Dış Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dış Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 4

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 4


ABD Irak hükümetinin terör örgütleriyle işbirliği yaptığı, kitle imha silahlarının bulunmadığından emin olunması ve Saddam yönetiminin devrilerek yerine demokrasinin yerleştirilmesi gibi gerekçelerle müdahalesini başlatmıştır. Bunula birlikte, pek tabii ABD’den bazı yetkililer dâhil pek çok kişi petrol kaynaklarının kontrolünü de gerekçe olarak göstermiştir (Çakmak, vd. 2011: 355).Uluslararası toplumun operasyonun durdurulması yönündeki taleplerini dikkate almayan ABD ve İngiltere, Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da benzer şekilde özgürlük getirmekten çok uzak kalmışlardır (Arı, 2012: 469). Operasyon nedeniyle çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş ve tüm dünyanın tepkisine neden olan ağır insan hakları ihlalleri yapılmıştır. Üstelik ABD’nin iddia ettiği gibi demokratik bir rejim de tahsis edilememiştir. Ayrıca bu savaş sonuçları itibari ile ABD için de sansasyonel olmuştur. Zira savaştan sonra kitle imha silahlarının izine rastlanamamış ve dahası kitle imha silahlarının varlığına dair istihbaratların yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Irak’ta kurulan ve sadece kararları onaylama yetkisi verilen geçici karma hükümete Irak bankalarının dış denetime açılması, kamu kurumlarının özelleştirilmesi ve neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması gibi neoliberal düzenlemeler dayatılmıştır (Juhasz, 2004: 27-37). Bu nedenlerle ABD’nin politikalarının meşruiyeti hem ABD’li bazı yetkililer hem de dünyanın neredeyse tamamı nezdinde sorgulanmıştır (Okur, 2012: 255).

ABD iki başarısız operasyonuna ek olarak bölgeye angajmanını devam ettirmek için, henüz Irak Savaşı devam ederken 2004’te Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi fikrini ortaya atmıştır. ABD demokrasiyi yerleştirilmek ve ekonominin liberalizasyonunu gerçekleştirmek amacıyla siyasal olarak bölgeyi yeniden modellediğini iddia etmiştir (Lacoste, 2008: 83). ABD bu proje ile bölgeye yönelik pek çok hedef belirlemiştir: ABD’nin değerlerinin yurtdışında savunulması, bölge halklarının diktatör yönetimlerden ve kısıtlamalardan korunması, ekonomik kalkınmayı ve açık toplumu sağlayacak stratejilerin geliştirilmesi, İslami kaynakları referans gösteren teröre karşı bölge ülkeleriyle kapsamlı bir koalisyon oluşturulması, kitle imha silahlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi (Kongar, 2012: 60). Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında söz konusu projenin bir uygarlık projesi ya da İslam dünyasını çağdaşlaştırma ve demokratikleştirme projesi olarak görülmektedir (Kongar, 2012: 61). Ancak bununla birlikte, reel politikte Afganistan ve Irak operasyonlarında olduğu gibi ciddi sapmaların olma ihtimali çok yüksektir. Ek olarak, ABD’nin bu projeyi uygulamasına yönelik olarak, sahip olduğu kötü imaj nedeniyle bölge halkı direnç göstermektedir. Zira Endonezya’dan Türkiye’ye kadar olan bölgede yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkelerde yaşayan kişilerin üçte ikisi Amerika’nın kendilerine saldırmasından korkmaktadır (Kongar, 2012: 59). Fakat bölge halkının yaşadığı mağduriyet ya da sahip oldukları olumsuz tutum gibi etkenler, dış politika pratiklerini sadece çıkarları doğrultusunda tanzim ABD’nin bölgeye yönelik ilgisini azaltmaya yetmeyecektir.

SONUÇ

ABD kuruluşundan itibaren önce ulusal bütünlüğünü ve güvenliğini sağlayarak gücünü arttırmaya odaklanmıştır. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken de hem kıta üzerinde hem de kolonyal güçlere karşı zora dayalı yöntemlere başvurmuştur. Gücünün artmasına paralel olarak dış politik tutumu da değişmeye başlamış ve şiddet kullanımı derinleşmiştir. ABD önceleri sadece kıtası üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışırken, 1898 İspanya Savaşı’yla dışarı açılmaya başlamıştır. Dolayısıyla ABD’nin zora dayalı dış politikası aslında bu tarihlerde başlamıştır, zira kolonileştirme faaliyeti köleleştirme, katliam ve asimilasyon gibi tamamı yapısal veya fiziksel şiddet içeren birtakım eylemler silsilesi ile uygulama bulmaktadır. Ancak bu süre zarfında ABD tüm dünyaya kendi çıkarlarını dayatacak güçte değildir ki zaten kuruluşundan itibaren benimsediği izolasyonist politika nedeniyle böyle bir önceliğe de sahip değildir.

ABD’nin bir dünya hegemonu olma yönündeki gücü ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda kendini belli etmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın dünya üzerindeki etkisinin azalmaya başlaması, ABD’nin daha fazla izolasyonist politikasını sürdüremeyeceği izlenimini yaratmıştır. Nihayetinde II. Dünya Savaşı’nın yaşanması bu izlenimleri haklı çıkarmıştır. Bu savaş sonrasında ABD yine geleneksel politikasına dönmek istemişse de bu dönüş Soğuk Savaş nedeniyle mümkün olmamıştır. Bu dönemde ABD izolasyonist karakterinin aksine, tüm dünyayı komünizm tehdidinden koruyacak bir jandarma görevini üstlenmiştir. Bu bağlamda II. Dünya Savaşı sonrasında ABD dış politikasında bir dönüm noktası oluştuğu aşikârdır. Bu dönüşüm çıkarları gereğince sınırlı bölgelerde zora başvurmak yerine şiddetini istediği her bölgeye götürmek yönünde radikal bir duruşu içermektedir. Ancak bu tarihi izleyen dönemlerde buna benzer başka bir büyük kırılma daha yaşanmamıştır. Nitekim Soğuk Savaş bittikten sonra da ABD, Yeni Dünya Düzeni sloganıyla tüm dünyada etkili olmaya devam edeceğini, dolayısıyla hegemonyasını ilan etmişti. Bu ilandan sonraki dış politika çıktılarının şekli ve söylemi değişmekle birlikte temelde motivasyonunda bir değişiklik olmamıştır.

Bu bağlamda bir kırılmaya neden olduğu şeklinde geniş bir kanı oluşturan 11 Eylül saldırıları esasında ABD’nin dış politikasında ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Öncelikle 11 Eylül saldırıları, Soğuk Savaş’tan sonra ABD’nin ortadan kalkan ideolojik düşmanının yerine bir yenisini getirmiştir: Terör (Chomsky, 2003: 21). Bu görünmez düşman üzerinden geliştirdiği söylem ve sloganlarla ABD dünyanın herhangi bir yerinde yapacağı çıkarları için gerekli müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Zira ABD’nin küresel bir meşruiyete sahip olmadan dünyaya hükmetmesi ve kendi iradesini kabul ettirmesi tepki çekecektir (Yılmaz, 2012: 418). Bu nedenle ABD 11 Eylül saldırılarının ardından, bu saldırıların asıl nedenini anlamak için ciddi bir öz eleştiri yapmaktan ziyade, sorunun kaynağını terör ve haydut devletler gibi söylemler ile izah etmeyi tercih etmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül olaylarını hegemonyasını pekiştirmek için kullanmıştır. Bir anlamda 11 Eylül saldırılarının ABD’nin çıkarlarını Ortadoğu’ya tahkim etmesi açısından elini rahatlatan bir söylem haline gelmiştir.

Benzer şekilde, 11 Eylül sonrasında güvenlik algılamalarında merkezi bir kavram olarak ortaya çıkan demokratikleşme kavramı ve özgürleşmeye dair yapılan geleneksel atıflar da ABD’nin reelpolitiği için ideolojik bir araç görevinde olmuştur. Edward Said’in belirttiği gibi “demokrasi ve özgürlük gibi hayati kavramların rehin alındığı akıl almaz bir suçtur işlenen; bu kavramlar talanın, işgalin ve sömürünün maskesi haline gelmiştir” (Said, 2005:299). Bununla birlik, demokrasi ve özgürlük gibi kavramların araçsallaştırılması ABD’nin dış politikası açısından bir yenilik değildir. Demokrasinin teşviki Woodrow Wilson’un başkanlığından itibaren ABD’nin dış politika öncelikleri arasında her zaman yer almıştır. Sadece 11 Eylül sonrasında bu teşvikin yoğunluğu, ABD’nin çıkarları gereği, Ortadoğu coğrafyasında artmıştır.

Bu iddiaların gerçekliği özellikle Irak müdahalesinden sonra anlaşılmıştır. Bu müdahaleyi gerçekleştirirken ABD ne BM’nin gerçekleştirdiği denetleme eylemlerini ne de müdahaleye karşı olan uluslararası toplumun görüşlerini dikkate almayarak, tek taraflı bir tavırla hareket etmiştir. Savaştan sonra ise, ABD’nin tutumundan dolayı bu savaşın daha önceden Muhafazakâr elitlerce planlanmış olduğu ve teröre karşı bir müdahaleden ziyade stratejik bir hamle olduğu yönünde güçlü iddialar gündeme gelmiştir (Yılmaz, 2012: 418; Bozarslan, 2010: 328; Johnson, 2005: 248-252). Nitekim savaş öncesinde alındığı iddia edilen istihbaratların spekülasyon olduğunun ortaya çıkması bu iddiaları güçlendirmiştir.

Üstelik her iki müdahalede de demokrasinin konsolidasyonunun çok uzağında kalınmıştır. Örneğin Irak’ta kurulan geçici karma hükümete karar yapma ve değiştirme yetkisi verilmeyip sadece önceden yayımlanmış kararları onaylama yetkisi verilmiştir. Bu hükümetin getirdiği başlıca düzenlemeler is kamu kurumlarının özelleştirilmesi, yabancı şirketlerin Irak-Amerikan işletmelerinde mülkiyet haklarının tamamına sahip olması, Irak bankalarının dış denetime açılması, yabancı şirketlerin ulusal işlem görmesi, neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması, bu düzenlemelerin ulaşım, medya, üretim, hizmetler, kamu hizmetleri, finans ve inşaat da dahil tüm ekonomiye uygulanmasıdır (Juhasz, 2004: 27-37). Geçici karma hükümetin Iraklı bir üyesi olan Ali Abdul-Amir Allawi, işsizliğe ve politik istikrarsızlığa neden olacak hızlı bir değişiklik olarak “serbest piyasa köktenciliğinin” zorla kabul ettirilmesini protesto etmiş fakat ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu neo-liberal bir devlet aygıtı kurulmasına engel olamamıştır (New York Times, 14 October 2003).

Nihayetinde 11 Eylül Saldırıları bir kırılmayı temsil etmemektedir. Çünkü ABD’nin dış politika önceliklerinde, amaçlarında ve yöntemlerinde bir değişim yaratmamıştır. Temelde yine II. Dünya Savaşı’ndan sonra sinyallerini verdiği ve SSCB’nin dağılmasından sonra Yeni Dünya Düzeni adı altında ilan ettiği hegemonyasını tahkim etme motivasyonu ile hareket etmiştir. Kırılmanın aksine bu olay, “teröre karşı savaş” sloganı gibi meşrulaştırma amacı taşıyan söylemler için bir neden olmuş ve bu açıdan da sadece söylem bir değişim haline gelmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül saldırıları, ABD’nin zora dayalı mevcut politikasını izlemesine zemin hazırlayan meşrulaştırma materyali olma noktasından öteye gidememiştir.


KAYNAKÇA


“9/11 Adress to the Nation”, American Rhetoric, 11 September 2001, http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911addresstothenation.htm (08.08.2017)

“Adress to Joint Session of Cougress Following 9/11 Attacks”, American Rhetoric, 20 September 2001,http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm (08.02.2016)

“Bush Radio Adress Text”, CNN, 15 September 2001, http://edition.cnn.com/2001/US/09/15/bush.radio.transcript/ (08.08.2017)

“George Bush’s Speech To The UN General Assembly”, The Guardian, 12 September 2002, http://www.theguardian.com/world/2002/sep/12/iraq.usa3 (08.08.2017)

“Iraqi Official Urges Caution on Imposing Free Market”, New York Times, 14 October 2003, http://www.nytimes.com/2003/10/14/business/iraqi-official-urges-caution-on-imposing-free-market.html?mcubz=0 ( 20.08.2017)

“Preseden Bush Delivers Graduation Speech at West Point”, The White House, 1 June 2001, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/06/20020601-3.html (10.08.2017)

“President Bush Outlines İraqi Threat”, The White House, 7 October 2002, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/10/20021007-8.html (08.08.2017)

“Selected Speeches of President George W. Bush”, The White House, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/infocus/bushrecord/documents/Selected_Speeches_George_W_Bush.pdf (08.08.2017)

“Text of Bush’s Speech”, The Guardian, 21 September 2001,http://www.theguardian.com/world/2001/sep/21/september11.usa13 (08.08.2017)

“The 9/11 Commission Report”, 27 November 2002, http://www.9-11commission.gov/report/ (08.08.2017)

“The National Security Strategy”, The White House, 17 September 2002), http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/nsc/nss/2002/ (08.08.2017)

“Vice President Speaks At VFW 103rd National Convention”, The White House, 26 August 2002,http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/08/20020826.html (08.08.2017) 154

“Washington’s Farewell Adress”, US Printign Office, 2000,https://www.gpo.gov/fdsys/pkg/GPO-CDOC-106sdoc21/pdf/GPO-CDOC-106sdoc21.pdf (08.08.2017)

Ağır, B. S., (2007) “Bush Doktrini: Küresel Bir Hegemonik İstikrar Arayışı mı?”, Uluslararası İlişkiler, 3 (12).

Ahmed, E. (2001), Hayatımı İslam’ın İmajını Onarmaya Çalışmakla Geçirdim. Hepsi Boşuna Mıydı?, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Akçay, E. ve Akbal, Ö. (2013), ABD Güvenlik Politikasında Söylem ve Pratik, Yönetim Bilimleri Dergisi, 11 (22).

Allison, R. J. (2012), Amerikan Devrimi, Kocabaşoğlu, U. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Arı, T. (2009), Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Arı, T. (2012), Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa: Mkm Yayınları.

Arı, T. ve Pirinçci, E. (2010), 11 Eylül’ün Gölgesinde Orta Asya’ya Yönelik Amerikan Politikası, Arı, T. (der.), Orta Asya ve Kafkasya, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Ataman, M. ve Gökcen, E. (2012), Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı-Yayılmacılık Çağı, Akademik İncelemeler Dergisi, 7 (2).

Aydın, M. (2003), Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD’nin Yeni Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, (4).

Bacık, G. (2007), Modern Uluslararası Sistem, İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Benjamin, D. andKirby, A. (2006), TheEvolvingThreat Of Terrosism, Smith, J. andSanderson, T. (ed.), FiveYearsAfter 9/11 An Assessment Of America’sWar On Terror, Washington D.C.:TheCsisPress.

Bozarslan, H. (2010), Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, Berktay, A. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Brzezinski, Z. (2005), Büyük Straç Tahtası, Türedi, Y. (çev), İstanbul: İnkılap Yayınları.

Byers, M. ve Nolte, G. (2007), ABD Hegemonyası ve Uluslararası Hukukun Temelleri, Denk, E. (çev. ed.), Ankara: Phoenix Yayınevi.

Chomsky, N. (2002), 11 Eylül ve Sonrası Dünya Nereye Gidiyor?, Doğan, T. vd. (çev), İstanbul: Aram Yayıncılık.

Chomsky, N. (2003), Amerikan Müdahaleciliği, Doğan, T. ve Zeren, B. (çev.), İstanbul: aram Yayıncılık.

Chossudovsky, M. (2005), America’s War On Terrorism, Canada: Global Press.

Cumhuriyet Gazetesi, 12 Eylül 2001.

Cural, A. (2011), Bush Doktrini ve Askeri Gücün Önalıcı ve Önleyici Savaş Kapsamında Kullanılması, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çakmak, C.,v.d. (2011), Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası Teori ve Pratik, İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık.

Çakmak, H. (2013), ABD’nin Askeri Müdahaleleri, İstanbul: Kaynak Yayınları.

Çelik, H. (2014), Oratadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çiftçi, K. (2009), Soğuk Savaş Sonrasında AB: “Rıza”ya Dayalı “Hegemonya”dan “İmparatorluk” Düzenine, ZKÜ Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 5 (10).

Davutoğlu, A. (2002), Felsefi ve Stratejik Boyutlarıyla 11 Eylül Sonrası Dönem, Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Dedeoğlu, B. (2008), Değişen Dünyada Yeni Dengeler, İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık.

Dorel, G. (2007), Amerikan İmparatorluğu Atlası, Altuğ, A. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

Erhan, Ç. (1996), Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Palnı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Ertan, F. (2003), Amerika’nın Dönüşümü, İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

Fisk, R. (2011), Büyük Medeniyet Savaşı Ortadoğu’nun Fethi, Uyurkulak, M., İstanbul: İthaki Kitap.

Fukuyama, F. (2011), Tarihin Sonu ve Son İnsan, Dicleli, A. (çev), İstanbul: Profil Yayıncılık.

Galeano, E. (2001), İyi’nin ve Kötü’nün Tiyatrosu, Sever, M. ve Kılıç, E. (çev), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

George W. Bush, “AddressBefore United Nations General Assembly”, Departmentof State, 8 October1990,http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/briefing/dispatch/1990/html/Dispatchv1no06.html (08.02.2016)

Gerger, H. (2005), Kan Tadı: Belgelerle ABD’nin Kara Tarihi, İstanbul: Yordam Yayınları.

GoldschmidtJr., A. and Davidson, L. (2010), A Concise History Of The Middle East, Boulder: Westview Press.

Gönlübol, M. (2000), Uluslararası Politika, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Gülmez, N ve Tahanvı, B. (2014), Soğuk Savaş Dönemi Çekişmemelrinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 14 (28).

Hook, S.W. ve Spanier, J. (2014), Amerikan Dış Politikası, Zihnioğlu Tanırlı, Ö., (çev.) İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Huntington, S. P. (1993), TheClash of Civilization, Foreign Affairs, 72 (3).

Irmak, F. ve Kahya, Y. (2014), Amerika Birleşik Devletleri’nde Terörizm ve Terör Korkusu: 11 Eylül Terör Saldırılarının Öncesine ve Sonrasına İlişkin Bir Analiz, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7 (33).

Johnson, C. (2005), Amerikan Emperyalizminin Sonbaharı, Kösebalaban, H. (çev), İstanbul: Küre Yayınları.

Juhasz, A. (2004), “Ambitions of Empire: The Bush Administration Economic Plan For Iraq (And Beyond)”, Left Turn Magazine, January 20.

Kalyon, L. (2010), Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 6 (11).

Kandemir, E. (2011), ABD Başkanları G.W. Bush ve B. Obama Dönemlerinde Yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejilerinde İttifak Söylemleri ve S.Walt’un İttifak Teorisi, Savunma Bilimleri Dergisi, 10 (2).

Kantarcı, Ş. (2012), Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistem: Yeni Sürecin Adı “Koalisyonlar Dönemimi Mi?”, Güvenlik Startejileri, 8 (16).

Karaosmanoğlu, A. L. (1996), Nükleer Stratejinin İlk On Yılı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Kenneth Weisbrode, “Üç Soğuk Savaşçı”, NATO Dergisi, 2006, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/special.html (08.08.2017)

Kibaroğlu, M. (2004), NATO’nun Kuruluş Misyonu ve Türkiye’nin Rolü, 2023 Dergisi, Nisan.

Kissinger, H. (2006), Diplomasi, Kurt, İ. H. (çev), İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Kongar, E. (2012), ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kurt, S. (2014), Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Ortadoğu Politikası, Tarih Okulu Dergisi, 7 (8).

Kurtbağ, Ö. (2007), Eleştirel Uluslararası İlişkiler Yaklaşımları Çerçevesinde Amerikan Dış Politikası’nın Analizi, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Lacoste, Y. (2008), Büyük Oyunu Anlamak, Akça, İ. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

LahurKırtunç, A. (2005), Kim Bu Amerikalı, Bu Yeni Adam?,Doğu Batı, 8 (32).

Lewis, B. (1990), TheRoots of MuslimRange, TheAtlanticMonthly, 266 (3).

Nevins, A. ve Commager, H. S. (2011), ABD Tarihi, İnalcık, H. (çev), Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Okur, M. A. (2012), Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk, Ankara: Ötüken Neşriyat.

Owen, R. (2006), Power and Politics In The Making Of The Modern Middle East, New York: Routledge.

Özerkemen, N. (2004), Terör, Terörizm ve Radikal İslamcı Terör, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte Dergisi, 44 (2).

Parla, T. (2002), 11 Eylül Yeni Birşey Mi? , Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Polat, İ. (2006), 11 Eylül Terör Saldırıları ve Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan Müdahalesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.

Primakov, Y. (2010), Rusyasız Dünya, Esenkanova, A. (çev), İstanbul: Timaş Yayınları, 2010.

Robbins, J. (2011), The Cost Of Overreaction, Michael, B. and Godges, J. P. (ed.), The Long Shadow 9/11: America’s Response To Terrorism, Santa Monica: RAND Corporation.

Said, E. (2001), İslam ve Batı Yetersiz Bayraklardır, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Said, E. (2005), Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası, Uyurkulak, M. (çev.), İstanbul: Agora Kitaplığı.

Sander, O. (2008), Siyasi Tarih 1918-1994, Akara: İmge Kitabevi.

Sander, O. (2009), Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, Akara: İmge Kitabevi.

Selamoğlu, A. (2007), ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası ve Küresel Yansımaları, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Sontag, S. (2001), Katiller Korkak Değildi (Amerika Şokta: Yorumların Sahte Tek Sesliği), Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Stein, K. W. (2002), The Bush Doctrin: SelectiveEngagement in theMiddle East, Middle East Review of International Affairs, 6 (2).

Sümer, G. (2008), Amerikan Dış Politikası’nın Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, 5 (19).

Şahin, M. (2008), ABD’nin “Müslüman” Savaşçıları, Akademik Ortadoğu, 3 (1).

Taşkın, T. (2010), 11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu ve ABD-Türkiye İlişkileri, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne.

Tellis, A. J. (2004), AssessingAmerica’sWar On Terror: ConfrontingInsurgency, CementingPrimacy, NBR Analysis, 15 (4).

Toman, M. ve Akman, H. (2014), Tarihi Süreç İçerisinde Amerikan İmparatorluğu, Tarih Okulu Dergisi, 7 (20).

Ülker Erkan, A. (2010), Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Arasındaki Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Dış Politikası, Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (1).

Yıldızoğlu, E. (2003), Hegemonya’dan İmparatorluğa, İstanbul: Everest Yayınları.

Yılmaz, A. (2012), Küresel Dünyada Uluslararası İlişkiler, Ankara: Kadim Yayınları.

Yılmaz, S. (2012), ABD, Monroe Doktrini’ne Dönebilir Mi?,Teori Dergisi, Aralık.

ALINTI

https://www.researchgate.net/publication/320256257


***

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 3

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 3


11 Eylül Örtüsünde, ABD Zora Dayalı Ortadoğu Politikası, Afganistan,Irak,Suriye,Örnek,Enerji,Petrol,Doğalgaz,Şeyda GÜDEK,ABD, 11 Eylül Saldırıları, Terör, Dış Politika,Bush Doktrini,


II. 11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD’NİN ZORA DAYALI DIŞ POLİTİKASINI GEREKÇELENDİREN SÖYLEMLER VE ÇIKTILARI.

11 Eylül terör saldırılarının ABD’nin dış politikasında önemli değişikliklere neden olduğu sıklıkla dile getirilmiştir. Her şeyden önce ABD’nin güvenlik algısı değişmiş, başlıca tehdit unsuru ya da düşman olarak, uluslararası terör görülmeye başlanmıştır (Irmak ve Kahya, 2014: 322). Bununla birlikte, terör saldırılarının El Kaide ile bağlantılı Müslüman simgeler taşıyan Ortadoğu kökenli kişiler tarafından yapılması nedeniyle radikal İslam da tehdit kaynağı olarak görülmüştür (Şahin, 2008: 48; Özerkmen, 2004: 257). Bu nedenle ABD bundan sonraki süreçte dış politikalarını (ya da dış politikasını meşrulaştırmak adına kullandığı söylemleri) bu unsurları merkeze alarak üretmiştir.

ABD, uluslararası alanda hiç bir tartışmaya izin vermeyecek kadar açık olan bu olay sonrasında, saldırıya uğrayan ülke durumu gereğince, bir meşru müdafaa hakkı ve bazı ayrıcalıklar kazanmıştır (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD saldırıların doğrudan kendisini hedef aldığını belirtmekle birlikte, bu saldırının uygarlık ve özgürlük merkezine yapılması bakımından da aslında, tüm uygar ve özgür toplumlara yapıldığı şeklinde bir genellemeye gitmiştir (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD’nin bu tutumu saldırılar sonrasında George Bush’un ifadelerinden açıkça anlaşılabilmektedir. Zira saldırıların hemen sonrasında yaptığı konuşmada, Bush aslında bu saldırıların ABD’ye açılmış bir savaş olduğunu ifade etmiştir (American Rhetoric, 11 September 2001). 15 Eylül’de yaptığı konuşmada ise Bush, teröristlere karşı çok daha güçlü ve etkili bir zafer için halktan sabırlı, güçlü ve azimli olmasını istemiştir (CNN, 15 September 2001). Bu konuşmada, teröristlerin ABD’ye saldırarak kendi yıkımlarına neden olacağını belirtmiş ve ayrıca terörist ülkelere kucak açan ve onları destekleyen ülkelere karşı da bir dizi kararlı eylemlerin icra edileceğini ifade etmiştir (CNN, 15 September 2001). Yine başka bir konuşmasında, Bush bu saldırıların özgürlüğün en parlak işaret ışığı olan Amerikan halkını korkutmak için yapıldığını, ancak başarılı olamadığını belirtmiştir (The Guardian, 21September 2001). Ayrıca bu saldırıların içlerini öfkeyle doldurduğuna da dikkat çekmiştir (The Guardian, 21September 2001). 148

  Bu doğrultuda ABD, sınırlarının muğlaklığı nedeniyleözellikle Ortadoğu bölgesinin geleceğini ipotek altına alacak olan, küresel ölçekte “teröre karşı savaş” ilan etmiştir (American Rhetoric, 20 September 2001). Bu savaşın nasıl yürütüleceğine dair çerçeve, 27 Eylül 2001 tarihli Kongre konuşmasında Bush tarafından çizilmiştir. Aynı zamanda bu konuşma daha sonra Bush Doktrini olarak anılacak stratejinin temel hatlarına dair ipuçları vermiştir. Bu konuşmada Bush teröre karşı izlenecek savaşın yol haritasını şöyle ifade etmiştir:

    “Emrimizdeki tüm kaynakları, her türlü istihbarat aracını, her türlü hukuki yaptırımı, her türlü mali etkiyi ve gerekli her türlü silahı, küresel terör şebekesini yok etmek ve ele geçirmek için kullanacağız. Teröristlerin mali kaynaklarını kurutacağız, onları birbirlerine düşüreceğiz, sığınacak ve dinlenecek bir yer kalmayıncaya kadar onları bir yerden başka bir yere takip edeceğiz. Terörizme yardım eden ve onu barındıran devletleri takip edeceğiz. Dünya üzerindeki tüm devletler şimdi bir karar vermek zorunda: Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle. Bugünden itibaren, terörizme yataklık eden veya destek sağlamaya devam eden her devlet Birleşik Devletler tarafından düşman bir rejim olarak görülecektir. Milletimiz uyarılmalı. Saldırılardan muaf değiliz. Fakat Amerikalıları korumak için terörizme karşı savunma önlemleri alacağız”(Stein, 2002: 59).

Bundan sonra da Bush sürekli olarak terör ve terör kaynakları ile ilgili konuşmalar yaparak, özellikle savunma ve güvenlik konusunda yapacağı değişimleri meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bu yaklaşım hem iç hem de dış politikada etkili olmuştur. Nitekim bu konuşmadan önceki gün terörle mücadelede artan izleme ve baskı yetkisi veren “Patriot Act” yasası yürürlüğe girmiştir. Bu konuşmalarla diğer taraftan da, hem ABD halkını hem dünyayı binlerce sivilin hayatını kaybedeceği Afganistan operasyonuna hazırlamaktadır. ABD artık, “teröre karşı savaş” sloganı ile kendi çıkarlarıyla çatışan odaklara yönelmeye, operasyonların çapını genişletmeye ve maruz kaldığı trajediyi stratejik ve ekonomik kazanımlara çevirmeye başlamıştır (Cural, 2011: 143).

Bu söylemlerden sonra uygulamadaki ilk somut adım, 7 Ekim 2001’de aceleyle başlayan Sürekli Özgürlük Harekâtı olmuştur. ABD El Kaide’nin Afganistan’da konuşlandığını düşündüğünden, ilk hedef doğal olarak burası olmuştur (Benjamin and Kirby, 2006: 1) . ABD Taliban lideri Molla Ömer’in, El Kaideli Usame bin Ladin ve diğer üyeleri teslim etmesini istemiş ve bunun gerçekleşmemesi üzerine, Taliban hükümetini El Kaide’yi desteklemekle suçlamıştır (The 9/11 Commission Report, 27 November 2002: 66-67). Fakat esasında ABD’nin bu konuda net bir kanıtı bulunmamaktadır ve hatta bugün bile bu konuya ilişkin bir konsensüs sağlanmış değildir (Chomsky, 2002: 96).

Bununla birlikte, hem NATO hem de BM bu harekâtın yanında ABD’yi desteklemiştir. 

Öyle ki, ABD öncülüğündeki operasyona NATO üyesi 40 ülke iştirak etmiştir.

7 Ekim günü hava saldırılarının başlamasından sonra, ABD ve İngiltere 51. madde gereğince bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkını kullandıklarını belirttikleri bir mektupla BM’ye başvurmalarına rağmen, BM’nin bu harekâtı desteklemesi ilginçtir (Çamak, 2013:530). Ayrıca operasyondan önce ABD, Rusya’nın da aralarında bulunduğu pek çok ülke ile temasa geçerek onaylarını almıştır. Dolayısıyla uluslararası kamuoyunda harekâtın meşruiyeti büyük oranda sağlanmış gibi görünmektedir. Meşruiyetin sağlanması önemlidir, zira geleneksel yöntemlerle sürdürülemeyecek olan bu savaşın başarısı diğer devletlerle geliştirilen istihbarat paylaşımı ve diplomatik ilişkilere de bağlıdır (Hook ve Sapanier, 2014: 281-282).

7 Ekim’de başlayan operasyonun öncelikli hedefi El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek ve terör örgütünü etkisiz hale getirmektir. 

Dolayısıyla ABD daha önce Sovyetler’in işgalinde CIA aracılığıyla eğitip desteklediği ve komünizme karşı “özgürlük savaşçıları” olarak gördüğü El Kaide üyelerini, şimdi terörist olarak aramaktadır (Galeano, 2001:174). Ayrıca ABD bu operasyon ile demokrasiyi tesis edeceğini de belirtmiştir. 

Ancak resmi olarak 31 Aralık 2014’te nihayet biten savaş uygulamada söylendiği gibi olmamıştır. İşgalci güçler “meşru müdafaa” haklarını, vakum bombası ve halı bombardımanı gibi orantılılık ilkesine dayanmayan hukuk dışı yöntemler ile aramışlardır (Polat, 2006: 105). Çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği bu operasyonda aynı zamanda işkence ve tecavüz gibi çok sayıda başka insan hakları ihlalleri de yapılmıştır (Ertan, 2003: 367).Üstelik bütün bunlara rağmen 

El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek uzun bir süre sonra, 2011 yılında mümkün olabilmiştir.

Bu operasyonun seyrindeki ve sonuçlarındaki tüm olumsuzluklara rağmen, Bush’un benzer yöndeki ifadeleri gittikçe sertleşerek devam etmiştir. 

Bu anlamda Bush’un 1 Haziran 2002’de West Point (Kara Harp Okulu) mezuniyet töreninde yaptığı konuşma önemli olmaktadır. Bu konuşmada kısa süre sonra açıklanacak olan Ulusal Güvenlik Stratejisinin ipuçlarını vermiştir. Konuşması boyunca sık sık 11 Eylül olaylarına ve terörizmin tehlikesine değinen 

Bush, Soğuk Savaş döneminde uygulanan çevreleme ve caydırıcılık gibi stratejilerin hala bazı durumlarda uygulanabilir olduğunu, fakat yeni tehditlere (yani teröre karşı) yetersiz kaldığını ifade etmiştir. Bush’a göre muhtemel düşmanların kullanacakları silahların yaratacağı yıkımın büyük olması nedeniyle somut bir saldırı beklemek yerine, savaşları o devletlere götürmek gerekmektedir. Dolayısıyla hâlihazırda bir saldırı yokken potansiyel tehditlere karşı önleyici olarak reaksiyon geliştirilmelidir. Bunu yaparken de gerekirse tek taraflı olabileceğinin sinyallerini vermiştir. (The White House, 1 June 2002)

Nihayetinde Bush’un bu politik söylemlerini somutlaştıran ve Bush Doktrini’ni teşkil eden belge ABD’nin 2002 Güvenlik Strateji Belgesi olarak vücut bulmuştur. 

Söz konusu belge dokuz ana başlık ve bir giriş belgesinden oluşmaktadır. Belge’nin içeriği ve ana hatları Bush’un imzasını taşıyan giriş bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde Bush daha çok ABD’nin üstünlüğüne, üstü kapalı bir biçimde “öteki” olarak tanımlanmış İslam ülkelerinin özgürleştirilmesine, diğer devletlerle işbirliği ve ittifakların geliştirilmesine dikkat çekmiştir (The White House, 17 September 2002).

Bush Doktrini temelde Amerika’nın üstünlüğünün yararları ve ülkenin algılanan tehditlere karşı ön alıcı savaş açma hakkı olmak üzere iki ayak üzerine 

kurulmuştur. İlk olarak Amerika’nın üstünlüğünden, Soğuk Savaş’tan zaferle çıkan ABD modeli kastedilmektedir. Buna göre ABD özgürlük, demokrasi ve serbest girişimle temellenen modelini dolayısıyla da hegemon konumunu sürdüreceğini ifade etmektedir (Hook ve Spanier, 2014: 288). ABD bu amacı insan özgürlüğünü koruyan bir güç dengesi ile biçimlendirerek, evrensel çıkarlara hizmet etmek için gerçekleştireceğini belirtmiştir (Hook ve Spanier, 2014: 288). Doktrinin ikinci ayağı olan önleyici savaş, yakın zamanda ABD’ye zarar vermeye potansiyel ya da kararlı düşmanlara karşı önceden vurma çağrısını içermektedir (Aydın, 2003: 5). Burada da büyük oranda tek taraflılık dikkat çekmektedir (Kandemir, 2011: 137).

Bush yönetimi uluslararası sistemdeki diğer aktörlerin varlıklarını ve tercihlerini dikkate alan bir hegemonyada ziyade ABD’nin kendi çıkarları etrafında şekillenen ve tek taraflılığı ön plana çıkaran küresel tek merkezli hegemonik istikrar arayışında olmuştur (Ağır, 2007: 72). Bu arayışın temel amacı ise, ABD hegemonyasına rakip olabilecek potansiyel aktörleri mutlak bir denetim altına almak ve uluslararası sistemi ve gündemi kendi önceliklerine ve tercihlerine göre şekillendirmektir. Dolayısıyla ABD’nin önceliği ya da temel problematiği terörizm ve onun neden olduğu sorunlar olmamış, terörle mücadeleyi amacına ulaşmak için araçsallaştırmıştır.

Bush Doktrini’ne göre, ABD’nin başlıca amacı karşı karşıya olduğu en ciddi güvenlik tehdidi olan terörle mücadele ederek hem kendinin hem de müttefiklerinin güvenliğini sağlamaktır (Kandemir, 2011: 134). Bu nedenle teröre karşı savaş ilan etmiş ve aynı zamanda terörü destekleyen ülkeleri de bu kategori içine almıştır. Ayrıca ABD diktatör yönetimlerle de mücadele ederek, dünyanın her yerinde özgür ve açık toplumları yaygınlaştıracaktır, çünkü terörün başlıca kaynağı olarak buradaki otoriter rejimler görülmektedir (Dedeoğlu, 2008: 86-87). ABD’nin Ulusal Güvenlik Belgesi’nin ilk cümlesi, özgürlük ve totalitarizm arasındaki 20. yüzyılın büyük mücadelesinin, özgürlük güçlerinin kesin zaferi ile sona erdiğini ve ulusal barış için tek bir modelin kaldığını ve bu modelin de özgürlük, demokrasi ve serbest girişim kavramları etrafında oluştuğunu belirtmektedir (The White House, 17 September 2002). Dolayısıyla Bush Doktrini “tarihin sonu”nun geldiğini belirterek Batı tarzı demokrasilerin yer kürenin geneline yayılmasını bir görev olarak telakki etmektedir. Devletlerin demokratikleşirken ABD değerlerini paylaşacakları ve bunun neticesinde de dış politika ve güvenlik konularında ABD ile işbirliği yapmaya yaklaşacakları düşünülmektedir. Demokratik barış teorisi olarak adlandırılan bu paradigmaya göre iç politik faktöler barışın tesisindeki temel belirleyicilerdir ve bu nedenle uluslararası alanda liberal demokrasiler yaygınlaştırılmalıdır.

Fakat demokratik barış teorisinin uygulama bulacağı yer olarak daha çok Ortadoğu’nun öne çıktığı görülmektedir. 

Aslında Ortadoğu devletlerinin demokratikleştirilmesi söylemi ABD dış politikası için yeni bir kavram değildir, yeni olan bu amaca ulaşmak için kendisine iç işlerine müdahale etme serbestisi tanımış olmasıdır (Primakov, 2010: 37-38). 

Bush’a göre Ortadoğu bölgesinde demokratik rejimlerin olmayışı birtakım sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Mevcut rejimler halkların özgürlük taleplerini ve küreselleşmenin gereklerini yerine getirememektedir. Bu kötü ekonomik, siyasal ve sosyal koşullar da aşırılığa ve ABD düşmanlığına neden olmaktadır. Bu nedenle Bush yönetimi saldırgan bir tarzda uygulanacak olan demokratik barış teorisinin terörizme koruma ve destek sağlayan devletlerin oluşmasını önleyeceğini düşünmüştür. Zira demokratik rejimlerin kurulması istikrarlı bir düzenin oluşmasına yardımcı olacaktır.

Bush ayrıca terörle mücadele ederken, diğer büyük güçlerle (Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti) ilişkiler kurmayı, ittifakları güçlendirmeyi ve bölgesel çatışmalara son vermek için diğer ülkelerle (Hindistan, Pakistan ve Japonya gibi bölgesel çatışmaların uzlaştırılmasında önemli devletler) işbirliği yapmayı da amaçlamıştır (Dedeoğlu, 2008: 85; Cural, 2011: 146). Bu sayede, terörün başka bölgelerde de ortaya çıkması önlenerek daha etkili bir savunma sağlanacaktır (Tellis, 2004: 16). Bununla birlikte, ABD düşmanlarının kendisini kitle imha silahlarıyla tehdit etmesini engellemek için radikal grupların bölgeyi kullanmasının önüne geçmek istemektedir (Arı ve Pirinçci, 2010: 300). Bu nedenle bu silahların yayılmasının önüne geçilmelidir. ABD bu amaçlarına ulaşmak için askeri güç kullanabileceğinin de sinyallerini vermiştir.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde dikkat çeken bir diğer husus, Bush’un “ya bizimlesiniz ya da bizim karşımızda” diyerek dünyayı bir ayrıma tabi tutmasıdır (Chomsky, 2002: 18). Bu durumda dünya, ya ABD’ye katılması ya da kesin bir ölüm ve yıkım olasılığıyla yüzleşmek arasında tercih yapmak zorunda olacakları, katı bir seçime itilmiştir (Chomsky, 2002: 18). Bu baskı devam ederken Bush “haydut devlet” olarak nitelendirdikleri bazı devletleri bu seçimde bir taraf olarak ilan etmiştir bile (Çelik, 2014: 34). Bush, kitle imha silahlarına sahip oldukları ve teröre destek verdikleri gerekçesiyle Irak, Kuzey Kore ve İran’ı “şer ekseni” olarak anmıştır (Robbins, 2011: 15). Dolayısıyla önleyici savaş eylemi daha çok bu devletler ile terörist grupları hedefine oturtmaktadır (Chossudovsky, 2005: 267-268).

Diğer taraftan bu belgenin yayınlanmasıyla birlik, Afganistan işgalinden sonra gündeme gelmeye başlayan Irak’ın kitle imha silahları programına dair iddialar sıklaşmaya başlamıştır. Aslında 2002 Ağustos’undan itibaren art arda gelen beyanlarla hem kamuoyu hazırlanmaya çalışılmış, hem de BM’den işgali meşrulaştıracak bir karar çıkartması için çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır (Okur, 2012: 249).

Başkan Yardımcısı Cheney 26 Ağustos 2002’de yaptığı bir konuşmasında Irak yönetiminin kimyasal ve biyolojik silahlar alanındaki çalışmalarını geliştirmekte olduğunu belirtmiştir. Saddam Hüsseyin’in nükleer silah elde etmeyi hedefleyen girişimlerinden haberdar olduklarını söylemiştir. Ayrıca ona göre bu silahların elde edilmesi için sadece biraz daha zamana ihtiyaç vardır (The White House, 26 August 2002).

Bush, 12 Eylül 2002’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Irak’ın terörizme ve terörist gruplara destek olduğunu ve bunun tüm dünyayı tehdit ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte, Bush kitle imha silahları konusuna değinmiş ve Irak’ın bu konuda çalışmalar yapmak için gerekli malzemeleri elde etmeye çalıştığını söylemiştir. Ayrıca bu girişimlerinin kayıtları ve nükleer materyallerinin dökümü gibi konuyla ilgili önemli belgelerin ellerinde olduğunu da eklemiştir (The Guardian, 12 September 2002).

Yönetimin bu yöndeki konuşmaları Irak müdahalesi başlayana kadar devam etmiştir 

(The White House, 7 October 2002; The White House, Selected Speeches...). 

    Bu arada BM nezdinde yürütülen çabalar sonucunda 8 Kasım 2002’de alınan 1441 Sayılı kararla Irak’ta kitle imha silahlarının denetimi ve imha edilmesi ön görülmüştür (Arı, 2012: 468). Bu karara bağlı olarak 7 Aralık’ta Irak, 27 Ocak’ta ise Uluslararası Atom Enerjisi Başkanı ve BM Özel Komisyonu silah denetçileri BM’ye konuyla ilgili bir rapor sunmuşsa da bu ABD’yi tatmin etmeye yetmemiştir. 

Üstelik özellikle BM tarafından hazırlanan raporda, Irak’ta kitle imha silahlarının varlığına işaret eden herhangi bir bulguya rastlanmadığını ve dolayısıyla ABD’nin olası bir müdahalesini haklı çıkaracak bir kanıtın bulunmadığı belirtilmiştir. Bu rapordan dolayı Güvenlik Konseyi üyeleri de ABD’nin müdahalesine karşı bir tutum benimsemişlerdir (Arı, 2012: 468). Diğer taraftan Irak’ta Yaptırımlara Karşı Kampanya adlı sivil toplum örgütünün web sitesinde yayınlanan ve BBC tarafından doğrulanan BM raporuna göre olası bir müdahalenin bilançosu çok ağır olacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). 

Bu Rapora göre, Dünya Sağlık Örgütü’nün hesaplamalarına dayanarak, savaş Irak’ta 100 bini ölü ya da ağır yaralı en az 400 bin zayiat yaratacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). Üstelik Afganistan örneğinden anlaşıldığı üzere, böyle bir savaştan sonra Irak’ta demokratik bir yönetimin kurulmasına imkân yoktur (Yıldızoğlu, 2003: 204). Fakat tüm muhalefete rağmen ABD Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu adı altındaki müdahalesine 20 Mart 2003’te başlayarak tek taraflı hareket etmiştir (Chomsky, 2003: 13).

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 2

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 2



I. ABD DIŞ POLİTİKA GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE ÇERÇEVESİ

I. I. Kuruluşundan II. Dünya Savaşı’na Kadar ABD Dış Politika Yaklaşımı

4 Temmuz 1776 tarihinde İngiltere’ye karşı yayınladığı Bağımsızlık Bildirgesi’yle bağımsızlığını kazanan ABD, devletleşen tüm diğer koloniler gibi oldukça zayıf bir şekilde uluslararası sahneye çıkmıştır (Allison, 2012). 

Fakat bununla birlikte, ABD’yi diğer tüm devletlerden ayıran şahsına münhasır özellikleri de vardır. Öncelikle ABD’nin siyasal bir felsefeyle kurulmuş olması, onu herhangi bir değer içermeyen dış politikadan farklı kılmıştır (Sümer, 2008: 122). Bununla birlikte din ABD’nin siyasal kültüründe çok önemli bir faktördür, zira ABD halkı kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş özel bir halk olduğun inanmaktadır (Sümer, 2008: 122-123). ABD’nin eşsiz olduğu inancı dış politikasına da yansımıştır. Nitekim bu yaklaşım, ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın 1796 tarihli veda konuşmasında öne çıkmaktadır. Bu konuşmada, Washinton diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirilmesi gerektiğini, fakat diğer taraftan, siyasi ilişkilerin asgari seviyede tutulması gerektiğinin altını çizmiştir (US Printing Office, 2000). Ona göre Avrupalı ülkelerin siyaseti ABD’ye yabancıdır ve bu nedenle Avrupalı devletlerle kalıcı ittifaklara girilmemelidir (US Printing Office, 2000). ABD bu nedenlerle ve kıtasal avantajı sayesinde uzunca bir süre izolasyonist kabuğuna çekilerek, önceliğini ulusal bütünleşmesine vermiştir. Ayrıca ABD’nin tüm dünyaya özgürlüğü yayması için Tanrı tarafından seçildiği inancı, ABD’nin kıta üzerindeki yayılmacılığını doğal görmektedir (Lahur Kırtunç, 2005:101).

Bu minvalde ABD, kuruluşundan itibaren uzunca bir süre bağımsızlığını tam olarak sağlayabilmek için kıta üzerindeki Avrupalı kolonyal güçlerin varlığına son vermek istemiştir. ABD, savaş veya toprak satın alma yoluyla kıta üzerindeki İngiltere, Fransa ve İspanya gibi dönemin kolonici güçleriyle karşı karşıya gelmiştir (Gerger, 2012: 28-30). Bununla birlikte ABD mücadeleyi sadece yabancı güçlere karşı değil, aynı zamanda egemenliğini tahkim etmek adına kıtanın yerlileri olan Kızılderililere karşı da vermiştir (Gerger, 2012: 31-32). Her ne kadar kıtasal sınırlar içerisinde gerçeklemiş de olsa ABD’nin dış politikasındaki güç kullanımı ilk sinyallerini burada vermeye başlamıştır. Bu güç kullanımı hem kıtanın yerli ve yerleşimcilerine hem de kolonyal güçlere karşı gerçekleştirilmiştir.

1800’lü yıllarda ABD, ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığı sağlama saikiyle hareket ederken, kıtasal anlamda savunmacı bir dış politika benimsemiştir. 1823 tarihinde Kongrede Başkan James Monreo tarafından deklare edilen Monroe Donktrini bu yaklaşımın kurumsal temelini oluşturmuştur. Bu doktrin ile bir anlamda, ABD kıta üzerinde hâkimiyetini ilan etmiştir. Nitekim doktrine göre, ABD Amerika kıtası üzerine yönelik Avrupalı güçlerin kolonyal girişimlerinin karşısında durmaktadır (Yılmaz, 2012: 1). Doktrinde ABD, Avrupa siyasetine karışmayacağını ifade ederek, buna karşılık Avrupalı devletlerin de Amerika siyasetine müdahil olmamalarını istemiş aksi takdirde, askeri müdahaleyi hak olarak görmüştür (Yılmaz, 2012: 1).

Monreo Doktrini, esasında ABD’ye izolasyonizmi ve emperyalizmi (dolayısıyla şiddeti) benimseyen bir dış politika yaklaşımı edindirmiştir. Zira bu doktrinin amacı, Amerika kıtasında, ABD için güvenlik koridoru oluşturan ve ticaretin gelişmesine imkân veren bir çeşit “kapalı deniz” oluşturmaktır. Zaten bu amacına 1867’de Rusya’dan Alaska’yı alarak ulaşan ABD, bundan sonra önemli oranda ekonomik gelişme kaydederek, 1896 yılına geldiğinde dünyanın en büyük ekonomik gücü olmuş ve ticaret dengesi fazla vermeye başlamıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 205). Ekonomideki bu gelişme ve kıtasal hakimiyetin sağladığı motivasyon ile, ABD bir kez daha yeni pazarların arayışına girmiştir. Ancak bu sefer kıtasının dışına adım atacaktır.

Bu bağlamda, 1898’de İspanya ile yaşanan savaş ABD için bir milat noktasına işaret etmektedir. Çünkü bu savaş koloniciliğe karşı kurulan ABD’nin, paradoksal bir biçimde, ilk kolonyal girişimi olmuştur (Gerger, 2012: 95). Dört ay süren savaş sonrasında ABD, açık askeri üstünlüğü sayesinde, Küba, Porto Riko, Guam ve Filipinleri ele geçirmiştir (Gerger, 2012: 98-100). Bu savaştan sonra ABD bu eğilimde devam ederek, yüzünü Pasifik’e dönmüştür. Buradaki genişlemeden sonra, Çin’e yönelik olarak uygulanan Açık Kapı politikası ile izolasyonist yaklaşımdan uzaklaşılmaya devam edilmiştir. ABD’nin, Çin’de diğer büyük güçlerle eşit imkânlarda ticaret yapabilme hakkına sahip olması anlamına gelen bu politika, ABD’nin Çin’in ekonomik kaynaklarını mümkün olan en az maliyetle elde etmesini sağlamıştır (Akçay ve Akbal, 2013: 11). Bu sürecin devamında 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı ise izolasyonist gelenekten tam anlamıyla bir sapmaya neden olmuştur. Fakat belirtmek gerekir ki, Çin ve İspanya örneklerinde olduğu gibi, ABD izolasyonizmi, çıkarları gerektiğinde sınırlı biçimde müdahale etmeye, tehdit etmeye ve askeri güç kullanımına izin verecek ölçüde esnek tutulmuştur.

1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında, aslında ABD tercihini izolasyonist çizgiden tamamen ayrılmamak yönünde yapmıştır. Ancak Almanya’nın Fransa ve İngiltere’ye karşı açtığı denizaltı savaşının ABD’nin uluslararası ticaretini tehdit etmesi, Meksika’yı ABD aleyhinde savaşa girmeye teşvik etmesi ve bunun Amerikan basınında yer alması, Alman denizaltılarının Amerikan gemilerine saldırması ABD’nin bu duruşunu değiştirmiştir (Sander, 2009: 385-386). Bunun sonucunda da Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etmiştir. ABD savaştan güçlü bir konumda çıktıktan sonra, BaşkanWoodrow Wilson, savaş sonrası düzene ilişik bağlaşıklarından farklı görüşlerini 14 ilke altında toplayarak ortaya koymuştur. Bu ilkeler savaş sonrasında toplanan barış konferansını etkilemiş ve iki savaş arası dönemde Avrupa’nın kolonici devletlerini zor durumda bırakan birtakım sonuçlar doğurmuştur. Fakat bu gelişmelere rağmen ABD’nin MonreoDoktrini’ne dönmesi uzun zaman almamıştır (Nevins ve Commager, 2011: 474-475). Bununla birlikte, savaş kısa süreli sonuçları itibariyle ABD’nin daha uzun süre izoloasyonist politika sürdüremeyeceğini ortaya koymuştur (Sander, 2009: 399).

Dolayısıyla ABD kuruluşundan itibaren II. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte, zaman zaman kopuşlar yaşamakla birlikte, genel anlamda izolasyonist bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Ancak I. Dünya Savaşı’nın sinyallerini verdiği gibi, bu politikayı sürdürmek 20. yüzyılın sonlarında zorlaşmaya başlamıştır. Öyle ki, II. Dünya Savaşı’na taraf olduğu 1941 yılından sonra da izolasyonist politikaları ikinci plana atarak, küresel bir hegemon olmaya başlamıştır (Dorel, 2007: 19-20). Bundan sonraki süreçte, izolasyonist politikaların aksine, ABD dünyanın tüm alanlarına gittikçe daha fazla müdahil olan ve bunu yaparken de sık sık uluslararası hukuku göz ardı eden bir hegemon haline gelecektir (Byers ve Nolte, 2007: 221-226). Kuruluşundan itibaren dış politikasında farklı ölçülerde ve şekillerde etkili olan zora dayalı yöntemler bu tarihten sonra daha açık bir hal almaya başlamıştır.

II. II. Dünya Savaşı Sonrasında ABD Dış Politikasında Değişim: İzolasyonist Kabuktan Çıkış

BD II. Dünya Savaşı’ndan dünyanın en güçlü devleti ve nükleer silaha sahip tek gücü olarak çıkmıştır. Buna rağmen ABD savaştan hemen sonra yeniden geleneksel izolasyonist dış politikasına dönmek istemiştir (Gönlübol, 2000: 66). Fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgileriyle ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir nitelik kazanmıştır (Sander, 2008: 201). Soğuk Savaş olarak adlandırılan bu dönemde, ABD kaçınılmaz olarak bu sisteme göre şekillenen yeni bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Bunun neticesinde de ABD, küresel hegemon olduğunu ilan ederek, dış politikası açısından yeni bir döneme giriş yapmıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 206).

Soğuk Savaş döneminin başında ABD 1949’da NATO’nun kurulmasına önderlik ederek izolasyonist politikasını terk etmiş ve bu dönem boyunca, Sovyet karşıtlığını merkeze alan bir dış politika geliştirmiştir (Gönlübol, 2000: 66). 

Bu politika, 1947 yılında Amerikalı diplomat George F. Kennan’ın kavramsallaştırdığı “Çevreleme Politikası” ile temellendirilmiştir (Weisbrode, 2006). 

Bu politikanın amacı Sovyetler Birliği’nin belirli sınırlar içine hapsederek yayılmasını engellemektir (Weisbrode, 2006). Bununla birlikte ABD’nin geliştirdiği yeni bir yaklaşım da “Caydırma Politikası”dır. Bu politika ile de ABD’nin hâkimiyetine meydan okuyan Sovyetler Birliği’nin ve onun gibi potansiyel devletlerin karşı duruşları önlenmeye çalışılmıştır (Ülker Erkan, 2010: 191). NSC-68 belgesi de bu noktada ayrıca öneme sahiptir. Bu belge ABD’nin komünizme karşı sonuna kadar mücadele edilmesini savunduğu bir manifesto niteliğindedir (Karaosmanoğlu, 1996: 335-336). Nihayetinde Soğuk Savaş dönemi boyunca, bu politikalar uyarınca pek çok eyleme doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak edilmiştir. Örneğin, ABD Sovyet tehdidi altında olduğunu iddia ettiği ülkeleri, Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi programlarla desteklemiş ve NATO ittifakında kurucu üye olarak yer almıştır (Kalyon, 2012: 10; Kibaroğlu, 2004:1; Erhan, 1996: 227).   

 Ayrıca bu dönemde Sovyetler Birliği ve ABD dünyanın pek çok yerinde birbirlerine karşı askeri güç kullanmaktan çekinmemişlerdir  (Gülmez ve Tahancı, 2014: 226-231). 

Bununla birlikte ABD, ilk defa özellikle Ortadoğu olmak üzere dünyanın geneliyle yakından ilgilenmeye başlamıştır   (Kurt, 2014: 168).

    1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasıyla birlikte Soğuk Savaş sonra ermiştir. 

Buna mukabil ABD’nin Sovyet merkezli politikaları anlamını yitirmiştir. Bu nedenle ABD oluşacak düzene yönelik olarak dış politika yaklaşımını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Zira ABD diğer aktörlere oranla nispeten güçlü de olsa, bu dönem devlet dışı aktörlerin belirginlik kazandığı, ideolojilerin ön plana çıktığı ve pek çok değişkenin etken olduğu bir istikrarsızlık ile karakterize edilmiş gibi görünmektedir (Arı, 2009: 174-177; Bacık, 2007: 327-331). Daha sonra ABD tarafından Yeni Dünya Düzeni adı altında yapılandırılmaya çalışılan bu sistemde, 11 Eylül terör saldırılarının bir kırılmaya neden olduğu şeklinde bir kanı oluşmuştur (Çiftçi, 2009: 208). 

Bu saldırılardan sonra genel anlamda dünyanın tamamında devletler gücünü arttırırken, ABD Bush Doktrini ile tek taraflı ve şiddet eğilimli, özellikle Ortadoğu’ya yönelik olarak, daha agresif ve antagonisttik bir dış politika yaklaşımı edinmiştir (Çiftçi, 2009: 216).

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


14 Mayıs 2020 Perşembe

YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA ETKİSİ BÖLÜM 2

YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA  ETKİSİ  BÖLÜM 2





İsrail ve Yunanistan Arasında Dostluk Dönemi

Mehmet Şahin, İsrail-Yunanistan yakınlaşmasına ilişkin İsrail’in, Yunanistan’ın yıllarca Türkiye’ye karşı kullandığı “Düşmanımın düşmanı dostumdur” düşüncesiyle yaklaştığını söylemektedir.34 Yunanlı akademisyen Thanos Dokos ise, özellikle 2010 itibarıyla İsrail- Yunanistan ilişkilerinde yaşanan canlanmayı üç nedene bağlamaktadır. İlk olarak, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan gerileme sonucunda İsrail’i Doğu Akdeniz’deki stratejik derinliğini arttırması için alternatif bir ortağa ihtiyacı ortaya çıkmıştı. İkinci olarak, Netanyahu hükümetinin Filistinlilere yönelik sert tutumu nedeniyle Batı tarafından eleştirilen ve giderek
yalnızlaşan İsrail için Yunanistan bir çıkış kapısı olarak algılanmıştı. Üçüncü olarak da, Atina içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle uluslararası piyasaların dışında kalmış ve yabancı yatırımlara ihtiyaç duymaktaydı. 

Yunanistan bu ihtiyacını Yahudi sermayesi ile telafi etmeyi arzulamakta ve aynı zamanda yine kriz nedeniyle azalan stratejik önemini yeniden yükseltmeyi hedeflemekteydi. Son olarak Mısır’daki gelişmeler, Suriye’deki iç savaş, İran’ın
nükleer programı, Ürdün ve Lübnan’da da olası istikrasızlığın yaşanması İsrail’in bölge dışı ittifaklara yönelmesine neden olmuştur demektedir.35

Aslında İsrail ve Yunanistan ilişkilerinde yakınlaşma adımları daha önce de belirtilen Simitis’in Başbakan olduğu dönemde atılmıştı. Dönemin Yunanistan Milli Savunma Bakanı Yerasimos Arsenis Aralık 1994’te İsrail’e resmi ziyarette bulunan ilk Yunanlı Savunma Bakanı olarak tarihe geçmiş ve iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşması imzalanmıştır.36

Ancak her iki ülke söz konusu anlaşmayı bu dönemde faaliyete geçirmekten sakınmıştır. John M. Nomikos İsrail ile Yunanistan arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasının hayata geçirilmemesinin nedenleri olarak Yunanistan’ın Arap dünyasına yabancılaşmayı istememesi, İsrail’in de Türkiye’yi rahatsız etmekten çekinmesi olarak değerlendirmektedir.37 Başka bir Yunanlı araştırmacı ise Türkiye-İsrail stratejik ilişkilerinin benzerinin İsrail ile Yunanistan arasında yaşanmasının mümkün olamayacağını savunmaktadır. Yunanistan’ın Türkiye ile bu konuda rekabet edemeyeceğini, dolayısıyla İsrail ile stratejik ilişkiler geliştirmeyi düşünmemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Onun yerine tarihsel olarak İsrail ile daha yakın bir ilişki içinde bulunan “Kıbrıs” GKRY ile Yunanistan’ın bağlarının güçlenmesi gerekliliğine vurgu yapmaktadır.38 

   Daha önce de ifade edildiği gibi tarihsel olarak iki ülkenin farklı çıkar ve tehdit algılamaları ve son olarak dönemin şartları gibi nedenlerden ötürü İsrail-
Yunanistan yakınlaşması 2010 yılı itibarıyla yaşanmaya başlamıştır.

    Basına yansıyan haberlere göre dönemin Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu 2010’un Şubat ayında Moskova’daki Puşkin Lokantası’nda “tesadüfen”39 İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile bir araya gelmiş ve bu görüşmenin ardından iki ülke arasında askeri, istihbari ve turizm alanlarında işbirliği ilişkileri güçlenmeye başlamıştır. 2010 yılının Şubat ayında Papandreu-Netanyahu “tesadüfi” görüşmesinin ardından, önce Yorgo Papandreu Temmuz
2010’da İsrail’e gitmiş, bir ay sonra, Ağustos ayında da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Yunanistan’a ilk resmi ziyarette bulunan İsrail Başbakanı olmuş ve bu ziyaretten iki ay sonra 18 Ekim 2010’da ise iki ülke sivil havacılık konusunda bir anlaşmaya imza atmışlardır.
   İddialara göre aslında, Yunanistan bu anlaşma öncesi zaten İsrail Hava Kuvvetleri’nin Yunan Hava Sahasında askeri eğitim uçuşları yapmasına izin vermişti.40

2011 yılının Ocak ayında İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Atina ziyaretinde iki ülke terörizme karşı stratejik güvenlik işbirliği konusunda ortak komite kurulması kararı almıştır.41 

   Temmuz 2011’de Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias İsrail’e gitmiş, mevkidaşı İsrail Cumhurbaşkanı Simon Perez ise bir yıl sonra, 6-9 Ağustos 2012 tarihlerinde Cumhurbaşkanı sıfatıyla Yunanistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Yine 2011 yılında, 4 Eylül’de dönemin Yunanistan Milli Savunma Bakanı Panagiotis Beglitis ve İsrail Savunma Bakanı güvenlik işbirliği anlaşmasına imzalamışlardır.42 Bu ziyaretler silsilesi 2012 ve 2013 yılında da devam etmiştir. İki ülke arasındaki ziyaretler zincirine son olarak 4 Ekim 2013’ta
Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ve 12 Yunanlı Bakan ile İsrail’e ziyaret
gerçekleştireceği ziyaret eklenebilir. Yunan basınında yer alan haberlere göre görüşmelerin ana maddesi enerji alanında işbirliğini geliştirmek olacaktır. Bunun yanı sıra ekonomik işbirliği, turizm ve teknoloji alanlarında da ikili anlaşmaların gerçekleşmesi de beklenmektedir.43

Güney Kıbrıs’ın Rolü

Enerji alanında İsrail’in kendi kıta sahanlığı içerisinde geniş bir alanda doğal gaz rezervi bulmuş olması ve bunu bir şekilde Avrupa’ya taşımak istemesi önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. İsrail, kıta sahanlığı içerisinde bulunan doğal gazı Avrupa’ya satmayı arzulamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi kaybettikten sonra bu satışı Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.

Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren sürekli gelişme eğilimi arzeden Türkiye-İsrail ilişkileri çerçevesinde İsrail, Türkiye’nin tepkisine neden olmamak düşüncesiyle GKRY tarafından önerilen; Yunanistan, İsrail ve GKRY’nin Orta ve Doğu Akdeniz bölgesi içinde Adriyatik’ten başlayıp Doğu Akdeniz’in sonu olan İsrail sahillerine kadar uzanan Münhasır Ekonomik Bölge kurulmasına ilişkin anlaşmayı sonuçlandırmaya yönelik herhangi bir adım atmamıştır. Ancak Türkiye ile ilişkilerin “Dökme Kurşun Operasyonu”, “Davos Krizi” ve son olarak “Mavi Marmara” saldırısından sonra kopma noktasına gelmesinin hemen ardından
İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 17 Aralık 2010 tarihinde Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmasını imzalanmıştır. Türkiye, böyle bir anlaşmanın Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını yok saymak anlamına geleceği ve Kıbrıs müzakerelerini olumsuz etkileyeceği ve Doğu Akdeniz'de barış ve istikrara katkı sağlamayacağını vurgulamış, ancak, yapılan sert açıklama herhangi bir sonuç doğurmamıştır.44

İddialara göre İsrail Başbakanı Netanyahu Ağustos ayında Yunanistan’a gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Atina’ya İsrail’in doğal gazının Avrupa’ya satışında transit ülke olması teklifinde bulunmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı da yine aynı çerçevede İsrail doğal gazının Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a ulaştırılması ve hatta potansiyel olarak görülen Bulgaristan ve Romanya pazarlarına da Yunanistan üzerinden satış yapılmasını teklif etmiştir.45 

  Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin değerlendirilmesinin İsrail ekonomisine büyük katkı sağlayacağı sık sık dile getirilmektedir. Aynı zamanda İsrail’in uluslararası piyasalarda daha etkin bir şekilde yer almasını sağlaması açısından söz konusu anlaşma ve yakınlaşmaya bu nedenle önem verildiğinin de altı çizilmektedir.46

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan açısından bir değerlendirme yapılacak olursa İsrail ile gerçekleştirilmeye çalışan enerji işbirliğinin temel nedenini ekonomik çıkarların oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Güney Kıbrıs AB’ye üye olmayı başarmış ancak adanın bölünmüşlüğü gerçeğini ortadan kaldıramamıştır. Yunanistan gibi Kıbrıs Rum Yönetimi yanlış ekonomi politikaları nedeniyle ekonomik kriz yaşamaktadır. Dolayısıyla böyle bir işbirliği ekonomisine katkı sağlayacaktır. Öte yandan İsrail ile yakın ilişki içinde olması adaya Türkiye tarafından olası yeni bir müdahaleyi engelleme anlamını taşımaktadır.

   Ayrıca son yıllarda enerji koridorları güvenliğinin uluslararası ortamda giderek önem arz etmeye başladığı da dikkate alındığında Güney Kıbrıs böylelikle kendi çapında stratejik önemini garanti altına almayı çalıştığı düşünülmektedir.

Tüm gelişmelere rağmen birçok Yunanlı, Yahudi ve yabancı araştırmacı, gazeteci ve akademisyen de dile getirdiği gibi iki ülke yakınlaşmasının olumlu bir adım olduğunu düşünse de Yunanistan’ın İsrail açısından Türkiye’nin yerini ikame edemeyeceği düşünülmektedir. Aynı zamanda Yunanistan ve İsrail yakınlaşması nın 1990’larda Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasına tam olarak benzediğini söylemek de doğru doğru olmayacaktır.

   Çünkü Yunanistan ve İsrail ilişkilerinin değişen şartlar ve çıkarlar doğrultusunda geliştiğini açıkça görmekteyiz. Dolayısıyla dış politikada, en azından Yunanistan ve İsrail için realist görüşün halen hakim olduğu görüşünün belirtilmesinde sakınca olmadığı da düşünülmektedir.

Son yıllarda ekonomik kriz nedeniyle iç politikasına odaklanan ve dış politikasında daha “uzlaşıcı” bir tavır sergileyen Yunanistan için İsrail ile işbirliği, İsrail-Güney-Kıbrıs- Yunanistan enerji işbirliği, İsrail’in Balkanlar’da aktifleşmesi gelişmeler yine ekonomik çıkar çerçevesinde değerlendirilmektir. Ancak yine de Türkiye temelli bir dış politika çizgisinden vazgeçilmiş olduğu görünse de, Yunanistan İsrail ile ilişkilerinin meyvelerini ABD nezdinde Yahudi lobileri aracılığıyla da toplamak istediğini dile getirmektedir.

İsrail’in Balkanlar’a Artan İlgisi

Neubauer, İsrail’in Balkan ülkelerine yönelmesini ve işbirliği alanlarını geliştirmeye yönelik çabalarını Türkiye ile gerginleşen ilişkiler ve Batı tarafından Netanyahu hükümetinin Ortadoğu barış sürecine isteksiz olan taraf olarak algılanmasından kaynaklandığını ifade etmektedir.47

Bu bağlamda İsrail’in Bulgaristan ile gelişen ilişkilere bakacak olursak, İsrail’de yayınlanan Haaretz Gazetesi haberine göre Bulgaristan Başbakanı Borisov, İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçakların Bulgaristan hava sahasında askeri uçuş eğitimi yapmasına kendisi izin vermişti. Söz konusu habere göre İsrail-Bulgaristan ilişkilerinin gelişmesinde İsrail’in çabaları kadar Bulgaristan Başbakanı Borisov’un da yaklaşımı önem taşımaktadır. Borisov on sekiz yıl
sonra İsrail’i ziyaret eden ilk Bulgaristan Başbakanı olmuştur.48 Bulgaristan Başbakanı Borisov’un İsrail İstihbarat Şefi Meir Dagan ile yapmış olduğu görüşme iki ülke arasındaki istihbari işbirliğinin de bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Ayrıca Netanyahu ve Dagan ile toplantı yapmayı isteyen ve özellikle de istihbarat ve güvenlik alanlarında işbirliği talep eden ve İsrail uçaklarına hava sahasını açma teklifinde bulunan Bulgaristan Başbakanı Borisov
olduğu iddia edilmektedir.49

İsrail Başbakanı’nın 5 Temmuz 2011 tarihinde Bulgaristan’a gerçekleştirdiği iadeyi ziyaret sırasında iki ülke arasında Bulgar hava sahasının İsrail Hava Kuvvetleri tarafından askeri eğitim amacıyla kullanılmasına ilişkin anlaşmanın dışında ekonomi ve ticaret alanlarında çeşitli anlaşmalar imzalanmıştır.50 

Bulgaristan, İsrail’e sunduğu fırsatlar karşılığında, Yunanistan gibi, İsrail’in ileri teknoloji alanındaki kapasitesinden faydalanmayı ve bunun yanında İsrailli turistleri Türkiye yerine Bulgaristan’a çekmeyi amaçlamaktadır.

İsrail’in aynı dönemde Balkanlar’da ilişkilerini güçlendirdiği diğer bir ülke Romanya olmuştur. İsrail ile Romanya arasında 2004 yılından bu yana askeri alanda gelişmeler yaşanmaktadır. Küçük bir ülke olması nedeniyle stratejik derinliği olmayan İsrail, Romanya ile ilişkilerini geliştirerek Hava Kuvvetleri’nin eğitimini geliştirme çabası içerisindedir.

Romanya’da 27 Temmuz 2010’da meydana gelen ve altı İsrailli subayın öldüğü helikopter kazası, iki ülke arasındaki askeri ilişkilerin seyri açısından bir gösterge olmuştur.51

Askeri ilişkilerin yanı sıra söz konusu iki ülke ilişkilerinin ekonomik boyutu da
bulunmaktadır. Fikret Ertan’ın haberine göre göre, Romanya’daki İsrail yatırımları iki milyar doların üzerine çıkmıştır. Meşrubat, süt ürünleri, hayvancılık, sigortacılık, dünya çapında şirketlerin temsilcilikleri, araba kiralama, mühendislik, gazino işletmeciliği, tarım, bilişim, inşaat gibi alanlarda olmak üzere İsrail yatırımları Romanya’da kendini göstermektedir.

Bugün Romanya’da İsrail’e kayıtlı 3.500 kadar şirket faaliyet göstermektedir. Bunun yanında İsraillilerin sahip olduğu ancak üçüncü ülkelerde kayıtlı 2000 kadar şirkette mevcuttur.

İsrailliler ticari alandaki bu faaliyetleriyle Romanya ekonomisinde önemli bir yer
edinmektedirler. Ticari ilişkilere ilaveten 30 bin kadar İsrail vatandaşının aynı zamanda Romanya vatandaşı olduğu ve bu sayede Avrupa Birliği’nde serbestçe hareket etme imkânına sahiptirler. Ayrıca, yaklaşık 200 bin Romanya vatandaşı da İsrail’de göçmen işçi olarak çalışmaktadır. İsrail söz konusu fırsatları kullanarak Romanya ile ilişkilerini daha ileri bir düzeye taşıma gayreti içerisindedir.52

Sonuç Yerine

İsrail-Yunanistan yakınlaşması, İsrail’in Güney Kıbrıs Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi ve son olarak yine İsrail’in Balkan ülkelerine ilgisinin artması Türkiye gibi bölgesel bir müttefiki “kaybetmiş” olmasından kaynakladığı aşikârdır. Öte yandan İsrail’in Yunanistan yakınlaşması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması ve bu yönde girişimlerde bulunması bölgesel istikrar ve barış açısından önemlidir. Ancak bu ilişkiler vasıtasıyla Türkiye’nin yarattığı boşluğu doldurmasını beklemek ya da Türkiye’yi zor durumda bırakacak bir ittifak çizgisi oluşturmasının kolay olmadığı düşünülmektedir.

Yunanistan İsrail ile gelişen ilişkilerini ihtiyatlı bir şekilde değerlendirmektedir. Her ne kadar Yahudi yatırımları ve İsrail ile enerji alanında işbirliğinin ekonomik anlamda ülkeye rahatlık sağlayacağı biliniyor olsa, geleneksel Arap yanlısı politikasından ve Arap sermayesinden vazgeçmeyecektir. Aynı zamanda Filistin meselesinde de geleneksel çizgisinden taviz vermesi de beklenmemektedir.

Bulgaristan ve Romanya iki kutuplu sistemin sona ermesinin ardından sancılı dönüşüm süreçlerini tamamlayarak AB üyesi olmayı başarmışlardır. Ancak ekonomik anlamda çekirdek AB üye ülkeleri seviyesine ulaşmayı henüz başaramayan bu iki ülke İsrail vasıtasıyla tıpkı Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi İsrail sermayesini ülkelerine çekmeyi amaçlamaktadırlar. Dolayısıyla bu çalışmada ele alınan yakınlaşmanın Türkiye’nin bölgede etkisini ortadan kaldıramayacağına ancak yine de önemsenmesi gereken gelişmeler olarak
değerlendirilmesi gerekliliğine inanılmaktadır.


KAYNAKÇA

Birgül Demirtaş-Coşkun, “Küreselleşmenin İkili Sorunlara Yansıması: Türk-Yunan İlişkileri Örneği”, Birgül Demirtaş Coşkun (der.), 
Türkiye-Yunanistan Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, ASAM, Ankara, 2002, s. 174-211.

Çağrı Erhan-Ömer Kürkçüoğlu, “1980-90 Orta Doğu’yla Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler”,
Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 568-579.

George A. Kouvertaris, “The 1967 Military Coup and the Role of the Military in Greek Politics”, George A. Kouvertaris (ed.), Studies on Modern Greek Society 
and Politics, New York, Columbia University Press, 1999, pp. 129-151.

İlhan Uzgel, “1990-2001 ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, 
(1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 243-325.

Mehmet Şahin, “Ortadoğu’da Yalnızlaşan İsrail Yeni Müttefikler Arayışında”, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 25, Ocak 2011, s. 31-37.

M. Murat Hatipoğlu, “Yunanistan’ın Dış Politikası ve Balkanlar (1990-2000)”, Ömer. E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun (der.), Balkan Diplomasisi, Ankara, 
ASAM, 2001, s. 33-66.

Nikolaos A, Stavrou, “Ideological Foundations of the Panhellenic Socialist Movement”,
Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, pp. 11-40.

Nuri Yeşilyurt-Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, İlhan Uzgel-Bülent Duru (der.), AKP Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, 
Ankara, Phoenix Yayınevi, 2009, s. 381-238.

Nuri Yeşilyurt, “İkinci İntifada Sonrası Filistin Sorunu ve Barış Süreci (2001-2011)”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
Cilt III (2001-2012), İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 439-440.

Özlem Tür, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Yakın İşbirliğinden Gerilime?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 4, Nisan 2009, s. 22-29.

Serhat Erkmen, “1990’lardan Günümüze Türkiye-İsrail Stratejik İşbirliği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 157-185.

Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional 
Security, Vol 7, No. 1, 2012, s. 33-44.

Spiros. Ch. Kaminaris, “Greece and the Middle East”, Middle East Review of International Affairs, Vol 3, No. 2, June 1999, pp. 36-46.

Türel Yılmaz, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 5, Sayı 1, 2010, s. 9-24.

Vassilis K. Fouskas, Balkanlar Ortadoğu Kafkasya Soğuk Savaş Sonrası ABD Politikaları, çev. Ali Çakıroğlu, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2004.

Yannis Kapsis, “The Philosophy and Goals of PASOK’s Foreign Policy”, Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, 
Orpheus Publishing, 1988, pp. 41-62.

Yunanca Kaynaklar

Βιβή Κεφαλά, “Η Ελληνική Εξωτερική Πολιτική στη Μέση Ανατολή”, επιμ. Παναγιώτης
Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Β, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 655- 692.

Γιάννης Γ. Βαληνάκης, Εισαγωγή στην Ελληνική Εξωτερική Πολιτική 1949-1988, Δ’ Έκδοση,
Θεσσαλονίκη, Παρατηρητής, 1988.

Δημήτρης Μητρόπουλος, “Εξωτερική Πολιτική και Ελληνικά Μέσα Μαζικής Ενημέρωσης:
Υποταγή, Χειραφέτηση και Απάθεια”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική
Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 275-295.

Θάνος Βερέμης-Θεόδωρος Κουλουμπής, Ελληνική Εξωτερική Πολιτική Διλήμματα Μιας Νέας
Εποχής, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1997.

Μάριος Ευρυβιάδης “Ο ηγεμονικός άξονας Τουρκίας-Ισραήλ Συνέπειες για τη ελληνική
ασφάλεια”, επιμ. Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά
το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1999, σ. 293-323.

Μ. Ξανθάκης, κ.α., Οι Αραβικές Χώρες: Διεύρυνση των Οικονομιών τους και των Σχέσεων
τους με την Ελλάδα, Αθήνα, Ίδρυμα Μεσογειακών Μελετών, 1989.

Π. Κ. Ιωακειμίδης, “Το Μοντέλο Σχεδιασμού Εξωτερικής Πολιτικής στην Ελλάδα”,
Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Αθήνα,
Σιδέρης, 2003, σ. 91-136.

Παναγιώτης Τσάκωνας, “Εισαγωγή”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική
Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 17-43.

Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης, “Εισαγωγικές Παρατηρήσεις Σ’ένα Μεταβαλλόμενο Διεθνές
Σύστημα”, επιμ. Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά
το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1999, σ. 13-43.

İnternet Kaynakları

Αλ. Άγγελος Αθανασόπουλος, “Στο επίκεντρο της επίσκεψης Λίμπερμαν η ενεργειακή
συνεργασία Ελλάδος – Ισραήλ”, Το Βήμα, 12.01.2011
http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=377452, (Erişim 11 Haziran 2013).

Ekavi Athanassopoulou, “Greece-Israel The evolution of the Bilateral Relationship and Future
Challenges”, http://www.ahepa.org/uploads/pdf/10-10-07_Athanassopoulou_remarks.pdf, (Erişim 20 Ağustos 2013).

Erika N. Pont, “Turkish and Israeli Relations and the Eastern Mediterranean Region”, 01
December 2010, http://www.foreignpolicydigest.org/turkish-and-israeli-relations-and-theeastern-
mediterranean-region/, (Erişim 01 Nisan 2013).

Fikret Ertan, “İsrail’in Romanya Yatırımları”, 29 Ağustos 2010,
http://www.timeturk.com/tr/makale/fikret-ertan/israil-in-romanya-yatirimlari.html, (Erişim 20
Ağustos 2013).

Herb Keinon, “Analysis: Disaster shines light on Romania ties”, The Jerusalem Post,
07.27.2010, http://www.jpost.com/International/Analysis-Disaster-shines-light-on-Romaniaties,
(Erişim 20 Ağustos 2013).

John M. Nomikos, “An Outline of Greek-Israeli Strategic Relations, RIEAS,
http://www.rieas.gr/research-areas/greek-studies/115.html, (Erişim 22 Temmuz 2013).
Semih İdiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010,
http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semihidiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erişim 19 Ağustos 2013).

Thanos Dokos, “The Prospects for Greek-Israeli Relations: A View from Athens”, ELIAMEP Briefing Notes, Sayı 11, Nisan 2013, s.1-4, 
http://www.eliamep.gr/wpcontent/uploads/2013/04/BN1.pdf,  (Erişim 15 Temmuz 2013).

Vassilios Damiras, “Greek-Israeli Relations and the New Assertive Geostrategic Rapprochment”, 
http://www.examiner.com/aerticle/greek-israeli-relations-and-the-newassertive-geostrategic-rapprochement,  (Erişim 01 Nisan 2013).

Vassilios Damiras, “Greece and Israel in an Era of Strategic Friendship and Cooperation”,
http://www.rieas.gr/research-areas/global-issues/middle-east-studies/1604-greece-and-israelin-an-era-of-strategic-friendship-and-cooperation.html, 
(Erişim 01 Nisan 2013).
“Greece Agrees to Military Cooperation”, JTA, 6 December 1994,
http://www.jta.org/1994/12/06/archive/greece-agrees-to-military-cooperation, (Erişim 15 Temmuz 2013. )

“«Τα είπαν» Παπανδρέου - Νετανιάχου για το Ιράν”, 16 Φεβρουαρίου 2010,
http://www.inews.gr/22/atypo-deipno-papandreou-netaniachou-sti-moscha.htm,  (Erişim 22 Temmuz 2013).

“Μπεγλίτης: «Στρατηγική επιλογή η συνεργασία Ελλάδας - Ισραήλ»”, Τα Νέα, 05.09.2011,
http://www.tanea.gr/news/greece/article/4654650/?iid=2, (Erişim 01 Nisan 2013).

“Ενεργειακά θέματα στο επίκεντρο του ταξιδιού Σαμαρά στο Ισραήλ”, Τα Νέα, 6 Οκτωβρίου
2013, http://www.tanea.gr/news/politics/article/5045532/energeiaka-themata-sto-epikentrotoy-
taksidioy-samara-sto-israhl/, (Erişim 06 Ekim 2013).

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “İsrail ile GKRY Arasında İmzalanan MEB Anlaşması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-meb-anlasmasi-hk_.tr.mfa,  (Erişim 19 Ağustos 2013).

“İsrail’den Türkiye’ye Karşı Balkan İttifakı”, Analiz Merkezi, 14 Aralık 2010,
http://www.analizmerkezi.com/haber/-israilden-turkiyeye-karsi-balkan-ittifaki--18070.html, (Erişim 19 Ağustos 2013).

“Israel PM Netanyahu in Bulgaria visit, one of Israel’s best friends in Europe”, EJP, 7 July
2011, http://www.ejpress.org/article/51901, (Erişim 19 Ağustos 2013).


DİPNOTLAR;

1 1980’lerin ilk yıllarından itibaren ülkede PKK terör eylemlerinin başlaması ve giderek ivme kazanması, Körfez
   Savaşı sonrasında Irak’ın Kuzey’inde oluşturulan güvenli bölge ile birlikte terör örgütüne hareket alanı sağlamış
   ve Türkiye’nin önceleri kendi içerisinde bir asayiş sorunu olarak algıladığı ve yaklaştığı sorunun
   “uluslararasılaştığını” fark etmesi, ayrıca “sorunlu” komşuları Suriye ve Yunanistan’ın yine bu dönemde
   yakınlaşmaya başlaması ve PKK’ya destek vermeleri gibi gelişmeler Türk dış politikası açısından ve ülke
   güvenliği açısından tehdit algılamasına yeni bir boyut katmış ve Türkiye’yi bölgesel “ittifak” arayışlarına,
   İsrail’e yönlendirmiştir. Öte yandan İsrail ile yakın temas ve işbirliği yine Türkiye’nin kronikleşmiş Kıbrıs
   sorunu gibi konularda ABD’de Yahudi lobisinin desteğini kazanmasına ve ABD nezdinde bir nevi elini
   güçlendirmesine katkı sağlamıştır.
2 1990’lar boyunca Türkiye-İsrail ilişkilerinin askeri ve ekonomik alandaki işbirliğinin bir değerlendirmesi için
   bakınız Çağrı Erhan-Ömer Kürkçüoğlu, “1980-90 Orta Doğu’yla Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler”, Baskın
   Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001),
   İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 568-579 ve Serhat Erkmen, “1990’lardan Günümüze Türkiye-İsrail Stratejik
   İşbirliği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 157-185.
3 Türel Yılmaz, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 5, Sayı 1, 2010, s. 9.
4 Erkmen, op.cit, s. 167.
5 İlhan Uzgel, “1990-2001 ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş
   Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 274.
6 Erkmen, op.cit, s. 166.
7 Uzgel, op.cit, s. 274-275.
8 Erkmen, op.cit, s. 159. 
9 Nuri Yeşilyurt, “İkinci İntifada Sonrası Filistin Sorunu ve Barış Süreci (2001-2011)”, Baskın Oran (ed.), Türk 
   Dış Politikası,Kurtuluş Savaşından BugüneOlgular,Belgeler,Yorumlar,CiltIII(2001-2012), İstanbul, İletişim 
   Yayınları, 2013, s. 439-440. 
10 Özlem Tür, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Yakın İşbirliğinden Gerilime?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 4, Nisan  2009, s. 24. 
11 Nuri Yeşilyurt-Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, İlhan Uzgel ve 
    Bülent Duru (der.), AKPKitabıBir Dönüşümün Bilançosu, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2009, s. 392-393. 
12 Erkmen, op.cit, s. 173. 
13 Yılmaz, op.cit, s. 19-20. 
14 Βιβή Κεφαλά, “Η Ελληνική Εξωτερική Πολιτική στη Μέση Ανατολή”,επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, 
    ΣύγχρονηΕλληνικήΕξωτερικήΠολιτική, Τόμος Β, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 671. 
15 Ekavi Athanassopoulou, “Greece-Israel The evolution of the Bilateral Relationship and Future Challenges”, 
     http://www.ahepa.org/uploads/pdf/10-10-07_Athanassopoulou_remarks.pdf, (Erişim 20 Ağustos 2013). 
16 Γιάννης Γ. Βαληνάκης, ΕισαγωγήστηνΕλληνικήΕξωτερικήΠολιτική1949-1988, Δ’ Έκδοση, Παρατηρητής, 
    Θεσσαλονίκη, 1988, σ. 20. 
17 Βαληνάκης, Ibid., σ. 20. 
18 Vassilios Damiras, “Greek-Israeli Relations and the New Assertive Geostrategic Rapprochment”,
    http://www.examiner.com/aerticle/greek-israeli-relations-and-the-new-assertive-geostrategic-rapprochement, (Erişim 01 Nisan 2013).
19 Κεφαλά, op.cit, σ. 673; Ayrıca bkz. Yannis Kapsis, “The Philosophy and Goals of PASOK’s Foreign Policy”,
    Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, p. 57.
20 Yunan ordusunun 1967 darbesi ve Yunan siyasi hayatındaki rolü için bkz., George A. Kouvertaris, “The 1967
    Military Coup and the Role of the Military in Greek Politics”, George A. Kouvertaris (ed.), Studies on Modern
    Greek Society and Politics, New York, Columbia University Press, 1999, pp. 129-151.
21Yunanistan 1973 Yom Kipur Savaşında tarafsız olduğunu ve topraklarındaki üslerin Arap ülkeleri aleyhinde
    kullanılmasına izin vermeyeceğini ilân etmiş olsa da Girit’teki Suda Amerikan Üssünden İsrail’e destek vermek
    için ABD uçakları tarafından kullanıldığı da bilinmektedir, bkz., Βαληνάκης, op.cit, σ. 115-116.
22 Vassilios Damiras, “Greece and Israel in an Era of Strategic Friendship and Cooperation”,
    http://www.rieas.gr/research-areas/global-issues/middle-east-studies/1604-greece-and-israel-in-an-era-ofstrategic-friendship-and-cooperation.html,    
    (Erişim 01 Nisan 2013).
23 Yunanistan, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelere herhangi bir yabancı devletin etkin şekilde engel olmaması ve
    NATO’nun Yunanistan’a destek olmadığı inancına dayanarak 14 Ağustos 1974 tarihinde NATO’nun askeri
    kanadından ayrıldığını açıklamıştır. Yunanlı siyasetçiler Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadından
    ayrılmasıyla ABD’nin komünizmi çevreleme politikası önemli yere sahip olan ittifakın güney kanadının
    çökeceğine ve dolayısıyla ABD’nin böyle bir felaketi engellemek için Türkiye’ye baskı yapacağını ve Türk
    ordularının bu sayede adadan çekilmesinin sağlanacağına inanmaktaydılar, bkz., Βαληνάκης, op.cit, σ. 221-22.
24 Κεφαλά, op.cit, σ. 675; ayrıca bkz., Spiros. Ch. Kaminaris, “Greece and the Middle East”, Middle East Review
    of International Affairs, Vol. 3, No. 2, June 1999, p. 37.
25 Andreas Papandreu’nun Sosyalizm’de Üçüncü Yol savı için bkz., Nikolaos A. Stavrou, “Ideological
    Foundations of the Panhellenic Socialist Movement”, Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A
    NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, pp. 11-40.
26 Kaminaris, op.cit, s. 38. 1960-1980 arası Arap ülkelerinin Yunanistan’da özellikle inşaat sektöründeki
     yatırımlarına ilişkin bkz., Μ. Ξανθάκης κ.α., Οι Αραβικές Χώρες: Διεύρυνση των Οικονομιών τους και των
     Σχέσεων τους με την Ελλάδα, Αθήνα, Ίδρυμα Μεσογειακών Μελετών, 1989.
27 Θάνος Βερέμης-Θεόδωρος Κουλουμπής, Ελληνική Εξωτερική Πολιτική Διλήμματα Μιας Νέας Εποχής,
     Εκδόσεις Σιδέρης, Αθήνα, 1997, σ. 47.
28 Birgül Demirtaş Coşkun, “Küreselleşmenin İkili Sorunlara Yansıması: Türk-Yunan İlişkileri Örneği”, Birgül
     Demirtaş Coşkun (der.), Türkiye-Yunanistan Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, Ankara, ASAM, 2002, s. 200-201.
29 Bkz., Π. Κ. Ιωακειμίδης, “Το Μοντέλο Σχεδιασμού Εξωτερικής Πολιτικής στην Ελλάδα”, Σύγχρονη Ελληνική
     Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σιδέρης, Αθήνα, 2003, σ. 104. Yunanistan’ın
     Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda yer alan gelişmelerde ve Yugoslavya’nın parçalanması sonucunda meydana
     gelen Bosna Savaşında izlediği tutumun gerekçelerine ilişkin bkz., Vassilis K. Fouskas, Balkanlar Ortadoğu
     Kafkasya Soğuk Savaş Sonrası ABD Politikaları, çev. Ali Çakıroğlu, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2004, s. 74-76.
30 Yunanistan’ın PKK terör örgütüne verdiği destekle bağlantılı olarak bkz. M. Murat Hatipoğlu, “Yunanistan’ın
     Dış Politikası ve Balkanlar (1990-2000)”, Ömer. E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun (der.), Balkan
     Diplomasisi, Ankara, ASAM, 2001, s. 49.
31 8 Mart 1994’ten itibaren Yunanistan’da 19 Mayıs “Pontuslu Helenlerin Soykırımını Anma günü” ve 25
     Ağustos 1999’dan itibaren de 14 Eylül tarihi “Küçük Asya Helenlerinin Türk Devleti tarafından Soykırıma
     Uğratılışlarının Anma Günü” olarak anılmaktadır. Bkz. Hatipoğlu, Ibid., s. 51.
32 Yunanlı siyasetçiler ve Yunan halkı tarafından bu “sözde soykırımlar” gerçek olarak kabul edilmektedir, bkz.,
    Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης, “Εισαγωγικές Παρατηρήσεις Σ’ένα Μεταβαλλόμενο Διεθνές Σύστημα”, επιμ. Χρ. Κ.
    Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Εκδόσεις
    Σιδέρης, Αθήνα, 1999, σ. 39.
33 Δημήτρης Μητρόπουλος, “Εξωτερική Πολιτική και Ελληνικά Μέσα Μαζικής Ενημέρωσης: Υποταγή,
     Χειραφέτηση και Απάθεια”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α,
     Σιδέρης, Αθήνα, 2003, σ. 293.
34 Mehmet Şahin, “Ortadoğu’da Yalnızlaşan İsrail Yeni Müttefikler Arayışında”, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 25, Ocak 2011, s. 33.
35 Thanos Dokos, “The Prospects for Greek-Israeli Relations: A View from Athens”, ELIAMEP Briefing Notes,
     No. 11, April 2013, http://www.eliamep.gr/wp-content/uploads/2013/04/BN1.pdf, (Erişim 15 Temmuz 2013), p.1.
36 “Greece Agrees to Military Cooperation”, JTA, 6 December 1994,
     http://www.jta.org/1994/12/06/archive/greece-agrees-to-military-cooperation, (Erişim 15 Temmuz 2013).
37 John M. Nomikos, “An Outline of Greek-Israeli Strategic Relations, RIEAS, 
     http://www.rieas.gr/researchareas/greek-studies/115.html, (Erişim 22 Temmuz 2013).
38 Μάριος Ευρυβιάδης, “Ο ηγεμονικός άξονας Τουρκίας-Ισραήλ Συνέπειες για τη ελληνική ασφάλεια”, ”, επιμ.
     Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου,
      Εκδόσεις Σιδέρης, Αθήνα, 1999, σ. 311.
39“ «Τα είπαν» Παπανδρέου - Νετανιάχου για το Ιράν”, 16 Φεβρουαρίου 2010, 
     http://www.inews.gr/22/atypodeipno-papandreou-netaniachou-sti-moscha.htm, (Erişim 22 Temmuz 2013).
40 Erika N. Pont, “Turkish and Israeli Relations and the Eastern Mediterranean Region”, 01 December 2010,
     http://www.foreignpolicydigest.org/turkish-and-israeli-relations-and-the-eastern-mediterranean-region/,   (Erişim 01 Nisan 2013).
41 Αθανασόπουλος Αλ. Άγγελος, “Στο επίκεντρο της επίσκεψης Λίμπερμαν η ενεργειακή συνεργασία Ελλάδος –
     Ισραήλ”, Το Βήμα, 12.01.2011, http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=377452, (Erişim 11 Haziran 2013).
42 “Μπεγλίτης: «Στρατηγική επιλογή η συνεργασία Ελλάδας - Ισραήλ»”, Τα Νέα, 05.09.2011,
     http://www.tanea.gr/news/greece/article/4654650/?iid=2, (Erişim 01 Nisan 2013).
43 “Ενεργειακά θέματα στο επίκεντρο του ταξιδιού Σαμαρά στο Ισραήλ”, Τα Νέα, 6 Οκτωβρίου 2013,
     http://www.tanea.gr/news/politics/article/5045532/energeiaka-themata-sto-epikentro-toy-taksidioy-samara-stoisrahl/,
     (Erişim 06 Ekim 2013).
44 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “İsrail ile GKRY Arasında İmzalanan MEB Anlaşması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
     http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-mebanlasmasi-hk_.tr.mfa,   (Erişim 19 Ağustos 2013). 
     Ayrıca konuya ilişkin bkz., Semih İdiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010, 
     http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semihidiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erişim 19 Ağustos 2013).
45 Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the
     Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional Security, Vol. 7, No. 1, 2012, p. 36.
46 Neubauer, Ibid., p. 35.
47 Neubauer, Ibid.
48 “İsrail’den Türkiye’ye Karşı Balkan İttifakı”, Analiz Merkezi, 14 Aralık 2010,
     http://www.analizmerkezi.com/haber/-israilden-turkiyeye-karsi-balkan-ittifaki--18070.html, (Erişim 19 Ağustos 2013).
49 Neubauer, Ibid., s. 39
50 “Israel PM Netanyahu in Bulgaria visit, one of Israel’s best friends in Europe”, EJP, 7 July 2011,
     http://www.ejpress.org/article/51901, (Erişim 19 Ağustos 2013).
51 Herb Keinon, “Analysis: Disaster shines light on Romania ties”, The Jerusalem Post, 07.27.2010,
    http://www.jpost.com/International/Analysis-Disaster-shines-light-on-Romania-ties, (Erişim 20 Ağustos 2013).
52 Fikret Ertan, “İsrail’in Romanya Yatırımları”, 29 Ağustos 2010, 
     http://www.timeturk.com/tr/makale/fikretertan/israil-in-romanya-yatirimlari.html, (Erişim 20 Ağustos 2013).


***