3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


ORSAM: Bize kendinizle ilgili bilgi verebilir misiniz? 
       Hüsamettin Türkmen10*: 
10*. Türkmen Milliyet çi Hareketi Başkanı Hüsamettin Türkmen 28 Eylül 2010

1953 Kerkük doğumluyum. İlk ve ortaokulu Kerkük’te okudum. Gençlik hayatımda sporla ilgilendim. Irak birinci lig takımlarından olan Kerkük 
Takımında oynadım. Siyasi hayatla tanışmam ve Türkmen davasıyla ilgilenmem de bu günlere dayanıyor. 1969 senesinde iki defa emniyetle tanıştım. 
Kerkük’te gençleri toparlayıp emniyete götürüyorlardı. 
Emniyete alınmanızdaki sebep nedir? Gençliğimin geçtiği mahallede Baas Partisi teşkilatlanmıştı. Biz de Türkmen davası savunucuları olarak Baas teşkilatlanmasına karşıydık. Sonuçta Baas rejiminin Türkmen lehinde bir sonucu düşünülemezdi. Adı üstünde Arap-Baas Partisiydi. Biz 14 Temmuz 1959 katliamını yaşayan kuşaktık. Ben o zamanlar6 yaşındaydım. Eski köprübaşında krallık rejimine son veren 14 Temmuz 1958 Irak ihtilalının birinci yıl dönümü kutlamaları için Türkmenler olarak yürüyüş yapılıyordu. Ortalık bir anda karışmıştı. Biz ise saklandığımız herhangi bir evin bahçesinden yapılan katliamı seyrediyorduk. 

Tanık olduğunuz katliamda neler yapıldı? 
Bize biraz bahsedebilir misiniz? 

Bulunduğum bölgeden baktığımda ilk olarak İmam Kasım Polis Merkezine ateş açıldı. Ateşin etkisiyle yürüyüş yapan topluluk dağılmaya başladı. Biz Eskiköprü üzerinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, kortejin bir kısmı Atlas Caddesi istikametine ulaşmıştı. O nedenle Osman Hıdır’ın hunharca katledilmesi noktasında biz yoktuk. Kortej uzundu ve her noktadan ateş açılıyordu. Biz evlerin bahçelerine saklanmıştık ve katliamı seyrediyorduk. 

Neler yapıldı katliamda, nelere şahit oldunuz? 

Komünist Kürtçü gruplar ellerinde halat, zincir, satır ve bıçaklarla sağa sola saldırıyorlardı. Kargaşa da ellerine düşen Türkmenler hırpalanıyor ve öldürülüyordu. Böyle zulüm görülmemiştir. Müslümanlarda kurban kesiminde dahi bir adap vardır. Kurbanının başı kıbleye döndürülür ve kesim işlemi yapılır. Ama burada hayvana duyulan saygıyı bırakın insanlık adına yüz kızartan manzaralara şahit oluyorduk. 6-7 saat sonra biz evlerimize ulaşmıştık. Birkaç gün sonra olaylar hafifledi. Beşinci günün sonunda Irak merkezi hükümet tarafından askerler bölgeye gönderildi ve katliam durduruldu. 

Ailenizden kimseyi bu katliamda kaybettiniz mi? 

Katliamda biz ailemizden kayıp vermedik. Yaralananlar vardı. Biz ailecek esas sıkıntıyı ağabeyimi istediklerinde yaşadık. Ağabeyim eski teşkilatların 
içerisinde yer alıyordu. Onun peşinde çok koşturdular. Eskiden evler şimdikiler gibi değildi. Evlerden evlere geçişler vardı. Ağabeyim hep hazırlıklı beklerdi ve ufak bir hareketlenme olduğunda kaçmasına yardım etmeye çalışırdık. 
Zaten evlerimizde silah mevcuttu, kendimizi savunmak zorundaydık. Bu katliamdan sonra Irak Hükümetinin hakkımızı arayamayacağını biliyorduk. Kerkük’te Türkmenlere karşı teşkilatlanma da başlamıştı. Ortalık gergindi ve 
Türkmenlerde kendi içlerinden katliamın intikamını almak için bazı girişimlerde bulunacaktı. Hiç unutmam ve bunu birçok Türkmen dile getirmez ama ben sizinle paylaşayım. Kerkük’te katliamdan sonra Türkmenlerin teşkilatlanmasını 
sağlayan iki kişi vardı. Bunlardan birincisi Hasan Hancı ikincisi de meydanda hamamı bulunan Hamamcı Menef’ti. Hamamcı Menef ve Hasan Hancı birlikte otururlarken Mehmet Çamurcu adındaki genç bir oğlana Mehmet Emin    Şerbetçi’yi   öldürmesi gerektiğini söylerler. Neden Mehmet Emin Şerbetçi diyecek olursanız, 
Şerbetçi Kürtçü komünistlerin başıdır. Bir gün evden ekmek almak için dışarı çıktığımda birkaç el silah sesi duyuldu ve Mehmet Emin Şerbetçi 
öldürülmüştü. 

Ne zaman oldu bu olaylar? 

Katliamdan 3-4 gün sonra. Teşkilat intikam almak isteyen Türkmenler tarafından oluşturuldu sonra hare hare yayıldı. Büyük ve küçük abim bu teşkilat içerisinde yerlerini aldılar. Kürtçü Komünistlerin karşısında intikam tugayı gibiydi. 
Durum böyle olunca Kerkük’te Kürt kalmadı, ölen öldü, kaçabilenler gitti. Bu kargaşa 8 Şubat 1963 tarihinde yapılan ihtilalle Abdulkerim Kasım 
diktatörlüğü nün devrilmesi ve yönetimin Yarbay Abdusselam Arif’in devralmasıyla sona erdi. Ayrıca 1959 Musul-Kerkük katliamını yapanların 
elebaşları idam edildi ve Türkmenlerin güveni yeniden kazanılmaya çalışıldı. Fakat daha sonraları Baas Partisi duruşunu değiştirdi. Çünkü Türkmenler örgütleniyordu. Komünizme karşı olan Arap milliyetçileri de Türkmenlerin 
yanında yer alıyordu. Musul meselesinde de keza Kerkük Türkmenleriyle birleşmesi Baas Partisini tedirgin ediyordu. 1970 senesinde rahmetli 
Abdullah Abdurahman bize çok güzel bir şey anlattı. Dedi ki: “Irak’ta Dışişleri Bakanlığında bir daire var ve bu dairede eski İngilizlerin bıraktığı bir yazı ve bu yazıda Irak’ın üç milletli olduğu ve azınlıklardan oluştuğunu yazıyor”. Bahsi geçen üç milleti sorduğumuzda “Arap, Kürt ve Türkmenler” diyerek evrakı gösteriyordu. Arap milletiyle ilgili açıklamalarda, Arapların Irak topraklarının sahibi olduğu yazıyordu. Gerekçe olarak nüfus çoğunluğuna Arapların sahip olması gösteriliyordu. Kürtler için yazılanlarsa bir hayli şaşırtıcıydı. Kürtlerin her zaman dağa çıkıp yol kestiklerini, merkezi hükümete karşı geldiklerini anlatıyor du. Türkmenler için ise çok akıllı, çalışkan, tahsilli insanlar olduklarını 
yazarıyordu. Türkmenlerin çoğunun Irak ordusunda üst düzey subay olduklarını,  araştırmalarda ticaret ve genel kültür açısından önde olduklarını gösteriyordu. Bu milletin arkasında güçlü bir devlet var. Türkiye Cumhuriyeti. 
Onun için “her gelen rejim bu milleti yaşatmamalı” yazıyordu. Bu metinleri Abdullah ağabey bilir. Bize bir kütüphanede toplantı yaparken okutmuştu. Şimdi düşünüyorum da bütün bu teşkilatlanmalar, toplantılar yapıldı. Peki, neden 
Türkmen davası istediğimiz noktaya gelemedi. Yapılan teşkilatlanmalar kök salamadı. 1980’li yıllarda Türkiye ile de görüşmelerimiz oldu. 

Bu konuya geçmeden önce siz Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldiniz? 

1973 senesinde Türkiye’ye kaçak olarak geldim. 

Neden kaçtınız? 

Yok, kaçmadım, geri dönecektim. Biraz düşündüm kalmayı ama Rahmetli Alparslan Türkeş’in nasihatiyle geri döndüm. 

Siz buraya gelir gelmez Rahmetli Alparslan Türkeş’i mi ziyaret ettiniz? 

O niyetle geldim. Benden dönmemi ve orada mücadele vermemiz gerektiğini söyledi. Çünkü benim Türkiye’ye geldiğim süreçte biz Kerkük’te yeni teşkilatlanma süreci yaşıyorduk. Türkmen Milliyetçi Hareketi olarak şekilleniyorduk. Teşkilatlanmadan önce 24 Ocak 1970 yılında Irak 
hükümeti Devrim Komite Konseyi Türkmenlere kanun hükmünde Kültürel Haklar tanımıştı. Ancak kısa bir süre sonra Türkmenlerin eğitim haklarının ellerinden alınması sonucunda Türkmenler 1970 yılında öğrenci boykotları düzenledi. 
Bu süreç içerisinde işkenceler yapıldı ve arkadaşlarımızdan ölenler oldu. Biz de davamızı devam ettirmek için teşkilatlandık. Türkeş’te bu gelişmelerden haberdar olarak Kerkük’e geri dönmem gerektiği konusunda beni uyarıp, 
mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. Bende onu dinleyerek yeniden döndüm, Irak’a ve çalışmalara devam ettim. 

Öğrenciler neden boykot yapıyordu?

Öğrenci hareketinin olmasının sebebi 1970 senesinde bize kültür hakkı verildi. Kültür hakkı verilirken de bütün Türkmen okullarında yeni Türkçe okumamıza izin verildi. 3-4 ay sonra yeni Türkçeyi kaldırılıp, eski Türkçe eğitim verilmeye 
başlandı. Bizde bunu kabul etmedik. 24 saat içerisinde bütün okulları kapattık, okullara gitmedik. Ben ciddi bir şekilde bu hareketin içindeydim. Kalanlardan bahsedersem, Silah Nevruz şu anda Avustralya’da, Muhammed İzzet Hattat vardı bir de. Bu adamların ciddi bir şekilde Türkmen davasına katkısı var. Önemli isimler arasında yer alan Kadir Ahmet Beyatlı ve Abbas Erenay var. Bunun yanında Saffet Ağabey var. Şu anda Hollanda’da yaşıyor. 
Bunlar davanın önde gelen isimlerinden değil de arka planda olup asıl işi yürütenlerden mi diyelim? 

Saydığım isimler çok iyi fikir adamlarıydı. Türkmen davası için de çok çalıştılar. Bir kısmı boykot zamanında içeri alındı. Boykot sürecinde ben de aktiftim. O dönemde Irak polis futbol takımındaydım ve iyi bir futbolcuydum. Polisler bana kimlik sorduklarında ya da olayların olduğu zamanlarda nerede olduğumu tespit etmeye çalıştıklarında vereceğim cevabım hazırdı. Çünkü futbolcuydum. Irak’ın en iyi takımında Umman Sporda oynuyordum. Bu nedenle olayların olduğu saatte sahada antrenmandaydım. Fakat boykotun başlamasından bir gün sonra benim hakkımda da yakalama emri çıkartıldı. İlk başta teslim olmadım. Ağabeyime teslim olmam gerektiğini söylemişler. Olmazsam ağabeyimi 
alacaklarmış. O dönemde evin tek çalışanı ağabeyimdi. Evin geçimini o sağlıyordu. O nedenle gidip teslim oldum. İlk başta Polis İstihbaratına 
götürüldüm. Orada bir gece sorguda kaldım. 

Ardından Askeri İstihbarata teslim edildim. Askeri İstihbaratta “18 yaşındayım ve iyi bir futbolcuyum, beni bırakırlar” diye düşünüyordum ki, bir yüzbaşıya teslim edildim ve gözlerimi açtığımda işkence odasındaydım. 

İşkence gördünüz mü? Neler yaptılar? Biraz bahsedebilir misiniz? 

Tabi tabi herkes gibi ben de işkence gördüm. Türkmenler çok iyi bilir, biz, her zaman emniyetle karşı karşıya kalan insanlardık. Bir gece saat iki sularıydı oturuyorduk, kapı bir gümbürtüyle açıldı. Bizi işkenceye götürmeye geldiler 
sandık ama götürmediler. Ertesi gün polis istihbaratına gönderildim ve serbest kaldım. Çıktığımda yorgundum, işkence görmüştüm ve tek isteğim eve gidip yatmaktı. Eve vardığımda kapı çalındı. Gelen Muhammed İzzet Hattat’ın 
ablasının oğluydu. “Acele et, silahına sarıl Hüseyin Ali’yi öldürmüşler”, dedi. Hüseyin Ali ile aynı yerdeydik. Benim 2 koğuş yanımdaydı. Meğer Hüseyin Ali işkence sırasında ölmüş ve cesedini Televizyon binasının yanında elektrik 
direğine asıp, “televizyon binasını bombalamak isterken elektrik çarptı” demişler. O gece koğuştaki sesler Hüseyin Ali’nin ölümüymüş. Hazırlanmaya 
başladım ki ağabeyim geldi. Birlikte Hüseyin Ali’nin evine gittik. Evlerimiz yakındı. Cenazeyi “şehitlik”e gömeceklerini söylediler ve Kerkük’ün hazır olması gerektiği kararını aldık. Kısa sürede siz deyin beş bin, ben diyeyim on bin kişi toparladık. Hatta kadınlara kabze verdik. Biz yerleştik sokaklara, güvenlik için. Çünkü her şeye hazırlıklıydık. Bir baktık uzaktan bir konvoy geliyor. Yalan olması 20-30 polis arabası. Cenazeyi aldılar götürdüler ve bize teslim etmediler. Ertesi gün kim varsa içeride hepsini bıraktılar. Ben o gece çok düşündüm ve kendimce 
bir tahlil yaptım. Tahlile göre: biz teşkilat değildik ve onlar bizi bir balona benzetti. Balon şimdi patlamıştı. Çünkü rahmetli Hüseyin işkence sırasında ölmüştü ve biz bu duruma suskun kaldık. Şimdi gerçek teşkilat olma zamanıydı. 
Benim de davet edildiğim eski Tisin bölgesinde bir toplantı yapıldı. Toplantı da Türkmen Milliyetçi Hareketinin kurulacağını ve bizimde bu teşkilat içerisinde aktif rol almamız gerektiğine vurgu yapıldı. Teşkilat, Türkmenlerin haklarına 
sahip çıkılacak ve hakların elde edilmesi için mücadele verecekti. Teşkilatın amacı belliydi ve hızla Kerkük’te hareketin yaygınlaştırılması gerekiyordu. Ben de üzerime düşen vazifeyi yerine getirmek için çalışmalara başladım. 
Okullarda teşkilatlar kurduk. Kendi aramızda topladığımız paralarla bildiriler yayınlayıp dağıttık, kendimizi savunma adına silah alımı da yaptık. Teşkilatlanma devam ederken gözler bizim üzerimizdeydi. Bu nedenle ben Bağdat 
polis takımına futbolcu olarak transfer edildim. Üç-dört ay burada oynadıktan sonra dayanamadım ve geri döndüm Kerkük’e. 

Kerkük ve petrol takımlarında futbol oynamaya devam ettim. 1973 yılında Baas Partisi benim de içerisinde yaşadığım mahallede etkinliğini artırdı. 
Etkinliğini özellikle burada artırmasının sebepleri, Petrol şirketlerinde çalışan işçilerin büyük kısmının burada ikamet etmesi, aydın kesimin burada yer alması, nüfusun büyük çoğunluğunun Türkmen olmasıydı. Bu süreçler yaşanırken bizim ilk yaptığımız iş Eskişehir Futbol Takımını kurmak oldu. Antrenman yapacağımız yeri mahalleden insanları toplayıp temizlettirdik, çimleyip mahalle sahası haline getirdik. Şu anda da o saha Spor Bakanlığından aldığım destekle stadyum oldu. Daha önce de anlattığım gibi 1973’de Türkiye’ye gitmek üzere karar aldım ve kaçak yollarla sahte pasaport kullanarak Ankara’ya geldim. Ankara’da Burhan’ı gördüm, kendisi Kerküklü Kilis Belediye Başkanıydı. Şerif Ağabey de oradaydı, o da Kerkük’te petrol şirketinde mühendisti. Türkiye’ye gelmişim ne yapsam diye düşünürken Gençlerbirliğinde antrenmana çıktım. Isparta’ya gidip orada hazırlık 
maçı oynadım, o zaman Gençlerbirliği ikinci ligdeydi ve yerleri de Maltepe’de Vehbi Koç Yurdunun yanındaydı. On beş ya da yirmi gün orada antrenmanda kaldım, tabi bu arada Milliyetçi Hareket Partisine gidip geliyordum. Yani 
hem antrenmana çıkıyor hem de siyasi milli çalışmalarımıza devam ediyordum. Alparslan Türkeş ile görüşmem de bu zaman aralığındaydı ve Bana nasihatleri oldu. Mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. 

Alparslan Türkeş mi böyle istemişti? 

Evet, onun talimatına göre hareket ettim ve bireysel olarak Türkiye’den nasıl gidebilirim diye düşünürken Habur sınır kapısını geçerken polisler etrafımı sardı ve emniyete götürüldüm. Bir iki gün orada tutulduktan sonra Musul’a gönderildim. Ağabeylerimin o zaman haberleri oldu. Araya birilerini sokarak beni oradan aldırdılar. Antrenmanlara başladım. Yine antrenmanda olduğum gün beni bir istihbarat arabası gelip götürdü. Orada epey bir işkence gördüm. Sonrasında 
beni büyük cezaevine götürdüler. Orada beni dinlenmem ve işkence işlerinin geçmesi için özel bir odaya yerleştirdiler. Çünkü mahkemeye çıkacaktım ve işkence izlerimin geçmesi gerekiyordu. Gider gitmez takatsizdim yattım, 
uyudum. Sabah uyandığımda 50 kişilik bir odada açtım gözlerimi. Kafamı kaldırdığımda 1971 yılında bana işkence yapan kişileri gördüm. 

Kendimi toparladıktan sonra araştırma yaptım ve doğru hatırladığımı anladım. Bir gün ziyaretime ağabeylerim geldi. Onlara içeride düşmanlarımızın 
da olduğunu söyledim. 

Ağabeyim nasihat etti bana ve içeride çok fazla kalmayacağımı söyledi. Ayrıca beni, kendimi toparlamam için ve Türkmen olan hâkimin beni böyle görmemesi 
gerektiği konusunda uyardı. 5-6 gün içeri de kalmıştım. 
Odada bir teneke vardı onu parçaladım ve bir parçasını alıp onların üstüne salladım. biraz arbede yaşadık ve ben başka koğuşa gönderildim. O dönemde oranın merkez genel müdürü bir Türkmen’di ve beni takdir etti. 

Diğer koğuşta 5-10 gün kaldıktan sonra mahkemeye çıktım. Mahkeme bizi serbest bıraktı. Yıl 1974’ün Şubat ayıydı, beni istihbarata çağırdılar 
ve Kerkük’ü terk etmem gerektiğini söylediler. Nasiriye’ye gitmem gerekiyormuş. Bir belge verdiler ve ben Nasiriye’de emniyete teslim oldum. Nasiriye’de bir arkadaşıma rastladım o da Nasiriye takımında oynuyordu. Beni takıma aldırdı ve antrenmana çıktım. 

Ne kadar kaldınız Nasiriye’de? 

1974-1976 arası Nasiriye’de kaldım.1976’nın ikinci ayında maçımız vardı ve biz de maçı kazanırsak finale kalacaktık. Rakibi yenip finale kaldık. 
Kulüp başkan beni çağırdı. Bayram arifesi olduğu için ailemi görmek istediğimi söyledim. Onlar da bana izin verdiler. 3 gün sonra, bir hadise geldi başıma. Sivil polisler geldi ve beni sıkıştırdılar. Tabi biz de çevredeki arkadaşlarla karşılık verdik ve kavga çıktı. Bu olay üzerine beni aramaya başladılar ve bizim bulunduğumuz bölge tehlikeli olmaya başladı. Ben de bir yerden bulduğum silahla havaya ateş edip onların kaçmasını sağladım. Daha sonrasında da Fahrettin isimli bir kişini yardımıyla Kerkük’ü terk ettim. Geri döndükten sonra futbol oynadığım kulübün başkanı vasıtasıyla Kerkük’te yaşadığım bu olay için şikâyette bulundum. Daha sonrasında beni ifade için Kerkük’e çağırsalar da 
yine başkanın yardımıyla ifademi bulunduğum yerde verdim ve bu konu da böylece kapanmış oldu. Daha sonrasında yine birkaç kez gözaltına alındım. Bu esnada bir kere Kerkük’e iki kerede Bağdat’a sevk edildim. Bağdat’ta kaldığım dönemde ciddi manada işkenceye maruz kaldım. 

Bunun sebebi ise Selahaddin kentinde yakılan ve Baas Partisine ait olan kütüphaneydi. Yapılan soruşturmada bu işi benim üzerime yıkmaya çalıştılar. Aile dostumuz olan ve Irak içerisinde nüfuzu olan iki Arap aşireti lideri sayesinde ben bu suçlamalardan kurtuldum. Ama Kerkük’te bulunduğum dönemde beni çok seven Abdulhadi isimli bir polis müdürünün bana gizlice “2 gün içinde beni tekrar gözaltına alacaklarını ve kaçmam gerektiğini söylemesi” üzerine aynı gece Kerkük’ten geçen bir kömür treniyle kaçtım ve Adil Şerif’in yanına sığındım. O da bana kaçmamı ve saklanmamı söyledi. Daha sonra ailemi görmek için eve geldim ama evin de basılmasıyla önce dayımlara sonra da teşkilatın o dönemki 
muhasebecisi olan İsmail Dabbah (Hurma)’ın yanına geldim ve bir süre onda kaldım. Daha sonrasında da Hasan Helvacı’nın yanına gittim. 

Kendisi aynı zamanda teşkilatında ilk kurucularındandı ve çok zengindi. O bana onun yanında kalabileceğimi söyledi ve beni koruyacaklarına dair söz verdi. Daha sonra yine o dönemde teşkilat içerisinde oldukça faal olan Nurettin Bozkurt geldi ve bana on tane pasaport getirdi Türkiye vizesi almak için. Ben de oradakilerin yardımıyla Hamit adıyla sahte bir kimlik hazırlattım. Daha sonrasında önce Musul’a oradan da Telafer’e Hacı Hamza’nın yanında gittim ve orada bir müddet kaldım. Oradan da Türkiye’ye geldim. Bunu da yine orada tanığımız eski bir Türkmen polis müdürünün yardımlarıyla başardık ve daha sonrasında da Türkiye hayatım başladı. Türkiye’ye geldikten sonra Türkmen siyaseti adına neler yaptınız veya ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? 

Şeref Abdullah, Aydın Beyatlı, Turhan Ketene, Savaş Avcı ile de özel münasebetlerim oldu. Hepsiyle tartışırdık Kerkük meselesini. Ben artık bu vatana gelmiştim ve vatana ne yapabilirdim diye düşündüm. Kaçak gelmiştim ve emniyet sürekli peşimdeydi. Türk vatandaşlığını ne zaman aldınız? Emniyete alındığım bir zamandı. 

Bir paşa, emniyet müdürü hepsi bir odadaydı. Onlara beni Irak’a gönderecekleri ni söyledim. Bana Türk olduğumu ve yarın mahkemeden sonra serbest kalacağımı söylediler. 

Türkiye’de neler yaptınız? Hangi kurumlarda görev aldınız? 

Ben her zaman siyasi teşkilatta görev aldım. 1985 yılında İstanbul’a yerleştim. 1990 yılında Milli Türkmen Partisinde Muzaffer (Arslan) Beye destek verdim. 
Daha sonra Irak Türkleri Yardımlaşma Derneğinde 1992 senesinde genel merkezde genel yönetim kuruluna, 1993 yılında genel sekreterliğe ve 1994 yılında da genel başkan yardımcılığna seçildim. 1996 yılında da görevi isteyerek bıraktım. 1993 yılında Türkmen Birlik Partisinden istifa ettim. İstifa etmemin 
nedeni yolsuzluk yapılmasıydı. Daha sonra kendi çabamla bir dernek kurdum. Dernekte ciddi çalışmalara ev sahipliği yaptık. 1991 yılında I. Körfez savaşında Türkmenlerden Türkiye’ye çok fazla göç olmuştu. 1976’da Türkiye’ye giriş yapmışsınız. O dönemde Türkmen göçleri nasıl oldu, sebepleri nelerdi? 

Türkiye’ye bizim dönemin ikinci kaçağı olarak 

-Mahir Şimşek’ten sonra- ben geldim. 1991 yılında Türkmen göçlerinin yaşandığı bir zamanda Türkiye’de basında Kürtlerin göç ettiğine dair haberler yer alıyordu. Biz de Türkmen olarak sesimizi duyurmak için Muzaffer Arslan’la bir Türkiye’de yapılmak üzere protesto yürüyüşüne karar verdik. Protesto yürüyüşünün yetkisi bana verildi. Çok kalabalık olmamakla birlikte Kerkük’te Türkmenlere yapılanları kınadık ve yürüdük. Üzerimize ateş açıldı. O zaman iki kişi öldü 1 kişi yaralandı. Akşam haberlerde Kürtler üzerine ateş açıldığı ve 2 Kürdün ölüp, 1 kişinin yaralı olduğu söylendi. Aradık ve durumu düzelttik. Türkiye’de bu iki şehit davamıza Türkleri ortak etti. 

Türkiye’ye büyük göç zamanı ne kadar Türkmen geldi? 

Büyük göç zamanı ben Şemdinli’de karşıladım kafileyi. 

Bir sayı verebilmeniz mümkün mü? 

Kayıtlarda vardır. Çünkü yiyecek, giyecek dağıtıldı. Siz Türkiye’ye uzun zaman önce geldiniz. Türkiye’ye adapte olabildiniz mi? Aynı zamanda siz davanızı unutmayıp 2003 senesinden sonra dönmüşsünüz. Ama benim gördüğüm kadarıyla göçen Türkmenlerin çocukları davalarından uzaklaşmış ve Türkiyelileşmişler. 

Bunun sebebi nedir? 

Biz Türkiye’ye geldik. Çünkü Türkiye’yi seviyorduk ve yardımımız dokunabilirdi. Bana birçok yerden yerleşmem için teklifler geldi ama Türkiye’yi vatan olarak görmüştük. 2003 yılıydı unutmam bir sabah arkadaşım Kerkük’e sabah kahvaltısına çağırmıştı. Mustafa Kemal Yayçılı ile gidecektik ve ben önden gidecektim o da bana yetişecekti. Siz o zaman bölgede miydiniz? Tabi. Siz bekliyordunuz böyle bir durumu yani doğru mu? 
Evet, biz bölgede bekliyorduk. Hatta 2001 yılında beklemeye başlamıştık. Hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Kerkük’e geçmeden önce biraz önce sorduğum 
soruyu cevaplar mısınız? 
Türkmenler Türkiye’ye geldiklerinde beni tanımazlardı. Ama ben onlara hep söyledim. Biz Türkmen olduğumuz için bu ülke bize kapılarını açtı. Bugün Türkmenler mühendis olabilmişse, doktor olabilmişse veyahut öğretmen olabilmiş ve aile kurabilmişse Türkiye’ye borçludur. 
Ama birçoğu vergisini ödemiyor. Türkmenler Türkiye’de vatan sahibi oldu. Ülkü Ocaklarının Türkmenlere faydasını hiç unutamam. Bizim çocuklarımız da unutmaz. Ne davamızı ne de Türkiye’nin bize yaptıklarını. Belki sizin çocuklarınız unutmaz ama genel izlenim pek de davayı unutmadıkları izlenimi vermiyor. Örneğin 2007’de Kerkük mitinginde ben çok az genç gördüm. Bu bir kriter değildir. Siz de iş yerinizde toplantılar yaptığınızda herkes gelmiyor. Bu durum 
ilgisizliği ya da davayı unuttuklarını göstermez. 

Çok doğru söylüyorsunuz. Peki, bunun sebebi nedir? 

Bunun sebepleri derneklerde, vakıflarda gençlik kolları yok. Gençlik kollarının kurulup, öğrencileri organize etmesi gerekiyor ve Türkmenler toplantıdan toplantıya görüşüyor. Birbirleriyle sıkı ilişkileri yok. Aslına bakarsak herkesin ailesinden birileri Kerkük’te yaşıyor. Türkmenlerde bir özellik var. Türkmenler kendilerini çok severler. 1918 yılından bugüne Türkmenler kötü şartlarda yaşadılar. Özellikle 1963’den bu yana ciddi bir kan kaybı yaşadılar. Özellikleri, kültürü gibi… 
Burada yapılan hiçbir şey bölgeye yansımıyor diye sıkıntı duyuyordunuz değil mi? Ondan çok şikâyetçiyim. Mesela geçenlerde “geleceğin siyasetçisi” başlığı altında bir sürü genç toplantıya getirildi. Toplantıya gelen çocuklar ya da konuklar hepsinin hısımı, akrabası. Yani sanki dava tüm Türkmenlerin değil, kişilere mal ediliyor. 

Ben bu konu üzerine birkaç fikir ortaya attım. Öğrenciler lise–2 sınıfından sonra sınava alınsın. Teşkilatlarda sorumluluk verilsin. Böylece sürecin nasıl işlediğine dair fikir elde etsin. 

Mesela geçenlerde bir öğrenci geldi, Türkmen kontenjanından. Oturuyoruz, “ ben Türkmen falan bilmem, Irak’lıyım. Türkmen diye bir şey yok” dedi. 
Hayretler içerisinde baktık ve Türkmen kontenjanında okuyan diğer öğrencileri araştırdığımızda maalesef sonuç parlak değildi. 

Bizim getirdiğimiz öğrenciler sadece okul bitirdi. Gelişim göstermedi. Yetişmiş eleman eksikliği. Belki de bütün sıkıtı buradan kaynaklanıyor. 
Akraba, arkadaş göz önüne alınarak işler yürütülmeye çalışılıyor. Ben onlar olmasın demiyorum. Onlarda olsun ama bildikleri konularda pozisyon belirlensin. Böylece işler istikrarlı yürüsün. Siyasetle teşkilat birbirinden ayrıdır. Bizim 
ciddi bir teşkilatlanmalarımız vardı. Irak’ta günlerce bunların üzerine kafa yoruyorduk. 

2003’den sonra teşkilatlanmayı nasıl yaptınız? 

Teşkilat sistemini yaşadık. Bana siyaseti sorarsanız anlamam ama teşkilattan anlarım. Şu anda ne kadar kuruluş varsa bizim çatımız altında kuruldu. Ondan sonra bizden ayrıldılar ve sonuç olarak da şimdi başarılı olamadılar. Ama biz 
sorumluluk alıyorduk, haftalık çalışmalar yaptırıyor, rapor istiyordum çalışanlardan. Raporları oturup değerlendiriyorduk. Hatalar yapılabilir ama hataların tekrarı kabul edilmemeli. Başka adam mı yok onun yerine bu işi yapabilecek. Türkiye’de çok iyi kişiler yetişmiş onlarla da çalışılabilir. 
Ayrıca bir öğrenci sınıfta kalmış ama hala kontenjanlardan yararlanıyor. 

Bu çocuk nasıl sınıfta kalır. Kalmasının sebebi nedir? O zaman bize Türkmen Milliyetçi Hareketi ile ilgili bilgi verebilir misiniz? 

2003 sonrası nasıl bir teşkilatlanma yapısı hazırladınız? 2003 yılından önce teşkilatımızda önceliğimiz halktı. Elimizde tüzüğümüz de dâhil olmak üzere her şeyimiz hazırdı. Teşkilatlanma süreci başladığında ilk işimiz yandaşlarımızı toplamak oldu. Okullarda gençlerle konuşup örgütsel yapımızı güçlendirdik. Ardından mahalleleri örgütledik. Böylece okullardan başlayan dava yandaş   larımız mahallelerde de örgütlendi. Mahallelerden sorumlu kişileri belirledik. Böylece mahalle istihbaratı toplayabilecektik. Şu anda da Kerkük’te 10 mahalle muhtarını biz tayin ettirdik. 

Peki, bu bize ne gibi avantajlar sağlayacaktı. 

Avantajı çok, çünkü Türkmen sahasında mahalle önemlidir. Bizim için birinci etapta öğrenci hareketi, ikinci etapta askeri teşkilatlanma ve üçüncü etapta da mahalle teşkilatı önemlidir. 

Biz bu başlıklar altında projelerimizi oluşturduk ve çalışma modellerimizi belirledik. 

Teşkilat ne demektir? 

Teşkilat istihbarattır. İstihbaratı sağlam olmayan teşkilat ne siyaset yapabilir ne de varlığını devam ettirebilir. Bilgi olmadan siyaset yapılamaz. Bilgiyi sağlayan iyi bir teşkilatlanmadır. 
Bizim burada başarılı olmamızı sağlayan unsur bir anda birçok insanı toparlayabilme kapasitemizin yüksek olmasıydı. Biz her gece 10’ar kişilik nöbetçiler yerleştirirdik. Nöbetçilere eğitim verirdik. Örneğin, uykusuz kalma, bir gün boyunca yemek yememe, gerekirse aynı tabakta aynı kaşıkla yemek yeme gibi.

 Böylece siz Türkmenlerin kendini savunması için bir güç oluşturmaya çalıştınız? 

2004’te biz bir boykot yaptık. Bu boykot Irak tarihinde bir ilkti. Dünya basını bundan bahsetti. 
Bu boykot sonrası Irak anayasasında Türkmen adı geçti. Biz ölümü göze aldık. Bağdat’a Amerikan askerlerinin giriş yaptığı kapıyı kapattık. 
Hiçbir Kürt içeri giremedi. Neden bunlar Türkmen davasında gündeme gelmiyor. Bizi gündeme dövüldüğümüzde, basıldığımızda, işkence gördüğümüzde gündeme getirdiler ama biz yaptığımız işlerle gündeme gelemedik. Bunu takip 
eden zamanda öğrencilerimiz Milli Eğitim Müdürlüğünde boykot yaptılar. Milli Eğitim Müdürlüğünün kapıları kapatıp kimseleri içeri almadılar. 3 gece dışarılarda yattılar. 

Kaymakamlık meselesinde de siz aktif miydiniz?

Kaymakamlık meselesinde yürüyüşü biz organize ettik. Yürüyüşün korunması bize aitti. Biz korumasaydık yürüyüş olmazdı. Her sokak başına 10 kişi koyduk. ITC’nin 4. Kurultayında da biz araya girdik. Konuya Milliyetçi Hareket el koymuştu. Kargaşa çıkmaması için önlemlerimiz almıştık. Saadettin Ergeç büroyu terk etmiş eve gitmişti. Daha sonra yönetim kurulunda bazı kişiler ITC’nin Genel Merkezi’ne el koydu. Sonra ben oraya gittim ve Sadettin Ergeç’i çağırdım. “Ben burada olduğum sürece hiç kimse sana dokunamaz” dedim. Sonra herkes gitti oradan. 

Bu olay 2008’de mi olmuştu? 

Evet. Şubat ayıydı sanırım. 

Sizin sahadaki temel amacınız o halde siyaset yapmak değildi. 

Hayır değildi. Hala da değil. Bizim temel amacımız şudur: İyi eğitimler vererek herhangi bir Türkmen’in Türkmen Milliyetçi Hareketi içinde görev yapmalarını sağlamak. Anlayacağınız Türkmen davasının fikri sağlam temeller üzerine 
kurulursa, insanlar yetiştirilebilinirse çok daha iyi hizmet verilebilir. Ama şu an da Türkmen davası profesyonel bir memur zihniyetiyle idare ediliyor. Herhangi biri Kerkük’e geldiğinde orada teşkilatlanmayı yapmak gerekir. Her yerde 
idari sorumlularımız var. Kapıların kapalı olmaması gerekir. 

Şu anda da aynı yapıya devam edebiliyor musunuz? 

Evet, ediyoruz. 

Türkmen siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Siz son seçimleri başarılı buluyorsunuz. Ancak ben böyle düşünmüyorum. Çünkü Kerkük’te Türkmenler ne kadar uyandı? O zaman “Kerkük’te tek liste çıkaralım, diğer yerlerde nasıl istiyorsanız öyle yapalım” dedik. Fikrime saygı duyuldu. Adalet Partisi katılmadı bize. Partileri bir araya toplayarak durumu bildirdik. Bize 
döneceklerini söylediler. Ama bizim yaratmaya çalıştığımız avantajı kullanamadı lar.

Nüfus meselesiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? 
Irak’ta nüfusumuz az gösterilerek meclisteki etkinliğimiz azaltılmaya çalışılıyor. Bunlar için neden bir şeyler yapılmıyor? 

Türkmenler bütün partileri bir araya toparlayıp bir liste çıkarsaydı çok daha iyi olurdu. Böyle bireysele oy kullanıldı. Yine de bu seçim bir adımdı ve daha iyi sonuçlara ulaşacağız. Daha iyi sonuçlar için de halkla olmak gerekir. Halka 
fil dişi kulelerinden bakmak sağlıklı değil. Ayrıca Türkiye’nin hep Türkmenlerin arkasındaki desteğini de ortaya koymak lazım. 
Son soru olarak size ne bir siyasetçi, ne bir parti başkanı ne de bir Türkmen dava adamı olarak değil de sadece bir Türkmen gözüyle Türkiye’den ne bekliyorsunuz? Bize destek verdi bunu inkâr edemem ama zihni açık tutamadı. Davanın devamı niteliğinde adam yetiştirmedi. Örneğin, İran Necef’te bir 
fuar yaptı. Türkiye neden yapamadı. Olay sadece okula gitmek değildi. Gençlerin iyi yetişmesi gerekiyordu. Türkiye Türkmen davasına destek vermek istiyorsa elini taşın altına sokacak. Irak böyle gitmez. Elde edilen 2 tane bakanın Türkmen davasına ne kadar faydası olur. Geleceği düşünüyorsan geleceğin kadrosunu yetiştirmek gerekir.Türkmenlerden bir tane dava adamı yürütecek 
insan yok. Türkmenleri paraya alıştırdılar. Türkmen davasında adım atmak gerekiyorsa önce bunun kırılması lazım. Sonra gerisi gelir zaten. 

Biz çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Ben de size teşekkür ediyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder