KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 9
Fakat Türkiye'ye girenlerden önemli bir bölüm, girer girmez teslim olmaya başlamıştı. Bir kısmı da kendisini ihbar ettirerek yakalatıyordu.Mevcut kargaşanın büyüklüğü APO'nun canını yeterince sıkmış olacak ki, yapmış olduğu toplantılarda ağzından bazı şeyleri kaçırmaya başladı. Olayın şoku altında konuşurken şunları söylüyordu; " Bu alanlarda boşuna mı barındırıyoruz? Yüzlerce silah, binlerce mermi bize iş olsun diye mi veriliyor? Şimdiden dağılır, bir şeyler yapamazsak bize 91 -
buralarda hayat hakkı verirler mi? Beni Şam'da bir saniye bile tutarlar mı?"APO hiddetleniyor ancak bu gizli güçlerin kim olduğunu söylemiyordu.
Ama anlayanlar anlıyordu. Bu tür konuşmalar değişik etkiler de yaratıyordu. Kimi yeise kapılıyor, kendisini tecavüze uğramış gibi görüyor, kimileri de bu
konuşmalardan garip bir zevk alıyordu; "Demek bizleri de koruyup kollayanlar varmış." diye düşünüyorlardı.Okurlara ilginç gelebileceği düşüncesiyle iki olaya
daha değinmekte yarar vardır; *Daha önce belirttiğimiz gibi Suriye, 1982 yılında HAMA'da meydana gelen Müslüman Kardeşler Örgütünün ayaklanmasından Irak devletini sorumlu tutuyor ve SADDAM'ı İHVAN-I MÜSÜLİMİN militanlarını barındırmakla suçluyordu. Bu nedenle Irak'ın Suriye üzerinden Akdeniz'e açılan petrol boru hattını kapatmıştı. Ancak Irak, petrolünü Türkiye üzerinden Akdeniz'e ulaştırıyordu. Suriye bu boru hattını kafasına takmıştı. İşte bu günlerde Abdullah ÖCALAN, iki tane tahrip ekibi hazırladı ve patlayıcı uzmanlarını birisi; Mardin ili Mazı dağ ilçesi, ikincisi; Şanlıurfa Bozova ilçesi olmak üzere görevlendirdi.
Bu iki grubun görevleri; Irak petrolünü Akdeniz'e ulaştıran boru hatlarını tahrip etmekti. Görev talimatında özetle şöyledeni biliyordu; "Eğer görevinizi başarı ile
tamamlarsanız, Suriye'deki konumumuz, daha işin başında güçlenmiş olacaktır ve bize gerekli olan birçok imkana kavuşmuş olacağız."Yorumsuz olarak okuyucuya sunduğumuz ikinci olay ise şöyledir; Türk Silahlı Kuvvetleri 1983yılı Mayıs ayında Kuzey Irak topraklarında küçük çaplı bir sıcak takip operasyonu, daha doğrusu küçük bir iki bir ilikle ihtar yürüyüşü yapmıştı. Olayı müteakip APO, hemen bir talimat yayınlatarak şu şekilde bir propaganda yapılmasını emretti;
"PKK gerillaları ile işgalci Türk Ordu Birlikleri arasında şiddetli çarpışmalar devam etmektedir. Düşmana büyük kayıplar verdirdik.Yenilgiye uğrayan düşman geri
çekiliyor. Musul ve Kerkük şehirlerinin işgalini kahraman gerillalarımız engellemiştir." Bu sırada Suriye'deki bir Bulgar diplomat,92 hemen Suriyeli iki adamını Türkiye üzerinden Hakkari'ye göndererek incelemeler yaptırdı. PKK patronu APO'ya da; "Eğer dedikleriniz doğru ise ve gerçekten de çatışmalar başlamışsa sizlere her türlü maddi ve manevi destek verilecektir. Hem de istediğinizden fazla..." şeklinde açıklamada bulundu.YENİDEN PLANLAMAAPO, 1983 yılının sonlarında muhaliflerini temizlemiş, hemen hemen bütün militanlarını gruplar halinde Güneydoğu Anadolu'nun çeşitli illerinin kırsallarına serpiştirmişti.Türkiye'ye giren gruplar huzurlu değildi. Örgüt içinde komplo ile öldürülme tehlikesini geçicide olsa savuşturmuş olsalar bile, bulundukları alanlarda çok mahrum koşullarda; dağ başlarında, mağaralarda, yeraltı sığınaklarında yaşamak zor geliyordu. Kesin talimat verilmiş ve uyarılmışlardı; "TC Faşizmi dağı taşı ajanlaştırmıştır.
Her tarafta yoğun bir denetimi vardır.
Bu nedenle köylerde sakın yatmayın vs."Gruplardan sık sık kaçanlar oluyordu. Kaçanların çoğu halkın ilgisizliğinden yakınıyorlardı.
Çünkü halk ellerinde silah, sırtlarında çanta taşıyan bu insanları yadırgamaya başlamıştı. "Siz Barzani peşmergesi misiniz? Yoksa Celali mi ?" diye sorarken Siirt, Bitlis ve Muş civarları "Siz kan davasından dolayı mı dağa çıktınız?" diye sorular yöneltiyorlardı.Bu görüntüye PARTİZAN örgütü nedeniyle yabancı olmayan insanlar ise Tunceli ve civarlarındaydı. Halk, eli silahlı adamlara alışkındı ama bunlar biraz farklıydı. Proleterya,burjuvazi, Marxizm-Le-ninizm gibi bir türlü anlayamadıkları şeylerden bahsediyorlardı.
Giderek halkın büyük bir kısmı, "Bu yabancı adamlar çoluk çocuğumuza bir zarar vermesin" diye ekmek verirken, bir kesim ise kadınları öne sürüp, "Erkeğimiz evde yoktur" dedirterek kapılarını açtırmıyorlardı. Bazı 93 yerlerde ise gene bazı kişiler "Bu silahlı adamları beslersek düşmanlarımız bizden çekinirler,güçlü oluruz." şeklinde düşünüyorlardı. Kaçmalar işte bu koşullardan dolayı oluyordu. Kaçanlar için APO'ya yazılan raporlarda ise; "Korkaktı, küçük burjuvaydı, ailesini özledi, dağ koşullarına adapte olamadı vs." gibi şeyler bildiriliyordu. APO, durumu sezdikten sonra planlamalarda değişildik yapıldığını bildirdi. "Keşif ve istihbarat faaliyetleri eylemler temelinde yapılmalıdır." şeklinde uyarılarda bulundu. "Eğer girdiğiniz bölgelerde ilk iş olarak birkaç eylem düzenleseydiniz, hem halk sizi bir otorite olarak görecek vesize her kapı açılacaktı, hem de eylemlere bulaşmış birinin kaçmaya kalkışması çok zorlaşacaktı.Hatta eylemi olan biri çatışmada bile kolay teslim olmaz." diyerek talimatlar yazıyor du. APO'nun bu talimatlarına rağmen eylem yapmaya kimsenin cesareti yoktu. Daha çok dar alanlarda az bir ilişki ile, kuytu köşelerde gruplar kendilerini barındırmaya çalışıyorlardı.Bazı militanlar kaçmayı beceremediği ve teslim olmayı göze alamadığı için her şeye rağmen yeniden yurt dışına çıkmayı deniyorlar, becerebilenler süklüm püklüm bir tavırla "Ben henüz ülke pratiğinde faaliyet yürütecek konumda değilim, kendimi yeterli görmüyorum, yeniden eğitim görmeliyim." diyorlardı. Bunların çoğu geçmişte APO için birçok cinayet işlemiş kişilerdi ve kendilerinde bir şey yapma gücü göremediklerinden
kurbanlık koyunlar gibi boyunlarını APO'ya uzatıyorlardı. Bu tür kişilere Suriye'de olsun Irak'la olsun APO'nun talimatıyla çok kötü uygulamalar yapılıyordu.
Geçmişte PKK'ya ve APO'ya büyük yararlar sağlamış PKK'yı adeta sırtında taşımış ve çoğu üst düzeyde kadro olan bu insanların düşüncelerine prim vermek, hallerine acımak APO için yıkım olurdu. Bu nedenle de konumlan ne olursa olsun adeta köpek muamelesine tabi tutuluyorlardı.İlginç olan; bu insanların kendilerine tatbik edilen uygulamalara hemen adapte olu vermeleriydi.En ulak bir tepki bile göstermiyorlardı, sanki bitkisel hayata girmişlerdi. Bazıları deli numarası yapıyor, bazıları da bir süre sonra gerçekten çıldırıyorlardı. Bazıları 94 "Beni serbest bırakın, başımın çaresine bakarım" dediğinde derhal ajan damgasını yiyiyor ve sonlarını çok çabuk getiriyorlardı.
Bu türün infazı genelde Kuzey Irakla bir dizi işkenceden sonra gerçekleştiriliyor du. Yeri gelmişken PKK Merkez Komitesi üyesi Abdullah KUMRAL'ın (YUSUF HOCA)durumunu aktarmak istiyoruz: A.KUMRAL, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı PKK'dan ayrılmak istiyordu. Apo; uzun süre yarı tehdit yarı ikna metoduyla A.KUMRAL'ı kazanmak için çalıştı. Bu şahıs 1979 yılından 1980 yılı ortalarına kadar Gaziantep bölge sekreterliği yapmış,1980 sonunda da Şanlıurfa bölge sekreterliğine getirilmişti. Yani örgüt içinde büyük bir prestiji vardı. Abdullah KUMRAL kesin tavrını ortaya koyunca göz hapsine alındı.
Daha sonra kaldığı evden kaçmayı başardı. Aynı gün Suriye İstihbaratı tarafından yakalanarak PKK'ya teslim edildi.Sonra ne mi oldu? Kulaklarına kızdırılmış tüfek harbisi sokulmak suretiyle öldürüldü!Önemli olarak gördüğümüz bir husus da şudur; PKK içindeki infazlarda görev alanların çoğu yani birçok cellat belki bir hafta veya bir ay ya da bir yıl sonra, başka bir PKK'lı celladın önünde kurban gitmiştir.İlerde yeri geldikçe PKK içi infazların önemli örneklerine kısaca da olsa değineceğiz.
1984 yılı başında Kuzey Iraktaki yürütmenin başında olan APO'nun yeni gözdeleri ve elemanlar üzerinde APO kadar yetkiye sahip olan Duran KALKAN (ABBAS), Cemil BAYIK (CUMA), Selahattin ÇELİK (SELİM HOCA), Kesire ÖCALAN (FATMA), Halil ATAÇ(EBUBEKİR), Mahsum KORKMAZ (AGİT), Halil KAYA (KÖR CEMAL), Sabri OK (HASAN), Abdullah EKİNCİ (GÖZLÜKLÜ ALİ) bulunuyordu.
Bunun yanı sıra Lübnan ve Suriye'den getirilen kadro takviyeleriyle Kuzey Irak'ta Büyük Zap Vadisinde LAK-1 denilen yerde NİSAN ayında bir dizi toplantı gerçekleştirildi.Bu toplantılar bir ay kadar sürdü.En son olarak ta APO adı na
Duran KALKAN'ın katıldığı bir toplantıyla planlamalar tamamlandı.Planlamaya göre birkaç üst düzey görevlileriyle 95 birlikte lojistik görevlileri dışında kalan
herkes Türkiye'ye giriş yapacaktı. Giriş yapanlar gittikleri yerle de derhal bölge askeri birimlerini teşkil edecekler, hemen eylemlere başlayacaklardı.
Yapılan planlamanın mutlaka başarılı olması gerekiyordu çünkü APO, aksi bir durumu asla kabul etmeyeceğini gönderdiği talimatlarla sık sık belirtiyordu.
"Ülkeye giriş yaptığınızda sizleri yurt dışına bağlayan tüm köprüleri yıkıp atacaksınız,sıkıştığınızda yurt dışına kaçmayı aklınıza getirmeyin. Girdiğiniz yerlerde artık sizi hiç bir güç söküp atamasın. Halk sizi bir otorite olarak görmediği taktirde bırakın ekmek vermeyi,kolunuzdan tutuğu gibi devlete teslim eder. O görkemli dağlar sizlerden korkmalıdır."Duran KALKAN ise APO'nun bu talimatlarını daha da sertleştirerek gruplara iletiyor, bir takım psikopat tavırlar takınarak ve acayip el kol hareketleriyle "Yakıp yıkmalısınız, kan dökülmeli,oluk gibi kan akmalı size karşı koyanların tümünü öldürün!" diyerek bağırıyordu. Talimatları ve yeni planlamaları dinleyen gruplar, 1984 yılı Mayıs ayından itibaren yeniden şu bölgelerde konuşlanmak ve eylemler yapmak üzere peş peşe Güneydoğu'ya girmeye başladılar:
- Iraktan Hakkari Bölgesi
- Iraktan Eruh-Şırnak Bölgesi
- Iraktan Van-Çatak Bölgesi
- Iraktan Mardin Bölgesi
- Iraktan Sason-Diyarbakır
- Bingöl Bölgesi
- İran üzerinden Kars
- Ağrı Bölgesi
- Suriye üzerinden Adıyaman Bölgesi teşkil edilmiş oldu.
Adı geçen bu bölgelere girişler 1984 yılı Haziran ayına kadar tamamlandı, artık her şey tamamdı.
Belirtilen bölgelerdeki toplam militan sayısı 200 civarında idi.
Bunun 150 kadarı yurt dışından yeni girmişti, 50 kişisi de her bölgenin yapmış olduğu hazırlık çalışmaları sırasında cezaevlerinden tahliye olarak toplanan,
ya da yakın akraba 96 çevrelerinden seçilmiş yeni elemanlardı. Bunların yanısıra PKK'nın 200 civarında elemanı Irak ve İran'da, 50 civarında militan Suriye'de
ve Lübnan'da, 50 kadar militanı da Avrupa ve Libya'da bulunuyordu. Yani PKK'nın 1984 yılı gücü, yaklaşık olarak 500 kişi kadardı.Bölgelerine yerleşen
militanların ilk yaptıkları iş, üç kişiden meydana gelen Bölge Hazırlık Birimleri'ni oluşturmak olmuştu. Bu birimler ilerde Bölge Komiteleri şekline dönüşeceklerdi.
Birimler bir yandan yaygın bir propaganda ile yandaş teminine çalışırken, diğer yandan eğitilmek üzere yurt dışına adam göndermenin yollarını arıyorlardı.
İlk etapta eski sempatizanlara, akraba çevrelerine, ailesiyle problemi olan gençlere, askere gitmek üzere olanlara kancayı takıyorlardı. Bunun yanı sıra 12 Eylül'de gözaltına alınmış, birkaç yıl ceza evinde yattıktan sonra dışarı çıkmış kişileri bulup toplamaya büyük özen gösteriyorlardı.
CEZA EVLERİ; PKK'NIN PERSONEL KAYNAĞI
PKK militanlarının cezaevlerine düşmeleri, birkaç istisnayı saymazsak 1979 yılı içersinde başlamıştır. Özellikle şehir merkezlerinde ve bilahare Şanlıurfa ve Mardin illeri kırsalında 1978 yılından itibaren başlayan yoğun silahlı eylemler neticesinde PKK eylemcileri tutuklanmaya başladılar. Aslında başlangıçta PKK lıların yakalanması tesadüflere bağlı iken 1979 yılı ortalarından itibaren güvenlik kuvvetlerinin, eline PKK ile ilgili cinayetlerin ve yazışmaların geçmesi üzerine planlı operasyonlar şeklinde gerçekleşti. 1980 yılında yakalananların sayısı artarken 12 Eylül'den hemen sonra yurt dışına kaçanlar hariç bütün PKK militanları yakalanmıştı.
Yakalananların içinde Merkez Komite üyeleri de mevcuttu. Hatta bunların bir kısmı örgütün arşivleri, belgeleri ve dökümanlarıyla yakalanıyorlardı.
Mazlum DOĞAN, M.Hayri DURMUŞ,Kemal PİR, M.Can YÜCE, Mehmet ŞENER, Mustafa KARASU, Rıza ALTUN,97 Hasan ŞERİK PKK'nın yönetici kadrolarında idiler.
Tutukluların büyük bir bölümü Diyarbakır Askeri Cezaevinde yatarken bir bölümü de Elazığ, Adana, Gaziantep, Adıyaman ve Erzurum Ceza evlerindeydiler.
Cezaevlerinde yatanlar genelde üç gruba ayrılmışlardı.- Yönetici konumunda olanlar;Bunlar APO'nun gözdeleriydiler. Dışarıda iken birçok eylemin tertipçisi
olarak PKK'ya hizmet etmişlerdi.
- Tetikçi grup;Genellikle dönemin atmosferinden etkilenmişler, birçoğu kafa-kol ilişkileri ile örgüte girmiş ve yığınla cinayet işlemişlerdi.
-Yatakçılar; Bunlar adeta provakasyonlar sonucu örgüte girmiş kişilerdi. Cinayetler öncesi ve sonrası militanları barındırmış, keşif, istihbarat, kuryelik gibi görevler yapmışlardı.Askeri savcılarca iddianameler hazırlanıp da işlenen cinayetlerden dolayı sevk ve idareci grupla, tetikçiler ve yatakçıların büyük çoğunluğu için idam istemleri gündeme gelince zorla örgüte alet edilen yatakçı kesimden başlamak üzere, tetikçiler de de panik havası baş göstermeye başladı. Yatakçılar daki panik kısa bir süre sonra yerini örgüte karşı kine bırakırken, tetikçiler de ise, dışarıdaki lümpen yaşamın bitip de askeri cezaevi koşullarının egemen olması huzursuzluğa yol açtı. Yönetici kesim bu durumu derhal kullanarak "İşte faşist TC. sizlere baskı yapıyor, sizleri sanki askerimiz siniz gibi askerlerle beraber kaldırıyor, spor yaptırıyor, belli saatlerde yatmanızı
istiyor vs." gibi sözlerle diğerlerini kışkırtıyorlardı. Hayatlarında bir gün bile düzenli yaşama alışkın olmayan bu insanları, kışkırtarak, yatakçıları sindirerek idareye karşı "Kurallarınızı tanımıyoruz cezaevlerinde yaşam koşullarını biz belirleriz..." gibi ve daha bir yığın taleple isyanlar başlattılar. Olaylar bir süre etki-tepki
biçiminde geliştikten ve devam ettikten sonra artık pek çok insan ceza evinde bile birtakım oyunlar uğruna peşkeş çekildiklerini 98 anlayıp, topluca cezaevinin
kurallarına uyacaklarını bildirdiler. Böylece yönetici durumundaki militanlar açıkta kaldılar. Gerçi bunlar da bir süre kurallara uymayı denediler ama sonuçta
özellikle yatakçıların ve tetikçilerin hışmına uğradılar. " Dışarıda iken neden bunca işi başımıza sardınız? Madem sonuçta bu noktada birleşecek tik neden bizleri cezaevi yönelimine karşı kışkırtıp zor durumda bıraktırdınız?" gibi çeşitli sorulara muhatap oluyorlardı.Böylece ipliği pazara çıkan bu kişilerin bir kısmı, çeşitli yöntemlerle intihar ederken bir kısmı da ölüm oruçlarıyla hayatlarına son verdiler.Bu intihar ve ölüm oruçları olaylarının psikolojik analizini, kimlerin sıkıştıklarında neden intihar ettiklerini ve bu tür intiharların hangi ruhsal bozukluklardan kaynaklandığını da psikologlara bırakıyoruz. Kaba hatlarıyla çizdiğimiz bu tablo daha çok Diyarbakır Ceza evinde somutlaşmıştır.Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde birinci sınıfta iken okulu terk ederek PKK'ya katılan ve 1991 yılında PKK'dan ayrılarak teslim olan Ş.R.G. isimli şahıs; Diyarbakır Ceza evinde tutuklu iken,bunalıma girdiği için kendisini yakmaya kalkışır. Kalınca giyinip her tarafına kolanyalı pamuk yerleştirir ve kibritle tutuşturur. Birden bire kendini alevler içinde bulur. Cildi yanmaya başlayınca çığlıklar atarak koğuştaki diğer tutukluları çağırır ve "Su getirin kurtarın beni" diye çırpınır. İmdada yetişenler kısa sürede Ş.R.G.yi kurtarırlar. Ve Ş.R.G. yanında-kilere yaptıklarından pişman olduğunu belirterek;
"Ne kadar aptalmışım, yaşamanın değerini şimdi anlıyorum. Mazlum DOĞAN'ın kendisini yaktığını kim söylüyorsa yalandır." diyor. (PKK'lılar, PKK merkez komite üyesi olan Mazlum DOĞAN'ın kendisini ceza evinde yaktığını iddia ediyorlar. Oysa, bu şahıs bunalıma girdiği için tuvalette kendisini asmıştı.
Ceza evindekileri sansasyonel intiharlara sürüklemek için "Mazlum üç kibrit çöpü ile kendisini davaya feda etti"denilmektedir.)1980 yılı sonlarından 1983 yılı sonlarına kadar ceza evindeki 99 gerçekler bu çerçevede iken; Abdullah ÖCALAN yurt dışında cezaevi gerçeğini tepe taklak ederek, çarpıtarak öncelikle kendi elemanlarının, sonra da bu konulara duyarlı Avrupa kamuoyunun gözlerini büyüyordu. Avrupa kamuoyunun bu konularda neden duyarlı olduğu da ayrı bir komedidir, yeri geldiğinde açıklamaya çalışacağız.
Burada yazdıklarımızdan ötürü bazı art niyetli bozguncular kıyamet koparacaklar ama bu yazdıklarımızı bozguncu başı Abdullah ÖCALAN-'da itiraf ediyor. "Gerillanın kuruluş esaslarına ilişkin temel perspektifler ve talimatname" isimli kendi kitabının 119-120. Sayfalarında;".
.. Benimde hesaplarım vardır. Neden ? En azından kendimi örgütlü, denetimli, irtibatlı yürütüyorum.
Çok eminim ki, benim hareketi sürdürme imkanlarım olmasaydı imha edilirlerdi.Düşmanın dayattığı politikalarında amacı bu idi. Ve giden gitti.
Gerisi teslim olacaktı hem de daha 1980 lerde... Onu hesaba alarak adım adım PKK'yı yaşattım. Çoğunuz bunu itiraf ediyor.Gözleri bende, bana bir şey olursa
birçok adam teslim olacak, onurunu kurtarmak isteyenler de ölüm orucu, kendini yakma biçiminde kendi sonlarını onurlu bir biçimde getireceklerdir.
Bu gerçekleri niye görmüyorsunuz. ?"APO; "Cezaevlerinde arkadaşlarımız üzerinde zulüm var. Önder arkadaşlarımızı işkencede öldürüyorlar fakat arkadaşlarımız buna karşı şanlı bir direniş sergiliyorlar." diyordu. Eylemsiz geçen üç yıl boyunca yurt dışında bu yönlü propagandaların ardı arkası gelmedi. Binlerce afiş,bildiri, pul, kitap, broşür, bülten bastırılarak basın toplantıları, yürüyüşler, işgaller, açlık grevleri yapılarak özellikle Avrupa'da dikkatler Diyarbakır Cezaevi üzerine çevrildi.
Zaten başta Rum-Yunan lobileri olmak üzere çeşitli iyiliksever(!) kuruluşlar böyle bir fırsat bekliyorlardı. Heyetler,"insanlık adına" Türkiye ve öncelikle
Diyarbakır'dan başlamak üzere cezaevlerini denetleme turlarına çıktılar. Bu heyetlerin yolluklarını ödeyenler de sanırım okurların tahmin ettiği çevrelerdir.
Sonuçta Askeri Yönetim çekilip yönetim sivillere devredilince, cezaevlerinde iç yönetimi Apocular ele geçirerek oraları birer eğitim kampına dönüştürdüler.
Tahliyesi yaklaşanlar "Çıkar,çıkmaz doğruca 100 dağ kadrosuna katılın yoksa size de hain damgası vururuz!" tehdidi ile talimatlandırıl dı.
Böylece örgüte yeni bir eleman kaynağı sağlanmış oluyordu.Türkiye Cumhuriyetinin cezaevlerini bir türlü İslah edememesi sonucu; PKK Merkez Komitesi Üyesi Kemal PİR, PKK içinde özdeyiş haline gelmiş bulunan şu sözleri söylemiştir. "Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi Diyarbakır'da,
Diyarbakır'ın kalbi de zindanda atmaktadır."1992 yılında dahi bu cezaevinin durumu aynıdır ve burada tutuklu bulunanlar girişlerinden çıktıkları güne kadar akademik PKK kariyeri yapmaktadırlar!
15 AĞUSTOS 1984 EYLEMLERİ (ERUH ve ŞEMDİNLİ BASKINLARI)
1984 Yılının Haziran ayı sonlarında, APO'nun talimatıyla Kuzey Irakla iki tane SilahlıPropaganda Birliği oluşturuldu.Bu birliklerin üst kuruluşuna
KÜRDİSTAN KURTULUŞ BİRLİĞİ-HEZEN RIZGARIYA KÜRDİSTAN (HRK) adı verildi. Bu iki silahlı propaganda birliğinin biri; Hakkari Bölge Komitesi, diğeri de Eruh-Şırnak Bölge Komitesi sahasında koşullandırıldı.
Bu birlikler üçer tane silahlı propaganda grubundan oluşuyordu.
Birkaç ay sonra da Van-Çatak sahasında bir silahlı propaganda birliği teşkil edildi. HRK isimli bu askeri kuruluşun ilanı sansasyonel eylemlerden sonra yapılacaktı.
Bu, aynı zamanda yaklaşık dört yıllık bir hazırlık döneminin Türkiye topraklarında denemeye sokulması oluyordu. APO için artık bıçak kemiğe dayanmıştı ye birileri bir şeyler dayatıyordu. Bazen Lübnan'daki HELVE Kampına giderek orada eğitim gören militanların bir an önce eğitimlerini tamamlamasına uğraşıyor acele ediyordu.101
Bir seferinde kamptaki bir militan yağcılık olsun diye; "Başkanım, böyle dolaşmanız tehlikeli oluyor biraz kendinize dikkat edin" deyince APO, söylenenlerin basit yağcılık olduğunu bile bile kasılarak ve sırıtarak; "Eğer beni düşünüyorsanız talimatlarımı harfiyen uygularsınız. Eylem anlayışımızı büyük bir kararlılıkla ve ne pahasına olursa olsun hayata geçirirsiniz. İşte o zaman bana birşey olmaz. O taktirde benim can güvenliğim sağlanmış olur. Ama tembellik yaparsanız, sağda solda keyif çatar sanız, işte o zaman hem benim hem sizin, hayatlarımız tehlikeye girer.Beni o zaman hiç kimse korumaz." diyordu. APO'nun bu itiraflarına herhangi bir yorum getirmiyoruz. Ne demek istediği gayet açıktır.Türkiye'de askerlerin idareyi sivillere devrettiği, Avrupa ile ilişkilerin yeniden canlandığı bir dönemde PKK, Eruh ve Şemdinli ilçeleri baskınlarıyla TC'ye karşı silahlı mücadeleyi başlattığını ve HRKyi kurduğunu ilan etti. Bu eylemler ile kendilerine emek verenlerin, emeklerinin boşa gitmediğinin ilk işaretlerini vermiş oluyordu.15 Ağustos 1984 Eylemleriyle yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla yepyeni bir sayfa açılıyordu.
Kimin için diye sormaya gerek var mı?Bu olaylar ve devamında günümüze kadar gelen gelişmelerde herkes için bir pay vardı. Kimin payına bal, kiminin payına
zehir düşmüştü.İlk etapta bu olayların başlamasıyla birlikte; Bulgaristan'da Türk azınlığa karşı girişilen zulüm çarklarının dönmeye başlaması, Kıbrıs ve
Ege gibi sorunların çıkmaza girmesi, sorunun Yunanistan ve Rumlar lehine çözümü için yaygın propagandaların yapılması söz konusu olmuştu.Yurt dışında
diplomatlara ve Türk tesislerine yönelik Ermeni terörü «aniden kesilmiş ve yerini etkin lobilerin yasal mücadeleleri almıştı. Bu ve buna benzer gelişmeleri
çoğaltmak ve derinleştirmek mümkündür.Bize göre, bu olayların anlamı ve önemi üzerinde çok durmak gerekiyor. Zaten bu nedenle biz
de PKK örgütünün kuruluşundan, ilk örgütlenme ve eylem anlayışına, yurt dışına çıkışından yurt dışındaki 102 barınma korunma biçimine kadar, ayrıca; kadro
temin ve kullanma yöntemine, Avrupa'da ki çalışmaları ve imkanlarına, Kuzey Irakta nasıl konuşlandıkları na özet olarak değindik. Buraya kadar olan kısım iyi
kavranır ise, 15 Ağustos 1984 tarihinden sonra meydana gelenler daha iyi anlaşılacaktır.Okuyucu burada haklı olarak; "Pekala iyi hoş da, bu anlattıklarınız sanki bir film gibi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu senaryo filme çekilirken neredeydi? Böyle şey olur mu? Elin oğlu Türkiye'nin her bölgesinde mevcut ve düzeltilmesi gereken sorunları alıyor, onları sadece Güneydoğu ya aitmiş gibi gösteriyor, halkı ve gençleri kandırıyor açıkça ve avaz avaz her yerde;ben Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş ilan ettim, Kürdistan denen bölgede devlet kuracağım diyor,kitaplar yazıyor. Afişler asıyor, mitingler, işgaller yapıyor en sonunda iki ilçe merkezini basarak elini kolunu sallayıp tekrar dağa dönüyor, bu nasıl iştir?" diye sorabilir.Eruh ve Şemdinli eylemleri Türkiye'de birçok kesim ve çevrede adeta şok etkisi yarattı.
Devlet böyle bir şey beklemiyordu. Bu hadiseleri yapanlar, sanki gökten zembille ini vermişler di. Çünkü;o güne kadar emniyet ve asayişten sorumlu olan kuruluşlar, PKK hazırlığının, dönen dolapların,hazırlanan tezgahların bu gün de olduğu gibi farkında değillerdi.Bu eylemler; psikolojik etkileri büyüt olan, basit, risksiz fakat sansasyonel etkileri fazla olan eylemlerdir. Yöre halkı hariç genelde Türk kamuoyu terör ve terörist faaliyetleri yakın en bilmesine rağmen bu tür eylemlere yabancıydı.
Öyle ya, iki ilçeye saldırılıyor, bir tanesi işgal ediliyor, sonra işgalciler ortadan kayboluyordu. Gazete manşetleri verdikleri haberlerle halkınşaşkınlığını iyice artırıyordu.
"Eruh ve Şemdinli'yi basan teröristler aynı gece Irak'a kaçtılar!" Bir başka manşet; "Baskını gerçekleştiren teröristler falan dağda çembere alındı, bütün ikmal ve iaşe yolları kesildi yakalanmaları an meselesi vs." Görülüyor ki; olayları halka aktaran gazeteler de olaylardan habersizdiler. Yöre halkı basının abartmaları, güvenlik
kuvvetlerinin telaşı,103 teröristlerin yakalanamayışından dolayı büyük bir korku ve paniğe kapılmıştı.
Fakat meseleyi İngiliz BBC radyosu biliyordu.
Apo'nun sesi radyosu gibi "PKK gerillaları, gerilla mücadelesi,Kürdistan ...vs." gibi bir üslup kullanıyordu. Eylemlerden sonra ise örgüt elemanları,
her ne kadar birçok operasyona maruz kalmışlarsa da,hareket sahaları bir hayli genişti. Bu geniş alanda küçük birimlerle takip harekatı yapılacağı yerde,
dar bir bölgeye büyük birlikler toplanmış, çok sayıda insan gözaltına alınmış ve "Doğuda komando, sıkıyönetim zulmü" balonunun propagandası başlatılmıştı.
Zulüm söz konusu olmamakla beraber, insanlar günahlı ve günahsız sorgu merkezlerine toplanmıştı. Kan davası, kadın-kız kavgası, toprak anlaşmazlığı, aşiret çekişmesi, mahalli particilik nedenleriyle herkes birbirini PKK'cı olmakla suçluyor, ihbar ediyor ve yakalattırıyor du. Devletin halkla ilişkileri yok denecek kadar azdı.
Mevcut ilişkilerin önemli bölümü, çıkar temelinde şekillenmişti ve devlet kendi topraklarında doğru dürüst bir haber alamıyordu. Yöneticilerin de bir bölümü
" yan baktın Siirt'e tayin, çok konuşuyor Hakkari'ye tayin, bu adam tehlikeli Çukurca'ya tayin" vs. uygulamalarının bir gereği olarak Güneydoğuya gelmişlerdi.
Yöre halkından gençler operasyonlardan tedirgin olduklarından kaçıp dağdakilere katılıyorlardı. Çünkü örgüt elemanları;"Operasyon sırasında köyünüz yakılıp
yıkılacak, genç olanlar kurşuna dizilecek, iyisi mi bir anönce gelip bize katılın!" diyorlardı.Cezaevlerinden tahliye olup da başıboş dolaşanlardan bir kısmı,
Türk basınının dağdakileri efsaneleştirme düzeyindeki abartmalarına inanarak bir an önce PKK lılarla ilişkiye girme yollanıyorlardı. Şehirlerde ailevi sorunları
olan, iş sahibi olamamış gençler olayları ilgi ile takip ediyorlardı.Yakınları ceza evinde olan, PKK içindeyken ölen ya da halen örgütte bulunan kişiler de
örgüt açısından önemli bir potansiyel teşkil ediyordu.Bu kesimler başlangıçta a/ar azar, daha sonra ilişki kanalları geliştikçe hızla ve gruplar halinde dağa ya
da yurt dışına giderek PKK'ya 104 katıldılar. Ancak, her biri bambaşka duygu ve düşüncelerle örgüte katılıyorlardı.Eylemlerin yoğunluk kazandığı Mardin, Siirt,
Şırnak, Batman, Hakkari gibi yörelerde yaşayan halk, gerek köylerde, gerekse şehirlerde olsun artık sadece PKK eylemlerini konuşuyordu. Türk basını
manşetlerinden hadiseleri indirmez olmuştu. Ancak, bu manşetler çok abartılı ve sorumsuz bir şekilde atılıyordu. Hatta olayların içindeki güvenlik kuvvetleri
bile başlangıçta sağlam sağlıklı bilgilenemedikleri için; basının rotasına girmişler, adeta basın tarafından yönlendiriliyorlardı.Bazı köşe yazarları ise meselenin
özünden haberdar olmadıkları halde kulaktan dolma bilgiler ile akıl hocalığı yapmaktan geri durmuyorlar, PKK'yı APO'nun arzu ettiği gibi; adeta yöre halkının örgütlü tepkisinin bir doruk noktası gibi gösteriyorlardı.Devleti idare edenler, hadiselerin şokunu uzun süre yaşamak durumunda kaldılar.
Olayların bu şekilde ve bu boyutta ortaya çıkması beklenilen bir şey değildi. Halbuki APO, o zamana kadar yığınla üst düzey PKK militanını
"Türk İstihbaratının ajanıdır" diyerek kurşuna dizdirmişti. APO'nun ajandır diye kurşuna dizdirdiği gençlerin bir iki tanesi gerçekten Türk İstihbaratının ajanı olsaydı; Devlet bu hadiseler karşısında bu kadar şok geçirmez, bu kadar hazırlıksız yakalanmazdı. Önceden bilerek birtakım tedbirler almamış olsa bile, en azından olaylar başlar başlamaz doğru bir teşhis koyar ve teşhise uygun tedbirleri geliştirirdi.Herkesin bildiği gibi; olaylardan sonra yerel güvenlik birimleri, elde ettikleri bölük pörçük ipuçlarıyla sıradan bir zabıta vakasına müdahale eder gibi tedbirler geliştirmeye çalıştılar.
Bu durum aylarca böyle devam etti. Daha sonraki bilgilenmeler de bir işe yaramadı.Çünkü; uzun süre bu bilgiler de birbirinden kopuk olarak ele alındı.
Sağlıklı bilgi olmayınca sağlıklı bir değerlendirme de yapılamıyordu.1984 yılında başlayan eylemler üst karar organlarınca sağlıklı analiz edilebilseydi, biçimsel olarak bir gerilla faaliyetinin varlığı anlaşılabilecekti. 105
Bu faaliyeti yürütenler, uzun yıllar çok uygun koşullarda ideolojik-politik ve askeri bir eğitimden geçmişlerdi.
Bu insanlar, çok katı merkeziyetçi bir teşkilatın birer parçası durumunda idiler.Büyük çoğunluğu, kendilerinin yaşama şartlarını böyle bir faaliyet içinde görüyordu.
Ayrıca,manevra yapabilecek, lojistik destek görecek, icab ettiğinde geri çekilebilecek, takviye eleman alabilecek bir GERİ CEPHE'ye, Uluslararası platformlara sesini duyurabilecek her türlü yazılı dokümanın hazırlandığı, kadro ve taraftar potansiyeli yüksek ve maddi destek sağladığı bir AVRUPA SAHASI'na, Gerilla faaliyetleri için son derece uygun bir COĞRAFYA'ya, karşı mücadele yöntemleri konusunda SON DERECE HAZIRLIKSIZ BİR DÜŞMANA, faaliyet alanında son derece dağınık örgütsüz, çaresiz ve kullanılmaya yatkın bir KİTLE' ye, bütün bu avantajların üstüne; istismara son derece açık KÜRTLÜK KONUSU 'na ve son olarak da Mafya vari yöntemler ile örgüt yöneten SIRTINI SAĞLAM YERLERE DAYAMIŞ BİR ABDULLAH ÖCALAN'a sahiptiler.
Bu şartlar, biçimsel olarak bir gerilla mücadelesi için idealdi. Daha yerinde bir deyişle olağanüstü idealdi! Fakat, bu şartların dinamosu, motoru, itici gücü ve
özü demek olan halk desteği geçici ve göreceliydi, yapaydı. Çünkü; PKK halkın bu yönlü istemlerini sırtlamak amacıyla değil, başkaları adına özel bir görevle
teşkilatlandırılmıştır.Bu durumda sayılan diğer şartların varlığı hiç önemli değildi. Şimdi biçimsel gerilla faaliyetine gelelim; Abdullah ÖCALAN'ın yürütmüş olduğu
gerilla faaliyetinin en büyük kozu gene Abdullah ÖCALAN'dır.İkinci kozu ise; Abdullah ÖCALAN'a her türlü manevra imkanı, kamplar, lojistik, geri cephe,propaganda ve militan devşirme sahaları yaratan efendileridir.Üçüncü kozu; silahlı propaganda faaliyetleridir.Bölgedeki uygun coğrafya, yöre halkının dağınıklığı, istismara açık oluşu ve devletin yetersizliği ise, avantaj sağlayan yan faktörlerdir.106
APO, bazı güçler adına silahlı propagandayı yaşatan bir ara halkadır.
Bu nedenle de çok önemlidir!
Sonuç olarak;
Devlet bu konuda yeterli olarak bilgili değildi. Bilahare elde ettiği bilgileri yerliyerine oturtamadı. Yapılan yanlışlıklar ve yanlış dahi olsa alınan tedbirlere karşı; örgütün geliştirdiği yöntemler üzerine doğan kargaşanın asayiş tedbirlerine yansıması ise, APO ve adamlarına her geçen gün nefes aldırdı.
10.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder