15 Kasım 2019 Cuma

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 2

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ,   BÖLÜM 2




      Sosyalizm: 

Batı için ne kadar kaçınılmaz bir zaruretse, Türkiye için o kadar fikir gümrüğünden konfeksiyon mal, hazır elbise kaçırmak, kafamızı gövdemizden apayrı çalıştırmak, beynimizi çok alışkın bulunduğumuz düşünce tembelliğiyle katılaştırmak, taşlaştırmak, molozlaştırmak oluyor. Birisi göğsüne "Sosyalizm" rozetini taktı mı, bütün millet meselelerimiz için, "Hak dini bendedir!" gibilerden, kafa yormak şöyle dursun, kılını kıpırdatmamayı erdemliğin son rütbesi sayıp oturuveriyor. Batıda sosyalizm: Başka türlü dindirilemeyen sancılara karşı kullanılmış bir morfin şırıngası dır. Bizde sosyalizm: Hammaddesi Avrupa'dan kaçak olarak yurda sokulan afyon kadarcık bir yerli malı olmayan, keyif veren zehirdir. Her türlü pratikten kopmayı haklı çıkaracak bir afyonkeşliktir. Nedeni üzerinde çok durmayalım. Bütün "Solciyan" tayfamıza dikkat edelim: Hepsi de memleketin her hareketine karşı "Ben sabahtan söyledim!" diyen kurnaz Yahudi usulüyle, lahavle çekip baş çevirirler. Çırpınan insanlarımızın ne dünü, ne bugünü, ne yarını ile ilgilenmeyi "tarikatlarına uygun bulmazlar. Bu kabadayıları, Babıali'nin "büyük kapılı" kokain tekkelerinde "sosyalizm" kabağı çekiştiren esrarkeş dervişlerdir. Oturdukları peygamber postları üstünde, geceli gündüzlü virdü tespihle, dünya ve ahiret veballerini yerine getiren acaip su kuşu ermişlerine benzerler. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar "ucuz sosyalizm" görülmemiştir. Çünkü dünyanın hiçbir yeri Türkiye değildir. Bizim en son toplumcul gerçeğimiz, Avrupa ile taban tabana zıttır. Daha doğrusu Batı'ya karşı kanlı, ateşli savaşa giren kuvayimilliyeciliğimiz, Batı'daki az çok "sosyalist" hükümetlere karşı gelişmiştir. Kuvayimilliyeciliğimiz, "Milli mücadele"ye hiç sebepsiz, tesadüfen mi girmişti? Girmekle yanılmış mıydı? Kimse milli mücadelenin yanlış olduğu iddiasına açıkça kalkışamıyor. Hatta, bütün siyasi tezleri: Yassıada'da vurgunculuktan mahkum olanların canlarına dokumuşa bile, mallarını affa uğratmalı, diyen partiler bile o kadarına henüz varamadılar. Kolay değil. Kırk üç yıl önce, Sivas Kongresinde tartışılan "milli kurtuluş" problemini, Bölükbaşı'dan Alican'a kadar bütün Führerlerimizle Lala Paşalarımızın bir tek uzun veya kısa "AF"la çözümledikleri gibi, bir tek ince veya kalın "SOSYALİZM" lafıyla çözümleyebileceğimizi sanmayalım. Kuvayimilliyecilik nasıl "Sosyalizm" değil, -Mustafa Kemal'in deyimiyle,- "Müstebit hilafet ve saltanatla, kapitalizm ve emperyalizmden kurtuluş"

idiyse, bugün de aynı problemleri firenkkari "sosyalizm" maskeleri altında apokarya maskarasına çevirmeyelim. Milli Birlik Komitesi üyeleri, "manası şairin karnında" bir "sosyalizm" boncuğu ile oyalanacaklarına, "Atatürk i l ke l e ri "n i, Türkçe ezanla karışık tasarruf bonosu, yahut "herşeyden önce eğitim" atlasıyla kaplı fakir köylüye dek arazi vergisi biçiminde yorumlamasalardı, belki de hem kendileri bu kadar çabuk meydanlarda taşlanmazlar, hem de memleket pek çok ilkelere bu derece hasret düşmez idi. Neden 30 Ağustos'un kanlı zaferinden sonra gelen şey "istikrar" oldu da, 27 Mayıs'ın kansız zaferinden sonra gelen "istikrarsızlık" oldu. "Sosyalizm" veya "ilke" tartışmalarından mı? Hayır yılındaki durumumuz, 1923 yılındaki durumla taban tabana zıttır. Ekonomi alanında "Mübadele" denilen yığınla insan transferleri, politika alanında Cihan ve İstiklal savaşlarıyla ihtilallerdeki insan kırımları yüzünden ortaya açılmış boşluk: 1920''den sonraki açlara ve işsizlere, ters, menfi, eksi yoldan da olsa, geçim ve iş alanları sağlamıştı. Bütün bayındır Anadolu'nun zenginlik kaynaklarını tekellerinde tutan "gayri müslim"lerin tasfiye yollu sınır dışı edilişi, gel geç de olsa, ansızın yerli unsurlara geniş fırsatlar, hatta kimi Müslüman açıkgözlere yağmalar alanı açmıştı. Sıra sıra ihtilallerden sonra, seri halinde Trablus, Balkan, Birinci Cihan Savaşlarının cephelerde ve cephe gerilerinde su gibi harcadığı yüzbinlerce "münevver memur"dan "münhal" kalmış yerler, terhis edilen ordu ve sivil kadrolara bol bol hizmet kapıları açtı. Mübadele sayesinde, yüzyıllardan beri ecnebi ajanı gayri müslimlerin topraklarımızdan sökülüp atılmaları, yerleri doluncaya kadar olsun, halkımızı bir an için nispi bir ekonomik sömürülmeden kurtulmaya ve istikrara kavuşturdu. Elle tutulur önemli zenginlikler el değiştirip paylaşıldı. Sekiz on yıllık (en aza 1908'den beri 15, 1809'dan beri 115 yıllık) İmparatorluğun çözülüş ihtilal ve harplerince tırpanlanmış münevverlerin devlet kapısındaki açık yerleri öylesine çoktu ki, yeni yeni devlet kadroları kurulduğu sıralar göze çarpan memur deflasyonu ile karşılaşıldı. Bugün beş altı yılda bitirilemeyen yüksek tahsil o zaman iki üç yıldı. Ankara Hukuku, 2 yıl içinde zincir usulü ilkokuldan bile gelmiş her yaşta öğrencilerden akın akın diplomalılar yetiştirdi. 27 Mayıs'ın her iki yönde hiçbir şansı olmadı. Tersine, zenginliklerin mübadelesi yoktu ve olamazdı; özel ve yabancı sermayeyi ürkütmemek korkusu, vurguncuların bile siyaset dışında rahatsız edilmelerini önledi; vergi kaçakçılığını ispat eden "servet beyannamesi" doktrinsizlikle övünen sözde Partilerin ortak kaygısı ve bir numaralı kabusu oldu. Memur enflasyonu ise, akılları durduracak çapta tavanı aşmıştı. Bu şartlar altında 27 Mayıs, ne harp, ne ihtilal açamayacağına göre, ne yapabilirdi? Yüzde yüz halka inip, bütün milleti ekonomi ve politika alanlarında teşkilatlandırarak, toprak reformunu, kooperatifçiliği, sanayileşmeyi bir milli seferberlik halinde, Anadolu İstiklal Savaşının feragat, hürriyet ve şuuru ile çarçabuk gerçekleştirebilirdi. Ne yaptı? Sonradan "gayri samimi beyanlar" sayılan anlaşılmaz "sosyalizm"lerle oyalandı. Sosyalizm yenir mi, yenmez mi işkilleri arasında, altta güreşmenin üstadı "Devletçiliğimiz" imdada yetişti: "Aman, aslanlar, şunları yaparsanız siz yaparsınız. Seçim ve Partiler gelmeden çabuk karar verin. Göreyim, sizi!" diyerek, akıl hocalığını tam yaptı, işçi, müstahdem, memur, esnaf, 27 Mayıs'ı çılgınca mı alkışladı? Bak işvereni darılttınız, işletmeler kapanıyor, çabuk özel sermayeye sermaye ödenmek üzere işçiye, memura, esnafa TASARRUF BONOSU kesip, zorla ödünç parayı yevmin cedit, rızkun ceditlerin nafakalarından parababalarına aktarın. Beş on ağanın emniyet altına alınması ile Toprak Reformu lafları, baldırı çıplak köylülerin hoşlarına mı gitti? Devletçiliğimizin kırdaki teme! direkleri (Kadroculuğun "rasin temelleri"!) sarsılmasın; "sosyal devlet"in yerini bulması, çalışan köylüden de arazi vergisi alınmakla olur. Bu iki tedbircik, 27 Mayıs'ı geniş köy ve şehir yığınları içinde o saat tecrit edivermişti. Halkla arası açtırılan 27 Mayıs için geriye ne kalmıştı? Sokağa dökülüp el ele veren Üniversite ile Ordu. "Devrim"in bu iki motorunu "tıkanıklık"tan kurtarsa kurtarsa 27 Mayıs yiğitleri kurtarabilir. Devrimin kan döktüğü Beyazıt Meydanı'na "Hürriyet Meydanı" adını takarak, kendisini cezaen yanardağ ağzına çevir, tam üç yıl greyderlerle kökünden kazı. Bir daha hürriyet gösterilerine sahne olmaya tövbe etsin. Meydanlara yapılan bu sembolik işkenceyi insanlara uygulamak daha kolay. 

Üniversitede 147'ler, Orduda 7000 Eminsu'lar, pekala "zinde kuvvetler"i en az ikiye bölerek, kambur üstüne kamburlar çıkarabilir!... Ondan sonra yap bir "seçim"... "Kalplere vur bir zımba! Rumba da Rumba, Rumba!" "Gelmiş geçmiş iktidarların en iyi niyetlisi" olduğunu söyleyen ve belki de sahi öyle olan Milli Birlik Komitesi bütün bu davranışlara neden kapıldı? Özetlenirse: "Sınıfsız, imtiyazsız" bir toplum olduğumuzu şarkılaştıran "Devletçiliğimiz"e kanışından. Sınıflara bakmadan: "Devletçiliğimiz her şeyi yapabilir" sanısı, kolayca: "Her şey devletçiliğimiz için" oluvermişti. En parlak sosyal sözlerse, ancak toplum sınıfları bakımından uygulanınca öz anlamlarını açıklayabilirler. Tasarruf bonosu: Söz olarak devlet eliyle "sosyal kalkınmamız" içindi. Uygulanınca, özel sermayeyi beslemek üzere dar geçimlilerin kuşaklarını büsbütün sıkmak oldu... Arazi vergisi: söz olarak "devlet yükünü taşımakta, eşitlik" içindi. Uygulanınca, küçük mülkleri büyük arazilere aktaracak vergi adaletsizliğini büsbütün artırmak oldu. Batıcı demokrasi: Her sınıftan ne alındığını, her sınıfa ne verildiğini açıkça pazarlığa çıkarmaktır. Bizde "İhale Kanunu" vardır, ama "Devletlu"larımız "İhaleyi dilediğine yapıp yapmamakta serbesttir" kaydını her günkü gazete ilanlarıyla belirtiriz. Kimse sormaz: İhaleyi dilediğimize yapacaksak, bu ihale kanununa ne hacet var? Devletçiliğimizi bu olay özetler. Sınıflı bir toplumda "sınıf yok" denildi mi, açık hesap görülmeyecek, "dilediğimize ihaleyi yapacağız" demek istenir. Bu hürriyet değil, istibdattır. Demokrasi değil: Diktatörlüktür. "Devletçilerimiz" bu bakımdan diktatörlüğün çanak yalayıcılarıdırlar. Nereden kalkarsak kalkalım, görülüyor ki, Türkiye'mizin birinci meselesi: "Komünizmi önleyecek" bir sosyalizm değildir. Önce, iliklerimizi, damarlarımızı yedi bin yıldan beri ahtapot gibi sarmış Şark kalem efendiliği Devletçiliğimizin maddi yükünü: PAHALILIĞI - İŞSİZLİĞİ -YOKSULLUĞU, Manevi yükünü: ADALETSİZLİĞİ - ANTİDEMOKRATİK KANUNLARI - MUTLAK DÜŞÜNCE KÖLELİĞİMİZİ Açıklamalı ve giderme yollarına samimiyetle girmeliyiz. Bunun ilk şartı: Toplum sınıflarımız arasında açıkça, namusluca hesaplaşmayı yasak etmeyen ucuz ve alçak gönüllü devlettir. Sınıflar üstünde veya dışında, Liberalizm mi, yoksa Sosyalizm mi gibi alafranga tartışma tahtravallileri, Bizantizmdir. Kimin için o inceden inceye kıyılmış, naneli, "kırmızı biberli" sosyalist laf pideleri? Avrupacıl "Devletçi" lahmacunlar? Kaç kişinin karnını doyurur o yarım buutlu roman ve şiir düzmeciliğine kardırılmış -Allah kabul etsin- "Devrimci" mevrutlar? 
Ve hepsinin altında: ("Tahtında müstetir hüvesi!" derdi Osmanlı.) 
Devlet kapısında maaşa, şöhret çatısında mart kediliğine kavuşuncaya dek, şu veya bu partinin kazıkları ile çelik çomak oynayan "Halkçı" panayır tellallıkları?

Bari yaranabilseler? 

Ağızlarıyla Kuş tutsalar: Devletçilerimize KOMONİZ damgası vuruluyor. 

Çünkü Devletçiliğimize öyle bir İsrail oğullarının günah çıkartma tekesi gerek. İsa aleyhisselam doğumundan iki bin küsur yıl önceki Hammurabi çağından beri sağlanmış müstebit devletçiliğin iki yüzlü acem kılıcı kimin hesabına bileniyor? Belki Kadristlerin örneği kimisine ağız sulandırıcı geliyor. Siyasette dokunulmaz parya sayılsalar bile, "ekonomice kese doldurma, rüyalarında görmedikleri mevki ve çiftlik sahibi olma gibi kayrılmalar, "devletçilerimiz" için bir çeşit "Teşviki Sanayi Kanunu" sayılıyor. Lakin, milletin ensesinde kırk yıldır, bin yıldır boza pişiren şey: "Solciyanimızın her derde deva ebe gömeci diye sattıkları ve her fırsatta sille tokadını yedikçe şamar oğlanına döndükleri " Devletçiliğimiz "dir. Bizdeki Şark devletçiliği, hatta Prusyalı demirden başvekil Bismark'ın taklit ettiği Lui Napolyon "devletçiliği"bile olamadı. Bismarkizm, sanayileşme yarışına baştan kara atılmış bir Almanya'da yaşadığı için, onun "Kürsü sosyalizmi" çorbasına, az buçuk modern işçi sınıfının tuzu karıştırılabilmişti. Bizim Çorbacılar hiç öyle "hata"ya, kazara olsun düştüler mi? Tek parti devletçiliği kısa kesti:"türkiye'de işçi, mişçi yok!" dedi. Çok parti devletçiliğiiçin: işçi vardı, ama "köylü efendimiz" gibi, sırf ve ancak"oy DAVARI" olarak sayılırdı. Seçimden seçime "SAYIM" yapılırken, şehir sürülerinin gittikçe daha çoğunluğu mı tutan ekonomik "atıl kitle" olarak işçi sınıfı değil, iş-çiler hesaba katılabilirdi. Nitekim Kadrizm: "İmtiyazsız,sınıfsız" Türkiye'de, "münevver ve mütefekkir insan"ların atıştırdıkları bir devlet sofrası dalkavukluğu idi. Yönizm: Sınıfların artık "milli şef"çe ilan edilmiş bulunduğu Türkiye 'de, sınıflar üstü "Aydın ve zinde kuvvetlerin güdeceği devletçilik oldu. Kadrizm için, "işçi sınıfı" veya "sınıf güreşi yoktu, varsa önlenmeliydi! "Sen herkesi kör, alemisersem mi sanırsın?" diyen bulanmadı. Yönizm: Ünlü imtiyazlı "Bildiri"sinde "MEVKİE GELMİŞ"lerin (acaba Kadrocu" devletlular mı? Hepsi bir "sosyete"de mevkisahibi "Felsefesi etrafında birleşme" ("Felsefe": Ziya Gökalp'in "Hak yok, vazife var" şiarı yerine, "Sınıf yok, Devlet var" parolası) "Kurtulmanın birinci şartıdır" buyuruyor. 
Demek, bütün kapıkulları bile değil, "Mevki sahipleri birleşiniz!"ana felsefe bu: geri kalan pek çok parlaksözler, acı olaylar, tatlı umutlar, mutlu yapınmalar bu "Kurtlu azınlık" felsefesine dayanmaktadır!

Bakış ve görüş bu olunca, Firavunlardan, Nemrutlardan beri bütün Şark müstebitliklerinin hep, toptan, şaşmaz"devletçilikleri"nin kabahati neydi? Binlerce yıl önce, halk "kan bağlarını tutarken, Devletçilik de bir "kan"dan gelme asilzadelikti. Şimdi sıra savma Demokrasiye geldi. Sahici demokrasiyi önlemek için, Devletçiliğimiz "demokrat" kılığına girecektir. Ve girdi. Tevfik Fikret'in deyimi ile: "Kanun diye, kanun diye, kanun tepeleme"nin en eski üstadı Şark devletçiliğidir, ister cübbe, kaftan giysin, ister smokin, firak... Kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. "Biz bize benzeriz!" Siz hiç gördünüz mü, bizde halktan gelmiş yani devletten gelmemiş tek bir "hürriyet", "kanun" veya "demokrasi"? Tek bir reform, inkılap veya ihtilal? Ne geldiyse başımıza devletçiliğimizden geldi. O yüzden "Hürriyet, Kanun, Devrim" sözde, Devletçiliğimiz işde kaldı. Bugün susta duran "Sosyalistlerimizi bakılırsa, sosyalizm de devletçiliğimizden gelecek. Artık, öyle bir "sosyalizm"i mutlaka Batı'da ararsak, Salazar veya Franko düzenlerinden başka yerde bulamayacağımızı bilmek için evliya olmaya gerek yoktur. 
Oysa, bizim kiyasetli Salazarımız, "Her dem taze, her zaman ZİNDE" devletçimiz ortadadır. O patent, İsmet Paşacığımızım tekelindedir. Abacı, kebeci, öteki devletçi sosyalistler neci? Ve İnönü Paşamız, demokrasicik oyununa başlanacağı gün bizlere hadlerimizi bildirdi: "Sınıf esasına müstenit [dayanan]" çok parti olacak, ama, zinhar: "Söz ayağa düşürülmeyecek!" Ve sözü ayağa hiç düşürttü mü İnönü hazretleri? Sözü yedi bin yıllık (kendi deyimiyle) "Batakçı ağaların" çamuruna düşürttü; ondan beter yerli yabancı bir avuç parababalarının midelerine düşürttü. Fakat, ne yaptı yaptı, ilamaşaallah: "Ayağa", yani halka söz düşürtmedi. O kadar ki, Devletçiliğimizin elinden tutup iktidara çıkarttığı Bayar-Menderes çetesi, "ayak" takımına, (Vatan Cephesi paçavra proletaryaya) yüz verdiği gün, el ense edildi. Her "devletlu" ölür, yaşasın Devletçilik! En "mangalda kül bırakmayan" "devrimciliklerimiz, kendilerini alkışlamak ve kutlamak için olsa dahi, halkı nikahlı karı gibi izinsiz sokağa çıkartmamayı birinci "Hikmet'i Devlet" bildi. Herşey - demokrasi tarifinin tersine- halk dışında, halktan habersiz olacaktı. Ve sonra buna "Halk için" denecekti. Onun için, "Aklımız eriyor, gücümüz yetmiyor" diyen sevgili çocuk halkımız, yedi bin yıllık ağız yanmışlığı ile Devletçiliğimizden ürker. Devletçiliğimize karşı en sahte çıkışları dört elle tutar. DP ve AP zaferleri ondandır. Devletçiliğimizin tenkidi de, gene devletçiliğimizin buyrultusuyla, demagojinin en iki yüzlüsüne bırakılmıştı. "- Sonra asıldılar" mı? Nasrettin Hoca ülkemizde, Yassıada Başsavcısı'nın arada kullandığı sözü hatırlatmayın adama: "Hamamın namusunu temizlemek!" yeter mi? Tarihimizin her sayfasında okuruz: "Seyfiye" (Kılıçlılar: Silahlı Kuvvetler) ile "İlmiye" (Sarıklılar: İlimciler), "züyuf akça" (enflasyon parası) ile ödenen "alüfe"leri'' (maaşları) geçimlerine yetmedikçe, birleşerek kazanlar kaldırılır. Yeniçeri ayaklanmalarını hemen kötülemeyelim. Sadrazamlar (Başvekiller)le birkaç "nabekar vezir" (uygunsuz bakan)ın kelleleri uçurulur. Gerekirse Padişah saray zindanında boğulur... Yeter ki Devletçiliğimiz kurtulsun. Birilerinin kalkıp, yerlerine başkalarının oturması sözü ayağa düşürtmeden yapılır. "Halkın haklanması" başarılır. Devletçiliğimiz "Devrimci" değil midir? Ne demek! Hacı Bektaş'ı Veli'nin ensemizde sıvazladığı keçe "Börk"le dörtyüz yıl cihangirlik ettiğimize bakmayın. Sultan Mahmud'u Sani'den beri az mı külah değiştirdik? Kostüm ihtilalleri, gençlik aşısı gibi gelir Devletçiliğimize. Devletçiliğimiz bir "TANZİMAT" çıkardı: Ecnebi donanmasının top ateşi altında, Müslümandan başka bütün milletler Osmanlılıktan sıyrıldı; Türkiye, "müttefiklerimiz" Batı devletlerine gırtlağına dek borca batıp Düyun'u Umumiye Sömürgesi durumuna girdi. O sayede iki Abdülcanbaz'lar (Abdülmecit ve Abdülaziz Hanlar) devletçiliğimizi 39 yıl tepe tepe kullandılar. Üçüncü Abdülcanbaz (Kızıl müstebit Abdulhamit) ile Devletçiliğimiz bir "Kanun'u Esasi" çıkarttı, o Anayasanın rafa konulması üçüncü Abdülhana 33 yıl, aynı Anayasanın raftan indirilmesi Meşrutiyet Han ve Kahramanlarına 12 yıl meydanı boş bırakıp, Devletçiliğimizi 45 yıl daha yaşattı. Koskoca bir imparatorluk yıkıldı, Devletçiliğimizin kılına dokunulmadı. Avrupa'yı, esnaf dükkancıklarından modern büyük sanayiye yükselten 19. yüzyıl, Türkiye'de böyle aşıldı. Batı ilerlemekte şahikalaşırken, biz dört nala geri gidip yarı - sömürgeleştik: Hep o devletçiliğimiz sayesinde! Yalnız, o zamanki Devletçiliğimize "Hilafetçiliğimiz" veya "Saltanatımız" denirdi. Müslüman milletler de, Birinci Cihan Harbi'nde Batılı bıçağı ile kesilip ayrıldıktan ve aynı Batılılar Anadolumuzu dilim dilim ayırıp yutmaya kalktıktan sonra, Devletçiliğimizin nefesi tutulmuştu. Büyük Millet Meclisi, o zaman bir "Halkçılık Programı" kotardı. Devletçiliğimiz, onun uygulanmasını "Zaferden sonra"ya. bıraktı. Zafer, çarçabuk devletçiliğimizin zaferi oldu. "Sınıf'ı me'murin" 3-5 binden 30 bine, 300 bine dek bereketlendi. 20 yıllık tek parti "İnkılapçılığımızın temeli (Milliyetçi - Laik - Halkçı Cumhuriyetçi) "Devletçiliğimiz"di. İkinci 20 yıllık "De-mokrasi"ciliğimizin temeli (Birleşik Milletlerci - Natocu - Centocu - Seatocu) gene "Devletçiliğimiz"dir. Neden bir üçüncü 20 yıllık "Sosyal Cumhuriyetçiliğimizin temeli (Anayasacı - Senatocu - Plancı - Batıcı) bir daha "Devletçiliğimiz" olmasın? Böylelikle Devletçiliğimiz, Batı'nın 19. Büyük Sanayileşme Yüzyılı üstünden perende attığı gibi, dünyanın20'nci Atom Yüzyılı üstünden de pekala tosun gibi atlatılabilir!.. Ondan sonrası? Devletçiliğimizden sonrası isterse TUFAN olsun, ne çıkar? Bağdat da elimizde yok ki, "yanlış hesap"larımızı oradan geri döndürelim, işsizlik, pahalılık ateşi karşısında döner kebaba dönmüş halkımıza, Amerikan buğdayı, yağı, peyniri, tavuğu, etiyle beslenen toraman "sosyalizmci", "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" Devletçiliğimizi. Kırım Harbi'nden Kore Harbi'ne yadigâr olup "komonist"likle suçlandırılan "PLAN" gereğince, 5 yılda 15 milyar Türk lirası devletçi ecnebi borç ateşine devam! Bandırma ovasında 200 metre öteye düşürülen "Marmara" füzemiz 5 dönüm ağacı şan için yakıp kül etti ya! Asi Harbiyelilere, Sultan sarısı kakma yollu kızıl ceket, zırhlı ıııavi pantolon, holivut uğuru ak itten maskot önde, gelsin bando mızıkalı geçit resimleri: Alabanda sancak Devletçiliğimiz! İnönü paşam, hastanedeki ablasından sonra, Amerikan Cumhurbaşkanı yardımcısının karısı madamanın elini hür basınımızın birinci sayfasında eğile eğile öperek yardım sağlayacak, özel teşebbüsü doyuran devletçiliğimize. Döner kebap Osmanlı sofrasında bağdaş kurularak beş parmakla yenilmemiş de, Amerikan iskemlesinde, İngiliz çatalı, Fransız kaşığı, Alman bıçağı ile atıştırılmış. Kebap Devletçiliğimizin. Dalavere, malavere Türk Mehmet nöbete. "Ecanip"e karşı o denli nazik davranan Devletçiliğimizi, içeride tanımaz mısınız? Arife tarif gerektirmeyecek kadar besbellidir o. Herkesin gözü önünde, hiç kimsemize ayrıca en ufak açıklamaya değmez, aşırıca bilinen bir karışıkça makinedir. En basit işçimize, köylümüze, esnafımıza sorun: "Karako-
la mı düşmek istersin, Cehenneme mi?" Alacağınız karşılığın illaki yerli malı olmamasını dilerseniz, taze bitmiş sizin kadar "sosyalist" misafirimiz Amerikan sendikacısına sorun. Siz bütün ömrünüzce "TURİST" kalmışsınız bu topraklar üstünde, o altı ayda yerlimiz olmuş... Gangsterine kucak açılan Amerikalı bile, "sözü ayağa" düşürür düşürmez, yakalanıp, karakolda alaturka "gözdağı"na getirilerek, sırf Amerikan vatandaşı olduğu için özür dilemeyle bırakılıyor. Aynı durumda olan Türk vatandaşları ise, karakol bodrumunda saklanılıyorlar. Gene Amerikalının yüzü suyu hürmetine ertesi sabah, her yerleri mos mor, doğduklarına pişman, sokağa tükürülüyorlar. Çelebi, böyle olur bizde de işçiden yana, sosyalizmden yana devletçilik dediğin... Amerikalının bildiği demokrasi; halkı gönül kanısıyla kandırmaktır. Bizim "sosyal" devletçiliğimiz, ("gönül" de söz mü?) Kanuna, Anayasa, Baba-tasaya bakmayıp, karakola kıstırdığını, hem karda gezip izini, belli etmeksizin muma çevirmektir. Bu Devletçiliğimizin mi sırtına binip sosyalizmi "yansıtacaksınız? Vah, "o mahiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler", vah! Bu kerte samimi toylardansanız, kendi kendinizi pekiyi aldatabilirsiniz. Devletçiliğimizi aldatacağınızı umuyorsanız, Arabistan'ın bütün develeri ile Güney Amerika'nın bütün lamalarını güldürürsünüz kendinize. Devletçiliğimiz yedi bin yıllık denemesiyle işini bilir. Bilmeden yapar, o. "Ve başlangıçta fiil var idi!" Devletçiliğimize tanrıcıl şirinlik muskası takmak üzere, sosyalizm afsun, tafsununu bile bile kullanıyorsanız yahut daha ince yoldan burnumuzu ustalıkla kırması için yol gösteriyorsanız, ne hacet? Yedi bin yıllık Firavunluklarla Nemrutlukların en değerli hazinelerini derleyen Osmanlı dekadansının en gelenekcil antika devletçiliği mirasına konmuş anayurtta yaşıyoruz. Egemenliğini savunmak için her yıl milyarları çatır çutur öğüten koca devletçiliğimizi, küçük hesaplarla bugün abdestsiz ağza alabildiniz diye, torbada keklik mi sandınız? Şaşılır kedinin çamaşır yıkayışına! Sakın beni "Devlet düşmanı" bir anarşist sanmayın. O zaman, size, hiçbir şey anlatamamış olurum. 
O zaman siz, Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan bütün savunmaları kulağının ardıyla dinleyen, iddianamesi çoktan yazılmış savcı olursunuz. Ceza Kanunu'nun Musolini'den devletçi maddelerini, Mecelle ülül'emrinin Ferman'ı Şahaneleriyle kokteyl etmişe dönersiniz.

   Sahici demokrat devletin candan savunucusuyum. Doğu dünyamıza yedi bin yıldır göz açtırmamış lanet halkamızın cankurtaran simidi olmadığım belirtmek istiyorum. Hani, bunca Ferman, Islahat, Devrim çabalarına rağmen giderilememiş, gereğince "Şeytan da olan, Bolşevik de olan" kırtasiyeciliğimiz yok mu? Nice "münevver ve mütefekkir insan"larımızı "Suyu arayan" mahut elmacı eşeği gibi çeşmeye götürüp götürüp, içirmeksizin getiren, bin bir saltanattan daha sultan, bütün medeniyet putlarından daha ebedi, ezeli, ölmez, ulu, ulusal, kutsal ve tutkalsal azrailimizdir. Ona bir çare gösterebiliyor musunuz? Ama, kuru lafla, yaş lafla, yazılı lafla, okunmuş lafla değil: Teşkilatlı ve şuurlu pratik çare. Bırakın "soyut - somut" sosyalizm tekerlemelerini, Batıcı demokrasi temcit pilavlarını. Düşündüğü gibi yaşamak için güreşmeyen aydın, uşaktır. Teşkilatsız halk, köle kalabalığıdır. Halkın teşkilatına dayanmayan her parlak söz, sosyal şarlatanlıktır. İşçi sınıfımız karıncalar gibi kaynaşıp teşkilatlanıyor. Demek öncü "münevver ve mütefekkir insan" değil, işçidir. İşçi saflarında, işçi emrinde, iktisadi, siyasi pratik teşkilat işine katılmayan aydın, vatan ve millet sevgisinde samimiyetsiz veya korkaktır.



İKİNCİ BÖLÜM 

Devletçilik: Kapitalizm Fideliği - Üzerine Bir Küçük burjuva Kuruntu Fikri -

 1 - YÖN TEZİNİN DOKTRİNLERİ VE PAROLALARI ÜZERİNE ÖNSÖZ 

Bugün "YÖN" adlı dergi ölmüş bulunuyor. Sağlığında onun düşüncelerini yayanlar, şimdi "Devrim" adlı bir dergi çıkarıyorlar. Yön niçin öldü? Devrim niçin doğdu? 
Ayrı konu. Her ikisinin de yaşaması gerekirdi. Olmadı, Yön battı. Ama ana düşünce Devrim'de sürüp gideceğe benziyor. "Yön"ün ilk çıkışını sevinerek izledikti. 
Daha ilk sayısının "Bildiri"sini okur okumaz, ne yalan söyleyelim, öyle bir alışkanlığımız olsa: "Beynimizden vurulmuşa döndük"diyebilirdik. Hazırlık propagandası, Yön'ü genç kuşak sosyalistlerinin çıkardığını yaymıştı. Bildiri, otuz yıl önceki Kadro kapıkullarının hemen bütün kuruntularını kendisine taban etmişti! 

Bir örgüt için olduğu gibi, bu dergi için de dört beş yıl sustuk. Sabırlılığa alışmışız. Gençlerin deneysizliklerini İyi dileklerine bağışlamamalı mıydı? Ne var ki Teorik yanlış küçük değildi. O sıra hiç kımıldamayan kimi eskice sosyalistlere anlattık. "Hadi canım sen de!" dediler. Demek kimi sosyalistler de aldanıyorlardı. 
"Deneysiz iyi dilek", çarçabuk yankı yaptı. "Hiçten iyi" miydi? "Sosyalizm" iddialı çıkmasa, hatta işe Bilimcil Sosyalizm metodunu karıştırmasa, kutlanacak yanları 
vardı, iş Bilimcil Sosyalizme dayanınca, son kuşağın taze beyinleri karıştırabilirdi. Bunu hoş görmeye hakkımız yoktu. En sonra bir sinyal çektik: "Atma Avcıoğlu, 
Din kardeşiyiz!" Avcıoğlu ne demek istediğimizi anlamamış göründü. "Sosyalizmin el kitaplarından bilgiçlik satmak istediğimize dokundu. Sonra sayfalarını "İyi dilekli" bütün Sol'lara açtı. O zaman, aşağıdaki yazıları kaleme aldık. Maksadımız, şu veya bu kişiyi "kandırmak" değildi. Objektif incelemeydi. 

Avcıoğullarının pek tedirgin oldukları üslûbumuzu yumuşatamamıştık. İncelemeyi, o gün için bir kıyıya attık. Derken Yön battı. "Yönizm" de battı mı?

Hiç batar mı? O, en sevimli olduğu kertede en verimlilerinden biri olan Avcıoğullarının kişiliklerinden üstün bir sosyal "Kategori"nin eğilimiydi. 
Yüz tane Avcıoğlu gitse, bin tanesi gelirdi. Nitekim "Devrim"i görmedim. "Türkiye'nin Düzenine baktım. Saygıdeğer emek. Ne var ki "Yön" havalı. Atmosfer çevremizdir. 
Sağdan soldan, -biz sağa bakmadığımız için daha çok soldan- şikayetler geldi. Biz nereden başlayalım? Otuz yıl önceki "Kadronun Kadrosu" eleştirimiz, bereket "sıçanlarin elinden yakasını kurtaramamış. Kayıp. "Yönün Yönü" yazısı ise kıyıda duruyor. Onu, hiç değilse olduğu gibi vermek, yeni çaba istemiyor. 
Genç arkadaşlara karşı boynumuzun borcudur. Borcumuzu ödemeye çalışalım.

2 - DOKTRİNLER 

Her küçükburjuva düşüncesinin en hoşlandığı şey: "Orijinal Doktrin"ler ortaya atmaktır. Atar atmaz "dünya izah" edilmiş olacaktır. 
Yönizm'in 3 doktrini var: I - Batılılaşma Doktrini, II - İktisat Doktrini, III - Devletçilik Doktrini... Belki de onun hiç böyle şeyleri yok. Ama, varmış gibi ele 
alınmadıkça, ana - fikirleri anlamak güçleşir. PROBLEMİ KOYUfi Yönizm, bir küçükburjuva devrimciliğinin "Vicdan azabı" teorisidir. Bu "bitmeyen kavga" bilince çıkarılırken, sınıfı ve Konusu konulmalıdır. YÖNÜN SINIF YAPISI Yön Dergisi daha ilk sayısında (20 Aralık 1961) bir Ortak Bildiri yaydı. Altına imza atanların Sosyal kategorileri şöyledir: 

SORUMLULAR 

17 İktisatçı 
 1 General 
 3 Ressam 
 2 Profesör 
 3 Rejisör 
 4 Milletvekili 
 3 Evkadını 
 5 Senatör 
 1 Futbolcu 
 9 Subay 
80 Yazar 
10 Doçent 
48 Öğretmen 
35 Asistan 
59 Memur 
37 Mühendis 
 4 Eski Memur 
23 Avukat 363 
19 Doktor

SORUMSUZLAR., 

(Öğrenci) 72 Hukuk Öğrencisi 28 Siyasal Bilgiler Öğrencisi 27 iktisat Öğrencisi 23 Lise Öğrencisi 150 SOSYAL 1 Ağa 2 Çiftçi 6 Tüccar 9 İşçi SINIFLAR 18 İmza atanlara bakınca, Yön'ün bir kapıkulu atmosferi içinde doğduğu ve bir kapıkulu dergisi olacağı anlaşılıyordu. Bu rakam ve orantıları, Yön'e, Türkiye'de kapıkullarından başka kimsenin sosyalizme elverişli bulunmadığı kanısını verecektir. Yalnız yukarıki rakamlar bile, YÖN'ün karakteristiğini açabilir. Yönizm, Sosyal Sınıflardan % 3.5 oranında ancak ilgi görür. Bunun da yarısı (%1.75) işçidir. Sosyalizme en açık sınıf işçidir. Modern toplumda bir sosyal sınıf olmayan aydınları Yön sosyalizminde % 96.5'durlar. Bunların % 34.8'i açık memur, % 37.05'i serbest meslekli (örtülü memur), %28.25'i öğrenci (gelecek memur) olmak üzere hepsi kapıkuludur. YÖN'ÜN KAÇAK GÜREŞ YORDAMI Bildiri, sondan bir önceki bağlantısında şöyle yazıyordu: " Varmak istediğimiz amaçların su veya bu noktası tartışma konusu edilebilir. Bu bildirinin yayınlanmasındaki maksat da bu çeşit tartışmalara yol açmaktır. "(4/e) Yani, Yön'ün istediği: "tartışma konusu", Yön'ün bütün "amaçları" değil, onların "şu veya bu noktası"d\r. Yani, bizi teferruatla uğraştıracak. Nitekim, Yöncülere karşı yapılan iki açık tartışma oldu: 
1 - "Atma Avcıoğlu Din Kardeşiyiz!" denildi.avcıoğlu karşılığı: Söylenenlerin özünü pas geçti, yalnız kendi biyografisi ile ilgili beşinci derece takılma (teferruat ve üslup) üzerine bildiri yaptı. 
2 -Bir genç avukat, işçi sınıfının önemi üzerinde durdu. Yön, öz konu üzerinde konuşmayı sonraya bıraktı yalnız kendisine yakıştırılmış onuncu derece bir dokundurmayı afakanlıca yalanladı. Bu "kaçak güreş", Yöncü "dogma"ya dokunacak eleştirmelere yolu kapadı. Bununla birlikte, kimse Yönizmi kendisinin "müsaade" edeceği yönde ele almak zorunda değildir. 

YÖNİZM'İN ANA FİKİRLERİ 

"Yönizm", Türkiye toplumuna "Yön" vermek gibi ağır ve nankör bir çaba içindedir. Bunun için 3 doktrin parola ortaya atılıyor. 3 doktrin şunlardır: 

1 - Batılılaşmak Doktrini, 
2 - İktisat Doktrini 
3 - Devletçilik Doktrini. 

     3 Parolaları da o 3 Doktrinden çıkar: 

1 - İstismarı [sömürüyü] kaldırmak, 
2 - Sosyal Adalet, 
3 - Planlı istihsal [üretim] Bu altı nokta, "Yönizm" de olağanüstü birbirine karışık, içice ve ayrılmaz durumdalar. Gene de, kimi yerlerini tekrarlamak tehlikesini de göze alarak, onları ayrı ayrı bölümlerde gözden geçirmek gerekir. Kendileri yıllardır aynı temayı öylesine ısıtıp ısıtıp öne sürdüler ki, bizim o "Temcit Pilavı"na fazla kaşık atmamızı pek yadırgamasalar olur. Yalnız, "Yönizm"in üç doktrini ile üç parolasına girmeden önce ve rahat girebilmek için, bu eğilimin hangi sosyal kökten kaynak aldığına ve hangi yordamla işlediğine iki üç sözcükle değmelidir. 

I - BATICILIK DOKTRİNİ 

Yöncülerin en tartışılamaz "Hakikat" gibi koydukları "Batılılaşma" nedir? Kısaca görelim. 

BATILILAŞMAK MI, BATIDAN KURTULUŞ MU? 

Yönizm, Bildiri'sinin 1 sayılı paragrafında şöyle diyor: "İktisadî alanda hızla kalkınmak. Yâni, milli istihsal seviyesini hızla yükseltmek." Bu "hızlı" gidiş hangi yoldan yürüyecek? 1. paragrafın (a) fıkrası yolu şöyle çiziyor: "Atatürk Devrimlerinin amacı olan Batılılaşmak." Atatürk Devrimleri Milli Kurtuluş ateşi içinde başladı. Bu Devrimler: "Batılılaşmak" mıdır, "Batılılaşmamak" mıdır? Onu,

42 yıl sonra yazı alanına girecek "Yöncü"lerden öğrenmek yerine, Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki ilk açış söylevinden okumak daha yerinde olur. Mustafa Kemal Paşa, dünya önünde giriştiği Devrimin bir Kurtuluş Savaşı olduğunu söyledi. Bu Milli Kurtuluş'un iki amacı bulunduğunu belirtti: 
1 - Emperyalizme ve Kapitalizme karşı gelmek. 
2 - Müstebitliğe (Osmanlı derebeyligine) karşı gelmek. Mustafa Kemal Paşa'nın kendi ağzından çıkmış bulunan o iki amacı, Yönizm'in atlayarak görmezlikten gelmesi, nasıl bir "Sosyalizm", yahut "Solculuk", yahut "Hızla kalkınma" yahut "Hızla yükselme" olur?

Anlaşılmıyor. 

Yönizm'in, asıl Milli Kurtuluş ortada dururken ve bugünün en yakıcı konusu olmuşken, onu bırakıp önem verdiği 
"BATILILAŞMAK" nedir? 
BATILILAŞMAK NEYİN PEÇESİDİR? "Batılılaşmak"\ en bayağı "El kitabı"nda, en toy İlkokul çocuğunun bile kolayca okuyup anlıyabileceği şeydir, artık, Türkiye'de dahi... 
Batılılaşmak, bir ülkede KAPİTALİZMİ kurmaktır. Nitekim Türkiye'de de şimdiye dek yapılmış bütün "Batılılaşmak" işlemleri, Kapitalistleşmekten başka sonuç vermemiştir. Veremezdi de. Yönizm, inanmazsa, ağabeyileri olan "Kadrizm - Kadrilizm" "üstad"larına sorabilir. Niçin düpedüz Kapitalizm demek dururken, dolambaçlı yoldan epey anlamsız ve lastikli "Batılılaşmak" denmiştir? Onun bizdeki tarihcil ve Sosyal karakteristiği üzerinde durmayalım. Yalnız şu kadarcığını söyleyelim: Batılılaşmak, "Utangaç kapitalistleşmek"tir. Kapitalist sınıfı Türkiye'de her zaman "kökü dışarıda" bir sınıftır. Saltanat çağında Komprador kapitalizm idi. Yabancı sermayenin Türkiye'deki Kontuar'larma bağlı doğrudan doğruya ajanları idi. Cumhuriyet çağında Finans - Kapital oldu. Yani, Türkiye'deki kapitalist sınıfına karşı bile açık yüzle görünemeyecek kertede Millete ve Vatana karşı, Uluslararası Finans - Kapital ile göbek - bağlı idi. O yüzden, toprağımızda Maskeli Haydut biçiminde gizli faaliyet göstermek zorunda kaldı. Hele 1920 yılları, Milli Kurtuluş Savaşı Kapitalizme ve Emperyalizme karşı olmayı kutsal bir milli amaç olarak tüm insanlığa ilan ettikten sonra, kalkıp,

"Türkiye'de kapitalizmi yoktan var edeceğiz!" demek, her babayiğidin harcı değildi. Ancak, Amerika gelip on binlerce yabancı uzman ve askeriyle Türkiye'yi "Üs" yaptıktan sonra, artık Kapitalizmi savunmak büyük bir kahramanlık olmaktan çıktı. Sırt, Emperyalizmin ağababalarına dayanmıştı. Öyleyse neden halâ "Batılılaşmak" gevelemeleri yapılır? Arap: "Hain korkak olur" demiş. Millete, Vatana açıkça ihanet etmek kolay iş değildir. Yapılanlar şirin gösterilmek için, kıyıcığından "zararsız" sözcükler uydurulup kullanılacaktır. "Batılılaşmak", o "zararsız" sözcüklerin en sınanmışlarındandır. Yöncülerin "Batılılaşmak" sözcüğünü kullanmaları, Emperyalizm ve Kapitalizme aşık olduklarını mı gösterir? Hayır. Onlar, 1920 Türkiye'sinde olduğu gibi, halâ Emperyalizm başka, Kapitalizm başka şeydir sanırlar. Ama Kapitalizmin dostu olmadıklarını ispatlamak için, Emperyalizmin düşmanı olduklarını somut açıklamalarla belirtirler. Emperyalizme düşmanlıklarında içtenlik taşımadıklarını öne sürmek aklımızdan geçmiyor. "Eski Sosyalistler"den öylesine tiksinişlerini bile, Kadrizm kapıkullarını gereğinden çok ciddiye almış bulunmalarına bağlamak olağandır. 
Onların, Batılılaşmayı Bildirilerine birinci madde yapışları bile, bilmiyoruz o denli toy mudurlar? Yanılgılarına verilebilir. 

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder