Ürdün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ürdün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 2

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 2 



Fuller Raporunda: 

“... İslamcılığın komünizme benzemediğini, yönü ve merkezi bir planı bulunmadığını, İslamcı politikanın direkt olarak mahalli geleneksel 
kültür çerçevesinde oluştuğunu belirterek İslamcı hareketlerin çok çeşitlilik gösterdiğine dikkati çekiyor. Anti-demokratik olma İslamcı hareketin doğasında yok ve demokratikleşme zamanla hareketin içinde gelişiyor diyen Fuller, gelecek yıllarda İslamcı hükümetlerin çeşitli şekiller alarak Orta Doğu ülkelerinde çoğalacağına işaret ederek onlar Batı ile: Batı, İslamcılarla yaşamayı öğrenecektir...” demektedir. 

Fuller, 
Cezayir’deki İslamcı rejimin ABD’nin tüm özel yatırımlarını kabul edeceğini ve ABD ile ticari ilişkilere girebileceğini açıklıyor.9 

Fuller, İslamcılar’ın Pazar ekonomisine “doğal bir eğilimleri” belirterek, İslamcılar’ın Amerikan Arco petrol şirketiyle kurdukları ilişkiye dikkati 
çekiyor. Sünni olan Cezayirliler’in diğer Arap müttefikler gibi Şii İran’a karşı ABD’nin yanında yer alacakları Fuller’in tahminleri arasında. 

Cezayir’in İslamcı yönetimi diğer Arap ülkeleri gibi uluslararası İslam bankalarının ağından faydalanacak.  Al-Baraka uzun zaman Sudan’daki 
İslamcılar’a para sağlayarak Sudanlılar’ı müttefik gruba çektiklerini ve Cezayir’in de bu grubun içine çekilebileceğini söyleyen Fuller, Cezayir İslamcı yönetiminin diğer bir faydasının Arap dünyasındaki İslamcı hareketlere karşı dengeleyici bir rol oynayabileceğini ileri sürerek 

NATO’nun güney komutasının doğu Akdeniz’deki buhran noktalarına Cezayir İslamcılığını kullanarak daha rahat müdahale edebileceğini söylüyor. 

Cezayir İslamcıları’nın yurt dışında yaşayan başkanı Anuar Haddam’la Middle East Quarterly dergisinin yaptığı mülakatta kendisine Amerikan yönetiminden kimselerle görüşüp görüşmediği sorulduğunda, Anuar Haddam bu gibi kimselerle görüşmesinin kendi görevi gereği olduğunu söylüyor. 

Dergi bir başka sorusunda Cezayir’de yüzlerce Batılı’nın yaralanıp öldüğünü ancak hiçbir Amerikalıya zarar gelmediğini söylediğinde, Anuar Haddam,

 “ Amerikalılar’ın iyi İstihbaratı var. Cinayetleri kimin işlediğini biliyorlar ve belalı alanlara gitmiyorlar”, 
diyor. 

   ABD’nin Cezayirli İslamcılar’a karşı politikası 1998 yılında değişmeye başlamıştır. Cezayir’in askeri yönetimi bu tarihlerde ABD’ye yaklaşarak ülkenin güneyinde bulunan yeni petrol ve doğal kaynaklarını Amerikan petrol şirketlerine açmıştır. NATO güney Avrupa kuvvetleri komutanı Joseph Lopez Ağustos 1998’de Cezayir Ulusal Halkçı Kuvvetleri komutanı’nı ziyaret ederek Cezayir’le ABD arasında yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreci bazı yazarlar ABD’nin Afrika’ya açılma stratejisine bağlamaktadırlar. 

Amerikan diplomasisi birden bire Angola’da Marksist Dos Antos rejimini desteklemeye başlamıştır. Güney Sahra’da bağımsızlık isteyen Polisario gerillalarına Cezayir’in yardım ettiğini bilerek Polisario gerillalarına destek vermeye başlamıştır.11 

   ABD’nin 1998’de İslamcılar’a karşı değişen politikalarında Amerikan musevi lobisinin etkisini de gözönüne almak gerekmektedir. 

Musevilerin sünni İslam’a karşı tavır almalarında bazı önemli gelişmeler vardır. Bilindiği gibi İsrail kendilerine karşı silahlı çatışmaya giren Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşılık Fuller tipi bir İslamcı-uyuşmacı gelişme gösteren Müslüman Kardeşler’in bir ürünü olan Hamas’ı ve Hizbullah’ı desteklemiştir. 1990’larda Filistin Kurtuluş Örgütü’yle barış görüşmeleri yapılırken Hamas’ın aşırı İslam’a kayarak İsrail’e karşı çatışmaya girmesi ve Şii Hizbullah Örgütü’nün İran etkisine geçerek İsrail’le çatışmaya girmesi İsrail’in “yumuşak İslam” konusundaki fikirlerinin değişmesine yol açmıştır. İsrail’in fikir değiştirmesindeki ikinci önemli husus İtzak Rabin’in bir Musevi tarafından katlinden sonra iktidara gelen Netanyahu’nun aşırı sağı temsil eden politikasının “ Barış için Güç ” sloganına dayanmasıdır. Dış çevre güvenliği açısından 1996’da erken seçime zorlanan Netanyahu hükümeti düşmüş, yerine sosyal demokrat Ehud Barak hükümette iş başına gelmiştir. Amerikan politikasını değiştiren üçüncü faktör Rusya Federasyonu’nun İslamcılar’a karşı güttüğü ısrarlı savaş politikası olmuştur. 1994’de ilerde anlatacağımız şekilde ABD ve Batılılar Afganistan’dan sonra Çeçen bağımsızlık hareketine İslami güçlerin katılmasına izin vermişlerdir. 

   1996 yılında Rusya Federasyonu Çeçenler karşısında zor durumda kalarak General Lebed’le geçici bir barış anlaşması imzalamışlardı. 

Rusya’nın Orta Asya’da ve kendi içinde zor duruma düşmesi bu defa Çin’den korkan ABD’nin tekrar Rusya’yı desteklemesine yol açmıştır. 

Yeltsin’in yerine gelen Putin’le Çeçen savaşı kızışmıştır. Ancak bu defa Çeçenler’e İslami çevrelerden yardım gelememiştir. Öte yandan Putin 
Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Rusya’nın elini güçlendirecek eylemlere girişmiştir.

 Amerikan Başkanı Clinton’un Putin’i ziyareti, Rusya Federasyonu Duma’sında konuşması Rusya’nın Orta Asya’da elini güçlendirmiş ve müttefiki Türkiye’nin Kafkas politikasına önemli bir darbe indirmiştir. Artık İslami güçleri Ruslar’a karşı kullanmanın sonuna gelinmiştir. Diğer Şii İslami güç İran ise zaten Rusya 
Federasyonu’nun yanında yeralmıştır. ABD’nin amacı Rusya’nın nükleer güçlerini azaltarak 1972’de imzaladıkları nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasına kendi koruyucu kalkanını kabul ettirme olarak görülebilir. 

Bu hususta dördüncü faktör Amerikan desteğiyle gelişen çatışmacı İslami güçlerin Afganistan içinden Afrika’ya, Sudan’a, Mısır’a, Lübnan’a el atmaları ve gerek Suudi Arabistan içinde gerekse Afrika’da Amerikan elçiliklerine karşı eylemlere girişmeleridir. 1998’de Nairobi’de ve Dar es-Salam’daki saldırılar Amerikan politikasını etkilemiş olmalıdır. Washington mecbur kalarak Sudan ve Afganistan’daki bazı hedefleri bombalamak zorunda kalmıştır. Kendi yarattığı Frankestein patronunu ısırmaya başlamıştır. 

III- Ussama Bin Ladin Faktörü 

New York Federal mahkemesinin uluslararası tutuklama kararı verdiği bir numaralı halk düşmanı Ussama Bin Ladin’in geçmişini incelemek bize Amerikan politikaları konusunda gerekli açıklamaları getirecektir. 43 yaşındaki Suudi Arabistan’lı bir milyarderin oğlu olan bin Ladin kendisi de dolar milyarderidir. 7000 kişilik bir orduya komuta eden ve uluslararası bir mali imparatorluğun başında olan kişi için hikaye Sovyetler Birliğine karşı “kutsal savaşın” Afganistan’da verilmesiyle başlamaktadır. Ussama bin Ladin, diğer bir ifade ile kariyerine ABD adına Arap savaşçıları askere alarak başlamıştır. 1994 yılında Suudi vatandaşlığından çıkmasına karşılık Suudi Arabistan gizli servislerinin başı Türkibin Faysal ile ilişkileri olan Ussama, Sudan ve Yemen’de savaştıktan sonra dostları Talibanlar’ın yanına sağınmış. 

Ussama Bin Ladin’in Londra’da kurduğu Danışma ve Reformasyon Komitesinin başkanı Halit el-Fevaz kendisiyle konuşan bir gazeteciye şunları söylüyor: “... Eğer Bosna’da, Çeçenistan’da, Sudan’da, dünyanın herhangi bir yerinde bir kardeşiniz varsa, onun sorunları için elinizden geleni yaparsınız. Yiyecek verirsiniz, biraz gücünüz varsa silah gönderirsiniz veya silahlı adamlarla yardımına gidersiniz. Biz müslümanlar böyle düşünüyoruz...”12 

Halit, Londra’nın ABD ile Arap dünyası arasında bir ilişki çizgisi olduğunu belirterek Ussama Bin Ladin’in özel jetiyle 1995 ve 1996 yıllarında İngiltere’ye geldiğini doğruluyor. Bugün Afganlıların giriştiği eylemlerin arkasında Bin Ladin’in izni var. 

Bin Ladin mühendis babasıyla birlikte Arap ülkelerinde önemli inşaatlar yapmışlar. En çok para kazandıkları ise cami inşaatları. Bin Ladin bu zenginlik çemberinden kaçarak İstanbul’a gelmiş. Burada İran’dan kaçmış zengin İranlı tüccarlarla tanışmış. Bin Ladin’in İstanbul’da Amerikan servisleriyle tanıştığı sanılıyor. ABD’nin Afgan mücahitlerine yardımı ve silahlı mücahitleri İstanbul’dan sevkettiği iddia ediliyor.13 

1980’ lerde Bin Ladin, gönüllülerle birlikte - takma adı Abu Abdullah-Afganistan’a geliyor ve Pesavar’daki CİA görevlisiyle birlikte taraftarlar evi” diye bir örgüt kuruyor. 

Bu örgüt Pakistan-Afganistan sınırındaki onaltı İslami gerilla kampını yönetece tir. Afgan gerillalarına Amerikan silahları verilmeyeceği için Washington, Rusların Mısır’a sattığı silahları Mısır’dan alıp yenileyerek Suudi Arabistan üzerinden Afganistan’a sokacaktır.14 

Gönüllüleri Pakistan gizli servislerinin himayesinde olan Hikmetyar yapmaktadır. Bin Ladin, Hikmetyar’ın hayranı olarak dini ve siyasi eğitimini Pakistan’da tamamlayacaktır. 1989’da Ruslar Afganistan’dan çekilince Amerikan Dışişleri Bakanlığı aşırı uçtaki İslamcıları desteklemenin Afganistan’da kendilerine karşı İran gibi bir rejimi doğuracağını hissederek Afgan dini gruplarına yardımını azaltma yoluna gitmiştir. 

Burada Amerikan Dışişleri Bakanlığıyla CİA arasında bir anlaşmazlık olduğu anlaşılmaktadır. Afgan mücahitlerinin önemi konusunda çıkan anlaşmazlıkta CİA’nin Bin Ladin-Hikmetyar ilişkisinin desteklenmesi, Pakistan’ın Taliban’a verilen desteği sürdürmesi ve bölgede ABD’nin etkinliğinin artması konusundaki fikirlerinin baskın çıktığı anlaşılmaktadır. 

Ussama Bin Ladin 1990’da Sudan’a gitmiş ve orada Ulusal İslami Cephenin başkanı Dr. Hassan el Turabi ile tanışmış ve 1992’de Kartum’a yerleşmiştir. Bin Ladin Afganistan’a silah satışlarına ek olarak Gülbettin Hikmetyar ile başlattığı afyon satışları hattını Sudan’da kurmuştur. Bu satışlardan önemli bir servet yapan Bin Ladin, Sudan’da bu paralarla lüks inşaat, anayollar, köprü ve havaalanları inşaatına girişmiştir. Daha sonra Kartum’da El-Şamal bankasını kurmuştur. 

1992’de Afganistan’da Necibullah rejimi çökünce Hikmetyar ve Taliban grupları arasında iç savaş başlamış ve Afganların bir kısmı Sudan’da Hassan el-Turabi’nin yanına gelmiştir. Diğer Afgan-Arap savaşçıları Cezayirlilere katılmışlar ve önemli bir kısmı Mısır’daki Gama’a grubuna girmişlerdir. Suriye ve Libya’daki militan İslami gruplara katılanlar olmuştur. Bu Afganlaşmış Arap savaşçılarının bir kısmı uyuşturucu kaçakçılığı sayesinde Arap dünyasının iş alemine girmişlerdir. 

Necibullah’ın Afganistan’da iktidardan düşmesi üzerine militan İslami gruplara yardımı kesen Suudi Arabistan 1994’de Ussama Bin Ladin’den rahatsızlık duyarak onu vatandaşlıktan çıkarmıştır. 1994’den sonra Mısır ve Suudi Arabistan’ın baskısıyla Sudan yönetimi Bin Ladin’i ülke dışına sürmek durumunda kalmıştır. Sudanlılar terörist Carlos’u Fransa’ya vermeleri gibi Bin Ladin’i Suudiler’e vermeyi önermişlerdir. 

İstihbarat başkanı Türki buna karşı çıkmıştır. 1996’da Bin Ladin Afganistan’da arkadaşı Hikmetyar’ın yanına dönmüştür. 

Bin Ladin Sudan’ı terk ettiğini ispat için CNN televizyonuna artık adil olmayan ABD ile mücadele edeceği konusunda bir demeç vermiştir. 

Ancak, Bin Ladin’in Körfez savaşında ABD’ye nasıl çalıştığını bilen hiçbir Batı ülkesi bu demeci ciddiye almamıştır. 
Taliban’la iyi ilişkiler kuran Bin Ladin onların işgal ettiği uyuşturucu yollarını gene Talibanların desteğiyle kullanıma açmıştır. 

1996’da Londra’da toplanan İslamcı gruplar Trafalgar meydanında gösteri yaparak düşmanlarını Batı ve demokrasi olarak ilan etmişlerdir. 

Militan konuşmacılar İngiliz polisinin gözü önünde Amiral Nelson heykeline “Allahü Ekber” yazılı bir pankart asmışlardır. 1996’dan sonra Suudi Arabistan’ın militan İslam’ı desteklemesi azalırken Sudan, Mısır ve Pakistanlı İslamcıların İslami hareketlere desteği artmıştır. 

Bin Ladin’in kurduğu mali şirketler dünyanın dört bir yanında İslami hareketi desteklemişlerdir. 
1997’lerde Bin Ladin Afgan uyuşturucu sevkiyatının başı olarak Taliban’ların vazgeçemeyeceği bir kimse durumuna gelmiştir. 

Bin Ladin Afganistan’daki çalışmalarının yanı sıra Yemen’de çatışmalar içinde yeralmıştır. 1998 sonlarına doğru Bin Ladin’in emrinde; Yemenli, Suudi ve Mısırlı Afganlar olmak üzere 5.000’in üstünde militan müslüman bulunmaktadır. Ancak Bin Ladin’in faaliyetleri Kral Fahd’ın yerine geçen yetmiş beş yaşındaki Prens 
Abdullah’ı rahatsız etmiştir. Samar kabilesinden gelen Prens’in kabilesi Irak, Suriye ve Ürdün’e yayılmış durumdadır.15 

Prens aynı zamanda 40.000 Bedevi’den oluşan ulusal muhafızların başkanıdır. Ussama Bin Ladin’in Yemen’de Suudiler’e karşı olan kabileleri desteklemesi, ilerde Suudi rejimini sarsabileceğinin düşünülmesi Ladin’in terörist ilan edilmesine neden olup, Ladin de intikam almak için Nairobi ve Suudi Arabistan’daki Amerikan elçilik ve üslerini kendisine bu kadar hizmet karşılığı ihanet edildiğini düşünerek bombalamış mıdır? 

Bunu belki asla Öğrenemeyeceğiz. 

Bilinen Ladin’in terörist ilan edilip Sudan ve Afganistan’daki üslerinin ABD tarafından bombalanmaya çalışılmasıdır. 

III- Amerikan Dış Politikasında İslam., 

Bir yazar Amerikan dış politikasını milföy pastasına benzetiyor. Bu pasta içinde Amerikan gizli servisleri ile ortak çalışan ve karar verme mekanizmasını etkileyen “think tank”lar de var. Dışişleri, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI gibi kuruluşlar var. Ancak Amerika Başkanı’nın dış politika kararlarında etkinliği büyük. Son sözü O söylemektedir. Amerika Başkanı’nın eşiti tek örgüt ise Amerikan Kongresi. Amerikan Kongresi ise etnik grupların etkisi altında birçok katmanlara ayrılmış durumda. Bazen CIA bürokrasisi, yürütme gücünü atlatarak “İrangate skandalı” gibi olayları kendi başına yaratabiliyor. 

CIA’nin bu cesurluğu bu örgütün başının sık sık değişmesine neden olabiliyor. Etnik, ekonomik, tematik ve dinsel lobiler ABD kongresinde cirit atıyorlar. 

Son dönemlerde ABD’nin dış politikasında Latin Amerika ve Asya önemli bir yer tutuyor. Bu bölgelerin dış politika da önemli yer tutmalarının nedeni Latin Amerika’nın geniş tüketici pazarı ve Asya’nın petrol ve gazı. Amerikan Musevi lobisi ekonomik çıkarların önemini iyi bildiği için Türkmenistan, İran ve Türkiye arasındaki enerji ilişkilerini bozacak bir tavır sergilemekten kaçınıyor. Özellikle doğal gazı taşıyacak Amerikan petrol şirketlerini karşısına almamayı yeğliyor. Öte yandan, İran’ı düşman ilan eden Musevi lobisi, eski Yugoslavya savaşında müslümanları destekliyor ve Bin Ladin’in İranlı militanlarının Bosna’ya sızmasına ses çıkarmıyor. 

Bütün bu davranışlar uluslararası politikanın normal olan davranışlarıdır. 

Demokrasiyi savunan Amerikan basının ise ABD’nin uluslararası alana askeri müdahalelerini destekliyor. Bütün bu değişken ve belirsiz yapılanma içinde ABD’nin siyasal İslama ve genel olarak İslam ülkelerine karşı politikasını belirleyen iki önemli konferans vardır. 

Bu konferanslardan birincisi Dışişleri Bakanı yardımcısı Ermeni asıllı Edward P. Djerejian’ın 1992’de Washington’daki Meridian House’de verdiği “Amerika Birleşik Devletleri, İslam ve Değişen Dünya’da Yakındoğu”adlı konferans. İkinci Konferans Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakanı Robert Pelletreau’nun 1994’de verdiği “İslam ve Amerika Birleşik Devletleri” adlı konferans. 

Bush yönetiminin Yakındoğu sorumlusu olan Djererian’ın yukarıda adı geçen konuşması ABD’nin militan İslam karşısındaki ilk kez görüşlerini yansıtması açısından önemliydi. Djererian, konuşmasında Cezayirli İslamcıları kastederek: “...demokratik süreci yıkanlara karşı temkinliyiz.. tek kişi tek oy ilkesine inanıyoruz, ancak tek kişi, tek oy, ancak bir defa oy kullanılmasını desteklemiyoruz.” demiştir.16 

Bush yönetimi Cezayir’de gelişen durumu askerlerin olaya hakim olmaması karşısında yeniden değerlendirmişti. Askeri çözümün olasılığı ve şiddetin büyümesi karşısında ABD rejim tarafına ve İslamcılara uzlaşmalarını tavsiye etmiştir. ABD’nin 1992’deki amacı Arap-İsrail çatışmasını bitirmek ve İran Körfez petrolüne erişmektir. Djererian, Meridian House’deki konuşmasında İslam’ı Batı’yı rahatsız eden bir “izm” olarak algılamadıklarını, İslam’ın dünya barışını tehdit etmediğini belirtmiştir. Djererian İran’ı ve Sudan’ı kastederek militan İslamcı grupların ortak davrandıklarını ama ılımlı İslamcıların bir örgütlenme içinde olmadıklarını söylemiştir. ABD’nin mücadele ettiği dini grupların aşırılık, 
şiddet, zorlama, terör, korkutma uygulayan gruplar olduğunu belirten Djererian ılımlı rejimlere karşı “haçlı seferlerinin” artık sona erdiğini kapalı olarak açıklamıştır.17 

1992’de Meridian House’da yapılan konuşma ABD’nin siyasal İslam karşısındaki politikalarına bir açıklık getirmemiştir. Örneğin, Bush yönetimi, yapılan serbest seçimlerin sonucunda İslamcılar’ın seçimi kazanmalarının kendilerini nasıl etkileyeceğini belirlememiştir. ABD, Mısır ve Cezayir’de İslamcı hükümetleri kabul etmeye hazır mıdır? Militan İslam ve ılımlı İslam arasındaki fark belirsizdir. Djererian’ın ifadesinden anlaşılan tek şey aşırı uçta olmanın, İslamcı veya Laik, ABD’nin kabul etmediği bir husus olmasıdır. Ancak, Bush yönetimi siyasal İslam’dan rahatsız olmuştur. 1992’de Mısır, İsrail ve Türkiye’ye silah akışı devam ederken ABD, İran ve Sudan’ın terörist faaliyetler içinde olmalarını ve Arap-İsrail barış sürecinde karşı durmalarını kınamamıştır. 

Bush’un politikaları Clinton’u etkilemiştir. Clinton’un ilk döneminde Djererian Ortadoğu sorunlarından sorumlu devlet görevlisi olarak işine devam etmiştir. Bill Clinton 1994 yılında Ürdün Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada özetle; “bazı kimselerin inançlarımız ve kültürlerimiz nedeniyle İslam’a çatışacağımızı söylemektedir. Ancak, onların yanlış söylediklerine inanıyorum. 

Medeniyetlerimizin çatışmasını reddediyorum. İslama karşı saygılıyız.” demiştir.18  

Clinton ilk yıllarında zaten Körfez Savaşı’yla sarsılmış olan Arap ülkelerini üzerine gitmemiştir. Zaten, Clinton ilk yıllarında iç politika gelişmeleri ile meşgul olmuş ve dış politika düzenlemelerini Warren Christofer, Dışişleri Bakanı yardımcısı Strobe Talbott Lake gibi bürokratlara bırakmışlardır. Yeniden seçilen Clinton bu sefer Dışişleri Bakanlığı’na Madeleine Albright, Savunma Bakanlığına William Cohen, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına Samuel Berger ve Strobe Talbott’u getirmiştir. Clinton’ın personel değişikliği dış politikada temel bir değişiklik yerine bir stil değişikliği getirmiştir. Clinton son üç yılda dış politikaya eğilmeyi yeğlemiştir. 

Ortadoğu konusuna gelindiğinde ABD’nin politikası Arap-İsrail barış sürecinin gelişmesi, Arap yarımadasından petrol akışının sağlanması şeklindedir. Ancak, ABD’nin amaçları İran’dan ve Sudan‘dan destek alan aşırı İslamcıların eylemleri yüzünden sarsılmıştır. Öte yandan Clinton yönetiminin izlediği demokrasinin yaygınlaşması ve pazar ekonomilerinin gelişmesi politikaları kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde yankı bulamamıştır. Ortadoğu’da ABD’nin çıkmazı otoriter askeri rejimlerdeki değişiklikleri gerçekleştirmek için ayaklananların İslamcılar 
olmasıdır. ABD bir ihtilalci militan İslam’ın kendisine karşı dünya çapında bir üçüncü güç oluşturmasından korkmuştur. İslamcıların Mısır, Cezayir, Filistin, Tunus, Libya, Ürdün, Suudi Arabistan, Endonezya, Malezya, Pakistan gibi ülkelerde status quo’yu zorlamaları karşısında Clinton yönetimi Dışişleri Bakanlığı içinde bir grup kurarak İslam ve İslamcılık üzerinde politikalarını incelemeye almıştır. 

Bu grubun kararları hala gizli tutulmaktadır.19 

İsrailli yazar ve araştırmacılar ABD’nin İslamın bir kısmını kendi yanına çekme politikasına karşıdırlar. Örneğin bir İsrailli araştırmacı ABD’nin iyi ve kötü İslam modeli ortaya koyarken ılımlı İslamcılar’dan ne anladığını iyi belirlememesinden şikayetçidir. Bu yazara göre ABD köktenci İslam’ı iyi bilmemekte ve İslamcılığı bir reform hareketi olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı gelecek on yıl içinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı tehlikeye atacaktır.20 

ABD’nin İslam’a ve militan İslam’a karşı politikasının oluşmasında zaman zaman ABD Musevi lobisi ve İsrail önemli bir rol oynamıştır. 

     Bir İsrailli yazara göre Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Orta Doğu barış süresinde İsrail’in karşısında yeralan İslamcı köktencilik yaşamsal bir düşman olarak görülmüş, Avrupa ve ABD’nin kamuoyu İsrail’in yanına çekilmeye çalışmıştır.21 İsrail’in öldürülen Başbakanı Yitzak Rabin “İslamcı Tehdide” dikkati çektikten sonra İran’ın, Moskova’nın eskiden olduğu gibi önemli bir tehdit oluşturduğunu söylemiştir.22 

İsrail eski Başbakanı Şimon Peres bu konuda daha açık konuşarak: “komünizmin çöküşünden sonra İslamcı köktencilik zamanımızın en büyük tehdidi olmuştur. 23” demiştir. Yapılan araştırmalarda bazı Dışişleri memurları ABD’nin yalnızca kendi çıkarlarını takip ettiğini ifade ederken bazıları Dışişleri’nin algılamaların geniş ölçüde Musevi lobisinin görüşlerinden etkilendiğini belirtmişlerdir. Clinton’un Irak ve İran’a uyguladığı “çifte çevreleme” politikası ve 1995’de İran’a ticaret ambargosu uygulaması, bir yazara göre Musevi lobisinin etkisidir.24 
    ABD’nin Musevi lobisi İran, Irak ve Suriye içindeki İslami gruplar için aynı çabaları göstermiştir. Özellikle aşırı sağcı Netanyahu hükümeti sırasında Ortadoğu barışı için güç politika öneren bir politikası güden İsrail’in anti-İslamcı argümanlarında artış olmuştur. Ancak, İsrail de ABD gibi Ortadoğu barış sürecine karşı olan İran, Irak’a ve Suriye’ye yüklenmiş, Pakistan, Afgan Talibanları ve Suudi Arabistan konusunda herhangi bir propaganda yapmamıştır. 

SONUÇ 

Pelletrau‘nun bir konuşmasında belirttiği gibi Ortadoğu’daki değişik yapılardaki devletlere karşı ABD değişik politikalar izlemektedir. 

1994’lerden başlayarak Amerikan hedeflerinin bazı saldırıları ABD’nin desteklediği Sünni Afgan grupları tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile 
ABD, Rusya’ya karşı Afganistan’da ve Çeçenistan’da kullandığı bu gruplara karşı bir davranış uygulamak istememektedir. ABD’yle işbirliği yapan Sünni İslam ABD’nin yeni dünya düzenini Ortadoğu ve Asya’ya yaymasında etkili olmuştur. Destabilize olan alanlara ABD gelerek denge sağlayıcı rolünü oynamaktadır. Yeni yükselen pazarlar Türkiye dahil Ortadoğu ve Asya bölgesindedir. ABD’nin yüklendiği ülkeler İsrail’in yoğun etkisiyle Ortadoğu Barış Sürecine karşı olan İran, Irak, Libya ve daha az bir biçimde Suriye gibi ülkelerdir. Şii köktenciliğinin 
uyuşmazlığını karşısına almış olan ABD, Bin Ladin gibi kendisinin yarattığı Frankesteinlere karşı nispeten son dönemlerde sesini çıkarmaya başlamıştır. 

ABD’nin kendi çıkarlarına göre sık sık değişen politikaları İslam’a karşı tutumu Türkiye ve Mısır gibi laik ülkelerin iç politikalarında zorluklar yaratmaktadır. 

Ortadoğu’da Petrol ve Köktenci İslam olduğu müddetçe bu bölge büyük güçlerin oyunlarına sahne olmaya devam edip halkları ızdırap çekecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Michael A, Sheehan; Sheehan Testimony on Counterterorism and South Asia, US Department of State, 
   International Information Programs, Washington File, 17 Temmuz 2000. 
2 Sheenan, a.g.m., s. 2 
3 Louis, Blin, Le Petrole du Golfe, guerre et paix au Moyen-Orient, Maison-Neuve et Larose, 1996; Jacques 
   Benoist-Mechin, Faycal roi d’Arabie, Albin Michel, 1975 
4 David Holden and Richard Johns, The House of Saud, Pan Books, London, 1981, s. 137. 
5 Richard Labeviere, Les Dollars de la Serreur: Les Etas-Unis et les İslamistes, Grasset, Paris 1999, s. 40. 
6 Eric Rouleau, Jean Francis Held, Simonne et Jean Lacouture, Israel et Les Arabes, le 3e Combat, Le Seuil 1967, s. 116. 
7 Richard Labeviere, a.g.e., s. 46. 
8 Benjamin R. Barber, Jihad vs. MaWorld, Time Books, 1995, ss. 16-54. 
9 Graham E. Fuller, Algeria, The Next Fundamentalist State?, RAND, Santa Monica, U.S., 1995. 
10 Middle East Quarterly, Eylül 1996: bilgi açısından Cezayir Petrol bölgelerinde 7.000’den fazla ABD linin 
    yaşadığını belirtelim. Bu petrol bölgelerine Cezayirli İslamcıların şimdiye kadar hiçbir saldırıda bulunmadıkları bilinmektedir. 
11 Richard Labeviere, a.g.e., ss. 203-204. 
12 Richard Labeviere, a.g.e., s. 105. 
13 Labeviere, a.g.e., s. 107. 
14 Pentagon’da özel izinle bir sene kadar çalışarak kendisine verilen belgelerle ABD’nin Sovyetler birli¤ini nas›l 
    çökerttiğini anlatan "Zafer" adlı eserinde yazar Mısır’dan alınan Sovyet silahlarının kalitesizliğine karşılık 
    Afgan gerillalarının nasıl iyi çarpıştıklarını anlatıyor. Daha sonra ABD, Sovyetlerin helikopter taarruzlarına karşı 
    "stinger" füzelerinin Afganlara verilmesiyle Sovyet ordusunun nasıl çöktüğünü anlatıyor. Bkz.: Victory: The 
    Reagan Administration’s Secret Strategy That Rastened The Collapsa of the Soviet Union, New York, 1994 
    by Peter Schweizer, ss. 9-10. 
15 Jean-Michel Foulquier, Arabie Saoudite-La Dictature Protegee, Albin Michel, Paris, 1995, s. 56-7. 
16 Edward P. Djererian, "One Man, One Vote, One Time, "New Perspectives Cuarterly, No. 3, Yaz 1993, s. 49. 
17 Gene Bird, "Administratıon Official Assures Middle East the "Crusades Are Over" Washington Report on 
    Middle East Affairs, Temmuz 1992, s. 29. 
18 Başkan Clinton’un Ürdün Parlamentosundaki Konuşması 26 Ekim 1994. 
19 Pelletrau’nun görüşleri için bkz.: Symposium: Resurgent ‹slam, Washington, 1994, ss. 2-3. 
20 Martin Kramer, "İslam Versus Democracy" Commentary, Ocak 1993, s. 39. 
21 Haim Baram, "The demon of ‹slam" Hiddle East İnternational, Aral›k 1994, s. 8. 
22 New York Times, 23 Şubat 1993. 
23 Nw York Times, 21 Ocak 1996. 
24 Arthur Lowrie, "The Campaign Against İslam and American Foreign Policy, Middle, East Policy, Eylül 1995, ss. 215-216. 



***

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 1

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 1 




ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI 
Prof. Dr. Hasan KÖNİ* 
* Ankara Üniversitesi. S.B.F.Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
AVRASYA DOSYASI.,

Giriş: 


     Sovyetler Birliği çökene kadar, Siyasal İslam konusunda uluslararası ilişkilerde pek araştırma, makale, kitap yayınlanmaz dı. 

Sovyetlerin çöküşünü gerçek olarak 1985 civarında kabul edersek siyasal İslam konusunda yoğun yazıların bu dönemden sonra başladığı ortaya çıkar. Siyasal İslam’ın önemini ortaya çıkaran iki önemli olay bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışmasıdır. 1948 yılından beri süre gelen bu çatışma Arap ülkelerinde reaksiyoner İslami grupların oluşmasına yol açmıştır. 

    Ancak, Sovyetler Birliği’nin varlığı ve komünizm Batılı ülkeleri daha çok ilgilendirdiği için İslam’ın siyasi yüzüyle müslüman ülkeler ve genellikle bu ülkelerin askeri bürokrasileri uğraşmak zorunda kalmışlardır. 

    Siyasal İslam’ı sıçratan olay, 1979 yılında Sovyetler’in İran Devrimi’nin tepkilerini önlemek üzere Afganistan’a girmesiyle başlamıştır. 
İran Devrimi’nden çok daha önceleri Gürcü asıllı Fransız yazar Helene Carrere D’Encause’un, Türkçe’ye, “Çatlayan İmparatorluk” adı ile çevrilen eserinde yazar, Sovyet İmparatorluğu’nda Orta Asya Türk müslümanları ile Rusların iyi geçinmediği ve bu imparatorluğun çökmekte olduğu yönünde iddialar ortaya atmıştır. 

1979 Orta Doğu ve Yakındoğu müslüman ülkelerinin tarihi için dönüm noktası olmuştur. Amerikan elçiliğini basıp 400 elçilik mensubunu bir sene kadar rehine tutan İran bu hareketini Irak’la sekiz sene kadar savaşarak ödemiştir. Irak’ın savaşa girmesinde Suudi Arabistan ve Kuveyt paralarıyla, Fransa, Rusya, ABD, Almanya silah ve cephaneleriyle etkili bir rol oynamışlardır. İran-Irak savaşı daha sonra Körfez savaşının kapısını açacaktır. Hem İran-Irak savaşı hem Körfez savaşı ise Türkiye’nin karşısına PKK ve Kuzey Irak sorununu çıkaracaktır. 

    1979 yılının ikinci olayı ise Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin Afganistan’daki İslami grupları desteklemesi olmuştur. Bu destek, aşağıda anlatacağımız gibi ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve hatta Çin’den gelmiştir. 1989 yılında Ruslar Afganistan’dan çekilirken Afganistan’da silahlı çatışma konusunda yetişmiş müslüman ülkelerin hepsinden gruplar oluşmuştur. Bu gruplar, Çeçenistan’da, Bosna’da Somali’de Sudan’da, Mısır’da Batılı dostlarının yanında ve karşısında dövüşmüşlerdir. 
Afgan militanları Batının yarattığı bir Frankeştein olmuştur. 

Batı’nın Yakın Doğu’da yarattığı militan İslam Orta Doğu’da varolan militan İslam’ı denetimine almış-Hizbullah grupları gibi-ve etkinliğini Güneydoğu Asya’ya yaymaya başlamıştır. Amerikan Teröre Karşı Koyma Grubunun Başkanı elçi Michael A. Sheehan terörizme karşı koyma ile ilgili olarak Senato önündeki ifadesinde, İran, Suriye, Libya ve Irak’ın gözetim listesinde olmasına karşılık, bu ülkelerin terörizme direkt destek vermelerinde gerileme olduğunu belirterek asıl Pakistan’ın içindeki terör kaynaklarına dikkat çekmiştir.1 

Elçi Sheenan’a göre terörizmde ikili bir gelişme görülmektedir. Bunlardan ilki terörist gruplar iyi örgütlenmiş, mahalli ve bazı devletler tarafından desteklenme yerine belirgin örgüt yapısı olmayan yeni bir uluslararası bağla oluşmuş gruplara dönüşmüşlerdir. İkincisi terör eylemleri Orta Doğu’dan Güney Asya’ya kaymıştır. 

Sheenan’a göre terörizmin Güney Asya’ya kaymasındaki başlıca neden Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgalinden sonra ve bunu takip eden on seneyi aşkın iç savaşın Afganistan’da hükümeti ve sivil toplumu yok etmesi olmuştur. Dünyanın her tarafından gelen savaşçılar ve silahlar bu bölgede dengeyi yok etmiştir. Afganistan’daki savaşlar Orta Doğu’daki diğer çatışmalara destek sağlanmasını doğurmuştur. 

Nihayet Taliban, Kuzey İttifakı’na karşı savaşmaya devam etmekte ve ülkenin her yerinde güç kazanmaktadır. Güney Asya, Kafkaslar’a ve Orta Doğu’ya destek sağlamaktadır.2 

Orta Doğu barış görüşmelerinden ümitli olan Orta Doğu devletlerinin teröristlere karşı tutumunu değişirken terörizm de coğrafya değiştirmiştir. 

ABD terörizmin mali desteğini kırmaya çalışmaktadır. Bu konuda en çok şikayet edilen kimse bir zamanlar Afgan savaşında ABD adına çalışmış olan Suudi Arabistanlı Ussame Bin Ladin’dir. Washington, daha önceleri desteklediği Taliban’dan artık şikayet etmektedir. Taliban’ın Keşmir’de, Mısır’da ve Cezayir’de radikal İslamcı militanlara destek verdiği belirtilmektedir. 

Sheenan’ın ifadesi resmi bildiriler ile gizli devlet eylemlerinin ne kadar çeliştiğini göstermektedir. Şimdi bazı belgelere dayanarak asıl durumu ve nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız. 

I - Arabistan-ABD İlişkisi., 

Petrol, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan toplumunun bir sosyal olayı durumuna gelmişti. Yalta Konferansı’ndan önce Roosevelt Senatör Landis’in hazırladığı petrol ve Orta Doğu’da Amerikan çıkarları adlı raporu okumuştu. 
   Bu metin daha sonraları Araplar ile Washington arasında kabul edilmiş bir manifesto durumuna gelecekti. Yalta dönüşünde kısa süre Mısır’da duraklayan Roosevelt Cidde’deki ABD’nin Konsolosu’na Suudi Arabistan Kralı ile bir randevu ayarlaması için emir vermiştir. Bu buluşma 14 Şubat 1945 günü ABD’nin kurvazörü Quincy’de gerçekleşmiştir.3 İki devlet adamı arasındaki konuşmalar bugün Quincy Paktı diye bilinen bir anlaşma ile sonuçlandı. Bu anlaşma beş önemli konu üzerinde kurulmuştu. 

a) Suudi Krallığı’nın dengesi ABD için hayati bir çıkar taşıyordu. Krallık ABD’ye sürekli Petrol sağlayacaktı. Bunun karşılığında Washington Suudi Arabistan’a kayıtsız şartsız güvence sağlıyordu. 1991 yılında ABD’nin Suudi’lerin yanında savaşa girmesi Quincy Paktı’nın bir sonucuydu. Petrolü araştıracak olan şirketler toprağın sahibi olmayacaklardı. 

Araştırdıkları alanları 60 seneliğine Kiralayacaklardı. 

Anlaşmanın sona ereceği 2005 yılında kuyular ve üzerindeki materyel Suudi Arabistan’a geri verilecekti. Kraliyete ödenecek para varil başına 21 cent olarak saptanmıştı. Aramco şirketine verilen araştırma alanı  1.500.000 kilometre kare idi. 

b) ABD sadece Suudi Arabistan’ın değil Adap yarımadasının güvenliğini de sağlayacaktı. Böylece ABD İran Körfezi’nin güvenliğinden sorumlu oluyordu. Zaten Suudi Arabistan bu bölgede başat güçlerden biriydi. 

c) İki ülke arasında Ekonomik, Ticari ve mali bir ortaklık kurulmuştu. 

    ABD silah satışları karşısında petrol alımlarını arttırıyordu. Suudiler bu anlaşmaya uygun olarak Amerikan devlet bonolarına zaman içinde 400 
milyar dolar yatırmışlardır. 

d) Bu yatırımlar karşılığında insan haklarını ileri sürerek bütün dünyayı sıkıştıran Washington, Suudi Arabistan’ın iç işlerine karışmayarak İslami rejim ihraç eden bu ülkeyi rahatsız etmemiştir. 

Gerçekte Suudi Arabistan Krallığı bir Devrin İran’ı gibi, Ahlaki açıdan savunula bilir bir ülke değildir. 

e) Quincy Paktı’nın üzerine düşen tek gölge Filistin sorunu olmuştur. 

Kral’a Musevilerin Almanlar karşısında çektikleri ızdırabı anlatan Roosvelt’e karşı İbni Suud, Musevilere onlara baskı yapan Almanların evlerini ve topraklarını vermesini önermiştir. Fakir Filistin’e Musevilerin yerleşmesini bir türlü kabul etmemiştir.4 
ABD, Arap yarımadasının yönetiminde Suudilere dayanmasına karşın İsrail-Filistin sürecinde Suudilere bundan böyle çok dar bir manevra alanı bırakacaktır. Bu dar alan içinde Suudiler İslamcı eylemlere destek verebilmektedirler. 

Bu anlaşma bölgede İngiliz Hegemonyasına son verecektir. 

ABD diğer Avrupa Devletlerini dışarıda bırakarak Orta Doğu’ya yerleşecektir. 
Bu anlaşmanın diğer yönleri de bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Suudi Arabistan kullanılarak bölgede laik milliyetçi Arap devletlerinin ortaya çıkmaları denetlenecektir; ikincisi ise Suudi Arabistan korunarak İsrail’in güvenliği de sağlanmış olacaktır.5 

II- Arap İslamcıları Arap Milliyetçilerine Karşı 

1950’li yıllar Mısır’da genç subaylar hareketiyle Arap Milliyetçiliğinin ve daha sonra Pan-Arabizmin doğduğu yıllar olmuştur. 

Arap milliyetçiliği Batı emperyalizmine karşı olmuştur. 

1948’de İsrail’in kurulması, Arapları bağlantısızlık hareketine itmiştir. Türkiye’nin İngilizlerin baskısıyla Bağdat Paktı’nı kurması pek başarılı bir girişim olmamış tır. 

Paktaki tek Arap ülkesi Irak’tır. 1956 savaşı İngilizleri Orta Doğu’ya geri döndürememiştir. Washington Mısır’ın yanında yeralmıştır. Ancak, 
Sovyetler’in Mısır’ın yanında yeralmaları, ABD’nin Asuan barajına mali yardım vermeyi reddetmesi ve Johnson’un Beyaz Saray’da Kennedy’nin yerini alması Mısır-Amerikan ilişkilerini geriletmiştir. 1966 yılında ABD’ye çağrılan Faysal, Amerikan yönetimini Sovyet taraftarı Nasır’a karşı uyarmış ve Yemen’de 1962’den beri solcu Cumhuriyetçilere yaptığı yardıma dikkate çekmiştir. 

   Suudi Arabistan kralcıları desteklerken Nasır 68.000 kişilik bir ordu ile Albay Sallal’i desteklemiştir. Arap dünyasında Mısır, Irak, Suriye, Tunus ve Cezayir gibi solcu laik rejimler gelişmiştir. 

1970’lerde Pan-Arabizmin yanında Arap sosyalizminden bahsedilir olmuştur. 

   Nasır tutucu Arap rejimlerini ve onların içinde yeralan emperyalist üsleri ortadan kaldırmaktan sözetmektedir. 

Bu durum karşısında İsrail’liler tutucu Araplarla ilişki kurmayı tercih etmişlerdir.6 

    1967 Arap-İsrail savaşından sonra batıdan ithal edilen laik, milliyetçi modelin bu savaşlara neden olduğu Doğu ve Batı Arap ülkelerinin omuz omuza savaştığı ileri sürülmüştür. 

    1967 savaşından sonra İslamcı Araplar siyasal sahneye büyük bir gürültü ile gireceklerdir. Bu Arapların, derneklerin, birliklerin arkasında Müslüman Kardeşler Örgütü vardır. Hassan el-Banna ve Sayed Kutb’un kurduğu Müslüman Kardeşler Örgütü hak ve hukukun birleştiği ‘tevhid’ ilkesi üzerine dayanmaktadır. 

Suudilerin desteğiyle Kardeşlik Örgütü, ‘Özel Düzen” adı altında gizli bir ordu kuracaktır. Kardeşler, Milliyetçi Nasır’a karşı Kral Faysal ve Amerikan gizli servislerince desteklenecektir.7 

Bu destekle güçlenen Müslüman Kardeşler bugün Sudan, Yemen, Ürdün, Suriye, Filistin, Tunus, Cezayir ve Fas’ta kollar bulundurmakta ve Latin ABD, Siyah Afrika ve Güney Doğu Asya’daki İslamcı hareketlerin temelini oluşturmaktadır. 

Müslüman Kardeşler’in ideolojik babalığını yaptığı İslamcı hareketlenme çok değişik ve hetorojen bir yapılanma göstermiştir. 

Genel olarak İslamcı ideoloji reformu örgütlenmelere benzemektedir. 

Bu örgütlenme içinde İslamın temellerini Arap-Müslüman halkların sorunlarına bir çözüm olarak göstermektedirler. Böylece dünyadaki aşırı dinci gruplar kendi sektlerinin yaşamı üzerine yoğunlaşmakta çok sıkıştırıldıklarında siyasi şiddete veya terörist girişimlere başvurmaktadırlar. 

Soğuk Savaş sırasında ve 1989 Lübnan savaşının sonuna kadar İslamcı ideolojiye sahip bu topluluklar kendi uluslararasına uygun stratejiler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu stratejiler kendilerinin ülke rejimlerine karşıdırlar. 1990’dan itibaren İslamcı gruplar Orta Doğu’da çabalarını kabileler, büyük Arap aileleri veya savaşçılarının etki alanlarında ve etnik yapılarda yoğunlaştırmaya başlamışlardır. İslamcı ideoloji, taktik olarak alternatif bir ulusal alan göstermemektedir. Ulusal alan göstermedikleri için müslüman devletleri belirli sınırlar içinde yöneten bütün rejimler meşruiyetlerini kaybetmektedirler. 

Böylece belli bir toprak alanında milliyetçiliğe dayanan Kemalist, Nasirist ve Baasçı rejimler anti-müslüman komploları olarak görülmektedir. 

Ulusçu fikirler, inancı olmayanların ümmetin bütünlüğünü bölmek için kullandıkları şeytani bir fikir olarak kabul edilmektedir. Ulusçu olmayan 
yapılanmalar yeni uluslararası düzende Batı’nın işine gelen bir konum oluşturmuştur. Ulus devletin direnişi olmadan geniş pazarlar Batı’nın 
mallarına açık olacaktır. İngiltere bu gerçeği daha I. Dünya Savaşı öncesi keşfetmiştir. Orta Doğu’da etkin bir rol oynayan İngiliz istihbaratı 1915’de Çanakkale’yi geçememiştir ama Osmanlı İmparatorluğunu Orta Doğu’da yenerek çökertmiş, kendisine karşı ayaklanan Hindistan’ın müslüman kısmını Pakistan ve daha sonra Bangladeş diye ayırarak zayıflatmış ve İngiliz tekstil endüstrisine karşı çıkan Gandi’den intikamını almıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD durumu farkederek müslüman ülkelerle; Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, İran ile Sovyetler Birliğini çevrelemiştir. Ruslar’ın Vietnam’ına karşı Afganistan müslümanlarını kullanarak, doğuda Sovyetlerin işini bitirmiştir. 

Afganistan’daki savaş günümüzde Ruslar’ın geri çekilmesine karşın yeni bir stratejiyle canlanmış bulunmaktadır. 

   Bu yeni Strateji Zbigniew Brzezinski “Satranç Tahtası” adlı kitabında geliştirmiştir. 

   Brzezenski’ye göre enerji sahaları ve doğal kaynakları nedeniyle önümüzdeki bin yılda ABD’nin birinci derecede ilgi alanı içindedir. 

Bu alan Balkanlar’ı Orta Asya ve Çin’i kapsamaktadır. Avrasya alanı içinde merkezi bir yer tutan Türkiye’nin yeniden güç kazanması için çabalar ancak 1996 yıllarında başlayacaktır. Yeni Avrasya stratejisi bu defa komünizme karşı değildir. Karşı olunan Ruslar’ın 19. yüzyılda olduğu gibi sıcak denizlere inmesini önlemektir. Bu stratejide önemli olan Türk, Suudi ve Pakistan’ın ve ilerde İran’ın etki alanlarının sağlamlaşmasıdır. 

Bu arada İslamcı ideolojide de ilerlemelidir. Brzezinski ideolojik İslamı “belirli bir İslamcı kimlik” olarak tanımlamaktadır. 

Eğer bu belirgin İslamcı kimlik gelişmezse Orta Doğu’da bir kaos ortamı yaşanacaktır. İslamcı kimliğe önem verilmesinin nedeni bölgenin bu kimlik altında küresel ekonomik yapının içine çekilmesi modeliydi. İslami kimlik bölgede etnik çatışmalar ve siyasal dengesizlikler yaratacak ve Orta Asya bölgesine ABD tam olarak yerleşecekti. Türkiye’yi menteşe devlet, bölgesel güç olarak öven Brzezinski aslında “İslami kimliğin” babasıydı. 

Brzezinski’nin Amerikan Güvenlik Konseyine kabul ettirdiği amaç Rusya’nın Orta Asya’dan silinmesiyle ilgiliydi. 

Bu nedenle Basra Körfezi Krallıklarında bastırılan binlerce Kuranı Kerim silahlarla birlikte Özbekistan’a, Tacikistan’a ve Türkmenistan’a sokuldu. ABD İslam kaldıracını kullanarak ilerisinin bu önemli alanına siyasi dengesizlik sokuyordu. Siyasi dengesizlikleri Amerikan gücü çözecek ve bu bölgeye Orta Doğu’da yaptığı gibi çözüm üretici olarak oturacaktı. Orta Doğu’da olduğu gibi Orta Asya’da ulusçu orta sınıflar var olmadığı için orta ve uzun dönemde Amerikan yatırımlarıyla mücadele edecek Washington’a göre İslam kapitalizm içinde eriyebilir di, İslam, milliyetçi hareketlerin anti-dozunu oluşturuyordu ve sosyalizmin geri dönüşüne karşı bir kaleydi; kısacası İslam yeni liberal düzenin kaçınılmaz müttefikiydi. 

“Cihad’a karşı McWorld” yani Cihad’e karşı Macdonald’s dünyası adlı eserinde bir yazar Cihad ve Macdonald’s dünyasının ortak bir noktası olduğunu söylüyor. Yazara göre her ikisi de ulus devletin egemenliğine ve demokratik kurumlarına karşı ortak savaş veriyorlar. Sivil toplumu yeriyorlar, demokratik vatandaşlığa karşılar ama söylediklerinin karşısında alternatif demokratik kurumlar önermiyorlar. Ortak noktaları sivil özgürlüklere karşı olmaları.8 

ABD’nin Militan İslam’a karşı tutumunu yansıtan en iyi araştırmalardan birisi eski CİA ve Rand Corporatıon araştırıcısı Graham Fuller. 

   Füller 1995’te bütün Avrupa büyükelçiliklerine gönderilen: “ Cezayir Geleceğin İslam Devleti olacak mı? ” adlı raporun yazarı. 

   Fuller’in analizlerinin 1996 yılına kadar Orta Doğu bölgesinde ABD’nin politikasını yönelttiğini belirtmekte yarar olduğu kanısındayız. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

26 Kasım 2019 Salı

TÜRKİYE’NİN KÖRFEZ ÜLKELERİ, YEMEN, MISIR, ÜRDÜN VE LÜBNAN POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN KÖRFEZ ÜLKELERİ, YEMEN, MISIR, ÜRDÜN VE LÜBNAN POLİTİKASI 2009  BÖLÜM 2





Gül ile Katar Emiri el-Sani toplantıdan önce iki ülke arasında işbirliği protokolleri (İşgücü İstihdamının Tanzimine Dair Anlaşmaya Ek Protokol, TRT ve Katar Medya Kurumu Arasında Radyo, Televizyon ve Haber Alanlarında İşbirliğinin Geliştirilmesine Yönelik Mutabakat Muhtırası ile Diplomatik, Hizmet ve Hususi Pasaport Hamilleri için Vizenin Karşılıklı Olarak Kaldırılmasına Dair Mutabakat 
Muhtırası) imzalanmıştır. Türkiye’nin Katar’la doğalgaz hattı konusunda görüş birliğine varılmasının ardından Katar’ın Nabucco için ek bir tedarikçi olabileceği yorumları yapılmaya başlanmıştır. Toplantıda ayrıca iki ülkenin kamu yayıncılığı yapan kurumları arasında işbirliği ve vize muafiyetinin sağlanması hususunda üç ayrı protokol imzalanmıştır.41 29 Eylülde Bakanlar Kurulu kararı ile Katar 
ve Türkiye arasında karşılıklı olarak vizelerin kaldırılması kararı alınmış, bu karar 19 Ekimde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

Türkiye ile Kuveyt arasında 2009’daki ilk temas 25 Şubat’ta Kuveyt milli günü resepsiyonu münasebetiyle Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’in Kuveyt’e gitmesidir. 27 Nisanda Türkiye’deki bir fuarda iki ülke hükümetleri arasında askeri işbirliğine dair bir mutabakat muhtırası imzalanmış, muhtıraya Kuveyt Genel Kurmay Başkanı Korgeneral Fahd el-Emir ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ imza koymuştur.42 İmzaların atılmasının ardından açıklanan bilgi notunda ”anlaşma kapsamında öncelikle silahlı kuvvetler arasında işbirliği ve savunma sanayi olmak üzere farklı alanlarda askeri ilişkiler geliştirileceği ve çeşitlendirileceği” belirtilmiştir. İki ülkenin 2009 yılındaki en önemli teması ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 21 Aralıkta Kuveyt’i ziyaret etmesiydi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, milletvekilleri ve işadamları da ziyarete katıldı. 
Ziyarette Kuveyt Emiri Şeyh el-Sabah el-Ahmed el-Cabir el-Sabah, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Kuveyt Yüksek Devlet Nişanı vererek 
ziyarete verdikleri önemi göstermek istemiştir. 12 yıl aradan sonra Türkiye’den Kuveyt’e cumhurbaşkanlığı düzeyinde ilk olma niteliğini taşıyan bu ziyarette öne çıkan alanlardan biri ekonomik ve ticari konularda karşılıklı işbirliğinin ve yatırımların artırılması olmuştur. Ticari alanda öne çıkan ise enerji alanındaki işbirliği potansiyelidir. Öyle ki Kuveyt dünya petrol rezervlerinin %9’una sahip bir ülke olarak dış ihraç gelirlerinin %90-95’ini petrolden elde etmektedir. Türkiye de hem Kuveyt’teki inşaat sektöründe önemli bir yer edinmek istemekte hem de enerji alanında ikili projelerin ve işbirliklerinin geliştirilmesini amaçlamaktadır. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyarette ekonomik ilişkileri ön plana çıkarmasının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. 

Gül’ün ziyaretinde gündeme gelen konulardan bir diğeri de güvenliktir. 
Türkiye ile Kuveyt’in bölgesel konulara bakışları arasında bir paralellik vardır. Özellikle Irak’taki istikrarsızlıktan ve İran’ın artan bölgesel etkisinden rahatsız olan Kuveyt, Türkiye’nin askeri ve politik desteğini alarak iç ve dış tehditler karşısında caydırıcı bir mekanizma kurmak istemektedir. Buna paralel olarak Kuveyt, 2004’te İstanbul’daki NATO toplantısında kararlaştırılan İstanbul İşbirliği Girişimine katılan ilk Arap ülkesi olmuş ve 2006’da yapılan NATO’nun kamuoyu diplomasisi toplantısına ev sahipliği yapmıştır.43 

Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyarette üzerinde durduğu önemli bir konu da Kuveyt’in, KİK dönem başkanlığını yürütmesi dolayısıyla KİK ile dört yıldır gündemde olan serbest ticaret anlaşmasının tamamlanması olmuştur. 

Başbakan Erdoğan’ın Kasım 2006’da Ürdün ziyaretiyle ivme kazanan Türkiye-Ürdün ilişkileri karşılıklı üst düzey ziyaretlerle gelişmeye başlamıştır. Erdoğan’ın bu ziyaretini Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın 9 Ekim 2007’de resmi bir ziyareti izlemiş, bundan bir ay sonra ise Türkiye ile Ürdün arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Ortaklık Anlaşmasına yönelik görüşmeler yapılmıştır. Karşılık ziyaretler 
Ürdün Kralı Abdullah’ın 11 Aralık 2007’de, Dışişleri Bakanı Selahaddin Beşir’in ise 22-23 Şubat 2008’de Türkiye’yi ziyareti ile devam etmiştir. 

Dışişleri Bakanı Beşir’in bu ziyaretinde iki ülke arasında bir Siyasi Danışma Grubu oluşturulmasına ilişkin mutabakat muhtırasının imzalanması ise ilişkiler açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 10 Eylül 2009’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu Ürdün ziyaretinde Ürdün üniversitesinde Türk Dili ve Kültürü Programı açılmasına ilişkin protokolün imza törenine katıldı. Türkiye-Ürdün ilişkileri 
Cumhurbaşkanı Gül’ün 1 Aralık 2009’da Ürdün ziyaretiyle daha da yakınlaşmış tır. Bu ziyarette iki ülke arasında “Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık”, “Karşılıklı Olarak Vizelerin Kaldırılmasına Dair” ve “Gümrük Konularında Karşılıklı İdari Yardım” antlaşmaları imzalanmıştır.44

Türkiye-Umman diplomatik ilişkileri, özellikle 2000 sonrası dönemde hareketlenmiştir. Umman Sultanı Kabus bin Said Türkiye’yi en son 1989’da ziyaret etmiş, Türkiye’den ise 1986’da Turgut Özal, 1997’de Süleyman Demirel, 2005’te Başbakan Erdoğan Umman’ı ziyaret etmiştir.45 2008’de ENKA Umman’ın en büyük turizm projesi Blue City’nin 2 milyar dolarlık ilk etap ihalesini kazanmış, ayrıca 

Maskat’ta yapılacak 1,170 milyar dolarlık Maskat uluslararası havalimanının pist ve alt yapı ihalesini Tepe-Akfen-Vie (TAV) inşaat şirketi kazanmıştır.46 Umman ayrıca Türkiye’yi, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğinde ve Expo 2015 adaylığında destekleyen ülkeler arasında yer almıştır. Umman ile Türkiye’nin dış politika anlayışları arasında benzerlikler vardır. Umman da komşularıyla birçok sınır sorunları olmasına rağmen Türkiye gibi sorunları diplomasi ve iyi ilişkiler yoluyla halletmeye çalışan bir ülkedir. Umman’ın dış politika niteliklerinden 
en önemlisi olan tarafsızlık politikasına göre Umman özellikle bölgedeki Şii-Sünni bloklaşmasında tam bir tarafsızlık politikası izlemektedir. İran nükleer krizi konusunda diğer Körfez ülkelerinden farklı olarak Umman İran’a Türkiye gibi müdahaleye açıkça karşı bir ülkedir.47

Türkiye-Yemen diplomatik münasebetlerini başlatan gelişme 20 Aralık 1986 tarihinde Başbakan Turgut Özal’ın Yemen ziyaretinin ardından 1988’de Sana’da ilk Türkiye büyükelçiliğinin açılmasıdır. Bu tarihten sonra bir ivme yakalayamayan ikili ilişkilerde temaslar 2005 Temmuzunda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İKÖ’nün toplantısı bünyesindeki Yemen ziyareti ve Yemen Başbakanı Abdülkadir Bajammal’ın Türkiye ziyareti olmuştur. Ekim 2005’te de Başbakan Erdoğan’ın Yemen ziyareti temasların sıklaştığını göstermiştir. Bu ziyaretler silsilesi 2008’de de sürmüş, Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih 25-26 Şubat tarihlerinde Cumhurbaşkanı Gül’ün resmi daveti ile Türkiye’ye gelmiştir. Bu ziyarette 7 Eylül 2005’te Ankara’da imzalanan “Türkiye-Yemen Karma Komitesi Üçüncü Dönem Toplantısı Protokolü” onaylanmış; bu çerçevede ticari, kültürel, sağlık, turizm, enerji alanlarında ortak çalışmalar yapılması kararlaştırılmıştır.48 

2009’da ise Şubat ayında Dışişleri Bakanı Ali Babacan Yemeni ziyaret etmiş, iki günlük bu ziyarette Yemen Dışişleri Bakanı Ebubekir el-Kırbi ile ikili ilişkilerin yanında bölgesel konular görüşülmüştür. Yemen’in, Babacan’ı Osmanlı valisi protokolü ile karşıladığı ziyaretten sonra yapılan basın toplantısında Babacan Yemen’e Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için verdiği destekten 
dolayı minnettarlığını ifade etmiştir. Bu ziyareti TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın ve bazı milletvekillerinin ziyareti takip etmiştir. 

Toptan ve milletvekilleri bu ziyarette Yemen’deki Türk okulunu ve bilim fuarını gezmiştir. Yemen’de Haziran 2009’da Şii-Zeydilerle hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalara Türkiye’nin resmi düzeydeki tepkisi, Yemen’in toprak bütünlüğünün açıkça desteklendiğini ifade eden Dışişleri Bakanlığı açıklamasıdır. 

Mısır’ın uzun süre Arap milliyetçiliğinin öncü ülkesi olması ve Türkiye’nin Osmanlı bakiyesi ülkelerle arasında mesafe koyma çabası dolayısıyla Türkiye ile Mısır arasındaki siyasi ilişkiler uzun süre rekabet ve gerginlik içinde olmuştur. Tarafların karşılıklı ilişkileri geliştirme niyetinin bir sonucu olarak 2007 yılında İstanbul’da Türkiye-Mısır Stratejik Diyalogu Çerçeve Muhtırası imzalanmış ve 
Davutoğlu Mısır’ı “stratejik ortak” olarak nitelemiştir. 2009’da ise Türkiye-Mısır ilişkilerini İsrail-Filistin sorunu çerçevesinde gelişen olaylar belirlemiştir. Mısır’ın Gazze’ye insani yardımın yapıldığı tek sınır kapısı olan Refah Sınır Kapısı’nda kontrolleri sıkılaştırması dolayısıyla gıda maddelerinin girişinin zorlaştığı bir konjonktürde Cumhurbaşkanı Gül 18 Ocak’ta Gazze konusunda yapılacak 
çok-uluslu toplantı için Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentine gitmiştir. Burada yaptığı konuşmada bölgede sağlanacak ateşkesin kalıcı olması ve Filistinli grupların birlik içinde hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir. 

11 Şubat’ta Türkiye’yi ziyaret eden Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in bu ziyaretinin asıl gündem maddesi Filistin sorunu olmuştur. Mübarek ayrıca Gazze’nin yeniden imarı için 80 civarında ülkenin katılacağını açıkladığı zirve için Türkiye’den destek almaya çalıştı. Ziyaretin gündeminde yine Filistin sorunu odağında bölgede ateşkesin kalıcı hale getirilmesi, Filistinli gruplar arasında uzlaşının sağlanması, Hamas-İsrail arasındaki esir değişimi, Gazze ablukasının kaldırılması, Mısır-Gazze sınır kontrolünün sağlanması konuları da yer almıştır. Türkiye’nin İsrail’in Gazze operasyonu sonrası ortaya koyduğu tepkinin ardından bölgede büyük bir sempati toplamasının Filistin konusunda Mısır’a rakip ya da alternatif olarak anlaşılmaması için de dikkatli bir dil kullanmaya özen göstermiş tir. Bu konuda Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Alaaddin el-Hadidi de bir açıklama yaparak bölgede bir Mısır-Türkiye rekabetinden bahseden haberlerin 
yanlış olmasının yanında kasıtlı olarak da çıkarıldığını ifade etmiştir. Ziyarette ikili ilişkilere de değinilmiştir. 

Cumhurbaşkanı Gül iki ülke arasında güvenlik ve siyasi konularda düzenli istişarelerde bulunulduğunu ifade etmiş ve ayrıca, Doğu Akdeniz’de iki önemli ülke olan Mısır ve Türkiye’nin ilişkilerinin stratejik önem kazandığını ifade etmiştir. Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2,5 milyar dolar olduğunu ve bunu 5 milyar dolara çıkarmak istediklerini söylemiştir.49 Türkiye’nin Mısır’a yıl içinde yaptığı ziyaretlerin bir diğeri de 2 Eylülde Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve Dışişleri Bakanı Ahmed Ebul Geyt ile görüşen Davutoğlu, mevkidaşı ile yaptığı basın toplantısında ikili ilişkilerin gelişmekte olduğundan ve ticaret hacminin 5 milyar dolara ulaştığından söz etmiştir. Mısır’ın el-Ahram gazetesinde yayımlanan bir makalesinde Davutoğlu, neredeyse her hafta Mısır ile Türkiye arasında komisyonların çalıştığından ve bunlar arasında askeri komisyonların 
da bulunduğundan bahsetmiştir.50 İki günlük ziyarette Cumhurbaşkanından İstihbarat Bakanına ülkenin önemli birçok isimleriyle bir araya gelmiş, aynı zamanda Mısırlı akademisyenler ve gazetecilerle yüz yüze temaslarda bulunarak kamuoyu diplomasisi yapmıştır. 

Mısır’ın ünlü düşünce kuruluşu Ahram Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde yaklaşık iki saatlik bir Türk dış politikası sunumu yapan Davutoğlu, özellikle Osmanlılık vurgusu üzerinde durmuştur.51 

   16 Aralık 2009’da çalışma ziyareti için Türkiye’ye gelen Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile Cumhurbaşkanı Gül bir araya 
gelmiş ve Gül, Mübarek’e iki ülke arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşmasını hatırlatarak karşılıklı olarak vizelerinde kaldırılması 
önerisinde bulunmuştur. Bu öneriye Kahire’nin sıcak baktığı ancak kendi içinde bir çalışma yapması gerektiği haberlere yansımıştır.52 

Ekonomik İlişkiler

Temmuz 2009’da İstanbul’da gerçekleştirilen Stratejik Diyalog Toplantısında Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında ekonomik işbirliğine ilişkin bir Çerçeve Antlaşması yürürlüğe konmuştur. Buna göre, taraflar arasında ekonomik işbirliği, teknik uzmanlık değişimi, serbest ticaret alanının oluşturulması, ortak yatırım projelerinin geliştirilmesi ve yatırımların kolaylaştırılması kararlaştırıldı. Çerçeve 
Antlaşması ekonomik, teknik, ticari, ulaşım, altyapı ve yatırım gibi birçok alanı kapsamaktadır. Gıda güvenliği ve turizm gibi amaçların gerçekleştirilmesi için de Ekonomik İşbirliği Ortak Komitesi’nin kurulması kararlaştırılmıştır. 13 Nisan 2009’da ULI-Türkiye tarafından İstanbul’da düzenlenen “Türk Gayrimenkul Yatırımları Körfez Sermayesi Buluşması”nda Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin 
Abdülaziz’in kardeşinin şirketi olan PTA’nın Üst Yöneticisi Abdülaziz el-Hassan 2-3 milyar dolarlık bir yatırım firması olduklarını, Türkiye’de yerel firmalarla işbirliği yaparak konut üreteceklerini söylemiştir.53

Şubat ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilere vurgu yapan Cumhurbaşkanı Gül, 5 milyar dolar civarında olan dış ticaret hacmini birkaç yıl içerisinde 10 milyar dolara çıkarmak istediklerini açıklamıştır.54 Belirlenen ticaret hacminin gerçekleşmesi için büyük ortak projeler başlatılmıştır. Bu çerçevede Türk şirketi TAV, Suudi Arabistan’da havaalanları inşa etmek ve işletmek üzere Suudi el-Raci Holding ile bir sözleşme imzalamıştır. TAV’ın açıklamasına göre el-Raci Holding ile yapılan anlaşma sayesinde Suudi Arabistan’da yap-işlet-devret modeliyle havaalanlarının hayata geçirilmesi, bakım ve onarımı, işletilmesi gibi konular hizmet kapsamına alınmıştır.55 Türkiye’nin Suudi Arabistan açısından bir diğer önemi ise tarıma elverişli arazilerinin çok fazla olmasıdır. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin hayata geçirilmeye başlanmasıyla birlikte sınırlı derecede tarım arazisi bulunan Suudi Arabistan, Türkiye’de tarım sektörüyle yakından ilgilenmeye başlamıştır. 

Bu bağlamda, Planet Food World Company (PFWC) adlı özel bir şirket Türkiye’de tarım sektörüne 3 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını açıklamıştır. Şirketin Türkiye temsilcisi Mete Mutluoğlu, önümüzdeki 5 yılda 20.000 endüstriyel tarla kuracaklarını, bu tarlaların her birinin 10.000 m2’yi bulacağını belirtmiştir. Bu tarlalarda sebze ve meyvenin yanı sıra balık, kümes hayvanları, koyun ve büyükbaş hayvanların da yetiştirileceğini söyleyen Mutluoğlu, buralarda üretilen ürünlerin öncelikle Suudi Arabistan’ın ihtiyacını karşılamada kullanılacağını, bunun yanı sıra Körfez ülkeleri ve Rusya’ya da ihraç edilebileceğini açıklamıştır. Mutluoğlu ayrıca 5 yılın sonunda elde edilmesi düşünülen cironun da yaklaşık 20 milyar dolar olduğunu ifade etmiştir.56

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde çalışan Türk-Suudi İş Konseyi’nin 10 Haziran 2009’da İstanbul’da 9. Ortak toplantısını yapması gündeme geldi. Toplantıda yaklaşık 30 Suudi işadamının katılımı söz konusu olacağı ve yaklaşık 80 milyar dolar tutarında dev projelerin görüşüleceği duyurulmuştur.57 

Bu toplantıda Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki “one minute” çıkışının ardından gündeme gelen “Türkiye’ye Vefa Girişimi” çerçevesinde Arap Fast Food  piyasası na Türk firmaların girmesi konusunda bir ön mutabakat imzalandı. Buna göre Suudi Arabistan’a 100 simit sarayı yiyecek zincirinin açılması planlanmıştır.58 Turizm sektöründe alternatif arayışlar içinde olan Suudi Arabistanlı yatırımcılar Trabzon’da dağ ve yayla turizmine yönelik olarak bir yayla kent almak istediklerini, Türkiye’de yayla turizmine yatırım yapmaya talip olduklarını belirtmişlerdir.59

Körfezin doğalgaz zengini ülkesi Katar’la Türkiye arasında ekonomik ilişkiler 2009’da artan bir ivme göstermiştir. Türkiye’nin Katar’la doğalgaz boru hattı konusunda görüş birliğine varmasının yanında özel sektörün de faaliyetleri gözlenmektedir. Buna göre Tekfen İnşaat ve Tesisar A.Ş. Katar’da 165 milyon dolarlık bir iş sözleşmesi imzalamıştır.60 

İTO 4 Ekimde Katar’da 1. Türk ihraç ürünleri sergisi açmış ve bu sergi İTO’nun 127 yıllık tarihinde düzenlediği en büyük yurt dışı sergi olarak tarihe geçmiştir. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Ekim başında Katar’da yaptığı ziyaretlerin ardından yaptığı açıklamada iki ülke arasında uygulanacak ilk projelerin başında sıvılaştırılmış doğalgaz olduğunu belirtmiş, hatta Katar’dan alınacak gazın diğer ülkelere de transferinin düşünüldüğünü ifade etmiştir.61 Katar Devlet Fonu’nun bir iştiraki olan Katari Diar Türkiye Genel Müdürü Fatih Kara da Türkiye’de 500 milyon dolarlık konut ağırlıklı yatırım planladıklarını söylemiştir.62

Kuveyt ile Türkiye arasında 2009 yılı ekonomik gelişmeleri arasında ilk göze çarpan Kuveyt merkezli havayolu şirketi Jazeera’nin Antalya’ya seferlere başlayacak olmasıdır. Ayrıca MÜSİAD Mardin Şubesi Başkanı Kazım Aksoy’un açıklamalarına göre Kuveytli bir grup işadamıyla Mardin’de 100 milyon dolarlık sanayi yatırımı yapmak noktasında anlaşılmıştır.63

Türkiye’nin Lübnan ile ekonomik ilişkilerinde son zamanlarda ciddi bir hareketlenme yaşanmaktadır. Bunun en önemli göstergelerinden biri 2005 yılında Türk Telekom’un %55’lik hissesinin 6.55 milyar dolara Lübnan ve Suudi Arabistan sermayeli OGER’e satılması olmuştur. Aynı zamanda Türkiye’nin üç GSM operatöründen biri AVEA, Hariri ailesine aittir. Türkiye ile Lübnan arasındaki ekonomik ilişkilerin daha da ilerletilmesi amacıyla Mersin ile Trablus limanları arasında feribot seferlerinin başlatılması için girişimler başlatılmıştır. 

Bakanlar Kurulunun, 21 Nisan 2009’da Ankara’da iki ülke arasında imzalanan “2009-2011 Yıllarını Kapsayan Turistik İşbirliği Anlaşması Uygulama Protokolü” onaylanmıştır. Protokol ile “iki ülke arasındaki mevcut dostane ilişkileri dikkate alarak, turizm alanındaki mevcut ikili bağları geliştirmek ve genişletmek ortak arzusuyla, 18 Eylül 1968’de imzalanan ‘Turistik İşbirliği Anlaşması’nın hükümlerinin uygulanması” amacıyla mutabakata varılmıştır.64

Türkiye ile Mısır arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler düşük düzeyde kalmıştır. Ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla 2005 yılında iki ülke arasında bir serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır. 22 Ocak 2009’da Mısır’a giden Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, bu anlaşmadan sonra iki ülke arasındaki ticaret hacminin 10 kattan fazla arttığını ifade etmiştir. Gezisinde Kahire’deki 10 Ramazan Sanayi Bölgesi’nde Türk işadamları tarafından kurulan Küçükçalık grubuna bağlı Küçükçalık Tekstil Sanayi, EFT tekstil sanayi ve Sabancı grubuna ait Temsa Mısır otobüs firmasını gezmiş, komşularla ürün paylaşımı modeliyle kalkınacaklarını belirtmiştir. Daha sonra yaptığı bir açıklamada Devlet Bakanı Tüzmen, iki haftalık Mısır ve İran temaslarıyla Türkiye’ye toplam 550 milyon dolarlık ihracat kazandırdıklarını vurgulamıştır. 17 Ekim 2009 tarihinde Kahire’de düzenlenen 13. Uluslararası İşadamları Forumunda Türk işadamları 80 iş bağlantısı kurmuştur. 
10 Kasım 2009’da Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nun (TUSKON) düzenlediği “Türkiye-Mısır Arasında İşbirliği İçin Yeni Fırsatlar” konulu Türkiye-Mısır iş forumunda konuşan Devlet Bakanı Zafer Çağlayan iki ülke arasındaki mevcut 3,5 milyar dolarlık ticaret hacminin artırılması gerektiğinden bahsetmiştir. Bu forumda konuşan Mısır Sanayi ve Ticaret Bakanı Raşid Muhammed Raşid sağlık, ilaç ve inşaat sektörlerinde faaliyet gösteren iki Mısırlı şirketin 2010’da yatırım için Türkiye’ye geleceğini, miktarın milyar doları bulacağını ve bunun için tüm altyapının oluştuğunu söylemiştir.65 Türk ve Mısırlı işadamlarının temasları 

TUSKON bünyesinde faaliyet gösteren Konya merkezli Anadolu Sanayici ve İşadamları Federasyonu’nun 40 kişilik bir heyetle Mısır’da Mısır’lı işadamlarıyla yaptığı görüşmelerle sürmüştür. Mısır ayrıca 15 Aralıkta başlatacağı turizm kampanyasında Türkiye’ye yönelik ilk kez büyük çaplı bir tanıtım kampanyası hazırlamış ve Türk seyahat acentelerini destekleme kararı almıştır.

Kültürel ve Toplumsal İlişkiler

Arap dünyasının Türkiye’ye bakışı farklılıklar gösteren bir içeriğe sahiptir. Cumhuriyetin kurulması ve halifeliğin ilgasının ardından Arap dünyasının Türkiye’ye bakışını daha çok Türkiye’ye yönelik laiklik eleştirileri şekillendirmiştir. Arap milliyetçiliğinin geliştiği dönemde Türkiye’ye dönük algı, Arapların gelişmesini engelleyen Osmanlı emperyal mirasının eleştirisidir. Soğuk Savaş döneminde Arapların Türkiye’ye bakışı ise bölgede ABD işbirlikçisi retoriği ile ifade bulmuştur.66 1980’lerin sonuna doğru Türkiye’nin GAP projesini 
duyurmasıyla başlayan su sorunu, Suriye’nin konuyu bir pan-Arap meselesi haline getirmesiyle Türk-Arap sorunu olarak ilişkilerin seyrini belirlemiş; ayrıca PKK Türkiye-Suriye ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen bir parametre olmuştur. Kısaca Türk Arap ilişkilerinin genel karakteri güvensizlik olmuştur. Bu güvensizlik kavramının belirlediği ilişkilerin karakterinde 2003 yılından itibaren gerek 
Arap kamuoyunun gerekse de Arap politika yapıcılarının, fikir dünyasının ve medyanın algısında gözle görülür bir değişiklik olmuştur. 2002’de Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Fas, Lübnan, BAE ve Kuveyt’te yapılan ve Arap kamuoyundaki Türkiye algısını araştıran bir ankette Türkiye ABD, İsrail ve İngiltere’den sonra en olumsuz algıya sahip olan ülke olarak ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bu imajın en büyük sebebi Türkiye-İsrail ilişkilerine duyulan öfkedir.67 TESEV’in Gazze Savaşı’nın ve Davos olayının hemen ardından Ürdün, Mısır, Filistin, Lübnan, Suudi Arabistan ve Suriye’de yaptığı başka bir ankette ise Türkiye, Suudi Arabistan’dan sonra en olumlu algılanan ülke olmuştur.68 

Bu değişimin ardında yatan nedenleri birkaç maddede toparlamak mümkündür. Öncelikle AK Parti’nin seçim zaferiyle tek başna iktidara gelişi kendi başına bir nedendir. Arap devletlerindeki İslamcıların geneli AK Parti’ye karşı bir yakınlık hissetmekte ve AK Parti’nin 2002 ve 2007 seçim zaferleriyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilebilmesini kendileri açısından güvenlerini artıran olaylar olarak görmektedirler. Örneğin Mısır İhvan-ı Müslim hareketinden Mehdi Akif, seçim zaferinin ardından Başbakan Erdoğan’ı tebrik etmiş, AK Parti örneğinden yola çıkarak özgür, adil bir seçim ortamında İslami partilerin anayasal, siyasi ve ekonomik gelişim ve sosyal reform yapmayı başarabilecek kapasiteye sahip olduklarını ifade etmiştir. Mehdi Akif buradan ayrıca İslamcıların Batıyla uzlaşma yolları üzerinde düşünmesi gerektiği sonucunu da çıkarmıştır. 

Arap dünyasından en ilginç örnek ise Fas Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreterinin açıkça Türkiye’deki AK Parti’yi örnek aldıklarını ifade etmiş olmasıdır. 

Arap dünyasından Türkiye’ye yönelen ilginin nedenleri sadece siyasi aktör değişimi değildir. Arap dünyasının en hassas noktalarından olan Filistin meselesinde Türkiye’nin çıkardığı çok daha yüksek ses Arap dünyasının dikkatini çekmiştir. İsrail’in Gazze’ye düzenlediği “dökme kurşun operasyonu” esnasında Türkiye Başbakanının tutumu ve 2009 Davos toplantısında İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile girdiği tartışma sonrası salonu terk etmesi, yani “one minute” vakası duygusal olarak Türkiye Başbakanının popülaritesini Arap dünyasında 
oldukça artırmıştır. Hatta Bardakçı’ya göre “one minute” çıkışı, Cemal Paşa’nın Arap dünyasının önde gelen aydınları ile politikacılarını 1915’te ve 1916’da Beyrut’ta ve Şam’da idam ettirmesinin Araplar nezdindeki psikolojik duvarlarını yıkmıştır. Bu hadiseyle Arapların hafızasından Cemal Paşa’nın adı silinmeye başlamış ve Türkiye bölgede sadece “ismen” değil, “fiilen” de varlığını hissettirmeye başlamıştır.69

Türkiye’nin Araplar nezdinde değerini artıran önemli bir gelişme de 1 Mart 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesi söz konusu olurken Türkiye’ye asker yerleştirilmesine dönük tezkerenin reddedilmesidir. Kısaca başta Filistin olmak üzere Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarındaki değişim Türkiye’ye dönük algılamaları da değiştirmiştir. Bu olumlu havanın somut politikalara yansımaları da olmuştur. Örneğin ders kitaplarını yeniden yazmaya yönelik projeler bazı ülkelerde uygulamaya geçirilmeye başlanmış; Suriye, Lübnan, Ürdün ve Libya ile vizesiz yolculuk imkânı getirilmiştir.70

Türkiye son zamanlarda dış politika uygulamalarında yumuşak gücünü kullanmaya başlamış, bu çerçevede Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine ciddi bir açılımı olmuştur. Özellikle Türk dizilerinin Arap kamuoyunda ilgiyle izlenmesi Türkiye’nin Arap halkı nezdindeki imajını önemli ölçüde olumlu yönde değiştirmiştir. Öyle ki dizilerin çekildiği mekanları ziyaret etmek için Arap turistler İstanbul’a akın etmeye başlamıştır.71 Kuveyt Emiri Sabah ailesinin Türkiye’den gayrimenkul alması, Kuveyt’ten Türkiye’ye gelen turistlerin sayısındaki artış iki halk arasındaki iletişim ve temas imkanlarını artırmaktadır. 

Toplumsal ilişkilerin geliştirilmesini destekler düzeyde akademik birimlerin de oluşturulması için Kuveyt üniversitesinde bir Türkoloji bölümünün açılması girişimleri söz konusu olmuştur.72 Eğitim alanında arasında Mısır’da bir Türk okulunun açılması gibi faaliyetler de vardır. İsmi Selahaddin Uluslararası Türk Okulu olan eğitim kurumuna ilk yıl 600 öğrenci başvurarak oldukça başarılı bir sonuç elde edilmiştir.73 2 Mayıs 2009’da Lübnan’da Türk Kültür Haftası etkinlikleri düzenlenmiştir. 30 Temmuz 2009’da Lübnan’da hükümet kurma krizinin aşılması için Lübnan’da temaslarda bulunan Davutoğlu, 2006’dan bu yana Lübnan’da 50 milyon dolarlık okul ve sağlık alanlarında çeşitli yardımlarda bulunulduğunu, şu ana kadar 37 okulun yapımının bitirildiğini, 2 sağlık ocağının da tamamlanıp teslim edildiğini ifade etmiştir. Davutoğlu ayrıca, öğrenci ve akademisyen değişimi programını da hayata geçireceklerini açıklamıştır.

Sonuç

Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden, özellikle 11 Eylül olaylarından sonra gerçekleşen Afganistan ve Irak işgalleri, Şii İran’ı dengeleyen Sünni Arap Saddam rejiminin yıkılmasıyla bölgedeki dengelerin değişmesi üzerine Ortadoğu ülkelerinin Türkiye’ye bağımlılıklarının artması söz konusu olmuştur. Pro-aktif ve çok boyutlu yapıcı bir dış politika söylemini benimseyen Türkiye’nin yumuşak gücünü de devreye sokarak bölgede etkin olma çabası, Batıya alternatif siyasal ve ekonomik yapıların içine girmesinin de etkisiyle Türkiye, Körfez ülkeleri,  Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan yetkililerinin nazarında kayda değer bir bölgesel güç konumuna çıkmıştır.

2009 yılındaki gelişmeler de yukarıdaki genel çerçeveye uygun bir biçimde Türkiye’nin Körfez ülkeleri, Yemen, Ürdün, Mısır ve Lübnan ile ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusunda gerçekleşti. Türkiye, sıklaşan karşılıklı üst düzey temaslarla bu ülkelerle ikili ve çok taraflı siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştirmeye öncelik vermiştir. Türkiye’nin çok-boyutlu, çok-kulvarlı, pro-aktif bölgesel siyasetinin başarıya ulaşması açısından 21. yüzyılın başlangıcıyla birlikte başlatılan iyileşme sürecini devam ettirmek durumundadır. 

Batı tarafından giderek daha fazla dışlanan Arap ülkelerinin de giderek Türkiye’ ye daha fazla ihtiyaç duymaları söz konusudur. 2009 yılındaki gelişmeler bu kanaatin teyidi oldu.


Türkiye’nin Körfez Ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan Politikası 2009 Kronoloji

3 Ocak Başbakan Erdoğan, İsrail’in Gazze saldırıları konusunda fikir teatisinde bulunmak üzere Riyad’a yaptığı ziyarette Kral Abdullah 
ile bir görüşme yapmıştır.

3 Ocak Dışişleri Bakanı Ali Babacan İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) tarafından Cidde’de düzenlenen toplantıya katıldı.

3 Şubat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Riyad’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette Kral Abdullah ile pek çok siyasi ve ekonomik konuda görüş alışverişinde bulundu.

11 Şubat Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan ile İstanbul’da bir araya gelmiştir.

16-18 Şubat Dışişleri Bakanı Ali Babacan Yemen’e resmi bir ziyarette bulunmuştur. Yemen’de Babacan Yemen Dışişleri Bakanı el-Kirbi’yle görüşmelerde bulunmuş ve Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, Başbakan Ali Muhammad Mücavir ile Temsilciler Meclisi Başkanı Yahya Ali el-Rai tarafından kabul edilmiştir.


18-19 Şubat Dışişleri Bakanı Ali Babacan meslektaşı Şeyh Halit’le görüşmelerde bulunmak amacıyla Bahreyn’e bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

21-25 Şubat Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2009 IDEX Savunma Sanayi Fuarına katılmak üzere Abu Dabi’yi ziyaret etmiştir.

6-7 Nisan BM Medeniyetler İttifakı İkinci Forumu münasebetiyle Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halit, BAE Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Gargaş, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa Türkiye’ye gelmiştir. 

14-15 Nisan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker ile Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’la birlikte Bahreyn’i ziyaret etmiştir. Bahreyn Ulusal Meclisine hitap eden Gül, Türk-Bahreyn iş forumunda bir konuşma yapmıştır. 

21-22 Nisan Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, Türkiye’ye gelerek 54 yıl aradan sonra Cumhurbaşkanı seviyesinde iki ülke arasındaki ilk ziyareti gerçekleştirmiştir. Ziyaret çerçevesinde iki ülke arasında Gençlik ve Spor Alanında İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. 

30-31 Temmuz Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora’nın daveti üzerine Lübnan’ı ziyaret etmiştir. Bakan yaptığı görüşmelerde, Lübnan’da ulusal birlik hükümeti kurulması yönündeki çabalara verilen desteği vurgulamıştır. 

16-18 Ağustos Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife el-Sani, Cumhurbaşkanı Gül’ün davetine icabetle Türkiye’ye bir çalışma ziyareti gerçekleştirmiştir. Ziyaret çerçevesinde iki ülke arasındaki ilişkiler ve işbirliği imkânları ele alınmış; uluslararası ve bölgesel gelişmeler hakkında görüş teatisinde bulunulmuştur. 

19 Ağustos Ürdün Dışişleri Bakanı Nasser Judeh, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun davetine icabetle Türkiye’yi ziyaret etti. 

11 Eylül Suudi Arabistan’ın Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Nizar Ubeyd Medeni, Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Cumhurbaşkanı Gül’e mesajını iletmek üzere Türkiye’ye günübirlik bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

22-24 Eylül Abdullah Gül’ün, Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin resmi açılış töreni münasebetiyle Cidde, Mekke ve Medine’yi kapsayan Suudi Arabistan ziyareti kapsamında Kral Abdullah’la yaptığı görüşmede iki ülke arasındaki ilişkiler ele alınmıştır.

5-7 Ekim Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Katar’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiş; iki ülke arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin bir Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır. 

17-21 Kasım Mısır Savunma ve Askeri Üretim Bakanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantawi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuğu olarak Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Ziyaret çerçevesinde Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır.

30 Kasım Dışişleri Bakanı Davutoğlu Lübnan’a yaptığı resmi ziyaret çerçevesinde Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, Başbakan Saad Hariri ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüşmelerde bulunmuştur.

1-3 Aralık Cumhurbaşkanı Gül Ürdün’ü ziyaret etmiş; ziyaret sırasında Serbest Ticaret Anlaşması ve Vize Muafiyeti Anlaşması imzalanmıştır. İki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının oluşturulması konusunda da anlaşmaya varıldı.

15-16 Aralık Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in Türkiye’yi ziyaretinde, iki ülke arasındaki ilişkilerin her alanda daha da geliştirilmesi imkanları üzerinde durulmuş, uluslararası ve bölgesel gelişmeler ele alınmıştır. 


DİPNOTLAR;

1 Türk dış politikasının kimlik bağlamında bir okuması için bkz. Yücel Bozdağlıoğlu, Turkish Foreign Policy and Turkish Identity: 
A Constructivist Approach, London: Routledge Press, 2003.
2 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre Yayınları, 2001.
3 Ahmet Davutoğlu, Alternative Paradigm, Washington: American Press, 1994.
4 William Hale, “Turkey and the Middle East in the ‘New Era’,” Insight Turkey, c. 11, n. 3, 2009, ss. 143-159.
5 Meliha Benli Altunışık, “Worldviews and Turkish Foreign Policy in the Middle East,” New Perspectives on Turkey, n. 40, 2009, ss. 171-194. 
Daha kullanışlı hale getirmek için Altunışık’ın kullandığı bazı kavramlarda değişiklikler yapılmıştır.
6 Yücel Bozdağlıoğlu, “Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy,” Insight Turkey, c. 10, n. 1, 2008, s. 60-61.
7 Ahmet Sözen, “A Paradigm Shift in Turkish Foreign Policy: Transition and Challenges,” Turkish Studies, c. 11, n. 1, March 2010, s. 103-104.
8 Lenore G. Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” Turkish Studies, c. 10, n. 1, March 2009, s. 75-76.
9 Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” s. 76-78.
10 Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” s. 79.
11 Ali Oğuz Diriöz, “Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi İlişkileri,” Ortadoğu Analiz, c. 1, n. 6, Haziran 2009, s. 80.
12 Veysel Ayhan, “Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi İlişkilerinde Yeni Bir Dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog,” Ortadoğu Analiz, c. 1, n. 7-8, 
Temmuz-Ağustos 2009, s. 115.
13 Ayhan, “Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi İlişkilerinde Yeni Bir Dönem,” s. 115-116.
14 Ayhan, “Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi İlişkilerinde Yeni Bir Dönem,” s. 116-117.
15 Ayhan, “Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi İlişkilerinde Yeni Bir Dönem,” s. 120-123.
16 Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” s. 79-80.
17 Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” s. 84-6.
18 Martin, “Turkey and Gulf Cooperation Council Security,” s. 88.
19 “Turkey, Saudi Arabia increase cooperation”, http://www.neurope.eu, 03.02.2009.
20 Veysel Ayhan, “Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan Ziyareti Kapsamında Ankara-Riyad İlişkilerinin Analizi,” 
     http://www.orsam.org.tr, 20 Ocak 2010.
21 “Başbakan Erdoğan Suudi Arabistan’da,” Zaman, 3 Ocak 2009; “Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’da: ‘Gazze ile Müslüman olduğumuz için değil 
İnsan Olduğumuz İçin İlgileniyoruz,’” 
     http://www.nethaber.com, 19 Ocak 2010.
22 Ayhan, Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan…,” 20 Ocak 2010.
23 “Türkiye’nin Arabuluculuk Çabaları Gurur Verici,” Zaman, 17 Mart 2009.
24 “Cumhurbaşkanı Gül Şura Meclisine Hitap Etti,” Zaman, 4 Şubat 2009.
25 Zaman, 22 Eylül 2009.
26 Muhittin Ataman, “Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri: Temkinli İlişkilerden Çok-Taraflı Birlikteliğe,” Ortadoğu Analiz, c. 1, n. 9, Eylül 2009, s. 80.
27 http://www.musiad.org.tr.
28 ............Veysel Ayhan, “Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Lübnan Ziyareti ve Türkiye-Lübnan İlişkileri,” http://www.orsam.org.tr.
29 Davutoğlu, tarafların önemli temsilcilerinden Meclis Başkanı Nebih Berri, seçimi kazanan Gelecek Hareketi lideri ve hükümeti kurmakla görevlendirilen 
Saad Hariri, Hizbullah’ın Parlamento Grubu Başkanı Muhammed Raad ve Dışişleri Bakanı Fevzi Salluh’la görüşmeler yapmıştır. Abdülhamit Bilici, “Türkiye Lübnan Krizi İçin Devrede,” Zaman, 31 Temmuz 2009.
30 Zaman, 18 Şubat 2009.
31 “Çağlayan, Dubai’deki Türk İşadamlarıyla Bir Araya Geldi,” Zaman, 29 Aralık 2009.
32 Zaman, 9 Nisan 2009.
33 “THY İki Yeni Anlaşma İmzaladı,” Zaman, 15 Temmuz 2009.
34 “BAE’nin Ulusal Havayolu Şirketi Etihad, İstanbul Uçuşlarına Başlıyor,” Zaman, 21 Nisan 2009. 
35 “Tüzmen BAE Ticaret Bakanı ile Görüştü,” Zaman, 28 Nisan 2009.
36 Nebahat Tanrıverdi, “Bahreyn’de Seçim Süreci Şii Çoğunluğa Yönelik Tehdit Algılaması,” 
     http://www.orsam.org.tr, 23 Eylül 2010.
37 “Babacan Bahreyn’de,” Zaman, 19 Şubat 2009.
38 “Bahreyn Meclisine Hitap Eden İlk Yabancı Lider Oldu,” Zaman, 15 Nisan 2009.
39 Ali Oğuz Diriöz, “Katar’ın Çok Yönlü Dış Politikası,” Ortadoğu Analiz, c. 1, n. 3, Mart 2009, s. 66.
40 “Katar Başbakanı Thani Başbakanlıkta,” Zaman, 4 Şubat 2009.
41 “Bir Enerji Hamlesi de Katar’la,” Zaman, 18 Ağustos 2009.
42 “Almanya ve Kuveyt İle Anlaşma,” http://www.timeturk.com, 27 Nisan 2009.
43 Veysel Ayhan, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kuveyt Ziyareti,” http://www.orsam.org.tr.
44 Veysel Ayhan, “Ürdün Dış Politikası ve Türkiye ile İlişkileri,” Ortadoğu Analiz, c. 2, n. 13, Ocak 2010, ss. 48-58.
45 Ali Oğuz Diriöz, “Oman’ın Dış Politikası ve Körfez Bölgesindeki Konumu,” Ortadoğu Analiz, c. 1, n. 11, Kasım 2009, s. 76.
46 ...................Rıdvan Kalaycı, “Son Dönemde Oman İç ve Dış Siyasetindeki Temel Gerçekler: Ekonomik Sorunlar ve Pragmatik Dış Politika,” Ortadoğu Analiz, c. 2, n. 17 Mayıs 2010, s. 64.
47 Veysel Ayhan, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Maskat Ziyareti Işığında Türkiye-Oman İlişkileri,” Ortadoğu Analiz, c. 2, n. 17, Mayıs 2010, s. 72.
48 “Yemen İç Savaşı: İktidar Mücadelesi, Bölgesel Etkiler ve Türkiye ile İlişkiler,” Orsam Raporu, 10 Ocak 2010, s. 20.
49 “Gazze İçin Müşterek Çaba İçindeyiz,” Zaman, 12 Şubat 2009. 
50 “Mübarek Davutoğlu’nu Kabul Etti,” Zaman, 2 Eylül 2009. 
51 “Mısır’da Davutoğlu Fırtınası Esti,” Zaman, 4 Eylül 2009.
52 “Gül’den Mısır Liderine Vizeyi Kaldıralım Teklifi,” Zaman, 16 Aralık 2009.
53 “Suudi Prensin Şirketi, Milyar Dolarlık Bütçeyle Geldi, Çantasında Lüks Konut Projeleri Var,” Zaman, 14 Nisan 2009.
54 “19 Yıl Sonra İlk Ziyaret”, Yeni Şafak, 3 Şubat 2009; “Gül Suudi Arabistan’a Gitti”, Zaman, 3 Şubat 2009.
55 “Suudi Devle El Sıkıştı, TAV Arabistan’a Uçuyor”, Zaman, 11 Kasım 2009.
56 “Saudi Arabia-Farm investment in Turkey”, Gulf News, 22 Temmuz 2009
57 “Türk-Suudi İş Konseyinde Dev Projeler Görüşülecek,” Zaman, 5 Haziran 2009.
58 “Simit Sarayları Arabistan’a Uzanıyor,” Zaman, 11 Haziran 2009.
59 “Arap Yatırımcılar Trabzon’da Yayla Kent Almak İstiyor,” Zaman, 18 Kasım 2009.
60 “Tekfen, Katar’da İş Aldı,” Zaman, 2 Haziran 2009.
61 “Katar’dan Doğalgaz Alıp Yurt Dışına Satacağız,” Zaman, 9 Ekim 2009.
62 “Suudi Prensin Şirketi, Milyar Dolarlık Bütçeyle Geldi, Çantasında Lüks Konut Projeleri Var,” Zaman, 14 Nisan 2009.
63 “Kuveytli İşadamları Mardin’e 100 Milyon Dolarlık Yatırım Yapacak,” Zaman, 21 Ağustos 2009.
64 “Lübnan’la Turistik İşbirliği,” http://www.timeturk.com/tr.
65 “Tekstilciyi Kapan Mısır, Sağlığa Yatırım İçin Türkiye’ye Geliyor,” Zaman, 11 Kasım 2009.
66 Meliha Benli Altunışık, “Arap Dünyasında Türkiye Algısı,” TESEV Dış Politika Analiz Serisi, n. 11, İstanbul, Haziran 2010, ss. 7-20.
67 Altunışık, “Arap Dünyasında Türkiye Algısı,”
68 Altunışık, “Arap Dünyasında Türkiye Algısı,”
69 Murat Bardakçı, “‘One Minute’ ve Cemal Paşa,” Habertürk, 9 Haziran 2010.
70 Altunışık, Arap Dünyasında Türkiye…, s. 24.
71 “Türk Dizileri 5 Yıldızlı Havayolu Etihad’ı Türkiye’ye Getirdi,” Zaman, 2 Haziran 2009.
72 Veysel Ayhan, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kuveyt ziyareti,” http://www.orsam.org.tr.
73 “Mısır’daki Türk Okulu İlk Yılında 600 Öğrenci ile Rekor Kırdı,” Zaman, 10 Ekim 2009.

***