleyen “normal” bir ülke olduğunu ve Batılı ülkelerin bir ön-kalesi olarak kalmaya razı olmadığını görmek istememeleri onları bu “eleştirel ve öfkeli” tutuma sürüklemektedir. 

Ancak bütün Batılı medya kuruluşlarının, Türkiye’nin Ortadoğulu komşularıyla ilişkilerini normalleştirmesine aynı olumsuz tepkiyi verdiğini söylemek yanlış olacaktır. Almanya’da yayınlanan Süddeutsche Zeitung, Başbakan Erdoğan’ın İran nükleer sorununa ilişkin sözlerini yorumsuz ve tepkisiz bir şekilde okuyucusuna aktarmayı tercih etmiştir: “BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin yaptığı gibi, kendileri atom bombasına sahip oldukları halde, İran’ı nükleer programı nedeniyle baskı altına almak adil bir tutum değildir. Özellikle, 
İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına şiddetle karşı çıkan ülkelerin kendileri bu silahlara sahiptirler”20

Başbakan Erdoğan’ın İran temasları sırasında ve bu gezi öncesinde yaptığı nükleer soruna ilişkin açıklamalarının İran’da nasıl yankı bulduğuna gelince, İran yönetiminin bu açıklamalardan ve Türkiye’nin Ortadoğu politikasından genel olarak memnuniyetini dile getirdiğinin altı çizilebilir. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan’a, nükleer alanda yaşanan 
sorunlar konusunda İran’a destek veren ve Batılı ülkelerin tutumunu eleştiren açıklamaları dolayısıyla teşekkür ederken, başta İsrail-Filistin sorunu olmak üzere Ortadoğu sorunları konusunda Türkiye’nin izlediği politikayı takdirle karşıladığını ifade etmiştir.21

Ekim sonunda Başbakan Erdoğan’ın İran ziyareti öncesinde ve ziyaret kapsamındaki temasları sırasında yaptığı açıklamalarla Türkiye’nin İran nükleer sorunu konusunda artan ilgi ve girişimleri 7 Kasım’da UAEK tarafından gelen önerilerle yeni bir boyut kazanmıştır. UAEK Başkanı Muhammed el-Baradey, İran’ın düşük oranda zenginleştirmiş olduğu uranyumu Türkiye’de depolaması ve bunun karşılığında kendisine nükleer enerji santrali için ihtiyaç duyduğu miktarda yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum verilmesi önerisinde 
bulundu. Böyle bir uzlaşı konusunda Türkiye’nin adı önceden de zaman zaman geçmişti ve Ankara yönetimi Türkiye’nin böyle bir kolaylaştırıcı rol üstlenebileceği teklifini sürekli dile getiriyordu. Ancak bu önerinin, sorunun çözümüne ilişkin görüşmelerin yürütüldüğü önemli bir platform olan UAEK Başkanı el-Baradey’den gelmesi Türkiye’yi sorunun çözümüne ilişkin çabalar konusunda önemli bir aktör haline getirmişti. İran, kendi elindeki düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumun Rusya’da depolanması ve kendi ihtiyacı olan 
nükleer yakıtın Fransa’dan temin edilmesi önerisine sıcak bakmamıştı. 

Türkiye’nin hem İran hem de ABD tarafından güvenilen bir ülke olduğunu dile getiren el-Baradey, Türkiye’nin katkılarıyla sorunun aşılabileceğini belirtmişti.22

UAEK Başkanı’nın bu önerisine ABD’den olumlu yanıt geldi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ian Kelly 9 Kasım’daki günlük basın toplantısında UAEK’nın önerisiyle ilgili gelen sorulara verdiği cevapta, “UAEK’nın sunduğu şekliyle” teklifi desteklediklerini ifade ettikten sonra, İran’ın nükleer çalışmalarının barışçı amaçlar taşıdığı konusunda uluslararası toplumu ikna etmek için bu fırsatı kaçırmayacağını umduklarını söylemiştir.23 ABD’nin teklife sıcak bakması Türkiye’nin arabuluculuk konusundaki çabalarını yoğunlaştırması sonucunu doğurmuştur. Yukarıda değinildiği gibi, sorunun silahlı çatışma veya kapsamlı bir savaşa dönüşmeden diplomatik yollarla çözülmesine kendi ve bölge çıkarları açısından büyük önem veren Ankara yönetimi, Washington’un sıcak baktığı bu teklife İran tarafını ikna etmek için yoğun bir görüşme trafiği başlatmıştır. 

Daha UAEK teklifinin açıklandığı gün, İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) 25.Toplantısı’na katılmak üzere Türkiye’de bulunan İran Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşmelerde, uranyum takası konusundaki teklife olumlu cevap verilmesi telkin edilmişti.24 Bunun ardından Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun önce telefon diplomasisi, sonra da Tahran ziyaretini kapsayan temasları gelmiştir. UAEK’da ve onun öncesinde “5+1 Grubu”nda İran’a karşı izlenecek yolun belirleneceği toplantılar 
öncesinde İran’dan gelecek ılımlı mesajlarla ortamın yumuşamasını amaçlayan Davutoğlu, İranlı yetkililerle yaptığı yoğun telefon görüşmelerinde uranyumun Türkiye’de depolanması teklifi konusunda Tahran’ın sonuna kadar Türkiye’ye güvenebileceğini ifade ederken konuya ilişkin teknik detaylar hakkında bilgi vermiştir. Bu görüşmelerin ardından teklifin sahibi el-Baradey ile de görüşen Davutoğlu İran’ın düşünce ve kaygılarını UAEK Başkanı’na aktarmış ve bu şekilde tarafların pozisyonlarını birbirine yakınlaştırmaya çalışan bir arabulucu fonksiyonu üstlenmiştir.25

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın 17 Kasım’da yaptığı bir basın toplantısında nükleer soruna ilişkin soruları cevaplarken Türkiye’nin arabuluculuğuna ilişkin bir soru üzerine, “dost ve kardeş bir ülke olan Türkiye”nin “yapıcı ve samimi” bir rol oynamaya çalıştığı şeklindeki açıklamaları26 ve Amerikan yönetiminden gelen olumlu açıklamalar Davutoğlu’nun temaslarının olumlu sonuç verme yönünde olduğunu gösteriyordu. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Halkla İlişkilerden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Crowley, Türkiye’nin İran konusundaki girişimlerini “bölgenin önemli bir ülkesinin faydalı girişimleri” olarak gördüklerini açıkladı: “Türkiye’nin sanırım son dönemlerde İran ile ilişkilerini güçlendirme yönünde girişimleri oldu. Bunun faydalı olduğunu düşünüyoruz, çünkü İran hükümetine sorumluluklarını ve bölgede daha yapıcı rol oynaması gerektiğini hatırlatan çeşitli sesler olmalı.”27 

Ancak Washington yönetimi, bir taraftan İran’ın ikna edilmesine yönelik gelişmelere destek verirken, bir yandan da Tahran’a yönelik baskıyı sürdüren açıklamalarda bulunmaktaydı. Amerikan Başkanı Obama, Singapur’da yapılan Asya Pasifik İşbirliği Forumu çerçevesinde Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ile yaptığı görüşme sonrasında yaptığı basın açıklamasında, “herkesin yapıcı ve yaratıcı olarak gördüğü yaklaşıma evet demeyen” İran için zamanın tükenmekte olduğu uyarısında bulunmuştur.28 Obama’nın Tahran’a yönelik 
bu tehdidinin Medvedev ile görüşmesinin ardından gelmesi, İran’ı hedef alacak daha kuvvetli yaptırımlar konusunda Rusya’nın desteğini alma konusunda Amerikan yönetiminin oldukça ilerleme kaydettiğini gösteriyordu. Obama’nın başkan olmasının ardından ABD ile gerginlikleri azaltmayı ve işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan bir ilişki arayışı içerisinde olan Rusya’nın İran konusunda giderek Washington’un politikalarına yaklaşmasının, Tahran’ın güvenini 
kaybetmeye başladığı ve Rusya’nın İran için “güvenilir ortak” rolünün giderek Türkiye tarafından üstlenilmeye başladığı yorumlarına yol açmıştır.29

UAEK’nın nükleer takas konusundaki önerisi doğrultusunda ikna edilmeye çalışılan İran’dan 18 Kasım’da teklifin uygun görülmediği yönünde bir haberin gelmesi bir yandan bir hayal kırıklığına yol açarken, bir yandan da Ankara’nın Tahran’a yönelik ikna çabalarının artması sonucunu doğurmuştur. İran’dan gelen ret cevabı üzerine, Türkiye’nin sorunun krize dönüşmesini engellemek için girişimlerini sürdüreceğini açıklayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,30 bu 
girişimler çerçevesinde 19 Kasım’da resmi bir ziyaret için bulunduğu 
Afganistan’ın başkenti Kabil’den İran’a gitti. Tebriz kentinde Cumhurbaşkanı 
Ahmedinejad ile görüşen Davutoğlu, “5+1 Grubu”nun İran nükleer sorunuyla ilgili toplandığı günün öncesinde İran’ın kararını değiştirmeye çalıştı.31 Çünkü “5+1 Grubu”nun alacağı olumsuz bir karar, ay sonunda yapılacak UAEK toplantısına da yansıyacak ve sorunu tırmandıracak yeni bir kararın alınmasına yol açacaktı. Ahmedinejad ile yaptığı görüşmede, bu görüşme öncesinde Kabil’de Amerikan, İngiliz ve Fransız dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantılarda, 
bu ülkelerin İran konusunda daha sert yaptırımlara kararlı oldukları 
yönündeki izlenimlerini aktaran Davutoğlu şu uyarılarda bulundu: “Eğer diplomasinin yolunu tamamen tıkar ve UAEK Başkanı Muhammed el-Baradey’in uranyumun İran dışında depolanması önerisini baştan reddederseniz, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya (P5+1) en kısa sürede daha sert yaptırım uygulaması başlatabilir. Bu yaptırımlar da İran’ı ciddi şekilde sarsabilir. Türkiye olarak sorunun çözümünde her türlü katkıyı yapmaya hazırız.”
32 Görüşmeye katılan İran Dışişleri Bakanı Muttaki, Muhammed el-Baradey’in “Aralık ayı sonuna kadar top İran’ın sahasında” şeklindeki ifadelerinin hatırlatılması üzerine, “Her zaman topun bizim sahamızda olmasından yana değiliz. Dostluk maçı havasında, paslaşarak, çok taraflı bir sonuç elde edeceğimiz şekilde olaylar gelişmeli” diyerek ülkesi üzerine baskı yapılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Davutoğlu da, “paslaşarak, herkes birbirine yardımcı olarak, bu maçı en iyi şekilde bitirmemiz lazım” sözleriyle sorunun çözümü konusunda işbirliğine devam etmenin zorunluluğuna dikkat çekti.33

İran’dan “uranyum takası” konusunda, talep ettiği somut garantilerin   verilmemesi gerekçesiyle, olumlu cevap gelmemesi üzerine UAEK 27 Kasım 2009 tarihinde yapılan toplantısında İran’ı kınayarak ülkesinde yeni kurduğu ve varlığı yeni ortaya çıkan nükleer tesisteki faaliyetlerini askıya almasını istedi.34 34 UAEK üyesinin katıldığı oylamada, 25 ülke karar lehinde oy kullanırken, Küba, Venezuela ve Malezya ret oyu kullanmışlardır. Aralarında Türkiye ve Brezilya’nın bulunduğu altı ülke ise çekimser oy kullanmıştır. Türkiye çekimser 
oy kullanmakla İran ile Batılı ülkeler arasındaki, her iki tarafın da “güvendiği” arabulucu ülke olma pozisyonunu sürdürmeyi amaçlamıştır.35 

Bu şekilde, taraf olmayarak özellikle İran üzerinde, sorunun çözümüne yönelik ikna çabalarını sürdürebileceğini düşünmekteydi. Ayrıca, her yeni yaptırım kararının diplomatik çözüm konusunda olumsuz bir etki doğurduğu ve İran’ı barışçı çözümden uzaklaştırdığı görüşünde olması Ankara’yı karara destek vermekten alıkoymuştur. UAEK’daki oylamadan önce ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya dışişleri bakanlarıyla yaptığı telefon görüşmelerinde Türkiye’nin bu 
tutumunu muhataplarına tekrar aktaran Davutoğlu, İran’ı görüşme masasından uzaklaştıracak ağırlıkta bir kararın alınmasını engellemeye çalışmıştır.36 İran’ın UAEK’daki sürekli temsilcisi Ali Asker Sultaniye, karara ret oyu veren ve çekimser kalan ülkelere teşekkür ettikten sonra, “UAEK’nın karar tasarısı, müzakerelerdeki olumlu havayı bozacak. Kararın, nükleer enerji elde etme hakkımız üzerinde hiçbir etkisi olmayacak” açıklamasını yapmıştır.37

UAEK kararı bu şekilde açıklama yapan İran, tepkisini gösterecek somut adımlar da atacağını duyurmuştur. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad başkanlığında 29 Kasım’da toplanan bakanlar kurulu 10 yeni nükleer tesis yapılması kararı alırken38 İran Meclisi’nin de “Batı karşıtı militan gruplara 20 milyon dolar tahsis edilmesine yönelik” bir karar aldığı duyuruldu.39 Ancak Tahran’ın bu tepkisi uzun sürmedi ve Aralık ayı ortasında İranlı politikacılardan, yeniden UAEK ile işbirliğinin sürmesini arzuladıklarını gösteren mesajlar geldi. İran Dışişleri 
Bakanı Manuçer Muttaki 12 Aralık’ta Bahreyn’de medya mensuplarına yaptığı açıklamada, ülkesinin UAEK’nın teklifi çerçevesinde, 1200 kilogramlık düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumu yurtdışına göndermeye hazır olduğunu açıkladı.40

Muttaki’nin bu açıklaması Aralık ayı boyunca da İran nükleer sorununun barışçı çözümü konusunda çabalarını sürdüren Türkiye’nin41 “uranyum takası” konusunda yeniden gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur. İran Dışişleri Bakanı 25 Aralık’ta yabancı basın kuruluşlarına yaptığı bir açıklamada “uranyum takası”nın Türkiye toprakları üzerinde gerçekleştirilmesine olumlu baktıklarını 
ifade ederken,42 Dışişleri Bakanı Davutoğlu İran’ın bu tavır değişikliği sonucu oluşan pozitif atmosferin değerlendirilmesi için yaptığı girişimler çerçevesinde 27 Aralık’ta İran Dışişleri Bakanı Muttaki ve ABD Başkanı Barack Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Jim Jones ile gerçekleştirdiği telefon görüşmelerin de, UAEK’nın önerileri çerçevesinde barışçı bir çözüme ulaşılabilmesi için tarafları gerekli adımları atma konusunda harekete geçirmeye çalışmıştır. 

Türkiye’nin 2009 yılının özellikle son aylarında giderek artan bir şekilde İran nükleer sorununun çözümü konusunda devreye girmesi, kendisini bir “arabulucu ve kolaylaştırıcı” olarak sunması, problemin barışçı yollardan aşılması konusunda sadece iyi niyet dileklerinde bulunmakla yetinmeyeceğinin, aksine bu konuda inisiyatif almak suretiyle taraflara diplomatik bir çözüm için baskı yapmaya 
devam edeceğinin göstergesiydi. İran’a yönelik yaptırımların sertleştirilmesinin 
giderek daha fazla gündeme getirildiği düşünüldüğünde, Türkiye’nin bu politikasının da netleşerek devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Ankara’nın bu çabalarının Tahran ve Washington’da nasıl karşılandığı konusunda ise şu tespitler yapılabilir. İsrail ve ABD kanadından yaptırımların artırılması konusunda gelen talepler, Almanya, Fransa ve İngiltere’den bu taleplere yönelik güçlü destek ve bu ülkelerle genel ilişkileri çerçevesinde İran konusunda daha fazla çatışma içerisinde olmayı istemeyen Çin ve Rusya’nın azalan desteği 
yüzünden uluslararası alanda giderek yalnızlaşan Tahran yönetimi için, “güvenilir bir ülke olan” Türkiye’nin sorunun çözümüne ilişkin çabaları olumlu girişimlerdi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest’in 14 Aralık’ta yaptığı haftalık basın toplantısında Türkiye’nin nükleer soruna ilişkin arabuluculuk faaliyetleri konusunda sorulan bir soru üzerine, “Türkiye gibi dost ülkeler, İran halkının haklılığını ortaya koymak için çok çaba gösteriyor. Bu çabaları 
olumlu karşılıyoruz” şeklindeki cevabı Tahran’ın bu tutumunun örneği olarak gösterilebilir.43 

ABD’nin tutumuna gelince, Türkiye’nin İran’la iyi ilişkilerinden öteden beri rahatsız olan yukarıda değinilen Amerikalı lobilerin, Ankara’nın Eylül ayından itibaren İran nükleer sorununun çözümü konusunda giderek artan bir şekilde diplomatik çözüm için çaba sarf etmesi karşısında artan rahatsızlıklarını Washington’un politikalarına yansıtmaya çalıştıklarını ifade etmek gerekir. Sorunun çözümü konusunda baskı ve güç kullanımını tercih eden bu lobilerin, diyalog yoluyla çözümü öne çıkaran Türkiye’ye karşı Amerikan politikasının 
sertleşmesi yönündeki çabaların 2009 yılı boyunca başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Barışçı yollarla çözümün sonuna kadar denenmesi gerektiğini düşünen Obama’nın ABD’de başkanlık koltuğunda oturması ve Afganistan, Irak ve Balkanlar gibi birçok bölgede Türkiye’nin desteğine muhtaç olması Washington’un, İran konusundaki politikasından dolayı Ankara’ya karşı politikasının sertleşmesini önleyen temel faktörler olmuştur. Bu nedenle 2009 içerisinde, bütün kışkırtmalara rağmen, Amerikan yönetiminden yapılan resmi 
açıklamalarda Türkiye’nin İran konusunda oynadığı rolden pozitif olarak bahsedilmiş, herhangi bir eleştiri söz konusu olmamıştır.44 Ancak İran’a karşı askeri güç kullanımını zorunlu gören bu lobilerin Amerikan politikasında zaman zaman sahip oldukları etkinlik düşünülürse, Türkiye’nin diplomatik çözüm eksenli politikasını devam ettirmesinin 2010 yılında kendisini daha fazla bu lobilerin hedefi yapacağını ve bunun da Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımalarının olacağını hesaba katmak gerekir.


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder