15 Kasım 2019 Cuma

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 9

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ,   BÖLÜM 9




KURTULUŞ: SOSYALİST KADRO - BİLİNÇ 

Türkiye'nin, Milli Mücadele yılları işi çok basitti: Ya ölecek, ya öldürecekti. Cepheler açık, keskindi. Yalnız silahlar konuşuyordu. Silah sesleri arasında Halkçılık Programı, savaşanları bilinçlendirebilirdi. Ama, onu kavrayamayan kumandanlara platonik bir telkin gibi görünebilirdi. Bugün en büyük silah: Top tüfek değil, fikirdir. Türk milleti kafadan gayrı müsellah edilmiştir. Halka elle tutulur, açık, duru, gerçek bir ülkü, ancak Sosyalist kadroyla verilebilir. Bir avuç Finans - Kapitalistin Türkiye'yi daha kıskıvrak bağlamak için bulanık suda balık avlamasına ve ecnebi emperyalizmine yem yapmasına ancak sosyalist bilinçle kapılar kapatılabilir. Yön'ün de, benzerlerinin de, üzerlerine düşen başlıca görev, daima basit olan hakikati çözüm telinden yakalamaktır. Bugün yeryüzünde Emperyalizmden kurtuluşun tek yolu, onun tarihcil antitezi ve biricik olmasa bile, en kesin mezar kazıcısı olan Sosyalizm' dir. 1966 yılı dünyamızda ilk büyük meydan muharebesi: "Kapitalizmin son konağı ile Sosyalizm arasında sonuna gelmiş bulunan" savaştır. Emperyalizme karşı savaşın, Sosyalizm için savaştan ayrılacak yanı kalmamıştır. Mustafa Kemal'in Milli Kurtuluş savaşı günlerinde, iş böylesine yalınlaşmamış sayılabilirdi. Nitekim arada 1919'-dan 1966'ya değin geçmiş 47 yıl, Kapitalizm-Sosyalizm savaşının ikinci derece ürünlerini, birinci konu olarak ele almayı gerektirmiştir. Fakat arada geçen 47 yıl boşuna geçmemiştir. Bir kaçınılmaz hakikati daha ispatlamıştır: Türkiye'nin "antiemperyalist ve antikapitalist" savaşı, Türkiye'yi "Batıcılaşmak" sapa yolundan kapitalizme çıkarmıştır.

    Bugün, dostun da düşmanın da sözbirliği ettiği bir çıkmaza getirilip sokulmuşuzdur. Yön'ün de, herkesin de ikide bir Türkiye'de varlığını öne sürdüğü Kriz, siyasi, iktisadi, içtimai, ahlaki, fikri, edebi, felsefi; dini, ve ilh. dır. Hangi türlüsünü isterseniz o türlü türlü Buhran'lar nedir? Türkiye Milli Kurtuluştan vardırldığı kapitalizme, yabancı sermaye egemenliğine, yabancı üs olmaya düşürülmüştür. 
Emperyalizmin topraklarımıza sokulması Sosyalizm düşmanlığıyla olmuştur. 47 yıllık savaş, 180 derecelik bir dönüşle, Antiemperyalist savaş iken, Emperyalizm ile ittifak olmuştur. 

MİLLİ KURTULUŞ - ANTİ EMPERYALİZM 

Şimdi hepimizi ciyak ciyak bağırtan sancılarımız: Geriliğimiz, İşsizliğimiz, açlığımız, evsizliğimiz 40 yıl savaşır göründüğümüz Emperyalizmin kucağına düşmüş olmamızdan ileri gelmektedir. 50 yıl önce Çin'in, 47 yıl önce Türkiye'nin geçirdiği Milli Kurtuluş hareketlerinden hiç mi bir ders çıkmadı? Çok ders çıktı. 50 yıl sonra Milli Kurtuluş hareketine kalkışan en geri Afrika ülkeleri bile artık Sosyalizme inanmayan ve yönelmeyen bir Milli Kurtuluş hareketinin, dönüp dolaşıp kendi kendisini inkâra vardığını anlamış bulunuyorlar. Türkiye'nin 47 yıldır başından geçenlerden daha iyi anlatacak ikinci bir örnek de, koca Çin'in başından geçenlerdir. İki büyük kâr'ı kadim imparatorluk: Çin Fağfurluğu ile Osmanlı Saltanatı idi. Emperyalizmin Birinci Cihan Savaşı ile kendi başına açtığı ilk büyük ölüm buhranı üzerine iki imparatorluk da allak bullak oldu. Çin'de daha önce Sun-Yat-Sen, Türkiye'de daha sonra Mustafa Kemal adına açılan Milli Kurtuluş hareketleri, Antiemperyalist ve Antikapital ist birer savaş olmakta birbirlerinden zerrece farklı değillerdi. Ancak Türkiye, Emperyalist anavatanlarım büyük sömürgelere bağlayan en stratejik yollar üzerinde idi. Sovyet Sosyalist Devriminin "yumuşak karnı" altına yakındı. 

BARUT FIÇISI - EŞRAF PANİĞİ 

Anadolu hareketinin sözcüsü olarak İstanbul'a gelen Refet Paşa, caddelerde ve meydanlarda: "Biz bir barut fıçısı üstünde oturuyoruz. Dokunurlarsa, kendimizi de, dünyayı da havaya uçururuz!" diye bar bar bağırabilmişti.

   "Barut fıçısı" sosyalizm idi. Emperyalizm bunu daha Erzurum Kongresi açılmadan anlamış ve paşalarımıza anlatmıştı. Anadolu'ya 12 Nisan 1919 günü Gülcemal vapuru ile ilk geçen paşa Kazım Karabekir'di. Paşa anlatıyor: "19'da Trabzon'a vardık. Vali Galip bey... dehşetli İttihatçılar aleyhinde olmakla beraber, yaşı ilerlemiş ve kuvvette muhalefet edemeyecek bir insandı... Trabzon Muhafaza i Hukuk Cemiyeti Merkezi eşraftan (21) kişi İmiş. (11)i heyeti merkeziye, (10) heyeti idare. Belediye Reisi Barutçu Ahmet efendi aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk reisi. Heyet vaziyetin dehşetinden yılgın. Ahvali olduğu gibi değil, müthiş ve gayri kabili izale felaketli görüyorlar. Bütün ümitleri Avrupa'ya yalvaracak heyette. Bu muhterem insanlara dedim ki: İtilaf kuvvetlerinden korkmayınız. Daha geçen hafta Londra'dan memleketimize getirilmek istenilen alaylar işi anlayınca, biz gitmeyiz diye silah çatılarını bırakıp savuştular. İtilaf milletleri Harbi Umumîden ö kadar yorgun çıktılar ki, memleketimizde tek bir nefer bile öldürmeye razı değillerdir. Karşımızda Rum, Ermeni'den başka kimseyi görmeyeceğiz. İstanbul'da İtilaf kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir." (K. Karabekir: "İstiklal Harbimiz", s. 19-20) HAZIR ŞARK ORDUSU İşte, Anadolu Tefeci - Bezirgan (her vilayette 21 kişi) eşrafı bu idi. 4 Mayıs günü Erzurum "Müdafaa-i Hukuk Reisi Hoca RaifEfendi" Karabekir'e: "Bari ailelerini herkes şimdiden nereye kadar çekilmeleri münasip ise oraya göndersinler" der. Eşraf, memleketi bırakıp kaçma hazırlığındadır. Çünkü İngiliz'i Kars'ta görmüş, paniğe uğramıştır. Enver Paşa'nın Şarkta bıraktığı hazır, yıpranmamış orduyu görmemektedir. K. Karabekir Paşa eşrafa şöyle der: "Ermenistan'ı rehin alacağım. Arzu ettiğimiz bir sulh için bu bir anahtardır." (Keza, s. 23) Yerini yurdunu bırakıp kaçmaya hazır olan eşraf, acep Halkçılık Programı önünde ne yapardı? Gerçek kuvvet, Orduydu. Eşraf, göstermelikti. K. K. eşrafa şöyle diyordu: "Silahlarımızı vermeyeceğiz, fakat her işin milli bir karar şeklinde tecellisi için Erzurum Kongresinin himmetine İhtiyacımızı izah ettim." (Keza, s. 23). Kitlesiyle eşraf, Padişahına bağlı, Emperyalizme kuldu. 30 Nisan'a dek Trabzon'da kalan K.K. şöyle diyor:

   "İngilizler her şeyi kontrol altına almışlar. Fransız mümessili, dehşetli Türk aleyhtarı. Trabzon'da (Ademi Merkeziyet Cemiyeti) diye birkaç kişilik zayıf bir şey var ve Fransız mümessilinin nüfuzunda. Fakat (İhtiyat Zabitleri Cemiyeti) ve (Muhafaza-i Hukuk) mensupları namuskâr insanlar ve hiç bir nüfuzda değil." (Keza, s. 20) MEHMETÇİK - HALK - SOSYALİZM "27 Nisan'da bir Yunan torpidosu geldi. Gelecek Rum muhacirlerini yerleştirmek için bir heyet getirmiş. Bir gece bir kaç Yunan neferi sarhoş olarak bir neferimizin silahını almak ister, neferimiz de bunlara silahla mukabele eder ve birini öldürür. İtilaf memurları bunu mühim bir mesele addiyle valiye gitmişler. Bana geldiler. Neferin mukabele-i bilmisil yapılmasını, maktule merasim icrasını istediler. Yüz vermedim... Ertesi günü (400) kişilik Rum muhacirini havi Rum vapuru geldi. Vaktiyle Trabzon'dan Sohuma gitmişler. Şimdi Bolşevikler den kaçıyorlarmış. Odesa mıntıkasına bazı Efzun kıtaatı gönderildiğinden, Bolşevikler tuttuklarını güya şimendifer raylarına bağlayıp çiğnetiyorlarmış. Bu muhacirler mallarını, hatta çocuklarını bile atıp kaçmışlarmış. "Ajanstan da Fransa'da Klemanso Kabinesi düştüğünü, Bolşeviklerin, Rifada, sekiz bin sekiz yüz kişi katliam ettiklerini öğrendim. Bu havadislerden lazımı gibi istifade ettim. Bolşeviklerin Kafkasya'ya yürüdüğünü ve bize iyi bir barış sağlanmazsa, bizim düşmanlarımızın düşmanı olduğundan tabii müttefik olacağımızı, Sohum havalisinde İtilaf ordusunun denize döküldüğü gibi havadisleri neşrettim. Kıtaatta ve halkta maneviyata iyi tesirler yaptı." (Keza, s. 21). HALKTAN AL - EfİRAFA VER Bunun mantık sonucu: 1) Halkın orduya sarılmasıydı: "Aşkale'deki kıtaatımızı da teftişten sonra 3 Mayısta öğleyin sevgili Erzuruma geldim. Halkın ve kıtaatın memnuniyeti pek ziyade idi. Halk ve kıtaatın derlerdi ki (Bismillah dedi mi o mutlak muvaffak olur). Bu kadar büyük itimat varken elbet muvaffak olurduk ve olacağız da." (Keza, s. 22). 2) Paşa etrafına ve eşrafa hep o iyimserliği yaymıştı: "Ermeni ve Rumlarla hesabımızı nasıl olsa görürüz.

   Hususiyle İtilafla muharip olan Bolşevik Rusya da Kafkasya'ya hareketini tevcih etmiştir. Yakında ne Kars'ta ve ne Batum'da İngiliz kuvvetleri kalamayacaktır. Benim kararım şudur: Şimdiden (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini) esaslı tensik ve Erzurumda bir Kongre ile fiili kararları milletin arzusu haline kalbetmek... Trabzon'da İngilizlerin dairei nüfuzuna girenlerden maada bir şey vermemek. Mıntıkamıza bir taraftan taarruz olursa, derhal Ermenistana yüklenmek. Dikkat edeceğimiz en mühim bir mesele de Kürtlük cereyanıdır... Kürdistanın Ermenistan olacağını anlatmakla mesele kolay hallolur. (Trabzon Müdafaai Hukuk)u ile görüştüm. İtilaf kuvvetlerinin birşey yapamayacaklarını ve İstanbul'daki kuvvetlerin bostan korkuluğu olduğunu anlattım. Kararımızdan ayrılmamaya ve artık şuraya buraya ricacı heyetler göndermekle değil, bizim vereceğimiz hareket emirlerini yapmaya söz verdiler." (Keza, s. 23) 

EMPERYALİST ANTİ SOSYALİZM 

"Ertesi günü (Erzurum'da Türk ordusunu silahlarından tecrit etmeye gönderilmiş bulunan İngiliz miralayı Ravlinson'u) ziyaretimde pek samimi davrandı. Bahsi Bolşeviklere getirdi. İdarelerinde intizam başladığı için ahvalin müşkül olduğunu söyledi. Kafkaslar için korkulmayacağını, çünkü Kazakların Çar taraftarı olduklarından bahsettim. "Maateessüf onlar da karıştı" dedi; "Gayrimümkün! Gayrimümkün! Yeniden kuvvet celbi gayrı mümkün! Bundan başka Bolşeviklerin müteaddit orduları var. Yapılan ve yapılacak şey başka memleketlere Bolşeviklik sirayet etmemesidir. Ve müthiş propagandacılarını gönderiyorlar." dedi." (Keza, s. 24) Türkçe'de: "Çocuktan al haberi" deriz. Paşamız, Emperyalistten almıştı haberi... Emperyalizm, karşısında bir tek düşman görüyordu: Sosyalizm. Ona karşı paşadan medet umar gibiydi. Onun için Türk ordusunu silahsızlandırmak konusunu unutmuştu. Paşa diyor ki: "Ravlinson ne Halit Beyden (az önce "Üçüncü Fırka Kumandanı Yarbay Halit Bey muhafaza altında Trabzon'a sevkolunacak. Elviyei selasede Gürcülere karşı halkı mukabeleye sevk ettiğinden İngilizler kendisini mesul ediyor"du: Keza, s. 23), ne de silahlardan bugün hiç bahsetmedi. Ben silah ve kumandan vermemek için atlatma planları yaparken, onun da beni Bolşevikler Kafkasya'ya geldi diye, vaktinden evvel bir hareket yaptırmaya çalıştığını hissettim.

   "İlk mühim iş haber almak. Bilhassa Rusya'da neler oluyor, bunu doğru olarak ve vaktinde öğrenmekti. Telsiz telgraf istasyonunu faaliyete koydum. Rusça ve Fransızca tebliğ ve ajansları alabilecek insanları Tebriz'de olduğu gibi işe başlattım. Moskova telsizlerini muntazaman, ara sıra da Berlin ve Paris'ten ajansı ve bazen İstanbul ve Karadeniz'de gemilerin muhaberatını almaya başladım. Kafkasya'dan ve Kars'tan da malumat almak için icabeden tedbirleri yaptım. Zaman zaman aldığım haberlerle hale göre nasıl neşriyat yaptığım görülecektir." (Keza, s. 24) 

KÜRT - ERMENİ ÇELİŞKİSİ

 "8 May ıs'ta Erzurum valisi Münir Beyden de bir tezkere geldi: "Bolşeviklerin Tiflis ve Batum'u işgal ettikleri, İngilizlerin Kars'ta kalan 2 bin kişileri de Erivan cihetine trenle naklolundukları." (Keza, s. 25) "Aynı zamanda Aşiret tensikatını yaptım. Harbi Umumide bulunan, aşiret alay kumandanlarını celb ile; açıkça bunlara Kürtlük meselelerinin neticesini, Kürtleri Ermenilere mahvettireceklerini anlattım. Ve memleketimizin kurtarılması için elbirliği ile çalışılmazsa, iki cihanda lanete hak kazanacaklarını söyledim. Söz verdiler, yemin ettiler. Kürtlük için mühim propagandalar varmış. Berlin gazetesi namussuzca yazarmış, fakat ayrılık fikri gütmeyeceklerdir. Bilhassa Dördüncü Aşiret Alay Kumandanı Haydar Bey (1336 Ermeni Harekatında şehit oldu) bana müthiş propaganda ve para oynadığını, fakat şahsımın Erzuruma gelmesi ve ikaz etmesi üzerine ayrılık fikri kalmadığını yeminle anlattı." 50 BİN SİLAHLI "Kolordum 4 fırka (tümen) idi. Genel kuvvetim, 17 bin 860 idi. 30 bin tüfenk nizamiye her zaman seferber edebilirdim. Fakat, sunufu muhtelifesi, aşiretleri, milisleri icabında 50 bin kişilik bir ordu ile işe başlayabilecek idim. Ahali elinde dahi hayli silah vardı. Ayrıca, köy bekçilerine dahi silah verdirdim." (Keza, s. 24-25) K. Karabekir 20 yaşında subay, 23 yaşında kurmay çıkmış, 27 yaşında irtica, 28 yaşında Arnavut isyanlarını bastırmış, 30 yaşında binbaşı, 32 yaşında (1914) yarbay, 36 yaşında (1918) liva (tümgeneral) oldu. "Şarktaki Ordunun mütarekeye zaferle girmiş olması, maddi ve manevi kuvvetinin bozulmamış bulunması dolayısıyla... 1919 Nisan ortalarında bütün şarktaki ordunun başına geçmek imkanını bulmuştur." (Keza, Hayatı) Bu çocuk (37) yaşında Paşalar, isteseler, iki vilayetin Emperyalizme "yalvarmak"tan başka şeye aklı yatmayan yirmi otuz eşrafına kalb kuvveti vereceklerine, heyecanla hareket eden halka "Halkçılık Programı"n\ desteklemezler miydi? "İstemek" elde olsaydı... Olmadı. HALKÇILIK PROGRAMI Demek Kurtuluş Savaşı gibi anacık babacık gününde bile "Halkçılık Programinm uygulanmaması, "Millet kaderine hakim olabilecek mevkilere gelmiş bulunanların" o program üzerinde yeterince duru, net bir kanı besleyememiş olmalarından ileri gelmiştir. O yüzden Antiemperyalist - Antikapitalist mücadele, Türkiye'de önce Kapitalizmi, sonra Emperyalizmi, bugünkü duruma yükseltmiştir. Bugün artık en kör göz bile Milli Mücadelede Antiemperyalist savaş ile halkçılık programı arasında hayati bir bağlılık görebilir. Antiemperyalizmle Halkçılığın birbirine zarar vermek şöyle dursun, birbirini yalnız çelikten güce eriştireceğini anlamakla güçlük çekemez. Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Halkçılık Programı ne idi? 18 Eylül 1921 (1337) günü Meclise Mustafa Kemal imzasıyla sunulan Programın 2. maddesi şudur: "2 - Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve istiklalini kurtarmayı yegane maksad'u gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tehakküm ve zulmünden tahlis ederek, idarei hakimiyetinin hakiki sahibi kılmakla gayesine vasıl olacağı iddiasındadır. -" "3 - T.B.M.M. Hükümeti, milletin hayat ve istiklaline suikasteden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına karşı müdafaa ve harici düşmanlarla tevhidi mesai edip milleti iğfal ve ifsada çalışan dahili hainleri tedip için orduyu tarsin etmeyi ve onu millet istiklalinin müttekası bilmeyi vecibe addeder." (S. Ağaoğlu: Kuvay>milliye Ruhu, s. 72) Sözler Osmanlıca. İnsan sonradan öztürkçe modasıyla acep o ilk günlerde söylenenlerin sonraki kuşaklarca anlaşılmaması amaç mı güdüldüğünü kendi kendine sormadan edemiyor. Kurtuluş Savaşında biricik gaye: Halkı emperyalizm ve kapitalizm tehakkümünden ve zulmünden kurtarmaktır. Bu nasıl olacak?

 MÜBAREK SABAN VE ÇEKİÇ 

Yeni Anayasa tartışılırken (18 Kasım 1920-1336) İzmir mebusu Mahmut Esat: Batıcı Parlamento usulünü şiddetle yerdi: "Bu Parlamento usulü halkı memnun edememiştir ve zaman zaman dünyayı sarsan büyük büyük ihtilallere meydan vermiştir. Çünkü Parlamentoların kabulüne ve kanunu esasinin (Anayasanın) alkışlarla tasdikine rağmen, bir tabaka vardır ki, memleketi omuzlarında taşıyan bir tabaka vardır ki, o, daima esaret altında inlemiştir. Efendiliğine nail olamamıştır, ve o sefalet içinde inlerken, Burjuva tabakası onun önüne çıkmış, elindeki kanunu esasi ile o zavallı tabakanın önünde istihza etmiştir... Efendiler, memleket demek o memleketin iktisadiyatı demektir. Hiçbir zaman o memleketin yalan yanlış politikacıları demek değildir. Fakat o memleketi, sapanı ile, elinde o mübarek çekici ile çalışan demircisi, çiftçisi temsil eder ve memleket onlardan terekküp eder. "Memleket manası onlarda mündemiçtir. Ve o tabaka reiskare gelmedikçe, bu memleketin mukadderatını doğrudan doğruya eline almadıkça felaha doğru yürümenin imkanı yoktur. Bütün Anayasalara ve bütün meşrutiyet şekline rağmen yürümesi imkanı yoktur. Zavallı halk Anayasalara rağmen esirdir. Yine inlemektedir. Yine aç ve yoksuldur. O tabakayı buraya koymakladır ki biz açlığın önüne geçeceğiz ve o tabaka buraya geldiği zaman kibar kibar cümleler içinde büyük nutuklar irad edemeyecek, fakat çiftçi çiftçiliğini düşünecek, demirci demirciliğini düşünecek, dabak dabaklığını düşünecek, ayakkabıcılar ayakkabılarını düşünecek, bu suretle memleketi vücuda getiren unsurlar o memleketi hakikaten düşünmüş olacaktır. Hiç bir zaman bir çiftçi olmayan, çiftçinin menfaatini çiftçi kadar takdir edemez efendiler... ve memleketin belki elbisesiz, belki bastonsuz, belki yakalıksız, fakat ayağında çizmeleriyle, elinde mübarek çekiciyle buraya gelen demircilerini, çiftçilerini, yani memleketi burada gözümüzün önünde görürüz... Bunlardan ve herhalde bizim burada siyasi mübahaselerimizden, siyasi münakaşalarımızdan ziyade hayır ve istifade görür ve hiç bir vakit memleket siyaset bildiğimiz şu fırıldaklardan ibaret değildir." (Kuvay>milliye Ruhu, s. 98-100) KÖYLÜ MEMLEKETİN EFENDİSİ Kapitalizmi, burjuva parlamentosunu kaldıran bir idareye bilim dilinde ütopik veya bilimcil SOSYALİZM denilmezse ne de-
nir? 45 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunlar söylendi. Kabul edilen Anayasanın 4 ve 5 inci maddeleri şunu yazdı: "B.M.Meclisi, Vilayetler halkınca meslekler erbabı temsil edilmek üzere doğrudan doğruya müntehap azadan mürekkeptir... İntihabı 2 senede bir icra olunur... " O Mecliste Mustafa Kemal şöyle haykırıyordu: "Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sedaları). Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin sahibi hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. (Şiddetli ve sürekli alkışlar). "O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak ve elyak olan köylüdür. (Sürekli alkışlar) Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin siyaseti iktisadiyesi bu gayei asliyeyi istihsale matuftur. "Tunalı Hilmi bey (Bolu): - Allaha çok hamd ederim ki bu sözleri işitiyorum. "Mustafa Kemal Paşa (devamla).- Filhakika yedi asırdan beri cihanın muhtelif aktarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz ve buna mukabil daima tahkir ve tezlil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, cebbarlıkla uşak menzilesine indirmek istediğimiz bu sahibi aslinin huzurunda bugün kemali hicap ve ihtiramla vazzi hakikimizi alalım." (Büyük Millet Meclisi zab>tlar>, C. 18, s. 4, 3. İçtima senesi açış nutku, Keza, s. 218-219) HERKES BİRİNCİ SOSYALİST Şimdi bir an başımızı eğip utançla düşünmeli değil miyiz? Yarım yüzyıl sonra TİP adına sahneye çıkanlar, Millet Meclisine beylerden başkasını seçmediklerine gerekçe olarak: seçimden önce meddahlığını yaptıkları "eli nasırlıları" "yetersiz" bulabiliyorlar. Yön dergisinin bir kurucusu TİP'i beleşten eleştirirken şunları yazıyor: "TİP yöneticileri, sosyalizm sözünü telaffuzdan dikkatle kaçınırlarken, "Türkiye'nin tek kurtuluş yolu sosyalizmdir" diye çıkan Yön'e fena halde bozulmuşlar ve onu 1 İnönü'nün oyunu' diye çürütmeye kalkışmışlardır." (Yön, 29 Temmuz 1966, İlhami Soysal: Eğri Oturalım, Doğru Konuşalım). "Bugün sosyalistlerin, Türk kamuoyuna mal ettikleri ne fikir varsa, ilk kez Yön'de ciddi araştırmalara dayanarak ortaya atılmıştır. Sosyalizmin en büyük milliyetçilik olduğu görüşü ve İkinci Milli Kurtuluş Savaşı sloganı YÖN'ün ortaya attığı bir fikirdir." (Keza) Hangisine inanmalı? Türkiye'de her önüne gelen her düşüncenin ve hareketin kendisiyle başladığını bilerek bilmeyerek söyleyebilir. Ancak aynı Yön, aynı 1966 yılı 8 Temmuz sayısında, D. Avcıoğlu: "Türkiye için bugünkü temel ve hayati mesele sosyalizm değil" der, 29 Temmuz sayısında, İ. Soysal: "Türkiye'nin tek kurtuluş yolu Sosyalizmdir" derse, o dergiye ne ad takılır: "YÖN" mü, "YÖNSÜZLÜK" mü? 

İKİYÜZLÜ İNANÇSIZLIK 

Böylesine nişangahsız atış nereden cesaret alıyor? Küçük burjuvalıktan. İşte bu küçük burjuvalar bir yandan Sosyalizmi ve "Marksizmi" kimseciklere bırakamazlar. Ötede "orijinal" görünme sevdası ile, 45 yıl önce bile Türkiye için sosyalizmin temel ve hayati mesele olduğunun hiç değilse söylendiğini ve Millet Meclisinde savunulduğunu bilmezler, yahut unuturlar. Yarım yüzyıl önce Türkiye gerçekten elde silah Emperyalizme karşı savaşırken, (modem sosyalizme temel olacak bir işçi sınıfının işgal altında kaldığı) gibi gerekçeler bulunabilir. O nedenle sosyalizm yolundan cayıldığı öne sürülebilir, belki. Bugün o teorinin bilinçsiz bir çıkarcı atlatması olduğu öne sürülebilir. Gene de, Birinci Kuvayımilliyecilerin, genç, tecrübesiz burjuva aydınları oluşları gibi muazzeretleri vardır. Bugün "İkinci, Kuvayımilliyeciliğin" ihtira beratını [patentini] sahtelikle ellerinde tutan Yöncülerin öyle bir muazzeretleri yoktur. Türkiye'de teşkilatlanması en azgın zorbaca işkencelere ve tehakkümlere rağmen önlenememiş bir işçi sınıfı vardır. Onlar 30 yıllık Kadrocu kalpazanlarla elbirliği etmişler. "İşçi sınıfı yoktur" diyemiyorlar. Bilinçsizdir, yetersizdir mavalını okuyorlar. "Sosyalizme karşıyız" diyemiyorlar. Sosyalizm, emperyalizmle savaşı bizde sağlayamaz diyorlar. Kİfİİ BAfİKA - SINIF BAfİKA Tek tek işçilerimizi ele alırsak, elbet hepsi de Yunus gibi: "Biçaredir, baştan aşağı yaredir"ler. Babil çağından beri toprağımıza sinmiş bin bir nemrutluğun ve firavunluğun baskısı altında başka nasıl olabilirlerdi? Yedi bin yıllık imtiyazlara sahip, iki yüz yıldır içli dışlı desteklerle sivriltilen kapitalistlerimizi görmüyor muyuz? Tek tek ele alınırlarsa, hepsi Devlet koltuğu altında uyuz böceği, ecnebi sermaye ajanı. Ama, sosyal bir sınıf olarak işverenlerimiz yeryüzünün hangi memleketindeki işveren sınıfından daha az egemendir? Daha az sömürücüdür? Demek, bir sosyal sınıf insanlarının tek tek karşımıza alacağımız kişileri, hatta sapık kasılan ve zümreleri hiçbir şey öğretmez. Önemli olan, o yetersiz, değersiz kişi ve zümrelerden birleşik olan sosyal sınıfların, bir toplum veya ülke içinde tarihcil bakımdan oynamakta oldukları veya oynamaya çağrılı bulundukları rolleridir. Yön Samurayları, Türkiye'de işveren sınıfının küllü ayıbıyla var ve egemen olduğunu inkar edebilirler mi? Hayır. İşçi sınıfının varlığını ve sosyal misyonunu neye dayanarak inkar ediyorlar? Başka hiçbir şeye değil. Kendilerini bir hamlede okkalayıp iktidara çıkarmadığı için. AP'ye oy verdiği için!... 

İŞÇİ SINIFINI METAFİZİKÇE KOYMAK 

Yöncüler "Avrupa görmüş" "mutlu azınlığımızdan"d\rlar. Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da, Almanya'da, İtalya'da, Yöncülerin "Proletarya" diye gerinerek anacakları bir işçi sınıfı var mı? Var. Hem de çoğunlukta. Yani Batı ülkeleri nüfusu içinde oyların en kalabalığı işçilerdedir. Ne görüyoruz oralarda? Oy çoğunlukları Adenauer veya Erhardt, Kieslingler'in, De Gaulle'lerin, Fanfani'lerin, Conson'ların emrindedir. Yöncüler neden o ileri Batı ülkeleri işçilerini yetersiz, bilinçsiz bulmuyorlar da, Türkiye işçi sınıfına dudak büküyorlar? Sosyalizm için De Gaulle mu, Conson mu daha tehlikelidir, yoksa bizdeki Menderes'ler, Palapaşalar, Demirel'ler mi? Elbet birinciler. O Batı burjuva liderleri "Demokratik" yoldan, işçilerin oylarını alarak iktidara gelmişlerdir. Dahası var. Dünyanın en ileri kapitalist ülkesi İngiltere'de ikide bir "İşçi Partisi" iktidara gelir, gider. İngiltere yeryüzünde kapitalizmin kalesi olmaktan geri kalmaz. İsveç kadar olsun İngiltere'ye "sosyalist" demek kimsenin aklından geçmez. Ötede bakarsınız Kuli'ler ülkesi Çin'de, o "yetersiz" işçi sınıfı başa geçip, işitilmiş sosyalizmlerin en çetinini kurar. Yön bile onun "sosyalizm"inden şüphe etmek cesaretini gösteremez. Demek işçi sınıfını idealistçe koymamalıdır.

SOSYALİZM PRATİĞİ VE TEORİSİ 

Yalnız bu sosyalizm Mısır ve Cezayir gibi sömürgelerde patlak verdi mi, Yön önce onları Proletaryasız sosyalist devrimler olarak kendi kapıkulu "Devrimciliğine, Devletçi antiemperyalizmine örnek yerine koymak ister. Sonra "yeterli" profesör Niyazi Berkes, Cezayir'de içki sofrasının sosyalizm adına yasak edildiğini görünce, D. Avcıoğlu: bu çabaya sosyalizm etiketi "verilemeyeceğini" (8 Temmuz 1966, Yön) yazar. Bir başka gazeteci kendi köşesinden daha sistemli konuşmak isteyince Yön'de şunları yazıyor: "Türkiye'de sosyalist akım gittikçe daha sıhhatli bir yapıya kavuşmak, ve memleketin gerçeklerine oturmak için durmadan düşünce çabası sarf etmek zorundadır. "Fikir yönünden kısırlık, hiç şüpheniz olmasın eylem yönünden kısırlık getirir... Türkiye'de sosyalizmin yürüyeceği yol ve tutacağı usul konusunda yazılarımız zengin değildir." (İlhan Selçuk: Kendi kendimize, Yön, 8 Temmuz 1966, s. 5) Doğrudur. "Devrimci teori olmaksızın devrimci hareket olamaz." İnsanın bütün hayvanlardan farkı, yapacağı işi önce kafasında tasarlamasından ileri gelir. Ancak, insan kafasında hiçbir tasarı, gökten inme değildir. Hep yeryüzünde başından geçen işlerden çıkagelir. Diyalektik burada en yüce gerçekliğini bulur. İnsan, "işlediğini düşünür, düşündüğünü işler." 

10.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder