KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 13
Bir takım güçler yıllardır bunu bir yaşam biçimi olarak o insanlara layık görmüştü. Örgütün sık sık uğradığı evlerinde örgütçüden çok örgütçü kesilerek yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.Halk, köylerine gelen örgütçüleri gördüklerinde; "Gözümüz yollarda kaldı, insan bizi bu kadar ihmal eder mi? Emrini söyle" diyerek yaltaklanıyordu. Köylere devlet kuvvetleri geldiğinde;"Allah devlete zeval vermesin, nedir bu PKK'dan çektiğimiz? İşimize aşımıza ortak oldular.
Bizi bu beladan bir an evvel kurtarın!" diyorlardı.Evet bu tavır iki yüzlülüktür. Hadiseler, bu insanların iki yüzlüğü yaşam biçimi olarak seçmesine sebep olmuştur.
Kutsal değerler ortadan kalkmış bir can telaşı almış başınıgitmektedir. Her iki tarafa da ne sağlam dost ne sağlam düşman olamamaktadırlar.Örgütün doğrudan yetişemediği, fiili bağlantı kuramadığı yerlerde durum-daha değişikti.Mütevazi insanlar, işinde gücünde olanlar çeşitli yönlerden etkileniyorlardı.
Tıpkı batıda olduğu gibi...Ama, başıboş insanlar, sorunlular, işsizler, idealist gençler ve genç öğrencilerin durumu başkaydı. Onlar olayların daha çok film ve
roman konusu gibi idealize edilmiş yönlerine ilgi duyuyorlardı.Onların ilgi duyduğu çatışırken ölmek, ölümün soğuk nefesini her an enselerinde hissetmek değildi.
Onların ilgi duyduğu, aç karnına- kaya diplerinde, yağmur ve kar altında titremek,sırtında onlarca kilo yükle saatlerce günlerce dağ bayır yol yürümek de değildi.
Hele yıllarca kendini parçalarcasına insanüstü bir gayretle APO'nun her dediğini yaptıktan sonra aniden ajan,hain, komplocu damgası yiyip kurşuna dizilmek hiç değildi.
Bu tür olaylarda insani bir meziyeti, toplumun emrine verebilecek bir becerisi, bir hizmeti olmayan ve aynı zamanda hep önde görünmek isteyen ve bu yüzden cahil, tecrübesiz insanların duygularını sömürerek siyasi bezirganlık yapan birtakım kişilerden meydana gelen gruplar,topluluklar türer. Bu gruplar örgütle hiç bir resmi bağı olmadan, örgüte ilgi duyan genç, işsiz ve sorumluların cehaletini istismar ederek laf 140 ebeliği ile ucuz kahramanlık peşindedirler.
Bunlar örgüt koşullarında iki gün dağlarda dayanamazlar. Ama kitleleri örgüt adına iğfal ederler. Kitle, böylelerini baştacı yapar, peşlerine takılır.
APO; bunların gerçek durumlarını bilir, onları idare eder, çünkü sonuçta kendisinin yapamadığı, esas ve son görevi bunlar kendiliklerinden üstlenmişlerdir. Böylece karşılıklı olarak birbirlerini kullanırlar.
Bu günlerde ilgililerin nedenini bir türlü anlayamadığı çok küçük çaplı örgüt dışı halk eylemleri de söz konusu oluyordu. Aslında bunda anlaşılmayacak birşey yoktu. Yöre insanı basını takip ediyordu, yabancı radyoları; BBC, Amerikanın Sesi gibi radyoları dinliyordu. Televizyondaki Filistin İntifadası nı, diğer ülkelerdeki sokak gösterilerini ve çatışmalarını hep takip edip etkileniyordu. Sonra da denemesini yapmaya çalışıyordu!Kendisine erişilmez olan, ancak ağasının, patronunun, aşiret reisinin kısaca; "Büyük adamların" muhatap olduğu subaya, polise taş atıyor,bağırıyor, küfrediyor ve hayret, kendisine hiç bir şey olmuyordu. Hala hayatta idi ve yaşıyordu! Demek ki, bu işleri başaracak bir adamdı!Bu yürüyüş ve taşkınlıktan yapanları televizyondan ve basından izledik. Resimlerini gördük. Askere ve polise taş atanların gözlerinde kin değil daha önce belirttiğimiz gibi şaşkınlık ve şımarıklık vardı. Bu onların kişiliklerini ve anlayışlarını ele veriyor. Ama bu hep böyle mi devam edecek? İşte orasını zamana bırakalım.Kış boyunca iddialı bir şekilde hazırlık yapan, planlar geliştiren hedefler tesbit eden ve bunlara uygun düzenlemeler
yapan PKK örgütü; "Bahar Atılımları" için İran'dan, Suriye'den, Iraktan Türkiye'ye giriş yaparlarken; daha önce çokça hayallerini kurdukları, propagandasını yaptıkları fakat daha iler ki yıllarda olabileceğini umdukları halk eylemleri, CİZRE ve NUSAYBİN ilçelerinde patlak verdi. Çevredeki PKK militanları yetişebildikleri oranda olayların içine daldılar, dizgin-leri ele almaya çalıştılar. Olaylara hemen bir isim bulundu; "SERİHIL-DAN"!141 Maksatları olayların daha da büyümesini, uzamasını ve çevreye yayılmasını sağlamaktı, bunu da kısmen başardılar. Olaylarda kendiliğinden cilik ağır basarken bazı derneklerin, siyasi teşekküllerin, meslek kuruluşlarının ve yayın organlarının arkasına gizlenen, istikbalini şöhretini masum insanların acıları ve gözyaşları hatta cesetlerinde arayan bezirganların rolü büyük olmuştur. Bunlar etraflarına aldıkları birkaç tane züğürt şakşakçı vasıtasıyla PKK'nınyetişemeyeceği, müdahale edemeyeceği yerlerde bile esnafa, tüccara telefon ederek; "Biz PKK gerillalarıyız, filan gün dükkanınızı açmayın, yoksa kendinizi yok bilin" demişlerdir. Sonra esnafın arasında dolaşarak "PKK telefon etmiş, kimse dükkanını açmayacak mış, yoksa öldüreceklermiş..." diyerek fısıltı gazeteceliği yapmışlardır. Ardından toplantılar düzenleyerek, demeçler vererek;
"Kürdistan halkı baskı ve zulmü kınamak için falan ilçede kepenkleri kapatmıştır. Eylemlerini selamlıyoruz" demişlerdir.Şimdi soruyorum; zavallı Kürt bu kadar
alçaklığa nasıl akıl erdirdin?Üzerinde oynanan oyunların hangi birini çözsün?
Her şeye rağmen olayları PKK üstlendi. Herkes PKK'ya maletmeyi birçok bakımdan faydalı gördü. Herkesin çıkarı bunu gerektiriyordu.Olayların kitleye bu boyutlarda taşması, APO'nun ağzını sulandırıyordu. Bu onun için büyük bir nimetti, yıllarca profesyonel katillerini kullanarak işlemiş olduğu cinayetlerle nihayet Kürt insanını baştan çıkarmayı, provake etmeyi başarmıştı. Nihayet Abdullah ÖCALAN'a ümit bağlayanlar, Kürtler üzerinde oynadıkları oyunlarda başarıya ilk adımın atıldığını görüp sevinebiliyorlar dı. CİZRE'de, NUSAYBİN'de, SİLOPİ'de ve giderek daha birçok yerde meydana gelen, daha çok kadınların, çocukların öne sürüldüğü, kullanıldığı bu olaylar daha sonra meydana gelecek çok büyük olayların başlangıcıydı. Bu olaylar, Abdullah ÖCALAN'ın arkasındakileri kamufle edecek en ideal örtüydü.142 Estirilen azgın terörü ve APO'nun sadizmini kamufle etmek açısından bundan daha uygun bir görüntü bulunamazdı.Nereden nereye gelinmişti. Bir ülkede, bir toplum bünyesinde terör hareketleri olmaz diye bir kaide yoktur. Bu tür hareketlere her ülke şu veya bu biçimde maruz kalmıştır veya kalmaktadır.
Ancak her ülkede değişik nedenlerle, değişik biçimlerde ve değişik amaçlar için meydana gelenterör hareketlerine doğru teşhisler konularak doğru mücadele
yöntemleriyle karşı konulmuştur.12 EYLÜL 1980 öncesi Türkiye'deki terör hareketlerinin kaynağı sosyo-ekonomik, geneldekendiliğindenci-dir.Bazı siyasi sebepler katalizör rolü oynamıştır. Halbuki PKK hadisesi; gene aynı ortamda kamufle edilmek istenen, uzun süre bu ortam içinde gizlenmeye çalışılan; belli stratejik ve taktik amaçlar için geliştirilmiş ve büyütülmüş bir harekettir. PKK bu yönüyle incelenmiş midir? Bırakalım PKK'yı., 12 EYLÜL öncesi örgütler bile sıradan oldukları-halde tetkik edilmemiş incelenmemiştir. Her fırsatta toplumun aynası olduğunu iddia eden basın PKK'yı incelemiş midir? Ülkenin kaderini elinde bulunduran "siyasi partiler PKK'yı inceleyip tanımışlar mıdır?Hayır! O halde neden bu konuda kıytırık, bölük-pörçük ve PKK'nın yapısı içindeki insanların vermek lütfunda bulundukları bilgilerle ahkâm kesiyorlar?
Neden, bu konularda bilgiç bilgiç tedavi reçeteleri yazıyorlar? Neden, ne kabadayısı bir takım beylik laflar ile meseleyi geçiştiriyor? Bu kadar insanın acı çekmesine, bu kadar toplumsal değerin heba olmasına, bu kadar canın yanmasına bu memleketin sorumlu kişi ve kuruluşlarının nasıl gönlü razı olabiliyor anlamak mümkün değildir.Tüm bir milletin basireti mi bağlandı? Duyulan mı uyuştu? Ne oldu? Ne olduysa anlamak lâzım. Aklı başında herkes sanki kör ve sağır!Herkes herşeyi günü gününe yaşıyor! Herkes bir başkasından bir şeyler yapmasını bekliyor.
Toplum giderek gökten bir mucize beklentisine giriyor.işler bu noktaya geldikten sonra birbirini tamamlayan, yasak savma.143 türünden parça parça çabalar hiç
bir sorunu çözemez. Karşımızdaki sorun karmaşık ve boyutlu bir sorundur. Bu nedenle karşı çabaların birbirini tamamlayan ve dinamik bir sistem içinde birçok koldan yürütülmesi gerekmektedir. Önemli olan önce belli bir bakış tarzı, bir strateji, uygun taktik ve vasıtaların tesbit edilmesi gerekiyor. Ama mutlaka bu ilk adımın atılması gerekiyor. İlk adımlar atıldıktan sonra sistem kendi kendini inşa eder, kendisini her konuda donatır. Vakit henüz geç değildir ancak, yarın belki daha ağır faturaları gerektirebilir.Kürtçülük sorununu Osmanlı'dan miras alan Türkiye Cumhuriyeti sorunu 70 yıldır dondurmuştur. Çözmesi gerektiği halde çözmemiştir. Fakat bugün yanan olaylar, Kürt sorununun çözümünü TC'ye dayatmış durumdadır. Bu sorun, önümüzdeki yıllarda mutlaka çözüme kavuşacaktır ama öyle, ama böyle!Madem bazı güçler bir PKK yaratarak sorunu kendi amaçlarına uygun bir çözüme ki aslında çözümsüzlüktür- doğru yürütüyor lar, TC'nin de geçmişte ihmal ettiği çözümü bu hadiseleri fırsat bilerek çoktan kollarını sıvaması gerekiyordu. Ama bugüne kadar hep ayak diretti. Halâ da gerçekçi bir çaba içinde değildir.
Karşımızda istesek de istemesek de toplumsal bir hadise yardır,toplumsal hadiseler doğru rotaya girsin diye kendi doğal seyirlerine bırakılmazlar.
Kaldı ki, bu hadiseler doğal seyirini de takip etmiyor.Büyük bir baskı altındadır. Dışarıdan istenilen biçimin verilmesi için müthiş tazyikler yapılıyor.
Adeta nehirler tersine akıtılmak isteniyor. O halde ilgililerin de gerçek ve doğru bir çözüm için müdahaleci bir tavır alması gerekiyor.
Bu müdahaleyi, klasik asayiş tedbirleri olarak kabul etmiyoruz. Meydana gelen olaylara klasik zabıta tedbirleriyle müdahale edilemez.
Bu haksızlıktır! Hem yöre insanına haksızlıktır hem de devletin askerine polisine yapılan büyük bir haksızlıktır! Hem de sorunun çözümüne müdahale ediyorum diyerek kendi kendini kandır madır. Eğer bir insan bir takım hadiseler karşısında kendi kendini kandırıyorsa bu dürüstçe bir tavır değildir ve o insan en azından kendine karşı dürüst değildir.144
Sorunun doğru çözümü için yetkililer bir çerçeve çizmek ve kendilerine iki soru sormak zorundadır;
1- Daha fazla kan dökülmesini önlemek için ana dili Kürtçe olanların tümünü Kürdistan olarak isimlendirdikleri bölgeye toplayıp "alın size özgürlük, siyasi sınırlarınız bu, sizi istemiyorum kendi devletinizi kendiniz kurun, komşu oluruz ne yaparsanız yapın!" mı demelidir?
2- "Biz kardeş iki halkız geçmişte olduğu gibi bir arada kardeşçe yaşayalım bu arada Doğu ve Güneydoğu' daki kardeşlerimizi batının ekonomik, sosyal, kültürel imkanlarına bir entegrasyon programı ile kavuşturalım" mı demelidir? Akıl ve gönül Türk ile Kürt insanının entegrasyonundan yanadır.
Kimi yerde anamız, kimi yerde babamız, kimi yerde gelinimiz ve damadımız olan Kürt ile Türk'ün birbirinden ayrılması düşünülemez. En hafifinden iki toplumun da özüne ihanettir, kendi kendini inkarıdır ayrılık...Entegrasyona ilk adımların atılmasını müteakip gerisini Kürt insanı tüm kaynaklarını seferber ederek kendisi çözecektir. Sağlıklı çözüm budur. İnsanlar sorunları karşısında çözümlerini kendi çabalarıyla yaratır. En iyi çareyi kendisi bulur. Böylece üretilen çözümler kalıcı, doğru ve kesin olur. Olaylardan ve sahtekarlıklardan bıkıp usanan Kürt insanı, kesin çözümü kendisi de bilmemektedir. Sorun bölge halkının kendisinden kaynaklanıyor.
Toplumsal bir sorundur.
Yöre halkı ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi bir zaafiyet geçirmektedir. Tarihsel nedenlerden dolayı toplumsal olarak güçsüzdür. Dışardan bir devlet müdahalesi gerekmektedir. Ancak bu müdahale bir genel çerçeve çizmeyi, bir takım küçük yardımları aşmamalıdır. ilk adımlardan sonra toplum kendi kendine derman olacak güç ve imkanları yaratacaktır ve süreç içinde gerçek manada ulusal ve toplumsal entegrasyon sağlanacaktır.145
PKK'NIN 1990 HEDEFLERİ VE ALINAN SONUÇLAR
PKK 1990 baharından başlayarak başta BOTAN Eyaletinde olmak üzere tüm eyaletlerde,Türkiye'nin batı illerinde ve Avrupa'da büyük eylemler yapmayı ve sesini daha çok duyurmayı amaçlamıştı.
Türkiye'deki en büyük hedef; başta koruculuk sistemini yok etmekti. Bunun için toplu imha lar en başta gelen imha biçimiydi. Bunun yanı sıra koruculara ait hayvanları kesmek, bağını bahçesini talan etmek, tarlasını ekinini yakmak gibi eylemlerde gündemde idi. Ayrıca köy karakollarına hatta bölüklere, taburlara saldırmak ve buralarda toptan imha gibi eylemler de 1990 yılı içinkaçınılmazdı. Askeri hedeflere yönelik eylemler bunlar ile de sınırlı değildi. Operasyon kollarına saldırmak, operasyon birliklerini pusuya düşürmek, giderek tümden imha etmek; planlanan hedefleri arasındaydı. Bu eylemlerle askeri birliklerin zaman içerisinde belli merkezlerde toplanmalarını ve onların bu merkezlerde yoğunlaşarak hap solmalarını amaçlıyorlardı. Böylece askeri birlikler büyük çaplı genel operasyonların dışında kalan bütün zamanlarını, kendilerini korumak ve savunmak için nöbet ve emniyet hizmetlerine ayıracaklardı.
Bir başka hedef de; ulaşımın can damarı olan ana kara yolları ve demir yollarını sürekli mayınlayarak, tahrip ederek pusu kurarak işlemez hale getirmeyi ve tali yollar üzerinde de yalnız gece değil gündüzleri de denetim kurmak olarak düşünülüyordu. Öte yandan büyük ekonomik hedeflere; fabrikalara, maden ocaklarına, petrol sahalarına, imalathanelere, kamuya ait ve özelşirketlere
saldırılarak bunların kullanılamaz hale gelmesi planlanmıştı.Okulların mutlaka işlevsiz kılınması için öğretmenleri öldürmek, okulları yakmak vazgeçilmez görevlerin başında geliyordu. Kürt kökenli öğretmenlere pek dokunulmuyordu, öğretmenler, Kürt çocuklarına Türkçe eğitim yaptırdıkları ve doğru yolu gösterdikleri için hepsi birer TC ajanıydılar (!)
Bu nedenle 1991 yılma kadar bölgede 22 öğretmen PKK tarafından öldürülmüş 3 öğretmen de yaralanmıştı. 146
Büyük yerleşim birimlerinde ise kitle eylemlerini sürekli kılmak için her türlü bahaneyi kullanmak en geçerli yoldu. Bir malın pahalı satılması bahane edilerek derhal ajitasyon ve propaganda yapılacak ve yürüyüşler tertip edilecekti. Aynı şekilde; iş takibi sırasında işlemlerin doğal olarak gecikmesi,trafik polisinin ceza kesmesi, suçlu takibi, suyun veya elektriğin kesilmesi, yolun kötü oluşu, bir devlet yetkilisinin sert bakışı velhasıl günlük hayatta karşılaşılan ve devletten kaynaklansın veya kaynaklanmasın her türlü olumsuzluk ve aksilikler birer protesto yürüyüşü ve miting vesilesi olacaktı. Miting ve yürüyüşlerde güvenlik kuvvetlerini korkutup sindirmek için; başta kadın ve çocuklar olmak üzere, her türlü saldırı aracı kullanılarak devlete ait olan her şey tahrip edilecekti.Bu arada batı illerine eğitilmiş profesyonel elemanlar gönderilerek orada bulunan Kürt kesimler vasıtasıyla sabotaj, bildiri dağıtma, suikastler yapma gibi eylemlerin yanı sıra; eleman temin etme,yardım toplama faaliyetlerine devamlılık kazandıracaktı. PKK teröründen batıya kaçan Kürde 1986 yılından beri orada da rahat verilmiyordu. PKK, Kürt insanının başına iyice bela olmuş tu. Lübnan'daki kampta ideolojik ve askeri eğitim faaliyetleri hızla sürdürülüyordu. Suriye Kürtleri Hafız Esad yönetiminin APO'ya özel hoşgörüsü temelinde eleman ve para kaynağı olarak kullanılmaya devam ediliyorlardı.Yunanistan ve özellikle Kıbrıs Rum kesimi, kaynak yaratma ve uluslararası kamuoyu oluşturma ile bazı stratejik düzeyde temasların üssü vazifesini sürdürecekti.Kuzey Irak her zaman olduğu gibi ve Barzanicilerin Saddam tarafından kovulmasından sonra daha da elverişli bir ortam olarak geri cephe olmaya devam edecekti. Burası aynı zamanda eğitim sahası, ikmal ve iaşe deposu olarak rol üstlenecekti.
İran'a gelince: özellikle son yıllarda İran hükümeti nin toleranslı 147 davranması, burada açılan büyük kamplarda eğitim yapılmasına göz yumması lojistik destek ve yeniden toparlanma açısından değerli katkılar sağlıyordu. İran'da üslenme; Van-Ağrı-Kars ve bunların üzerinden Erzurum, Muş, Bingöl ve Tunceli'ye sızmanın kolaylaşmasını da sağlıyordu.1990 yılında bu kadar imkanlarla birlikte CİZRE, NUSAYBİN, SİLOPİ gibi yerlerdeki kepenk kapatma ve yürüyüşler de olunca APO'nun büyük planlar yapması ve bu planların tatbikatını militanların-dan istemesi çok doğal bir durumdur.Ancak, imkanlar genişleyince ve yapı büyüyünce sevk ve idare sorunları ortaya çıkıyordu. APO'nun grupları, "Bahar atılımı" için faaliyet alanlarına girmeye başlayınca, her yıl olduğu gibi güvenlik kuvvetleri ve Geçici Köy Korucularından darbeler yemeye başladılar. Her silahlı çatışmada beşer onar kayıp vermek morallerini bozmuştu. Öyle ki; kışlalarına hapsedeceğiz dedikleri güvenlik kuvvetleriyle karşılaşmamak için köşe bucak kaçtılar, koruculuk sistemi dağılmadığı gibi, her gün insanlar korucu olmak için sıraya giriyorlardı.
Örgütten kaçmanın risklerine rağmen bir çok militan, gruplardan kaçıyor bir kısmı güvenlik kuvvetlerine teslim oluyordu. APO'nun en çok kızdığı örgütten kaçan insanlardı. Diğerlerine kötü örnek olmasınlar diye kaçanları adeta birer canavar gibi lanse ediyor, onları ortadan kaldırmak, yaşamlarına son vermek, ailelerini katletmek, çevrelerinde barınmalarını engellemek için ne mümkünse yapıyordu. Niçin? APO niçin örgütü terk edenlere bu kadar kin duyuyordu? Tüm terör örgütleri, tüm çeteler saflarını terk edenleri hıyanetle suçlarlar. Dünyadaki hiçbir terör çetesi, APO kadar sapık duygularla kaçanlara karşı savaş açmaz.
Çünkü; APO'nun çeşitli vesilelerle ayartarak pençesine düşürdüğü her insan, en fazla altı ay içinde kapılan açık gördüğü taktirde APO'yu terk eder.Hiç bir haklı
dava adamı, yanındaki insanları zorla tutmaz. Safları 148 terk edenlere bu kadar şiddet uygulamaz ve zaten adil ve haklı bir mücadelenin önlerini de kimse kolay kolay terk etmez. Terk etse de bu denli infial uyandırmaz.
Yeri gelmişken 1990 yılı içerisinde meydana gelen bir olayı örnek teşkil etmesi bakımından aktarmak istiyoruz:1983 yılında PKK, BOTAN alanında daha keşif ve
istihbarat faaliyetlerine devam ederken ŞIRNAK ili KIRKKUYU (DEŞTALALO) köyünden Şahin BALİÇ (METİN) isimli lise mezunubir genç de PKK saflarına katıldı.
Ardından başka KARAGEÇİT (SPIVYAN) köyü baskını vekatliamı olmak üzere; BOTAN ve MARDİN alanındaki birçok kanlı eylemde planlayıcı ve tetikçiolarak rol aldı.
Öyle ki; PKK'nın gurur kaynağı olabilecek bir çok vahşi eylemin baş elemanlarından biri hep Şahin BALİÇ (METİN) oldu. Onun gözü karalığı ve eylemlerdeki acımasızlığı APO'nun gözünden kaçmadı, kısa süre sonra PKK Merkez komite Üyeliğine ve ARGK Askeri Konsey Üyeliğine yükseltildi. ŞIRNAK bölgesindeki bir çatışmada 1988 yılı sonlarında yaralanınca ağır olan yarasının tedavisi için APO'nun özel bir ekibi tarafından Suriye'ye geçirildi. Okurların çok iyi hatırlayacağı meşhur "DIŞKI YEDİRME" olayı bu sınır geçişi ve ilk tedaviyle ilgilidir. (METİN) Suriye'de derhal APO'nun özel evine taşıtıldı, tedavisiniher gün APO kendi elleriyle yapıyor, yarasını kendisi pansuman ediyordu. Şahin BALİÇ, APO'ya prim yapan çok kanlı eylemlerin failiydi ve tam kendisi gibi sadist bir yaradılışı vardı. Bir bacağı üç santim kısalan Şahin BALİÇ iyileşti ve APO tarafından Mahsum KORKMAZ Akademisine götürüldü. Lübnan'daki eğitim adayları içindeki düşman sızmalarının tesbiti ve onların yargılanmasıyla görevlendirildi. Şahin BALİÇ APO'nun talimatlarına uygun olarak kampa gelenleri denetliyor, şüphelileri "Türk İstihbaratının ajanıdır" diyerek günlerce işkenceye tabi tutuyor, sonra da sahte itiraf belgeleri imzalatıp askeri mahkeme başkanı olarak yargılandıktan sonra kurşuna diziliyordu. APO da yargılamaları temel olarak "MİT - Ajan, Kontgerilla, komplo"teorilerini üretmeye devam ediyordu.
Bu yargılamaların belgelerini (!) SERXWEBUN ve BERX-WEDAN gibi dergilerde yayınlatıyordu. Hatta bunu Şahin BALİÇ'e de 149 yaptırıyordu. APO'nun bulunduğu yerde kimse basına demeç veremezken (METİN), çok özel bir gözde olduğu için basına askeri mahkeme başkanı olarak APO'nun onayı ile ortaya çıkardığı ajanlar ile ilgili demeçler verebiliyordu.
14.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder