30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 12

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 12


Ayrıca BOTAN' daki Parti, cephe, ordu örgütlenmesi diğer eyaletlere 128 modellik yapacaktı. BOTAN eyaleti, adeta kurulacak olan "Bağımsız Birleşik Demokratik  Kürdistan'ın prototipi olacaktı. Partinin (PKK) iç merkezi burada üslenecek ti. Cephe (ERNK) faaliyetlerine burada yön verilecekti. 

     Diğer yandan Cephenin örgütlenmesi (Temsil ve yönetim-İktidar gücü) gene burada hayat bulacaktı. Ordunun (ARGK) Askeri Konseyi (Genel Kurmay),burada üslenip savaşı yönetecekti. ARGK'nin ilk Gerilla Tugayı BOTAN'da, 1988 yılı içinde inşa edilecekti. Bütün askeri güçler bu Gerilla Tugayının kuruluşunda yer alacaktı. 

Bu nedenlerle BOTAN Eyalet sorumluları, eyalet planlamalarını yaparken plana, "BOTAN FETİH PLANI" ismini verdiler. Planlamayı yaparlarken de hedefleri daha da büyüterek ordu kuruluşunu TUGAY değil de TÜMEN düzeyinde başlatmayı kararlaştırdılar. Kurtarılacak bölgenin sınırlarını tüm BOTAN eyaletini kapsayacak şekilde genişlettiler. Ayrıca Lübnan'daki Mahsum KORKMAZ Akademisine ek olarak kurtarılacak alanda bir HARP AKADEMİSİ kurmayı 
da planlarına dahil ettiler. Alanı kurtarmak için aynı anda diğer eyaletlerle koordineli olarak binlerce eylemi gerçekleştirip halk ayaklanmasından dem vurdular.   

Sorumlular, bu planlarını koltuklarının altına alıp hışımla faaliyet bölgelerine daldıklarında eskiden beri Türkiye'de bulunan gruplardan birçoğu kendi aralarında; 
" Bunlar APO'nun dolduruşuna gelmişler! " diyerek kendilerinin Türkiye'ye ilk girişlerini hatırlıyorlardı. Aslında tüm bu şamatanın bir tek nedeni vardı; yani bu işlerde profesyonelleşen APO, bu işleri daha çok şunun için organize ediyordu; eylemlerde tıkanıklık olmasın, her şeye rağmen, her şart altında eylemler devam etsin. Amaç, sonuç ne olursa olsun eylemler kesilmesin. Güneydoğu'da eylem sahaları dışında kalan sahalar da etkilensin, ulaşılamayan ova kesimleri, şehirler etkilensin, eylemler konuşulsun; öğrenciler, gençler, işsizler, yarınından endişesi olan olmayan herkes,örgüte sempati duyanlar ve duymayanlar ve tüm kesimler bu eylemleri konuşsun.Bu şekilde şehirlerde yığınla problemli insan devlete inat, ailesine inat çevresine, arkadaşına,düşmanına inat PKK'ya sempati duysun!129 

Bunlar giderek eylemlerden cesaret alsın, devletin güvenlik kuvvetlerinin aczini görsün!Kıpırdasın, korksun gitsin. Yani, esas potansiyel harekete geçsin. 
Geçsin ki; bu şekilde ufak bir müdahale ile onlar açlık grevi, yürüyüş, kepenk kapatma eylemlerine çekilebilsin.Silahsız (!) masum (!) olan bu insanlar güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya gelsin, içlerinde ölen yada yaralanan olursa bütün Türkiye ve dünya ayağa kalksın, bu şekilde devletin eli kolu bağlansın ki; devlet korktu, geri adım attı denilebilsin. İşte, APO bunun için ille de eylem diye yırtınmasının nedeni budur!Yıllardır ağadan, eşkiya dan, düşmanından korkmuş, sosyo ekonomik problemlerle bunalmış,ezik, birçok rahatsızlığı bünyesinde toplamış bu insanların duygularını kullanmak için müthiş bir tahrik gerekiyordu. O da sürekli eylemdi. 
Bu şekilde PKK halkın desteğini arkasına almış siyasal bir güç olabilecekti. Bundan özellikle; batılı kamuoyu etkilenecek, bazı uluslararası kurum ve kuruluşlar Türkiye'den hesap soracaktı. Sonra ne olacaktı?Sonra, APO bekleyecekti, hem de bazı güçlerin elinde etkili bir koz olarak, sadece bekleyecekti. Tabiidir ki; eylemlere devam ederek, hem de daha pervasızca... İşte APO'nun taktiğinin özü budur. Yoksa APO; bir ordu kuramayacağını, kurtarılmış bölgeler yaratamayacağını çok iyi biliyordu. Bilmeyenler zavallı saf çobanlardı. "

APO'nun yaptığı; bazılarını sürekli tasfiye etmek, sürekli aşılama yapmak, yapıyı sürekli dinamik tutmak, sürekli atak, arzulu ve istekli olmasını sağlamak, 
görevleri bakımından doyuma ulaşanları öldürtmek, bunları öldürtürken de komplo teorileri üretmekti.1988 yılı başında uygulamaya konulan eyalet planlarının hiç biri hedefine ulaşamadı. Ama ne çıkar? Önemli olan APO'nun zihnindeki hedeflerdir. Dolduruşa gelmiş, hayalci, maceracı birtakım zavallıların hedeflerinin ne önemi olabilirdi ki?130 1988 yılında önemli olan sürekli kan dökmekti. Kimin kanının aktığı da önemli değildi.Dökülen kan; güvenlik kuvvetlerinin, ihtiyar köylünün, kundaktaki bebenin ya da yıllarca APO'ya hizmet eden bir militanın olabilirdi. Yeter ki kan dökülsün, yeter ki sürekli olsun!APO; "Gerilla mücadelemizi biraz geliştirdik, düşman zaafa düştü. Gerillamız tıkanırsa biz zaafa düşeriz. Mücadele, halk, örgüt diye bir şey kalmaz" diyordu. O'na göre belirleyici olan kan dökmekti.

1988 yılında 104 vatandaş PKK tarafından öldürülmüş, 34 vatandaş yaralanmış tır. Evet, 1988 yılı eylem hedeflerine ulaşılamamıştı, ama yine de APO' ya umduğundan da çok şeyler kazandırmıştı. Sürekli basının manşetlerinde idi, radyolar ve TV kendisinden bahsediyordu, dış basında adından söz ediliyor, kendisinin gizli destekçileri açık destek verme-çabasına giriyorlardı. Artık kendisine siyasi bir kişilik yakıştırılmıştı ve PKK isimli çetesi siyasibir güç olarak lanse edilir hale gelmişti.Türkiye'de bazı çevreler bu gelişmeleri; siyasî, ekonomik ve sosyal bir ikbâl temin etmede basamak olarak kullanmaya başlamışlardı. Bir çok aydın (!) Kürt konusunda akıl işportacılığı yapmayı demokratlık ölçüsü olarak kullanıyordu. Eskiden komünizm bezirganlığı yapanlar, şimdi Kürtçülük bezirganlığına soyunuyordu. Birçok profesyonel yayıncı, "Doğuda para eder, itibar getirir" diyerek Kürtçülüğe soyunmuştu. Bazı siyasi gruplar, Kürt pazarını kapma yarışına girmişlerdi. 
Doğu ve Güneydoğu'da feodalite artığı birtakım adamlar, Kürtçülük satarak gelecek ve mevki kapma telaşı içindeydiler. Mürekkep yalamış birtakım kişiler, 
"insan haklan" adı altında ayrımcı Kürtçülüğün hamisi durumuna gelmişlerdi. İşte bütün bunlar APO'nun kazandığı şeylerdi. APO elbette kazanacaktı, çünkü;
Devlet, iki buçuk eşkiya dediği eli silahlı adamları dört yıldır ortadan kaldıramamıştı.131 Yurt dışında da bu işi tezgahlayanlar "Kürt halkının koruyuculuğu" na soyunmuşlardı.

     Bilindiği gibi Saddam HÜSEYİN, başta Fransa olmak üzere; bir çok batı ülkesinden ve Sovyetler Birliğinden satın almış olduğu kimyasal silahlarla Kuzey Irak HALEPÇE kentinde bir katliam düzenledi. On binlerce Kürt, bu silahlardan korkarak Türkiye'ye sığındılar. Türkiye, bu insanları ekonomik imkanlarını zorlayarak koruma altına aldı ve gücü yettiği kadar ağırladı.Batılılar bu tür olaylara dolaylı ve doğrudan bilinçli bir şekilde sebebiyet verirler. Sonra da Kızılhaç'ları, Birleşmiş Milletler fonları devreye girer veya kendileri, ülkeleri adına yardım gönderirler; felaketzedelerin yaralarını timsah gözyaşları dökerek sararlar, böylece dünya vekendi kamu oylarına şirin ve demokratik görünürler. Para koparmak amacıyla  Zehirlettikleri, katlettirdikleri Irak Kürtlerinden sağ kalanlarınTürkiye'ye sığınmaları üzerine Türkiye'yi zor durumda  bırakmak için geleneksel yardımlarını(!)bu sefer esirgeyiver-diler. 

Bu yetmiyormuş gibi türünün evrimde geç kalmış son örneği olanetkili bir "Madam"ı Türkiye'ye yolladılar. Gençliğini ve güzelliğini"insan haklarına" vakfetmiş olan bu yaratık, Türkiye'deki Kürt sığınmacıların içler acısı durumundan dem vurmaya başladı. Sığınmacı kamplarında beygir satın alır gibi ağız ve diş kontrolü yaparak ülkesine götüreceği damızlıklar seçmeye başladı, Kürt anası rollerini oynadı.   

    Bizim ar damarı patlamış şarlatanlarımız da bu "Madam "a alkış tuttular.İçlerinden bir tanesi bile çıkıp da; "Behey kansız! Üç kuruş için bu insanları zehirleten ler sizler değil misiniz? Hangi suratla böyle bir teftiş-ziyarete cesaret edersiniz? 

Aynı şeyleri bizler yapıp da arkasından sizin ülkenize bizden bir yetkilinin, bırakın ülkenize gidip yavuz hırsızlık yapmasını, kendi memleketimizi bize dar ederdiniz. Yalnız siz değil,bizdekiler, bizim kompleksliler bize yeterdi. Kimbilir ne taşkınlıklar, ne çılgınlıklar yaparlardı!" diyemedi.132 İşte, APO böyle bir toplumu kullanıyor. İşte, yavuz hırsızlar APO'yu böyle bir toplumun üzerine sürüyorlar. 
    İşte, APO bu nedenle hep kârlı çıkıyor, ne yapsa yanına kâr kalıyor.

1989 PLANLAMASINDA ÖNGÖRÜLEN HEDEFLER 

Abdullah ÖCALAN, üst düzey elemanlarına 1989 yılına ait plan hedeflerini dikte ettirirken örnek olması açısından BOTAN Eyalet Planlamasını kendisi yaptı. Yani, PKK diliyle " Perspektifler sundu"Yine her zamanki gibi siyasi bir değerlendirme den sonra planlamanın önemine değindi.Ayrıca,geçmişteki mücadelenin yarım yamalak da olsa büyük başarılar elde ettiğini vurguladı."Botan da ajan muhbir yapının dağıtılması kesinleşmiştir. Partimizin otoritesi egemendir"buyurdu. Geçmişte yapılan katliam ve eylemlerin önemini böylece belirtmiş oluyordu.Elde birikmiş çok sayıda insandan azami faydayı sağlayabilmek için; "Diğer eyaletlerde salt gerilla mücadelesi doğru iken Botan Eyaletinde artık Hareketli Savaş'a başvurmalıyız. 1990 yılı Parti Kongresi, kurtarılmış Botan topraklarında yapılmak zorundadır." diyerek militanları yeniden dolduruşa getirdi. Onların gerçekleşmesi asla mümkün olmayan bu hedefler için yırtınırcasına mücadele etmelerini istiyordu.Tabii önce tozpembe bir tablo çizerek, bu hedeflerin mümkün olduğunu kabul ettiriyor du. APO perspektiflerine devam ediyordu; "Hareketli savaş birliği büyüktür. Gerillanın tersine düşmanı imha etmeyi 
hedef alır. Bu nedenle Botan 'da yalnız gerilla değil hareketli birlikler de inşa edilecektir. Onun için dönem artık düşmanın imha edileceği dönemdir.""Botan 'ın özgürleştirilmesi ancak, diğer alanlardaki yaygın gerillanın desteğiyle mümkündür.Aksi taktirde düşman tüm gücünü Botan 'a yığar."133 

BOTAN' daki hareketli birliklerin, hareketli savaşı sürdürebilmesi için şunları planlamaktadır; "BOTAN'da bir tümen gücü ile işe koyulacağız. Mevcut gelişmeler bir gerilla tümeninin inşasını zorunlu kılmaktadır. Bu Tümenin iki tugayı BOTAN'da, bir tugayı da diğer eyaletlerde olacaktır."Böyle bir hedefi ortaya koyan APO, kadro için gerekli olan personelin temini içinde şunlarısalık vermektedir; "Madem böyle bir güç gerekiyor, o halde artık 15-25 yaş arası gençler ihtiyacımıza cevap vermez. Bütün halkı genç-ihtiyar, kadın-erkek saflarımıza çekmeliyiz. Bunun için ana birliklerimizle ,Alay düzeyindeki gerilla güçlerimizle düşmana saldıracağız. 

Düşman Taburlarını, bölüklerini, karakollarını imha edeceğiz. Büyük çaplı pusular kuracağız. Bize düşman olan aşiretlere operasyon şeklinde planlı saldırılar ile imha eylemleri gerçekleştireceğiz.Yani yeni savaş tarzımız bu olacaktır. Böyle olunca artık köylerin ve köylülerin yerinde kalması,eski yaşamlarını sürdürmeleri düşünülemez. Savaş ortamı toplumu doğrudan etkileyeceğinden taraftarlarımızın çoğu mecburen dağa çekilmek zorunda kalacaklardır, hem de bir daha inmemek üzere... 
Böyle bir taktikle yavaş yavaş tüm halkı savaşın içine çekebiliriz. Bu sayede sayımız hızla aratacak savaşımız tam bir halk savaşına dönecektir.
"Değerli okurlar; bu tam bir provakasyon mantığıdır! Bu, resmen bir halk düşmanlığıdır! Bu,insanın yaşama hakkına tecavüzdür! 

Aslında APO her sözünde, her cümlesinde bu karanlık niyetini açığa vuruyor ama anlayan kim?Ne görevliler ne de halk anlıyor!Bereket versin ki; bu hayali hedefler 1989 yılında gerçekleşmedi. 

Fakat tahribat olmadı mı?Elbette ki oldu: İnsanlar öldürülmedi mi? Hem de en vahşi şekilde öldürüldüler. Çeşitli provakasyonlar tertiplenmedi mi? 

Bu provakasyonlara Türk Basını ve aydınlan alet edilmedi mi?Hep böylesi günler için pusuda bekleyen, istismarcılıktan başka satacakları bir şeyleri olmayanlar, 
koro halinde seslerini yükseltmediler mi? Bunlar dün yaşanan olaylardır ve hepsi hafızalarda canlılığını korumaktadır.134 1989 yılında meydana gelen olaylarda 174 vatandaş PKK tarafından öldürülmüş 73 vatandaş da saldırılarda yaralanmışlardır. APO'nun perspektifini çizdiği ve sorumlularca daha da abartılarak sonuçlandırılan 
Eyalet Fetih Planlan ne BOTAN'da, ne de diğer Eyaletlerde tutmadı. Ama istenen alınmıştı. Bu militanlar dağ koşullarında ancak bu kadar sağılabiliyor du. 1990 yılına girerken yeni bir budama ve gençlik aşısı gerekiyordu. O halde, bunun parti içi zemini hazırlanmalıydı. Apo, mantıki zemini hazırlamaya başladı. BOTAN Eyaletindeki üst düzey kadroları eleştirmeye başladı. Şöyle diyordu; "Sözüm ona ordu kuracağız diye on tane keçiyi güdemiyeceklere elli tane adam teslim etmişler. 

Bir tas çorbayı kotarmaktan aciz birine bölge sorumluluğu vermişler. Eşekler bile sizlerden daha akıllıdır, dur dedin mi durur, yürü dedin mi yürür."
"Bir de şöyle yapacağız, böyle dağıtacağız diye söz veriyorsunuz. Söz verip de yerine getirmemek alçaklıktır. Ancak düşmanlar ve hainler bize karşı sahtekarlıklara başvurabilirler.Sözlerini yerine getirmeyenlerden Parti adına, cephe adına, ordu adına hesap soracağız. Biz bu hesabı sormazsak tarih ve halk bizden hesap sorar. "BOTAN'da faaliyet gösterenler ve başta sorumluları, affedilmez suçlar işlemişlerdi.Ya diğer eyaletler? Onların suçu daha da ağırdı. Affedilecek yanları hiç yoktu.    

APO; "GARZAN eyaletindeki sorumlular bir yıldır yatıyor, yalnız kendisi değil emrindeki onlarca kadroyu da yatırıyor ve bunları azar azar düşmana teslim ediyor. 

Bu alçaklıktır, budüşmanla işbirliği yapmaktır." diyerek öfkesini çok açık bir şekilde dile getiriyordu. Bu eyaletin sorumlusu olan şahıs daha sonra bir çatışmada öldü. Öldükten sonra da APO tarafından "Kahraman Şehit" ilan edildi. Böylece militanlardan ne istendiği açığa çıkıyordu.İstenen ölümdü! Çünkü kan ticareti yapılıyordu, gerçek olan buydu.135 DERSİM eyaletinin sorumlularını eleştirirken; "Orada, o sahada "Kışla Kültürü" egemendir.Dolayısıyla sorumlular Türk askeri kültürünün etkisiyle kısa sürede burada aldıkları eğitimiunutup esas özlerine Kemalizm'e dönüş yapıyorlar. Orada devrimi geliştirmek istiyorsak önce o beyinleri parçalamamız, dağıtmamız gerekiyor." diye bağırıyordu. Zaten APO, öteden beri DERSİM Eyaleti olarak adlandırdığı Tunceli-Elazığ Erzincan ve civarlarının elemanlarına istediği biçimi verememişti. Buraların insanları, hep erken uyanıyorlardı. Bu nedenle, bu insanları "Kışla Kültürü" ile yoğrulmuşlar olarak niteliyordu.Halbuki, planlamalar yapılırken; " DERSİM Eyaleti, BOTAN' dan sonraki ikinci önemli eyaletimiz dir. Oradan çok şeyler bekliyoruz." diyerek eyalet sorumlularını bir hayli poh pohlamıştı. 
Ama sonuçlar istediği gibi çıkmayınca gerçek düşüncelerini açığa vurup kinini kusmaktan geri kalmıyordu. MARDİN Eyalet planlamaları yapılırken ve diğer 
konuşmalarında hep "Mardin'in büyük yurtsever potansiyelinden, büyük kitle desteğinden" bahsederdi. 
Ancak, 1989 yılında Mardin'dende fazla ses çıkmayınca şu değerlendirmeyi yaptı; "Mardin'in toplumsal şekillenmesi gereği ağaile köle hep birlikte olmuştur. Ağa emretmiştir köle emirleri yerine getirmiştir. 

İşte Mardin'de ki militanlarımız da bu yapıyla bütünleşmişlerdir. Sorumlular ağa, diğerleri köle rolünü üslenmiştir.Sorumlu yatmıştır. Emrindekiler köle gibi 
sorumluya hizmet etmişlerdir. Sonunda devrim ve mücadelesi unutulmuştur. Bin bir emekle hazırlayıp konumlandırdığımız gücümüz Mardin 'de ağır darbeler yemiştir.
"Bereket versin ki buranın sorumluları yurt dışına çıkmamıştır. Aksi halde APO tarafından en ağır ihanetçi-komplocu, MİT ajanı gibi damgaları yiyip günlerce işkence gördükten sonra kurşuna dizilmeden, şimdilik kurtulmuş gözüküyorlardı. Bir süre sonra bu sorumlular da çatışmalarda öldüler. APO hemen ağız değiştirip hepsini "Büyük Kahramanlar" ilan etti. Çünkü onların yakınları,akrabaları ve tüm sülaleleri APO tarafından kullanılacaktı.136  

ORTA EYALET için daha vahim şeyler söyleniyordu. Bu eyaletteki-ler 1989 yılı boyunca hiçbirşey yapmamışlardı. O halde geçmişte ne kadar hizmeti olursa olsun, ne kadar büyük fedakarlık yaparsa yapsın eyalet sorumlusu, mutlaka "Komplocu ve hain"di. APO'nun mantığı buydu ve bumantığı belgelemek için bir çok senaryo uyduruyordu. Diyordu ki; "Bölge sızmalara çok müsait.Orada örgüte katılımların içinde çok sayıda MİT ajanı vardır. 

Dolayısıyla Orta Eyalette sorumluluğu MİT ele geçirmiştir." Evet, bu kadar çılgınca düşünebiliyordu. Çare olarak da; " Bir grup gitsin oradaki eyalet sorumlusunu yakalayıp getirsin, karşı koyarsa öldürsün. Grubuyla birlikte karşı koyarsa grubunu da öldürsün! "İşte, zor şartlardan, imkansızlıklardan dolayı bir süre eylem yapamayan örgüt elemanlarına APO'nun bakış tarzı böyledir.

GÜNEY BATI EYALETİ'ni de bu tarzda eleştiriyordu. Fakat SERHAD Eyaletine biraz daha değişik yaklaşıyordu. Orayı şimdilik daha fazla ön plana çıkarmak istemiyordu. Yakın çevrelerine şunları fısıldıyordu; "Bildiğiniz gibi kurtarılmış bölgeleri geri cephelerden aldığınız destekle sınır eyaletlerinde inşa edeceğiz, eğer bir gün Ermenistan bağımsızlığına kavuşursa işte,biz de o zaman muazzam bir Ermenistan geri cephesine kavuşacağız, büyük destek göreceğiz."APO, SERHAD Eyaleti-ERMENİSTAN ilişkisini hep gizli tutmuştur. SERHAD Eyaletinintarihi misyonunu oynaması için daha biraz zamana ihtiyacı vardı. 

Bu eleştirilerden sonra, üst düzeydeki kadrolarda 1989-90 kışı içerisinde büyük bir tasfiyeye gidildi. Bazıları kış toplantısına gitmedi, bazıları kaçtı, kimisi APO'nun kokmuş ayaklarına kapanıp af diledi. 
Af dileyenlerden birisi de BOTAN Eyaleti sorumlusuydu. Bu şahıs, BOTANkod adlı Nizamettin TAŞ idi. 1988 yılı sonunda kampa gidip af diledikten sonra 
M. Korkmaz Akademisi nin genel koordinatörlüğü görevi verildi. Bir süre sonra bu görevde başarısız kaldığı belirtilerek, halâ dağda yaşadığı "bilinçli tasfiyecilik"; sürdürdüğü gerekçesiyle üç aylık bir tecrit cezasına çarptırıldı. Bu cezayı almasını sağlayan diğer bir 137 neden de; Botanla beraber Türkiye'de faaliyet gösteren şahısların, kendilerini kurtarmak için aklagelecek her türlü suçlamayı yapmalarıydı. Bu kişilerin başında da Parmaksız ZEKİ kod adlıŞemdin SAKIK geliyordu. Yani; P. Zeki, Botan'ın sırtına basarak kendisini kurtardı ve tekrar Türkiye'ye gönderilerek merkez komite ve askeri konsey üyeliği veril di. Botan, tecritte iken kurtulmanın yollarını aradı ve Apo'ya sayfalarca özeleştirici raporu yazarak kendisini affettirmeye çalıştı. Botan tecritte olduğu sırada Akademi koordinatörlüğüne, 1990 yılında Apo tarafından öldürtülen Şahin BALİÇ (Metin) getirildi. Botan daha kurnaz olduğu için Metin'in sırtına basarak kendisini tecritten kurtarmayı başararak tekrar yönetime getirildi. Kamp yönetimindeki diğer kişiler içerisinde, kısa sürede ayak oyunları geliştirerek bazılarının cezalandırılmasını sağladı.   

   Böylece; Metini de kendisinin eski durumuna düşürünce, (Metin, daha sonraki eğitim devresindetekrar affedilerek koordinatörlüğe getirildi) koordinatörlük yapacak tek kişi olarak görüldüğü için, yeniden bu göreve getirildi. Bu görevde iken de, ayak oyunlarına devam ederek; ne kadar başarılı olduğunu Apo'ya gösterdi ve "BOTAN FATİHİ" olarak yeniden görevlendirildi ve 1989yılında ARGK komutanı (Genel Kurmay Başkanı) ve Botan Eyalet sorumlusu olarak Türkiye'ye gönderildi.  Ekim 1989 yılında gerçekleştirilen "I. Ülke içi Konferans"a bu sıfatla gönderilince Şemdin SAKIK (Parmaksız ZEKİ), büyük bir tepki göstererek konferansa katılmadı ve adamlarını kamyona doldurarak Diyarbakır-Muş bölgesine gitti. Halen bu bölgede halk arasında"ŞEMO AMCA, ŞEMO AĞA" olarak bilinir. 

   (Apo'nun talimatlarını dinlemediği için 1990 yılıKasım ayında hakkında idam fermanı çıkarılmıştı. Ancak; Apo'nun, Parmaksız Zeki'ye o bölgedeihtiyacı olduğu için, sonradan uzlaştılar.)Nizamettin TAŞ (Botan), yeniden başarısız gösterilerek APO tarafından cezalandırıldı amaApo'nun ona ihtiyacı olduğu için; bu ceza, ölüm cezası olmadı.Yukarıda da belirttiğimiz gibi; bu şahsa APO zamanında BOTAN  FATİHİ ismini de takmıştı.138  

Çünkü gerçekten çok sapıkça eylemler düzenliyordu. 
Demek ki;  
APO, bu şahısta birazcık daha ümit görmüş olacak ki, kampta ufak bir göreve getirip daha da bilenmesi için zaman tanındı.  
1990 yılının plan ve diğer hazırlıkları APO'nun talimatlarıyla daha çok Kuzey Irak ve İran'da yoğunlaştı. Suriye ve Lübnan'da eğitim görenlerde hazırlıklar yapanlar vardı. 
Bu seferki çalışmalar çok daha şiddetli yürütülüyordu. PKK 4. Kongresi 1990 yılında yapılacaktı ve ortada henüz bir kurtarılmış bölge yoktu. 
BOTAN' da, Tümeni bir yana bırakın Tugay ya da Alay çapında bir birlikten bahsetmek mümkün değildi.Ancak, geçen zaman süresi içinde yani 1984 yılından başlayarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çok büyük bir terör, sindirme-kaçırtma, yok etme faaliyeti yaşanmıştı. Birçok insan canını ve namusunu korumak, kurtarmak için evini, toprağını, hayvanını, her şeyini terk ederek bölgeden kaçmıştı. Bu olaylardan Türkiye'de etkilenmeyen kalmamıştı. Tüm Türkiye'de bu konuda resmi ve sivil çevrelerde çok çeşitli düşünceler oluşuyordu.Herkes aklına, mantığına, algılama düzeyine ve çıkarlarına göre bir sonuç ortaya atıyordu. Türkiye'nin Güneydoğusunda neler oluyordu? Bunun sonu nereye varacaktı? Devlet neler yapıyordu, hükümet ne düşünüyordu? Güvenlik Kuvvetleri niçin bu hadiseleri bastıramıyor,örgütü niçin yok edemiyordu? Hadiselerin özü neydi, boyutları ne kadardı? Daha bir yığın soru sorulmaya başlanmıştı. 
Bu sorular ister istemez zihinlerde oluşuyordu.Aydınlar, çeşitli siyasi ve sosyal çevreler, gruplar içinde aynı sorular gündemdeydi. Neler oluyordu, nereye varacaktı, neler yapılıyordu ve neler yapılmalıydı? Bu gibi sorulara genellikle olayların özünden habersiz, tamamen sübjektif yaklaşımlarla cevap verilmeye çalışılıyordu.    
Herkes bir tarafa çekiyordu, kamuoyu sürekli yanıltılıyor du. Yöre halkı zaten her an, her.saat etkileniyor ve terörle içice yaşıyordu.139 

13.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder