27 Kasım 2019 Çarşamba

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 2

Doğu Akdenize Kıyısı Bulunan Devletlerin Deniz Yetki  Alanı Sınırlandırmaları ile İlgili Tutumları BÖLÜM 2



Türkiye’nin Yunanistan ile yapacağı sınırlandırma anlaşmasında ise öne çıkan diğer ilgili coğrafi unsur adalardır. Adalara ne etki verileceğini adanın konumu, 
nüfusu, büyüklüğü ve coğrafi dengesi gibi özellikler belirler. Her ne kadar adaların kıta sahanlığı olsa da, bu durum adaların anakaralarla aynı statüde 
bulundukları anlamına gelmez.54 

Sorunun çözümünde uluslararası hukukun aradığı asıl ilke hakça paylaşım ilkesidir. Bu ise; coğrafyanın yeniden biçimlendirilmemesi ya da doğadan gelen eşitsizlikleri telafi etmeme ilkesi, ilgili devletlerden birinin diğer devletin doğal uzantısını kapatmama ilkesi, ilgili bütün koşullara saygı ilkesi ve bütün devletler hukuk önünde eşit olsa ve eşit muameleye tabi tutulsalar da, hakkaniyetin mutlak eşitlik anlamına gelmediği ilkesi gibi bir dizi ilkeyi birlikte kapsar.55 

Doğu Akdeniz ve Ege’de hakça bir sınırlandırmanın olması için bu ilkelerin bir arada değerlendirilip sınırlandırma çizgisinin öyle belirlenmesi gerekir. 
Rodos gibi meskûnu bulunan adaların sınırlandırma çizgisinin belirlenmesine kısmi etkisi olsa da, bu etkinin ilgili devletlerden birinin doğal uzantısının 
kapatılmaması ilkesi gereğince Türkiye’nin güneye doğru uzanacak deniz yetki alanını kapatmamalıdır. Buna karşılık çok küçük olan Meis Adası’nın 
sınırlandırma çizgisinin belirlenmesinde ihmal edilmesi gerekir.56

UAD uyuşmazlık davalarında karar verirken benzer durumda bulunan adaları dikkate almamıştır. UAD’ın en son 2009 yılında Ukrayna ile Romanya arasında sorun oluşturan Serpent/Yılan Adası ile ilgili verdiği karar bu yöndeki uygulamalara bir örnek olabilir. 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile ilgili en önemli sorun GKRYile yaşanmaktadır. Rum Yönetimi, 5 Nisan 2004’te resmi gazetede 
yayınlananbir yasa ile 24 mil genişliğinde bitişik bölge ve 200 mil genişliğinde MEB ilan etmiştir. Rum Yönetimi, bunu yaparken KKTC ve Türkiye 
ile anlaşma yoluna başvurmamış ve tek taraflı hareket etmiştir. Bu nedenle Yönetim, hem uluslararası hukukun öngördüğü karşılıklı sahili bulunan devletlerle anlaşılarak hakça bir sınırlandırma yapılması ilkesini, hem de KKTC ile Türkiye’nin hak ve görüşlerini dikkate almamıştır. 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki GKRY, Kıbrıs Rum Yönetimi ifadesini reddetmekte ve Kıbrıs’ta tek bir devlet olduğunu bu devletin de ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olduğunu iddia etmektedir. Türkiye hariç uluslararası toplumun ve hukukun da Kıbrıs Adası’ndaki statüyü bu şekilde kabul ettiğini vurgulamaktadır. Buradan hareketle, Rum Yönetimi Kıbrıs’ın 1964’te kabul edilen bir yasa ile 12 millik karasuları ilan ettiğini, 1993’te BM’e karasuları genişliğinin ölçülerini gösterir koordinatları resmen ilettiğini ve bu koordinatların BM tarafından 1996 yılında onaylandığını söylemektedir. Ayrıca Kıbrıs’ın 
1988’de BMDHS’ni imzaladığını ve 2004’te Sözleşme’nin hükümlerine ve Uluslararası Hidrografi Örgütü’nün kabul ettiği metotlara uygun bir şekilde 
MEB alanı ilan ettiğini dile getirmektedir.57 Rumlar ancak bu gelişmelerden sonra, 26 Ocak 2007’de Adanın güneyinde on üç adet hidrokarbon arama ruhsat sahası ilan ettiklerini belirtmektedir. 

Rum Yönetimi 

Türkiye’nin Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölge için önerdiği, ilgili devletler arasında hakkaniyet prensibine uygun bir anlaşmayla MEB ve kıta sahanlığı sınırlandırması yapılması yöntemini uluslararası hukuka göre temelsiz bulmaktadır. GKRY söz konusu prensip gereğince akdedilecek bir anlaşmanın Kıbrıs’ı deniz alanlarından yoksun bırakacağını, bu durumun ise BMDHS’ne ve UAD’ın kararlarına aykırılık teşkil edeceğini ileri sürmektedir. GKRY, BMDHS’nin 74 ve 83. maddelerinin, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesine aykırı olmayacak şekilde kıyıları karşılıklı veya bitişik devletler arasında hakkaniyete uygun bir kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırması yapılabileceğini öngördüğünü belirtmektedir. Rumlar söz konusu maddelere uygun şekilde Mısır ile 2003’te, Lübnan ile 2007’de (Lübnan Meclisi anlaşmayı hala onaylamamıştır) ve İsrail ile 2010’da ortay hat prensibini temel alarak anlaşmalar yaptıklarını vurgulamaktadır. Rum idareciler, Türkiye’nin Sözleşme’nin bahse konu maddelerine önyargı ile yaklaştığını ve bu tutumuyla ‘sınırlandırmanın Uluslararası Hukuka uygun olarak anlaşmalarla gerçekleştirilmesi yükümlülüğünü kasten ortadan’ kaldırdığını ileri sürmektedir.58 

GKRY, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetini resmen tanımadığını ancak uluslararası deniz hukukunun genel prensiplerinden biri olan Akdeniz gibi kapalı veya yarı kapalı denizlerde sahili bulunan devletler, haklarını kullanır ve sorumluluklarını yerine getirirken bir birleriyle işbirliği yapmak mecburiyetindedirler ilkesini kabul ettiğini; bu kabulün Rum Yönetimi’nce Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni uluslararası kamu hukukunun yerleşik kurallarına göre zımnen bir devlet olarak tanıdığı şeklinde yorumlandığını ifade etmektedir. Bu nedenle Rum yönetimine göre Türkiye, Kıbrıs’taki meşru hükümetle kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırma anlaşması imzalamak için yapıcı bir tutumla görüşmelere başlamalıdır.59 

< Kıbrıs Rum Yönetimi, söz konusu maddelere uygun şekilde Mısır ile 2003’te, Lübnan ile 2007’de ve İsrail ile 2010’da ortay hat prensibini temel alarak anlaşmalar yapmıştır.  Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve MEB alanının dış sınırını uluslararası hukuka uygun, ilgili tüm devletler ve ilgili tüm özel koşullar dikkate alınarak yapılacak hakça bir anlaşma ile belirlemek istemektedir.  >

Son olarak GKRY’nin Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda uluslararası hukuku ihlal ederek tek taraflı davranmakla suçladığı kaydedilmelidir. Rumlar bu çerçevede Türkiye’nin 1958 Cenevre sözleşmelerini ve 1982 BMDHS’ni imzalamadığını; Akdeniz’de 
MEB ilan etmediğini, Doğu Akdeniz bölgesindeki hiçbir devletle kıta sahanlığı anlaşması yapmadığını ve Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) ile deniz yetki alanlarını sınırlandırmak üzere bir anlaşma yapmaya katiyen yanaşmadığını uluslararası toplantılarda sürekli gündeme getirmektedir. Rum Yönetimi temsilcileri 
Türkiye’nin Bakanlar Kurulu Kararlarıyla Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verdiği hidrokarbon yatağı arama ruhsatları ile Kıbrıs’ın MEB ve kıta sahanlığını açıkça ihlal ettiğini, kendi potansiyel MEB ve kıta sahanlığı alanlarının dışına çıkarak bölgede keyfi ve yanlı hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedir. 

Türkiye 

Türkiye, Doğu Akdeniz’de 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile New York’ta imzaladığı kıtasahanlığı anlaşması hariç herhangi bir kıta sahanlığı veya MEB 
anlaşması imzalamamıştır. Çünkü Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve MEB alanının dış sınırını uluslararası hukuka uygun, ilgili tüm devletler 
ve ilgili tüm özel koşullar dikkate alınarak yapılacak hakça bir anlaşma ile belirlemek istemektedir. 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno 
DT/16390 (Ekim 2005) ve UN. Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalardaaçıkça ifade edildiği gibi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz 
yetki alanlarının paylaşımı ile ilgili tutumu buradaki sınırlandırmanın ilgili tüm devletler arasında yapılacak anlaşmalar yoluyla belirlenmesi gerektiği 
şeklindedir. Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka uygun olduğuna inandığı bu temel çerçevede hem kendi kıta sahanlığı ve MEB haklarını, hem 
de KKTC’nin haklarını koruyacak şekilde hareket etmektedir. 

Türkiye Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölgede yapılacak bir sınırlandırmanın uluslararası hukukun başlangıçtan beri (ab initio) ve fiilen (ipso facto) ilkeleri ile kendisine bölgede tanıdığı mevcut hukuki egemen haklarını doğrudan ilgilendirdiği görüşündedir. Türkiye’nin tezine göre bu bölgedeki sınırlandırma lar ilgili tüm tarafların katılımıyla, uluslararası hukukun hakkaniyet prensibine uygun anlaşmalarla belirlenmelidir. 

Bu nedenle Türkiye GKRY ve Mısır arasında imzalanan sınırlandırma anlaşmasını tanımamaktadır. Ayrıca Türkiye bu anlaşmanın imzalanması üzerine 2 Mart 2004’te verdiği bir notayla 32° 16’ 18’’D boylamının batısında kalan sınırlandırma sahası ile ilgili uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını saklı tuttuğunu bildirmiştir. 

4 Ekim 2005 tarihinde yine BM’ye ilettiği bir nota ile GKRY’nin yukarıda ifade edilen görüşlerini reddederken söz konusu bölgedeki haklarını saklı tuttuğunu vurgulamıştır. Buna göre Türkiye; Kıbrıs Adası’nın batısında kalan sınırlandırma alanındaki deniz yatağında, deniz yatağı altındaki toprak kitlesinde ve üzerindeki sularda tüm hukuki haklarını saklı tutmakta ve saklı tuttuğu bu hakları koruyacağını da ilan etmektedir. 

Diğer yandan, Türkiye Rum Yönetimi’nin bölgedeki diğer devletler ile yaptığı deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmalarının Kıbrıs sorunu çerçevesinde ele 
alınması gerektiği görüşündedir. GKRY’nin diğer bölge devletleri ile imzaladığı sınırlandırma anlaşmalarındaki alanlar ile ilgili Türkiye’nin herhangi bir hak 
talebi bulunmamaktadır. Ancak bu anlaşmalar Kıbrıs Adası’nda devam eden sorunun tarafı olarak Kıbrıs Türk Toplumu’nun haklarını yok saymakta ve 
adadaki müzakere sürecini olumsuz etkilemektedir. 2 Mart 2004’te BM’ye sunulan notada da açıkça ifade edildiği gibi Türkiye, Kıbrıs Adası’nda Kıbrıs 
Türk ve Yunan Toplumlarını birlikte bir bütün olarak temsil eden hukuki veya fiili tek bir otoritenin olmadığı düşüncesindedir. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın 
30 Ocak 2007 tarihinde konu ile ilgili yaptığı bir basın açıklamasında açıkça dile getirildiği gibi GKRYKıbrıs’ın tümünü temsil etmemektedir. O nedenle 
Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’de imzaladığı anlaşmaların ve konu ile ilgili yaptığı yasal düzenlemelerin geçerliliği yoktur. Kıbrıs Türk Toplumu’nun 
Adanın deniz yetki alanlarında hem hakkı hem de yetkileri vardır. 

< Türkiye, Kıbrıs Adası’nda Kıbrıs Türk ve Yunan Toplumlarını birlikte bir bütün olarak temsil eden hukuki veya fiili tek bir otoritenin 
olmadığı düşüncesindedir.  >

Türkiye’nin üzerinde durduğu konulardan birisi de Rum Yönetimi’nin tek taraflı attığı bu adımların Kıbrıs Türk ve Yunan Toplumları arasında devam eden müzakere sürecini olumsuz etkilediği hususudur. Türkiye’ye göre Rum Yönetimi’nin yaptığı bu anlaşmalar müzakere sürecinin en önemli konularından 
birini teşkil eden egemenlik sorunu ile doğrudan bağlantılıdır. İki toplum arasında devam eden müzakerelerde varılan ilke mutabakatlarına göre ise egemenlik sorunu yeni kurulacak ortaklık hükümetine hasredilmiştir. Bu somut duruma rağmen, Rum Toplumunun Türk Toplumunu yok farz ederek imzalamaya yöneldiği anlaşmalar, Rumların çözüm süreci ile ilgili samimiyetlerinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Kıbrıs’ta deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmaları ve hidrokarbon aranması gibi faaliyetler ancak Kıbrıs sorununun karşılıklı mutabakat zemininde çözümü ile mümkün olmalıdır. Adadaki sorun çözülmeden Rum tarafının yanlı hareket ederek ilan ettiği deniz yetki sahalarında çalışma yapmak isteyen ülke ve şirketler, Kıbrıs Türk Toplumu’nun haklarına riayet etmeli ve adadaki sorunu daha da çetrefilleştirecek adımlar atmamalıdır. 

2011 Petrol ve Doğal Gaz Arama Krizi 

Maalesef Türkiye’nin uyarılarına rağmen Kıbrıs’taki sorunu daha da derinleştirecek adımlar atılmış ve 2011 sonbaharında Rum Yönetimi’nin sondaj çalışmalarına başlamasıyla Doğu Akdeniz’de kısmi bir kriz yaşanmıştır. Kriz ve sonrasında yaşanan gelişmeleri irdelemeden önce Rum Yönetimi’nin sondaj 
aşamasına nasıl geldiğine kısaca bakmakta fayda olabilir. 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 29 Nisan 1958’de Cenevre’de kabul edilen ve 10 Haziran 1964’te yürürlüğe giren Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ni 1974 yılında 
imzalamıştır. Rum Yönetimi aynı yıl Sözleşmenin öngördüğü prensipler çerçevesinde bir kanun kabul ederek kıta sahanlığı ilanında bulunmuştur.60 

GKRY 

1988’de BMDHS’ni onayladığını duyurmuştur. 1993 yılında karasularını gösterir koordinatları BM’e sunmuş ve BM’de bu koordinatları 1996 yılında onaylamış tır.61 Rum Toplumu, 5 Nisan 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir kanunla 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere MEB ilanında bulunmuştur.62Rumlar bu çerçevede 17 Şubat 2003’te Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnan ve 17 Aralık 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalamış  tır. İfade edilen gelişmeler üzerine Türkiye, BM nezdinde girişimlerde bulunmuştur. 2 Mart 2004 ve 23 Temmuz 2007’de BM’e verilen notalarda 
ve 30 Ocak 2007’de yayınlanan 18 No’lu basın açıklamasında Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararasıhukuktan doğan hakları olduğunu ve bu hakları saklı 
tuttuğunu açıkça belirtmiştir. 

Ancak Rum Toplumu, Türkiye’nin uyarılarını dikkate almadan çalışmalarını sürdürmüştür. 2006 yılında Adanın güneyinde kalan 51 bin km2’lik bir alanda 
iki ve üç boyutlu sismik araştırmalar yapmıştır. GKRYbu sismik araştırmalardan elde ettiği bilgiler ışığında 26 Ocak 2007 tarihinde bir yasa kabul ederek 
adanın güneyinde on üç adet hidrokarbon arama ruhsat sahası ilan etmiştir. 15 Şubat 2007’de bahse konu olan on üç parselden 3 ve 13’cü parseller hariç 
on bir parsel için açtığı ihalenin üç yıl süreyle geçerli olacak ilk turuna çıkmıştır.63 

Sadece üç teklifin verildiği ilk tur ihale sonunda Amerikan Noble Enerji şirketine 12. parsel üzerinde hidrokarbon arama ruhsatı verilmiştir. 

Şirket yetkilileri ile 2008 yılında varılan mutabakattan sonra GKRY19 Eylül 2011’de 12. parselde petrol ve doğalgaz arama çalışmaları yapmaya başlamıştır. Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri, MEB sınırlandırma anlaşmaları ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bir süredir gergin olan ortam 12. parselde sondaj çalışmalarının başlamasıyla bir krize dönüşmüştür. 

Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sondaja resmen başlayacağını anlayınca 15 Eylül 2011’de Rum Yönetimi’nin sondaj faaliyetlerine başlaması durumunda 
Türkiye’nin KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması yapmak üzere mutabakata vardığını duyurmuştur.64 Rumların sondaj çalışmalarını atılan bu adımda 
durdurmayınca, 21 Eylül 2011’de New York’ta Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” 
imzalanmıştır.65Anlaşmanın imzalanmasından sonra KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve TC Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmalardan, 
iki ülke arsasında yapılananlaşmanın Rum Yönetimi’nin attığı tek taraflı adımlardan vazgeçirmeye yönelik olduğu anlaşılmaktadır.66 Nitekim Eroğlu 
anlaşmanın imzalandığı gün yaptığı değerlendirmede atılan adımın Rum muhataplarını bu tür davranışlardan vazgeçirmeye yönelik önleyici bir tedbir 
olduğunu açıkça ifade etmiştir. Aynı şekilde Başbakan Tayyip Erdoğan’da anlaşmanın imzalanmasından sonra BM Genel Sekreteri ile yaptığı görüşmede 
Rumların yanlı tutumlarından vazgeçmesi durumunda Türkiye’nin de geri adım atmaya hazır olduğunu açıklamıştır.67 

Türkiye ile KKTC arasında imzalanan anlaşma metni ve Dışişlerinin anlaşmanın imzalanması üzerine yaptığı açıklama birlikte değerlendirildiğinde sınırlandırma 
anlaşmasının, Kıbrıs Türk Toplumu’nun aynen GKRY’nin yaptığı gibi, Adanın tümü üzerindeki eşit haklarına dayandırıldığı görülmektedir.68 

<  Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri, MEB sınırlandırma anlaşmaları ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bir süredir gergin olan ortam 12. parselde sondaj çalışmalarının başlamasıyla bir krize dönüşmüştür. >

Harita-5: Doğu Akdeniz’deki Parseller ve Bazı parsellere teklif veren şirketler 

Bu nedenle anlaşmadan iki devlet arasındaki muhtemel sınırlandırma alanlarının sadece bir bölümünün belirlendiği ve gerek görülürse başka sınırlandırma 
anlaşmalarının da yapılabileceği izlenimi edinilmektedir.69 GKRYise Türkiye ve KKTC arasında imzalanan kıta sahanlığı anlaşmasını yasa dışı ilan ederek 
kınamıştır. 

Atılan bu adımlar da Rum Yönetimi’nin sondaj çalışmalarını durdurmayınca, KKTC Bakanlar Kurulu 22 Eylül 2011’de Kıbrıs Adası’nın güneyinde kalan 
alanlarda petrol ve doğal gaz aramak üzere Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ruhsat tahsis etmiştir.70 

DİPNOTLAR;

54 Pazarcı, Uluslararası Hukuk, 252-255. 
55 Fevzi Topsoy, “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında ‘Hakkaniyet İlkesi’ ve Dağılan Adaletin sağlanmasındaki Rolü”, Erişim 28 Ekim 2013, 
     www.anadolu.edu.tr/sites/default/ files/17pdf, 196-197. 
56 Başeren, “Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları,” 272-73. 
57 PRIO, “The Cyprus Hydrocarbons Issue”, 13. 
58 Özkan, “Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’nin Sınırlandırılması Uyuşmazlığı”, 375. 
59 Başeren, 280-81.
60 GKRY kabul ettiği kıta sahanlığı kanunu için bakınız; 
     http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/CYP_1974_Law.pdf 
61 BM onayı için bakınız; 
     http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/mzn_s/mzn6.pdf 
62 GKRY’nin ilan ettiği MEB sahası için bakınız; 
     http://www.un.org/depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/cyp_2004_eez_proclamation.pdf 
63 GKRY’nin ilk tur ihalesi hakkında geniş bilgi için bakınız; 
     http://www.mcit.gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/FE3EB5707ADA0E6EC225771B0035B0D2?OpenDocument 
64 Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı ilgili açıklama için bakınız; 
     http://www.mfa.gov.tr/no_206_-15-eylul-2011_-kktc-temsilcileriyle-gerceklestirilen-teknik-gorusmeler-hk_.tr.mfa 
65  Anlaşmanın tam metni için bakınız; 
     http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss114.pdf 
66 Başeren, “Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları,” 293. 
67 “Doğu Akdeniz Isınıyor,” Amerikanın Sesi, 22 Eylül 2011, Erişim 3 Ekim 2013, 
     http:// www.amerikaninsesi.com/content/dou-akdeniz-isnyor-130381553/899884.html 
68 Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklama için bakınız; 
     http://www.mfa.gov.tr/no_-216_21-eylul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-iliskindisisleri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa 
69 Başeren, “DoğuAkdeniz Deniz Yetki Alanları,” 293. 
70 KKTC Bakanlar Kurulunun Kararı için bakınız; KKTC Resmi Gazetesi, Sayı: 161, 22 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder