Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2021 Cuma

Musa Kasımlı: “1918 yılında Bakü’de kentin Azeri nüfusunun dörtte biri öldürüldü”

Musa Kasımlı: “1918 yılında Bakü’de kentin Azeri nüfusunun dörtte biri öldürüldü”


Musa Kasımlı

12.03.2019



1905.az sitesinin konuğu Milletvekili, Tarih Doktoru, Profesör Musa Kasımlı’dır.
– Hocam, Siz Birinci Dünya Savaşı dönemini araştırıyorsunuz. Cumhuriyet dönemindeki 1918 soykırımını araştıran Olağanüstü Tahkikat Komisyonu’nun başlıca raportörlerinin diğer uluslardan olması bu komisyonun tarafsız olarak faaliyetlerde bulunduğu anlamına gelmez mi?

– 1918 yılı Mart ayında Bakü’de yapılan soykırım Azerbaycanlılara karşı soykırımın doruk noktası oldu. Sonraları diğer bölgelerde de soykırımı yapıldı. Birkaç gün zarfında pekçok sivil Türk ve Müslüman olduğu için Bolşevik, Ermeni-Taşnak kuvvetleri tarafından vahşice katledildi. Arşiv belgelerimizde soykırıma maruz kalan kişi sayısının 8,10,12, bazen 15 bin olduğu gösterilirken yabancı kaynaklarda sadece Bakü’de 20-25 bin kişinin öldürüldüğü belirtilmektedir. 

Örneğin, dönemin İngiliz arşiv belgelerinde olaylar sırasında Bakü’de kentin Azeri nüfusunun dörtte birinin öldürüldüğü açıkça ifade edilmektedir. Aynı dönemde Bakü’de ikamet eden yaklaşık 280-300 bin kişilik nüfusun 80-100 bini Azerilerden oluşuyordu. Dolayısıyla bu rakamın dörtte biri 20-25 bin yapıyor. Cumhuriyetin ilan edilmesinden birkaç ay sonra, Temmuz ayında Azerbaycan hükümeti Olağanüstü Tahkikat Komisyonunu kurdu. Komisyon çoğunlukla sivil Azerilerden oluşuyordu. Tahkikat Komisyon üyeleri soykırıma maruz kalan insanlarla bir araya gelerek soykırım kurbanlarının ailelerinin ifadelerini aldılar. Bu ifadeler sonradan birkaç ciltte toplandı. Tahkikat Komisyonu’nun çalışmasına gelince, bu, Bakü’deki  soykırımın Azerbaycan’ın bağımsızlığının ilan edilmesini önlemek, Apşeron Yarımadası’nı yerli halktan temizlemek, Bakü petrolünün ve Avrasya’ya giden yolun sahibi olmak amacıyla yapıldığını birkez daha gözler önüne sermektedir.
 – Bakü Sovyeti yönetiminde temsil edilen N.Nerimanov, M.Azizbeyov ve M.Vezirov’un soykırım olaylarına yönelik tutumları ile ilgili  bilgiler var mı?
– Azerbaycan Bolşevikleri, soykırımın yapıldığını kendileri de itiraf ediyorlardı. Azerbaycan’ın önemli devlet adamı Neriman Nerimanov’un yazdığı makalelerde, tüm Kafkasya’da sadece bir millete-Müslümanlara katliam yapıldığı çok net bir şekilde vurgulanıyordu. Aynı dönemde Bolşevik-Ermeni, Taşnak çeteleri kişilerin hangi parti üyesi olması konusunu da pek önemsemiyorlardı. Onlar Müslüman, Türk sosyalistlerini bile öldürdüler. Fakat soykırımı yapanlar isteklerine ulaşamadılar. Doğru, onlar Azerbaycan’ın bağımsızlığa giden yolunu uzattılar, süreci ertelediler, fakat özgürlük özlemini bastıramadılar. Nitekim birkaç ay sonra Azerbaycan, bağımsızlığını ilan etti.

– İstiklal bildirisinin ilan edilmesi ve 23 ay faaliyet gösteren cumhuriyet, halkın sonraki yaşamına nasıl bir katkıda bulundu?

– Cumhuriyetin kurulması sadece Azerbaycan halkının değil, sömürge altında inleyen tüm Müslüman halkların yaşamında tarihi önem taşıyan büyük bir gelişme niteliğini taşıdı. Cumhuriyet düşüncesi ve yönetim şeklini Müslüman halkların arasına Azerbaycan halkı getirdi. Azerbaycan halkı, onlara sömürgecilikten kurtulmanın yolunu gösterdi. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Sibirya’ya sürgüne gönderilen birçok Müslüman, Azerbaycan’ın İrkutsk konsolosluğuna başvurarak Azerbaycan vatandaşlığına geçmek istediklerini bildirdiler.

– 1918 yılında Azerbaycan’ın birçok bölgesinde toplu katliamlar yapıldı, bunların arasında en korkunç olanlarından biri 31 Mart soykırımı oldu. Böylesine vahşetin yapıldığı bir dönemde ülke genelinde buna karşı koyacak bir güç yok muydu?
– Hep bize şunu empoze etmeye çalıştılar: Senin devletinin tarihi geçmişi olmadı, senin tarihin kaçak, eşkiya tarihidir. Kimi zaman 1918 katliamlarında Bakü’deki kabadayılardan bahsederler. Kabadayılar, Azerbaycan’ın tarihinin bir sayfasıdır. Fakat bu, bizim resmi, devlet tarihimiz değildir. Soykırımı yapıldığı zaman Azerbaycan, bağımsız bir devlet olmamakla birlikte buna direnecek askeri gücü az sayıda kişiden oluşan deneyimsiz bir tümenden ibaretti. Azerilerin askeri yönden zayıf olmasının bir takım nedenleri vardı. Azerbaycan’ın kuzeyi Çarlık Rusyası tarafından işgal edildikten sonra merkezi yönetim hiçbir zaman Müslümanlara pek güvenmemiş, onları askere çağırmamışlar. 

Böylece, Azeriler hem harp sisteminden uzak kalmış, hem askerlik hizmeti yapmadıkları için vergi ödemişler. Buna rağmen, çarlık ordusunda görev yapan birçok generalimiz oldu.
– 24 Nisan tarihi, yani sözde Ermeni soykırımının 100. yılı yaklaşıyor. Son bilgilere göre, Ermenilerin geniş çaplı etkinlikler için büyük hazırlıklar içinde olduklarını söyleyebiliriz. 

Peki biz, 2015 yılında Azeri soykırımının 110.yılı nedeniyle bunu dünyaya tanıtmak için yeterince gayret sarf ediyor muyuz?   

– Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili ben bir çok arşiv belgesi okudum, en güvenilir kaynaklara dayanarak monografi yazdım. Bu monografi Bakü ve Moskova’da yayınlandı. Ayrıca Ankara’da  uzmanlar olumlu görüş bildirdiler. Yakınlarda yayınlanması gerekir. Tarihte “Ermeni soykırımı” diye bir şey yaşanmadı. Soykırımı, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeni silahlı çetelerince, devlet düzeyinde ise tarihi Türk topraklarında Taşnak Ermenistan’ı kurulduktan sonra yapıldı. Ermeni silahlı çeteleri Çarlık Rusyası’nın finansal ve örgütsel desteği ile oluşturuldu. Bu konuda çok güvenilir kaynaklar mevcuttur. 1915 yılından sonra bu meseleı Çarlık Rusyasının ısrarı ile ortaya çıktı. Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa ile beraber Osmanlı’ya yönelik bir bildiri kabul ettiler. Çarlık Rusyası Dışişleri Bakanlığı belgelerinde Osmanlı’ya yönelik alınan ortak bildirinin Ermenileri mücadele ruhunu yükselteceği ve gelecek politikalarında onlara katkısı olacağı yazılmaktadır. Yani sözümona Ermeni sorununun mimarı Çarlık Rusyası’dır. Uzun yıllar boyunca dünya sadece Ermenistan’ın düzmece bilgilerini dinlese de, son yıllarda yürütülen siyaset sonucunda artık dünya bizim de tutumumuzu öğrenmeye başladı. Bizim tutumumuz tarihi gerçekleri yansıtıyor. Son yıllarda Ermenistan’ın Azerbaycan’a tecavüzü, Hocalı’da işlenen soykırım hakkında gerçeklerin dünyaya aktarılması alanında Sayın Cumhurbaşkanımız İlham Aliyev’in önderliğinde bir hayli çalışma yapıldı. Yabancı ülkelerde makaleler yayınlandı, filmler gösterildi. Ermenilerin 200 yılda yaptığı çalışmalara biz son 10 yıldaki girişimlerimizle ideolojik anlamda layıkıyla cevap vermeyi başardık.
– Geçenlerde “Ermeni sorunu”ndan “Ermeni soykırımı”na: Gerçek tarih arayışında (1724-1920)” adlı büyük bir monografiniz yayınlandı. “Ermeni sorunu”nu kısaca nasıl anlatırsınız?

– Sekiz ülkenin arşiv belgelerini inceleyen tarihçi araştırmacı olarak şunu söyleyebilirim: “Ermeni sorunu” denilen konu bir takım tarihsel dönemlerde bazı büyük devletler tarafından net amaçlardan dolayı gündeme getirildi. Aslında Osmanlı’yı yıkma amacı güden ve “Doğu sorunu” olarak adlandırılan bir konu 1815 Viyana Kongresi’nde ortaya atıldı. Sonraları 1877-1878 Rus-Türk savaşından sonra “Ermeni sorunu” ortaya çıktı. Bu, yapay bir sorundur. Amaç Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek, onun mal varlığının sahibi olmak ve büyük devletlerin kendi isteklerini gerçekleştirmesi idi. Bu yüzden “ Büyük Ermenistan” palavrası ortaya atıldı. Hedefe ulaşmak için siyasi faaliyetlerde de bulunan teror örgütleri kuruldu. İlk girişimler Doğu Anadolu’da, ardından Güney Kafkasya’da yapıldı. 1905-1906 yıllarında Güney Kafkasya’da silahlı Ermeni terör örgütlerinin yaptıkları katliamlarda başlıca amaçları, yerli halkı doğup büyüdükleri yerleşim yerlerinden kovmak, dışarıdan gelen Ermenileri oraya iskan ettirmek ve “Büyük Ermenistan” için zemin hazırlamak oldu. Bu olaylar bir kargaşa döneminin ürünü olarak nitelendirilse de Ermenilerin, somut hedefleri olan “Büyük Ermenistan”ı gerçekleştirmek için bu adımları attıkları en gizli Rus belgelerinde yazılmaktadır.
– Hocam, bazen şöyle söylüyorlar, AGİT Minsk Grubu üyelerinin Dağlık Qarabağ bölgesine gezileri “turistik” niteliktedir. Eşbaşkanların bölge ziyaretleri ile ilgili haftada 1-2 kez haberler yapılmaktadır. Cephe bölgesinde izleme çalışmalarının yapıldığını duyuyoruz.  Aynı kurumun mevcut faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Gerçekten eşbaşkanların bölge ziyareti “turistik” geziden başka bir şey değil midir?

– 1992 yılından beri faaliyet gösteren AGİT Minsk Grubuna somut bir vekalet verildi ve o, bu vekalet çerçevesinde faaliyet gösteriyor. Geçtiğimiz süre boyunca AGİT Minsk Grubu, Ermenistan’ın askeri saldırısı nedeniyle ortaya çıkmış Dağlık Karabağ sorununu çözmek için birkaç öneride bulundu. Paket, aşamalı ve ortak devlet çözüm seçeneklerini sundu. Bu önerilerden biri (ortak devlet çözüm önerisi) uluslararası hukuk ilkleleri ve Azerbaycan Anayasası’na aykırı olduğu için devletimiz tarafından kesinlikle reddedildi. Ermenistan ise vakit kazanmaya çalışıyor. Minsk Grubunun girişimleri henüz bir sonuç vermedi ve ziyaretleri sadece turistik gezi niteliği taşımaktadır.

– Peki sorunun giderilmesi için hangi çözüm yollarını önerirsiniz?
– Ben, öncelikle AGİT Minsk Grubu eşbaşkan ülkelerinin Ermenistan’a baskı yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Saldırgana kabaca desek durumu anlatmalı, eğer saldırgan ülke BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarını yerine getiremiyorsa, o zaman aynı ülkeye yaptırım uygulanmalıdır. Saldırıya uğrayan ve saldırıyı yapan taraflar çok açık ortadadır. İşgalci  ve işgal göz önündedir. İşgalciye mutlaka kendi ismiyle hitap etmek, lafı kıvırmamak gerekir. Minsk Grubu etkinliğini artırmalıdır. Ayrıca, Azerbaycan devleti güçlü olmalıdır. Biz ne kadar güçlü olursak diplomasimiz o kadar güçlü olur.

– Musa Bey, muhtemelen Kırım olaylarını yakından izliyorsunuzdur. Sizce  Kırım’ın Rusya’ya ilhak edilmesi ile ilgili yapılan oylamada Azerbaycan’ın karşı oy kullanması Dağlık Karabağ sorununun çözümüne yeni bir engel oluşturur mu? Yani, zaten mevcut olan “Rusya korkusu” daha da artar mı?

– Aslında, Kırım olaylarını Dağlık Karabağ sorunu ile kıyaslamamak gerekir. 
Bir zamanlar Ermeniler, Dağlık Karabağ sorununun çözümünde Kosova seçeneğine sıcak bakıyorlardı. Karabağ Ermenistan, Kırım ise Rusya tarafından işgal edildi. 
Bu anlamda Azerbaycan’ın tavrı tamamen doğrudur. Ülkemiz oy kullanırken çağdaş uluslararası hukuk normları ve ilkeleri temel almıştır. Ben, bu konuda “Rusya korkusundan” dolayı kaygılanmamak gerekir diye düşünüyorum. 
Rusya, Kırım konusunda ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesini temel alır. Birkaç yıl sonra Rusya’nın kendisi aynı prensipten dolayı zarar görebilir. 
Rusya’nın bir çok birimi kendi kaderini tayin hakkından yararlanırsa, Rusya yöneticileri ne diyecekler? Yaptırımların  uygulanmasına gelince, burada çifte standartlar var. Neden bazı ülkeler Rusya’ya yaptırımların uygulanması önerisinde bulunurken Ermenistan’a karşı aynı tavrı sergilemiyorlar? 
Sanırım, yakın gelecekte Rusya, şimdiki yanlış politikasından yüzünden büyük zarar görecektir.

Aynur Hüseynova
1905.az

***

4 Aralık 2020 Cuma

Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları,

Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları,  


Merve Önenli Güven, Terörizm, Terörizmle Mücadele, Abdullah Öcalan, İmralı Görüşmeleri, Çözüm süreci, Mesut Barzani, Akil İnsanlar, Alevi, Ermeni,


Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
27 Şubat 2014 Perşembe
21_ Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.,

Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.

    Abdullah Öcalan’ın belirli dönemlerde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bünyesinden temsilcilerle görüşmeler yaptığı bilinmektedir. 
Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, hâlihazırda Hükümet ile sürdürülmekte olan görüşmeler açısından KONGRA-GEL (PKK)'yı, BDP'yi ve Halkların Demokratik 
Partisi (HDP)’ni, ne tür hareket tarzları izlemeleri konusunda yönlendirici bir pozisyonda olduğu da görülmektedir. Bu çerçevede Abdullah Öcalan’ın;

-  Kendisini kurulabilecek olası bir Kürt Devleti’nin lideri olarak gördüğü,
- “Çözüm sürecinin” vazgeçilmez aktörü olduğu iddiasıyla sağlık sorunlarını dahi bir halk hareketine dönüştürebilecek güce sahip olduğu algısını taşıdığı,
- Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş nedeniyle ortaya çıkan siyasi boşluğun örgüt tarafından doldurulması ve oluşabilecek siyasi bir yapının da lideri olma 
konusunda bir eğilim sergilediği,
- Ayrıca Kürtlerin tek lideri ve önderi olma arzusu bağlamında Suriye’de kurulacak siyasi oluşumu, Mesut Barzani’nin hâlihazırda sahip olduğu siyasi güce karşı kullanma gayesi içerisinde olduğu,
- Türkiye sınırları dâhilinde özerk, federatif veya bağımsız bir siyasi yapı kurma amacını sürdürdüğü,
-  Örgütün silahlarını bırakmasının beklenmemesini ifade ederken diğer taraftan örgütün bulunduğu bölgelerde askeri bir hareketliliğin süreci sonlandıracak bir 
hareket olacağı, bu bağlamda örgüte yeni ve genç katılımların da örgüt için itici güç niteliği taşıdığı yönünde alt mesajlar verdiği,anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın 2013 yılında yaptığı görüşmelerinde öne çıkan söylemleri;
“- Bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten vazgeçmediği, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum olarak örgütlemesi gerektiği,
- Suriye/Haseke’nin, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması, burada Arapların ve Süryanilerin de savunmasının yapılması, bölgede örgütün alan özgünlüğünü sağlaması,
- Rojova’da siyasi merkezin meclis tarzında konumlandırılması, Kamışlı’da bir tür devlet merkezi şeklinde üslenilmesi,
- (Kürt ulusal birliğinin sağlanması amacıyla) Irak, Avrupa ve Türkiye’de konferanslar düzenlenmesi,
- Halkın kendisinin doğum gününü, kendilerinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdığı,
- Süreç içerisinde üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı, bundan sonrasının halkın işi ve görevi olduğu,
- İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay 
 başkanı demek olduğu,
- Sözüyle, eylemiyle özgür yaşamı yaratmanın amaçlandığı,
- Geri çekilmenin başlamasından sonra Kandil Heyeti, akademisyenlerin de aralarında bulunduğu bir danışma kurulu, medya, sivil toplum temsilcileri, 
Avrupa Birliği (AB) bünyesinden kesimlerle görüştürülebileceği,
 - ‘Akil İnsanlar’ heyetinin olası tıkanmalar noktasında devreye girmesi gerektiği,
- Çözüm sürecini, sol çevrelerin de önünü açmak için yürüttükleri, parlamentonun yapacağı çağrıyla solun da legalleşeceği, ayrıca Ermenilere de kendi hareketleri 
üzerinden yol açtıkları, diğer taraftan Alevilerin de sol etrafında toplanarak kendi birlikteliklerini tam anlamıyla sağlayamadıkları,
- Geri çekilme sonrasında BDP ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin boşatılan alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapması, koruculardan bir zarar gelmesi halinde sert darbe indirileceği,

- Ayrıca çekilmeyle birlikte geride bir izleme kurulunun bırakılmış olması gerektiği, gerillanın boşalttığı alanlarda, köylülerin birbirini öldürmeye başladığı, karakollar ın, Hidroelektrik Santrallerin (HES) kurulmaya başlandığı, böyle devam etmesi halinde geri dönüşlerin başlayacağı, bu nedenle de gerilla sayısının hızla tırmandığı,
- Askeri olarak en güçlü dönemde olunduğu, PKK’nın tarihin iç ve dış olmak üzere en büyük savaş potansiyeline sahip olduğu,
- Gençliğin sürecin motor gücü olduğu,
- Geri çekilmeye karar verilmesine rağmen öz savunma haklarının baki kalacağı, ancak herhangi bir provokasyona da ortam sağlanmaması, diğer taraftan 
Hükümet kanadından yapılan; “Geri çekilmenin tek bir kişi kalmayana kadar sürecek” söyleminin saçma olduğu, istenirse gerillanın halkın içine bile karışacağı, 
gerillanın halkın tek güvencesi olduğu,
 - Örgütün kendisini tasfiye etmeyeceği, siyasi arenada temsil hakkı istediği,
- AKP ve PKK’nın anlaşamaması halinde ellerinin serbest olduğu, bu bağlamda İran’ın, Suriye’nin ve Rusya’nın örgüte destek verebileceği,
- Diplomasinin (diğer Kürt parti ve temsilcileriyle) ortak gerçekleştirilmesi gerektiği, örneğin Mesut Barzani’nin artık Türkiye’ye tek başına gitmeyebileceği,
- Yeni yerinin iyi olduğu ama 24 saatte her şeyin değişebileceği, Kürtlerde ilk defa bir önderliğin (kendisinin) çıktığı,”[1] şeklinde özetlenebilir.

KONGRA-GEL (PKK)’nın Demokratik (!) Söylemli Diktatör LideriAbdullah Öcalan’ın “çözüm süreci” adı altında başlatılan gelişmelere ilişkin söylemleri öznesinde, kendisini sürecin yönlendiricisi ve Kürtlerin tek lideri pozisyonunda gördüğü açıkça anlaşılmaktadır. Kürt halkının, hak ve özgürlüklerinin tek temsilcisi ve sağlayıcısı olduğu inancı, doğum gününün kutlanmasına ilişkin, “halkın doğum gününü kendisinin yeniden doğuşu olarak anlamlandırdıkları” söylemi, grup bilincini kendi kişisel kimliği üzerine inşa etmeye çalıştığı ve bu şekilde kendisinin sorgulanamaz ve vazgeçilemez bir şekilde algılanmasını amaçladığı açıkça görülmektedir. 

Bu noktada “Kürtlerde ilk defa bir önderliğin çıktığı” şeklindeki ifadesi ve KONGRA-GEL (PKK)’nın geri çekilmesi sonrasında İmralı’da kendisini yabancı heyetler, sivil toplum örgütleri, medya temsilcileri gibi kişi ve grupların ziyaret etmesini beklemesi de ‘tek adam ve kanaat önderi’ rolüne hazırlandığını göstermektedir.

Ayrıca  “İmralı’da ecelinin geldiği, nefesinin tutulduğu, bunların hesaba katılması gerektiği, stratejik önderliğin en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demek olduğu” şeklindeki söylemi de bir yandan kendisine bağlı olan kitleyi hareketlendirmede ve kendisinin biyolojik koşullarının ortaya çıkardığı rahatsızlıkları dahi siyasi ve ideolojik koz olarak kullanma çabasını gözler önüne sermektedir. Ayrıca anılanın kendisini sistem içerisinde cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı olarak konumlandırdığını da göstermektedir. Bu tarz hassasiyetleri belirli bir kitlenin toplumsal psikolojisini güdülemekte kullanarak sağlıklı bir sürecin nasıl yaratılabileceği önemli bir sorunsaldır.

AKP Hükümeti ile KONGRA-GEL (PKK) arasında kurulan bir diyalogun sağlıklı olmasının en önemli koşullarından birisi de tarafların niyetleridir. Bu noktada 
seçilmiş travmalarını içselleştirmiş bir grubun bireylerinin ait oldukları grupla özdeşleştirdikleri kimliklerinin, lider olarak gördükleri kişi tarafından 
ani iniş ve çıkışlarla yönlendirilmesi mümkündür. Bu durumu kendi psişik gerçeği ile kişiselleştiren bir kişinin niyeti, bu noktada sorgulanması gereken önemli 
hususlardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda “üzerime düşeni fazlasıyla yaptım, bundan sonrası halkın işi ve görevidir” ifadesi aslında bir 
mesaj niteliğinde olup süreç içerisinde olası olumsuz gelişmeler ve isteklerinin karşılanmaması halinde gerek duyulduğu zaman halkın inisiyatif kullanarak ‘halk 
ayaklanması’ yaratılabileceği hususunu da aba altından gösterdiği anlaşılmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın söylemlerinin örgüt cephesinden yansımaları da anılanın kendisine bağlı örgüt ve uzantılarını, kendi psişik gerçekliği üzerinden 
yönlendirdiğini açıkça gösterir mahiyettedir. Bu bağlamda 11 Temmuz 2013 tarihinde KONGRA-GEL (PKK) lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan’ın yaptığı; 

“9. Kongra Gel Genel Kurulu’nda bu sürecin devam etmesi için  karar alındı. Bu süreci Önder Apo başlattı ama hala tecrit altındadır. Avukatları onunla 
görüşemiyor, kimse yanına gidemiyor. Daha da önemlisi şu anda ciddi sağlık sorunları var. Bağımsız ve uzman bir doktor ekibi İmralı’ya gitmeli ve Önder 
Apo’yu sağlık kontrolünden geçirmelidir. Diğer taraftan eğer bu süreç ilerleyecekse Önder Apo’nun koşulları iyileşmeli ve dışarıdan gelen heyetlerle görüşebilmeli. Dışarısıyla irtibatı olmalı. Diğer taraftan yardımcıları ve sekreterleri olmalıdır.”[2] şeklindeki açıklaması Abdullah Öcalan tarafından söylenenlerin bir hareket tarzı olarak belirlendiğini göstermektedir.

Bir barış ortamı sağlanması noktasında iki tarafın bir diyalog süreci başlatması demek birincil koşul olan niyetten sonra ikinci koşul olarak bu niyetin 
temellendirilmesi için bu amaç doğrultusunda karşılıklı adımlar atmaktır. 

Bu noktada da kendisini ancak silahlı olduğu zaman güvende hisseden ve 
silahlarından vazgeçmeyeceğini açıkça belirten bir örgütün henüz ilk koşulu dahi sağlayamadığı görülmektedir. Siyasi bir varlık olmayan ancak sistem içerisinde kendisini silah ve şiddet kullanımı yoluyla var etmeye çalışan bir terör örgütünün, devletin silahlı kuvvetlerinden silah bırakmasını, bir devletin sınırlarını korumak ve iç güvenliğini sağlamak gibi temel vazifelerden vazgeçmesini beklemesi de örgüt ve uzantılarının gerçekliğe dönük yaklaşımlarının ne kadar kısıtlı olduğunu gözler önüne sermektedir.  

Abdullah Öcalan’ın Rüyası

Abdullah Öcalan’ın sürece dair yaklaşımının boyutunu belirgin hale getiren diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar’ adı altında kurulan heyete dair söylemleridir. 
Söz konusu heyetin olası tıkanmalarda devreye girmesi ve bir çeşit ikna aracı olarak kullanılması yönündeki beklentisi, aslında bireylerin ve grupların soru 
işaretlerinin cevaplanmaksızın, sürece ilişkin atılan her adımın halk tarafından sorgusuz sualsiz kabullenilmesi amacının taşındığını göstermektedir. 
Bu konuya ilişkin diğer bir husus da ‘Akil İnsanlar Heyeti’nin’ ziyaret ettikleri coğrafyaların, sosyolojik koşullarına ne kadar aşina olduklarıyla ilgilidir. 
Daha önceden belirlenmiş kişiler ile yapılan kısıtlı görüşmelerin, bölge coğrafyasının gerçekliğini tam anlamıyla nasıl yansıttığı önemli sorunsallardan birisidir.

Söz konusu hususların yanı sıra Abdullah Öcalan’ın sadece Kürtleri değil, örgüt ve uzantıları altında farklı kesimleri de bir araya toplamaya çalıştığı söylemlerinden anlaşılmaktadır. Tüm ulusal ve uluslar arası siyasi olayları çözümlediği algısına sahip olan Abdullah Öcalan’ın, kendisinin başlattığını belirttiği bu sürecin sol, Alevi, Ermeni gibi kesimlerin de önünü açacağı iddiası ve HDK gibi yapılanmalar vesilesiyle bu grupları da örgüt ve uzantılarının çatısı altında toplama çabası açıkça görülmektedir. “Kürdistan topraklarında yaşamak isteyenler özgürce yaşayacak lar” ifadesi, “çözüm süreci” adı altında yürütülen girişimin neticesinde, örgüt ve uzantılarının beklentilerinin kendilerinin sınırlarını belirledikleri belirli bir toprak parçasında kendi yönetimlerini kurma gayelerini açıkça gözler önüne sermektedir. 

Bu noktada da BDP’nin bir önceki yerel seçimlerde aldığı belediye sayısını, önümüzdeki yerel seçimlerde daha da arttırmak istemesi, “demokratik özerklik” 
adı altında ifade ettikleri stratejilerinin neyi amaçladığını açıklamaktadır.
“Çözüm süreci” çerçevesinde terörist unsurların geri çekilmesi beklenirken hâlihazırda örgüte özellikle genç kadroların katılmayı sürdürmesi, örgütün 
kırsal kadrosunu güçlendirmeye devam ettiğini göstermektedir. Bu durum da artış göstermeye devam eden kadroların “çözüm süreci” adı altında nasıl 
değerlendirileceği sorusunu ve bir taraftan sözde geri çekilmenin amaçlanmasıyla birlikte diğer taraftan kadrolara katılımların sürdürülmesi arasındaki çelişkiyi 
akıllara getirmektedir. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın görüşmelerde örgüt mensuplarının geri çekilirken silahlarını muhafaza etmeleri gerektiği yönündeki 
yönlendirmesinin yanı sıra “BDP ve DTK’nın bu alanlarda halkı koruyacak sivil örgütlenmeler yapmaları, istenirse geri çekilme yapıldıktan sonra Türkiye 
sınırları içerisine silahlı unsurların yeniden sokulabileceği” şeklindeki ifadeleri sürecin ne yönde şekillenebileceğinin sinyallerini vermektedir.  

Abdullah Öcalan’ın iç siyasete ilişkin söylemlerinin yanı sıra dış siyasete ilişkin vurguları da dikkat çekicidir. Bu bağlamda özellikle Suriye’deki iç savaş 
neticesinde ortaya çıkan boşluğu KONGRA-GEL (PKK)’nın Suriye uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile bölgede sözü geçen bir aktör haline getirme 
çabası, ifadelerine de açıkça yansımaktadır. Özellikle “oradaki (Suriye’deki) halkımız bana bağlıdır, bu noktaya gelinmesinde onlar da başat rol oynadılar” 
ifadesi, Suriye’de ortaya çıkacak olası bir idarenin lideri olmak istediğini göstermektedir. Bu ayrıca Mesut Barzani’nin Irak’ta sahip olduğu siyasi konum 
bağlamındaki gücüne karşılık Abdullah Öcalan’ın da Suriye’de hâlihazırdaki boşluk üzerinden bu tarz bir güç arzusu içerisinde olduğunun sinyallerini 
vermektedir. 

Bu durumu destekleyen diğer bir husus da Abdullah Öcalan’ın, Suriye/Haseki’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Baas Rejimi’ne bırakılmaması yönündeki 
talimatıdır. 

Bu çerçevede “öz savunma oluşturarak Arap ve Süryanilerin de savunmasının yapılması” yönündeki talimatı, Türkiye sınırına en yakın bölgelerden birisi olan 
söz konusu bu alanda farklı etnik grupları da örgütün kontrolü altında toplayarak kendisini başat güç haline getirmeye çalışması olarak açıklanabilir. 
Ayrıca “Suriye’de siyasi merkezin oluşturulması, bunun meclis tarzında konumlandırılması ve Kamışlı’da bir tür devlet merkezi gibi üslenilmesi” 
şeklindeki ifade de bu durumu destekler mahiyettedir. Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın, Türkiye/Diyarbakır-Ankara, Irak/Erbil ve Avrupa’da konferanslar 
yapılmasını istemesinin yanı sıra Türkiye, Suriye, Irak ve Lübnan’da birlik kurulması suretiyle bir Ortadoğu Konferansı’nın düzenlenmesi çerçevesindeki 
yönlendirmeleri de dört parçada (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) kurmayı istedikleri Kürdistan’ın temelini hazırlar nitelikteki çabaların göstergesidir. 

Ayrıca Dicle-Fırat suyunun bu birliğin esasını oluşturması yönündeki stratejisinin de kurulması planlanan siyasi yönetimin varlığını sürdürebilmesi 
amacıyla doğal kaynak temini ve bu kaynağın olası komşu ülkelere karşı koz olarak kullanılması niyetlerini de akla getirmektedir.[3]

Sonuç

Sonuç olarak tüm bu hususlar ışığında Abdullah Öcalan’ın; “Gerilla Kürtlerin tek güvencesidir, gerilla kısmen içeride kalsa bile bu yanıltıcı olmasın, istesek 
gerilla halkın içinde bile saklanır, süreç başarısız olursa eliniz serbesttir, İran, Suriye ve Rusya’dan destek alınabilir” şeklindeki ifadeleri, örgüt ve uzantılarını yönlendiren Abdullah Öcalan’ın, süreci nasıl algıladığını ve sürecin nasıl bir yönde ilerleyeceğinin önemli göstergelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Abdullah Öcalan’ın; “Özerklikten, federasyondan, bağımsızlıktan vazgeçmedim, Kürtlerin kendisini devlet içinde sivil toplum gibi örgütlemesi gerektiği” şeklindeki ifadesinin, BDP tarafından Mart 2014 yerel seçimleri nezdinde “öz yönetimle özgür kimliğe”[4] söylemi üzerinden pratikleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir.  Farklı kimlikleri bir araya getiren ve birlikte yaşamanın esası olan devlet bütünlüğüne karşı etnisite, din, mezhep gibi olguların üzerine inşa edilen ve silahların gölgesiyle güvence altına alınan siyasetin, çatışmaları kaçınılmaz kılacağı aşikârdır. 

Bu bağlamda gerektiği zaman şiddeti kullanırız mantığını taşıyan bir grubun yürütmeye çalıştığı siyasetin, birlikte yaşayabilmenin önünde engel olabilecek en önemli hususlardan birisi olacağı değerlendirilmektedir. 

[1] http://www.bianet.org/konu/imrali-gorusmeleri
[2] http://www.aksam.com.tr/siyaset/karayilandan-ilk-aciklama/haber-224662
[3] http://www.ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=7F86AC865C88
[4] http://www.bdp.org.tr/tr/

Bu yazı 5292 defa okundu. 

Uzman Hakkında
Merve Önenli Güven
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

Uzmanın Diğer Yazıları
 
  10 Maddede Çözüm Süreci 
  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına İlişkin Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 
 

Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: 
Mahmut ÖZDEMİR
***

30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 15

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 15




KONGRE GENEL SEKRETER MERKEZ YÜRÜTME KOMİTESİ., 

MERKEZ KOMİTE, 
EYALET KOMİTELERİ, 
BÖLGE KOMİTELERİ, 
YEREL KOMİTELER, 
HÜCRE olarak sıralanır. 

PKK ilk kurulduğundan bu yana belirttiğimiz teşkilat yapısının varlığından söz edilir. Ancak bu yapının tümü formalitedir. Varlığı ve yokluğu belli değildir. 
Bu yapının içinde gerçekten işlevi olan ünite Genel Sekreterliktir. 

Genel Sekreterin kendisi de Abdullah ÖCALAN'dır. 

Diğerlerinin tümü izafi kuruluşlar halindedir. Kurulurlar, dağılırlar tekrar kurulurlar ve gene dağılırlar. Bu kurumların içinde yer alan hiçbir şahsın yetkisi yoktur.Tek yetkileri eylem karan almak ve yaptırmaktır. 

Bunun dışındaki haklarının tümü, APO tarafından gasp edilmiştir.Merkez Yürütme yada Merkez Komitenin bileşimi şöyledir, gücü ve etkisi şu kadardır demek çok zordur. 
Çünkü bugün o konuda bir fikir beyan edersiniz, yarın bakarsınız ki, o teşkilatın boyutları farklı bir biçime getirilmiştir. 

Yani, Abdullah ÖCALAN eşittir bütün PKK teşkilat yapısı demek daha doğru olur. 

Sınıf, tabaka ve gruplardan meydana gelen değişik kesimlerin farklı farklı olan amaçlarına kavuşmak için asgari müştereklerde birleşmiş oldukları siyasi organizasyona, cephe adı verilir.Cephe, bu değişik kesimlerin temsilcilerinden oluşur ve bu temsilcilerce idare edilir. Normalde APO'nun "Kürdistan"ında bulunan ve ulusal kurtuluş mücadelesi isteyen işçi, köylü, esnaf vesanatkar, memurlar diğer çeşitli orta kesimler ile aydınların, kişisel veya kuruluşlar vasıtasıyla bir cephe meydana getirecek bu cepheyi sevk ve idare etmeleri gerekiyordu. Bunlara Kürt işçi sınıfının partisi olan PKK(!) da iştirak edecekti. Doğal olarak da diğer katmanlarla demokratik bir rekabet ortamında, cephe içinde gücü oranında etkin olmaya çalışacaktı. Çünkü; Cephe bir çeşit Parlemento'dur, temsil ve yönetim gücüdür.165 

Ama, öyle olmadı. 1985 yılı 21 Martında Abdullah ÖCALAN; "Ben Cepheyi (ERNK) kurdum!" diyerek bir kuruluş bildirgesi yayınladı.Daha sonra da belli bir teşkilat şemasına lüzum görmeden doğrudan kendisine bağlı PKK üyelerini kitle faaliyetinin olduğu Avrupa'ya, Yunanistan'a, Kıbrıs Rum kesimine göndererek,
cephe faaliyetleri olarak; miting, basın toplantıları, açlık grevi vb. organize etmeye başladı. İyi çalışmayanları cezalandırdı yerlerine yenilerini atadı.  
Kısaca; Cephe (ERNK) de tıpkı PKK gibi eşittir Abdullah ÖCALAN' dır.APO, 1990 baharında CİZRE- NUSAYBİN- SİLOPİ gibi yerlerde başlayan tüm olayları ERNK' nın faaliyeti olarak lanse etmeye çalıştı.Çeşitli yerlerde PKK üyeleri; APO dan aldıkları talimatlar gereği ERNK temsilciliği, İmamlar Birliği gibi isimlerle bildiriler dağıtarak sanki ayrı bir örgütmüş gibi ERNK"yı tanıtmaya, meşrulaştırma ya çalıştılar.  İşte, APO'nun Cephe dediği olay çok kısa olarak budur. Sağda solda, Avrupa'da, Yunanistan'da, Kıbrıs Rum Kesiminde, Türkiye'de Cephe adına bildiri yazıp dağıtanlar APO'nun kendi adamlarıdır lar. PKK üyesi veya en basilinden sempatizanıdır lar. Gelelim ordu (ARGK)'nun bugünkü durumuna: ARGK (Ordu) 3. Kongre kararıyla 1987 yılında kurulmuştu. APO, Türkiye'deki PKK üyesi olan en seçme adamlarından bir Askeri Konsey oluşturarak ordu çalışmasını başlatmıştır. Dahailk etapta APO saflarına aldığı adamların eline bir silah tutuşturmuştur. APO faaliyetleri, PKK faaliyetleri eşittir silahlı eylem demektir. Zaten APO, ayırttığı her insanı bir asker olarak görmüş,her elemanını silahlı eylem için donatmıştır. APO için propagandacı, ajitatör, teorisyen veya benzeri bir şahıs hep eylemcileri tamamlayıcı unsur olarak vardır. Eğer bir kişi gözü kapalı olarak eylemlere dalamıyorsa, 
yakıp yıkamıyor sa ne değeri olabilir? Abdullah ÖCALAN'ın, "ARGK yi kurduk bunu organize edeceğiz. Bu ayrı bir kuruluştur." diyerek ARGK konseyi, ARGK tümeni veya tugaylarından bahsetmesi, elemanlarını birtakım askeri birlikler adıyla 166 anması; harekete isim kazındırmak, iç ve dış kamuoyunun gözünü boyamak için başvurduğu bir propagandadır. Şu an Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinin çeşitli yerlerinde grup, takım, bölük, ana hareketli birlik adıyla bir takım militanlar vardır. 

Bunların belli bir ilişkileri ve ast-üst düzeni mevcuttur ama ARGK de, ERNK de, PKK de hep aynı kişilerdir. Bunlar da eşittir APO'dur. Yani şematik yapıları ne olursa olsun, PKK-ERNK ve ARGK'nin üçü de birdir.Farklı mekanlarda, farklı isimler altında, farklı faaliyetler yürütseler de her üç kuruluş bir tek şeye; "Silahlı Propaganda"ya hizmet etmektedirler.Bir ulusal kurtuluş savaşında ordu, partinin emrinde değil, cephenin emrinde faaliyet yürütür.Ancak ARGK'nin bütün faaliyetlerini tepeden tırnağa PKK yani, APO kontrol etmektedir. Bu gün hiç bir Allahın kulu kalkıp da "Ben ARGK nin milisi veya savaşçısıyım ama APO' nun şu düşüncesine karşıyım " diyemez. Öte yandan gene hiç kimse "Ben PKK düşüncesine karşıyım ama ERNK içinde faaliyet gösteriyorum " diyemez. İşin gerçeği bu teşkilatlardan herkes ilk önce eğer zorla kaçırılmadıysa PKK üyesi yada sempatizanıdır. Daha sonra ARGK savaşçısı olur veya

ERNK üyesidir."Bundan ne çıkar?" diyenler olabilir, bundan çok şey çıkar. Zaten işin önemi de burada gizlidir.Güneydoğu Anadolu'da baştan beri değindiğimiz gibi kendiliğinden, iç dinamikleriyle bir Kürtçülük hadisesi gelişmemektedir. Her şeyi PKK, Abdullah OCALAN ve yurt içindeki yandaşları zorlayarak, yapay olarak 
geliştirmeye çalışıyor. Normalde çeşitli kesimlerin bir cepheleşme hareketi gelişebilirdi. Bunlar giderek bir silahlı mücadele ve ordulaşma faaliyetine girebilirlerdi. PKK da Marxist-Leninist bir örgüt olarak, işçive emekçilerin bir örgütü olarak Cephenin ve Ordunun içinde belli ilkeler çerçevesinde, belli kurallar dahilinde yer alabilirdi.167 Kısaca; PKK APO'ya rağmen değil, APO'nun elinde bir oyuncak olarak vardır. ERNK veARGK yapaydır. Bunlar PKK'nın çalışma kolları ve tarzlarını ifade ederler.İncelediğimiz PKK örgütlerinin bugünkü yapısı, PKK 4. Kongresine verilen çalışma raporunda eleştirilmiş, işlevsiz kaldıkları belirtilmiştir. Geçmişteki sorumlularının cezalandırılacağı vurgulanmış ve bir "Hazırlık Komitesi"nin oluşturulması kararlaştırılmıştır. Hazırlık Komitesi APO'nun onayıyla önce bir parti merkez komitesi oluşturulmasını, ARGK askeri konseyinin tayin edilmesini ve daha sonra kendisini feshetmesini karara bağlamıştır.

GERİ CEPHE VE DIŞ DESTEĞİN BU GÜNKÜ DURUMU.,

Abdullah ÖCALAN, zihinsel olarak daha bir grup faaliyetini organize etmeye karar vermedenönce dıştan yönlendiriyordu. Bu durumunu uzun süre herkesten gizledi. Ancak yurt dışınaçıktıktan ve tüm gücünü Suriye üzerinden Suriye denetimindeki Güney Lübnan ve BekaaVadisine çektikten sonra kimlerden ve nasıl dış destek aldığını artık fazla gizleyemedi. Fakat,yine de önemli bağlantıları ve ayrıntıları kendi elemanlarından gizliyordu. Bu durumu kıyısındanköşesinden öğrenenleri de MİT-AJAN-KOMPLO senaryolarıyla katlediyordu.Herşeye rağmen gizleyemediği şeyler vardı. Örneğin; Ermeni ASALA ile olan ilişkiler...Bunlar hala devam ediyor. Bu ilişkinin boyutu bir hayli geniştir. Suriye-Beyrut-Atina-Marsilya-Newyork ve benzeri yerlerdeki Ermeni cemaat, grup, lobi ve zengin şahıslar düzeyinde devametmektedir.İlişkilerini çok gizli tutan bu çevreler, APO'ya silah ve para yardımının yanısıra batılı ülkelerinkamuoyu oluşturan kurum ve kuruluşları nezdinde doğrudan ve dolaylı ilişkiler yaratmakladır.EKİM 1990 tarihinde Almanya'da yapılan PKK'nın kuruluş yıldönümü tören ve şölenine Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komite Üyeleri de katılmıştır.168   

Suriye ile ilişkiler, 12 Eylül sonrasında APO'ya adeta PKK'yı yeniden yaratma gibi hayati önem ve derecede imkanlar sunmuştur. 
Bu ilişki ve olanakların derecesine daha önce değinmiştik.Suriye bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir. Hemen hemen tarihi misyonunu tamamlamak üzeredir diyebiliriz. Bundan sonra Suriye'nin devreden çıkması fazla önemli olmayacaktır. 
Bu gün Orta doğu'daki son siyasal gelişmeler Suriye'nin konumunu kısmendeğiştirmişse de PKK ile ilişkileri halen devam etmektedir.Yunanistan ve 
Kıbrıs Rum Kesimi giderek PKK ve Abdullah ÖCALAN'a daha  çok önem ve  imkan  vermektedirler.  PKK'nın yaşatılması için para ve silah yardımının yanı sıra batılı ülkelerin-lobilerine PKK olayını resmi ve gayrı resmi şekilde taşırmanın gayreti içindedirler.Libya lideri KADDAFİ, çeşitli ülkelerin illegal ve özellikle terörist olan gruplarına her türlümaddi imkan ve serbestiyi verdiği gibi bunları PKK ya da vermekte dir. Avrupa'nın çeşitli ülkeleri başta Fransa, Almanya, İsveç, Belçika ve İngiltere olmak üzere Kürtlerin insan haklarıyla ilgilenmiş gibi görünseler de, aslında kendi devlet politikalarının örtülü bir şekilde propagandasını yapan kuruluş ve derneklerini PKK politikasının emrine vermişlerdir.Bu tür kuruluşlar, resmi olmadıkları için hükümetlerini zor durumda bırakmadan kendi devletlerinin birer baskı aracı gibi hareket ederler. İşte bunlar PKK ile ilişki halinde olarak Kürt sorununu, Avrupa kamuoyu ve uluslararası kuruluşların gündemine sokma gayreti içindedirler. İran, resmi düzeyde değil ama tıpkı Suriye gibi; İstihbarat Örgütleri vasıtasıyla PKK ile iyiilişkiler içersinde dir. Bu iyi ilişkiler özellikle 1990 yılından sonra doruk noktasına çıkmıştır.169 Irak ise; 1988 yılında BARZANİ ve TALABANİ Peşmergelerini kimyasal silahlar ile saf dışı bıraktıktan sonra Kuzey Irakta çok büyük bir alanı PKK'ya tahsis etmiştir. Irak hükümeti; Körfez Savaşı sırasında diğer terörist örgütlere yaptığı gibi PKK'ya da büyük imkanlar vaad etmiştir.    
   Geçmişte Sosyalist ülkeler adına ve daha çok Suriye'yi devreye sokarak PKK'yı yaşatmak için büyük gayret sarf eden Bulgaristan işe son dönemlerde oluşmasında büyük emeği geçen PKK üzerindeki inisiyatifini batılı ülkelere kaptırmış durumdadır. Kısaca, PKK'ya dış destek bu kabaca sıraladığımız ilişkilerden gelmektedir. Türkiye'ye komşu olan veya olmayan bu odaklar aynı zamanda bir çok bakımdan Geri Cephe rolü de oynamaktadırlar. Geri Cepheden kastımız; İkmal, iaşe, güç takviyesi, eğitim, manevra, geri çekilmelerin yapıldığı alanlardır.

1984 yılına kadar Suriye ve Lübnan sahası PKK'ya muazzam bir geri cephe rolü oynadı. Bualan PKK ve APO'yu örgütsel yok oluştan kurtardı. APO'nun örgütü sevk ve idare merkezi oldu.Kongre ve konferansların güven içinde yapıldığı, her türlü eğitim ve takviyenin mümkün olduğu, örgüt içinde temizlenmesi gerekenlerin, rehin alınanların rahatlıkla kurşuna dizildiği bir alandı. Bu alan rolünü oynamaya devam ediyor. Suriye kendi topraklarındaki Kürtleri APO'ya her bakımdan kullandırarak ve PKK'ya satarak Kürt sıkıntısına karşı kendisini emniyete aldı. PKK'nın bunların içinden yüzlerce eleman ve milyarlarca 
lira para almasını sağladı. PKK'yı kullanarak kendi Kürtlerini düşmanına, Türkiye'ye hem de Arap çıkarları için savaştırdı.Kuzey Irak ve İran sahası, 1982 yılından başlayarak PKK'nın adeta cirit attığı bir alan durumuna geldi. PKK'nın ülke içinde gerçekleştirdiği bunca katliam hep Suriye, Irak ve İran da planlandı. 
Gruplar buralarda oluşturuldu. Silahlar buralarda ele alındı. Eğitimler buralarda tertiplendi. Türkiye'de sıkışan gruplar buralara geri çekilerek kendilerini 
garantiye aldılar. Kışlarıbu ülkelerde geçirdiler ve geçirmeye devam ediyorlar.170 Adı geçen ülkelerden Türkiye'ye binlerce rejim muhalifi gelip sığındı. Hatta İran'dan gelenlerin sayısı yüzbinler le ifade ediliyordu. Onlar, Türkiye'yi bir çiftlik gibi kullandılar. Onların hiç biri Türkiye tarafından kendi ülkelerine karşı kışkırtılmadı veya rehin alınmadı. Fakat Türkiye'den oülkelere giden herkesin başına bir istihbaratçı çöküyor, onlara; "Ya Türkiye'ye karşı tekrar silahlanıp dövüşeceksin, ki dövüşeceksen biz sana her türlü kolaylığı sağlayacağız, ya daburadan gitmelisin" denilebiliyor.Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi, Türkiye'den gidenlerin PKK militanlarının kucağınadüşmesi için her türlü tedbiri almış durumdadır. Yunanistan, PKK'nın her türlü eğitim,propaganda ve Türkiye'ye sızma faaliyetleri için bütün olanaklarım seferber etmiştir. Avrupa, PKK'nın yayıncılık faaliyetlerinde baş rolü oynamaktadır. 

PKK'YA KİTLEDESTEĞİNİN DURUMU (1991-1992)   

APO ve PKK'nın her dönemde gerçek anlamda güçlü dış destekçileri olmuştur ancak yurtiçinde kitle desteği hep izafidir. Çünkü, PKK kitle desteğini daima 
korkutarak sağlamıştır. Bununiçin de bu destek göreceli ve yanıltıcı olagelmiştir.Bu izafi destek seyircileri korkutmamalıdır. Baskı ve sindirmeye dayalıdır. 
PKK, önce zayıf ve savunmasız a yanaşmış ve "Davamızda haklıyız değil mi?" diye sormuştur. Karşısındakinden mecburen ve korkudan doğan bir "EVET" cevabı alınca, "İşte gerçek bir yurtsever". diyerek kitle desteğinden bahsetmeye başlamıştır. Ondan sonra o "EVET"in sahibini adeta rehin alarak oraya
engerek gibi çöreklenmiş, daha geniş bir çevreye saldırmıştır. Bu çevre içinden devletin koruma-sızlığına rağmen canını ortaya koyarak, "HAYIR" diyen biri çıktığında, MİT- AJAN- HAİN damgasını vurup katletmiştir. Bunun üzerine, beladan kurtulmak için çok kişi kerhen "EVET"çi olmuş ve bu durum 171 kısa sürede paniğe dönüşerek "EVET"çileri çoğaltmıştır.Böylesi bir ortamda bir sürü işsiz güçsüz takımı, bir baltaya sap olamadıkları için hazırdaki"EVET"çilere baş olmak maksadıyla piyasaya çıkmış ve APO'ya militan olmuşlardır.Bir kısım profesyonel, bu ortamı bezirgan mantığıyla kullanmak ve siyasi, sosyal, ekonomik gelecek sağlamak için bu "EVET"çileri bir sağa bir sola koşturmuş tur."EVET"çi olanlar birer oyuncak durumuna düşürüldüklerini farket-mişlerdir ama bir kere"EVET"çi olduktan sonra "HAYIR"cı olmanın öldürülme dahil yaratacağı problemleri göğüsleme cesareti gösteremediklerinden hep bir kurtarıcı için dua etmişlerdir. 12 Eylül öncesi ve  sonrası yaşanan hadiseler, bu durumu teyid eden olaylar ile doludur. PKK niçin BOTAN dediği bölgenin dışında dikiş tutturamıyor? Neden hala Hilvan, Siverek,Nizip, Suruç ve Batman il merkezinde istediği gibi at oynatamıyor? Nedeni çok açıktır; Buraların ağzı 12 Eylülden önce yanmıştır. Ama BOTAN denilen bölgede Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak gibi bölgelerde 12 Eylül'den önce bir tek PKK'lı faaliyet yürütmemişti. Belki "Buralar dağlıktır,buralar sınırlara yakındır..." denilebilir, evet onun da etkisi vardır. Fakat asıl mesele bu değildir.Buralar kolay kolay, zorla tecavüz dışında, ikinci kere kendilerini iğfal ettirmek istemiyorlar.

   PKK, BOTAN denilen bölgede yavaş yavaş dersini almaya başlamıştır. Daha bir kaç ay öncesine kadar APO, BOTAN daki militanlarına gönderdiği talimatlarda
 "Otoritemizi kabul etmeyenlerin evdeki faresine kadar başını ezin, göçertin. O topraklarda tarafsız kimse olmaz, yabizdendir yada düşman" diyebiliyorken bugünlerde militanlarına; "Bu insanları niye kaçırttınız?İnsansız dağlan ne yapalım? İnsansız devrim olmaz!" demekte hatta işi daha pişkinliğe-vurarak "Bazı adamlarımız TC'ye değil de insanlarına savaş açmıştır!" diyerek halkı yeniden kazanmayaçalışmaktadır. APO bölge halkına yeniden yamanabilir mi? Onu zaman gösterecektir. 

O zavallı insanları yeniden, bir kere 172 daha APO ve canilerine yem ederlerse binlerce defa yazıklar olsun!Issız dağ başlarındaki, kuytu vadilerdeki, kimsesiz 
ve savunmasız insanlarımız, bugün APO'nuni zafi olarak kitle desteğini teşkil etmektedirler. Yine bazı şehir ve kasabalarda sığıntı gibi yaşayan, hiç bir işi ve 
gücü olmayan bir kısım insanlar ekonomik, kültürel ve sosyal 
problemlerinden dolayı gene izafi olarak APO'nun yandaşı ve kitle desteğidirler. Bu kalabalıktan etkilenen ve çeşitli endişelerle bunlarla birlikte hareket eden 
bir takım kişilerde APO'nun destekçisi konumuna düşmüşlerdir.Öte yandan bazı Mercedes arabalı, entel bar müdavimi soysuz, insan simsarları da bu insanları istismar ederek ve bu gariplerin kanlarını pazarlayarak siyasi, ekonomik ve sosyal avantajlar elde etmektedirler. Üstelik bu çakal sürüsü, Türkiye'de kamuoyu oluşturabilmekte ve bir takım hareketlere yön verebilmektedir. APO'nun kitle desteği yalnız bunlar değildir. Türkiye metropollerin de ki sorunlu üniversite öğrencileri, yine buralarda işsiz güçsüz insanlar, Avrupa'ya iltica talebinde bulunmuş ve hayalleri yıkılmışlar, Avrupa'da işçi iken PKK militanlarınca rehin alınmışlar da PKK'nın kitle desteğidir.   

   Peki, denilebilir ki; bu topraklarda APO'nun hiç mi gönülden destekleyicisi yok? Evet var! Var ama kaç kişi, niçin, ne amaçla? 9 AĞUSTOS 1991 günü 
Abdullah ÖCALAN bakınız ne diyor:" PKK lılaşmayı Türkiye'de de biraz yürütüyoruz. PKK'nın etkilerini bizzat PKK çalışma tarzıyla Türkiye'de ilerletiyoruz. 
Belki de devrime biraz da uzun süre biz önderlik edeceğiz.Türkiye'de devrimci değerleri biz ayağa kaldıracağız. Eskiden onlar bize öğretiyordu, şimdi biz öğreteceğiz; 
onlar bize bir şeyler veriyorlardı, biz şimdi bir şeyler vereceğiz, veriyoruz da. Türkiye halkını dost etme, Türkiye devrimcilerini güçlendirme ve en önemlisi de oradaki Kürdistanlı potansiyeli örgütleme; hem Türkiye'nin mücadelesinde çok aktif bir dinamik öge haline getirme devrimci bir öge, önemli devrimci bir öge haline getirme, 
hem de Kürdistan'a taşırma yani boşaltılan Kürdistanı tekrar bir karşı boşaltma 173 ile örgütleyip Kürdistan'a yollama, devrime orada katma ve daha çok Kürdistan'a yollayıp katma gibi çok belirgin bazı eğilimlerle hareket ediyoruz. Çukurova'nın yarısı Kürtleşmiş durumdadır.Çukurova aslında yan yarıya Kurttur. Kısmen Fellahtır, kısmen de Türktür ama, bence Kürtler giderek çoğunluğu da alacak. Bir nevi yarı Kürdistan eyaletidir, Çukurova...Istanbul'da 2-3 milyon Kürt var. Yani 5-6 vilayet değerinde bir çalışma alanıdır. İzmir'de 2 Vilayet değerinde, Konya'da l vilayet değerinde kürt var. İç Anadolu'da l milyon; tam bir eyalet,Ege 'de en az l eyalet; giderek Antalya, Burdur, Isparta'da işçiler turizm sektörü dolayısıylakayıyor, orası da öyle Neredeyse Kürdistan'ın 8 Eyaleti de Türkiye'dedir. 8 Eyalet bu tarafta, 8 Eyalet orada. Dolayısıyla böyle bir ağırlığı vardır. Türkiye çalışmalarının...

"Evet bu sözler kelimesi kelimesine APO'nun belirttiğimiz tarihte "Görevlere önderlik tarzında yaklaşmanın esasları üzerine" isimli konuşmasından alınmıştır. 
Bu sözleri ne olur ne olmaz, ama hiç olmazsa "Sağır Sultan" duysun diye yazıyoruz. Gelecekte Türkiye'de neler olabileceğini ilgililer sonradan, "Biz Duymamış tık!" demesinler.   

PKK'NIN PROPAGANDA İMKANLARI (1991-1992)

Başından beri Abdullah ÖCALAN ve PKK, propaganda vasıtası olarak silahlı eylemi kabul etmiştir. 

Silahlı propagandaya "Devrimci Şiddet" adını koyan da kendisidir. Büyük ve sansasyonel bir eylemin yüzlerce hatibin konuşmalarından, binlerce sayfa yazılı kitap ve dergiden daha etkili neticeler verdiği bilinmektedir.Türkiye gibi bir toplumda beyinlere hitap etmektense göze ve kulağa hitap etmek dahaavantajlı dır. Ayrıca yapılan bir eylem neticesinde tüm basının olayı manşetten vermesi gibi imkan başka hiç bir ülkede kolay bulunacak imkan değildir. Olayı duyan tüm insanlar gönüllü hatiplik yaparak olayla ilgili bilinçsiz değerlendirmeler nasıl olsa yapacaklardır.174 O halde, APO neden zor olanı seçsin? 
APO niçin zor olan yolu; yetişmiş insan, mantıklı insan,teknik ve organizasyon gerektiren yolu tercih etsin? Eylem sırasında eylemi yapanların ölme, sakatlan ma, yaralanma, yakalanıp ağır cezalara çarptırılma gibi durumları olabilir. Olsun! APO için fedai mi yok?Böylesi bir toplumda herkes istediği şartları oluşturduktan sonra, istediği kadar adamı istediği biçimde kullanabilir. Yeter ki bütün insanlık değerlerini APO gibi yitirmiş olsun.Toplumumuzda bir silah patladığı zaman panik başlar. 
Yine bu toplum silah patlatanı kahraman ilan eder. Ona insan üstü vasıflar yakıştırır. Tek tek şahısları kastetmiyoruz, genel olarak bu böyledir. 
Dağın başında, mezrada yaşayan insanımızla, İstanbul'un göbeğinde oturan da aynıdır. Dağdaki çobandan tutun, en sorumlu kademelerdekilerde bile bu 
eğilim mevcuttur. İşte Abdullah ÖCALAN'ın propaganda gücünün temel esprisi buradadır. Bugün, bu gücü en şiddetli biçimde sürdürmektedir. 

1991 yılı Aralık ayında basınımızdan bir manşet;"APO ile görüştük! 1992 yılı baharına kadar eylem yok! "Manşet bu ama gerçek öyle mi?Kırsal kesimde PKK'nın geçici üs olarak kullandığı bölgeler bellidir. Bu mücadele 8 yıldır devam ediyor. Görevliler değişti, PKK militanları değişti ama coğrafya değişmedi. 
Yüksek yerlere kar düştü. Örgüt gruplarının manevra imkanları çok azaldı. Adam her sene olduğu gibi gene kazık çaktığı alanlarda oturup eğitim, konferans, 
seminer vb. gibi çalışmalar yaptı. Dar alanda eylem yapıp başını neden belaya soksun?Fırsatını bulup bir iki devriye veya keşif kolunu pusuya düşürdü, 
küçük bir iki karakol ile Köy korucularına saldırdı ve 1991 kışında da gene kan döktü. Demek ki basın yanılmış. Görüldüğü üzere basit bir örnekle PKK'nın propaganda imkanlarına göz atmaya başladık. 175 en iyi Basının, bilinçsiz örgüt propagandasına yardım kampanyasına ek olarak; PKK, imkanlarının son derece gelişmesine paralel düzeyde başta Almanya olmak üzere broşür ve gazeteleri bastırıp,her türlü yol ve yöntemi kullanarak dağıtımını, okunmasını sağlamakta dır. Diğer yandan afiş, poster, pul, bildiri gibi yaygın malzemeleri de propaganda ve ajitasyon amaçlı olarak kullanmaktadır. 

Bu alanda kullandığı bir diğer malzeme de video ve teyp kasetleridir. 

Özellikle video kasetleriyle yurt içinde ve yurt dışındaki kitlelerde yaygın propaganda, çarpıtma ve ajitasyon çalışmaları sürdürmektedir. Lübnan kampların da Askeri eğitim sonrası yapmış olduğu tatbikatları görüntüleyerek, bunlara Kuzey Irak'ın yeşil vadilerindeki grupların yürüyüşlerini, istirahatlarını, halay çekişlerini, zaferlerle sonuçlanan hayali çatışmalarını da ekleyerek halka sıcak odalarında seyrettirmek te, eleman temini ve kitle desteği yolları araştırmaktadır.  

Bu filmleri seyreden insanlar, PKK gerillalarının son derece idealize edilmiş görüntülerini seyrediyorlar ve elbette cazibesine kapılıyorlar.Özellikle, işsiz-güç süz takımı ve bilinçsiz genç kesim o görüntülerdeki fantastik ortama kavuşmak, o ortamda yer almak kişilerden biri olmak, düşmanı(!) alt eden çatışmalardan 
zaferle çıkmak, köy halkı tarafından coşkuyla karşılanmak, o zümrüt vadilerde piknik yapıp Göreve de katılmak için elbette can atıyorlar. Ayrıca doğrudan yüz yüze yapılan propaganda ve ajitasyon çalışmaları yürütmektedir. Avrupa'da geceler tertip edilerek yüzde doksanı yalan çarpıtılmış haber ve yorumlardan oluşmuş  konuşmalar ile kitle tahrik edilmekte; "Kurtarılmış bölgelerimiz, ordularımız, tugaylarımız alaylarımız vardır, düşmanın şu kadar uçağını, şu kadar helikopterini düşürdük, şu kadar tank ve zırhlı aracını imha ettik, çok yakında devlet kuruyoruz, devlet ve ordu kademeleri içindeki yerinizi bir an önce alın; Öncü olun, baş olun, geride kalmayın vb." denmekte, dinleyiciler adeta iğfal edilerek ardından video, slayt gösterileriyle temsil, folklor ve marşlarla insanlar gaflete düşürülerek para, mal ve benzeri şeylerin yani 176

ALINTIDIR;

http://tr.scribd.com/doc/49597985/Cem-Ersever-Kurtler-PKK-ve-A-Ocalan

***

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 14

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 14


Sonuç Ne oldu? 

Olan şu; 

Şahin BALİÇ, AkademiKomutanı olarak dönem sonunda hakiki mermilerle bir tatbikat yaptırırken, bir kaza kurşunu ileAPO'nun köylüsü ve"Getir-götür işleri"ne bakan Hasan BİNDAL (HAMZA) bir kaza kurşunuile ölüyor. Yani normal bir eğitim zayiatı. Fakat APO küplere biniyor ve Şahin BALİÇ için bir idam fermanı hazırlamaya başlıyor. İşte sizlere APO'nun idam fermanından ve çok özel gözdesiolan Şahin BALİÇ için söylediklerinden bir kaç paragraf:

"Üçüncü Kongre sonrası, KÖR CEMAL ile başlayan feodal-çete saldırısı METİN ile doruğa çıktı...""... METİN, KÖR CEMAL"in pratikteki uygulayıcısıdır..."
"... METİN, ifadesinde diyor ki; beni fazla eleştirmeyen katta benim sırtımı biraz sıvazlayan,hatta biraz allayıp pullayan oldu mu yapamaya-cağım şey yoktur..."
"... Yaklaşık sekiz, ay kaldığı Akademi ortamında öyle bir yapı oluşturmuştur ki, bütün elemanları partiye ve bana güvensizliğe itmiştir...""... METİN, dediklerini ters anlayarak şöyle bir kadro tipi yaratmıştır. Önce kuşkulu bir ortam yaratıyor, ajan vardır diyor. Ama ajan kim ? Bu bir soru işaretidir, herkes 
sağında solunda ajan arıyor. Herkes birbirinden ve kendisinden şüpheleniyor. Ama aynı zamanda herkes kendisini temize çıkarmak için bir diğerini ihbar ediyor..."
"... Ve işin gerçeği şu ki; feodal eşkiya lık, çetecilik bizim METİN'in pratiğinde çağ atlamıştır. Büyük hedefleri yönelmiştir. Bizim güdük Kürt feodal eşkiya lık, bu kadar azgınlaşmış işte...""... Üç kişiyi cezalandırmak için köye gidiyorlar. Köylüleri meydanda topluyorlar başlıyorlar vurmaya. Bakıyorlar ki 17 kişi ölmüş.150 

Sonra öğreniyorlar ki hepsi bizim taraftarımız. Bereket bize düşmanlık yapacak kimse kalmamışhepsi ölmüş...""... Adamın 25 koyunu var, METİN haber gönderiyor 20 koyun getirsin diye. Adam 20 koyun getiriyor, koyunlar zayıf diye kabul etmiyor...""... METİN eşkıyası insanları nezaket olsun diye öldürüyormuş... 
" Evet, APO'nun, Şahin BALİÇ'in idam fermanında söyledikleri bunlar. METİN denilen eşkiya, APO'nun " Getir-götürcü " akrabasını kazaen öldürdüğü ana kadar 
yapmış olduğu başarılı (!)eylemlerinden ötürü APO'nun emsalsiz gözdesi. Ama kazadan sonra azılı bir halk düşmanı (!)(Aslında bize göre de gerçekten halk 
düşmanıdır!) Bilmem bunun için yorum yapmaya gerek var mı? Evet sonuçta Şahin BALİÇ (METİN) önce işkencelerden geçirildi ve idam mangası tarafından 
kurşuna dizildi. Şahin BALİÇ'in infaz mangası komutanı, şimdi DİYARBAKIR l Nolu Tutuk evinde ve tutuklu. İsteyenler, ziyaret eder ve olayı kendisinden dinlerler.

1990 yılı içerisinde yapılacak olan 4. Kongreye hazırlık amacıyla Türkiye içinde 2. Konferans adı altında bir toplantı kararlaştırılmıştı. 
Bu kararın uygulanması için PKK militanları bir hayli çaba gösterdiler. Fakat kırsal kesim eylemleri 1990 yılında bir tıkanma içindeydi ve bu nedenle Konferans, ülke içinde yapılamadı. APO bazı adamlarını Lübnan'da toplayarak gene eğitim semineri şeklinde 2. konferansı sonuçlandırdı. Bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:
Türkiye'nin gerek dünyada gerekse Ortadoğu bölgesinde ve özellikle de tüm komşuları nezdinde tecrit durumu yaşadığı bundan PKK'nın büyük kazançlar 
sağlayabileceği belirtiliyordu.

Özellikle Türkiye'nin Irak ve İran la olan ilişkilerinin sekiz yıllık savaşın sona ermesinden sonra çıkmaza doğru gitmesinin PKK'ya önemli fırsatlar getireceği vurgulanıyor, bundan hareketle Türkiye'deki İran yanlısı muhalefet ile işbirliğinin faydası anlatılıyordu.151 1990 Ağustosunda baş gösteren körfez krizi nedeniyle bölgedeki bazı geleneksel dengelerin değişmesi Abdullah ÖCALAN'I önce bir şaşkınlığa sonra da böyle bir krizden nasıl karlı çıkabileceği düşüncelerine götürdü, ilk günlerde gönlü SADDAM'dan yanaydı. Hatta bu ilk günlerde APO'nun sıkı ortakları niyetlerini açığa vurarak " Yerimiz Saddam'ın yanıdır! " demeye başladılar. 

SADDAM'da bir takım terör gruplarını kriz nedeniyle yedeğine aldığından APO'ya Kuzey Irakta büyük bir serbesti tanıdı.Yine bu günlerde APO Suriye'deki 
konumunu sarsmamak için İran'a yaslanmayı uygun gördü. Gerilla faaliyetleri için Kuzey Irak ve İran'ı ön plana çıkarırken, cephe faaliyetlerini 
Avrupa ve Kıbrıs Rum kesiminde sevk ve idare etmeyi planladı. Olaylar çok hızlı geliştiği için yeni ve güçlü manevralar yapamadan 1990 yılı bitti ve 
APO kendisinde katılamadığı PKK 4 Kongresinin Irak'da 26-31 ARALIK 1990 tarihinde yapıldığını bir bildiri ile ilan etti. Dağıtılan kongre bildirisinden de 
anlaşılacağı üzere; Abdullah ÖCALAN yıllarca terör ile sindirip yedeğine almaya çalıştığı, vahşice katledip göç etmesine sebep olduğu Hakkarili,Şırnaklı, 
Siirtli, Vanlı vatandaşı istediği kalıba sokamamıştır. 

Gerçi birtakım komplikasyonlara sebebiyet vermiştir ama herşeye rağmen sonuç tam APO'nun istediği gibi değildir. İfade ettiğimiz bu hususları kongreye gönderdiği ve karar olarak çıkmasını istediği durum değerlendirmesi ve yeni dönemin görevleri için itiraf etmiştir.

1990 yılı içerisinde APO vampirinin cellatları 205 vatandaşımızı öldürmüş, 173 vatandaşımızı da yaralamışlardı. Bu dönemde PKK'yı Türk güvenlik kuvvetlerinin 
elinden Körfez Savaşı kurtarmıştır diyebiliriz.152 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM  
PKK'NIN 1991-1992 DÖNEMİNDEKİ DURUMU

Daha önce belirttiğimiz gibi; 4-13 Mayıs 1990 tarihleri arasında, Lübnan'ın Bekaa VadisindekiM. Korkmaz Akademisi diye adlandırılan kampta "II. ULUSAL KONFERANS" gerçekleştirilir.Bu toplantıda da  her zaman olduğu gibi; Apo, hiç kimseye söz hakkı tanımadan 10 gün boyunca, kendisi dışındaki herkese geçmiş faaliyetlerin günahlarını yükleyerek faturalar keser. Bu toplantılarda yaptığı konuşmalar, "İKİNCİ ULUSAL KONFERANS KARARLARI"  olarak faaliyet alanlarına iletilir.Örgütün kuruluşunda  yer alan, 12 Eylül döneminde yakalanan ve 1988 yılında ceza evinden tahliye olup yurt dışına çıkan  Mehmet Cahit ŞENER (Ahmet), Cihangir HAZIR (Sarı Baran) ve Abdurrahman KAYIKÇI (Faik); Apo'nun talimatlarıyla IV. KONGRE hazırlık komitesini oluşturup  Kuzey Irak'a geçerler. Türkiye'de kurtarılmış bölge olarak ilan edilecek olan Botan Eyaletinde, 1990 yılında IV. Kongrenin yapılacağı ve APO'nun Türkiye ye gideceği, 1986 yılında yapılan III. Kongrenin kararı olarak ilan edilmiş olmasına rağmen; Apo'nun dahi katılamadığı,salt bir savaşçı kadro  toplantısı şeklinde gerçekleşen IV. Kongre, Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irakta HAFTANİN adı verilen bir kampta yapılır. II. Ulusal Konferans Kararları olarak kabul edilen Apo'nun konuşma metnindeki "II. Ulusal Konferans" kelimeleri yerine "IV. Kongre"yazılarak çoğaltılır ve faaliyet alanlarına "IV. Kongre Kararları" olarak iletilir.Kongrenin divân başkanlığını yapan M.C. ŞENER, Apo'nun kişiliğini iyi tahlil etmiş olacak ki; buraya kadar izah etmeye çalıştığımız 153 örgüt içi "Demokratik-Merkeziyetçilik" esasının ne olduğunu anlatmaya başlar, bunun üzerine,IV. Kongre kararıyla merkez komite polit büro üyesi seçilmiş olan bu şahıs, bir süre sonra ARGK komutanı Cihangir HAZIR (SARI BARAN) ile birlikte Apo'nun talimatıyla, komploların pratik uygulayıcısı  olan Cemil BAYIK tarafından tutuklanır. 
Bu sırada APO'nun bulunmadığı bölgelerde habersiz gelişebilecek muhalefeti ezmek ve Apo'nun emrettiği infazları gerçekleştirmek amacıyla (HPP) Heza Parastına Parti -Parti Savunma Gücü - adıyla yeni bir cellat grubu oluşturulur ve başına uzun yıllar PKK'da faaliyet yürütmüş olan Abdurrahman KAYIKÇI (FAİK) tayin edilir.Ancak; Apo'nun hiç beklemediği bir anda A. KAYIKÇI: M.C. ŞENER ve C. HAZIR'ı ölümden kurtararak örgütten ayrılırlar. 

Bu şahıslar daha sonra 1991 yılı içerisinde " PKK-VEJİN"(DİRİLİŞ) imzasıyla bir bildiri yayınlarlar. Bu nedenle, sekiz yıl ceza evinde yalan ve 
PKK'nın" ZİNDAN DİRENİŞ LİDERİ " olarak yüceltilen M.C. ŞENER "PROVAKATÖR"; 1988 yılında ceza evi önünde üzerine benzin dökerek kendini yakan ve "KÜRDİSTAN'IN ANASI" olarak SERXWE-BUN ve BERXWEDAN dergilerine manşet olan annesi Saliha ŞENER ise "HAİN"olarak damgalanır. Daha sonra bir komplo sonucu M. C. ŞENER Suriye'nin Kamışlı kentinde öldürülür, bundan sonra onlarca kişi "ŞENER'in etkisinde kalmış" denilerek işkence ile katledilmiştir.   

Bu dönemde yaygınlaşan komplolar sonucu çoğalan cesetlerden yararlanmak için; yeni bir taktik yürütülür ve cesetler kullanılarak, "Kontgerilla cinayetleri" adı altında kitleleri sokağa dökme çalışmaları başlatılır. Daha önce tehditlerle kepenk kapatan ve sokağa dökülen halk,tehditlere aldırmamaya başlayınca bu 
provakasyonlar gündeme getirilir. PKK'NIN TÜRKİYE PARTİSİ


1991-1992 kış dönemi, yine "bahar atılım" hazırlıkları şeklinde gerçekleşti. Bu hazırlıklara ek olarak; Türkiye'nin batısında PKK eliyle yeni bir partinin kurulması çalışmaları yapıldı. Apo'nun"1991-KASIM Çözümlemeleri" adlı konuşma metinlerinde bu yeni partinin kurulmasıgerekçeleri şu şekilde izah edilmektedir:154 

1- Son yılların ağır basan yönü Kürdistan devrimidir ve Türkiye devriminin önüne geçerek Türkiye halkında derin etkiler yaratmıştır.
2- Bu etkiler bir örgütlemeye doğru istek belirtmektedir.
3- 90'lı yıllar PKK önderlikli bir gelişmeye imkan tanımıştır.
4- PKK'nın Türkiye'deki dolaylı etkisinin Türk sol örgütleri tarafından örgüt ve eylem etkisinedönüşmesi gerektiği halde; PKK'nın tüm maddi, manevi, siyasi 
ve askeri desteğine rağmen Türk solu görevini yapmamıştır.
5- Bu durum, sert bir eleştiriyle birlikte PKK'nın örgüt ve eylem müdahalesini gerektiriyor.6- Türkiye solunun cephe organizasyonu gerçekleşmeyecek, bu nedenle belli bir kuruluşagitmek kaçınılmazdır. Türkiye solu "ÇOK VERİMSİZ VE YETENEKSİZ" bir sol olduğu için,bu kuruluş en kısa zamanda gerçekleştirilmeli dir.   Apo, daha önceleri defalarca I-KDP ve YNK ile ittifaklar imzalayarak onların imkanlarından yararlanmasına rağmen; 1990 yılında Kuzey Irak'taki Kürt gruplarını eritmek ve tabanlarını kendine çekmek ve SADDAM'a olan minnet borcu için; Irak Kürtleri tarafından kurulduğu lanseedilen PAK (Partiya Azadiya Kürdistan - Kürdistan Özgürlük Partisi) örgütü, Apo'nuntalimatlarıyla kardeşi Osman ÖCALAN tarafından kurulmuştu. Bu parti kurulurken özellikle, I-KDP ve YNK'nin Kürtleri temsil etmediği iddia edilerek bunlar ajan örgütler olarak damgalanmıştı. 

Bu komplo, şimdi de Türk sol örgütlerine karşı tezgahlanmaktadır. PKK, ilk çıktığı yıllarda bütün sol güçleri "MİT örgütleri" olarak damgalamış ve bir çoğuyla kanlı çatışmalara girmişti. Ancak; sonraki yıllarda her ne hikmetse bu örgütlere birlik çağrıları yaparak 1982'de FKBDC (Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi), 
1988 yılında da Devrimci Birlik Platformu adı altında ittifaklar kurmuştur. Apo'nun yurt dışına kaçtıktan sonra, "ajan örgütlere" birlik çağrıları 155 yapmasının sebebini; bu "ajan örgütleri"nin Apo'nun ayağına giden liderleri tarafından çok iyi bilinmektedir: Apo'nun kulağını çekenler; " Kürdistan'da yeterli olamıyorsun, Türkiye geneline yönel" talimatlarını vermişlerdir.Komplolar geliştirerek, bu şekilde birlik oluşturmanın işe yaramadığını göstermeye çalışan Apo, Irakta sahneye koyduğu oyunu "genel istek üzerine" tekrar oynamaya başladı. Böylece yukarıda maddeler 
halinde belirtilen gerekçelerin zemini yaratılmış oldu.


NEVROZ SENDROMU VE ARİ (!) APO'NUN TURANİLERLE FLÖRTÜ:

PKK'nın 1992 yılı bahar atılımı hazırlıkları, Türkiye kamuoyunda ve bütün dünyada "Nevroz sendromu" olarak kendini gösterdi. Apo bir yandan ayaklanma talimatları verirken, diğer yandan talimatlarla sağdan-sola, soldan-sağa, daldan-dala atlayan piyonları aracılığıyla uzlaşma çağrılarıyaptı. 

Bu sıralarda Orta-Asya'daki ve Balkanlardaki gelişmeler, bütün ülkelerin dikkatini Türkiye üzerine çevirdi. Türk Cumhuriyetlerinin peş peşe bağımsızlıklarına kavuşması, her nedense Apo'da bazı umutlar yarattı. 
Herkesten daha çok Apo, Büyük Türkî Federasyonu düşünmeye başladı. 
Apo, 1992 Mart ayında Bekaa'da yaptığı ve bir broşür halindeyayınlanan röportajında şunları söylemektedir:"... Pir Sultanlarda dile gelen, "Şaha gidelim" biçimindeki yürüyüş ortaya çıkar. Ve Osmanlıyı Anadolu'da tehdit eder bu yürüyüş ve İran Safavi Devleti, Osmanlılar kadar bir Türk ağırlıklı devlettir. Yavuz için çok ciddi bir tehlike. O zaman dikkat edin bir Kürt politikası şekillenir. Fermanları vardır. 
Yavuz, kendi önemli işbirlikçisi İdris-i Bitlisi ye beyaz kağıdın altına fermanlı defter gönderir. (İstediğini yaz ve Kürt beylerine   ulaştır) der. İsterse hükümet olsun, isterse devlet olsun, hatta isterse hepsi  bir araya gelsin, benim ittifak edebileceğim bir sultanlık mı diyeyim, krallık mı diyeyim, bu kadar geniş bir açıdan bakıyor.156 

Fakat İdris-i Bitlisi der; (Kürtlerin genellikle uzlaşmaz bir tabiatı vardır. Biz bir beylerbeyi tayin etsek daha iyi olur). O Diyarbakır merkezli beyler beylik kurumu böyle ortaya çıkar.Anlaşma temelindedir. Daha sonra buna dayalı olarak Doğu'ya girilir. Çaldıran'da Safavi Şah İsmail yenilir. O sefer, sona erdirilmeden Güney'e yönelinir. Mercidabıkta Memlûk Devleti yenilir. Mardin'de, Diyarbakır'da büyük oranda hepsi Kürt aşiretidir o ordularda savaşanlar...Başarı, kesinlikle bunların ittifakına bağlıdır. 
Kahire alınır, Arabistan alınır, bildiğimiz gibi geniş Osmanlı İmparatorluğu kurulur.Adam Kürt politikasını böyle şekillendirmez se, Çaldıran'da başarıya gidebilir mi?

Mercidabık'ta böyle başarıya gidebilir mi? Gidemez yani Kürtlük burada, Türk sultanlarının,dolayısıyla Türk egemenlerinin muazzam imparatorluğa ulaşmasında, doğuya, güneye yayılmasında belirleyici vazgeçilmez bir rol oynamıştır.""... Türk devrimcisine veya Türk politikacısına dayatmada bulunmuyorum. Bölmek, parçalamak gibi bir dayatmada bulunmuyorum. 

Türki federasyonun içinde bir Kürdî Cumhuriyet de olsun. Değil mi? Beş-altı tane Türk Cumhuriyet ve federasyon".Anlaşılan; Apo, geçmişten günümüze kadar hakaret ettiği, "tarihi ihanetçi" diye nitelendirdiği Şeyh İdris-i Bitlisi'nin, 
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'den aldığı fermanın aynısını T.C. Hükümetin den istiyor. "Ben bir MÇP'li den daha çok Türkî Federasyondan yanayım" diyen Apo, yukarıda izah edilen gelişmelerden yararlanmak için; geçmişte Kürtlerin Arî ırkından geldiğini iddia ederek, ayrı bir ulus olduğunu ve bu nedenle Halk savaşı stratejisi ile "Bağımsız-Birleşik ve Demokratik Kürdistan" kuracaklarını, manifestosunun birinci maddesi olarak kaydetmiş olmasına rağmen;birden bire Arî ırkından boşanarak, cazibeli olduğunu düşünüp Turanî ırkla flört etmeye yöneldi!Bu doğrultuda demeçler veren Apo, kendisine verilen misyonunu da unutmadan kış boyunca yaptığı hazırlıklarının güvenlik kuvvetlerince,157 Olağanüstü Hal Bölgesinde ve sınır ötesinde gerçekleştirilen hava harekatları ile önemli ölçüde baltalanmasına rağmen; yeni bağımsızlığını ilan etmiş olan Türkî Cumhuriyetlerin Türkiye'denolan beklentilerini ve umutlarını baltalamak, Türkiye'nin ve sorunlu bir ülke olduğunu, TürkîCumhuriyetlere destek verecek gücünün bulunmadığını göstermek amacıyla kitleleri tahrik ederek sokağa dökmeye çalıştı. 
Böylece; Türkî Cumhuriyetler, Apo'nun ağababası olan güçlerin kucağına itilecekti.İlk etapta Cizre ve Şırnak deneme sahası olarak seçildi ve gösteriler başladı. 

Cizre'ye, olayları izlemek üzere giden gazetecilerin kiraladığı otomobilin şoförü onlara; "En büyük olaylar Cizre'de çıkacak, Bu bölgenin en iyi oteli Cizre 'de olduğu için yerli ve yabancı basın Cizre'ye, gidiyor. Bu durum, PKK'yı Cizre'de olaylar çıkarmaya zorlayacaktır. Apo, yabancı basına çok önem verir"diyor. Ve gazetecilerin etrafına toplanan çocuklar; "Arka mahallede şenlik olacak. Resim almak isterseniz hemen başlatalım" diyor.Gazeteciler anlatmaya devam ediyor: 

"Boynumuzda fotoğraf makinesi gören yaşlı, genç, kadın,çocuk Apo'nun resimlerini ve kendi fotoğraflarını çekmemizi bekliyor. PKK, medya ilişkilerine büyük önem veriyor. Her eylem öncesi, eylemin yerini ve saatini milisleri aracılığıyla gazetecilerin kaldığı otele ulaştırıyor. Gazeteciler gece resepsiyona, 
"bir infaz olursa uyandırılmaları" için uyanda bulunabiliyor. Uyarıda bulunmayan, gazeteciler için bazen infaz gösterisi tekrarlanıyor."Bu gazetecilerden biri,
 olaylardan sonra vicdan azabı duyarak; "Cizre dönüşünde kendimi suçlu hissediyorum. 

Acaba bu kadar gazeteci Cizre ve toplanamasaydık yine olay çıkar mıydı ?" diyerek bu olayları izah etmeye çalışıyor. Sımakla daha şiddetli olaylar çıkınca Apo'nunfazla ihtimal vermediği güvenlik önlemleriylekarşılaşıldı. Böylece olaylar, birkaç yerleşim alanıyla sınırlı kaldı. Nusaybin'de, başta kolayolmadığı için devletin en yetkili ağızlarından Nusaybin halkına teşekkür edilince PKK, " benistemediğim için orada olay olmadı" dercesine ertesi gün. 158 Nusaybin'de olaylar yaratıyor. Bu olaylardan hemen sonra Apo'nun BBC Türkçe servisine verdiği demeçte; "Biz kan dökülmesinden yana değiliz. Dağlar olmazsa TC ordusu karşısında 24 saat bile dayanamayız. Biz kesinlikle siyasal çözümden ve uzlaşmadan yanayız" diyor. Bu arada Apo'nun bu talimatını alan, kendi aşiretinin kanlarını emerek göbek şişirmiş ve bölge halkını temsil ettiğini iddia eden asalak ve ucube bir takım tipler, T.C. ile PKK'yı masaya davet ederek "ateşkes" çağrısı yapmaya başladılar. 

PKK devletinin diplomatları (!) başkanlarının talimatınıyerine getirmek için sağda-solda çırpınıyorlardı.Öte yandan Avrupa'da büyük bir katliam yaygarası çıkararak Türkiye'den tavizler koparılmayaçalışıldı. PKK Türkiye ile eşit bir güçmüş gibi düşünenler, Türkiye'yi dünya kamuoyu önünde zor duruma sokmaya çalıştılar. Almanya, silah ambargosu koyduğunu açıklayarak, Türkiye'nin kendisorunlarıyla mücadele etmesinin Almanya'nın çıkarla-rına ne kadar olumsuz etki edeceğini itiraf etti. Elbette, PKK belasını başından atmış bir Türkiye; Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Ortaasya'dabüyük bir etkinliğe sahip olacağı için Avrupalı dostlarımız (!) paniğe kapıldılar.T.C. devleti, terörün teşhisini koymayı başardığı halde; tedavisini, salt diplomatik yollarlayapmaya karar vererek yoğun temaslara başladı. En önemli adım olarak; Suriye bu konudauyarıldı ve kesin tavır belirlemesi istendi. Suriye ile yapılan görüşmeler den sonra Suriye'nin  PKK'ya karşı T.C. ile anlaştığı, Bekaa vadisindeki kamp faaliyetlerinin durdurulduğu, 500 kadar PKK'lının tutuklandığı ve sınır güvenliği nin sağlandığı duyurulup, bu temaslar sonucu büyük başarılar elde edildiği açıklandı. Böylece; 10.000'den 500 çıktı, kaldı 9.500 hesabı yapılarak, Ortadoğu'nun, kurnaz politikacısı Hafız ESAD'ın sahtekarlığı gözardı edilip, bu işin bu şekildebitirileceği hayaline kapılmalar oldu. Hafız ESAD'ın kağıt üzerinde Türkiye ile anlaşmış görünmesi; giriş bölümündü izah edildiği gibi, politik olarak sıkışmış olması ve Libya'nın durumuna düşmekten korkması nedeniyle dir. Mevcut süreçte, Suriye'nin Kürt kartını ve Apo'yu kaybetmeyi göze alamayacağı düşünülmektedir.159 Ancak şunu da belirtelim ki; bu kadar kararlı Suriye'nin üzerine gidilmesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilinir. 
Fakat sonuç itibariyle, Suriye'nin siyasal-politik ve ekonomik durumu iyi tahlil edilmeden kağıt üzerinde kalan anlaşmalara bu kadar güven duyulması veya güven duyulmazsa bile, bu kadar iyimser bir tablo yaratılması bu kararlılığın etkisini zedelemekte dir. PKK örgütü; geçmişten günümüze kadar, özellikle son yedi yıllık kesintisiz ve vahşet boyutlarını dahi aşan silahlı propagandasına rağmen organize ve çok geniş dış desteğe, çok elverişli geri üslere, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki geniş maliye ve propaganda imkanlarına,muazzam kadro kaynaklarına sahip olmasına, doğu ve güneydoğuda yaşayan halkın dağınık,savunmasız, büyük toplumsal problemlerinin oluşu ve bütün bu durumun yarattığı açık istismar ortamına, yine bölgede Türkiye genelinde ve dünya çapında bu olaylardan gerek şahıs düzeyinde  gerekse organizasyon düzeyinde menfaat umanların destekçi olmalarına rağmen bu gün çok ciddi problemlerle karşı karşıyadır.Bir kere her şeye karşın: tümden savunmasız, biçare durumdaki halkın sağduyusunu alt edememiştir. Yöre halkı ilgililerin yanlıştutumlarına ve PKK terörüne rağmen hala pasif de olsa bir direniş içindedir. 
Bu nedenle 1990 yılı başında bazı ilçelerde toplumsal hadiseler meydana geldiği halde PKK, askeri açıdan bir bunalım içerisine girmiştir. Örgütün silahlı propaganda faaliyetlerinde bir duraklama söz konusu olmuştur. Eğer Körfez Krizi ve bazı son gelişmeler olmasaydı 1991 yılı PKK ve APO açısından bir başaşağı gidiş yılı olabilirdi. 
Nitekim Abdullah ÖCALAN Kongreye göndermiş olduğu değerlendirmedeşunları söylemektedir; "Düşmanın fiili gücü dikkate alındığında,kurtarılmış bölgeler yaratmak ve bunları yaşatmak mümkün görülmemektedir. Bu nedenle daha gerçekçi modeller bulup bunun için yeni tesbit edilecek alanlarda mücadeleyi yoğunlaştırmalıyız. 
"Önerdiği çözüm yöntemi de; şehir kitlelerini tahrik etmek ve devlet ile karşı karşıya getirmektir.Aynı şekilde bir süre önce "Bize karşı olan aşiret ve kabilelere yaşam 160 hakkı tanımamalıyız, onları ya imha etmeliyiz ya da kaçırmalı yız "derken simdi; "Biz halksız nasıl mücadele ederiz? Mutlaka bu insanları her yolu deneyerek kazanmalıyız.

" diye fetvalar vermektedir.' PKK örgütü yani Abdullah ÖCALAN, Marxizm-Leninizm temelinde yapmış olduğu tahliller neticesinde bu ideolojinin bilimselliği ne dayanarak bir SÖMÜRGE KÜRDİSTAN yaratmıştır.Türkiye'deki Kürtler ile Irak, İran ve Suriye'deki Kürtleri aynı kefeye koyarak sömürge teorisi üretmiştir.   
Aynı zamanda Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin stratejisini de Marxist-Leninist ideolojik bakış tarzına göre şekillendirmiştir.Ancak; Marxist-Leninist ideolojisinin 
hayatın her alanında en katı kurallarıyla yaşatılmaya çalışıldığı 70 yıllık Sovyet Sosyalist sisteminin pratik iflası neticesinde, dünya genelinde buideolojinin temelini aşındırmıştır. Bu, herkesin iradesi dışında oluşan objektif bir durumdur.Bilimselliği asla tartışma konusu edilmeyen Bilimsel Sosyalizm ideolojisi, her türlü ulusal ve sınıfsal devrimlerin eylem klavuzu olarak kabul ediliyordu. Bu düşünceyi temel almayan ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadeleleri ne kesinlikle başarı şansı tanınmıyordu. PKK örgütü objektif olarak artık bu eylem klavuzun dan yoksun olduğuna göre; ideolojik deformasyona uğraması kaçınılmaz olacaktır.   

Artık, bir zamanlar lanetlediği ilkel milliyetçiliği mi, küçük burjuva reformiz mini mi, İslami radikalizmi mi eylem klavuzu olarak temel alır, yoksa geçmişte kınadığı Şeyh İdris-i BİTLİSİ gibi bir ferman sahibi olmak mı ister bunu zaman gösterecektir.Dolayısıyla temel alacağı düşünce ne olursa olsun; bundan böyle PKK, salt Kürtçülüğü her şeyin temeline oturtacaktır. Esasa, öze dönecektir. Sosyalizm maskesi artık yoktur. Çok kısada olsa Kürtçülük ideolojisinin Türk toplumu içinde nasıl şekillendiğini, ne amaçla kullanıldığını,nasıl bir gelişim seyri izlediğini daha önce açıklamıştık. Ayrıca PKK örgütünün normal bir örgüt olmadığını ve bazı amaçlar için oluşturulduğunu da ana hatlarıyla belirtmiştik. Marxist-Leninist ideolo-161 jik kılıf da aradan çıkacağına göre; PKK'yı ve Abdullah ÖCALAN'I iyi kavramak ve anlamak iyice kolaylaşmıştır.Eğer bir ideoloji sahibi eylem amaçlı birtakım çabalara girerse, ister istemez bir örgütlülüğe ihtiyaç duyucaktır. Düşüncenin teşkilatlanması bir siyasi yapıyı meydana getirir. 

Bu siyasi yapı ilk önce ideolojik bakışına uygun tarzda siyasi tercihlerini, müttefiklerini, düşmanlarını ortaya koyar. PKK da geçmişte Marxist-Leninist ideolojisinin gereği olarak bu tercihleri yapmıştı.İşçi sınıfı önderliğinde işçi-köylü ve devrimci aydınları mücadelenin teme] gücü, yine küçük burjuvaziyi devrimin içi müttefiki olarak görüyordu. Dış ittifaklar olarak; başta sosyalist ülkeleri,dünya işçi sınıfı harekelini ve Türkiye devrimci hareketini kabul ediyordu.Baş düşman olarak da Sömürgeci Türk Devletini ve bunların yerli işbirlikçileri olan feodal ve aşiretçi yapıyı sayıyordu, emperyalist ve kapitalist devletlerde APO'nun baş düşmanıydı.    

Avrupa'nın sosyal demokrat iktidarlarını emperyalizmin güler yüzlü maskeleri, Türkiye sol hareketlerini de şoven ve ırkçı olarak gösteriyordu. Bu siyasî tercihleri bilimsel olduklarından bağnazca savunuyor, bu konuda asla taviz vermiyordu. Ancak görülüyor ki; ideolojik temelinde olduğu gibi ve ona bağlı olarak PKK'da siyasi deformasyon başlamış ve hatta siyasi tercihleri tepetaklak olmuştur. Çünkü sosyalist müttefiklerin yerinde yeller esiyor. Baş düşman ilan ettiği sömürgeci İran, Irak ve Suriye yönetimlerinin dizlerinin dibinden ayrılmayı can güvenliği açısından tehlikeli görüyor. Kapitalist Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin fedailiğine soyunuyor. 

Emperyalizmin güler yüzlü maskeleri dediği Avrupalı sosyal demokratlara soytarılık yapmayı bunlardan harçlık yada bahşiş koparmayı bir yaşam tarzı haline getiriyor.
Irkçı ve şoven dediği Türk solunun azılı temsilcileri, hatta MİT ve CIA uşağı dediği kişilerden medet umuyor. Feodal aşiret reisleri olan bir takım kendi gibi sapıkları ve benzerlerini bir numaralı yurtsever ilan 162 ediyor, aşiret reislerini devrime kazandırmaktan bahsediyor."Din halkın afyonudur, sorgu merkezlerinde sakın ola ki kelimeyi Şehadet getirmeyin" diye emir verirken birden bire "Yurtsever imamlar Birliği "ni kuruyor.Evet, APO günümüzde kendi kendisini inkar etmektedir, bu yüzden sürekli vitrinini yenilemek çabası ve telaşı içine girmiştir.

PKK STRATEJİSİ VE MÜCADELE ARAÇLARI PARTİ, CEPHE, ORDU (PKK-ERNK-ARGK)  

Abdullah ÖCALAN mücadele stratejisi olarak uzun süreli halk savaşını tesbit etmiştir. Bu Stratejinin takip ettiği sıra:- İlk önce ideolojik oluşum (Taktik),- İdeolojik mücadele (Asgari kadro yaratma), 

- Siyasi yol gösterici olarak parti inşası (Araç),- Partinin silahlı propaganda temelinde gelişmesi ve halka kavratılması,
- Cephe ve ordunun inşası,
- Gerilla mücadelesi ile ordu ve cephenin sağlamlaştırılması,
- Stratejik savunma döneminden stratejik denge aşamasına geçilmesi,
- Hareketli savaş ile gerilla savaşını beraber kullanarak kurtarılmış ve yarı kurtarılmış bölgeler tesis edilmesi,
- Stratejik saldırı dönemine geçilmesi,
- Düzenli orduya geçiş çalışmaları,163 
- Ordu ve gerillanın genel halk ayaklanması için son saldırıyı yapması,
- Milli Demokratik Halk İktidarının kurulması,
- Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan için seferber olunması şeklindedir.  

APO, kurtarılmış bölgelerden ve hareketli savaştan bahsettiğine göre uzun süreli halk savaşının ikinci aşaması olan Stratejik Denge aşamasında olması gerekiyor. Eğer böyle ise bu döneme denk düşen mücadele taktiği; hareketli savaş ile gerilla savaşını içice kullanarak geniş alanları özgürleştirmedir. 

Ayrıca, bu dönemde mücadelenin ideolojik ve siyasi yol göstericisi olan parti toplumun her yanında örgütlenmesini tamamlamış olmalıdır.    

Cephe; tüm halk kesimlerince temsil edilmeli ve halkı, kurtarılmış bölgeler başta olmak üzere yönetmelidir. Böyle bir durumda cephe, savaşın bütün sorunlarını 
da üstlenmiş bulunmaktadır. Ordu ise karargah sistemine bağlı olarak düşmanın büyük birlikleriyle hareketli savaş esaslarına göre çarpışmaktadır. 
Yaygın gerilla ve milis güçleri düşmanın geri cephelerinde durmadan eylem düzenlemektedirler. Bakalım APO ve PKK'nın durumu gerçekten böyle midir?   
İşte parti örgütlenmesi ile başlamak gerekiyor. Yani PKK'yı değerlendirerek bugünkü örgütlülük düzeyine değinelim. PKK, isminden de anlaşılacağı gibi bir parti adıdır. 

Devrimin öncüsü  yol göstericisidir. Klasik bir teşkilat şeması vardır; 


15.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***