YEMEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YEMEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mart 2020 Salı

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak


Orta Doğu ve özellikle Arap devletlerinde yaşanan hadiseler küresel güçler için tarihten günümüze kadar genel anlamda büyük öneme sahiptir. Bilhassa bölgede bulunan zengin enerji ve yer altı kaynakları açısından Ora Doğu, küresel güçler (ABD, İngiltere ve Fransa) için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki değişimi ve halk isyanlarını tetikleyen önemli faktörlerden birinin de, küresel güçlerin bölge üzerinde oynadığı oyunlar ve yaptıkları ince hesapların olduğu aşikârdır. 

Bu güçlerin bölge üzerinde hem yaptıkları işbirliği hem de güç mücadelesi bağlamında, Arap ülkelerinde otoriter yönetimlere karşı gösterilen halkın tepkisine ve hareketlerine ciddi ölçüde payı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Libya’daki halk direnişinden sonra NATO güçlerinin bölgeye müdahale etmesi, halkın rejimin değişmesi konusundaki tutumunu daha da artırmış ve tetiklemiştir. Başka bir ibareyle, NATO’nun Libya’ya müdahalesinde olduğu gibi küresel güçler tarafından halk hareketinin uzun süreli ayakta kalması için, askeri teçhizat ve çıkara dayalı siyasi destek yapılmasaydı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylarda halkın yönetime karşı bu kadar gösterilere devam etmesi zor olacağı ifade edilebilir. Arap ülkelerindeki yönetimlere yönelik başlayan halk isyanları olarak kabul edilse de, daha sonra bölgesel ve küresel güçlerin yardımına ve hatta vekâlet savaşlarına dönüştüğüne dikkat çekmek gerekir.

Bu bağlamda Arap ülkelerinde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla birlikte bölge üzerinde birçok küresel aktörün siyasi, ekonomik ve nüfuz kurma mücadelesine yol açmaktadır. Değişim sürecine giren Arap ülkelerinde ortaya çıkan otoriter boşluğu doldurma ve Orta Doğu’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler, bölgedeki pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Özellikle Kaddafi sonrası Libya üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, 2011 yılında Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştı. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’daki direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteği sağlamaya çalışmıştır. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, hemen Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklamıştı. 

Aslında Aralık 2010’dan bu yana başta Libya olmak üzere Suriye, Yemen, Sudan, Cezayir ve genel olarak Orta Doğu üzerinde keskin bir güç mücadelesi söz konusudur. Rusya’nın, Kaddafi sonrası Libyalı muhalif grubundan yana bir tavır almasının iki nedeni vardır. İlk nedeni, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının var olduğudur. Moskova’nın Trablus’taki yönetimi tanımasındaki temel gayenin, Libya’da kurulan yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devamlı kılmaktı. Diğer neden ise, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Arap ülkelerindeki değişimle ve Suriye’deki iç savaşla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Doğu bölgesinde kendine yeniden nüfuz alanları açtı. 

Orta Doğu’daki Krizler ve Türkiye’nin Libya Politikası

Arap ülkelerindeki değişimin bölgesel ve bölge dışı aktörlerin de değişmesine sebep olduğu ifade edilebilir. Çünkü otoriter rejimlerin yerine farklı anlayışlara sahip yönetimlerin gelmesi, hem bölge ülkeleri arasındaki ikili ve çok taraflı diplomatik, ekonomik ve ticari ilişkileri tesiri altına almaktadır, hem de küresel aktörlerin yeniden yönetimsel şeklinin oluşması, ister istemez bölgedeki aktör lerin de değişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle Arap ülkelerindeki eski yönetimlere yönelik gelişen kontrolsüz gösterilerin sonucunda deyim yerindeyse ABD’ye yakınlığı ile bilinen liderler, Arap halkı tarafından devrilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD yönetimi, bölgede eski müttefiklerini kaybetmeye başladıktan sonra Suriye’de PKK/YPG terör örgütüyle, diğer ülkelerde ise devlet dışı aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. 

Bu çerçeveden bakıldığında bundan sonra ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir. Çünkü liderlerini deviren ve isyana devam eden Araplar arasında, söz konusu gösterilerin sonucunda elde edilen başarının ABD ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından müdahaleye uğraması ve kontrol altına alınması kaygısı hâkim olmuştu.

Öte yandan Orta Doğu’da tek NATO üyesi olan Türkiye’nin Libya’ya karşı sergilediği tutum dikkate alındığında Ankara, Libya’daki gelişmelerin 
başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika izlemiştir. Ardından yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek 

“ ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: 
Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli 
durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir.”verdiğini duyurmuştu. Türkiye, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos 2011 tarihinde Bingazi’yi ziyareti etmiş, Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 
300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını nakit olarak yardım yapmıştır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabet içinde olduğu analizleri yapılmıştır. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin Kaddafi sonrası Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske altında olduğu da söylenebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğuna işaret etmektedir. Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zararın olduğunu da dikkate almak gerekir. Böylece Ankara’nın, Libya krizindeki girişimlerine bakıldığında, bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının konjonktürel anlamda zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” 
şeklindeki pankartları öne çıktığı unutulmamalıdır. 

Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını zaman gösterse de, aslında Libya’daki yerel, bölgesel ve küresel bağlamındaki çok aktörlü bir sahaya dönüştüğünü ifade etmek mümkündür. 

Orta Doğu’da NATO Müdahalesi Çözüm mü? 

Orta Doğu’da süregelen gelişmelerin ve halk ayaklanmaları gibi olaylara bölgedeki müdahaleci güçlerin genellikle ABD merkezli organize ve koalisyonlara tanıklık edilmiştir. Ancak son dönemlerde bölgede ve özellikle Libya’da baş gösteren halk ayaklanmalarına yönelik ABD yerini dolaylı olarak NATO’ya bırakmak istediği söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Irak’ı işgalinden sonra bölgede oluşturduğu güvensizlik ortamının ve nispeten de olsa, uğradığı askeri başarısızlık Obama yönetimi döneminde değişim sürecine giren Arap ülkelerine askeri müdahalede bulunma cesaretinin kırıldığı görülmektedir. 

Bilhassa Arap kamuoyunda ABD’ye yönelik oluşan güvensizlik kırılan cesaretin önemli çizgilerden biridir. Washington yönetimi, Orta Doğu halkları arasında oluşturduğu müdahaleci ve işgalci imajını değiştirmek istediği için Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına sadece söylem ile NATO ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin adı altında harekâta geçmeye çalışmıştı. 

Kaddafi güçlerinin, Libya’daki göstericileri bastırmak amacıyla uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahalesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmüştür. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledebilirdi. Bu nedenle Libya’daki olayların ardından bölgedeki müdahaleci aktörlerin rol değişimine uğradığı değerlendirilebilir. Dahası Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. 
Finansmanını sağlayan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır. Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.

Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi dikkate alındığında, 2011 yılında Arapların yeni kurtarıcısı olarak nitelenen NATO’nun, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusunu gündeme getirmişti. 
Arapların NATO’nun müdahalesine olumlu yaklaşmalarını iki şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisi 20 Ekim 2011 tarihinde NATO güçlerinin yardımıyla Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından ülkeden çekilmesi, Arapların NATO’yu kurtarıcı olmasına ve sempati duymasına sevk ettiği söylenebilir. Çünkü ABD misali Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdikten sonra ülkeye yerleşmemiştir. Diğer neden ise, NATO örgütünün içinde Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin de içinde bulunması Arapların NATO’ya olumlu bakmasında önemli bir etken olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla, Libya’daki müdahalesinden sonra Arap ülkelerinde otoriter iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Araplara kurtarıcı olarak takdim edilmekteydi. Hatta Libya’dan sonra Suriye’ye müdahale olasılığı da tartışma konusu olmuştu. Aslında NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amaçlarından biri de, Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da 
başarılı olması NATO’ya motivasyon kaynağı olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. 

Sonuç

Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etse de iktidardan devrilmesini önleyememiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esed rejimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halkın safına geçtiği çok az sayıdadır. Bu bağlamda Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır. 

Öte yandan ABD tarafından kurulmaya çalışılan Arap NATO’sunun yükleneceği misyonun İran’a yönelik bir hamle olacağı ihtimali yüksektir. 

Peki, Arap NATO’su mümkün mü? Aslında Arap ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve diplomatik sorun ve krizlerin artığı bir dönemde ortak bir Arap gücünün kurulması uzak bir ihtimal olmasa da başarılı olacağı hususu tartışmaya meyyal bir konudur. Dolayısıyla Arap NATO’sunun kurulması; bölgesel olarak Orta Doğu’da ve Arap dünyasında yeni kutuplaşmalara ve askeri/siyasi liderlik rekabetinin derinleşmesine yol açabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 

Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

 Ali Semin, Yazar Hakkında, 

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

***

26 Ocak 2020 Pazar

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 6

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 6



5.2. Muhtemel Senaryolar

Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi 
Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi 
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu 
veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo 
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma 
sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen 
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.

Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek 
bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara 
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve 
dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki 
bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 
30 Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine 
gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt 
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati öne çıkmıştır.

Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili 
anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya 
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. 
Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden 
Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük 
ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye 
Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara 
karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini 
beyan etmiştir.

Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti 
tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. 
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. 

Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. 

Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır. 
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini 
muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş 
sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir 
ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.

Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye 
Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş 
hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha 
Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin 
ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed 
rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.

Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesi dir. 

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde 
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta 
Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü 
bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış 
yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini 
dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed 
rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine 
sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.

Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi 
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir. 
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar, 
bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas 
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar 
daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye 
girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında 
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir. 
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise 
Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.

Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından 
devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. 

Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda 
gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik 
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması 
Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet 
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre 
alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla 
Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.

Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye 
Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. 
Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da 
Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası 
koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası 
koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine 
bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi 
şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek 
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri 
büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye 
Ordusu Baas rejimini devirebilecek tir.

Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki 
kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla 
teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe 
alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların 
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca 
gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve 
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu 
kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha 
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed 
sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.

Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki 
yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin 
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların 
temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.

Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili 
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni 
çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda 
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma 
riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede 
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. 

Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın 
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.

Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması 
beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek 
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve 
uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir. 
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin 
ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde 
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi 
ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında 
aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle 
bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye 
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.

Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin varlığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan, 
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür 
Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir. 

Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça 
problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-Bağdat-
Hizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi 
temayüz edebilir.

Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı 
müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket 
eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda 
Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla 
yetinmeli dir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak 
insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması 
alanında ön plana çıkmalıdır.

Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en 
olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi 
Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir 
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde 
Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.

Sonuç

Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle 
ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin 
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. 
Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriyle 
birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak 
Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye 
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir. 
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin 
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri 
Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da 
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri 
arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini 
destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir 
mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken 
ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. 

Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri, ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda tutulmalıdır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eş güdüm sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.

Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. 

Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.

Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye 
toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi 
için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin 
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate 
alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik 
denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler almalıdır.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki 
faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. 

Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik 
hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir. 
Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, 
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz 
sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden 
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.

Kaynakça

“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3.

Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.

“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni 
Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım 2012, 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-
46c2a2b5ab66.

“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni”, 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477.

“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817.

“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Surywel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim tarihi: 15 Mart 2012, 
http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.

“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, http://ar.wikipedia.org.

“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504.

“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
15 Temmuz 2007, Odabasham,10.07.2012,
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.

“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye 
İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün 
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2012, 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/Ar5324.htm.

“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen 
Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi 
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 12 Temmuz 2012, 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html.

Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 
4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0.

Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012, 
Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915---quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.

“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html.

“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal, 
31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.

“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, 
The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.

“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti 
Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12 
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.

“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.

“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de 
Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012, 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.

“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.

“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri 
Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012, 
http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.

“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18 Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .

“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx.

“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs 2012, 
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.

“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, 
Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg.

“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012, 
Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.

“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.

Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar 
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 
25 Kasım 2012, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce 
Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.

“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.

“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10 Ekim 2011, 
http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.

“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-
Meclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı 
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional 
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.

“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10 Eylül 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.

“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa.

“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012, 
Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.


DİPNOTLAR;

1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, 
http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim:10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), 
http://www.middle-east-online. com/?id=108817, Erişim: 25.06.2012 
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), 
http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html,    Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: 
http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım 2012, 
http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syria-under-old-contracts.aspx , Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, 
http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran- middleeast,     Erişim: 08.11.2012 
7 Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, 
http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi 
8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), 
http://ar.syriancouncil.org/structure.html,    Erişim: 15.07.2012
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), 
http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan Etti), 
http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim: 10.11.2012
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada El-Suryye 
(Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), 
http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” 
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html 
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), 
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
14 A.g.e.
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), 
http://ar.wikipedia.org ,    Erişim: 15.07.2012
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında bir standart yoktur. Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 1000 arasında değişmektedir.
17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de SavaşanSilahlı Gruplar Kimdir), 
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/ 
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı, 
http://www.haber7.com/dunya/haber/915003-turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, 
http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
20 Ahrar El-Şam Tugayları , 
http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 ,    Erişim: 15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, 
http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- sham-falcons.php,    Erişim: 23.09.2012
22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012, 
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0,     Erişim: 29.10.2012
23 Tanklar Hama’ya Girdi, http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi , Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), 
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada 
Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
26 Suriye’den Flaş Karar, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar, 
Erişim: 25.05.2012
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi, 
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= ,    Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ ,     Erişim: 29.09.2012
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp,    Erişim: 25.07.2013.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 
http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448,      Erişim: 15.07.2012
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri ,    Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa ,    Erişim: 11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, Erişim: 
25.11.2012
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, 
http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), 
http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, 
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.

***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 5




Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin 
Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi 
doğrultusunda reform tavsiye ettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform 
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını 
kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı 
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam 
yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı 
Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar 
Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma 
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler 
göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform 
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir.

Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı 
ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki 
duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar 
tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini 
silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu 
değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin 
tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının 
değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır. 
Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir 
ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde 
tavır geliştirmiştir.

Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle 
muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği 
yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde 
değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs 2011 
tarihinde Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk 
etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır. 
Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş, 
Suriye’deki kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında 
kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı 
altında toplanmasına destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı destekleme ye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek 
yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli 
muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye 
krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir.

Esed iktidarının silahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başladığı 
Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel 
bir anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı 
çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 
Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte 
hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır.

Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında;

• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, 
Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini,
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını,
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini,
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını,
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.

2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. 

Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen 
eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya 
başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık 
Esed rejiminin bu dönemde PKK/KCK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu 
ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümündeki PYD’ye serbestlik tanıdığı 
yönündeki haberler basına yansımaya başlamıştır. 

Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde 
Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava 
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir.

Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar 
sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki 
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden 
bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından 
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır.

Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk 
vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı 
olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki 
hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın 
kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. 

Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan 
savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul 
edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır. 

Suriye krizi, sınırdaki yerleşim merkezlerine düşen top mermilerinin yanında 
Türkiye’de terör eylemlerine de yol açmaya başlamıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 51 kişi 
ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Saldırıda 452 işyeri, 293 konut, 62 araç ve 11 
kamu binası patlamadan dolayı hasar görmüştür. 

Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla 
derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi 
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK/KCK terör 
örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler 
ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki 
krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir.

Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. 
Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, 
Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan 
2 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan 
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini 
aşmış ve katlanarak artmıştır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru olanı 
yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali külfete 
yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa 
dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların 
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin 
güvenliği problemli hale gelebilir.

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi 
Başkanlığı’nın (AFAD) 22 Temmuz 2013 tarihli verilerine göre 500 bini aşmış 
durumdadır. Türkiye’deki sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, 
Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer alan çadırkent ve konteyner kentlerde barındırılmaktadır. Çadır kent ve konteyner kentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunduğu bilinmektedir.34

Suriyeli sığınmacı sayısı resmi kaynaklarca 500 bini aşkın olarak tespit edilse 
de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan yaklaşık 600 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Suriyeli 
sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla 
yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon 
bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü 
ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir.

Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. 

Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Sığınmacı sayısındaki 
artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye 
getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı 
olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı 
illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir.

Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin 
yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı 
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde 
Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan 
tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde 
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. 
Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, 
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir. 

Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli, 
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir.

Suriye’deki iç savaş PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğur
muştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye 
karşı örgüte destek vermeye yönelmesi PKK/KCK’ya bölgede hareket alanı 
sağlamıştır. Esed rejimi terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki 
Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu 
doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK/KCK da Esed 
rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile 
birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye 
çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan 
hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik 
etmekte, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda kendi güdümünde ilk etapta 
özerk bir yönetim tesis etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan terör örgütünün 
Suriye’de PYD adı altındaki faaliyetlerinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne 
tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir.

Esed rejimi, PKK/KCK’yı destekleyerek ve ülkenin kuzeyinde terör örgütü 
güdümündeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği 
yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed 
yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde 
yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri 
üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak 
suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda 
hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer 
taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani 
Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs 
etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos 
2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani 
ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve 
Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.35

Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına 
getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle birçok 
alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin 36 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.37 

Suriye’deki krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme 
süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür. 

Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara 
yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının 
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir.

Sığınmacılar meselesi, PKK/KCK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki 
ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin 
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave 
olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin 
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed 
rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed 
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir. 
İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli 
açıklamaları dikkat çekmiştir.

İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde 
haber ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki 
askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK/KCK’ya tahsis ettiği ve terör örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK/KCK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmekte dir. Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının çözüm 
sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli 
hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini 
öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara, 
iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde 
ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini 
değerlendirememiştir.

Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye 
çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor 
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması 
neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış, 
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye 
uğramıştır.

Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini 
desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğu-
batı doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda 
kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân 
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir. 

Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate 
alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki 
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilerek 
Türkiye topraklarında konuşlandırılması isabetli bir hareket tarzıdır. Patriotlar 
sayesinde caydırıcılık sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların 
ortaya çıkması engellenebilir. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin 
ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış” 
başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye 
Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna 
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken, 
%40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağının 
düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen 
cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında 
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı” 
cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “ doğru buluyorum”  şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih 
etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında 
Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen 
kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne 
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde 
sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan 
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin 
bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı 
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde 
bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve 
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.

Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli 
ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri 
kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları 
giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet 
Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük 
girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye 
muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.

Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir. 

Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki 
yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 4

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE,  BÖLÜM 4


     Suudi Arabistan ve Katar’ın yanı sıra Muhammed Mursi liderliğindeki 
Mısır’ın da son dönemde krizin çözüme kavuşturulması için diplomatik girişimlere yöneldiği gözlemlenmektedir. 30-31 Ağustos 2012 tarihlerinde 
Tahran’da düzenlenen 16. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılan Mısır 
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye’deki rejime karşı halka destek 
verilmesi yönündeki çağrısı Arap dünyasında büyük yankı bulmuştur. Mursi, 
Bağlantısızlar zirvesinde Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın katılacağı 
“Dörtlü Suriye Toplantısı” önerisinde bulunmuş, 17 Eylül’de Kahire’de 
Suudi Arabistan dışındaki üç ülkenin dışişleri bakanları bir araya gelmiştir. 
Suudi Arabistan toplantıya katılmamıştır. Toplantıda Türkiye ve Mısır Beşşar 
Esed’in iktidarı bırakmasını istemiş, İran ise bu isteği kabul etmemiştir. Dolayısıyla toplantıda bir karar alınamamıştır.

Suudi Arabistan’ın toplantıya katılmaması, Riyad’ın Esed rejiminin mutlak 
surette sona ermesi yönündeki duruşu ve Suriye’deki Kahire’nin rolüne bakışı 
ile ilgilidir. Suudi Arabistan, Mısır’ın bölgedeki eski konumuna geri dönerek 
Arap dünyasının merkezi haline dönüşmesinden rahatsız olmaktadır. Riyad, 
Esed sonrası Suriye’de İran’ın etkisini kıracak Sünni ağırlıklı bir iktidarın ortaya 
çıkmasını, bu değişimin de Suudi Arabistan’ın denetiminde gerçekleşmesini 
hedeflemektedir. Desteklediği Selefi unsurların Esed sonrası Suriye’de 
etkili olması için çaba sarf eden Riyad’ın Mısır’daki gibi Suriye’de de Müslüman 
Kardeşler’in iktidara gelmesinden memnun olmayacağı değerlendirilmektedir. 
Nitekim Müslüman Kardeşler’in eski lideri olan Mursi’nin bu tür 
girişimlerinde Suriyeli Müslüman Kardeşler’i desteklemek gibi bir amacın 
bulunduğu ifade edilebilir.

Suriye krizinin neden olduğu Esed rejiminin devamı ve son bulması şeklindeki 
iki yaklaşım, bölge ülkelerinin iki farklı blok halinde hareket etmesine yol 
açmıştır. Türkiye, Körfez ülkeleri ve diğer Arap devletleri Suriyeli muhalifleri 
desteklerken, İran, Hizbullah ve Maliki iktidarının Esed rejiminin yanında yer 
alması bölgede Sünni ve Şii bloklar arasında bir mücadele olduğu izlenimine 
sebebiyet vermiştir. Özellikle Irak’ın iç ve dış politika uygulamalarındaki değişimlerin böyle bir izlenimin oluşmasına hizmet ettiği ifade edilebilir.

Irak’taki Maliki iktidarının iç siyasette ve dış politikadaki tercihleri, Suriye 
krizi sürecinde bölgesel bir Şii-Sünni gerilimi intibaının ortaya çıkmasında 
etkili olduğu değerlendirilebilir. Nitekim krizle aynı dönemde, Irak Başbakanı 
Nuri El-Maliki ülkedeki Sünni politikacıları terör örgütü kurmakla suçlamış, 
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında tutuklama ve yurtdışına 
çıkma yasağı çıkarmıştır. Suriye krizi sürecinde Irak’ın dış politikada da İran 
eksenine yaklaştığı, Esed rejimine dolaylı destek vermeye başladığı ve Ankara 
karşıtı bir çizgiye kaydığı fark edilmiştir.

4. Krizin Küresel Etkileri

Arap Birliği’nin Suriye’deki krize yönelik çözüm girişimlerinin sonuçsuz kalması, 
krizin BM’ye taşınmasına yol açmıştır. 24 Şubat 2012 tarihinde BM 
Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabî 
tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulması için 
Kofi Annan’ın BM-Arap Birliği ortak özel temsilcisi olarak atandığı duyurulmuştur. 
Annan, BM Genel Kurulu’nun 16 Şubat’ta aldığı 66/253 sayılı karar 
gereğince özel temsilci olarak atanmıştır. Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesinin 
beklendiği bir dönemde, BM ve Arap Birliği’nin Annan’ı özel temsilci 
olarak ataması, İran, Rusya ve Çin’in Suriye yönetiminin yanında yer almasından dolayıdır.

10 Mart 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği’nin özel temsilcisi Kofi Annan, 
Şam’ı ziyaret ederek Esed ile görüşmüş ve 16 Mart’ta Esed iktidarı ile muhalefet 
arasında ateşkesin sağlanması için 6 maddelik bir barış planı sunmuştur. 
Annan Planına Şam yönetimi 27 Mart 2012 tarihinde olumlu cevap vermiş, 
planın uygulanması için 12 Nisan’da ateşkes ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, 
Suriye’ye 250 kişiden oluşan bir gözlemci görevi atama kararı almış ve 
ilk aşamada 16 Nisan’da 30 gözlemci gönderilmesini onaylamıştır. Sonrasında, 
BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun planlanan gözlemci sayısının 250 kişiden 
300’e yükseltilmesini talep etmiştir. Planda yer alan maddeler şunlardır:

• Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine cevap verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak bir siyasi süreç için 
özel temsilciyle (Kofi Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse (müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek.
• Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması (bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır 
silahlar kullanmaya son vermesi ve askerlerini geri çekmesi, muhalefetin ve Suriye’deki diğer unsurların saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği 
yapması).
• İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak uygulanmak üzere günde iki saat insani yardım için çatışmaların durdurulması.
• Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması.26
• Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması.
• Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması.

BM Güvenlik Konseyi öncülüğünde Suriye’deki şiddeti durdurmak ve Esed 
rejimi ile muhalifler arasında ateşkesi sağlayarak, siyasi bir geçiş süreci tesis 
etme amacıyla yola çıkan Kofi Annan, 3 Ağustos 2012 tarihinde istifa ettiğini 
açıklamış ve 31 Ağustos’ta da görevinden resmen ayrılmıştır. Annan’ın yerine 
Cezayirli eski diplomat El-Ahdar İbrahimi atanmıştır.

İbrahimi görevi devraldıktan sonra Suriye konusunda başarılı olmasının 
imkânsıza yakın olduğunu açıklamıştır. İbrahimi’nin başarısız olan BM Suriye 
planı üzerinde göreve başladığı ve yeni bir öneriyle gelmediği dikkate 
alındığında uluslararası toplumda Suriye krizini çözme konusunda belirgin bir 
isteksizlik olduğu göze çarpmaktadır. Bölgesel düzeyde çözüm arayışlarının 
başarısız olmasından sonra BM’nin devreye girmesiyle küresel düzeye taşınan 
Suriye krizi çözümsüzlüğe mahkûm edilmiştir. Krize müdahale edebilecek 
Avrupa Birliği ve NATO ise BM sistemi dışındaki aktörler de Suriye’deki 
halk hareketine söylemde destek verse de çözüm konusunda bir tutum geliştirmemiştir. 

2012 yılının Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimi, Avrupa’daki 
ekonomik kriz ve bölgedeki gelişmeler (Irak, Mısır, Libya, Yemen ve 
İran’ın nükleer programından kaynaklanan kriz) Suriye’nin iç dinamikleriyle 
birlikte değerlendirildiğinde krizin belirli bir süre daha devam edeceği değerlendirilebilir.

BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye krizinin çözümü doğrultusunda gündeme 
getirilen öneriler ve karar tasarıları Esed rejimini desteklemeye devam 
eden daimi üyeler Rusya ve Çin tarafından veto edilmiştir. Suudi Arabistan 
ve Katar’ın Arap Birliği vasıtasıyla başlattığı ve Güvenlik Konseyi’ne taşınan 
girişimler Konsey’den geri dönmüştür. Arap Birliği’nin Suudi Arabistan ve 
Katar öncülüğünde Güvenlik Konseyi’ne taşıdığı Suriye’de ateşkesin sağlanması 
amacıyla Arap Barış Gücü’nün teşkil edilmesi, insani yardım koridoru 
açılması, ülkede tampon/güvenli bölge oluşturulması, Beşşar Esed’in iktidarı 
yardımcısına devretmesi (Yemen Modeli) gibi öneriler ABD ve Batılı devletler 
tarafından desteklenirken Rusya ve Çin muhalefetiyle karşılaşmıştır.

Suriye krizinin bu nedenle küresel aktörler arasında bir anlaşmazlığa dönüştüğü 
ve güç mücadelesini doğurduğunu ifade etmek mümkündür. ABD’nin 
Afganistan müdahalesi ve Irak işgalinin ardından Orta Doğu’daki Rus nüfuzunun 
ciddi biçimde zayıfladığını fark eden Kremlin, Suriye meselesinde 
ABD, İngiltere ve Fransa ile rekabete girmiş durumdadır. Rusya’nın Çin ile 
birlikte Esed rejimine karşı BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirilen karar 
tasarılarını veto etmesi ve Esed iktidarının devamı doğrultusunda irade 
göstermesi Suriye üzerinde küresel aktörlerin bir güç mücadelesine girdiğini 
göstermektedir.

Arap uyanışı sürecindeki krizlerde ABD’nin ön planda olduğu bir dönem beklenirken, ABD ve Batılı ülkeler beklentilerin aksine diplomatik söylemler 
dışında büyük ölçüde çekimser kalmıştır. ABD, Orta Doğu’daki krizlere doğrudan 
müdahale etmekten imtina etmiş, müdahalenin NATO ile gerçekleştirilmesi 
yönünde bir duruş sergilemiştir. NATO liderliğindeki uluslararası koalisyon 
güçlerinin Kaddafi rejimine karşı müdahale ettiği Libya krizi bu açıdan 
örnek oluşturmuştur. Suriye krizinde de ABD’de askeri müdahale konusunda 
belirgin bir isteksizlik ve kararsızlık gözlemlenmektedir. Ancak Washington, 
Suriye’deki Baas iktidarının demokratik hak ve özgürlük talepleriyle gösteriler 
düzenleyen halka ateş açmasının ardından Esed rejimi aleyhinde tutum 
geliştirmeye başlamıştır.

Esed rejiminin silahsız muhalefet hareketine karşı şiddete tevessül etmesiyle 
ABD Başkanı Barack Obama ilk kez 18 Ağustos 2011 tarihinde Esed’in 
istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir.27 Daha sonra Washington, Suriye Ulusal 
Konseyi’ni tanımış, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye kriziyle ilgili 
katıldığı tüm toplantılarda Suriye muhalefetini desteklediklerini belirtmiştir. 
ABD, Suriye muhalefetine 45 milyon dolarlık bir yardım sözü vermiştir. 28 
Eylül 2012 tarihindeki 67. BM Genel Kurulu’na hitap eden Clinton, ABD’nin 
muhalefete sağladığı 45 milyon dolarlık yardımın 15 milyon dolarlık kısmının 
silah dışındaki donanımlardan oluşacağını ve ağırlıklı olarak iletişim cihazları 
içereceğini açıklamıştır. Clinton, yardımın 30 milyon dolarlık kısmının ise Suriye 
ordusu ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında yaşanan çatışmalardan 
zarar görenlere dağıtılacak insani yardım olduğunu beyan etmiştir.28

Suriye krizinde Esed rejiminin devrilmesi durumunda ABD; krizin kötüye gideceği, ülkenin bölünerek iç çatışmaya sahne olabileceği ve böyle bir krize 
müdahalenin insani ve mali kaybının büyük olacağı yönünde kaygılar taşımaktadır. 
Suriye muhalefetindeki birlik sorununun ve Esed sonrası Suriye’deki 
sürecin belirsizlikler içermesinin ABD’nin krize müdahale etme konusunda 
kararsız kalmasına yol açtığı değerlendirilmektedir. Nitekim Afganistan ve 
Irak’tan çıkarılan dersler Amerikan karar mercilerinde bu yöndeki fikirleri 
desteklemekte, Washington’ın müdahaleye sıcak bakmasını engellemektedir. 
Washington, Suriye’ye müdahale konusunda dikkate alacağı kırmızı çizgiyi, 
Esed rejiminin kimyasal silah kullanması olarak beyan etmiştir. 

Hillary Clinton’ın 2 Kasım 2012 tarihinde Hırvatistan gezisi sırasında Suriye 
Ulusal Konseyi’nin yapısına ilişkin yaptığı eleştiriler, Washington’ın krize 
giderek daha fazla müdahil olabileceğine işaret etmiştir. Clinton, 4-7 Kasım 
tarihleri arasında gerçekleşen Doha Kongresi öncesi Konsey’in temsil niteliğinin 
zayıf olduğunu, Konsey’de Esed rejimine karşı ülke içinde mücadele 
eden unsurların temsil edilmediğini ve daha kapsayıcı bir muhalefet cephesinin 
oluşturulması gerektiğini beyan etmiştir. ABD bu anlayış doğrultusunda, 
Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal 
Koalisyonu’nun Suriye’nin tek temsilcisi olduğunu belirtmiştir.

19 Temmuz 2013 tarihinde ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey iki 
senatörün Washington’ın Suriye’deki muhtemel hareket tarzına ilişkin sorularına 
mektupla verdiği cevapta Suriye krizi konusunda beş seçenekten bahsetmiştir. 
Dempsey’in sunduğu mektuptaki seçenekler özetle söyledir:

“-Muhalefete eğitim, danışmanlık ve yardım: Bu seçenek ölümcül olmayan 
gücü kapsıyor. Eğitim, istihbarat ve lojistik sunabiliriz. Tercihe göre birkaç 
yüz ile birkaç bin arasında personel gerekir. Maliyet buna göre değişir ama 
başlangıçta yılda 500 milyon dolar öngörülebilir.

-Uzaktan sınırlı vurucu operasyonlar: Rejimin hava savunması gibi askeri tesislerine havadan ve füze sistemleriyle kendi istediğimiz tempoda saldırılar 
düzenlenebilir. Bunun için yüzlerce uçak, gemi ve denizaltı gerekir. Maliyet 
milyarlarca dolara ulaşabilir. Zamanla rejimin yetenekleri azalacaktır. Fakat 
hasarın sınırlı olması, misillemeye maruz kalma ve sivil kayıplar gibi riskler 
var.

-Uçuşa yasak bölge: Rejimin uçaklarının da imha edilmesini içeren bu seçenek 
için de yüzlerce uçak ve gemiye ihtiyaç var. Maliyeti bir yıl boyunca her 
ay ortalama bir milyar doları bulabilir. ABD uçaklarının düşmesi, bu nedenle 
Suriye’ye kurtarma için kara birlikleri de gönderme riski var. Üstelik bu da 
ülkede şiddeti azaltmaya, dengeyi muhalefet lehine çevirmeye yetmeyebilir. 
Zira rejim büyük oranda havan, top ve füze gibi yer kaynaklı ateş gücüne 
dayanıyor.

-Tampon bölge: Belirli sınır bölgelerini, muhtemelen Türkiye ile Ürdün sınırlarını 
korumak için uçuşa yasak bölge de gerekli olacaktır. Buna ek olarak 
binlerce Amerikan askerinin karada kullanılması gerekebilir. Maliyet ayda bir 
milyar doların üstüne çıkacaktır. Zamanla muhalefetin yetenekleri gelişir, insanların acısı azalabilir, Türkiye ve Ürdün’ün üstündeki baskı bir nebze azalır. 
Fakat uçuşa yasak bölgenin risklerinin yanı sıra, daha konsantre bir yerleşim 
olacağından rejimin ateş açması durumunda göçmen kaybı sayısı artar. Bu 
bölgeler aşırılık yanlılarının operasyon üsleri haline de dönüşebilir.

 -Kimyasal silahların kontrolü: Asgari düzeyde bile uygulansa bu seçenek için 
uçuşa yasak bölgenin yanı sıra, yüzlerce uçak ve gemiyle saldırılar gerekecektir. 
Binlerce özel kuvvetler mensubu ve diğer kara güçlerinin kritik tesislere 
saldırıp kontrol altına alması gerekebilir. Maliyetler ayda bir milyar doları 
aşabilir. Tüm kimyasal silahlar kontrol altına alınamaz. Fırsattan yararlanan 
aşırılık yanlıları bunların bir kısmını ele geçirebilir.”29 

Dempsey’in sıraladığı seçeneklerde maliyet ve risklere yapılan vurgu, 
ABD’nin müdahaleye sıcak bakmayacağına işaret etmektedir. Nitekim ABD 
Dışişleri Bakanı John Kerry, 7 Mayıs 2013 tarihli Moskova ziyareti sırasında 
Sergey Lavrov’la Suriye’de siyasi diyalog çerçevesinde bir geçiş süreci konusunda mutabakata varmıştır. Bu mutabakat doğrultusunda Washington, 2. 
Cenevre Konferansı’nda Esed rejimi ile muhalefet arasında görüşmeler gerçekleştirilmesi için irade göstermiştir. 

Suriye krizinde Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde Arap Birliği ve Batılı ülkeler 
tarafından desteklenen ve Esed rejimine karşı bir dış müdahalenin önünü 
açabilecek karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. ABD ve diğer Batılı 
ülkelerin zayıf da olsa Suriye’de rejim değişimi doğrultusunda irade göstermesi 
karşısında Rusya, Esed rejiminin ayakta kalması için çaba göstermiştir. 
Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası süreçte ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde 
Orta Doğu bölgesindeki nüfuzunu yitirmesi, Moskova’nın Suriye krizindeki 
tutumunda etkili olmuştur. Zira Irak işgalinden sonra Rusya’nın bölgede varlık 
gösterdiği tek ülke olarak Suriye kalmıştır. Rusya’nın Akdeniz’deki tek 
askeri üssüne ev sahipliği yapması Suriye’yi ise Moskova için siyasi ve ekonomik alanın ötesinde stratejik açından değerli kılmaktadır.

Kremlin’le birlikte hareket edebilen bir Suriye, Rusya’ya Orta Doğu siyasetinde 
etkinlik katmaktadır. Moskova’nın Esed ailesiyle Soğuk Savaş dönemine 
kadar uzanan yakın ilişkileri Suriye’yi Rusya’nın Orta Doğu siyasetinde kritik 
bir konuma yerleştirmektedir. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Suriye’yi 
İsrail’e karşı desteklemek gibi bir hedef söz konusu olmasa da Rusya bu ülkeye 
Orta Doğu’daki çıpası nazarıyla bakmakta, Esed rejimi de uluslararası 
arenada Moskova’yı çeşitli vesilelerle desteklemektedir. Örneğin 2008’deki 

Rusya-Gürcistan savaşında Şam, Moskova’nın hareket tarzını açıkça desteklemiştir.

Suriye Arap ülkeleri arasında Rusya’nın önemli ticari ortaklarından biridir. İki 
ülke arasındaki ticaret hacmi Rusya’nın Arap ülkeleriyle olan toplam ticaret 
hacminin %20’sine tekabül etmektedir. Suriye’de halk hareketinin başladığı 
2011 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1.92 milyar dolar düzeyindeyken, 
Rus şirketlerinin Suriye’de yaptığı yatırım 20 milyar dolar büyüklüğündedir.
30 Suriye, aynı zamanda Rusya’nın silah sistemleri ihraç ettiği önemli 
pazarlardan biridir. Suriye silahlı kuvvetlerinin envanterindeki silah sistemlerinin 
önemli bir bölümü Rusya menşelidir.

1971 yılında Sovyetler Birliği ile Suriye arasında imzalanan ikili anlaşma çerçevesinde Rusya, Suriye’nin Tartus limanında bir deniz üssü bulundurmakta dır. Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesinde tek deniz üssü olan Tartus üssünde 
Rus donanmasına ait nükleer silah taşıyan savaş gemileri konuşlandırılmakta, 
üs sayesinde Moskova Orta Doğu’daki askeri varlığını sürdürebilmektedir.

Rusya, bölgesel ve küresel güç hesaplarını Suriye üzerinden yürütmeye çalışmaktadır. 
Bu nedenle Rusya’ya Suriye vasıtasıyla bölge üzerindeki nüfuzunun 
devam ettirebilmesi için bir teminat verilmediği müddetçe Moskova Esed 
rejimini desteklemeye çalışacaktır. Rusya’nın Suriye’deki halk hareketini 
kendi toprak bütünlüğüyle de ilişkilendirdiği ifade edilebilir. Moskova, Esed 
rejiminin devrilmesi halinde Suriye’deki halk hareketinin kendi egemenliği 
altındaki Müslüman halklara emsal teşkil edebileceğini değerlendirmekte, 
benzer bir ayaklanmanın Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkabileceği yönünde 
kaygı taşımaktadır. Çin de benzer kaygılara sahiptir.

Kremlin’in Arap ülkelerindeki değişim sürecinde ABD ve Batılı ülkelere karşı 
konumunu güçlendirmeye ve Batıdan bazı imtiyazlar elde etmeye çabaladığı 
değerlendirilebilir. Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne Aralık 2011’de kabul 
edilmesi ve Ağustos 2012’de örgüte üye olarak alınması Moskova’nın Suriye 
politikası ile ilişkilendirilebilir.

Kriz sürecinde Esed rejimi yanlısı tutumu Moskova’nınki kadar belirgin olmasa 
da Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile birlikte Esed rejimi aleyhindeki 
karar tasarılarını şimdiye kadar iki kez veto etmiş, Esed rejiminin varlığını 
sürdürmesine destek olmuştur.

Çin’in Suriye’ye müdahaleye imkân tanıyabilecek karar tasarılarını veto etmesinin altında çeşitli nedenler vardır. Pekin’in Suriye krizinde Rusya ile 
birlikte hareket ederek Batının karşısında yer alması ABD’nin Asya-Pasifik 
stratejisine duyduğu tepki ile ilgilidir. Obama yönetiminin, 2012 yılının Ocak 
ayında açıkladığı diplomatik, stratejik ve ekonomik yatırımlarda ABD’nin 
Asya-Pasifik bölgesine ağırlık verme hedefi Pekin’i rahatsız etmiştir. Çin’in 
veto tercihi Washington’ın Tayvan politikası da göz önünde bulundurularak 
değerlendirilmelidir. ABD’nin Tayvan’a silah satması Çin’i tedirgin etmektedir. 
Çin vetosunun altında yatan diğer bir nedenin de ABD’nin Tibet’le olan 
ilişkilerinden kaynaklandığı ifade edilebilir.

Bu nedenler hesaba katıldığında, Pekin’in Esed rejimini desteklemesi ve Esed 
rejimi aleyhinde Güvenlik Konseyi nezdinde başlatılan girişimleri engellemesinin 
büyük ölçüde ABD-Çin hattında temayüz eden siyasi, ekonomik ve askeri güç mücadelesinden ileri geldiği öne sürülebilir. Pekin, Pasifik stratejisine 
karşılık Rusya ile birlikte ABD’nin Orta Doğu’daki nüfuzunu dizginlemeye 
yönelik politika izlemekte, İran’dan ithal ettiği enerjide kesinti yaşanmamasını 
temin etmeye çalışmaktadır.

5. Krizin Türkiye’ye Etkileri Ve Muhtemel Senaryolar

5.1. Krizin Türkiye’ye Etkileri

Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattına sahip 
komşusu Suriye’dir. İki ülke arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda 
Akdeniz’e kadar uzanır. Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar 
altı ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülke arasında ekonomik ve güvenlik 
alanlarında coğrafi yakınlıktan ileri gelen karşılıklı bağımlılık söz konusudur. 
Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün ve diğer Arap ülkelerine açılan kapısı konumundadır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında 
akrabalık bağları vardır.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin yakın geçmişine bakıldığında Hatay meselesi ve 
su sorununun öne çıktığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda ise ikili ilişkilerdeki 
en önemli problem Hafız Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı destek 
olmuştur. Suriye terör örgütünün uzun süre Beka Vadisi’ndeki faaliyetlerine 
müsaade etmiş, örgüte himaye sağlamıştır. Şam yönetiminin örgüte sağladığı 
destek nedeniyle iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, Ankara’nın gösterdiği tepki 
neticesinde 1998 yılında PKK terör örgütü lideri Öcalan, Suriye topraklarından 
çıkarılmıştır. Öcalan’ın sınır dışı edilmesiyle Türkiye-Suriye arasında 20 
Ekim 1998 tarihinde Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği Antlaşması imzalanmış, ikili ilişkiler normalleşmeye başlamıştır.

Adana Mutabakatı’nın ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 
yılında Hafız Esed’in cenazesine katılması iki ülke arasındaki karşılıklı diplomatik 
ziyaretlere öncülük etmiştir. Bu dönemde cereyan eden uluslararası 
ve bölgesel gelişmeler Suriye’nin dış politika vizyonuna etki etmiş, ABD’nin 
2003’te Irak’ı işgal etmesi Şam’ın güvenlik kaygılarını artırmıştır. Suriye, 
Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile 
ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır. ABD işgalinin ardından 
Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye ve Suriye’yi ortak tehditlerle karşı 
karşıya bırakmış, iki ülke Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ortak politikalar 
geliştirmiştir. 2004 yılında gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretlerin 
ardından iki ülke arasında serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır.

Hariri suikastını takip eden süreçte Suriye uluslararası tecride maruz kalmış, 
Türkiye ise Şam yönetimiyle ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir. 2005 senesinde ABD’nin tepkisine rağmen Cumhurbaşkanı Sezer ve 2007’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Şam’ı ziyaret etmiştir. Türkiye bu dönemde bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi amacıyla Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimine başlamış, taraflar arasında doğrudan görüşmelere zemin hazırlamıştır. 
Ancak İsrail’in 2006 yılında Lübnan’ı işgali ve 2009’da Gazze’ye saldırması 
Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır. Ankara, 2009’da Bağdat’taki 
bombalı saldırılar nedeniyle Suriye-Irak arasında ortaya çıkan gerilimi yatıştırmak maksadıyla da devreye girmiştir. Bağdat-Şam arasında mekik diplomasisi yürüten Türk yetkililer iki ülke arasında uzlaşmanın teminine çalışmıştır.

Türkiye ve Suriye kara kuvvetleri karşılıklı dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek için 26 Nisan 2009 tarihinde Kilis’teki Yüksektepe Hudut Karakolu 
ile Suriye’nin Şamarin-Azez bölgesinde ortak bir tatbikat icra etmiştir.31 Şam 
yönetimi, Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı Kürt açılımına destek vermiş, 
açılım kapsamında terör örgütü mensubu Suriyelilerin dağdan inmeleri halinde 
affedilebileceğini beyan etmiştir. İki ülke arasında yine 2009’da Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, Konsey’in ilk toplantısı 
aynı yıl içinde gerçekleştirilmiştir. İlk toplantıda dış politika, ekonomi, 
sulama, eğitim ve ulaşım alanlarında karşılıklı müzakereler yapılmış, bu kapsamda 50 protokol, proje ve mutabakat zaptı kararlaştırılmıştır.32 Ortak kabine toplantılarının ardından iki ülke karşılıklı vize uygulamasını da kaldırmıştır.

Siyasi açıdan ilerleme kaydeden Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülke arasındaki 
ticaret hacminin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamıştır. Özellikle Yüksek 
Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmasının etkisiyle ticari ilişkilerde belirgin 
bir artışın yakalandığı gözlemlenmiştir. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret 
hacmi bir önceki yıla göre %30 artarak 2,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır.33 
Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerindeki ekonomi canlanmış, Türkiye’ye 
gelen Suriyeli turist sayısı ve Suriye’deki Türk yatırımcıların sayısı artmıştır. 
İkili ekonomik ilişkilerdeki gelişme, Orta Doğu’da istikrara katkı sağlayacak 
ekonomik bir entegrasyonun gerçekleşebileceği yönünde beklentiler ortaya 
çıkarmış, bölgede Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü kapsayan bir serbest 
bölge oluşturulması gündeme gelmiştir.

Dolayısıyla Türkiye-Suriye ilişkileri uluslararası ve bölgesel şartların etkisiyle 
ve iki ülkedeki siyasi iktidarların tercihleriyle nispeten kısa bir süre içinde 
gelişme göstermiştir. ABD’nin Irak’ı işgaliyle güvenlik kaygıları artan ve 

Hariri suikastı sonrası gerek Batılı ülkeler gerekse Arap dünyası tarafından 
tecride maruz kalan Suriye, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmıştır. 
Beşşar Esed iktidarı, Batı ile ilişkilerinde ve ekonomik kalkınma hedefi 
bağlamında Türkiye’nin desteğinin değerli olduğunu fark etmiştir. Türkiye, 
ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi 
amacıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde irade göstermiştir. PKK/
KCK terör örgütünün lider kadrosunun ve militanlarının önemli bir bölümünün 
Suriyelilerden oluşması, bölgede İran’la devam eden rekabet ve Arap 
dünyasıyla artan ticari ilişkiler Suriye’yi Türkiye için önemli kılmıştır. Suriye 
Türkiye’nin Arap dünyasıyla gerçekleştirdiği ticarette geçiş ülkesi haline 
gelmiş, Ankara bu dönemde Şam yönetiminin de desteğini alarak bölgedeki 
konjonktüre PKK/KCK aleyhinde yön vermeye başlamıştır.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça iyi düzeyde olduğu böyle bir dönemde, 
Orta Doğu’da Arap uyanışı süreci baş göstermiştir. Türkiye, Arap ülkelerinde 
demokratik ve ekonomik hak ve hürriyet talepleri ile ortaya çıkan halk hareketlerine destek vermiştir. Türk dış politikasının halk hareketleri lehindeki 
duruşu Suriye krizinde ise problemli bir zeminle karşılaşmıştır. Suriye’deki 
muhalefet hareketinin Esed rejimine karşı netice alamaması, krizin iç savaş 
halini alarak bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşmesi Türkiye’yi güney 
sınırında ciddi bir sınavla karşı karşıya bırakmıştır. Kriz, Türkiye’nin güvenliğini 
tehdit etmekte, Ankara’nın bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini, Orta 
Doğu’daki siyasi ve ekonomik alanlarda tesis ettiği işbirliği süreçlerini olumsuz 
etkilemektedir.

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***