Yüce Divan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yüce Divan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2020 Pazar

“ Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde Adalet yoktur”, BÖLÜM 2



Yekta Güngör Özden: 

“ Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde Adalet yoktur”, BÖLÜM 2


Kaya Ataberk,
09 Şubat 2014,


YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLARI VE ADLİ YIL TÖRENLERİ

Osmanlı Yargıtay'ın da ilk Başkan, ünlü Hukukçu ve Devlet adamı Ahmet Cevdet Paşadır. Türkiye Büyük Millet Meclisince çıkarılan Yasa ile Sivas'ta kurulan muvakkat Temyiz Heyetinde ayrıca birinci başkanlık yoktu, daire başkanlarından biri bu görevi yürütmekteydi. Eskişehir'deki ilk kuruluşunda da Sivas'taki gibiydi. Yargıtay'ın Eskişehir'deki ikinci kuruluşunda başlı başına bir birinci Başkanlık görevi öngörülmüştür.

Birinci Başkanlarca Adalet Yılını Açış konuşması yapma görevinin önceleri hukuki bir dayanağı yoktu, geleneğe dayalı idi. İlk kez Adalet Bakanı Ali Rıza Türel döneminde 6 Eylül 1943 yılında 1943-1944 Adalet yılının başlaması nedeniyle düzenlenen Açılış töreninde Birinci Başkan Halil Özyürük'ün verdiği söylev, geleneğin başlangıcı olmuştur. Bakan Ali Rıza Türel, törenin amacını belirten konuşmasının ardından sözü Halil Özyürük'e bırakmıştır. Açılış törenleri, Adalet Bakanlığınca düzenlenmekte, çağrılar Bakan tarafından gönderilmekteydi. Açılış törenleri genellikle Ankara Hukuk Fakültesi konferans salonunda yapılmaktaydı. Yalnız, 1955 Eylül'ündeki tören Yargıtay'da (Kubbealtı) denilen ve sonradan yıkılan bölümde yapılmıştır.

1943 Eylül'ünden 1955 Eylül'üne kadar her adli yıl açılışında yapılan törenler 1956 yılında Adalet Bakanlığının ara vermesi nedeni ile dört yıl yapılamamıştır. 1960 yılında Adalet Bakanı Abdullah Pulat Gözübüyük'ün çabaları sonucu yeniden canlandırılmış ve günümüze kadar süregelmiştir. 1961-1965-1973-1975 ve 1979 yıllarında seçim dönemlerine rastlaması nedeni ile tören yapılamamıştır.

1955 yılına kadar yapılan açış konuşmalarında; İstiklal Marşı'nın ardından Yargıtay Birinci Başkanlarınca, meslekten ayrılan Başkan, Üye ve Hakimlerin adlarının açıklanmasının ve iyi dileklerinin iletilmesinin ardından Yargıtay'ın yıllık çalışması hakkında bilgi verildikten sonra, yargının sorunları ve çözüm yolları geniş olarak anlatılırdı. 1943 yılından itibaren köklü güzel bir gelenek olarak başlayan 1973 yılında yasa emri haline gelen söylevler bugüne kadar önemini korumuş, adli yargı mensupları ve toplum tarafından her adli yıl'da merakla yargının hep aynı ve değişmeyen sorunlarının Yargıtay Birinci Başkanı tarafından seslendirilmesi beklenir olmuştur.

1960 yılından sonra yapılan Adli Yıl Açılış söylevlerinde; Yargıtay 1. Başkanları gelişen ve değişen Türkiye ve dünya olaylarına kayıtsız kalmamışlardır. Yargıçlarında aydın ve yurtsever olduğu, her konuda sorumluluk taşıdığı, sadece pozitif hukuk uygulayıcısı olmasının yeterli olmadığı, aksine ideal hukukun ve toplumun gerçekleri bulması konusunda düşünce üretmekle yükümlü olduğu kabul edilmiştir. Öz eleştiri yapmanın bireye ve topluma çok şey kazandıracağının bilinci içerisinde Adlı Yıl Söylevlerinde siyasal, ekonomik, toplumsal rahatsızlıkları dile getirmenin tarihsel bir görev olduğu sürekli yinelenmiştir. Yargıtay 1. Başkalarından Halil Özyürük'ün "yeterki, Türk Hakimi Türk yurdunda adaleti daima muzaffer kılmak fikrini, dimağında daima meşale olarak yanık bulundursun" sözünde belirttiği gibi bu görevlerini bugüne kadar topluma ve Türk yargısına yakışan şekilde yerine getirmişlerdir. Adli Yıl Açılış Söylevleri ve içerikleri tarihimiz için önemli yazılı belge niteliği taşımaktadırlar.
Yargıtay Birinci Başkanları, her adli yıl açılısında aynı sorunları yinelenmekten bıkmayarak çözüm yolları aramaya çalışmışlar, sorunlara asla karamsarlık, umutsuzluk içinde değil; iyimserlikle yaklaşarak, tarihsel sürecimizden sonuçlar çıkararak, yüce önder Atatürk'ü örnek alarak, hukuk devletine hep inanmışlardır. Demokrasinin temel öğelerinden olan toplumda hoşgörü ve saygı ortamı içinde siyasal inançlar ve faaliyetleri yadırgamadan, düşman olmadan, Anayasa ve yasaların kendilerine tanıdığı hak ve özgürlükler kapsamında hukuk düzenini oluşturan kuralları tekrar tekrar söylemekten bıkmamışlardır.

1943 yılından beri süregelen anlamlı toplantılarda yargının nasırlaşmış sorunları yinelenerek Türk Adalet Teşkilatının yıllarca çok ağır yük ve sorumluluk altında özveri ile çalıştığı tüm açış konuşmalarında değişik ifadelerle tekrarlanmıştır.

Bu arada millet ve hak yolunda, Adalet hizmetinde 140 yılını geride bırakan Yargıtay, köklü mazisi ve anıtlaşmış kararlarıyla saygınlık yaratmıştır. Yargının sorunlarının gelmiş geçmiş bütün yasama ve yürütme organlarınca bilinmesine ve ısrarla çözümleri ile birlikte tekrar tekrar anlatılmasına rağmen, sorunlarımızın çoğuna arzulanan düzeyde adil, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm getirilememiş olması, son derece üzücü ve geleceğimiz açısından düşündürücüdür.

İlk defa 1977-1978 Adli Yıl Açılışı ,Yargıtay Birinci Başkanı Cevdet Menteş zamanında, Yargıtay'ın o günlerde hizmete açılan şimdiki konferans salonunda yapılmıştır. Sonrasında ananevi gelenek olarak törenler bir istisna (2001 yılı ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonunda) dışında hep Yargıtay'da yapılmıştır.

Her yıl Adli yıl açılış töreni programında Anıtkabir ziyareti yer almaktadır. Bu anlamlı ziyarette, Yargıtay Birinci Başkanı, Anıtkabir özel defterine tüm Yargıtay mensuplarının duygu ve düşüncelerini yansıtır.

Gerçek Hukuk devleti, çağdaş gelişmeleri yasalarına, hukuk düzenine aktaran devlettir. Toplumu oluşturan fertlerin özellikle devlet içinde hakim olan idare edenlerin yasalara ve yargı kararlarına yürekten inanarak bağlı kalmaları sonucunda çağdaş hukuk sistemine geçebilir. Demokratik hukuk kurallarına uygun yeni düzenlemeler getirilebilir. Akla, bilgiye ve yaşamın içinde olarak toplumun ihtiyaçlarına göre düşünülüp yeni düzenlemeler getirilmesi için yargı kuruluşlarının en üst düzeyde yapılandırılması ve yargı gücü ile denetiminin önemi söylevlerde sürekli vurgulanmıştır. Bunun yanında olumsuzluklar da açıkça anlatılmış, ülkemizde vatandaşların Adli sorunlarına, yakınmalarına, yargı teşkilatının sıkıntılarına geniş kapsamlı kalıcı çözümler yerine, gündelik çözümlerle yetinildiği, ciddi Adalet politikası olmayışı, kadro personel ve bütçe yetersizliği sonucunda yargının durumunun Anayasal gücü ve yeri ile orantılı duruma bir türlü getirilemediği, yıllardır süregelen sorunların gün geçtikçe artmasının Yargıtay'ı ciddi endişelere sevkettiği, davaların irade dışı uzaması sonucunda adalete karşı inanç ve güvenin zedelenmesinin manevi sorumluluğunu Yargıtay'a yüklemenin haksızlık olacağı Yargıtay Birinci Başkanlarınca her adli yıl açılışında dile getirilmiştir.

Yargının kendisini yaratan Devlet sisteminden soyutlanmadan, ancak işlevini yerine getirirken yasama ve yürütmenin etkisi altına da girmeden karar vermesi gerektiği, bu bağımsızlığın öncelikle kavram olarak benimsenmiş bir yargı sisteminin insan öğesi sayılan hakimin de güvencesi olduğu ve devlete hukuk devleti niteliği kazandıran bu temel kural zedelendiği an, bundan doğrudan adaletin, Devletin ve Türk Milletinin zarar göreceğinin unutulmaması icap ettiği Yargıtay Birinci Başkanları tarafından açıklanmıştır. Yargı gücünün, başlı başına mevcut ve bağımsız bir güç olduğu, "Yargının bağımsızlığı ilkesi" insan aklına gelebilecek en üst düzey ve boyutta düşünülmüş Anayasa ve yasalarda mükemmel şekilde yer almış olsa bile, yargıç güvencesi olmadıkça yargının tam bağımsızlığından söz edilemeyeceği belirtilmiştir.

Hakimin güvenceden yoksun olduğu kaygısına kapıldığı anda bu kavramın sadece şeklî olacağı, Anayasanın 9, 138, 139. maddelerinde kaynağını bulan yargı bağımsızlığı ve hakim güvencesi kavramlarının, sadece yargıya ve hakime tanınan bir imtiyaz değil; aksine toplumun tüm kesimlerinin, demokratik düzenin ve giderek devletin güvencesidir denilmiştir..

Uyuşmazlıkların süratle çözülebilmesi, yargı kararlarının uygulanabilmesi için, hükmün doğru olması, kamu vicdanını rahatlatması, hakimin bağımsız olması ve kararların gerekçeli olarak açıklanması, yargıçların günlük kaygılardan uzak tutularak kendilerini geliştirmeye olanak sağlayacak bir gelir düzeyine sahip olmaları gerekmektedir. Yargı binalarının yetersizliği ve genel bütçeden adalete ayrılan payın yüzde birler civarında olduğu ve bu miktarında yargının, kamusal işlevi ile orantılı ve yeterli olmadığı açıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kuruluş döneminin zorluklarına ve olanaksızlıklarına rağmen bütçeden yargıya ayrılan payın bu günün 4-5 katı olduğu, yargıya o yıllarda verilen önemin sonucudur.Bütçeden alınan bu payla hiçbir yeniliğin ve reformun gerçekleştirilmesine ve yargı bağımsızlığının alt yapısını oluşturacak düzenlemelerin yapılmasına olanak yoktur.
Başkanlar konuşmalarında Mahkemelerdeki eksikliklerden, aksaklıklardan, davaların gerektiği gibi çabuk sonuçlandırılamadığından, vatandaşların yakınmalarından söz etmişlerdir. Alınması gereken acil tedbirler de belirtilmesine rağmen bu sözler bugüne kadar yankı bulamadığı gibi, her geçen gün iş yükünün artışının da eklenmesiyle gerilemiştir. Buna bağlı olarak vatandaşların şikayetleri de artmıştır.

Yargının maddi gereksinimlerini karşılamaktan uzak olan genel bütçeden alınan payın artırılması gerektiği ve ekonomisi güçlendirilmiş bağımsız yargının toplum düzeninin sağlanmasında en önemli rolü üstleneceğini, yargının ağır işlemesinin adaletin gecikmesi sonucunu doğuracağı adli kolluğun bir an önce kurulması, tam bağımsız ve yargıçları tam güvenceli,tüm işlevlerini etkin ve eksiksiz yerine getirebilen bir yargının demokrasilerin mutlak gereği olduğu açılış söylevlerinde dile getirilmiştir. Bağımsızlık ve güvencenin; yargı veya yargıç için ayrıcalık olmadığı; Hakkın eksiksiz, etkisiz ve ödünsüz gerçekleşmesi için zorunlu olduğu açıklanmıştır. Siyasilerin iktidarda iken hukuka siyaseti sokmak yerine; hukuku siyasete egemen kılmak erdemini göstermelidirler. Siyasilerin böylece tarihin ebedi saygısına layık olacakları gerçeği sık sık anlatılmış ve bağımsız yargının, yeri ve zamanı geldiğinde yasamanın ve yürütmenin kendi mensupları için de sığınılacak en sakin liman olabileceğinin unutulmaması gerektiği, çünkü siyaset ve hukuk tarihimizin bu unutkanlık örnekleri içeren hazin ve ibret verici öykülerle dolu olduğu, siyasi kuvveti kaba kuvvetten ayıran özelliklerin başında adaletin geldiği, yargılama erkinin yasama ve yürütmeden ayrılmamışsa bağımsızlıktan söz edilemeyeceği, eğer yargı erki yasama ile birleşmişse vatandaşın hayat ve hürriyetinin keyfiliğe tabi olacağı, eğer yargı erki yürütme erki ile birleşirse hükümlerin tahakküme dönüşeceği vurgulanmıştır. Yargı bağımsızlığının gerçekleşmesinde kıskançlık gösteren siyasiler, çeşitli kriz dönemlerinde bu bağımsızlığın yokluğunun ve eksikliğinin acısını en çok kendileri çekmiş, ülkeleri ve ulusları da bundan olumsuz biçimde etkilenmişlerdir.

Yargıtay 1. Başkanlarınca adli yıl açış konuşmalarında her yıl yinelenmesine rağmen, beklenen ve özlenen yargı reformu bir türlü hayata geçirilememiştir.

1971 yılına kadar Yargıtay Başkan ve Daire Başkanları emekli olana kadar veya kendi istekleriyle ayrılana kadar görevde kalırlardı. Şimdiki gibi Yargıtay'da sık sık Başkan seçimi yapılmazdı. 1961 Anayasasının 139. maddesi 20/09/1971 gün ve 1488 sayılı yasa ile değiştirilerek bu uygulamaya son verildi. 139. maddesinin 4. maddesi gereğince "Yargıtay Birinci Başkanıyla İkinci Başkanlarının (Daire Başkanları) ve Cumhuriyet Başsavcısının görev süresi dört yıl" olarak belirlendi. 1730 sayılı Yargıtay Kanunuyla seçimlerin esasları saptandı ve 1973 Haziranında dört yılını dolduran başkanların seçimleri yenilendi. Böylece ilk defa 1971'de Anayasa ile kurulan sistem bugün de yürürlüktedir. 1730 sayılı Yargıtay Kanununa 25/06/1981 gün ve 2483 sayılı kanun ile eklenen geçici madde ile Cumhuriyet Başsavcıvekilliği ihdas edilmiştir. Daha sonra 2797 sayılı Kanunda da yerini almıştır.

1944-1945 yılı Adli Açış Konuşmasını Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün huzuruyla yapan Yargıtay 1.Başkanı Halil Özyörük, Adli yıl açılış konuşmasının bir gelenek haline getirilmesi konusundaki arzularını şöyle açıklamıştır;
Geçen adli yılı ilk açtığımız tarihten bugüne kadar tam bir yıl geçti. Şu anda Türkiye'nin tüm mahkemeleri tatil devresinden yeni çalışma devresine girmiş bulunuyor. Her eylül ayının altıncı günü tekerrür eden bu olay, yıllık kaza faaliyeti için bir başlangıç teşkil etmektedir. Kanunun buna işaret etmekte oluşu da kaza işlerinde modern bir Devlet için zaruri görülen ıttırâd ve mükemmeliyetin teyidi demek olur.

Adli yılın başladığı günde kaza organlarının başında gelen Temyiz Mahkemenizin bir tören yapmasından daha tabii ne olabilir?

Yurdumuz için, memleketimiz adliyesi için adli yılın başlangıç gününü takvim yaprakları arasında işaretlemek adeti pek yenidir. Hatta bu konuda bir adetten bahsetmek mümkün görülmeyebilir. Zira, biz hukuk mensupları adetten söz açtığımızda uzun zaman değişmeksizin tekrarlana gelen ve yazılı olmayan hukuk kuralını düşünürüz. Burada kasdetmek istediğim adet, tabir caiz ise (tören-adet) adı verilebilecek olan bir alışkanlıktan başka bir şey olmayacaktır.

Temyiz Mahkemesi'nin çalışma devresine girdiği günde merasimli bir toplantı yapmasından daha tabii bir şey olmayacağı ve bu toplantılarda faydalı hasbihaller yapılacağı içindir ki, bunların her yılın aynı gününde tekrarlanacağını ve böylece güzel bir meslek adetinin teessüs edeceğini söylemek benim için bir bahtiyarlık vesilesidir.

Adli yıl başlangıcı toplantılarının meslek hayatı ve meslek terbiyesi bakımlarından haiz olduğu faydalardan başka, müsbet bir takım neticeler de doğuracağından şüphe edilmemelidir.

Gerçekten, bu toplantılar bir taraftan halk kitleleri ile yüksek kaza uzvu arasında bir münasebet yaşatmak; diğer taraftan da geçmiş adli yıl içerisindeki çalışmalara dair topluca malûmatın bir arada gözden geçirilmesi bakımlarından önemli neticeler ortaya çıkarabilir.

Devamla;

Adlı yıl açılış töreni 1730 sayılı Yargıtay Kanunu ile Yasa hükmü haline gelmiştir. 52 maddede "Her adli yıl, Ankara'da Yargıtay 1. Başkanının söylevi ile açılır. Açılış söylevinin metni üzerinde daha önceden başkanlar kurulunun düşüncesi alınır" denilmiştir. 2797 sayılı Yasanın 59 maddesinde de aynı düzenleme yer almıştır.
Törenin amacı; yargının işleyişi hakkında gereken açıklamaları yaparak sorunları dile getirmek, çözüm yollarını önermektir.

Adlı yıl Açılış töreninde Yargıtay Başkanının konuşması sonrasında konuşma yapılıp yapılmayacağı hakkında yasa hükmü yoktur. 1973 yılındaki törende Yargıtay 1. Başkanının açılış konuşmasının ardından törenin bittiği düşünüldüğü sırada Barolar Birliği Başkanı kürsüye çıkarak bir konuşma yapmıştır.

Sonraki yıllarda Barolar Birliği Başkanları, Yargıtay 1.Başkanından sonra konuşma yaparak geleneği sürdürmüşlerdir.

Yargıtay 1.Başkanları, törenden önce Barolar Birliğinin konuşma metninin Yargıtay Başkanlığına gönderilmesi konusunda titizlik göstermişlerdir.

Adliye Mahkemeleri yasa gereği 20 Temmuz-6 Eylül tarihleri arasında Adli tatile girmektedir. Adli tatil ve Adlı yıl açılış töreni Fransa'dan alınmıştır. Fransa'da Yargıtay Büyük Genel Kurulunun toplanarak tören yapılması yeni adli yılın başlangıcı kabul edilmektedir.

1730 Sayılı Yargıtay Kanunu

Yargıtay'ın çalışmaları, yönetimi ve denetimi 14 Nisan 1928 gün ve 1221 sayılı Temyiz Mahkemesi Teşkilat Kanunu ile yürütülmekte idi. Yasada birçok kez değişiklik yapılmasına rağmen ihtiyaca yetmemesi, aksayan yönlerinin çokluğu sonucunda, yeni bir yasanın varlığına gereksinim duyulmuştur. 1961 Anayasasının geçici 7. maddesiyle Yargıtay Kuruluş Yasasının en geç 6 ay iç inde çıkarılması öngörülmüştür. 1730 sayılı Yargıtay Yasası 12 yıl aradan sonra 16 Mayıs 1973 tarihinde çıkarılabilmiş ve 01.06.1973 günü de yürürlüğe girmiştir.

Bu yasa ile Yargıtay'ın kuruluş, işleyiş ve görevleri yeniden düzenlenmiştir.

Hukuk ve Ceza Genel Kurulları ile dairelerin çalışmaları, Cumhuriyet Başsavcılığının kuruluş ve görevleri yeni baştan saptanmıştır. Birinci Başkanlık Divanı, yönetim kurulu, Haysiyet Divanı, Yayın İşleri Müdürlüğü gibi yeni kuruluşlara yer verilmiş ve seçimleri düzenleyen esaslar getirilmiştir. Yargıtay'ın ilk kez Genel bütçe içinde kendine ait ayrı bir bütçesi olmuştur. Bütçenin 1. derecede ita amiri Birinci Başkan olarak belirlenmiştir.
Yargıtay'ın 11 Hukuk ve 7 Ceza Dairesi olan sayısı 16 Hukuk ile 9 Ceza dairesi olarak arttırılmıştır. Birinci Başkana tanınan yetki ve tasarrufların bir bölümü (çok acele işler hariç olmak üzere) Birinci Başkanlık divanı ile yönetim kuruluna aktarılmıştır. Biri Hukuk diğeri Ceza Daireleri Başkan ve Üyeleri arasından seçilecek iki Birinci Başkan vekilliği ilk kez 1730 sayılı yasada yer almıştır.

Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının çalışmasını kolaylaştıracak toplanan ve karar yeter sayılarının yeniden düzenlenmesi sonucu çalışmalarına ivme kazandırılmıştır.

1971 yılında Anayasa'da yapılan bir değişiklikle Divan-ı Ahkam-ı Adliye'den itibaren uygulanan bir sisteme son verilmişti. 1971 yılına kadar Yargıtay Başkan, Başsavcı ve Daire Başkanları emekli olana veya kendi istekleriyle ayrılana kadar görevlerinde kalırlardı. 1961 Anayasasının 139. maddesi 20.09.1971 gün ve 1488 sayılı yasa ile değiştirilerek bu uygulamaya son verilmiştir. 139. maddesinin 4. fıkrası ile Yargıtay Birinci Başkanıyla ikinci Başkalarının ve Cumhuriyet savcısının görev süreleri dört yılla sınırlandırılmıştır. 1730 sayılı Yargıtay Kanunuyla seçimlerin esasları saptanarak 1973 Haziranında dört yılını dolduran Başkanların seçimleri yenilenmiştir. Böylece ilk defa 1971'de Anayasa ile konulan görev süresi 4 yılla sınırlama sistemi bugünde yürürlüktedir. Yeni daireler çalışmaya başlayarak Anayasanın 13 ve Yargıtay Yasasının 50. maddeleri gözetilerek ve anılan maddelere ters düşmeyen, Yargıtay çalışmalarını düzenleyen İç Yönetmelik yapılmıştır. 1973 yılı ekim ayında yeni kurulan dairelere 42 Yargıtay Üyesi seçilerek görevlerine başlamışlardır. 1974 yılında Yargıtay üye mevcudu Birinci Başkan, Cumhuriyet Başsavcısı, Başkanlar dahil 202 kişiydi. Bunun 14'ü Yüksek Hakimler Kurulunda görevliydi. Tetkik Hakimi sayısı ise 147 kişiydi. Dosya sayısının geçmiş yıllarla kıyaslandığında ise; 1945 yılında (101.413) Daire sayısı 12, 1959'da (180.796) Daire sayısı 16, 1968'de (200.986) Daire sayısı 18, 1973 yılında gelen dosya sayısı (270.842) daire sayısı ise 24'e çıkarılmıştır. 1730 sayılı Yargıtay kararına 25.06.1981 gün ve 2483 sayılı kanunla eklenen geçici madde ile Cumhuriyet Başsavcıvekilliği ihdas edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcıvekilliği 1982 Anayasasına girmiş ve daha sonra çıkarılan 2797 sayılı Yargıtay Kanununda da yerini almıştır.

İlk defa Yargıtay Daireleri Hukuk ve Ceza olarak numaralanmış ve her dairenin görevleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ayrıca görev alanları da yeni dairelerin kurulması ile yeniden belirlenmiştir.

1730 sayılı yasa ile döner sermayeye bağlı yayın işleri müdürlüğü Tasnif ve Yayın Kurulları oluşturulmuştur.

Daha sonra 1983 yılında yürürlüğe giren ve bugün yürürlükte olan 2797 sayılı Yargıtay Yasasının kabul ettiği pekçok hüküm 1730 sayılı yasadan alınmıştır.

Yargıtay'da 1221 sayılı yasada olduğu gibi her dairede Büyük Genel Kurulunca seçilen İkinci Başkan (Daire Başkanı) ile Birinci Başkanlık divanınca görevlendirilen yeteri kadar üye bulunur. 1221 sayılı yasada bir yedek üye sınırlaması 1730 sayılı yasa ile Başkanlık Divanın taktirine bırakılmıştır.

Hukuk ve Ceza Genel Kurullarında 834 sayılı yasa zamanında karar vermek için üçte iki çoğunluğun sağlanması gerekli iken 1221 sayılı yasa zamanında "salt çoğunluk" yeterli sayılmış ve bu Kurulların toplanması ve karar vermesi kolaylaştırılmıştır. Oysa önceden toplantı yeter sayısı bulunduktan sonra bile katılanların üçte ikisinin oyu ile karar alınabiliyordu. Bu yüzden Genel Kurullar gerektiği gibi çalışamıyordu. 1971 ve 1972 yıllarında Hukuk Genel Kurulunda ikibini aşkın dosya tetkik edilmek üzere sıra beklemekteydi. 1730 sayılı yasa ile toplanma yeter sayısı indirilmiştir.

YARGITAY BİNALARI.,

İstanbul'un işgali üzerine birçok kurum gibi Temyiz Mahkemesi de görevini yapamayacak hale gelince, yeni bir Temyiz Mahkemesinin kurulması kaçınılmaz olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 02.06.1336 tarihinde Sivas'ta Geçici Temyiz Heyetinin oluşturulması hakkında Meclise dokuz maddelik kanun tasarısı vermiştir. Kanun tasarısında geçici temyiz heyetinin biran evvel teşkili için hilafet makamının ve Osmanlı Saltanatının işgali nedeniyle mahkeme-i temyize dosya sevkinin zor olduğu sebep olarak gösterilmişse de, kanun tasarısının mecliste görüşülmesi sırasında Sivas'ta veya Ankara'da görev yapması konusunda uzun tartışmaların olduğu, Temyiz Mahkemesinin Sivas'ta kurulmasını isteyenlerin gerekçesi, Sivas'ın daha doğuda olması nedeniyle ulaşımın kolaylığı ve daha merkezi durumda bulunmasıydı. Sivas'a dosya veya evrakın daha kısa zamanda ulaşacağı bu nedenle yargılamanın daha hızlı ve çabuk olacağı ayrıca Temyiz Mahkemesinin Ankara'da olması halinde hükümetin, Temyiz Mahkemesi yargıçlarının mütalâ ve oylarını etkileme olasılığı bulunduğunu ileri sürüyorlardı.

Temyiz Mahkemesinin Ankara'da görev yapmasını isteyenlerin en büyük kozu divanı âli'nin toplanmasına lüzum görüldüğü taktirde Sivas-Ankara geliş gidişlerinin zorluğuydu.

Uzun tartışmalardan sonra Temyiz Mahkemesinin Sivas'ta kurulması çoğunluk kararı ile kabul edilerek 7 Haziran 1920 tarihinde 14 nolu kanun ile yürürlüğe girdi. Böylece Sivas'ta geçici temyiz heyeti kurulmuş oldu. Şeri'ye hukuk, ceza ve istida olmak üzere dört daire oluşturuldu. Her dairede bir reis dört üye ve ayrıca bir Başsavcı ile iki Başsavcı vekili bulunmaktaydı. Böylece tarihimizde ilk ve son olarak İstanbul ve Sivas'ta iki ayrı yerde görev yapan Temyiz Mahkemesi örneği yaşandı.

Kurtuluş savaşının kazanılması ile birlikte işgal altında bulunan batıdaki şehirlerin geri alınması Sivas'ın merkeziyetini kaybettirmeye başladı. İstanbul, İzmir ve Edirne bölgesindeki davaların çok fazla olması, Temyiz Mahkemesinin Sivas'tan taşınmasının gündeme gelmesine yol açtı. Gecikmelere öncelikle hukuk davalarının çokluğu sebep olmaktaydı. Ceza davaları istida ve ceza dairelerinde görülebilirken, hukuk ve ticaret mahkemelerinden verilen kararlara yalnız Temyiz Mahkemesinin hukuk dairesince bakılmaktaydı. Sonuç olarak; Temyiz Mahkemesinin kuruluşunda belirlenilen amaç iş çokluğu ve ciddi inceleme yapılmasına vakit bulunamaması nedeniyle gerçekleştirilemiyordu.

İstanbul ve Sivas'ta iki ayrı yerde iki temyiz mahkemesinin var oluşu İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin eline geçmesi ile sonlandı. Sivas'taki Temyiz heyeti de ulaşım olanaklarının kısıtlı oluşu adaletin gecikmesine sebep olduğu gerekçe gösterilerek Eskişehir'in coğrafi durumu özellikle demiryollarının kavşak noktasında bulunması, kuruluş aşamasında Yargı'nın siyasi çevre dışında kalmasına özen gösterilmesi, hızlı ulaşım sağlayacağı düşünülerek 14.11.1923 tarih 371 sayılı yasa ile Eskişehir'e taşındı ve Eskişehir'deki görevini 1935 tarihine kadar sürdürdü. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin başkentinin Ankara oluşu ve tüm devlet kuruluşlarının burada bulunması nedeniyle, 10.06.1935 tarih ve 2769 sayılı yasa kapsamında Ankara'ya devlet binalarının yeraldığı Bakanlıklardaki Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister yaptığı o günlere göre çok modern binasına taşındı.

Ankara, Eskişehir ve Sivas'da yaşamını sürdürdüğü dönemdeki binalarına gelince; Osmanlı Yargıtayı 1933 yılında yanan binanın üçüncü katında çalışırdı. Aynı katta ayrıca Adliye Nazırlığı orta katta İstanbul mahkemeleri alt katta ise İstanbul Valiliği yer alırdı. Cumhuriyet döneminde adliye sarayı olarak kullanılan binanın arsası Ayasofya camiinin denize bakan bölümündedir.

Sivas'taki muvakkat Temyiz Heyetinin görev yaptığı bina bugün mevcut değildir. Eskişehir Temyiz mahkemesinin çalıştığı bina ise bugün Eskişehir Hacı Süleyman Çakır Kız Lisesinin yanında, Töre Sokağında yer aldığı ve o yıllardaki binanın yıkılıp yeniden yapılarak Adalet İlkokulu olarak hizmet verdiği, ancak binanın müracaat veya nizamiye olarak adlandırılan eklentisinin muhafaza edilerek bugünlere geldiği, bugünkü adresinin Eskişehir ili Arifiye mahallesi okullar Sok. No: 2 olduğu, binanın 5x5 ebadında iki, 4x6 ebadında 1 odası olan bina, Eskişehir kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulu müdürlüğüne tahsis edilmiş ve revizyon görmüş olan bina bugün müze olarak kullanılmaktadır.

Ankara'daki binamızın tarihsel sürecini incelediğimizde; Daha önce açıklandığı gibi Avusturyalı mimar Prof. Clemens Holzmeister tarafından yapılmıştır. Yeni başkentin yönetim yapılarını projelendirmek üzere 1927 yılında Türkiye'ye davet edilen Holzmeister, 1936 yılına kadar ard arda Türkiye Cumhuriyetinin yeni binalarını (13 bina) yaptığı, 1938 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi projesini gerçekleştirmesi için Atatürk tarafından görevlendirildiğinde, Hitler'in birliklerinin Avusturya'yı işgale hazırlandığı bilgisi gelmesi üzerine Avusturya'nın bağımsızlığı için mücadele eden hükümeti destekleyişi nedeniyle Viyana'daki görevinden uzaklaştırıldı. İkinci Dünya savaşı yıllarında Türkiye'ye sığınan yüzlerce aydın arasına katıldı. 1938-1954 yılları arasında İstanbul ve Ankara'da mimari proje çalışmalarını sürdürdü. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin öğretim kadrosunda yer alarak, yeni mimar kuşaklarının yetişmesinde katkıda bulundu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin uluslararası proje yarışmasını da kazanmasıyla devletin "Resmi Mimarı" konumuna geldi. Ankara için ilk projelerini, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi ile Düseldorf Güzel Sanatlar Akademisi'nde profesör olduğu ve uluslararası mimarlık pratiğini yürüttüğü dönemde gerçekleştirdi.

Türkiye ile bağlarını hiç koparmayan Holzmeister, en son ziyaretini TBMM kompleksi içinde yapılacak ek binalar için görüşüne başvurulduğu 1978 yılında yaptı. Ülkesinde, alanında çok popüler olan Clemens Holzmeisteri ünlendiren eserleri arasında Avusturya ve Almanya'da inşa ettiği modern kiliseler ve Salzburg festival sarayının yenileme ve genişletme projeleri yer alır.

CLEMENS HOLZMEISTER'İN TÜRKİYE'DE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ESERLER,

   1. Avusturya Sefareti
   2. Çalışma Bakanlığı (şu anda Bayındırlık Bakanlığı)
   3. Emlak Bankası
   4. Gazi Evi / Cumhurbaşkanlığı Köşkü
   5. Genelkurmay Başkanlığı
   6. Güven Anıtı (Heykel: Anton Hanak and Josef Thorak)
   7. Harbokulu
   8. İçişleri Bakanlığı (ve Vilayetler Meydanı)
   9. İktisat ve Ziraat Bk. (Ticaret Bk., şu anda Yargıtay ek binası)
  10. Merkez Bankası
  11. Milli Savunma Bakanlığı
  12. Ordu Evi
  13. TBMM
  14. Yargıtay

Binalarının projelerine imza atan Holzmeister için Avusturya Güzel Sanatlar Akademisi öğretim görevlileri ve öğrencileri Türkiye'ye gelerek büyük mimarın eserlerini incelemektedirler. 
En son öğrencileri Behruz Çivici ve Prof.Dr.Holzbaver ile birlikte Avusturya'lı mimarların oluşturduğu 27 kişilik heyet mimarın Ankara'daki binalarını yerinde görmek amacıyla 12 Nisan 2003 yılında gezi programı kapsamında Yargıtayımızı da ziyaret etmişlerdir.

Ayrıca; mimarın onuruna "Tarihin dönüm noktalarında bir mimar-Clemens Holzmeıster - adıyla Ekim 2001 tarihinde Türkiye-Avusturya işbirliği ile düzenlenen TBMM'sinde açılan ve Türkiye'nin muhtelif yerlerinde tekrarlanan sergi sırasında Yargıtaydaki çalışmaları sürdüren ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Aydan Balamir bize, yaşadığımız mekanın mimarını tanımamız konusunda önemli bilgiler vermiştir. Yargıtay "ek" binamızın korunup, değişiklik yapılmaması nedeni ile geçmişle bağlantısını sürdürdüğü, konuk ettiğimiz Avusturyalı mimarların gösterdiği mesleki ilgi ve incelemelerinden de anlaşılmıştır. Kayda geçen çalışmalarının sayısı 673 olan Holzmeıster'ın mimarlığa adanmış yaşamı 1983 de 97 yaşında sonlanmıştır.

Yargıtay tarafından şu an kullanılan binalara gelince;

İlk ana bina 1933-1935 yılları arasında Prof. Clemens Holzmeister tarafından on altı lira birim fiyattan hesaplanarak altı yüzbin lira maliyetle Alman Neo-Klasizm tarzına yaklaşan mimarı üslupla tamamlanmıştır. 1935 yılında ilk taşınmada Yargıtaydan başka Adalet Bakanlığı, Askeri Yargıtayın birlikte kullandıkları geçen yıllar içinde yetersiz kalınca Bakanlık ve Askeri Yargıtay kendi binalarına taşınmışlar ancak yine de çözüm olamayınca, 1956-1958 yılları arasında orjinali iki kat olan binaya bir 3.kat ilave edilmiştir. Yargıtayda artan iş hacmi nedeniyle kadro ve daire ilavesi olunca Avusturyalı mimar Holzmeıster'ın 1955 yılında Adli yıl açılışı ve yüce divan yargılamaları için özenle yaptığı mimarlık şaheseri olan "Kubbe altı" olarak adlandırılan bölüm, 1960'lı yıllarda şu anda orta bina konferans ve Genel Kurul binalarının yapımı için yıkılmıştır. O yıllarda Adli Yıl açılışlarında, Askeri Bandonun kubbe altında çaldığı İstiklal Marşı ve Askeri Marşlar eşliğinde gelen konuklar karşılanır, ana binanın giriş protokolünün ihtişamı ve kubbe altının genişliği birleştiğinde muhteşem bir görüntünün oluştuğunu büyüklerimizden sıkça dinleyerek, o ihtişamı görememenin burukluğunu yaşamaktayız. Kubbealtı bölümünün yıkılıp mimari yapı olarak diğer binalarla uyum göstermeyen Genel Kurul ve Konferans salonlarının bulunduğu binanın yapılması üzücüdür. Yüksek Hakimler Kurulu 887 sayılı kanun ile Yargıtaya 30 üye kadrosu ilave edince, 1967 de bitirilen ve hizmete açılan orta bina da yetersiz kalmıştır.

Ancak kadro artırımı nedeni ile hizmete açıldığı anda yetersiz kalan binanın sekiz kat yapılması planlanmış, inşaat ona göre yürütülmüş ancak imar heyetinin yüksekliğe sınır getirmesi nedeniyle dört katta bırakılmıştır. İmar heyetinin bu kararı Danıştay tarafından bozulmuştur. Bugün orta bina olarak nitelenen bölüm 5 katlıdır.

Adli yıl açılış konuşmalarında sıkça "bina yetersizliğimiz" yinelenmiştir. Yargıtay Başkanlarımızdan Cevdet Menteş 1973-1974 Adli yıl açılışında tetkik hakimi kadrosunun yetersizliği nedeniyle 50 tetkik hakimi kadrosu istendiği, kadronun verildiğini ancak bu kez de bina sorunu ile karşılaşıldığını. Dosyaları okuyan, takrir eden, düşüncesini de bildirme zorunluluğu olduğu kabul edilen tetkik hakimlerinin binaya yerleştirilmesinde zorluk çekildiğini, bir odada 3-4 kişi oturmak zorunda bırakıldıklarını, binanın hava boşlukları ve depolarının dahi odaya dönüştürüldüğünü yine de yerleşimi sağlayamadıklarını açıklayarak, Dairelerinde çalışmak isteyen hakimleri evlerinde dosya okumaya zorlamanın, onları sınırlandırmak olduğunu, evde çalışmalarının sakıncaları da olduğunu, dosyaların odacı ve mübaşirler tarafından evlere gönderilip, tekrar geri getirilmesinin güçlüğü, dosya kaybı riski olduğu bu durumda inşaasına başlanan ek iki katın da yetmiyeceğini. Toplantı ve duruşma salonlarının inşaatının da yarım olduğunu Yüce Yargıtay'a yakışır bir bina yapılıncaya kadar en uygun yerin Yargıtay binasının arkasında bulunan tarafına bakan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına ait bina olduğunu açıklamıştır.

Cevdet Menteş, 1975-1976 Adli yıl açılışında Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına ait binanın üstten iki katının boşaltılarak Yargıtaya verildiğini ancak bina yetersizliğinin devam ettiğini bildirmiştir.

1943 yılından itibaren köklü ve güzel bir gelenek olarak başlayan 1973 yılından bu yana Yargıtay yasası gereği yürütülen Adli yıl açılışları önceleri Ankara Hukuk Fakültesi Salonunda yapılmıştır. 1955 yılındaki tören sonradan yıkılan Kubbealtı bölümünde yapılmış, Konferans Salonu Genel Kurul Salonlarının hizmete açılması nedeniyle 1977-1978 Adli yıl açılış töreni ilk defa Yargıtay binası içinde yapılmıştır.

Yargıtay 1.Başkanı Cevdet Menteş tarafından ve Yargıtay binası içinde yapılma geleneği 2001-2002 Adli yıl açılışı ODTÜ Kemal Kurdaş Salonunda yapılması dışında hep sürdürülmüştür. Sonrasında Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ait bina (Enerji binası olarak anılır) alınarak, sonradan eklenen koridorlar ve üst geçitle ana binaya bağlanmıştır.

1990'lı yıllarda yeni dairelerin kurulması nedeniyle kadro artışı gündeme geldiğinde bu kez Prof. Clemens Holzmeister'e aynı yıllarda onaltı lira birim fiyatla yaptırılan, ancak ana binadan daha yüksek maliyet olan yediyüz ellibin liraya mal edilen, önceleri Ticaret Bakanlığının sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı binası olarak kullanılan tarihi bina Başbakanlığın 10 Ekim 1990 günlü yazısı ve tahsisi ile birlikte kullanılmaya başlanılmıştır. Şu anda Yargıtay tetkik hakimleri tarafından kullanılmaktadır. Her kadro arttırımında yapı eklenmesi ve eklentilerin koridor ve köprülerle birbirine bağlanması sonucu Yargıtay binası labirente dönüşmüştür. Aynı mimari üslupla, Başbakanlık binası Mimar Sedat Hakkı Erdem; Adalet Bakanlığı binası ise Mimar Bedri Tümay tarafından yapılmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Savcılarına Başbakanlık tarafından 4483 sayılı yasa ile üst düzey kamu görevlilerinin görevleri sırasında işledikleri suçların soruşturulması nın Yargıtay C.Başsavcılığına verilmesi ve bina yetersizliği nedeniyle 06.03.2000 tarihinde Kavaklıdere'de Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan dört katlı, öncesinde TRT'nin bulunduğu bina tahsis edilmiştir.

YARGITAY ONUR GÜNÜ

08/02/1983 gün ve 2797 sayılı yürürlükteki Yargıtay Kanununun 65. Maddesi "Her yılın Temmuz ayının birinci günü Yargıtay onur günü olarak kabul edilmişti. 
O dönem içinde emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkanı, Başkan vekilleri, Daire Başkanları ve Üyeleri ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Baş savcı vekili onuruna Birinci Başkanlıkça belirlenen yerde düzenlenecek gecede, kendilerine törenle onur belgesi ile geçmiş hizmetlerini simgeleyen birer armağan verilirdi. Bu amaçla yapılacak tören ile armağanların giderini karşılamak üzere, her yıl Yargıtay bütçesine yeterli ödenek konulurdu". 
Yargıtay Birinci Başkanlık kurulunun 27/02/1992 gün ve 12 sayılı kararıyla; 1 Temmuz gününün Yargıtay'ın kuruluş tarihi ile ilgisi olmadığı, Yargıtay Kanununun çıkarıldığı yıllarda, Yargıtay üyelerinin büyük çoğunluğunun nüfus kütüklerinde doğum günlerinin ay ve gün olarak belirtilmemesi nedeniyle kural olarak her yılın 1 Temmuz gününde emekliye ayrıldıkları belirtilerek, 1 Temmuz gününün Yargıtay Kanununun 65. maddesindeki düzenlemeyle " Onur günü " olarak saptandığı, ancak sonraki yıllarda, üyelerin büyük çoğunluğunun nüfus kütüklerinin de doğumlarının "ay ve gün" olarak belirtilmesi nedeniyle "1 Temmuz" tarihinin amacının ortadan kalmış olduğu gerekçe gösterilerek, 1 Temmuz'da yapılan "onur günü" töreninin Adli Yıl açılış tarihi olan 6 Eylül gününe alınmasının uygun olduğuna karar verilmiştir.

En son 1990 yılında düzenlenen Onur gününde önce kendi istekleri veya yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılan Başkan ve Üyeler onuruna Yargıtay konferans salonunda Yargıtay 1. Başkanının kısa bir konuşması ile töreni başlatmasının ardından emekliye ayrılanlara şükran plaketi verilerek, onur günü uygulamasından vazgeçilmiş ve onur günü ile yeni adli yıl açılışı birleştirilmek suretiyle 07.09.1992'de iki tören bir arada yapılmıştır.     

https://www.yargitay.gov.tr/sayfa/tarihce/563

***


“ Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde Adalet yoktur” BÖLÜM 1,

Yekta Güngör Özden: 


“ Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde Adalet yoktur”, BÖLÜM 1


Kaya Ataberk,
09 Şubat 2014,





6 Mart 1868 tarihinde " Divan-ı Ahkâm-ı Adliye" adıyla kurulan YARGITAY, 18.06.1879 tarihli Nizamı Mahkemeler Kuruluş Kanunu ile "Mahkeme-i Temyiz" adını almış, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetince Sivas'ta kurulan yüksek mahkemeye "Muvakkat Temyiz Heyeti" denilmiş, Sivas'taki bu mahkemenin kaldırılıp Eskişehir'e nakli ile "Temyiz Mahkemesi", 20.04.1340 (1924) tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun adı 10.01.1945 gün ve 4695 sayılı Kanun ile "Anayasa" olurken, temyiz mahkemesinin adı da "YARGITAY" olmuştur.

Adli yargı mercilerince verilen karar ve hükümleri temyiz yolu ile inceleyen son merci olan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye, Yargıtay'ın temelini oluşturur. Osmanlı döneminin yargı sürecinde, 19. Yüzyıla kadar yüksek mahkemeye rastlanmıyor. Adliye mahkemelerince verilen ve yasanın başka adli merciine bırakmadığı hükümleri son mercii olarak incelemekle görevli mahkeme ilk kez "Divan-ı Ahkâm-ı Adliye" adıyla " 6 Mart 1868 Cuma günü Padişah Abdülaziz'in iradesi ile kurulmuştur.

Anılan irade ile Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye kaldırılarak, Şura'yı Devlet ve Ahkam-ı Adliye kurulmuş, böylece yargı ve yürütme birbirinden ayrılmıştır. Şura'yı Devlet'e  hem kanun tasarılarını hazırlama hem de idari uyuşmazlıklara çözüm getirme görevi verilmiştir. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ise nizamı mahkemelerinin üst organı olup, yalnızca yargı görevi yapan bir kurumdur.

Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin (Yargıtay) kuruluş amacı iradede şöyle açıklanmıştır:

"Kişilerin hakları ve güvenlikleri açısından çok önemli olan hukuk işlerinin mülki işlerden ve yürütme ile görevli hükümetten ayrı bir düzene kavuşturulması, adalete değer veren padişahın büyük arzusu olarak belirtilmiştir".
İradede ayrıca kuruluş esasları da açıklanmıştır. Buna göre;

"-Divan-ı Ahkâm-ı Adliye" adı ile bağımsız bir kurul meydana getirilmesi,
-Oluşturulan kurulun vezirlerden birinin başkanlığında toplanması,
-Meclisi Valâ ile Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'ye gereken hukuki esasların hemen konulması,
-Meclisi Valâyı Ahkamı Adliyeye (Şurayı devlet) denileceği" hükme bağlanmıştır.

İradenin kaleme alınışından Meclisi Valânın görevleri içinden adli olanların çıkarılarak Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'ye verildiği, Meclisi Valânın yapılanmasının değişmediği, adının değiştiği anlaşılmaktadır.

Padişah Abdülazizin iradesiyle kurulan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin yapısına ilişkin olarak  (01.04.1868) Çarşamba günü nizamname-i esasi (Esas-Ana Tüzük) yürürlüğe girmiştir.

Yargıtay'ın kuruluş tarihi konusunda hukukçular farklı görüştedirler. Bir bölümü; padişah iradesinin açıklandığı 6 Mart 1868 tarihini kuruluş günü olarak kabul ederken, farklı görüşte olan hukukçular ise; Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nizamnamesi esasisinin yayınlanma tarihi olan 1 Nisan 1868 tarihini kuruluş günü kabul etmektedirler (Nejat Özoğuz, Temyiz Mahkemesi, 1944, s.21-22). Yargıtay Başkanlarından Dr. Recai Seçkin'in görüşü; padişah iradesinin açıklandığı tarih olan 6 Mart 1868 günü kurulmuş olması yönünde olup, gerekçesinde ise, oluşumun başlangıcı hukuki olarak ona varlık veren işlemin yapılması ile başlayacağıdır. Nasıl işleyeceği, görev alanlarının belirlenmesi, görevlilerin atanmasının sonraki aşamalarda olduğu yönündedir.

Ayrıca Divan-ı Ahkam-ı Adliye'nin, Meclisi Valâyı Ahkamı Adliyenin yargıya ait alandaki işlerini görmek üzere kurulan bir mahkeme olması ile Meclisi Valânın yargı işleri arasında başka nizami mahkemelerin hükümlerinin incelenmesi de bulunmasına göre esas tüzüğün yayınlanmasından önce Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurulmuş olup, kuruluşta Yargıtay niteliğinin varlığı kabul edilmiştir.

Divan-ı Ahkam-ı Adliye Nizamnamesi esasisinde Divan-ı Ahkam-ı Adliyenin kuruluş amacı kuruluşundaki iradeden daha geniş açıklanmıştır. Buna göre: Halkın haklarının güven altına alınması konusunda padişahın her zaman ve aralıksız gösterdiği çabalar sonucunda adalet işlerinin, yürütmeden ayrılarak yargılamanın güvenliğe ve bağımsızlığa kavuşturulması, padişah katında doğru ve uygun görülmüş bulunduğundan onun izni ile kanuni davalar için en büyük mahkeme olarak Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurulmuştur.
Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin başına, kuruluşunda büyük emeği geçen Halep Valisi Ahmet Cevdet Paşa getirilmiştir. Padişah iradesinde "Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin kurulması açıklanmış, "kuruluş ve işleyiş hükümlerinin sonradan düzenleneceği" bildirilmiştir. Üyelerin üçte ikisi Müslümanlardan, geri kalan üçte biri ise azınlıklardan seçilmiştir.

Esas Nizamnameye (Ana tüzük) göre Divan-ı Ahkâm-ı Adliye, ceza ve hukuk daireleri olarak ikiye ayrılmış olup, her dairede bir başkan, başkan vekilleri ile en az beş ve en çok on üyeden oluşurdu. Önemli davalar ise Genel Kurulda görüşülürdü. Divanda üyelerle birlikte altı mümeyyiz görev yapar bir de başkatip bulunurdu. Divan başkanı, başkanvekilleri, üyeler ve mümeyyizler irade-i şerriye (padişah iradesi) ile atanırlardı. Divanın üyeleri, şura-yı devlet üyeleri ile eşit konumda olup, eşit haklara sahiptiler. Üyeler istifa etmedikçe ya da başka bir görev verilmedikçe veya yargılanmaları sonucu suçlu oldukları ortaya çıkmadıkça azledilemezlerdi.

Divan-ı Ahkâm-ı Adliye; şer'i, ruhani ve ticari mahkemelerin görev alanına giren davaların dışındaki hukuki ve cezai uyuşmazlıkları ya kanunen kendi yetkisinde ise bidayeten ya da diğer nizami mahkemelerde görülüp re'sen veya tarafların isteğiyle kendisine gönderilmesi durumunda istinafen çözümlerdi. Görülen davanın sonucu kişilerle hükümet arasındaki uyumazlığa değinmekte ise o davayı şurâ-yı devlete sevk ederdi.

Divan-ı Ahkâm-ı Adliye, gerek bidayet ve gerekse istinaf görevi yapan meclislerin verdiği hükümler önüne geldiğinde davanın sürecini izler, duruşma yöntemini ve kararı yasaya uygun bulmadığı taktirde ilamı gerekçesini belirterek bozar, tekrar hükmü veren mahkemeye veyahut uygun bulacağı bir başka mahkemeye gönderirdi.

Divanın duruşma ve hükümlerine, yürütme ile görevli kişilerden hiç kimse karışamaz ve etkileyemezdi. Yürütme ile görevli hükümet, yalnız işlerin yetkili ve görevli yerlere gönderilmesi için davaların ayırt edilmesi ile divan hüküm ve kararlarının yerine getirilmesi hususunda görevliydi.
Esas tüzük, divanın her dairesini hem ilk mahkeme; hem de üst mahkeme olarak görevlendirmiştir ve ceza davalarında temyiz incelemesinin nasıl olacağı yolunda hüküm koymamıştır. Son maddesinde yer alan davaların çeşitleri hukuk ve ceza dairelerinin yargılama usulleri ile kararlarını nasıl vereceğini gösteren hükümleri içeren düzenlemeler şurâyı devlet tarafından görüşülüp irâde-i şeriyye (padişah iradesi) ile yürürlüğe girerdi.

Divan-ı Ahkâm-ı Adliye önüne gelen davalar, önce mümeyyizler tarafından incelenip gereken yasal hükümler uygulanarak ilgili dairede duruşmalı olarak görülür ve çözümlenirdi. Kural olarak açık cereyan eden duruşmalar, gerekli görüldüğünde gizli de yapılabilirdi. İdare, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin duruşma ve hükümlerine müdahale edemezdi, ancak işlerin havalesi ve divan hükümlerinin yerine getirilmesiyle görevliydi.

1285 (1868) tarihinde Divan-ı Ahkâm-ı Adliye başkanlığı bakanlığa dönüştürülmüş, zaten kabinenin üyesi bulunan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye başkanı nazır (bakan) unvanını almıştır. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye nazırlığı 1293 (1876)'dan itibaren Adliye Nezareti adını almış, Mahkeme-i Temyiz de 1296 (1879) yılında buraya bağlanmıştır. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Mahkeme-i Temyizinde birinci başkanlık kabul edilmiştir. Cevdet Paşa, iki yıl kadar gerek başkan ve gerekse bakan unvanıyla bu görevde bulunmuştur. Bu nedenle Ahmet Cevdet Paşa'yı Yargıtay'ın ilk Başkanı olarak kabul etmek gerekir. Mecelle'nin hazırlanmasıyla uğraştığından 1870 yılında bu görevi son bulmuştur.

MAHKEMELER KURULUŞ KANUNU  (18.06.1879)

Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin bünyesi içinde olan temyiz mahkemesinin yerini, bağımsız bir yapılanmaya sahip olan temyiz mahkemesi almıştır. 1879 tarihli teşkilat ve hukuk kanunları ile  temyiz  konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere Divan-ı Ahkâm-ı Adliye kaldırılarak yerine bağımsız Mahkeme-i Temyiz oluşturulmuştur.
18.06.1879 tarihli Nizamiye Mahkemeleri Kuruluş Yasası, Hukuk usulüne ilişkin 22.06.1879 tarihli (Usulü Muhakeme-i Hukukiye Kanunu Muvakkati) yasa ile Ceza usulüne ilişkin 25.06.1879 tarihli (Usulü Muhakematı Cezaiye Kanunu Muvakkati) yasa birbirini takip eder. Her üç yasa da geçici kanun olarak çıkarılmıştır. 1876 tarihli Anayasanın 36. maddesi hükmünce, Mebuslar Meclisinin toplanmasında kanun olarak teklif edilmek üzere yürürlüğe konulmuşlardır. Her üç yasanın başlığında da "Meclisi Mebusan'ın içtimaında kanuniyeti teklif olunmak üzere" ibaresi yer almıştır.

27 Cemaziyülahır 1296 (18.06.1879) tarihli nizamiye mahkemeler kuruluş yasasına göre Yargıtay eskisi gibi yine en yüksek mahkemedir. Yasanın 1. maddesinde Nizamiye Mahkemelerinin Ceza ve Hukuk mahkemeleri olmak üzere ilk mahkeme, üst mahkeme (istinaf mahkemesi) olarak da iki derece olduğu bunların üstünde Yargıtay'ın bulunduğu açıklanmıştır.
Kabahate ilişkin ceza davaları ile hukuk davalarının hem ilk mahkemede, hem de üst mahkemede görülebileceği, ağır ceza gerektiren davaların ise Ağır Ceza Mahkemeleri ile Yargıtay'da bakılabileceği hükme bağlanmıştır.

Yargıtay, eskisi gibi Divan-ı Ahkam-ı Adliye içinde bir mahkeme olmayıp, Bağımsız Yüksek mahkeme olmuştur.
Divan-ı Ahkam-ı Adliyedeki Yargıtay, Divan-ı Ahkam-ı Adliye nazırına bağlıydı, ancak Nizamiye Mahkemeleri Kuruluş Yasasına göre  tüm mahkemeler gibi Yargıtay da Adalet Bakanlığına bağlanmıştır.

1879 tarihli Teşkilat ve Hukuk Usulleri Kanununun 40. maddesine göre, Mahkeme-i Temyiz hukuk ve ceza dairelerine ayrılmıştır. Bir Reisi evvel (Birinci Başkan ), bir de Reisi Sani (İkinci Başkan) bulunmaktadır. Birinci başkan bulunduğu daire ile her iki dairenin beraberce toplandığı zamanlarda kurula başkanlık ederdi. Ceza dairelerinde on, hukuk dairelerinde altı üye yer alırdı. Bu dairelerden her birinde bir başmümeyyiz ile gereği kadar mümeyyiz ve zabıt katibi bulunurdu.

Osmanlı Devletinin salnamelerinde (yıllık) yapılan araştırmalar sonucunda; 1286 hicri yılı ile hicri 1293 yılından önceki salnamelerde bağlı olduğu yer Divan-ı Ahkâm-ı Adliye olarak belirlenmiş iken, Hicri 1293 yılına ilişkin salnamede ilk kez Adliye Nezareti Celilesine (Adalet Bakanlığı) olarak değiştirilmiştir. Ayrıca Mahkeme-i Temyiz Dairesinin yeniden oluşumundan da söz edilmiştir. Buna göre ceza dairesi başkanı Sadullah Bey, Reisi evvel (1. Başkan) olarak anılmıştır. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'ye ilişkin divan ile ilgili iki tüzükte de birinci başkan bulunmamaktadır. 1294, 1295 ve 1296 hicri yıllarına ilişkin (yıllık)da Mahkeme-i Temyiz, Adliye Nezaretine bağlı olarak gösterilmiş olup, Birinci Başkan olarak da aynı zamanda ceza dairesi başkanı olan İrfan Paşa (1294 yıllığı, s.119; 1295 yıllığı s.117; 1296 yıllığı s.62) belirtilmiştir.

Yargıtay Başkanlarından Dr. A.Recai seçkin "Yargıtay'ın Tarihçesi Kuruluş ve İşleyişi" adlı yapıtında konuya şöyle açıklık getirmiştir:

Adliye Nezaretinin kuruluşunun, Divan Nazırlığının kaldırılmasının ve Yargıtay başkanlarından birine birinci başkanlık verilmesinin mutlaka hukuki bir dayanağının olması gerektiğini, araştırdığını ancak somut bir belgeye ulaşılamadığını açıklamıştır. Düsturlarda bulunan Adliye Nezaretinin kuruluş ve görevlerini gösteren hukuki dayanak (Birinci tertip, Düstur, Cilt 4, 5, 125 vs ) 29 Cemaziyevvel 1296 ve 8 Mayıs 1295 tarihli Nizamnamede (Adliye ve Mezahip Nezaretinin ve Devairi Mevbutası Vezaifi Nizamname) Divan-ı Ahkâm-ı Adliye veya mahkeme-i temyizin kuruluşundaki değişikliği gösteren bir hüküm bulunmamaktadır. Olduğu kabul edilse dahi, 1293 tarihinden beri fiili olarak var olan durum için dayanak sayılamaz. 27 Cemaziyevvel 1296 tarihli Nizami mahkemeler kuruluşunda "hukuk ve ceza daireleri olarak iki daire ile hukuk dairesinde altı ceza dairesinde on üyeden oluştuğu" açıklanmıştır. Yazılanlardan anlaşılan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye nazırlığı, adliye nazırlığına çevrilmiştir. Mahkeme-i Temyiz olarak Yargıtay'ın adliye nazırlığına bağlanması ancak 17 Cemaziyelevvel 1296 (18.06.1879) günlü Nizamiye Mahkemeleri Kuruluş Yasası ile gerçekleşmiştir. Divan nezaretinin Adliye Nezaretine hangi hukuki gerekçeyle çevrildiği gösterilmemiştir. Dr. A. Recai Seçkin'e göre "Divan Nazırlığının, Adliye Nazırlığına nasıl çevrilmiş olduğu ve 1293 tarihli ve sonrasında, Nizamiye Mahkemeleri Kuruluş Yasasının kabulüne (1296) değin, Yargıtay Başkanlarından birine, hangi hukuki dayanak gereğince "Birinci Başkanlık" unvanı verildiği konusunda yazılı belge ve yasal dayanak olmamakla birlikte, eylemli olarak kazanılan unvan olduğu, Osmanlı salnamelerinde 1293 tarihinden itibaren yer aldığı yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır.

Hicri 1293 tarihli salnameye göre; Adliye Nazırı Ahmet Cevdet Paşa'dır. Ahmet Cevdet Paşa 2 Zilkade 1292'de, Milli Eğitim Bakanı iken Adalet Bakanlığına atanmıştır. Cevdet Paşa'nın Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) olmasından sonra divanda dairelerden birinin başkanının divanı temsilen reisi evvel (1. Başkan) olarak uygulamada ve salnamelerde (Devlet yıllığı) yer aldığı, tarihlere dikkat edildiğinde anlaşılmaktadır.

1292 tarihinde Ahmet Cevdet Paşa Adliye Nazırı olarak irade ile atanmış, hicri 1293 tarihli salnamelerde ise, Sadullah Bey Reisievvel (Birinci Başkan) olarak yer almıştır. Dr.A. Recai Seçkin bu konuda, o tarihteki (1967) Başbakanlık Arşiv Dairesi Genel Müdürü olan Murat Sertoğlu'na yazdığı yazı üzerine Murat Sertoğlu "Divan'ın Adalet Bakanlığına çevrilmesine hukuki dayanak olacak nitelikte yazılı belge bulunamadığını, eylemli bir durumun salnamelerde bu şekilde yer aldığı düşüncesinde olduğunu yazı cevabında açıklamıştır.

    Mithat Sertoğlu'nun Yazdığı Bir Mektubun Adliye Nezaretinin ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin Kuruluşuna İlişkin Bölümü

    "Bizde, Adalet Bakanlığı, ilkönce (11 Ramazan 1252) tarihinde (Divan-ı Deavi Nazırlığı) adı altında kuruluyor. Bunun hakkındaki bilgi, Serkis Karakoç Külliyatındadır (Fihrist Cildi II, Sah. 3). Bu Külliyat, halen Ankara'da (Türk Tarih Kurumu)nda bulunmakta olduğu için metnin aslını orada bulabilirsiniz.

    Divan-ı Deavi Nazırlığı, 1284 yılında ilga ediliyor. Buna mukabil, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nazırlığı kuruluyor, bir de bunun kararlarını icra etmek üzere icra dairesi tesis ediliyor. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin kuruluşu bir Takriri Ali iledir. Bul bilgiler, birinci tertip düsturun birinci cildinin 325, 322 ve 349. sahifelerinde mevcut. Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin kurulması hakkında bir Hattı Hümayun var yani kuruluş buna dayanıyor. Bu Hattı Hümayunun metni de birinci tertibin birinci cildinin keza 325. sahifesindedir.

    Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nazırlığı, 1294 yılına kadar böylece devam ettikten sonra (Adliye Nazırlığı) diye anılmaya başlanıyor. Ancak, bu hususta resmi bir vesika yok. Fiilen muamelatta görülüyor. Bir de Devlet Salnamelerinden anlaşılıyor. Nihayet, 29 Cemaziyelevvel 1296 tarihinde (Adliye ve Mezahip Nezaretinin ve Devairi Merbutasının Vezaifi Nizamnamesi) çıkıyor. Bu, Adliye Nezareti Teşkilatını kuran Nizamnamedir. Metni birinci tertip Düstur'un 4. cildinin 125-131. sahifelerinde mevcuttur. Bu nizamname, 28 Zilhicce 1296 tarihli İradeye dayanmaktadır. Bizdeki Nizamat Defterlerinde böyle bir kayıt var. İrade şu şekilde:

    İşbu Nizamnamenin düsturülamel tutulmasına İradei Seniyyei Hazreti Padişahı mütüellik ve şerefsüdur buyurulmuş olmakla Divan-ı Hümayun Kalemine kaydettirilerek indelicap iktizası icra olunmak. 28 Zilhicce 1296.
    ….benim yaptığım araştırma bu sonucu verdi."

İstinaf Mahkemeleri.,

İstinaf Mahkemeleri 1876 yılında kabul edilen Mecellenin 1838. maddesi ile yargı hayatına girmiştir. Yeniden başlama anlamına gelen istinaf, hukuk terimi olarak ilk derece mahkemesinden verilen hükmün üst mahkemede incelenmesi demektir.

18.6.1879 tarihli Nizami Mahkemelerin Kuruluş Yasası'na göre, ilk dereceli mahkemenin üstünde, Yargıtay'ın altında bir mahkemedir.Yargıtay'ın işini azaltmak ve onu bir içtihat mahkemesi haline getirmek için kurulmuştur.
Sözü edilen yasa hükmüne göre, her ilde bir istinaf mahkemesi bulunmaktadır. Ancak uygulamada sadece büyük mahkemelerde yaşama geçirilebilmişti. Her istinaf mahkemesi bir başkan ile dört üyeden oluşmaktadır. İki mahkemeye bölünmesi gerektiğinde her istinaf mahkemesi iki asıl iki fahri üyeden oluşmaktadır.

Fahri üyelerin atanması, her ilden seçilecek altı kişi isminin Vilayet İdare Meclisine bildirilmesi şeklinde olmaktadır. Meclis bildirilen isimlerden ikisini seçmekte, seçilen iki kişi bir yıl hizmet gördükten sonra geride kalan ikisi bir yıl çalışmakta, en sona kalan iki kişi de üçüncü yılda görev yapmaktaydı. Böylece üç yılda bir seçim yenileniyordu.

Tabii seçilen bu kişilerin Adalet Bakanlığı'nca da atanması zorunluluğu vardı.

İstinaf Mahkemesine atanabilmek için en az otuz yaşında bulunmak ve dört yıl ilk dereceli mahkemelerde üyelik yapmak gerekmekteydi.

İstinaf Mahkemesi başkanlığı Yargıtay üyeliği ile, istinaf mahkemesi üyeliği ise ilk derece mahkemesi başkanlığı ile eş değerde tutulurdu. 1907 tarihinde  vilayetlerin Adli Teşkilatının değiştirilmesi üzerine, Tanzimatın getirdiği sistemle, iki üyesi müslüman iki üyesi gayrimüslümlerden oluşan istinaf mahkemesi sonrasında iki üyeli ve 1913 yılında tek hakimli olarak düzenlenmiştir.

İstinaf Mahkemeleri 1924 yılında kabul edilen 469 sayılı yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeter sayıda yetenekli hakim bulunmaması ve işlerin bu mahkemelerde yıllarca sürüncemede kalmasının Batı hukuk sistemine geçiş döneminde adaletin hızlı gerçekleşmesine engel olduğu düşünülerek kaldırılmıştır.

Uygulama bakımından; istinaf mahkemeleri bir olay, soruşturma, yargılama ve hüküm mahkemesi olduğu halde; Yargıtay mahkemelere sunulmuş olayların usulü dairesinde incelenip hukukun iyi uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmekle görevlendirilmiştir.

Mahkeme-i Temyiz 1922 yılında İstanbul'un Ankara hükümetine bağlanışına kadar varlığını sürdürmüş, bu tarihten itibaren elindeki dosyaları 7 Haziran 1336 (7 Haziran 1920) yılında Sivas'ta Muvakkat Temyiz Heyeti Teşkiline dair kanun ile kurulan temyiz heyetine devretmiştir.

SİVAS MUVAKKAT TEMYİZ HEYETİ DÖNEMİ (1920-1923)

7 Haziran 1920 tarihinde TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmiş ilk yasalardan olan 4 sayılı yasa ile merkezi Sivas ilinde olmak üzere biri Hukuk, biri Ceza, biri Şer'iye ve biri de Dilekçe Dairesi olmak üzere 4 daireden kurulu Temyiz Heyeti (Yargıtay) oluşturulmuştur. Ancak İstanbul'da bulunan Yargıtay da bu sırada varlığını sürdürmüştür. 04.11.1922 tarihinde İstanbul'un Milli Hükümet buyruğu altına girmesi sonucu her iki Yargıtay'ın birleştiği hususu İstanbul'daki Yargıtay'da bulunan dosyaların Sivas'taki Yargıtay'a gönderilmiş olmasından anlaşılmaktadır.

Yargıtay'ın Sivas'ta kuruluşu ile eş zamanlı, çalışma usulü ve sistemi konusunda yeni yasalar çıkarılmamış olduğundan, bu hususlarda Osmanlı Devletinin yürürlükte bulunan yasaları uygulanmaya devam olunmuştur. Zamanla çıkan yasalar içine konulan birtakım hükümlerle, Yargıtay'ın çalışma sisteminde, kararların bozma nedenlerinde ve dosyaların temyizinde uygulanacak prosedürde değişiklikler yapılmıştır. Örneğin 28.03.1923 tarih ve 317 sayılı yasa düşman işgali sırasında verilmiş olan şeri, hukuki, ticari ve icrai hükümlerin, yasanın yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmemiş olması ya da temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olması durumunda temyiz edilebilmesi için özel süreler getirmiştir. Aynı şekilde yasa ikinci maddesi ile işgal altında bulunulan dönemde verilen ceza kararlarının ve memurin muhakematına dair yasa gereğince yapılan işlem ve yargılamaların da temyizini mümkün kılmıştır. Yasa ile getirilen değişiklik ve yeniliklerin başlangıcı için, "düşman işgalinden kurtulma" söz konusu edildiğinden, bu Yasanın yürürlüğe girme tarihi her bölge için değişik olmuştur. Zira Yasada yürürlük tarihi "kanunun bölgedeki gazetede yayımlanması" veya gazete yoksa "usulünce duyurulması" olarak belirlenmiştir.

Cumhuriyet Döneminin ilk Yargıtay'ı olan ve Sivas Temyiz Heyeti adıyla kurulan bu Yüksek Mahkeme İstanbul'da bulunan Temyiz Mahkemesi ile birleştikten sonra, 14.11.1923 tarihli ve 371 sayılı yasa ile Anadolu ve Rumeli'de bulunan illerin kurtuluşlarını (özellikle İstanbul ve İzmir'i) müteakip dava dosyalarının ve temyiz edilen dosya sayılarının artması, bu dosyaların Sivas'a ulaşmasının güçlükleri gibi gerekçelerle Sivas'tan Eskişehir'e nakil ile Mahkeme-i Temyiz adını almıştır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞU VE ESKİŞEHİR DE TEMYİZ MAHKEMESİ DÖNEMİ (1923-1935)

14.11.1923 tarihli ve 371 sayılı yasa ile Yargıtay'ın Sivas'tan Eskişehir'e nakli ile birlikte bazı yapısal değişiklikler de getirilmiştir.

4 Sayılı yasada belirtilen Hukuk, Ceza, Şer'iye ve Dilekçe Dairesine ilaveten, bu yasanın ikinci maddesinde Sulh Dairelerinden de söz edilmesi Yargıtay'daki Daire sayısının artırılmış olduğunu göstermektedir.
Dairelerde bir başkan ve dört üyenin bulunacağı hükmü bu yasada da tekrar edilmiş, Birinci Başkanlığın, Adalet Bakanı tarafından başkanlardan birisine tevdii edileceği ve seçilen Birinci Başkanın kendi Dairesi ve Genel Kurula başkanlık edeceği kuralına yasanın üçüncü maddesinde değinilmiştir.

Yasa ile getirilen yenilikler ise; Yargıtay'da üç yedek üyenin bulunması, bir Yargıtay Başsavcı Başmuavini bulunacağı, Başsavcı muavini sayısının ikiden dörde çıkarılması ayrıca her dairede lüzümu kadar başmümeyyiz, mümeyyiz ve katiplerin bulundurulması olarak göze çarpmaktadır. Mümeyyizler Dairede yazılan yazıları düzeltmekle görevli kişilerdir.

Bu Yasa ile getirilen yeni hükümlerle, 4 sayılı yasa hükümlerinin birbirine aykırı olması durumunda, 4 sayılı yasanın aykırı olan hükümleri mülga sayılmıştır. Bu bağlamda, aykırı olmayan 4 sayılı yasa hükümlerinin geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

Yargıtay'ın Eskişehir'de faaliyete başlamasından sonra, 08.04.1924 tarih ve 469 sayılı yasa ile mevcut olan Şer'iye Dairesi kaldırılarak Hukuk Dairesi sayısı Dilekçe Dairesi sayısı ikiye çıkarılmıştır.
Şer'iye Dairesinin kaldırılmasına ilişkin bu değişikliğin, halifeliğin kaldırılmasından hemen sonra yapılmış olması, Türkiye Cumhuriyetinde din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına yönelik iradenin önemli bir göstergesidir.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında; Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu üzerine çalışmalar yapması üzere iki komisyon kurulmuştur: Ahkam-i Şahsiye ve Vacibat. Ancak komisyonların hazırladıkları tasarılar ile devrimlerin bağdaşmadığına inanan Cumhuriyet Hükümeti, İsviçre Medeni Kanununun ve Borçlar Kanununun, bazı değişikliklerle, bütün olarak alınıp benimsenmesine karar vermesi sonucu  her iki Kanun da 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türk Ceza Kanunu, 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanununun benimsenmesiyle 1 Mart 1926 tarihinde kabul edilmiştir.
Ticaret Kanunu 29 Mayıs 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1850 tarihli Kanunname-i Ticaret'in yenilenmesi amacıyla 1916 yılında hazırlanan bir projeden esinlenilmiştir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Neuchâtel Kantonu Hukuk Usulü Kanunu örnek alınarak hazırlanmış ve Ekim 1927'de yürürlüğe girmiştir.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu örnek alınarak hazırlanmış ve 20 Ağustos 1929 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Deniz Ticareti Kanunu, Alman Hukukundan esinlenilerek hazırlanmış ve 13 Mayıs 1929 tarihinde kabul edilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu, İsviçre'deki İcra ve İflas Kanununun benimsenmesi yoluyla hazırlanmış ve 4 Eylül 1932 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

766 SAYILI HAKİMLER KANUNU İLE GETİRİLEN YENİLİKLER VE BU DÖNEMDE YARGITAY

20.03.1926 tarihinde çıkarılan 766 sayılı yasaya kadar hakimlerin seçimi, dereceleri, terfileri, ödüllendirilmeleri ve soruşturmalarına ilişkin olarak geniş kapsamlı ve ayrıntılı bir özel yasa çıkarılmamıştır. Bu yasa ile hakimlere ilişkin düzenlemelerden başka geçici maddeler başlığı altında yazılı otuzyedinci maddede Temyiz Mahkemesi'nin (Yargıtay'ın) "Cumhuriyet Merkezi"ne gelmesinden de bahsedilmiştir.

766 sayılı yasada genel olarak şu düzenlemelere yer verilmiştir.

Hakimler iki sınıf olup; birinci sınıfta, yargılama yapmakla görevli hakimler, icra reisleri ile yardımcıları, savcılar ve yardımcıları, Bakanlık teftiş kurulu başkanı ile müfettişleri ve personel, hukuk ve ceza işleri müdürleri yer almakta; ikinci sınıfta ise Temyiz Mahkemesi hakimleri, Başsavcı ve Bakanlık Müsteşarı bulunmaktadır. Kanun metni içinde yapılan bu ayrım şimdiki birinci sınıf hakimlik gibi olmayıp sadece iki grup olarak yapılan ayırımdan ibarettir. Hakimler arasında yapılan sınıflandırma ve bu sınıfların hangi kişileri kapsadığı hususları ayrıntılı bir şekilde düzenlendikten sonra atamalarının nasıl olacağı, atanan yerlerin derecelendirilmesi ile sınıfların nasıl değişeceği de etraflı bir şekilde açıklanmıştır.
Yargıtay Üyeleri, birinci sınıf hakimlerin altıncı derecesinde en az üç yıl çalışmış olan ve yükselme defterine adı yazılmış olan hakimler arasından seçilecektir.

Hakimlik Mesleğine kabul için Türk olmanın yanında, yirmi yaşını doldurmuş olmak askerliğini yapmış ya da ilişiği olmamak, bulaşıcı hastalığı ve göreve engel başka bir rahatsızlığı bulunmamak, ağır hapis cezası ya da görevi kötüye kullanmak ya da "namus ve haysiyete" dokunur suçtan ceza almamak, Hukuk Fakültesi ya da hukuk mektebi mezunu olmak gibi şartlar aranmıştır. Şartları tutanların da bir mahkeme yanında zabıt yazma işini en az altı ay yapmak suretiyle uygulama deneyimi kazanmaları da öngörülmüştür.

Hakimlik Mesleğine seçilme, meslekte yükselme, sınıf değiştirme, işten el çektirme, ödüllendirme ve soruşturma ile ilgili tüm işlerini "intihap encümeni" adında bir kurulun yapacağı, Kurulun Yargıtay'dan bir başkanın başkanlığında, bakanlık müsteşarı, üç Yargıtay üyesi, personel işleri müdürü, hukuk işleri müdürü, ceza işleri müdürü ve teftiş kurulu başkanından oluşmaktadır. Adalet Bakanı ise Kurulun doğal başkanıdır. Yargıtay'dan kurula seçilen başkanın kurula katılmaması durumunda ise müsteşarın vekalet edeceği, oylamalarda oyların eşit çıkması halinde başkanın bulunduğu tarafın tercih edileceği, Kurulun toplantı yapabilmesi için de en az altı üyenin katılımının zorunlu bulunduğu verilen kararların Adalet Bakanı tarafından "tasdik-i Ali"ye sunulacağı düzenlenmiştir.

Kurul kararları gerekçe gösterilmek suretiyle Bakan tarafından reddedilebileceği kuralı konulmuş olmasına karşı bu reddin nasıl yapılacağı ve izleyen işlemlerin nasıl olacağı konusunda bir açıklama getirilmemiştir. Kurulun soruşturma işlemlerinin ilgililere tebliğinden sonra, 15 gün içinde ilgililerin itiraz hakkı bulunmaktadır. İtiraz üzerine Yargıtay Başkanlığına gönderilen dilekçenin oluşturulan bir heyet tarafından inceleneceği ve bu heyetin kararının kesin olacağı, gereğinin ise Bakanlıkça yapılacağı, ancak hakimlikten çıkarma cezası; ağır hapis veya "o derecede bir ceza" veya "namus ve haysiyete dokunur" bir cürümden dolayı verilmiş ise derhal yerine getirileceği belirtilmiştir.

Yargıtay Üyelerinin birinci sınıf hakimler arasından ve en az üç yıl bu derecede görev yapmış ve terfi defterinde adı yazılı olan hakimler arasından veya hakim seçilebilmek için gerekli şartları taşıyan, yirmi yıl avukatlık yapmış olan ya da üniversitede veya Hukuk Mektebinde on yıl öğretim görevlisi olarak çalışmış bulunanlardan "metin ahlakıyla" tanınmış kişilerin seçilebilmesi öngörülmüştür.

Yargıtay Üyeliklerinde boşalma olduğunda; Adalet Bakanı tarafından yasada aranan şartları taşıyan altı kişinin isimlerinin Yargıtay Başkanlığına bildirilmesi, avukat ve öğretim üyelerinden bildirilen isimlerin bu miktarın üçte birini geçemeyeceği, bu bildirim üzerine Yargıtay Başkanının Genel Kurulu toplayarak bildirilen isimlerin bulunduğu tezkere zarfını heyet önünde açarak adaylar için Başsavcının da katılımı ile gizli oylama yapılması ve en çok oy alan üç kişinin isminin Adalet Bakanlığına bildirilip Adalet Bakanının da bu üç kişiden birini seçerek "tasdik-i Ali"ye sunması şeklinde bir prosedür getirilmiştir.

Yasa ile Getirilen hükme göre Yargıtay'ın İkinci Başkanları, Başsavcının da katılacağı Genel Kurul birleşiminde yapılacak seçimde, Yargıtay üyeleri arasından en çok oyu alan üç aday arasından Adalet Bakanı tarafından, Yargıtay Başsavcısı, ikinci sınıfta sayılan hakimler arasından Adalet Bakanı tarafından doğrudan doğruya ve Yargıtay Başkanı da Yargıtay ikinci başkanları ve Yargıtay Başsavcısı arasından Adalet Bakanı tarafından seçilecektir.

Yargıtay Üyelerinden birinin görev ve memuriyetine ilişkin işlediği suçlardan dolayı soruşturması Bakanlık tarafından görevlendirilecek temyiz başkanlarından biri ve savcı olarak da Başsavcı tarafından yapılmakta, Başsavcı hakkındaki soruşturmada savcılık görevini temyiz başkanlarından biri yürütmektedir. Şahsi suçlar için de bu usul geçerli olmaktadır. İşlenen suç cinayet ise soruşturma genel hükümlere göre yapılmakta, soruşturma sonucu Yargıtay Ceza Dairesi tarafından lüzum-u muhakeme kararı verilirse evrak Yüce Divana sevk edilmek üzere Adalet Bakanlığına gönderilmektedir. Hakimlerle birlikte suça iştirak eden hakim olmayanların yargılamaları da hakimlerin tabi olduğu usule göre birlikte yapılmaktadır.

834 SAYILI MAHKEME-İ TEMYİZ TEŞKİLATININ TEVSİİNE DAİR KANUN DÖNEMİ

766 sayılı Hakimler Kanunundaki yukarıda açıklanan düzenlemelerden kısa bir süre sonra çıkarılan 834 sayılı "Mahkeme-i Temyiz Teşkilatının Tevsiine Dair Kanun" adıyla çıkarılan yasaya göre Yargıtay'daki Daire sayısı üç Hukuk ve üç Ceza Dairesi olmak üzere altıya çıkarılmış, bu Dairelerden her birinin görevinin 834 sayılı bu yasa, Yargılama Usulü ve Sulh Hakimleri Kanunu ile belirleneceği ifade edilmiştir.

Dairelerden her birinde bir başkan ve altı üyenin bulunacağı ve heyetin beş kişi ile oluşacağı, Genel Kurulun ihtiyaç duyması halinde üç adet yedek üyenin de bulunabileceği, Daire başkanının üzerinde bir başkan ve başsavcılık refakatinde bir başmuavin ile yeteri kadar muavin bulunması öngörülmüştür.

Daireler arasındaki iş bölümüne ilişkin olarak getirilen kurala göre de Ceza Bölümünde; idam cezası, müebbet ağır hapis ve muvakkat ağır hapis, müebbet sürgün, beş seneden fazla hapis, kamu hizmetlerinden sürekli yasaklanma cezalarını gerektiren suçlara ait hükümlere Birinci Daire ve Birinci Dairenin görevi dışında kalan cürümlere veya bu davalara bağlı tüm hükümlerle cezada davanın nakli, Ceza Usul Yasasının otuz altıncı maddesiyle temyize gönderilmiş kısma ilişkin merci tayini konuları İkinci Daire ve kabahatlere ilişkin davalar ile tüm özel yasalardan doğan davalar ile isim, yaş ve kayıt tashihi davalarına Üçüncü Daire bakacaktır.

Yargılamaları temyize gönderilen hakim ve valilerin, yargılamaları eylemin niteliğine göre benzer eylemlerde temyiz mercii olan Dairelere ait olup bu yargılamalarda verilecek kararların temyizine Ceza Genel Kurulu bakacaktır.

Hukuk davalarının temyizinde ise Birinci Hukuk Dairesi; İkinci ve Üçüncü hukuk dairesinin görevi dışında kalan hukuk ve ticaret davalarında, İkinci Hukuk Dairesi ayni haklar hariç olmak üzere şahsa, aileye ve mirasa ilişkin hukuk işleriyle, her ne şekilde olursa olsun hukuk ve ticarette davanın nakli ve merci tayini hususlarında, Üçüncü Hukuk Dairesi de Sulh Hakimleri Kanunun hükümlerine dayalı olarak sulh mahkemelerinden verilmiş hukuk ve ticaret işlerine dair kararları incelemekte görevli sayılmıştır.

Yargıtay Birinci Başkanı Genel Kurullara başkanlık eder ve bu kurullara gönderilen işleri düzenler ve yönetir. İşi çok olan daireye işi az olan daireden geçici olarak üye görevlendirebilir. Yargıtay'a yapılacak seçimlerle ilgili olarak Bakanlık ile irtibat halindedir. Daire başkan ve üyeleri Birinci Başkan gerekli gördüğü takdirde Genel Kurulda Birinci Başkana yardım ve Birinci Başkanın nezaretinde Başkanlardan en kıdemlisi kendisine vekalet edebilir.

Yargıtay Genel Kurulları hukuk ve ceza olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Ceza Genel Kurulu ceza dairelerinden, Hukuk Genel Kurulu ise hukuk dairelerinden teşekkül eder. Her iki Genel Kurul da kendi üye toplam sayılarının üçte ikisinin toplanması ile toplantı yeter sayısına ulaşır. Toplananların üçte ikisinin oyu ile de karar yeter sayısı sağlanmış olur. Genel Kurullarda çoğunluğun sağlanamadığı durumlarda o kısımdan müzakereye katılmamış olan üyeler çağrılır. Bu suretle de ekseriyet temin olunamaz ise bu durumda her iki Genel Kurul toplantıya çağrılarak mutlak çoğunluk sağlanıp karar verilir.

Yargıtay'ın iki dairesi veya bir dairenin kararları arasında aynı konulara ilişkin birbirine zıt kararlar olduğunda ya da istikrar kazanmış bir içtihadın değiştirilmesi gereği doğduğunda Yargıtay Başkanı ilgili dairelerden birbirine aykırı kararları ve içtihadın değiştirilmesine ilişkin nedenleri ister ve özeti ile birlikte toplantı gününü belirleyerek toplantıdan en az üç gün önce Genel Kurula dağıtır. Bunun üzerine ilgili daireler de üyelerinden birini kendi dairelerinin görüşlerini etraflıca açıklaması ve savunması için görevlendirir. Her bölümün üçte ikisi ile oluşacak Genel Kurul ve ceza işlerinde Başsavcının da katılımı ile durum incelendikten sonra toplanan mevcudun üçte ikisi ile alınacak karar benzer olaylarda emsal olur. Bu konulardan Yargıtay Başkanı, Başsavcının veya dairelerin göndermesiyle haberdar olabileceği gibi resen de haberdar olup yukarıdaki şekilde içtihatlardaki aykırılığın giderilmesini sağlayabilir.

Ceza işlerinde karar düzeltme ancak hükmün kişi veya mahiyete doğrudan doğruya etkili olan bir hususun temyiz dilekçesinde veya tebliğnamede ileri sürülmüş olmasına rağmen ilamda dikkate alınmamış olması halinde mümkün olmaktadır. Karar düzeltme istemi Başsavcıya aittir. Bu istem üzerine temyiz incelemesi asıl kararı vermiş olan dairece yapılır.

Mahalli savcılar kendiliğinden ya da ilgililerin başvuruları üzerine Başsavcının dikkatine sunulmak üzere belgeleri gönderirler. Ancak yapılan başvuruyu düzeltilecek bir husus olarak görmezlerse sırf başvuru nedeni ile kararın uygulanmasını erteleyemezler.

Başsavcı karar düzeltme için yapılan başvuruyu inceledikten sonra eğer gerek görürse ilamın icrasını veya ertelenmesini derhal mahalline bildirir.

Ceza Dairelerinin kararlarına karşı Başsavcının kararın kendisine tevdii tarihinden itibaren iki hafta içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz hakkı vardır.

834 sayılı yasadaki bir düzenleme Teşkilat ve Usulü Muhakemat kanunlarıyla sair kanunların bu kanuna aykırı hükümlerin mülga olduğu şeklindedir ki bu hüküm ile önceki yasalarla çelişen hükümler nedeniyle farklı uygulamaların ortaya çıkmasının önüne geçilmek istenmiştir.

18.06.1879 tarihli Nizamiye Mahkemeleri yasasına göre; üye seçilebilmek için, ilk derece mahkemesi başkanlığı ile istinaf üyeliğinde veya bu memuriyetlerin ikisinde dört yıl çalışmak zorunluydu.

24.06.1913 tarihli Hâkimler ve Adliye Memurları seçim tüzüğüne göre Adliye Nezaretine bağlı nizami mahkemelerin hakimlerinin rütbe ve dereceleri belirlenmiş; Mahkeme-i Temyiz başkanı, başsavcı ve istinaf mahkemesi birinci başkanının doğrudan nazır tarafından seçilerek, Padişahın onayıyla atanması esası getirilmiştir. Mahkeme-i Temyiz üyeleri ise başsavcının da bulunduğu genel kurulda, adaylar üzerinde görüşme yapıldıktan sonra gizli oy ve genel kurulun üçte iki çoğunluğu ile en az beş yıl hakimlik yapmış, ahlak sağlamlığı ve hukuk bilgisi ile tanınan üç tanesi belirlenerek nazırın da bunlardan birini seçmesiyle atanırlardı. Yargıtay Genel Kurulunca üç aday arasına girebilmek, sonra da Adalet Bakanının tercihleri arasında yer almak gerekmekteydi. 07.09.1914 tarihinde yapılan değişikliğe göre ise; Mahkeme-i Temyiz üyelerinin seçiminde, beş yıl hakimlik görevinde bulunmuş, sağlam ahlak ve hukuk bilgisine sahip altı adayın adını içeren kapalı bir zarf, Adliye Nezaretince Mahkeme-i Temyiz birinci başkanlığına verilir, birinci başkan zarfı genel kurulda açıp okur, adaylar üzerinde görüşme yapılıp genel kurulun üçte ikisi tarafından seçilen üç kişinin adı Nezarete bildirilerek nazır tarafından biri seçilir ve arzolunurdu. Aday olabilmenin ön koşulu kırk yaşını bitirmek ve Adalet Bakanlığınca beş yıl hakimlik yapmış kimseler arasından en az altı kişinin ismini taşıyan listeye girebilmek, Yargıtay Genel Kurulunca 2/3 çoğunlukla seçilecek üç aday arasından Adalet Bakanınca tercih edilebilmek önemliydi.

04.07.1934 günlü 2556 sayılı Hâkimler Yasası uyarınca Yargıtay üyesi seçilebilmek için birinci sınıf hakimler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilerek; Adalet Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan üçlü kararname ile atanmak gerekliydi.

Yargıtay Birinci Başkanı, Başsavcı ile Yargıtay İkinci Başkanları arasından Adalet Bakanınca seçilir, Yine Adalet Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan üçlü kararname ile atanırdı. Yargıtay Büyük Genel Kurulunca seçilen ilk Başkan İmran Öktem'dir.

YÜCE DİVAN

İlk 1876 Yılında kabul edilen Anayasa ile yargı sistemimize girmiştir. Divan-ı Ali 30 üyeden oluşmaktaydı. Bunlardan onu Heyeti Ayân (padişah tarafından seçilen meclis üyesi) onu Danıştay onu da Yargıtay ve İstinaf reis ve üyelerinden kur'a ile seçilerek atanırlardı.

Divan-ı Ali iki bölümde Divanı İthamiye, Divan-ı Hüküm.

Divan-ı İthamiye dokuz üyeden oluşurdu. Üçü heyeti ayan, üçü Danıştay, üçü Yargıtay ve İstinaf üyelerinden olmak üzere Divan-ı Ali üyeleri arasından kura ile seçilirdi.

Divan-ı Hüküm; yedisi Heyeti Ayan, yedisi Danıştay, yedisi de Yargıtay ve İstinaf üyelerinden olmak üzere 21 Divan-ı Ali üyelerinden oluşurdu.

Divan-ı Ali'nin görevleri; Bakanlar ile Yargıtay Başkan ve üyelerinin ve padişahın kendisini ve makamını tehlikeye sokmaya teşebbüs edenleri yargılamaktı.

1876 Anayasası 20.04.1924 tarihinde kabul edilen yeni Anayasa ile kaldırılmış, Divan-ı Ali'nin de yapısı değişmiştir.

1924 Anayasasına göre Yüce Divan gerektiğinde TBMM.nce kurulmaktaydı.

Görevi; Bakanları, Yargıtay ve Danıştay Başkan ve Üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısını görevlerinden doğacak işler nedeniyle yargılamaktı.

1924 Anayasası gereğince Yargıtay Genel Kurulunca seçilen 11, Danıştay Genel Kurulunca seçilen 10 kişi kendi aralarında Başkan ve Başkan vekilini seçerlerdi. Başsavcı, Yüce divanda Savcı olarak görevliydi.
Uygulamada Yargıtay Birinci Başkanları, Yüce Divanlara üye seçilip, Yüce Divanda da Başkanlığa seçilmişlerdir. Bahriye Vekili İhsan beyin yargılandığı Yavuz-Havuz olayında Yüce Divana Birinci Başkan İhsan Ezgi'dir. Gümrük ve Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü'yü yargılayan son Yüce Divana ise, Birinci Başkan Halil Özyörük başkanlık etmiştir.

27.05.1960 devriminden sonra 1924 Anayasasının Yüce Divana ilişkin hükümleri çıkarılmış ve Yüksek Adalet Divanı kurulmuştur. Bu divan hem 1924 Anayasasında olduğu gibi Yüce Divanda yargılanması gereken kişileri yargılayacak hem de Demokrat Parti iktidarının Cumhurbaşkanı ile Başbakanını, bakanlarını ve o iktidarda görev yapan kişileri yargılamakla görevlendirilmişti. Yüksek Adalet Divanına ek olarak sanıkların sorumluluklarının araştırılarak "son soruşturma" açmakla yükümlü olan Yüksek Soruşturma Kurulu oluşturulmuştur. Her iki Kurula katılacak hakimler Milli Birlik Komitesince Bakanlar Kurulunun teklifi ile seçilmişlerdir. Yüksek Adalet Divanı hakimlerinin adli, idari ve askeri hakimler arasından seçileceği belirtilmişti. Yüksek Adalet Divanında ve Yüksek Soruşturma Kurulunda Yargıtay'dan birçok Başkan ve Üye görev yapmıştır.

Yüksek Adalet Divanında 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol, Başkan, 4. Ceza Dairesi Başkanı Ferruh Adalı, 1. Ceza Dairesi Üyesi Abdullah Üner ve Selman Yörük Üye, 5. Hukuk Dairesi Üyesi Vasfi Göksu ve 5. Ceza Dairesi Üyesi Adil Sanal Yedek Üye, 1. Ceza Dairesi Üyesi Altay Egesel Başsavcı olarak görev yapmışlardır.
Yüksek Soruşturma Kurulunun il başkanı 6. Ceza Dairesi Başkanı Celal Kuralmen, onun görevden çekilmesi ile 2. Hukuk Dairesi Başkanı Hayrettin Şakir Perk Başkan olmuştur.

Yüksek Adalet Divanı çalışmalarını Yassı ada da sürdürmüştür. Ancak 15 Eylül 1961 tarihli toplantı ve diğer toplantılar Yargıtay binasında  bulunan sonradan yıkılan Kubbealtı denilen bölümde sürdürüldü.  Bu dönem de divan başkanlığı 1. Ceza Dairesi Üyesi Selman Yörük tarafından yapılmıştır.

Yüce Divan Görevi, 1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesine verilmiştir.

1221 SAYILI TEMYİZ MAHKEMESİ TEŞKİLATINA DAİR KANUN DÖNEMİ  (1928-1973)

11.04.1928 Tarihinde çıkarılan 1221 sayılı yasa ile Yargıtay'ın yapısı ve işleyişi ile ilgili yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler dairelerin sayısına ve görev alanlarına da etkili olmuştur.

834 sayılı yasa döneminde Hukuk ve Ceza bölümünde üçer daire olmak üzere toplam altı daire mevcut iken hem hukuk dairelerine hem de ceza dairelerine birer daire eklenmek sureti ve ile Yargıtay'daki daire sayısı sekize, ticaret dairesi ile birlikte toplam daire sayısı ise dokuza çıkarılmıştır.

7264 Sayılı ve 11.05.1959 Tarihli "Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair 1221 Sayılı Kanunun 1, 3 ve 4 üncü maddelerinde tadilat yapılmasına Dair Kanun" İle Yapılan değişikliklere gelince;
Bu yasa ile öncelikle 1221 sayılı yasanın 5859 sayılı kanunla Yargıtay'da bulunan hukuk dairelerinin sayısı sekize çıkarılmış ve bu dairelerin görev alanlarının 7264 sayılı bu kanun ve Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Usulü kanunları ve İcra ve iflas Kanunu ve özel yasalarla düzenlendiğine işaret edilerek dairelerin görev alanları tek tek belirtilmiştir.

Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair 1221 sayılı Kanunun değişik l, 2, 3 ve 4. maddelerinde değişiklik yapılmış ve yasaya yeni bir madde eklenmiştir. Değiştirilen 1, 2, 3 ve 4. maddeler ile eklenen maddeye göre;
Yargıtay 9 Hukuk, 7 Ceza, l Ticaret ve l İcra İflas Dairesinden kurulu olup, dairelerden her birinin görevi, bu kanun ve Hukuk ve Ceza Yargılama Usulü Kanunları ve İcra ve İflas Kanunu ve özel kanunlarla belli edilmiştir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

17 Nisan 2020 Cuma

ANAYASA MAHKEMESİNİN 35 NCİ KURULUŞ YIL DÖNÜMÜNDE YAPTIGI KONUŞMA..

ANAYASA MAHKEMESİNİN 35 NCİ KURULUŞ YIL DÖNÜMÜNDE YAPTIGI KONUŞMA..






Yekta Güngör ÖZDEN
25/04/1997

Sayın Cumhurbaşkanı,

Anayasaları yorumlayıp güncelleştirerek belirlediği hukuksal çerçevede demokrasinin özümsenmesini sağlaması nedeniyle "anayasa demokrasi"ye adını veren anayasa yargısı, nitelikleri Anayasalarda belirtilen çağdaş hukuk devletinin en sağlıklı güvencesidir. Ülkemizde insan haklarının, özgürlüklerin bu bağlamda koruyuculuğunu yaparak Anayasa'nın üstünlük ve önceliğini gerçekleştirmekle yükümlü Mahkememizin 35. Kuruluş Yıldönümü Törenine katılarak onurlandırdığınız için size ve başta dost ülkelerin yargı temsilcileri olmak üzere tüm konuklarımıza, güç veren ilgileriniz nedeniyle teşekkür ederek "Hoş geldiniz!" diyorum. Ortak değerleri birlikte korumanın, kıvancı ve gönenci paylaşmanın mutluluğu, en gerçek esenliktir. Evrensel ve ulusal ilkeleri kaynaştırarak sorunlarımızı çözmek çabası, insanlığa en yararlı hizmettir. Böylece barışın kaynağı olan hukukla, dünyamızın aydınlığı her yönden artacak, savaş, açlık, salgınlar ve doğal yıkımlar, insanlıkla bağdaşmayan aykırılıklar, çelişkiler ve kötülükler önlenip giderilecektir. Yinelemekte yarar görüyorum, insan hakları adaletin, adalette dünyanın temelidir.

Demokrasiyi kâğıt üzerinde ve sözde kalmaktan, demokratik yapıyı özlem ve düş olmaktan çıkarıp yaşam gerçeği kılmak uğraşı, başlıca sorumluluğumuzdur. Göstermelik, koşullu ve başkalarının uygun bulduğu ölçüde demokrasi; insanı, bilimi, çağı yadsımakla birdir. Demokrasi, yalnız parti ve seçim değildir. Devleti değil, seçimi düşünenler birçok şeyin yıkımına neden olabilirler.

Anayasanın siyasal partilerin iç düzenleriyle tüm çalışmalarının demokrasi ilkelerine uygunluğunu öngören 69. maddesi, onursal bir öneri olmaktan çıkarılmalı, ülke genelindeki demokrasi, siyasal partileri örnek alacak biçimde, bu kurumlardan başlayarak yaygınlaşmalı ve kökleşmelidir. Demokrasimizi hukuksallık, açıklık ve temizlikle anlam ve amacına uygun duruma getirmeliyiz. TBMM üyeliğiyle bağdaşmayan işler, bir saldırı, aşırılık ve taşkınlık aracı olmayan dokunulmazlık kurumu gerçekçilikle ele alınmalı, etik kurallara gereken önem verilmelidir. Demokrasiyi yaygın, köklü, doyurucu ve yararlı düzeye çıkarmak, bir yaşam biçimi, yönetim yöntemi olmaktan ötede bir öze dönüştürmek, hepimizin görevidir. Hakların ve özgürlüklerin onur ve erdem sayıldığını unutmadan, yurttaşlık bilincimizin gereklerini gözardı etmeden yürüteceğimiz çalışmalarla yalnız yurdumuzda dinginlik sağlamakla kalmayacak, bölge ve dünya barışına katkıda bulunarak insanlığı karanlığa düşmekten, acı çekmekten, dünyayı yıkıntı olmaktan kurtaranlar arasına katılacağız. Kötü hukukun, hukuksuz kalmaktan da kötü olduğu inancıyla çabalarımızı sürdürüyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi, yeri ve zamanı geldikçe, hiçbir yandaşlık ve karşıtlık gütmeden, kurumsal ve kişisel hiçbir beklentimiz olmadan, bağımsızlığımızın ve mesleğimizin tüm gereklerine uyarak, uyarı, eleştiri, öneri ve dilek biçiminde açıklıyoruz. Hukuk devletinin, hukukçu devleti, hukukun üstünlüğünün hukukçunun üstünlüğü olmadığı; devletin tüm işlem ve eylemlerinin tam bağımsız yargının denetimine açık; evrensel ve üstün hukuk ilkelerinin anayasadan da önce geldiği anlayışının egemen; yurttaşlarını hiçbir ayrım gözetmeden, adalet ve güvenceyle mutlu kılan devlet olduğunu vurguluyoruz. Devletin hukuksallığı kadar sosyalliğini, demokratlığını ve lâikliğini savunuyor, hepsini eşdeğer nitelik sayıyor ve birini öbüründen ayırmıyoruz. Nitelikli hukukçu olmadan, gerçek hukuk devleti olmayacağını da biliyoruz. Bu nedenle hukukun etkinliğini ve yargının bağımsızlığını savunuyoruz. Sav, savunma ve karar öğelerinden birinin bağımlılığı, yargının bağımlılığını, bu da devletin bağımlılığını çağrıştırır. Mafyanın yargıya kadar uzandığı yakınmaları, çok kişi ve kuruluşun sorumluluğunu yansıtır. Gerçekte halkın olan yargıç güvencesi ve buna koşut yargıçların sorumluluğu, günün gereklerine göre düzenlenirse yakınmalar azalır. Yargı içindeki dayanışma çağrı ve çabalarımızın yanıtsız kaldığını, özlük haklarındaki eşitlik girişimlerimizin çarpıtılarak yansıtıldığını unutmak istiyorum.

Ulus olarak karakterimiz gereği hiçbir etnik ve inanç ayrımı yapmadan, insanlığı bir bütün sayarak kazanımları, mutluluk ve acıları paylaşıyoruz. Teokratik monarşiden Cumhuriyet'le demokrasiye geçmenin, kimi eski alışkanlıkları atmanın güçlüklerini yaşıyoruz. Ulusal Kurtuluş Savaşını utkuyla sonuçlandırıp yepyeni bir devlet kurarak anlayıştan kural ve kurumlara değin değişiklikleri tümüyle gerçekleştirmek için 74 yılın yeterli bir süre olduğu söylenemez. Geleceğe ilişkin kimi hukuksal önlemlerin zorunluluğu, ülkemize özgü koşullar nedeniyle kaçınılmazdır. Her ülkenin ve toplumun özellikleri vardır. UNESCO'nun 1978'de aldığı kararla üye ülkelerin 1981'de 100. doğum yıl dönümünün kutlanmasını istediği, emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık savaşının ve Türk Devriminin önderi, devlet kurucumuz Atatürk'ün "En gerçek yol gösterici bilimdir!" sözüyle "yurtta barış, dünyada barış!" ilkesini yürekten benimsiyoruz. Bu doğrulara içtenlikle bağlıyız, bu doğrultuları özenle izliyoruz. Kimsenin toprağında gözümüz, yayılma amacımız asla yok. Gerçek barışçıyız. Dostlarımız için bir güven kalesiyiz.

Uluslar arası ilişkilerde hukuksuzluğa ve eşitliğe büyük önem veriyoruz. Avrupa'nın bir parçası olarak imzaladığımız antlaşma ve sözleşmelere bağlıyız. Anayasa'ya uygunluk denetimi, yasaların yasayla değil yasaların Anayasa'yla karşılaştırılması yöntemiyle yapıldığından, uluslar arası antlaşmalara göre bu denetimi yapabilmemiz için antlaşmaların Anayasa düzeyinde sayılmasını gerektiren bir açıklığı sağlayacak Anayasa değişikliği önerimizi yineliyoruz. Uluslar arası kurallar böylece tümüyle yaşama geçecek, çok yanlı ve ikili ilişkilerdeki kimi anlaşmazlıklar sona erecek, karşılıklı güven artacak, Avrupa Birliği her yönden eşit uygulamalarla güç kazanacaktır. Barışa, dostluğa ve birbirinin varlığına saygı ile güçlü birliktelikler ortaklıklar oluşturmak herkesin yararınadır. Avrupalı olan, Avrupa'daki Türkiye birçok yönden güçlenip gelişmekte ve birçok ülkeden ileride bulunmaktadır. Türkiye'siz Avrupa Birliği, tam birlik sayılmaz.

Türkiye, demokrasisi ve lâikliğiyle kimi ülkeler için kötü örnektir. Dinci rejimler, saltanat ve diktatörlükleri yönünden Atatürk Türkiyesi'ni tehlike sayanlar teröre destek vermekte, gerçek dışı savlar ve aykırı istemlerle amaçlarını saklamaktadırlar. Dünya giderek küçülmekte, devletler bir örgütle birleşmekte, etnik ve dinsel kavgalar, aşırı milliyetçilik, soykırım ve açlık utandırmakta, ulusların kaynaşması ve ekonomik ilişkilerle uluslararası kurumlaşmalara gidilerek yapı, hızla değişmektedir. Bu oluşumun dışında kalanlar yoksunluğa ve bağımlılığa düşecektir.

Türkiye'de hangi etnik kökenden ve hangi inançtan olursa olsun hiçbir kadın-erkek yurttaş arasında hiçbir ayrım yokken ve yapılmazken, tümüyle hukuk dışı ve insanlık dışı amaçlarla, gerçek dışı savlar ve söylemlerle yıkıcılığa ve bölücülüğe kalkışanların uyuşturucudan soyguna her yola başvurmaları, kaynağı karanlık nice olanaklar edinmesi gözden kaçırılmamalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, en ağır insanlık suçu olan teröre herkes karşı çıkmalıdır. Yakınlarını yitirenlere dostlarımıza başsağlığı dileyerek yurtdışındaki saldırıları da en kötü duygularla kınıyor, gerekli işlemlerin ivedilikle yapılıp insanlık düşmanlarına gereken yaptırımların uygulanacağını umuyorum. İnsan haklarını savunmada içtenlik kanıtlanmalıdır. Kendi düşünsel, duygu ve inanç koşullanmışlıklarını siyasal açılım gibi dayatanlarla türlü ödünler vererek bunları destekleme durumuna düşenlerin, değişik sakıncalara neden olanların da birbirinden farkı yoktur. Yapay sorunların sıkıntılarını halka yaşatmak ne ölçüde bağışlanamaz bir tutum ise yetkilerini iyi kullanmayan, gelişigüzel, partizanca davranan kimilerinin içte ve dışta ağır eleştiri ve karalama getiren eylem ve işlemleri de o ölçüde bağışlanamaz. İnsan haklarını ve demokrasiyi kötüye kullanarak herkese zarar vermekten uzak kalınmalıdır. Ulusal dayanışmanın temeli olan toplumsal barış, etnik ve dinsel sömürüyle bozulursa ulusal yapı korunamaz. Irkçılık türü tutuculuk, milliyetçilik değildir. Çağdaş milliyetçilik, soyunun özgün değerlerini koruyup güçlendirerek tam eşitlikle kucaklaşıp dışarıda barışı ve dostluğu pekiştirmektir. Kavga ve savaş, uygarlığın düşmanıdır. İnsanlığa aykırı inanç, inanca karşın kavga , ilkelliktir. Devlet organları arasında sürtüşme, anayasal organlara sataşma da böyledir. İlkeleri kurumlaştırmak, kurumları güçlendirmek gerekir. Organlar arasında, Anayasanın Başlangıcında belirtilen uyumlu çalışma özlem değil, gerçek olmalıdır.




Sayın Cumhurbaşkanı,

Ulusal yaşam andı bildiğimiz Anayasa başta olmak üzere, hukukumuzu anti demokratik yapılanmaya, kurumlaşmaya yol açan kurallardan arındırma çalışmaları gecikmemelidir. Siyasal karşıtların, zıtlaşma ve inatlaşmanın demokrasiyle ve hukuksallıkla uyuşmadığı açıktır. Demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri olan, demokrasi için varlıklarını savunup korumaya çalıştığımız siyasal partilerin, demokrasiyi ülkede gerçekleştirme savlarının inandırıcılığı, kendi demokratik yapıları ve uygulamalarıyla olanaklıdır. Seçimler sırasında pek az rastlanan "demokrasi, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı" sözlerini her zaman duymak ve bu yolda daha devingen olmalarını beklemek, halkımızın hakkıdır. "Hukuk devleti" anlayışıyla bağdaşmayan olumsuzluklar, karanlık ilişkilerden güç kullanarak sonuç almaya değin demokrasiyi gölgeleyen olaylar endişeyle izlenmektedir. Türk gücünü unuttururcasına Osmanlı gücünden sözetmek Cumhuriyet yandaşlığıyla çelişir. Feodal yapı sürdükçe, ilkellik, gericilik, çağdışılık ve terör durmaz.

Önceki tören konuşmalarını yinelememek için aynı konulara değinmiyorum. Ancak, bilgi ve ilgiye sunulan sorunların, karar gereklerinin saptanıp ele alındığını, çözüm arandığını görememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Yargıyı, istemek ve izlemek durumunda bırakmadan yargı sorunlarını çözmek, adalete saygının, hukuka bağlılığın gereği olduğu kadar, ulusa verilecek en anlamlı hizmettir. Adaleti olmayanın hiçbir şeyi olmaz ve adalet herkese lazımdır. Aç kalınır, adaletsiz kalınamaz. Adalet yalnız yargıda değil, her alanda, her katta gözetilmeli, adaletin içinde adaletsizlik, en kötü durum bilinmelidir. Eğitimle dokunup güçlenen toplumsal düzey ve etkin hukuk olunca, demokrasiye aykırı ya da hukukdışı hiçbir girişime, yanlış anlaşılacak hiçbir kalkışmaya gerek duyulmaz.

Daha kapsamlı, daha iyi demokrasi, daha güçlü ekonomi, daha bilimsel eğitim, daha başarılı spor ve sanat, daha uygar yaşam, daha doyurucu adalet ve daha etkin sağlığı ve savunmayı konuşup gerçekleştirmek yerine, gereksiz tartışmalarla zaman, emek ve insan gücü yitirilmekte, ulusumuz karamsarlığa düşürülmektedir. Kimi kentlerin çağdışı giysilerle ürkütücü görünümü, "dergah, tekke, zaviye, muska, fetva, ferman" sözcüklerinin kullanılması, çocukların katıldığı ayinler, dinsel sömürünün getirdiği noktadır. Yeşil bayraklar, çağdışı, yasak giysilerle islâmiyeti kaynağından ayıran bağnazlık, saldırganlık, özellikle yargıya ve güvenlik güçlerine karşıtlık hoşgörüyle karşılandıkça yarınlarda neler olacağı kestirilemez. İlkellik ve rejime yönelik girişimler nerden gelirse gelsin karşı çıkılmalıdır. Kimsenin yürürlükteki yasaları uygulatmama yetkisi yoktur. Demokrasimiz için en büyük tehlike, din sömürüsüyle katılık, partizanlık ve yansız kalması gerekenlerin yandaşlığıdır. Yürürlükteki yasalara, yargı kararlarına karşın çağdışı giysileri devlet kurumlarında giyenler kadar giydirenler ve hoşgörüyle karşılayanlarda sorumludur.

Devrimle gerçekleşen lâik eğitim, demokrasinin güvencesidir. Lâik Cumhuriyet'in kişilikli yurttaşları, ulus yapısını, dinsel devletin ümmetiyle karşılaştırmaz ve kapı kulluğunu yeğlemez. Tarihin acı örneklerini unutamaz ve bir daha yaşamayı asla düşünmez.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi iktidar tutkusuyla, seçmeli ders ödünleriyle dinsel öğretim durumuna getirmek yanlıştır. Din bilgisi ayrı, dinsel eğitim ayrıdır. Eğitimde gerçekte süreden çok içerik ve nitelik önemlidir ve eğitim bir bütün olarak ele alınmalıdır. Siyasal amaçlı çözümler yarın herkesi pişmanlığa düşürür. Eğitimle oynanmaz. Üstdüzey yöneticilere kadar uzayan kimi yürütme işlemlerinin, siyasal amaçlı görünümleri çok yönlü sakıncalar taşımaktadır. Öz bir yana, biçimsel koşullara uymayan işlemler devlette onarılması güç yaralar açar.

Gereksiz ve yanlış bir "seçilmiş-atanmış" ayrımıyla, çocukça davranışlar sergilenmesi de hukukdışılığın belirtisidir. Yalnız lâiklik bildirisi ve Anıt-Kabir ziyaretiyle de her şey yapılmış olmaz. Anayasa Mahkemesi kararına ters uygulamayı sürdüren yerler oldukça hukuk devleti sözde kalır.

Bütçe görüşmelerinde kimi üyelerin gerçekdışı, yakışıksız ve aşırı partizanca konuşmalarına karşın yasama organımızın Anayasa Mahkemesine gerekli yaklaşımını beğeniyle karşılıyor, ilgisine teşekkür ediyorum. Anayasa Mahkemesi, yasama organının altında, üstünde ya da karşısında değil, yanındadır. Bir anlamda onu tümlemektedir. Yetki devri konusundaki duyarlığımız, yeni kural koyma ve yasama organı yerine geçme görünümlerinden kaçınmamız, adını Atatürk'ün koyduğu temel organa saygımızdandır. Karşılıklı saygıda kusurlu olmama özenimizi sürdüreceğiz. Atatürk'ün açtığı Meclisin O'na ve ilkelerine her zaman, her şeyden önce sahip çıkacağına inanıyoruz.

Yürütme organı'nın günümüz koşullarında Mahkememize karşı tutumu, kimi konular dışında, yakınmaya neden olacak düzeyde değildir. Anayasa yargısının ve özgün kurumunun özellikleri gözetilerek yapılması zorunlu düzenlemeler savsaklanmadan ele alınıp yasama organına sunulmalı, uyarı ve önerilere sırt çevrilmemelidir. Çalışmalarımız için zorunlu yasa değişiklik taslakları beş yıldır tutulmakta, Sayın Cumhurbaşkanı'nın ilgisine karşın bekletilmektedir. Anayasa'ya uyum konusunda Kuruluş Yasamıza uyum değişikliğe ilişkin tasarı, görüşümüze gerek duyulmadan Meclis'e gönderilmiştir. Kimi kurumlara binlerce kadro verilirken halkla ve basınla ilişkiler için bir müdür kadrosundan, tüm yargı organlarında çalışan memur ve müdürlerin özlük haklarında zorunlu iyileştirmeden kaçınılmasının doğru olmadığını içtenlikle belirtiyorum. Çalışmalarda hızdan, içeriğe her konuda düzey artışı, çalışanların düşünüldüklerini bilmeleri ve kimi kolaylıklara kavuşmalarıyla sağlanır.

Devletin verdiği izin sayılan Bütçede ödeneği kullanmayı genelgelerle engellemek "Denk Bütçe" savıyla çelişmektedir. Yargının gereksinimleri kimi uçakların giderlerinden de çok azdır. Genelgeler, Anayasal ve yasal gerekleri dışlayamaz, şu ya da bu nedenle yetkilendirilmiş kimilerinin kişisel eğilimleriyle uygulanamaz.

Hukukun amacı, işlevi, yararı, hukuk üretilmesi konusunda tüm hukukçularla hukuk kuruluşlarının sorumluluğu ortaktır. Gerçekte bu ortaklık, hukuk devleti için yasama ve yürütmeyi de kapsar. Yargı kararlarının uygulanması özeninde yarışma, bir çağdaşlık belirtisi olarak özlenirken, uygulanmayıp hukukun göz ardı edilmesi, özellikle yeni atama işlemleriyle memurlara güçlükler yaşatılması, yetki-makam kabadayılığı ve bildiğini okuma tutumu devlete gölge düşürmektedir. Sorunların hukukla çözümlenmesi, hukuk devleti olmanın ve uygarlığın gereğidir. Hukuksuz devlet, devletsiz hukuk olmaz., hukuku dışlayan demokrasi düşünülemez.

Kimi Bakanlıklarda Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanmaması ya da sonuçsuz bırakma niteliğindeki tutumlar, çok sakıncalıdır. Hukuka saygı duymayan, yargıyı tanımayan hukuk devleti ve devlet adamı olamaz. Bir insan ve hukuk kurumu olarak tüm yurttaşları kucaklayan devlet, kimilerinin değil, herkesin malıdır. Adaletsiz devlet, devlet olmadığı gibi adalete saygı duymayanın Tanrı saygısı da inandırıcı değildir. Yargının gerekçesi, yargınındır. Bakanlığın değil. Kimin dava hakkı olup olmadığını yargı belirler, Bakan değil. Yargı kararlarını yerine getirmeyenlerle bu kararlara uymayanlar, hangi yöntemle gelmiş olursa olsunlar görevde kalma hakları tartışılır, geçerliliklerini yitirirler. Yürürlülükteki yasaları uygulamamak gerçek bir hukuk devletinde kimsenin hakkı ve haddi değildir. Kimi yöneticilerden gelen tersine düşüncelere karşın yürütmenin tutukluğu daha da acıdır. Hukuk devletini içerden yıkma niteliğindeki bu durumlara kesenkes son verilmesini bekliyoruz. Kimi valilerle kimi belediye başkanlarının bu bağlamdaki açmazlarının gereken işlemlere bağlı tutulacağını umuyorum. Herkes davacı ve davalı olur ama son sözü yargı söyler. Yargıya uyulmazsa devlet yaşamı kararır.

Hukuktan çok, "irtica" anlamındaki şeriat biliniyor. Dinsel konulara gösterilen ilgi, hukuka gösterilmedikçe özlenen aydınlığın gerçekleşeceği kanısında değilim. Hukuk ve yargıya ilişkin yakınmaları gidermek, halkımıza beklendiği adaleti sunmak birincil görevimizdir. Adaleti toplumsal namus bilen halkımız Atatürk, Silahlı Kuvvetler, inanç, ahlak ve adalet konularında çok duyarlıdır. "Karaya" ve "karanlığa " karşıdır. Çağdışı dayatmaların iktidar olanaklarıyla desteklenmesini hiç bir zaman uygun bulmamıştır. Değerbilmezlikten terbiye dışına çıkmaktan ve yolsuzluk söylentilerinden duyduğu burukluk açıktır. Siyasal işlemlerle adaletin engellenmesini doğru bulmamaktadır. Yanları kim olursa olsun tüm yolsuzlukların ve adaletsizliklerin üzerine değişmez bir kararlılıkla gidilmesini istemektedir. Demokrasi, ahlak, onur düzeni: en saydam, en temiz rejimdir.

Karar yazım ve yayınının hızlanması için öneriler getirdiğimiz Anayasa Mahkemesi'nin kendiliğinden davaya bakmadığı, dava açanların Cumhurbaşkanı, İktidar ve Anamuhalefet Partisi ile en az 110 milletvekili ve Mahkemeler olduğu, iptal davalarında yürürlüğü durdurma istemeyen kalmadığı unutulup gerçekdışı haberlere dayanılarak, siyasal ya da kişisel nedenlerle hak ve özgürlüklerin güvencesi olan kurumu bilimdışı, hukukdışı eleştirmek, düşünce özgürlüğü ile saldırıyı ayırmadan konuşup yazmak yanlıştır. Atatürk'e, devlete, yargıya, Silahlı Kuvvetlere, güvenlik güçlerine saldırı, kurumları yıpratıp yıkma çabaları, her şeyden önce yakışıksızdır. Demokrasi bu tür çirkinliklerden kaçınılırsa güzelleşir. Özensiz konuşmalarla siyasal tıkanıklıklar, umutsuzluk ve karamsarlık yaratarak demokrasiye zarar vermektedir.

Gerçekte demokrasiyle hiç bir ilgisi olmamasına karşın, kendi diktalarını kurmak için yararlanmaları nedeniyle demokrasiyi savunur görünen kimilerinin aldatmacalarına karşı çıkılınca halkı hatırlamaları, azlığı dışlayıp kendileri çoğunluktaymış ya da çoğunluğu temsil ediyorlarmışcasına kendilerini demokrasiyle özdeşleştirip özü savsaklamaları, çiğnediği hukuka sığınmaya çalıştıkları her zaman görülmüştür. Bu durumlarda her zaman aşılacaktır.

Düşmanlık yapanlara yalvarırcasına övgüler yağdırılırken, vatan kurtaranlara vatan koruyanlara saldırı yarışı sağduyulu yurttaşları üzmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Kişiler, toplumun temelini oluşturan ailenin kurucularıdır. Kişilik, hak ve özgürlüklerle tümlenip niteliklerle anlam kazanan bir yapıdır. Devlet de ulusu ve ülkeyi kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olarak böyle saygınlık kazanır. Kendisini hukuk kurallarıyla bağlı saymayan devlet, yurttaşlarından hukuka saygılı olmalarını bekleyemez. İnsana değer ve saygı, insanlık ölçüsü dışında başka ölçüyü gerektirmez. Bu anlayış yerleşirse, etnik ve dinsel özellikler insanları birbirinden ayırmaz toplumsal barış sağlanır.

İnsan hakları, kimi siyasal oyunlara araç kılındığı gibi devleti güç duruma düşürecek biçimde itilmekte, bu konudaki yakınmalar sürmektedir. Dinsel sömürü, soykırım, bölücülük, yıkıcılık ve terörü bırakıp kimi dayatmaları insan hakları savunuculuğuyla gündeme getiren sözde dostlar, ikilemlerinde direnmektedirler. Dışarıda bu üzücü görünümlerle birlikte içeride de siyasal alanda kimi olumsuzluklarla halkı umutsuzluğa düşürme belirtileri izlenmektedir. Kimi alanlarda bozulma, yozlaşma, tutarsızlık, kirlenme, çelişki ve düşkırıcı olaylar, oluşumlar; devleti ele geçirme oyunları; kimi Bakanlık, Üniversite, KİT ve Belediyede tarikatçı kadrolaşma yakınmaları; kimi sorumluların, yetkililerin ve yöneticilerin kötü eğilimlere kapılarak görevlerini savsakladıkları duyumları hepimizi üzmektedir. 74 yıl önce çıktığımız karanlığa dönme çabaları usdışıdır. Geriye değil ileriye gideceğiz. Sünnet töreninde "Din herşeye çözümdür" diyen valinin; siyaseti, bu yolla devleti, dinin hizmetine sokmak isteyenlerden güç aldığını sanıyorum. İnancı, siyasal amaçlı sömürünün aracı; ödünlerin nedeni yapmak, dinden uzaklaşmak, dindışı düşmekten ötede din karşıtı olmaktır. Dini siyasallaştırmak, demokrasiyi dinselleştirmek, açıkçası demokrasi olmaktan çıkarmaktır. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi; bağımsızlığın, egemenliğin, demokrasinin kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; aydınlanma, bilimsellik, barış, eşitlik, uygarlık, hoşgörü, anlayış ve nitelikli yurttaşlık anlamına da gelen; evrensel bir ilke, anayasal bir nitelik, hukuksal bir kurum olan ve ancak dinlerin olduğu yerde bulunup karşıtları için bile güvence sayılan lâikliğe yöneticilerin karşı çıkıp eylemli biçimde ters davranmaları hoşgörüyle karşılanamaz. Bu sorun, güncel ve önemli olduğundan değiniyorum. Gereksiz kavgalar olmasa Türkiye'miz çok güçlenecektir.

Yurttaşları birbirinden ayıran gülünecek nitelemeler, sakıncalı girişimler ve uygulamalar ancak gelişmeyi önler, düşmanları sevindirir. Ulusal egemenliğin Ulus'ta olduğunun Anayasa'ya geçmesiyle yaşama giren lâiklik, devletin dinler yönünden saygın yansızlığını; "din" bağı yerine "ulus" bağının seçilmesi de lâikliği benimseyen yurttaşların ulusu oluşturmasını gündeme getirmiştir. İslamiyeti, "Siyasal İslam" tanımıyla temellerinden koparıp birleştiriciliğini yıkmak, bu dine en büyük zarardır. Bu görkemli yapıyı, canımızı adadığımız ulusal varlıklarımızı, Türkiyemizin simgesi olan, Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan Atatürk'e, Cumhuriyet'e ve laikliğe boçluyuz. Lâikliğin ve demokrasinin değeri bilinmeli, Atatürk'e saygılı olunmalıdır. Demokrasi, dincilik oyunu ya da kurnazlığı değildir. Demokrasi, irticanın, din devletinin zırhı, kalkanı ve şerbeti değildir. İnançlar, kimlik arayan ya da değişik nedenli bunalımları aşmaya çalışan bireylerin bulduğuna katlanmak zorunluluğunu getiren, akla tavan koyan bir engelleme kurumu, bir dar anlayış değil, bir kültürdür. Olumsuzlukların barınağı, çözümsüzlüklerin sığınağı yapılarak, gelişme, kalkınma, uygarlık, bağımsızlık ve özgürlük önlenerek; karanlıkta yaşama biçimi değildir. Demokrasinin ve laikliğin yerindeliğini tartışmak durumunda kalmamalıyız. Atakürk ilkelerinin özündeki çağdaş düşünce, ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyi üstüne çıkarma çabalarının çıkış noktası kabul edilerek bu ilkelerin güncelleşmesi doğrultusunda davranmalıdır. İlkeleri yaşatmak, özünü koruyarak onları geliştirmekle olanaklıdır. Korumadığımız hak ve özgürlükler, bizim olamaz. Onlara yaraşır kalmak için ödünsüz savunmalıyız.

Ülkemizde kimsenin inancıyla sorunu yok. İnsanlığın, inancın, devletin vatanın, ulusun, demokrasinin, hukukun ne olduğunu bilmeyenlerin kendi egemenliklerini kurma çabasıyla yarattıkları kargaşa var. Ümmetçilik ve arap milliyetçiliğiyle Türklüğünü ve Türkiye'yi unutanlara, tarih bilmeyenlere kanmamalıdır. Hepimiz inançlıyız ve inançlara saygılıyız. Tersine sav ve suçlamalarla gerçekler gizlenmekte, laikliği benimseyip savunanlara baskılar görülmekte, duyulmaktadır.

Üstü kapalı söylemlerle yurttaşları kışkırtıp olmayacak şeylere özendirenler, ırkçılık, mezhepçilik ve tarikatçılık eylemlerini yasal boşluklardan yararlanıp izleyenler, demokrasinin erdemiyle kendilerine geleceklerdir. Laiklik ilkesiyle yalnız "müslüman olan-olmayan" ayrımı değil "alevî-sünnî" ayrımı da kaldırılıp ümmet yapısı yıkılarak ulus yapısına geçilmiş, böylece Türkiye yeniden kurulmuştur. Şimdilerde tersine çabalar çok üzücüdür. Yeni Türkiye'yi yeniden kurmak değil, hergün yeni tutmak ve her yönden güçlendirmek sözünü yeğliyoruz. Anayasal demokratik düzen içinde, Anayasa'ya, ulusuna, ülkesine ve andlarına içtenlikle bağlı olanlar yaşadıkça kimse din devleti kuramaz. Özlemleri, düşleri boşunadır. Ulusumuzun bireyleri, tertemiz inançlarının sömürülmesine olanak tanımayacak, çıkarcıların oyunlarına olur vermeyecektir. Toplumsal barışı bozacak davranışlardan, söz, yazı ve yayınlardan kaçınmak, yurtseverlik gereğidir. İnanç sömürücüsü din karşıtlarının her alandaki saldırı ve yıkım girişimi, siyasal ödünlerle birşeyler kazanacağını sananlaların yanılgısı, demokrasi yıkımı ve kıyımıdır. Yurtiçi ve yurtdışındaki tüm bölücü ve yıkıcı örgütler, totaliter islamcı devlet isteyenler hiç bir ayrım gözetilmeden aynı duyarlılıkla izlenip önlenmelidir. Kimse, din bilgisinin bilimin öngördüğü yaşlarda verilmesine ya da edinilmesine, özel yaşamda inanç gereklerinin yerine getirilmesine karşı değildir. Dünyada inancını en iyi, en mutlu, en özgür yaşayan Müslümanların bulunduğu Türkiye'de tersine baskı varmış gibi saptırma ve çarpıtmalarla devletin niteliğine yönelik eylemler, uyarıcı yoğunluğa varmıştır. Duyarlık gösterenler haksız değildir. Ne yazık ki bunlara saldırı kimi yetkililerin ilgisizliğiyle sürmektedir. Bu doğrultuda Sayın Cumhurbaşkanı'nın Kurban Bayramı konuşmasını "Sanki Cumhuriyet Bayramı" başlığıyla vererek çarpıtanlar oldu. Laikliğin her zaman, saldırılar karşısında özellikle dinsel bayramlarda konuşulması daha uygundur. Eğitimde dinsel ağırlık, uyuşturup uyutarak dondurmak, karanlıkta tutmaktır. Çünkü, ancak böyle bir eğitimden geçirilerek koşullanmış bireylerle dinci rejim kurulur ve savunulur. Bu nedenle çağdaş eğitim, her olgunun temeli niteliğiyle ödünsüz kurumlaşmalıdır. Bilgisayarı dua ile geçmenin olanaksızlığı, aklı dışlamanın Tanrı anlayışı ve insan varlığıyla bağdaşmadığı unutulursa sorunları aşamayız. Kimi yöneticiler, devletin niteliği olan laiklikle onun güvencelerini oluşturduğu inançları birlikte savunmuyor, laiklik yerine din sömürüsüne destek veriyor. Kimileri dinsel görevlerin anlamını bilmeden, değişik gösteriler yapıyor.

İbadet, siyasetle; siyaset de ibadetle ticarete dönüşüyor. Kimi siyasetçilerin "din" söylemiyle gerici ve tekelci tutumu, sömürü ve inançlara saygısızlıktan başka bir şey değildir.

Devletle ulus arasında kavga olduğunu söyleyenler, kavga çıkarıp kavga özleyenlerdir. Siyasal çıkarlarını din sömürüsünde arayanlar, varlıklarını ve geleceklerini bilgisizliğe bağlayanlar, karınlıktan medet umanlar, halkın uyanmasını, çocukların çağdaş eğitim görmesini istememektedir.

Devletin vatandaşına zulmettiğini söyleyen yönetici gibi yurttaşına zulmeden yönetici de olamaz. Kışkırtmalar, "kardeşlik, barış, hoşgörü" sözlerini boşlukta bırakmakta, değişik tutumlar kuşku doğurmaktadır. Devlet adamı niteliğinin ilki ciddiyettir. Değişik söz ve davranışlardan kaçınmak devlete inancın gereğidir. Devlete saldırmakla, saldırtmanın birbirinden farksız olduğu bilinmezse, sıkıntılardan kurtulamayız.

Atatürk'ün kaynağını oluşturduğu Türkiye aydınlanması, cumhuriyet ve demokrasiyle kurumlaştı. Kimi çelişki, aykırılık ve yetersizlikler sisteme değil kişilere bağlanmalıdır. Birlikte çabalarla, çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni, bir hukuksal disiplin olan demokrasiyi geçerli ve gerçek kılacağız. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak çabamızdan asla ayrılmayacağız. İşkence, yargısız infaz, kötü davranış, kirlenme, yolsuzluk savlarına neden olmakla kimsenin kimseye haksızlık etmeye, kimsenin kimseyi utandırmaya hakkı yoktur. Kişiler ve kurumlar herkesi gölgeleyip karartan, küçültüp bitiren bu tür sakıncalı eylemlerden uzak durdukça yüceliğimiz tartışılamaz. Bayanlara, öğretmen ve öğrencilere, kimi üst düzey yöneticilerle memurlara yönelik uygulamalar tasa vericidir. Yönetimin yansızlığı, geçerliğinin ölçüsüdür.

Silahlı kuvvetleri ve kurumları devletten ayrı düşünmek, birbirine yanlış göstermek çok yanlıştır.

Güvenlik güçlerinin yansızlığının, etkinliklerinin ve saygınlıklarının temel koşulu olduğu kanımı yineliyor, kurumsal bağımsızlıklarının sağlanması ve adalet kolluğunun kurulması için ivedi düzenlemelere gidilmesinde sayısız yarar buluyorum.

Kimi yüksek öğrenim kurumlarındaki öğrenci olayları ve "Şeriat, islâm; Anayasa, Kur'an!" çığlıkları, özellikle gelecek yönünden kaygı vericidir. Öğretim üyeleri bağlamındaki tarikatçı yoğunlaşmayı ve ideolojik kadrolaşmayı önleme çabalarını olumlu karşılarken, öldüresiye kavgalarla açığa çıkan çarpıklıkların her boyutuyla ele alınıp giderilmesini bekliyor, gençlerimizi uygar davranışlardan, ortak-ulusal ilkelerden ayrılmamaya, barış içinde tartışıp yaşamaya, ailelerini de bu yönde daha etkili olmaya çağırıyoruz. Türkiye hepimizindir ve başka Türkiye yoktur. Hepimiz inançlara ve düşüncelere saygılıyız. Özgün yerlerinde korunmalarından yanayız. Devletin niteliğini bozacak zararlı eylemlerden kaçınılmalıdır. Üniversiteler, ancak bilimin ocağıdır, başka bir şeyin değil, Sayın Rektörlerin duyarlılığı yerindedir, istemleri haklıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Türkiyemizin öncelikli sorunları eğitim, ekonomi, hukuk ve barıştır. Yalnız ülkemizin genel sorunları değil, kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın özel sorunları da düşüncelerimizde ağırlığını korumaktadır. Sizin, yasama, yürütme ve yargı organlarımızla tüm ilgililerin uğraşları her güçlüğün aşılmasını sağlayacaktır. Aydınlığımızın karanlığa dönüşmesine bu birliktelikle olanak vermeyeceğiz. Umutlu ve kararlıyız.

Kişisel hiç bir yanı bulunmayan, ülkemiz ve Mahkememiz yararına girişilen kimi çabalarım, içte ve dışta yanlış anlaşılıp değerlendirilmiş, kimi gün de amaçlı biçimde eleştirilerek engellemeler yapılmıştır. İnandığımı söyleyip yazarak yargıçlık ve yurttaşlık görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. Bu konuşmamda özetle değindiğim, çoğuna önceki konuşmalarımda yer verdiğim, kimini yinelediğim konu, sorun ve durumlar ulusuma saygımın, devletimize ve hukuka bağlılığımın yalın gerekleridir. Yıllardır yaptığım uyarı ve önerilerimin değişik kesimlerde paylaşıldığını, ilkelere sahip çıkanların arttığını, doğrulandığını görmekle mutluyum. Atatürk ilkelerinin özellikle laikliğin değeri ve karşılaştığı tehlikeler konusunda üzerime düşenleri yaptığıma inanıyorum. Siz de anlamlı konuşmalarınızla bu kavram ve kurumların önemini anlatıyorsunuz. Ülkemizin aydınlığı başlıca düşüncemizdir. Dayandığımız temelleri kimse yıkamayacaktır. Desteğiyle güç verenlere teşekkür ediyorum.

Bugün de ilgi göreceğini umarak değil, karşılıksız bir yurttaşlık görevini yerine getirmek amacıyla kimi önerilerimi sıralıyorum:

* Hukuk devletini tüm çağdaş nitelikleriyle kurup işletmek ve demokrasiyi her alanda en iyi düzeyde gerçekleştirmek için Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ile Seçim Yasalarında gerekli değişiklikler yapılmalı, bu konulardaki gerçekçi öneriler üzerinde durulmalıdır. Milletvekili andına aykırı davranışlara yaptırım öngörülmelidir.

* İnsan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin bu nitelikleriyle tek'liği, ülkenin tüm'lüğü, ulusun bir'liği konularında hiçbir ödüne olanak tanımayan açıklık yanında hak ve özgürlükler tam güvenceye bağlanmalı, durdurma, kaldırma, sınırlama ve kısıtlamalar çok zorunlu nedenlerle ayrıklık olarak düşünülmelidir. Olağanüstü durumlar yeniden kurala bağlanmalı, baskıcı ve hukukdışı oluşumlara açık kapı bırakılmamalıdır.

* Merkezi ve yerel yönetimlerin yetki sınırları çağdaş anlayışla çizilmeli, gereksiz ve ağır vesayet yerel yönetimlerle birlikte kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının da üzerinden kaldırılmalı, gözetim ve denetim hakkı, sonunda yargı kararına bağlanacak geçici önlemleri aşmamalıdır.

Üniversitelerle kamu, basın-yayın kurumları özerk olmalıdır.

* Anayasa'nın geçici 15. maddesinin hiç değilse son fıkrası kaldırılmalı, Anayasa sadeleştirilerek ana konular dışındaki ayrıntılar yasalara bırakılmalıdır. Başta özelleştirme, kimi konulara açıklık getirilmeli, yorumu önleyici yasaklamalardan kaçınılmalıdır. KHK'lerin sınırı daraltılmalı, yasalaşma sürecine İçtüzük'le işlerlik kazandırılmalı, yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda KHK çıkarılmamalıdır.

Anayasa Mahkemesi Kararları'na karşı direniş niteliğindeki düzenlemelerden sakınılmalı, tanınan sürelerde yeni kuralların konulmasına öncelik verilmelidir.

* Kuvvetler ayrılığı ilkesine özenle uyularak yargının tam bağımsızlığını ve kapsamlı yargı denetimini sağlamak için Anayasa'nın 159. maddesi değiştirilerek, çağdaş bir yapılanmaya gidilmelidir. Devletle millet arasında çatışma varmış gibi Bakanın Kurulda bulunmasını barış aracı sayarak savunmak konuya ve yapıya aykırı düşmektir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin sorumluluğu çok büyüktür. Aykırı davranışlar düşünülmemeli ve olmamalıdır.

Son ayrılmanın anlamlı gerekçesi, herkesi düşündürmeli, geçiştirici ve oyalayıcı değil, gerçekçi ve yapıcı düzenlemelerle sorun temelden çözümlenmelidir. Yoksa, hiçbir aykırılık ve sakıncanın önü alınamaz. Anayasa Mahkemesinin 35 yıl varlığına karşın hukuksal ve demokratik durum ortadadır.

Siyasete bağlı adalet olmaz. Siyaset, adalete saygılı ise siyaset olur. Yargıda hatır için ya da herhangi bir etkiyle karar ve işlem de yargıyı yozlaştırır. Yargıç, oy ve seçim beklentileri dışında kalarak yargının onurunu korur.

* Yurttaşların yasalardaki insan haklarına aykırılıklara karşı doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuru-şikayet, Yüce Divan Kararlarına karşı düzeltme yolu açılmalı, bunlar için kurum içinde yapı değişikliğine gidilmelidir. Siyasal Partilerin kapatılmaları ve akçalı denetimleri gerçekçi kurallarla yeni yöntemleri gerektirmektedir.

* Temel yasalarla yöntem yasalarında gerekli düzeltmeler yapılarak caydırıcı ve etkin yaptırımlarla daha hızlı, daha doyurucu adalet en az giderle sağlanmalı, yargı kararlarının yerine getirilmemesi düşünülmeyecek biçimde en ağır yaptırımlar yürürlüğe konulmalıdır. Yargı kararlarına uymayan devletin hukuk devleti olduğu savunulamaz. Yargı yoluna başvurma, bıkkınlık ve pişmanlık değil, güven ve mutluluk duyurmalı; çekinme ve endişe değil, umut ve güç vermelidir.

Gereksiz af yasalarıyla adaletin anlam ve amacına ters düşülmemeli, suçtan zarar görenler kırgın duruma getirilmemelidir.

* Ekonomik güç, özel kesimin varlığı, hukuk devletinin öğeleri olarak, katkılarının anlamında ilgilileri birleştirmelidir.

* Yüksek yargı organları başka kurumlara göndereceği üyeleri doğrudan kendileri seçmelidir. Seçimlerde yakınlık değil, bilgi ve nitelik gözetilmelidir. Her organın tüm konuları kendi kuruluş yasasıyla düzenlenmeli, özlük haklarında yargının doğasına aykırı tüm ayrımlar kaldırılarak eşitlik sağlanmalıdır. Yargı kuruluşları, birbirinin yapısına işlevine özgünlüğünün gereklerine saygı ile, dayanışmalarını ne düzeyde iyi götürürlerse, güçler ayrılığı ilkesinin yararı o düzeyde yaşanır. Kurumsal durumlar, kişisel durumların her zaman önünde ve üstündedir. Anayasa Mahkemesine, Anayasanın "aday" dediği üyeyi belirlemede gösterilecek özen, hukuk, yargı, adalet kavramlarına yaklaşımın bilinçli yurttaşlık ve yargıçlık niteliğinin yansıması olarak algılanmadıkça kimsenin bir şeyden yakınmaya hakkı olamaz. Anayasa Mahkemesinin birçok ülkeden, birçok kurumdan çık geride olan özlük haklarının gerçekçi ve üyeliği çekici biçimde düzenlenmesi haksızlıkları giderip pişmanlıkları önleyecektir. Yüksek Yargı Organları Başkanlarının aylıklarının üyelerinden fazla olmasına baştan beri karşı çıktığımız gibi, emekliye ayrılma yaşlarının 67'ye çıkarılması söylenti ve girişimlerine de karşıyız. Adaletle adaletsizlik yaratacak, etkinlik ve verimliliği azaltacak, kişisel yarar ve ayrıcalık getirecek oluşumları uygun bulmuyoruz.

* Hak arama özgürlüğü sınırlanmamalı, olağanüstü ve özel yargı yerleri kurulmamalı, çalışanların örgütlenmesi yasal düzenlemelerle gerçekleştirilmeli, kolaylaştırılarak demokratik toplum düzeninin tüm gerekleri yerine getirilmelidir. İşçilerimizin sendikasızlaştırılması, demokrasiyle bağdaşmayan bir tutumdur.

* Anayasanın başlangıcında ve kimi maddelerinde tamamen değiştirilmesi önerilemez "laiklik" niteliği konusundaki gereksiz tartışmalardan ve bu yaşamsal ilkeyi tek tanıma bağlama çabasından vazgeçilerek 174. maddesindeki Devrim Yasaları da ödünsüz uygulanarak 4. madde kapsamına alınmalıdır. İnançları kötüye kullanmayı engelleyecek yaptırımlar ilgili yasalara konularak her türlü sömürü, oy ödünü, geriye dönme ve rejim tartışmaları önlenmelidir. Düşünce ve inanç özgürlüklerini her tür saldırıya karşı koruyacak laiklik güvencesi, en iyi biçimde korunmalıdır. Öğrenim Birliği Yasasına tam uymanın önemi unutulmamalıdır.

* Düşünce ve sanat özgürlüğünü, bilim özgürlüğüne getirilen gereksiz sınırlamalar kaldırılmalı, devlet düzenini yıkıcı eylemler dışında yaptırım zorunlu durumlarla daraltılmalıdır.

* Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumunun kuruluş amacına uygun kimliğine ve gerçek sahiplerine kavuşması için Anayasa değişikliği gerekmemekle birlikte el koyma elverişli maddeler Anayasa'dan çıkarılmalıdır.

* Teftiş Kurulları bağımsız olmalı, bir Devlet Danışma Kurulu oluşturularak fazla olan azaltılmalı, gereksizler kaldırılmalıdır.

* Vergi yitiklerine çözüm bulunmalı, gelir dağılımında, özellikle çalışanların ücretlerinde adalet gözetilerek, her tür ayrım ve ayrıcalık bırakılmalıdır.

* İmar affı, orman affı, vergi affı yoluyla kimi yitiklere ve yağmalara neden olunmamalı; siyasal çıkarlar için ilçeleri il yapmaktan, altyapısı ve bilimsel gerekleri gözetilmeden gelişigüzel üniversite, fakülte, okul açmaktan kaçınmalı; gereksinim dışı okullar gerçekçi sayıya indirilerek Türk eğitimi kargaşasından kurtarılmalı, iki tür yurttaş, etnik ve dinci militan yetiştirilmesi her bağlamda önlenmelidir. Çağdaşlık, kurum ve kişi düzeyinde Cumhuriyetimizin gereği ve amacıdır.

Nice konuyu zaman nedeniyle geçiyor, ilgililerin duyarlılığına bırakıyorum.

Türkiye'mizin her şeyden çok iç barışa gereksinimi vardır. Olmadık nedenlerle barışı bozanlar yurtsever değildir. İnanç üzerinde siyaset yapanlar, inanca zarar verenlerdir. Değerlerimizi koruyalım, kimsenin oynamasına olur vermeyelim.

1920'lerle varlığına son verilen hanedanın yeni biçim ve kılıkla gündeme gelmesi olanaksızdır, kimse özenmemeli ve hiç kimse endişe etmemelidir. İki gün önce kutladığımız 23 Nisan'ın derin anlamı demokrasinin erdemiyle yansımaktadır. Demokrasinin seçeneği yalnız ve ancak demokrasidir, başka bir şey değil. Unutmamalıdır ki ulusal egemenlik, egemenliği başka güçte bulan ve arayanlarla gerçekleşemez ve savunulamaz. İnancın varsayımları düşünce olarak tanıtılamaz.

Kimler ne kadar sabrederse sabretsin, bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti'nden başka devlet göremeyecektir. Kul kimliği, yurttaş kimliğinin yerini asla alamayacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Devletin tekliğine, ülkenin tümlüğüne, ulusun birliğine, Cumhuriyet'in değerlerine, başta laiklik, sosyal ve hukuksal niteliklerine ödünsüz sahip çıkmalı; kimi din oyuncularının sanılarının ve suçlamalarının tersine, siyasal yaklaşım değil; insanlıktan, bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve demokrasi yandaşlığı; ulusal duyarlılık, kişisel saygınlıktır. Yargının korumaya and içtiği nitelikler konusundaki yanlılığı, görevsel yansızlığına engel değildir. Birbirimize saygı, inan ve güvenle yaşayacak ve Cumhuriyetimizi sonsuza değin bağımsız yaşatacağız. Varlık nedenimiz, yaşam koşulumuz budur.

Büyük Atatürk'ün seslenişlerini bilincine yerleştiren, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" özdeyişinin kıvancını "Ne mutlu Türkiyeliyim!" ve "Ne mutlu Atatürkçüyüm!" inancıyla doruklara çıkaran Türk Gençliğine güvenle yarınlara koşuyoruz.

İlkeli, inançlı, kararlı, yürekli ve coşkuluyuz. Bize herkes güvenmelidir. Hukuk ve adalet karakterimiz, Atatürk ve Türkiye yüreğimizdir. İnsanlığın övgüyle anımsayacağı çabaları artırarak sürdüreceğimizden kimse kuşku duymamalıdır.

Yeni yıl dönümlerinde daha görkemli törenlerle buluşmak umuduyla, teşekkürlerimi yineliyor, esenlik dileklerimle saygılarımı sunuyorum.
Yekta Güngör ÖZDEN
Anayasa Mahkemesi Başkanı

https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/eski-baskanlarin-konusmalari/yekta-gungor-ozden/

***