15 Aralık 2017 Cuma

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SINIRI AŞAN SULARIN HUKUKİ DURUMUNUN İNCELENMESİ BÖLÜM 1

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SINIRI AŞAN SULARIN HUKUKİ DURUMUNUN  İNCELENMESİ BÖLÜM 1




HUKUK SİSTEMLERİ VE SINIRAŞAN SU KAVRAMI 
BÖLÜM I

1.1 GENEL OLARAK HUKUK SİSTEMLERİ 

Hukuk sistemleri tarihsel süreçte temel olarak altı ana gruptan türemiş 
olup bunlar Hint, Çin, İslam, Roma-Germen, Anglo-Sakson, Sovyet hukuk 
sistemleri olarak adlandırılmaktadır.8 

Bu çalışma kapsamında su hukuku bakımından incelenecek olan hukuk 
sistemlerinden ilki olan Amerikan hukuk sistemi Anglo-Sakson hukuk 
sistemine yakın özellikler göstermekte iken, çalışmanın diğer konuları olan 
Avrupa Birliği ve Türk hukuk sistemleri ise kökenini Roma-Germen hukuk 
sisteminden alan Kıta Avrupası hukuk sistemine dâhildir. Dolayısyla, ABD, 
AB ve Türk su hukukunun incelenmesi kapsamında, öncelikle Anglo-Sakson 
ve ABD hukuk sistemleri, ardından da Roma-Germen hukuk sisteminin 
günümüzdeki karşılığı olan Kıta Avrupası hukuk sistemi hakkında genel bilgi verilecektir. 

1.1.1 ANGLO-SAKSON HUKUK SİSTEMİ 

Anglo-Sakson hukuk sistemi, İngiltere kaynaklı bir sistem olup günümüzde İngiltere, Kanada, Avustralya, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Bu sistemin temel özellikleri literatürde aşağıdaki 
şekilde açıklanmaktadır.9 

Anglo-Sakson hukuk sistemini diğerlerinden ayıran özelliklerinin başında içtihadi nitelikte olması gelmektedir. İçtihatlar hukukun temel kaynağı niteliğinde olup mahkeme kararında yer alan ilke ve kurallar hukukun asli kaynağını teşkil etmektedir. Üst mahkemelerce verilen kararlar bütün alt derece mahkemelerini bağlamaktadır. Dava edilen olayın mahkemece incelenmesi sırasında somut olaya uygulanacak soyut hukuk kurallarının uygulanması yerine, davaya bakan mahkemece yahut üst derece mahkemelerince benzer durumlarda ne şekilde karar verildiği araştırılarak, örnek kararlar doğrultusunda karar verilir. Bu özelliği dolayısı iledir ki Anglo-Sakson hukuk sistemine örnek olay hukuku (case law) yahut hakim tarafından yapılan hukuk (judge made-law) da denmektedir. 

Anglo-Sakson hukuk sisteminin bir diğer özelliği tedvin edilmemiş olmasıdır. Bu hukuk sisteminde kurallar dağınık halde bulunmaktadır, derlenip bir kanun metni haline getirilmemiştir. Ayrıca, örf ve adet kuralları asli hukuk kaynağı niteliğinde olup bağlayıcı nitelikte olduklarından mahkemelerce bunlara uyulması zorunludur. 

Bu hukuk sisteminde kamu hukuku ve özel hukuk ayrımı da 
bulunmamakta olup buna paralel olarak yargı sistemi adli ve idari yargı 
kollarına ayrılmamıştır. Dolayısıyla bu anlamda bir yargı birliği bulmaktadır.10 

1.1.2 ABD HUKUK SİSTEMİ 

Her ne kadar yerli literatürde Amerika Birleşik Devletleri tarafından 
benimsenmiş olan hukuk sistemin Anglo-Sakson hukuk sistemi olduğu 
belirtilmekte ise de Amerikan literatürü kendi hukuk sistemini daha çok karma 
bir sistem olarak niteleme eğilimdedir. Bu anlayışın temelleri Amerika Birleşik 
Devletleri’nin esas olarak göçmenlerden oluşan bir millete sahip oluşuna 
dayandırılmaktadır. Buna göre; Amerika kıtasına gelen ilk göçmenler 

İngiltere’den gelirken beraberlerinde yazılı hukuk kurallarının bulunmadığı 
onun yerine mahkeme kararlarının asıl hukuk kurallarını oluşturduğu İngiliz 
ortak hukuk comman law) sistemini de getirmişleridir. Onların ardından kıtaya 
1840-1 10 yılları arasında Avrupa’dan göç eden diğer gruplar ise yazılı hukuk 
kuralları ile öngörülebilirlik özelliğine sahip kıta Avrupası hukuk sistemini 
civil law) getirmişlerdir. Farklı kültürlere sahip grupların kaynaşması 
sürecinde bu iki hukuk sistemi de tek bir potada eriyerek karma bir sistem olan 
Amerikan hukuk sistemini meydana getirmiştir.11 Ancak, özellikle mahkeme 
kararlanın hukuk sistemindeki etkisi dikkate alındığında, ABD hukuk 
sisteminde Anglo-Sakson hukuk özelliklerinin daha ağır bastığı ifade edilebilir. 

1.1.3 KITA AVRUPASI HUKUK SİSTEMİ 

Kökenlerini Roma-Germen hukuk sisteminden alan Kıta Avrupası sistemi yahut diğer adıyla Kara Avrupası sistemi İngiltere dışında kalan Avrupa ülkelerinde ve de ülkemizde uygulanmaktadır. Başlıca özellikleri literatürde aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır.12 
Kıta Avrupası hukuk sisteminin başlıca özelliklerinden ilki tedvin edilmiş olmasıdır. Buna göre yazısız haldeki kurallar belli sistem dahilinde bir araya getirilerek derlenmiştir. 

Bu hukuk sisteminin bir diğer özelliği yazılı olmasıdır. Anayasa, kanun, 
tüzük, yönetmelik gibi yazılı hukuk kuralları sistemin asli kaynaklarını 
oluştururken, örf-adetler ve içtihatlar tali hukuk kaynağı konumundadırlar. 
Yani bu sistemde hukuk yapıcısı konumunda olanlar, oluşturdukları içtihatlar 
vasıtasıyla mahkemeler değil, yahut örf-adet kuralları vasıtasıyla direkt olarak 
toplum değil, yasa yapıcı konumundaki meclislerdir. 


Diğer taraftan, bu hukuk sisteminde kamu hukuku ve özel hukuk ayrımı 
vardır. Buna paralel olarak yargı ayrılığı benimsenmiş olup adli ve idari yargı 
kollarına mensup mahkemeler bulunmaktadır. 

Bu çalışma kapsamında incelenen Türk ve AB hukuk sistemleri Kıta 
Avrupası hukuk sistemine tabidir. 


1.2 SINIRAŞAN SU KAVRAMI VE İLGİLİ ULUSLARARASI 
HUKUK DOKTRİNLERİ 

Sınıraşan su kavramı su hukuku açısından önem taşıyan kavramlardan 
biridir. Dolayısıyla, bu çalışma kapsamında ABD, AB ve Türk su hukukları 
incelenirken, sınıraşan suların bu hukuk sistemlerindeki yeri ayrı başlıklar 
altında incelemeye konu edilmiştir. Ancak, sınıraşan sulara ilişkin her hukuk 
sisteminin özel yaklaşımları incelemeye geçilmeden önce sınıraşan su 
kavramının ve ilgili uluslararası hukuk doktrinlerinin ortaya konmasında fayda 
görülmektedir. 

Bu çerçevede aşağıda öncelikle sınıraşan su kavramı, ardında da ilgili 
uluslararası hukuk doktrinlerine ilişkin genel bilgiler verilmiştir. 

1.2.1 SINIRAŞAN SU KAVRAMI 

Sınıraşan sular kavramı söz konusu olduğunda kullanılan terimler büyük önem taşımaktadır. Zira devletlerin sınıraşan suların kullanımındaki hak ve yükümlülüklerinin kapsamı, kullanılan terimlere yüklenen anlamlar tarafından belirlenmektedir. Birden çok ülkede akan, havzasını birden çok ülkenin oluşturduğu bu sulardan faydalanma konusu tarihin eski dönemlerinden beri uluslarası düzeyde anlaşmazlıklara sebep olmuştur. Örneğin, Mezopotamya’daki site devletleri olan Umma ve Lagaş arasında yaşanan sulama suyunun dağıtımından kaynaklanan uyuşmazlık, MÖ yaklaşık 100’de yapılmış olan antlaşmayla çözümlenmiştir.13 

Günümüzde birden çok devletin ülkesinden geçen ya da birden çok devletin ülkesi arasında sınır oluşturan suları ifade etmek üzere kullanılan ve çeşitli tartışmalara konu olan çok sayıda terim olup14 bunlardan başlıcaları; 
uluslararası akarsu, uluslararası su, ortak su, su sistemi, sınır suyu, çok ülkeli 
akarsu, sınır oluşturan veya sınıraşan su, sınır kateden su, uluslarası önemdeki 
su yolu, uluslarası drenaj havzası, uluslarası akarsu havzasıdır.15 Bu çalışma 
kapsamında, söz konusu terimlerden, ulusararası su, sınıraşan su ve ortak su ele alınmıştır. 

Uluslararası su terimi 1 .yy’ın ikinci yarısında ortaya çıkmış olmakla 
birlikte uluslararası hukuktaki ilk kullanımı 1 1 -1 20 Barış Antlaşması ile 
olmuştur. Uluslarası su teriminin geçirdiği gelişim sürecine yakından bakılacak 
olursa başlangıçta; geleneksel olarak ulusal-olmayan sular arasından yalnız 
seyrüsefere elverişli olanlara ya da ekonomik bakımdan önem arz edenlere 
‘uluslararası su’ dendiği görülecektir. Ancak 20.yy’da ortaya çıkan teknolojik 
gelişmelerin, nehir sularından faydalanma olanaklarını artırmasıyla beraber, 
öteden beri yapılan tarımsal sulama faaliyetleri önem kazanmış, hidroelektrik 
enerji üretimi ve suyun endüstride kullanımı yeni faydalanma şekilleri olarak 
ortaya çıkmıştır.16 Böylece zaman içinde nehirlerden faydalanma şekillerinin 
gelişmesi ve seyrüsefer amaçlı kullanımların tek ve en önemli faydalanma şekli 
olmaktan çıkması uluslararası su tanımında önemli değişikliklere sebep 
olmuştur. Bu etkiler neticesinde o zamana kadar kullanılan seyrüsefere 
elverişlilik kıstası önemini kaybetmiş ve yerini yeni kıstaslara bırakmış, coğrafi 
birim olarak da ‘nehir’ yerine ‘sular sistemi’ ve ‘nehir havzası’ kullanılmaya 
başlanmıştır. Terimin içeriğinde meydana gelen bu değişmeler sunucunda 
uluslararası hukuk açısından ‘ilgili devlet’ kavramında da değişiklikler 
meydana gelmiştir.17 


Uluslararası su terimi ile ifade edilmek istenen kavramının daha net 
ortaya konabilmesi için ulusal su kavramından hareket edilmesi faydalı 
olacaktır. Ulusal su kaynağından denize, göle ya da başka bir nehre ulaştığı 
yere kadar tek bir devletin sınırları içinde kalan sular nehirler, çaylar, 
ırmaklar) olarak tanımlanmaktadır. Bu sular üzerindeki tüm egemenlik hakkı o 
ülkeye aittir.18 Görüleceği üzere ulusal su tanımının tek kıstası ülke 
sınırlarıdır.19 

Ancak, ulusal sular dışında kalan diğer bütün sulara uluslararası niteliği 
verilmemiş olması uluslarası su kavramının tanımlanmasını zorlaştırmıştır.20 
Zira kavramın içeriği ve kullanılan terimler tarihsel süreçte birçok değişikliğe 
tabi olmuştur. 

Ulusal sular sınıflandırmasının dışında kalan suları ifade etmek için 
kullanılan en eski kavram ‘ortak sular’ kavramıdır. Bu kavram 26 Ocak 16 
tarihli Karlofça Antlaşması’nda ve 21 Temmuz 1 1 tarihli Pasarofça 
Antlaşması’nda yer aldığı gibi 1 . yy boyunca Avrupa’da yapılan 
antlaşmalarda da kullanılmıştır. Benzer şekilde 1 66-1 6 yıllarında Türk ve 
Irak Hükümeti yetkililerinin Fırat nehri üzerindeki Keban barajı projesinin 
uygulanmasına ilişkin olarak yaptıkları görüşmeler neticesinde yayınlanan 
ortak bildirilerde ‘müşterek sular’ deyimi kullanılmıştır.21 

Halbuki, ortak ya da müşterek sular kavramlarının kullanılması uygulama ile ve uluslararası hukukun temel ilkeleri ile çelişen bazı yorumlara yol açabilmektedir. Aslında yalnız fiziki bir durumu belirten ‘ortak’ kavramına hukuki bir anlam yükleyerek bu suların ilgili devletlerin ortak mülkiyetinde veya egemenliğinde olduğu iddia olunabilmektedir.22 Böylece kavram tahrif 


edilerek yalnızca fiziki durumu anlatır olmaktan çıkarılmakta ve ilgili 
devletlerin ortak egemenliğini ifade eder hale getirilmek istenmektedir. Bu ise 
ülkelerin egemenlik haklarına halel getirebilecek bir eğilim olup temel 
uluslarası prensiplere aykırılık teşkil etmektedir.23 Oysa ki, bugün artık bütün 
akarsuların ülkelerinden geçtikleri devletlerin egemenliği altında bulundukları, 
bu yüzden de ortak mülkiyete ya da ortak egemenliğe konu olamayacakları 
ilkesi hem uygulamada hem de doktrinde yerleşmiş bir prensiptir. Uygulamada 
ortak egemenliğe öncelikle konu olması beklenebilecek olan sınır oluşturan 
akarsular söz konusu olduğunda ilgili kıyı devletlerinin egemenlik alanlarını 
ayıran sınır çizgisini belirlemeleri, sınıraşan akarsular söz konusu olduğunda 
ise devletlerin birbirlerinin ülkelerinde ortak egemenlik iddialarında 
bulunmuyor olmaları ortak egemenlik görüşünün benimsenmediğinin 
kanıtıdır.24 

Literatürde ulusal su tanımının tek kıstasının ülke sınırları olduğu, 
seyrüsefere elverişli olup olmama halinin ulusal su tanımının bir kriteri 
olmadığı, dolayısıyla, seyrüsefere elverişli olsun ya da olmasın bir su 
tamamıyla tek bir devletin ülkesinde akmakta ise bu suyun ulusal bir su olduğu 
ifade edilmektedir.25 Diğer taraftan, bir akarsuyun uluslarası su olarak 
tanımlanabilmesi için ulaşıma elverişli olması, ulaşıma elverişli kısmın birden 
çok devletin ülkesini kesmesi veya aralarında sınır oluşturması ve su 
üzerindeki ulaşım özgürlüğünün uluslararası sözleşmelerle tanınmış olması 
gerekmektiği belirtilmektedir.26 

Ancak, uluslararası su terimine ilişkin tartışmalar bu noktada 
bitmemekte, uluslararası su ve sınıraşan su terimlerinin kullanımlarına ilişkin 
yoğun tartışmalar da yaşanmaktadır. Temelde çok farklı anlamlara 
gelmedikleri halde ilgili devletler kendi çıkarları gereği bu terimlere farklı 
anlamlar yüklemektedirler. Uluslararası ifadesi terime, sadece akarsuyun 
birden çok devleti ilgilendirdiği anlamını yüklediği halde aşağı kıyıdaş 
devletler bu ifadeyi ‘uluslararasılaştırma’ olarak algılamakta ilgili suyoluna 
ilişkin düzenlemelerin kıyıdaş devlerce ortaklaşa belirlenmesi gerektiğini ileri 
sürmektedirler.27 

Dolayısıyla hem bu tip suların birden çok devleti ilgilendirdiğini 
belirtmek hem de devletlerin egemenliğine zarar verebilecek bir algılamadan 
kaçınabilmek amacıyla28 ‘sınıraşan ve sınıroluşturan sular’ kavramının 

kullanılması daha yerinde olacaktır.29 

1.2.2 SINIR AŞAN SULARA İLİŞKİN ULUSLARARASI DOKTRİNLER 

Her ne kadar uluslarası hukukta sınıraşan ve sınır oluşturan sular konusunda genel kabul görmüş bir düzenleme bulunmamakta ve ülkeler arasındaki uyuşmazlıklar siyasi pazarlık yoluyla çözülmeye çalışılmakta ise de devletler sınıraşan sulardan faydalanma konusundaki faaliyetlerini doktrindeki temel görüşlere dayandırmaktadırlar.30 Mevcut birçok çözüme dayanak teşkil 
eden doktrinler: Mutlak Egemenlik Doktrini, Doğal Durumun Bütünlüğü 
Doktrini, Ön Kullanımın Üstünlüğü Doktrini ve son olarak Hakça ve Makul 
Faydalanma Doktrinidir.31 

Söz konusu doktrinler aşağıda ayrı başlıklar altında incelenmektedir. 


1.2.2.1 Mutlak Egemenlik Doktrini 

Harmon doktrini olarak da bilinen bu doktrin, yukarı kıyıdaş devletin, 
aşağı kıyıdaş devletin etkilenmesini göze alarak akarsuyun akış yönünü 
dilediği gibi değiştirebilmesi veya suyu hiçbir sınırlamaya tabi olmadan 
kullanabilmesi görüşünü savunmaktadır. ABD Başsavcısı Judson Harmon, 
ABD ile Meksika arasında Rio Grande nehrinin kullanımı ile ilgili olarak çıkan 
uyuşmazlık sırasında 1 5 yılında verdiği görüşle bu doktrine adını vermiştir. 
Her ne kadar Harmon’dan önce Alman hukukçu Johann Ludvig Klüber 
bu görüşü savunmuş ise de sonraki yıllarda bu görüşe sahip yazarların 
Harmon’ın mütalaasına atıf yapmaları doktrinin onun adıyla anılmasını 
sağlamıştır. 

ABD hem Meksika’ya hem de sınır aşan ve oluşturan sularına ilişkin 
olarak Kanada’ya karşı, Avusturya Bavyera’ya karşı, Hindistan Pakistan’a 
karşı; mutlak egemenlik doktrinini benimsemişlerdir.32 

Mutlak egemenlik doktrini, devletlerin egemenliklerinin diğer devletlerin egemenlik haklarıyla sınırlı olması ve devletlere yalnızca yetki vermesi ancak sorumluluk yüklememesi nedeniyle eleştirilmiştir.33 

1.2.2.2 Doğal Durumun Bütünlüğü Doktrini 

İç hukukta yer alan kıyıdaş hakları riparian rights) prensibinin uluslararası alana aktarılması çabası sonucunda ortaya çıkan bu doktrin, yukarı kıyıdaş ülkelere üstünlük tanıyan mutlak egemenlik doktrinine karşı ortaya çıkmış ve aşağı kıyıdaşlara üstünlük tanımıştır. Sınıraşan suların yukarı kıyıdaş devletin topraklarından geçerken doğal durumunun muhafaza edilmesi yani hiçbir değişikliğe uğramadan akmasının sağlanması gerektiğini savunmaktadır.34 

Doğal durumun bütünlüğü doktrini, diğer kıyıdaşlara zarar veya önemli 
zarar verebilecek faydalanma hallerinde diğer kyıdaş devletlerin rızalarının 
aranması şartını getirmektedir. Bu durumun değerlendirmesi neticesinde 
görülmektedir ki; aşağı kıyıdaş devletin yapacağı faydalanma eylemleri yukarı 
kıyıdaş devletin egemenlik alanında kalan sınıraşan suyu etkilemeyeceğinden 
dolayı aşağı kıyıdaşın yukarı kıyıdaş devletin rızasını alması gerekmeyecek 
olmasına ragmen aksi mümkün olacaktır. Netice olarak yukarı kıyıdaş devletin 
faydalanma hakkı kısıtlanmakta ve aşağı kıyıdaşın rızasına bırakılmaktadır. 
Rızası aranan aşağı kıyıdaş devlet, yukarı kıyıdaşın yapabileceği herhangi 
fiziki değişimin kendisi bakımından önemli zarara sebep olacağı gerekçesiyle 
rıza göstermeyebilecektir. 

Başlıca, Mısır ile Sudan arasında Nil nehrinden kaynaklanan uyuşmazlıkta ve Fransa ile İspanya arasındaki arol nehri uyuşmazlığında ileri sürülmüştür fakat çözümde etkili olmamıştır. Ne ulusal ne uluslar arası bir mahkemece kabul gören bu görüş sınıraşan sulara ilişkin anlaşmaların hiçbirinde de yer bulamamıştır.35 

Yukarı kıyıdaş devletin sınıraşan su üzerinde hiçbir faydalanma eyleminde bulunmasına izin vermeyen bu görüş devletin ülkesi üzerindeki egemenlik hakkını kullanmasına imkan vermiyor olması sebebiyle eleştirilere konu olmuş ve uluslarası hukukta kabul görmemiştir.36 

1.2.2.3 Ön Kullanımın Üstünlüğü Doktrini 

Bu doktrinin ortaya çıkışı ABD’nin batı eyaletlerindeki madenciler vasıtasıyla olmuştur. Doğal durumun bütünlüğü doktrininde olduğu gibi yine iç hukukta uygulanan bir prensipten esinlenmiştir. Ön kullanım prior appropriation) adı verilen bu hak, arazisindeki sulardan diğer kıyıdaşlara nazaran daha önce faydalanmaya başlayan malike, kullanımı devam ettiği sürece mutlak üstünlük sağlayan kazanılmış ya da kadim hak tanımaktadır.37 

Buna göre sınıraşan suya kıyıdaş olan devletlerden sudan faydalanmaya 
diğerlerine göre daha önce başlayan devlet bu su üzerinde bir kazanılmış hak 
elde etmektedir. 

Genel olarak akarsulardan daha önce yararlanmaya başlayan aşağı kıyıdaş devletlerin yararına görünen bu doktrin, yukarı kıyıdaş ve aşağı kıyıdaş 
devletler arasında yaratabileceği ekonomik eşitsizlik açısında eleştirilmiştir.38 

Bunun yanı sıra uluslararası hukukta kazanılmış hakların, anlaşmalar yoluyla ya da devletlerin birbirlerine halef olmaları durumunda ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu sebeple devletlerin sınıraşan sulara ilişkin bu çeşit 
kullanımlarının kazanılmış hak oluşturacağı görüşüne dayanan bu doktrin 
uluslararası hukukun genel kabullerine uygun bulunmamıştır.39 

1.2.2.4 Hakça ve Makul Faydalanma Doktrini 

Adil kullanım olarak da adlandırılan bu doktrine göre sınıraşan suya kıyısı olan her bir devlet, suyun kendi ülkesi içinde akan kesiminden, makul ve hakkaniyete uygun bir şekilde yararlanma hakkına sahiptir. 

ABD Yüksek Mahkemesi tarafından, eyaletler arası uyuşmazlıkların 
çözümünde uygulanan bu yöntemin, sınıraşan sulardan kaynaklanan 
uyuşmazlıklarda da uygulanabileceği ileri sürülmüştür. Amerikalı hukukçu 


Lipper’e göre bu doktrin; sınıraşan suya kıyısı olan devletlerin herbirinin haklı 
ekonomik ve sosyal ihtiyaçları uyarınca, hepsine azami fayda ve her birine 
asgari zarar verecek şekilde kullanımını öngörmektedir.40 Fayda ve zarar ise 
her bir somut olay özelinde değerlendirilerek belirlenecektir.41 

Hakça ve makul faydalanma doktrini her ne kadar hem yukarı hem de 
aşağı kıyıdaş devleti koruyan bir doktrin gibi görünse de yasakladığı zarar 
kavramı bakımından ele alındığında uyuşmazlıklarda zarar gören aşağı kıyıdaş 
devletin lehinedir. 

Bu doktrini ilk olarak ABD, olombia nehri uyuşmazlığında aşağı kıyıdaş konumunda bulunduğu Kanada’ya karşı savunmuştur. Oysa ki Meksika 
ile Rio Grande Nehri dolayısıyla yaşadığı uyuşmazlıkta yukarı kıyıdaş 
konumunda olan ABD mutlak egemenlik doktrinini savunmuştur. 

ABD dışında İsrail de Şeria Nehri uyuşmazlığı sırasında hakça ve makul faydalanma adil kullanım) doktrinini savunmuştur. 


BU BÖLÜM DİPNOTLAR;

1 BM, İnsani Gelişim Raporu, 2006. 
http://www.un.org/waterforlifedecade/scarcity.shtml (10.06.2013) 
2 Dünya Su Gelişim Raporu 4, 2012. 
http://www.zaragoza.es/ciudad/medioambiente/onu/en/detallePer_Onu?id=71 
3 BM: a.g.ç., 2006. 
4 Akın, M., & Akın, G., Suyun Önemi, Türkiyede Su Potansiyeli, Su Havzaları ve Su Kirliliği. 
AÜDTCF Dergisi ,2007, 47 (2), 105-118, s. 107. 
5 Bilen, Ö.: Türkiye'nin Su Gündemi, Umut Matbaacılık, Ankara 200 , s. 266 vd. 
6 http://www.un.org/es/comun/docs/?symbol=A/RES/64/292&lang=E (23.06.2013) 
7Karakaş, M: Su Hukuku Bağlamında Su Kaynaklarının Yönetimi, Kurumsal ve Hukuksal 
Yapı, Marmara Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi ABD Yüksek Lisans Tezi, 200 , s. 15 – 19. 
8 Karadeniz, Ö: Hukuk Öğretimi Bakımından Roma Hukuku, AÜHFD, 1969, 26 (1-2), 323-347, s. 340. 
9 Gözler, K.: Genel Hukuk Bilgisi, Ekin Yayınevi, Bursa 200 , s. 4. 
10 Gözler, K.: 200 , a.g.e., s. 4-6. 
11 Abernathy, C.F.: Law in the United States, West Group, St. Paul 2006, s. 2. 
12 Gözler, K.: 200 , a.g.e, s. ,4. 
13 Aktaş, M.: Sınıraşan Suların Ulaşım Dışı Kullanımının Hukuki Rejimi, DEÜ Doktora Tezi, İzmir 2004, s., 11. 
14 Aktaş, M.: 2004, a.g.e., s. 17. 
15 Aktaş, M.: 2004, a.g.e., s. 1 ; Kılıç, S.: Sınıraşan Sulara İlişkin Uyuşmazlıklar, Hacettepe 
Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 200 , s. 6.; an, H. H.: Türkiye’nin Sınıraşan Suları, Çağdaş Yerel Yönetimler, 2003, 12 (2), 62 – 74, s. 64.; Sar, D.: Uluslararası Nehirlerden Endüstriyel ve Tarımsal Amaçlarla Faydalanma Hakkı, Nadir Kitabevi, Ankara 1 0, s. 46. 
16 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 56. 
17 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 46. 
18 Kılıç, S.: 200 , a.g.e., s. 4. 
19 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 50. 
20 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 46. 
21 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 46 – 48. 
22 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 48. 
23 Kılıç, S.: 200 , a.g.e, s. 6. 
24 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 49. 
25 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 50. 
26 Kılıç, S.: 200 , a.g.e, s. 5. 
27 Kılıç, S.: 200 , a.g.e, s. 6. 
28 Örneğin Fırat ve Dicle nehirleri Suriye ve Irak için ‘uluslarası su‘ iken Türkiye için ‘sınıraşan su’dur. Bu tanımlama farklılığı suyun paylaşımına yönelik niyetlerden kaynaklanmaktadır. Bkz. an, H. H.: 200 , a.g.e., s. 64. 
29 Kılıç, S.: a.g.e, s. 6. 
30 Kılıç, S.: a.g.e, s. 6, . 
31 Kapan, İ.: Türkiye ile Suriye ve Irak Arasında Su Anlaşmazlığı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Tezi, İstanbul, 2006, s. 44. 
32 Kapan, İ: 2006, a.g.e., s. 45, 46. 
33 Kılıç, S.: a.g.e., s. 6. 
34 Kapan, İ: 2006, a.g.e., s. 4 , 4 . 
35 Kılıç, S.: a.g.e, s. . 
36 Kılıç, S.: a.g.e, s. . 
37 Kapan, İ: 2006, a.g.e., s. 50. 
38 Kılıç, S.: a.g.e, s. 11. 
39 Kapan, İ: 2006, a.g.e., s. 51. 
40 Kapan, İ: 2006, a.g.e., s. 5 . 
41 Kılıç, S.: a.g.e, s. 11. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder