18 Kasım 2019 Pazartesi

Tanrının Adamları, BÖLÜM 1

Tanrının Adamları,  BÖLÜM 1 




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
15 Aralık 2018 


 Tarih boyunca dünyaya yön veren kral, bilim adamı, peygamber ya da sıradan insan görünümündeki bazı kişiler tanrının adamlarıydı. Onlar, insanlık için sıra dışı değişimlere neden oldular. Bu makalemizde tarih polisliği yapacağız. Tanrının planı neydi, kimleri seçti ve neleri değiştirdiler? Daha önemlisi Tanrının şimdiki gözdeleri kimler? Bilim adamları uzayda zaman ve mekânın kırıldığını yani çok eski zamanlara gidebileceğimizi keşfettiğinden beri, zaman tünelinde milyarlarca yıl geri gitmeye çalışırken; en önemli amaçlarından birisi büyük 
patlamaya dönerek Tanrı’nın planını öğrenmektir. Dünya tarihini altı bin yıl ve dünyayı düz zanneden semavi dinlerin öngördüğü kıyamet saati ise çoktan geldi geçti. Uzun zamandır Mesih/Mehdi bekleniyor ve Kıyamet Savaşı öngörüleri rağbet görüyor. İnsana bir ruh ve beden veren Tanrı, ruhun içine akıl koydu ve Tanrı akılda gizli. Tanrı, insanlık tarihine özel görev verdiği kişilerle yön vermeye devam ediyor. Bu makalede, Tanrının adamlarını bulacağız. 

 Yaratılış.. 

 Tanrının planı, insanı neden yarattığı (yaratılış) ile ilgili bir analiz için öncelikle Tanrı düşüncesinin kaynağı olan kutsal kitapların açıklamalarına bakmamız lazım. Üç semavi dinin kutsal metinlerinin anlatıları birbirine büyük ölçüde yakın olduğu için işimiz zor olmayacak. Yaratılışın öyküsü, Eski Ahit’in Tekvin (Yaratılış) bölümünde iki değişik biçimde anlatılır. Tek bir erkek (Âdem) toprak ya da çamurdan yaratılmış, içinde yaşadığı bahçe Cennet olarak betimlenmiştir. Müteakiben hayvanlar, ardından erkeğe eşlik etmek üzere onun gövdesinden 
bir kadın (Havva) yaratılmıştır. Kadının bir yılan, erkeğinse kadın tarafından kışkırtılması sonucu ikisinin birden iyiliğin ve kötülüğün bilgisini taşıyan ağacın yasak meyvelerinden yemeleri Cennet'ten kovulmalarına neden olur. Semavi din kitaplarına göre, insanoğlunun tarihsel deneyimi Âdem ile Havva'nın Cennet'ten kovulmasıyla başlar. Cennet'ten kovulduktan sonra Âdem ile Havva'nın, içlerinde Habil, Kabil ve Şit’in de bulunduğu birçok çocukları olur. İlk peygamberler; 930 yıl yaşayan Âdem ile yedinci nesil torunu ve öğrencisi Hanuh (Eski Yunan’da Hermes, İslamiyet’te İdris Peygamber) olur, sonraki ise Nuh’tur. 

Tanrının insanı nasıl yarattığı ile ilgili detaylı bilgilere Hermes’e indirildiği iddia edilen 30 sayfalık kitapta ulaşıyoruz. Âdem’e verilen 10 sayfa kayıp olduğu halde, Hermes’e indirilen metin, çok zaman tahrife uğramış ve yok edilmiş olmasına rağmen günümüze bir şekilde ulaştı. 
Hermetizm, daha sonra Bâtıniliğin (Tanrının gizli dili) temelini oluşturdu1. Hermetik düşünceye göre, Yüce Akıl (Tanrı), kendisine benzeyen bir yaratık olan (gayr-i cismani) insanı yaratır. Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır2. Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki bu akıl hem Tanrılarda hem de insanlar da vardır ve onları bir araya getiren şey odur3. Ölümle birlikte hayati ruh, maddi evreni bırakır, onun üzerinde olan ve Tanrı’nın kudretlerinin bulunduğu gayr-i cismani âleme girer. Kendisi de 
bizzat bu kudretlerden biri olur, Tanrı’da olur4. İnsan ruhu, cisimlendiği vakit hazların kötü etkileriyle bozulur. Akıl, ruhun bu hastalığını tabii acılarla (hastalık) tedavi eder. Ölüm meydana geldiğinde, aklın terk ettiği ruh, eğer irfanı (bilgelik) elde etmişse akıl olur, yoksa safi bir ruh olarak kalır, girebileceği başka bir beden arar. Böylece kendi kendini cezalandırır5. 

Yahudi inancına göre; Âdem, ‘arzu’nun var olmadığı, masumiyet ve dürüstlüğün 
mekânı Eden Bahçesi’nde yaşıyordu. İlk ihtiyaç cinsellik, reddedilen ilk duygu yalnızlıktır. İlk insana sadece iki şey yasaktır, bu iki yasak da yemekle ilgilidir. Bilgi Ağacı’nın meyvelerini (yoksa bilgiyi, kendini, dolayısıyla şüpheyi keşfedebilirdi) ve Yaşam Ağacı’nın meyvelerini (yoksa sonsuz yaşama kavuşabilirdi) yemesi yasaktır. 
Her iki durumda da Tanrı’ya ait ayrıcalıklar söz konusudur. İnsan; arzu etmemek için, ne cehaletinin kapsamını ne de  durumunun sınırlarını bilmelidir. 

Bu iki yasak ağaçtan birinin meyvelerini yediği zaman arzularının farkına varır ve çalışmadan hiçbir şeyin elde edilemediği kıtlık dünyasına itilir. 

Hıristiyan inancına göre; ilk insanlar olan Âdem ile Havva’nın Tanrı’nın yasakladığı meyveden yemesi kendilerini günaha sokmakla kalmamış, henüz varlığa gelmemiş tüm insanların da günahkâr olmasına yol açmıştır. Bu nedenle, her doğan bebek günahkâr olarak doğar ve günahlardan arınması için İsa’nın cisimlendiği sayılan Kilise’de vaftiz edilmesi gerekir. 

 İslam inancında da Âdem insanlığın atası ve ilk peygamber, Havva da insanlığın anası olarak kabul edilir. Ancak, Kuran'da ‘Havva’ diye bir isim geçmez. Havva'nın yaratılmasıyla ilgili olarak Kur’an'da ayrıntılı bilgi verilmez; '' Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık...'' açıklamasıyla yetinilir. Kur’an'da Âdem ile Havva'nın önce yerleştirildikleri, sonra da günahları yüzünden kovuldukları bir Cennetten söz edilmekle birlikte, yaklaşmama ları buyrulan ağaca ilişkin Ku’ran'da ve güvenilir hadislerde hiçbir bilgi yoktur. Âdem ile Havva'nın Cennetten kovulmaları Ku’ran'da, şeytan tarafından baştan çıkarılmalarıyla açıklanır6. Kur’an'a göre; Allah, Âdem’e bütün adları öğretir, meleklere Âdem’e secde etmelerini buyurur, emri alan melekler secde eder. İblis (Şeytan) ise kendisinin Âdem’den üstün olduğunu söyleyerek secde etmekten kaçınınca, lanetlenip Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılır7. 

 Söylendiğine göre, Âdem Cennetten sonra Hint toprağına ya da Serendib (Seylan) Adasına, Havva ise Cidde'ye indirilir. Uzun süren bir ayrılıktan sonra Cebrail, Âdem’i Arafat Dağı’na götürür, Havva'yı arayıp bulur. Âdem ile Havva'nın kavuştukları yere ‘Müzdelife’ denir. Yılan Isfahan’a, İblis ise Meysan adında bir yere atılır. Allah, Âdem’e Kâbe’yi yapmasını emreder. Cebrail'den hac törenini öğrenen Âdem, ölünce Ebu Kubeys Dağı eteğine gömülür. 

 Tanrının Planı.. 

Cennet Bahçesi’nden atılma, insanlığın sürgününe yol açar, insanı maddi bir varlık haline getirir, artık kanlı-canlı bir varlıktır. Tevrat’ta verilen kronolojiye göre Âdem ve ailesi M. Ö. 4.000’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde geniş ve verimli bir arazi olan Harran Ovası’nda yaşıyorlardı. Habil koyun çobanı, Kabil ise çiftçi olmuştu. Kendi kurbanı Tanrı tarafından kabul edilmediği için kıskançlık nedeni ile koyun postuna saklanan Kabil, Habil’i öldürür. Bu insanlık tarihindeki ilk cinayet ve terör olayıdır. Böylece günümüze kadar sürecek insanın insanı pervasızca öldürdüğü bir dönem başlar. 

Tanrı Adem ve Havva’ya kötülüklerden tamamen arındıkları takdirde cennete 
tekrar dönmeyi vaat etmiştir. Böylece alelade bir insan olarak Âdem, insanlığın yazgısını değiştirmek için bir anlaşma yapar; ahlaki masumiyeti geri kazanmak ve kıtlığı ortadan kaldırmak üzere yeryüzünde Tanrı’nın krallığını kurmak. Bu başlangıçtaki noktaya geri dönmek değildir. Bu anlaşma ile insanlığın zamanı çalışmaya başlar ve Tanrı insana kendi kaderini belirleme (hür irade) imkânı tanır. Artık insanlığın tek hedefi, hatasını telafi etmek için zamanı değerlendirmektir. İnsanlığın görevi, “kayıp cenneti” tekrar yaratmaktır8. Ancak, nesilden nesile olaylar çığırından çıkar. İnsanlar yeni bir cennet bahçesi yaratmak için çalışmak yerine, kavga ve hırsları yüzünden gittikçe bu amaçtan uzaklaşır. Artık, insanoğlu cennete dönemeyecek kadar yoldan çıkmış, kötülüğe bulamıştır. 

 (1) Yahudilik: Tanrı iş başında, vaat edilmiş topraklar; 

Büyük Tufan’dan hemen sonra, Tanrı yeni bir strateji uygulamaya karar verir. İnsanlar O’nun bilgeliğine sahip olmadığına göre, bir halkı kendine aracı yapacaktır. Bu halka özel görevler verecek, ancak herhangi bir imtiyaz tanımayacaktır. Bu halktan örnek olmalarını ve dünyayı günahtan arındırmalarını isteyecektir. Musevi inancına göre, İbrani halkı böyle doğar. 

Bundan onbeş yüzyıl sonra bu halk “Yahudiler” olarak anılacaktır. 

 Yaratılış kitabına göre, Abraham (İbrahim), M.Ö. 1812’de, yani Âdem’den yirmi, Nuh’tan on nesil sonra dünyaya gelir. Tanrı, İbrahim’e iki emir verir. İlk emir, topraklarını genişletmek ve değerlendirmektir. İkinci emir, insanoğlunun kurban edilmesini yasaklamaktır. Tanrı’nın insan kurbana ihtiyacı yoktur ama hayvan kurbandan vazgeçmez. Ardından Musa gelir ve Tanrı’nın verdiği görevi Sina Dağı’nda yaptığı anlaşma ile kabul eder. Musa’nın halkını yenilemesi, Mısır’ı tanımamış bir nesille değiştirmesi gereklidir. Mısır’dan Tanrı’nın yardımı ile çıkış ve Kenan ülkesine geliş M.Ö. 1212’de gerçekleşir. Musa, Tanrı’nın yazdırdığı On Emir ile yeni bir ahlak sistemi kurar9. Musa’dan sonraki önemli isim Davut ise kabileleri birleştirir. Ancak, Davut ve Süleyman’ın İsrail Krallığı yıkıldıktan 136 yıl sonra ortaya çıkan Yehuda Krallığı da M.Ö. 586’da son buldu10. 

 (2) Hıristiyanlık: Tanrı’dan ayrışma, müjde (Cennet); 

Yeni Mısır, Roma İmparatorluğu’dur. Tanrının stratejisi tekrar değişmek zorundadır. Yahudilerin sözünde duramayacağı ortaya çıkmıştır. Sorun vaat edilmiş topraklarla çözülemeyecek kadar büyümüştür. Yeni mesaj ‘İsa (Chris-Hristo)’ ile gelecektir; teması ‘müjde’, vaadi ise ‘cennet’tir. Antik Yunan döneminde halk gündelik hayattan zevk almış ve bu hayatı güzel bulmuştu. 

Ama şimdi Roma’nın umutsuz insanları için dünya hayatı, yeryüzünde iyi insanın cennetteki kente doğru kutsal yolculuğu idi. Görünür dünyada mutluluğa eremeyenler dikkatlerini öbür dünyaya verdiler. Tanrısal adaleti kurtarmak için, 
ölümden sonrasında bir ödül ve cezaya inanmak gerekli oldu. Bu da; ‘kurtarıcı (Mesih11)’, ‘cennet’ ve ‘cehennem’ gibi kuramları doğurdu. İsa’nın Tanrı Krallığı kurmak fikri, Roma’ya savaş açmak demekti ve bu yüzden çarmıha gerildi. Müritlerine gelecekteki krallıkta hepsinin birer hükümdar olacağını vaat etmişti. Çarmıha gerildiğinde başındaki yazıda “İsa, Yahudilerin kralı yazıyordu”; suçu, başının üstüne yazılmıştı. Öldükten 40 saat sonra birkaç müridinin 
İsa’nın gölgesini gördüğünü iddia etmesi ile Hıristiyanlık başladı. Yeniden dirildiğine inanılan İsa, Mesih kabul edildi. 

Musevi (Eski Ahit) inancına göre Mesih gelecek, Roma ile savaşacak ve Yahudileri kurtaracaktı. Çarmıha gerilen İsa, onların Mesih’i olamazdı. Ancak, İsa’nın takipçileri acı çeken ve ölen bir Mesih tanımı buldular. İbranice’de cennet kavramı veya bunlarla ilgili ifadeler yoktu. Kehanetçi Daniel’in kitabında yer alan rüyalar kullanılarak, ‘cennet’ kavramı ortaya çıkarıldı. Böylece dünyada acı çeken insanları dinde tutabilmek için ‘cennet’ vaat edilecekti. 

İnciller en erken M.S. 2. yüzyıl ortalarından itibaren yazıldılar. Hıristiyanlık başlangıçta bir 

Yahudi mezhebi olarak ortaya çıkmış, 1. yüzyılın sonunda ise Yahudi olmayan putperest unsurlar Hıristiyanlığa doluşmuştur. Ölen ve dirilen tanrıları temsil eden Paskalya ile Tanrı Mitra’nın doğumu olan Noel bayramı bu tür eklemelerin sonucu olmuştur12. Keza Yahudilikte bulunmayan ve ancak 4. yüzyılda ortaya çıkan düzmece Meryem hikâyesi de bir kadın ilah arayışının sonucu Mısırlı İsiada’dan transfer edilmiştir. 

Hıristiyanlık, yavaş yavaş evrensel bir din haline dönüşürken, Hıristiyan dogmacılığı olağanüstü karmaşık, sorunlu ve çelişkili hale geldi. Erken Hıristiyanlıkta ibadet oldukça sade idi ve ayinler hemen hemen yoktu. M.S.325’de İznik’te Konsülü toplayan Roma Kralı Constantin, hiçbir zaman Hıristiyan olmadı ama krallığın istikrarı ve halkın birleşmesi için Hıristiyanlığı ülkenin dini olarak seçti. Konsül’de birçok İncil taslağı reddedildi ve sadece 
bugünkü dört İncil’e son hali verildi. Konsül’de Paskalya, dini ayinler, İsa’nın ölümsüzlüğü karara bağlandı. O tarihe kadar ölümlü bir insan kabul edilen İsa’ya ‘Tanrı’nın oğlu’ denmeye başlandı. 

 (3) Müslümanlık: İslam (boyun eğ), birlik (cihat): 

Hıristiyanlık da yoldan çıkınca sıra son peygambere ve nihai plana gelmiştir. Bu sefer Tanrı’nın mesajı daha serttir; İslam yani boyun eğ, itaat et yoksa cehenneme gidersin. Cennet hala geçerlidir ve İslam ile önerilen ‘birlik’ olmak, dünyayı Müslümanlaştırmaktır. Bunun için önerilen metot; ‘cihat’ yani din için savaştır. M.S. 6. yüzyılın sonuna gelindiğinde Ortadoğu’nun büyük bölümüne iki imparatorluk hâkimdi; Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) ve Zerdüşt Sasani Pers İmparatorluğu. Aralarındaki savaş ve veba salgını ikisini de tüketmişti 
ve bu İslam’ın zaferi için yolu açtı. Hz. Muhammed ve ona inananlar Arap Yarımadası’nda birlik sağladılar. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştlük yerine vahiy gelen vizyonu yaymaya koyuldular. Cihat anlayışına göre dünya; Darü’l İslam (İslam’ın Evi) ve Darü’l Harp diye iki bölüme ayrılmıştı. Arap orduları, yeni dini Afrika’nın Atlantik kıyılarına, İspanya’nın büyük bölümüne, orta Fransa’ya ve doğuda kuzey Hindistan’a kadar taşıdılar. Tüm insanlığı birleştirip barış getireceği inancıyla İslam aynı anda hem bir din, hem çok-uluslu bir devlet, hem de yeni bir dünya düzeniydi. 

 İslam adı altında barışın ve adaletin yayılması tek yönlü ve geri dönüşsüz bir süreçti. Erken İslam İmparatorluğu yayıldıkça, zamanla çok sayıda güç merkezine bölündü. Halefiyet sorununun yol açtığı hizipler İslam’ın iki ana kolunu oluşturdu. Ebubekir’in taraftarlarına göre; Hz. Muhammed’in Tanrı ile ilişkisi eşsiz ve nihaiydi; halifenin başlıca görevi, Hz. Muhammed’in vahiylerini ve inşa ettiklerini muhafaza etmekti. Bunlar “gelenek ve konsensüs halkı” anlamında Sünni oldular. Ali’nin taraftarlarına (Şii veya Alevi) göre; İslam toplumunun 
yönetimi, aynı zamanda ezoterik (Batıni) bir unsur içeren ruhani bir görevdi. Müslümanlar Hz. Muhammed’in vahiyleriyle doğru ilişkiye ancak, dinin gizli “içsel” anlamlarının mutemetleri olan Peygamber’in ve Ali’nin soyundan gelen ruhani eğilimli bireylerin kılavuzluğunda girebilirlerdi. Sonunda dördüncü halife olan Ali katledildiğinde; Sünniler, temel görevlerini İslam’da düzenin yeniden kurulması olarak gördüler ve istikrarı yeniden kuran hizbi desteklediler. 

Bu genel tutum yüzyıllardır etkisini sürdürmektedir. 

 Ortadoğu’nun haşin coğrafyasından evrensel emelleri olan üç büyük din, peygamberler ve fatihler çıkmıştır. Yahudiler, beş büyük sürgün ve yaşadıkları soykırımlardan sonra devlet oldukları bugünkü İsrail ve diyasporası içinde vaat edilmiş topraklara kavuşma hayali ile kutsal bir millet oldukları inancını hala muhafaza ediyorlar. Hıristiyanlık, bir uluslararası düzen ilkesi olmaktan çıktı, felsefi ve tarihsel bir kavrama dönüştü. Uluslararası sisteme bakış çoğulcu ve 
laik bir siyasete evrildi. Hz. Muhammed ile başlayan siyasi hilafet dönemi, Osmanlı İmparatorluğu ile 1920’lere kadar devam etti. İslam dünyası, hala dış dünya ile kaçınılmaz bir çatışma içindedir. 

 Üç büyük din de, kıyametin yakın olduğu ve öncesinde büyük bir savaşın yaşanacağı müşterek kehanetine sahiptir. Armageddon, dini kaynaklarda Dünya’nın sonu geldiğinde yapılacağı rivayet edilen büyük Kıyamet Savaşı’nın adıdır. İslam’da Melhame-i Kübra olarak bilinen savaş, Hıristiyanlık ve Musevilik’te Armageddon olarak bilinmektedir. İncil’e göre; Armageddon eski düzenin sonu ve yeni düzenin başlangıcını oluşturan bir dönüm noktası 
olacak, Atanmış Kral (Mesih) savaştan sonra yeryüzünde 1000 yıl hüküm sürecektir13. Mesih inancı; Yahudilerin vaat edilmiş topraklara (Nil-Fırat arası, İsrail bayrağındaki mavi çizgiler) ulaşmaları durumunda İsa/Mesih'in dünyaya geri döneceği ve kutsal Armagedon Savaşı’nın o zaman kazanılacağı inancı üzerine kuruludur. Evanjelikler ise Eski Ahit'in; Yahudilerin ‘Tanrı'nın seçilmiş halkı’ olduğu, Kutsal Topraklar'ın Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi kehanetlerini tamamen 
kabul ederler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder