16 Aralık 2017 Cumartesi

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SINIRI AŞAN SULARIN HUKUKİ DURUMUNUN İNCELENMESİ BÖLÜM 6

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SINIRI AŞAN SULARIN HUKUKİ DURUMUNUN  İNCELENMESİ BÖLÜM 6


4. BÖLÜM IV TÜRK SU HUKUKU ;

Türk su hukuku, aşağıda, tarihi gelişimi ve genel yapısı, temel mevzuatı, 
kurumsal yapısı ve sınıraşan sular hususları bakımından ele alınacaktır. 

4.1 TÜRK SU HUKUKUNUN TARİHİ GELİŞİMİ VE GENEL YAPISI 

Türk su hukukunun tarihi gelişimi, literatürde incelenirken, öncelikle 
Osmanlı İmparatorluğu dönemi göz önüne alınarak, ilk olarak İslam 
Hukukunun konuya ilişkin yaklaşımı değerlendirilmekte, sonrasında ise 
tarihsel süreç içerisinde konuya ilişkin mevzuat temelinde inceleme devam 
ettirilmektedir. Bu çerçevede bu bölümde Türk su hukukunun tarihi gelişimi, 
Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam Hukuku ve Mecelle-i Ahkam-ı 
Adliye açısından, Türkiye umhuriyeti döneminde ise Anayasalar 
çerçevesinde incelenmektedir. Diğer taraftan, Türk su hukununun genel yapısı 
açısından iki önemli kavram olan genel su ve özel su kavramları ön plana 
çıkmaktadır. 
Bu çerçevede, Türk su hukukunun tarihi gelişimi ve genel yapısı, 
aşağıda öncelikle Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Türkiye umhuriyeti 
dönemleri olmak üzere iki başlık altında incelenecek, akabinde Türk su 
hukukunun genel yapısı açısından temel iki kavram olan genel su ve özel su 
kavramları ayrı başlıklar altında açıklanmaya çalışılacaktır. 

4.1.1 OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde su hukukuna ilişkin dönüm noktası 
Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’nin yürürlüğe girmesidir. Zira bu döneme kadar 
hakim olan İslam Hukuku kuralları, bu dönemden sonra batı hukuku kuralları 
ile yer değiştirmeye başlamıştır. Dolayısıyla, Osmanlı İmparatorluğu 
döneminde su hukukunun incelemesinde İslam Hukuku ile Mecelle-i Ahkam-ı 
Adliye hükümlerini ayrı başlıklar altında incelemek yerinde olacaktır. 

4.1.1.1 İslam Hukuku 

İslam hukukunda geçerli olan kural, toprağın Devletin mülkiyetinde 
olması ve kişilere yalnızca kullanma intifa) hakkı tanınmasıdır. Aynı kuraldan 
hareketle sular üzerinde de özel mülkiyete izin verilmemiş, suların kullanımı 
Devlet eliyle yürütülmüştür. Bununla birlikte eskiden beri gelen kullanım 
şekilllerine de saygı gösterilmiştir. Suların kullanım biçimleri Devletin iznini 
içeren fermanlar vasıtasıyla oluşturulmuş, sulardan kaynaklanan anlaşmazlıklar 
ise fetvalarla çözümlenmiştir.194 

4.1.1.2 Mecelle-i Ahkam-ı Adliye 

1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile başlayan ve 1856 Islahat Fermanı 
ile devam eden Osmanlı İmparatorluğunun Batı dünyasına açılma hareketinin 
sonucu olarak ortaya çıkan kanunlardan en önemlisi, 1 yılında yürürlüğe 
giren ve 1926 tarihine kadar yürürlükte kalan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye 
olmuştur. 

Mecelle’nin 1234 üncü maddesi uyarınca ‘su, ot ve ateş mubahtır. Nâs 
bu üç şeyde şürekâdır.’ Bir başka deyişle İslam hukuku’nda su umumun 
yararlanması bakımından ortak eşya niteliğindedir. Başkasına zarar vermemek 
şartıyla sular herkesin faydalanmasına açıktır. Kural olarak, tabii haldeki bütün 
yer altı ve yer üstü sularının kamununun serbest kullanımına açık olduğu kabul 
edilmiştir. Nitekim Mecellenin bu konudaki düzenlemesini içeren 1254 üncü 
maddesi ‘Mubah ile herkes intifa edebilir. Fakat saire zarar vermemek ile 
meşruttur.’ şeklinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte sahiplenilerek (ihraz 
olunarak) mülkiyete konu edilen sular üzerindeki özel mülkiyet hakkı da 
kadim hak ilkesi çerçevesinde) kabul edilmiştir.195 Arsa sahinin olan kaynak 
ve kuyular kıyıdaş malikin faydalanma hakkına konu olabilir. Böylece malikin 
haklarına komşuluk hukukundan kaynaklanan kısıtlamalar getirilmiş 
olmaktadır.196 

Nitekim Mecellenin 1264 üncü maddesinde ‘Herkes hava ve ziya ile 
intifa eylediği gibi denizler ve büyük göller dahi intifa edebilir.’ 1237 nci 
maddesinde ‘denizler ve büyük göller mubahtır.’ 1235 inci maddesinde ‘yer 
altında cereyan eden sular kimsenin mülkü değildir.’ 1238 inci maddesinde 
‘mülk olmayan nehirlerden herkes faydalanabilir’ 1266 ncı maddedesinde ise 
‘sahipsiz sulardan cümle insanların ve hayvanların su içme hakkı 
bulunmaktadır’ şeklindeki hükümlere yer verilmiştir.197 

4.1.2 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ 

Türkiye umhuriyeti dönemi hukuk sisteminde normlar hiyerarşisi 
gereğince en üst norm olan Anayasalar önem kazanmıştır. Bu çerçevede 
Anaysal düzeydeki tarihi gelişimi göstermek üzere aşağıda 1921, 1924, 1961 
ve 1982 Anayasalarına ilişkin bilgi verilmiştir. 

4.1.2.1 1921 ve 1924 Anayasaları 

1921 ve 1924 Anayasaları su kaynaklarına veya bunların kullanım 
usullerine ilişkin herhangi bir kural getirmemiştir. 

4.1.2.2 1961 Anayasası 

 1961 Anayasası ile getirilen tabii servet ve kaynaklara ilişkin kural, 
suları özel mülkiyetin konusu dışında bırakması bakımından Mecellenin kabul 
ettiği sistemle parallelik arz etmektedir.198 

1961 Anayasasının ‘Tabii Servet Kaynaklarının Aranması ve İşletilmesi’ 
başlıklı 1 0 uncu maddesi 'Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve 
tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. 
Arama ve işletilmenin Devletin özel teşebbüsle birleşmesi suretiyle veya 
doğrudan doğruya özel teşebbüs eliyle yapılması, kanunun açık iznine 
bağlıdır.' hükmünü ihtiva etmektedir. 

4.1.2.3 1982 Anayasası 

1982 Anayasasında yer alan konuya ilişkin düzenleme, yukarıda ele 
alınan 1961 Anayasındaki düzenleme ile büyük benzerlik taşımaktadır. Şöyle 
ki; 1982 Anayasasının ‘Tabii servetlerin ve kaynaklarının aranması ve 
işletilmesi’ başlıklı 16 inci maddesinde 'Tabii servetler ve kaynaklar Devletin 
hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete 
aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. 
Hangi tabii servet ve kaynağın arama işletmesinin Devletin gerçek ve tüzel 
kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılması 
kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzel kişilerin uyması 
gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve 
müeyyideler kanunda gösterilir.’ hükmüne yer verilmiştir. 
Yukarıda sayılan aşamalardan geçerek günümüze ulaşan Türk Su 
Hukuku nihayetinde geldiği noktada bağımsız bir hukuk dalı olarak kabul 
edilme yolundadır. Ancak bu konuda görüş birliği sağlanamamış olup su 
hukukunu; çevre hukukunun, idare ve medeni hukukun ve kamu malları 
hukukunun bir bölümü olarak kabul eden çeşitli görüşler de bulunmaktadır.199 
KARAKAŞ, 200 , s. 15-19) 

4.1.3 GENEL SU VE ÖZEL SU AYRIMI 

Türk su hukukunun genel yapısı incelemeye alındığında ortaya çıkan 
temel ayrım, 4 21 sayılı Medeni Kanunda yer alan genel sular ve özel 
mülkiyete konu olan sular özel sular) ayrımıdır. Söz konusu kavramlar 
aşağıda ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. 

4.1.3.1 Genel Sular 

Yargıtay tarafından verilen kararlarda ‘umuma ait su’, ‘umumi su’, 
‘umumun kullanılmasına ait sular’ olarak da adlandırılan genel sular; özel 
mülkiyete konu olmayıp, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunurlar. 
Bunların başlıcaları denizler, büyük göller, akarsular ve yeraltı sularıdır.200 
Genel suların başlıca özellikleri, kural olarak bu sulardan herkesin 
yararlanabilmesi, devir ve ferağ edilememeleri, su siciline kaydolma gerekliliği 
ve zamanaşımı ile iktisaba elverişli olmamalarıdır.201 

Genel sulara ilişkin Medeni Kanunda yer alan düzenlemelerden ilki 
Kanunun taşınmaz mülkiyetinin konusu, kazanılması ve kaybını düzenleyen 
kısmında yer alan ‘Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar’ başlıklı 15 
inci maddedir. Buna göre: ‘Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, 
Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya 
ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan 
yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir 
şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait 
malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun 
hükümlerine tâbidir.’ 

Genel sulara ilişkin bir diğer düzenleme ise yer altı sularına ilişkin 
olanıdır. Bu düzenleme de Medeni Kanunun kaynak ve yeraltı sularının 
mülkiyet ve irtifak hakkını düzenleyen 56 ncı maddesinde yer alır. Buna göre: 
‘…Yeraltı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak, onun 
altındaki yeraltı sularına da malik olmak sonucunu doğurmaz. Arazi 
maliklerinin yeraltı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel 
kanun hükümleri saklıdır.’ 

Yukarıda yer alan kanun hükmününden de anlaşılacağı üzere yararı 
kamuya ait olan sular, özel mülkiyete konu olamazlar. Bunlardan herkes, içme 
ve kullanma suyu ihtiyacı öncelikli olmak üzere, ihtiyacı oranında 
faydalanabilir.202 
Genel sulardan herkesin yararlanması kural olmakla birlikte kadim 
hakkın gözetilmesi mecburidir. Yani herkes ancak kadim hakkı ihlal etmemek 
koşuluyla genel sulardan faydalanabilir. Öncesi ve başka türlü kullanıldığı 
bilinmeyen hak anlamına gelen kadim hak kavramı, genel sulardan yararlanma 
biçiminin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ancak kadim hak sahibi 
olmak sudan sınırsız olarak faydalanabilmek anlamına gelmemektedir. Zira 
kadim hak sahibi kişi dahi, genel sudan ihtiyacından fazla miktarda 
faydalanamaz. Kadim hak üçüncü kişiler zararına genişletilemez ayrıca tanık 
veya bilirkişi beyanıyla ispatlanabilir. 
Yargıtay tarafından verilen kararlar yoluyla gelişen bu kurallar uyarınca 
kadim hakkın bulunmadığı durumlarda ise o yöredeki teamül uyarınca 
faydalanma hakkı tespit edilir.203 Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 29.6.1962 
tarihli ve 294 Esas, 45 2 Karar sayılı ilamı bu yönde alınan kararlara örnek 
teşkil etmektedir:204 ‘Her iki tarafın müştereken istifade ettikleri genel sudan 
yararlanmada kadim kullanma hakkı yoksa teamül araştırılır.’ 

 Diğer taraftan, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.02.1984 tarihli ve 
1984/775 Esas, 1984/ 62 Karar sayılı ilamında, ‘Tapulama tespitinin 
kesinleşmesinden itibaren on yıl içerisinde, dava konusu su üzerinde kadim 
kullanma hakkı olduğunu iddia ederek, irtifak hakkı tesis ettirmeyen davacının, 
artık kadim hakka dayanarak sudan yararlanma hakkının bulunduğunun 
kabulünün olanaksız olduğu’ hüküm altına alınmıştır: 

‘Dava dilekçesinde suya vaki el atmanın önlenmesi istenilmiştir. 
Mahkemece davanın davalı Mustafa yönünden kararda yazılı olduğu üzere 
kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı Mustafa tarafından temyiz edilmiştir. 
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dosyadaki bütün 
kağıtlar okunup gereği düşünüldü. 

Dava konusu suyun davalılardan Mustafa'nın tapulu taşınmazından 
çıkan bir kaynak suyu olduğu anlaşılmaktadır. MK.nun 679. maddesine göre, 
kaynak, arzın mütemmim bir cüz'ü olup mülkiyeti ile birlikte iktisap olunur. 
Başkasının arzındaki kaynaklardan istifade, irtifak hakkı olarak, tapu siciline 
kayıt ile tesis olunur. 
Davalı Mustafa, 7.5 .1954 tarihinde tapulama sonucu bu yerin maliki 
olmuş ve yeniden tapuda adına tescili yapılmıştır. Tapulama tespitinin 
kesinleşmesinden itibaren on yıl süre içerisinde, dava konusu su üzerinde 
kadim kullanma hakkı olduğu iddia edilerek, irtifak hakkı tesis ettirmeyen 
davacının, artık kadim hakka dayanılarak sudan yararlanma hakkının 
bulunduğunun kabulü olanaksızdır. Davanın reddi gerekirken kabulüne karar 
verilmesi doğru değildir. 

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı 
şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde 
olduğundan kabulü ile hükmün HUMK nun 428 maddesi gereğince 
(BOZULMASINA), 500 lira peşin alınan harcan istek halinde temyiz edene 
iadesine, 27.2 .1984 gününde oy birliğiyle karar verildi.’205 

Genel sulardan herkes ihtiyacı oranında ve kadim hakları ihlal etmeden 
yararlanma hakkına sahiptir. Eğer su çevresinde bulunanların ihtiyaçlarını 
karşılamaya yetmeyecek miktarda ise nöbetleşerek kullanılması gerektiği yargı 
kararına bağlanmıştır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin konuya ilişkin 11.09.1961 
tarihli ve 4935 Esas, 4754 Karar sayılı ilamında hüküm şu şekilde kurulmuştur: 
‘Dava konusu Gölbaşı namı ile anılan su, genel sulardan olması itibariyle bu 
sudan tarafların yararlanma hakları vardır. Ancak, davacı köyün bu sudan 
1953/ 1954 yıllarına ayrı ve müstakil bir kanal açmak suretiyle istifadeye 
başladığı ve bilahare su miktarının azalması üzerine davalı köylerin istifade ve 
intifalarına engel olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla nizalı suyun miktarı ile 
taraf köylerinin buradan faydalanabilecek durumda bulunan arazi miktarının 
tespiti ile her iki tarafın âdil bir nispet dairesinde bu sudan istifade ve intifa 
paylarının tayini gerekirken kadim bir hakkı bulunmayan davacı köy lehine 
mutlak bir şekilde hüküm tesisi doğru değildir206’ 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 80’li yılların ortalarından itibaren verdiği 
kararlarda, genel sulardan herkesin faydalı ihtiyacı oranında yararlanması 
kuralını başkasının kadim hakkının engellenmemesinin yanı sıra başkasının 
öncelikli kullanım hakkının da engellenmemesine bağladığı görülmektedir. 


Faydalı ihtiyaç terimi genel sular arasında yer alan yeraltı sularına 
ilişkin hükümler içeren 16 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun’un 2nci 
maddesinde; yeraltı suyunu kullanacak kimsenin faydalı kullanışları için 
muhtaç olduğu su miktarı olarak tanımlanmıştır. Faydalı kullanış terimi ise 
yine aynı maddede; yeraltı suyunun içmede, temizlikte, belediye hizmetlerinde, 
hayvan sulamada, zirai sulamada, maden ve sanayide, sportif vesair tesislerde 
kullanılması şeklinde tanımlanmıştır. Faydalı ihtiyaca yetecek miktarın tespiti 
ise aynı kanunun 4 üncü maddesi uyarınca; ilgili bakanlıkların görüşü alınmak 
suretiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. 
Yargıtay’ın bu yöndeki kararlarına ilişkin emsaller aşağıda sunulmuştur: 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 23.10.1987 tarili ve 4498 Esas, 10414 
Karar sayılı ilamı: ‘Mahkemece, dava konusu yapılan dere suyunun genel su 
olup özel su niteliği taşımadığı ve tarafların kadim yararlanma hakları da 
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, genel sulardan 
yararlanmak kadim hakkın varlığına bağlı olmayıp herkes faydalı ihtiyacı 
oranında bu tür sulardan başkalarının kadim ya da öncelikli kullanım 
haklarını engellememek koşulu ile yararlanabilir. Davalının, söz konusu dere 
kenarında sonradan açtığı belirlenen kuyunun bu dere suyunu etkileyip 
etkilemediği de kesin olarak saptanmadığı gibi keşif de dere suyunun kesildiği 
bir zamanda yapılmıştır. O halde davacının öteden beri sulama suyu olarak 
yararlandığı çekişmesiz olan dere suyunun aktığı bir zamanda, uzman bilirkişi 
veya bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılarak, bu suyun debisinin ve tarafların 
suladıkları yerlerin alanları da Ölçülerek ihtiyaçlarına yetip yetmeyeceğinin ve 
davalının açtığı kuyunun, dereden akan suyu etkileyip etkilemeyeceğinin, 
etkiliyorsa bunun derecesinin ve bu kuyunun kapatılması halinde suyun eski 
durumuna dönüp dönmeyeceğinin kesin olarak saptanması ve mümkün ve 
müsait bulunduğu takdirde anılan sudan taraflar ve varsa diğer kullananların 
nöbetleşe yararlandırılması için bir düzenleme yapılması hususu üzerinde de 
durularak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken bu yönlerden eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru 
değildir.’ 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 30.10.1990 tarili ve 1457 Esas, 8570 
Karar sayılı ilamı: ‘Dava konusu kaynak suyunun mera'dan çıktığı belirlenmiş 
bulunmakla genel sulardan sayılacağı kuşkusuzdur. Genel sulardan ise herkes, 
kadim ya da öncelikli kullanım haklarını engellememek koşuluyla faydalı 
ihtiyacı oranında yararlanabilir. Sözkonusu sudan mer'anın sulanması ve 
hayvanların içmesi şeklinde davacı tarafın öncelikli yararlanma hakkı 
bulunduğu ve temyiz eden davalının bir kısmını alıp kendi petrol istasyonuna 
götürmek suretiyle bu suya elatması olayının ise yeni olduğu hususlarında bir 
uyuşmazlık bulunmamaktadır. 

Bu duruma göre, uzman bilirkişi veya bilirkişiler aracılığıyla yeniden 
keşif yapılmak, öncelikle davaya konu suyun debisinin ölçülmesi ve davacı 
tarafın belirtilen şekildeki hayvan ve mer'a sulamasına ilişkin olarak 
kullanımı itibariyle ihtiyaç duyduğu su miktarının kesin olarak saptanması ve 
bu miktarlar gözetilerek davacı tarafın ihtiyacından arta kalan bir su 
bulunduğu takdirde bundan, temyiz eden davalının özellikle kış aylarında 
yararlanabileceği gözönünde tutularak hüküm kurulması gerekir.’ 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 07.03.1994 tarili ve 2587 Esas, 4253 
Karar sayılı ilamı: ‘Dava konusu yapılan nolu kaynak suyu özellikle çıkış yeri 
tapusuz bakımından, genel sulardan sayılır. Genel sulardan ise, herkes, 
kadim ya da öncelikli kullanım haklarını engellememek koşuluyla, faydalı 
gereksinimi oranında yararlanabilir. Anılan sudan, davacının, içme ve sulama 
suyu, olarak yararlanmasının, davalıya nazaran öncelikli olduğu, keşiflerde 
dinlenilen çoğunluk yerel bilirkişi ve tanık anlatımlarıyla belirlenmektedir. 

Dosya arasındaki, 18.8.1993 tarihli, son zirai bilirkişi raporunda da, 
tarafların bu suya olan ihtiyaçları diğer kaynak sular ve yararlanma 
koşulları gözetilerek, haftanın 5 gününde davacının ve 2 gününde de, 
davalının yararlanmasının uygun olacağı ve bu suretle gereksinimlerinin 
yeterince karşılanacağı, dayanaklı bir biçimde belirtilmiştir. 

Bu duruma göre, sözkonusu kaynak suyundan andan bilirkişi 
raporunda önerildiği gibi , tarafların ortaklaşa kullanımının sağlanması ve o 
yolda uygun bir düzenleme de yapılarak, uyuşmazlığın sağlıklı ve kalıcı bir 
biçimde çözümlenmesi gerekir. O halde belirtilen şekilde, davanın 
gerçekleştiği oranda kabulüne karar verilmesi icabederken, aksine 
düşüncelerle, yazılı olduğu gibi tamamen reddedilmesi doğru değildir.’ 207 

Her ne kadar Medeni Kanunun 15 inci maddesinde genel suların 
işletilmesi ve kulanılmasının özel kanun hükümleri ile sağlanacağı öngörülmüş 
ise de tüm genel suları kapsayan bir özel kanun düzenlemesi mevcut değildir. 
Bu durumdan kaynaklanan boşluk yargı kararları yoluyla giderilmeye 
çalışılmaktadır.208 

4.1.3.2 Özel Mülkiyete Konu Olan Sular (Özel Sular) 

Kural olarak Türk su hukukunda özel mülkiyete konu olabilecek sular 
kaynak sularıdır. Medeni Kanun’un taşınmaz mülkiyetinin içeriğini düzenleyen 
718 inci maddesi uyarınca: ‘Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar 
olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu 
mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler 
ve kaynaklar da girer.’ Türk Medeni Kanunu’nun, kaynak ve yeraltı sularında mülkiyet ve irtifak hakkına ilişkin 756 ncı maddesi ise: ‘Kaynaklar, arazinin bütünleyici parçası olup, bunların mülkiyeti ancak kaynadıkları arazinin mülkiyeti ile birlikte kazanılabilir. Başkasının arazisinde bulunan kaynaklar üzerindeki hak, 
bir irtifak hakkı olarak tapu kütüğüne tescil ile kurulur.’ şeklinde düzenlenmiştir. 

Ancak Medeni Kanun’un ‘Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar’ 
başlıklı 715 inci maddesi hükmü uyarınca: ‘….Aksi ispatlanmadıkça, yararı 
kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli 
olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir 
ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.’ 

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; tarıma elverişli olmayan 
bölgelerden, dağlardan ormanlardan çıkan kaynaklar ve yararı kamuya ait olan 
sular özel mülkiyete konu edilemezler, Devletin hüküm ve tasarrufu 
altındadır.209 

Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından özel mülkiyete konu 
olan kaynak kavramının net bir şekilde izah edilmesi önem arz etmektedir. 
Medeni Kanun’da kaynak tanımı yapılmamış olmakla beraber genel coğrafya 
bilgilerinde kaynak, yeraltı suyunun üst yüzeyinin yeryüzünü kestiği yer olarak 
tanımlanmıştır. Kaynağın kökeni yer altı suyu olmalıdır. Dolayısıyla bir süre 
için yeraltında akan yer üstü suyunun yeryüzüne çıkması halinde bir kaynak 
oluşumundan bahsolunamaz.210 

Bunların yanı sıra kaynağın özel mülkiyete konu olabilmesi; tapulu 
taşınmazdan çıkmasına, çıktığı taşınmazın sınırlarını aşmayacak miktarda 
debiye sahip olmasına, devamlılığının bulunmasına ve özel mülkiyete konu 
olmasının kamu için zararlı olmamasına bağlıdır. Yeryüzüne çıkar çıkmaz 
dere veya ırmak haline gelen sular, kaynak sayılmazlar.211 


Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin konuya ilişkin emsal niteliğindeki 12.6.2007 tarihli ve 2007/9810 Esas, 2007 /10133 Karar sayılı ilamı aşağıdaki gibidir: 

‘Kaynak suları, tapulu taşınmazın mütemmim cüz'ü ise de, suyun 
kaynadığı yer altı gölünün taşınmazın sınırları içinde kalamayacak kadar 
büyük olması nedeniyle suyun yeryüzüne çıkar çıkmaz bir dere haline gelmesi 
ve suyun özel mülkiyete bağlı sayılmamasının ve umum için genel yarar 
açısından yararlı olacağı hallerde kaynak arzın mütemmim cüz'ü sayılmayıp 
genel su olarak kabulü zorunludur.’212 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 28.3.1983 tarihli ve 1574 Esas, 1688 
Karar sayılı ilamına göre; ‘Dava konusu su davalının tapulu yerinden kaynak 
şeklinde çıksa bile, suyun yeryüzüne çıkar çıkmaz bir dere haline gelmesi veya 
özel mülkiyete bağlı sayılmasının umum için zararlı olması hallerinde kaynak 
arzın mütemmim cüzü sayılamayacağından bu suyun davalının ihtiyacından 
artan kısmın herkesin yararlanabileceği genel su olarak kabulü gerekir.' 
Kaynak, yer altı suyunun kendiliğinden, doğal olarak yer yüzüne 
çıkması ile meydana gelir. Yer altı suyu, doğal yollardan yer yüzüne çıkmamış 
drenaj gibi sun’i yollarla, insan etkisiyle çıkarılmış ise kaynak değil drenaj 
veya kuyu ismini alır. Genel su kategorisine giren bu sular ise Medeni Kanun 
hükümlerine değil 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun hükümlerine tabi 
olur.213 

Medeni Kanun’un yukarıda zikrolunan maddeleri uyarınca kaynaklar 
kural olarak, tek başlarına ve bağımsız olarak mülkiyete konu olamazlar.214 
Kaynaklar taşınmazın bütünleyici parçası yani mütemmim cüzü sayılmaktadır 
ve böylece taşınmaza malik olan kaynağa da malik olmaktadır.215 

Medeni Kanun’un 756 ncı maddesi uyarınca; başkasının arazisindeki 
kaynaktan yararlanabilmek, bunun bir irtifak hakkı olarak tapu kütüğüne tescil 
edilmesi şartına bağlıdır. Kaynak üzerinde kurulan bu irtifak hakkının kapsamı 
ve bundan yararlanma biçimi Medeni Kanunun ‘Kaynak hakkı’ başlıklı nci 
maddesi ile düzenlenmiştir. Buna gore: ‘Başkasının arazisinde bulunan kaynak 
üzerinde irtifak hakkı, bu arazinin malikini suyun alınmasına ve akıtılmasına 
katlanmakla yükümlü kılar. Bu hak, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, başkasına 
devredilebilir ve mirasçıya geçer. Kaynak hakkı, bağımsız nitelikte ve en az 
otuz yıl için kurulmuş ise tapu kütüğüne taşınmaz olarak kaydedilebilir.’ Bu 
hak sahibine kaynaktan çıkan suyu alma, borular veya arklar vasıtasıyla kendi 
taşınmazına ya da deposuna aktarma imkânı verir. Ayrıca Medeni Kanunun 
781 inci maddesi gereğince irtifak hakkının kurulmasına ilişkin sözleşme resmi 
şekilde düzenlemedikçe geçerlilik kazanmaz. 

Yargıtay .Hukuk Dairesinin konuya ilişkin 12.6.2007 tarihli ve 
2007/9810 Esas, 2007 /10133 Karar sayılı ilamı aşağıdaki gibidir: 

‘KARARIN ÖZÜ Bilirkişiler marifetiyle suyun niteliği saptanmalı, özel 
su olduğunun saptanması halinde tapuda irtifak hakkı bulunmayan davalıların 
hakkı bulunmadığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmelidir: 

Davacı vekili dilekçesinde, taşınmazından çıkan suyun davalı 
tarafından boru döşenerek götürülmek suretiyle müdahale edildiğini ileri 
sürerek suya vaki müdahalenin önlenmesi istenilmiştir. Davalılar vekili 
müvekkillerinin bu suda öncelik haklan olduğunu üeri sürerek davanın reddini 
savunmuştur. Mahkemece, dava konusu suda davacının kadim hakkı 
bulunmadığı gibi 25 yıldır kullanan davalıların öncelik hakkının bulunduğu 
kabul edilerek davanın reddi cihetine gidilmiştir. 

Somut olayda, dava dilekçesinde suyun davacıya ait özel su olduğu 
ileri sürülmekle beraber bu yere ilişkin tapu kaydı ibraz edilme- miştir. Dava 
konusu su tapusuz yerlerden çıkmakta ise, bilirkişi görüşü- nün aksine olarak 
yerleşik Yargıtay uygulamalan gereğince genel su olduğunun kabulü 
gerekmektedir. Genel sulardan herkes, kadim ve öncelik haklan ihlal 
etmeksizin faydalı ihtiyacı oranında yararlanma imkanına sahiptir.Her ne 
kadar mahkemece, dava konusu suda davalılann öncelik haklan olduğu kabul 
edilmiş ise de dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarından, suyun 1981 
yılında dava dışı Mustafa Ceylan tarafından çıkartıldığı ve davacı ve 
davalılarca kullanılmadığı gibi yine dava dışı kişilerce kullanıldığı beyan 
edilmiştir.Suya vaki müdahalenin önlenmesi davalarında öncelikle suyun 
niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. ayet, dava konusu suyun 
çıktığı yerin davacı adına tapu kaydı var ise ve tapu kapsamında kalan bu 
suyun debisi taşınmazın sınırlarını aşmayacak kadar az ise özel su olarak 
kabulü ile buna ilişkin kuralların uygulanması gerekecektir. Bu nedenle 
mahkemece bilirkişiler marifetiyle suyun niteliği saptanmalı özel su 
olduğunun saptanması halinde tapuda irtifak hakkı bulunmayan davalıların 
hakkı bulunmadığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmelidir. Ancak, 
genel su olduğunun anlaşılması halinde ise davalıların tanık ve mahalli 
bilirkişi beyanlarına göre kadim ve öncelik haklarının bulunmadığı 
anlaşılmakla tarafların ihtiyaç miktan saptanmalı davacının ihtiyacından artan 
su olup olmadığı belirlenmeli davalının başka kaynaklardan su temin olanağı 
araştırılmalı, gerekirse be saatlerde münavebe oluşturularak tarafların suya 
ihtiyacının karşılanıp karşılanamayacağı değerlendirilmeli böylece eksiklikler 
giderilip su re imi düzenlenmek suretiyle hüküm kurulmalıdır. Eksik inceleme 
ve yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir. 
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı 
şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde 
olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince 
BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene 
iadesine, 12.06.2007 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.’ 

Ayrıca Yargıtay kararları ile de tespit edildiği üzere kaynak üzerinde 
irtifak hakkı kurulabilmesi için kaynağın çıktığı arazinin tapuda kayıtlı olması 
gerekmektedir.216 Aşağıda Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi’nin konuya ilişkin 
olarak 16.09 .1991 tarihinde verdiği emsal niteliğindeki 1991/604 Esas, 
1991/ 625 Karar sayılı ilamı yer almaktadır: 

‘KARARIN ÖZÜ Davalıya ait arazinin tapulu olmaması nedeniyle su 
Medeni Kanunun 679. maddesinde belirtildiği üzere kaynadığı arazinin 
mülkiyetine tabi değildir 

Dava dilekçesinde men'i müdahale ve .34.400 lira tazminatın masraflarla birlikte davalı tarafından tahsili istenilmiştir. Mahkemece, davacının men'i müdahale talebinin reddi, tazminatın kabulü cihetine gidilmiş hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü 

Dava konusu su her ne kadar davalının zilyetliğinde bulunan araziden 
çıkmakta ise de, arazinin tapulu olmaması nedeniyle su Medeni Kanunun 679. 
maddesinde belirtildiği üzere kaynadığı arazinin mülkiyetine tabi değildir. 
Davacı, 20 yıldan beri bu sudan yararlanmakta olup bu yararlanma devam 
ederken davalı, davacının suyunu keserek müdahale etmiştir. Davacının bu 
sudan içme ve kullanma suyu olarak 20 yıldan beri yararlandığına göre 
kendisi öncelik hakkına sahip olup öteden beri kullandığı su miktarı 
belirlenerek bu miktar su üzerinden davalının müdahalesinin men’ine ve 
bundan artan suyun da davalı tarafından kullanılabileceğine karar verilmesi 
gerekirken, suyun arzın statüsüne tabi olduğu kabul edilerek davanın reddi 
doğru görülmemiştir. Ancak; davacının evinin yüksekte olması nedeniyle tabii 
akış yolııyla yararlanamadığı bir suyun arazisinden kaynaklandığı da 
belirtilmektedir, Davacının bu sudan fahiş bir masrafı gerektirmeyecek şekilde 
yararlanmasının ve bu suretle davalıya kalacak suyun bir miktar artırılıp 
artırılamayacağının da araştırılıp her iki tarafın da mevcut sulardan 
yararlanma olanaklarının araştırılması gerekir. 

Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı 
şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde 
olduğundan kabulü ile hükmün IIUMK.nun 428. maddesi gereğince 
(BOZULMASINA), peşin ödediği temyiz harcının istek halinde temyiz edene 
iadesine, 16.9.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.’ 

Kaynağın doğduğu arazinin maliki, kaynak üzerindeki özel haklar ve 
kamu yararı nedeniyle getirilen kısıtlamalar haricinde kaynak üzerinde sınırsız 
tasarruf yetkisini haizdir, kaynağı son damlasına kadar kullanabilir.217 

Medeni Kanun kaynağın doğduğu arazinin malikinin ve kaynak 
üzerinde sınırlı ayni hakkı bulunan irtifak hakkı sahibinin hak ve yetkilerine, 
komşuluk hukuku ve kamu yararı yönünden kısıtlamalar getirmiştir.218 
Komşuluk hukukundan kaynaklanan kısıtlamalar Medeni Kanunun 737 nci, 
738 inci ve 757 inci ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre 
Medeni Kanunun 5 ve 5 inci maddelerinde kaynakların kesilmesi ve 
kirlenmesine, 759 uncu maddesinde kaynak ortaklığına, 760 ıncı maddesinde 
komşuların ve diğer kişilerin kaynaktan yararlanmalarına, 761 inci maddesinde 
ise zorunlu su ihtiyacının karşılanabilmesi için irtifak kurulmasını talep 
edebilme imkânına ilişkin hususlar düzenlenmiştir.219 


Medeni Kanunun 742 nci maddesi ile taşınmaz malikinin üst taraftaki 
araziden kendi arazisine doğal olarak akan suların akışına katlanma 
yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hüküm doktrinde alttaki taşınmaz malikinin 
suyun doğal akışının değiştirilmemesini isteme hakkı bulunduğu yönünde 
değerlendirilemmekte dir.220 
Kaynaklar üzerinde kişi yararına olan sınırlamaların dışında kamu 
yararına bağlı sınırlamalar bulunduğundan bahsedilmişti. Bunlar 2942 sayılı 
Kamulaştırma Kanunu uyarınca genelin yararı için kamulaştırma yoluyla 
yapılmaktadırlar. Özel mülkiyete konu olabilen kaynaklar ve bunların yanı sıra 
kamu malı kapsamı dışında kalan akarsular hakkında kamulaştırma 
yapılabilmesi için genelin yararı kıstası tek başına yeterli olmayıp bu suların 
sahiplerine hiç yararı bulunmaması ya da pek az yararı bulunması koşulunu da 
sağlaması gerekir.221 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

194 Özbay, Ö.: Türkiyede Sularla İlgili Yasal Düzenlemelerin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’deki Durum, TMMOB Su Politikaları Kongresi, 2006, 460 – 477, s. 460. 
http://www.hidropolitikakademi.org/wp-content/uploads/2014/03/SU-HUKUKU.pdf 
195 Doğrusöz, M. E.: Sular Hukuku, Yetkin Yayınevi, Ankara1 , s. ; Özbay, Ö.: a.g.m, s. 461. 
196 Sar, D.: 1970, a.g.e., s. 186. 
197 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. . 
198 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. . 
199 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 15-19. 
200 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 20; Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 20. 
201 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 21. 
202 İlgün, M. G.: Su Davaları , Adalet Yayınevi, Ankara 200 , s. 4. 
203 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 44. 
204 İlgün, M. G.: 200 , a.g.e., s. 22. 
205 İlgün, M. G.: 200 , a.g.e., s. 20. 
206 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 2 . 
207 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 25 – 29. 
208 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 
209 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 4 . 
210 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 4 ; Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 40. 
211 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 4 ; Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 40. 
212 İlgün, M. G.: 200 , a.g.e., s. 1 
213 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 4 ; İlgün, M. G.: 200 , a.g.e., s. . 
214 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 41. 
215 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 4 . 
216 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 50. 
217 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 41. 
218 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 51. 
219 Doğrusöz, M. E.: 1 , a.g.e., s. 41. 
220 Karakaş, M.: 200 , a.g.e, s. 52. 
221 Güler, B. A.: Su Hizmetleri Yönetimi, TODAİE Yayınları, Ankara 1 , s. 6 ; Karakaş, M.: 2007, a.g.e, s. 53. 


 7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder