Nebil Harbo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nebil Harbo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


ORSAM: Bize kendinizle ilgili bilgi verebilir misiniz? 
       Hüsamettin Türkmen10*: 
10*. Türkmen Milliyet çi Hareketi Başkanı Hüsamettin Türkmen 28 Eylül 2010

1953 Kerkük doğumluyum. İlk ve ortaokulu Kerkük’te okudum. Gençlik hayatımda sporla ilgilendim. Irak birinci lig takımlarından olan Kerkük 
Takımında oynadım. Siyasi hayatla tanışmam ve Türkmen davasıyla ilgilenmem de bu günlere dayanıyor. 1969 senesinde iki defa emniyetle tanıştım. 
Kerkük’te gençleri toparlayıp emniyete götürüyorlardı. 
Emniyete alınmanızdaki sebep nedir? Gençliğimin geçtiği mahallede Baas Partisi teşkilatlanmıştı. Biz de Türkmen davası savunucuları olarak Baas teşkilatlanmasına karşıydık. Sonuçta Baas rejiminin Türkmen lehinde bir sonucu düşünülemezdi. Adı üstünde Arap-Baas Partisiydi. Biz 14 Temmuz 1959 katliamını yaşayan kuşaktık. Ben o zamanlar6 yaşındaydım. Eski köprübaşında krallık rejimine son veren 14 Temmuz 1958 Irak ihtilalının birinci yıl dönümü kutlamaları için Türkmenler olarak yürüyüş yapılıyordu. Ortalık bir anda karışmıştı. Biz ise saklandığımız herhangi bir evin bahçesinden yapılan katliamı seyrediyorduk. 

Tanık olduğunuz katliamda neler yapıldı? 
Bize biraz bahsedebilir misiniz? 

Bulunduğum bölgeden baktığımda ilk olarak İmam Kasım Polis Merkezine ateş açıldı. Ateşin etkisiyle yürüyüş yapan topluluk dağılmaya başladı. Biz Eskiköprü üzerinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, kortejin bir kısmı Atlas Caddesi istikametine ulaşmıştı. O nedenle Osman Hıdır’ın hunharca katledilmesi noktasında biz yoktuk. Kortej uzundu ve her noktadan ateş açılıyordu. Biz evlerin bahçelerine saklanmıştık ve katliamı seyrediyorduk. 

Neler yapıldı katliamda, nelere şahit oldunuz? 

Komünist Kürtçü gruplar ellerinde halat, zincir, satır ve bıçaklarla sağa sola saldırıyorlardı. Kargaşa da ellerine düşen Türkmenler hırpalanıyor ve öldürülüyordu. Böyle zulüm görülmemiştir. Müslümanlarda kurban kesiminde dahi bir adap vardır. Kurbanının başı kıbleye döndürülür ve kesim işlemi yapılır. Ama burada hayvana duyulan saygıyı bırakın insanlık adına yüz kızartan manzaralara şahit oluyorduk. 6-7 saat sonra biz evlerimize ulaşmıştık. Birkaç gün sonra olaylar hafifledi. Beşinci günün sonunda Irak merkezi hükümet tarafından askerler bölgeye gönderildi ve katliam durduruldu. 

Ailenizden kimseyi bu katliamda kaybettiniz mi? 

Katliamda biz ailemizden kayıp vermedik. Yaralananlar vardı. Biz ailecek esas sıkıntıyı ağabeyimi istediklerinde yaşadık. Ağabeyim eski teşkilatların 
içerisinde yer alıyordu. Onun peşinde çok koşturdular. Eskiden evler şimdikiler gibi değildi. Evlerden evlere geçişler vardı. Ağabeyim hep hazırlıklı beklerdi ve ufak bir hareketlenme olduğunda kaçmasına yardım etmeye çalışırdık. 
Zaten evlerimizde silah mevcuttu, kendimizi savunmak zorundaydık. Bu katliamdan sonra Irak Hükümetinin hakkımızı arayamayacağını biliyorduk. Kerkük’te Türkmenlere karşı teşkilatlanma da başlamıştı. Ortalık gergindi ve 
Türkmenlerde kendi içlerinden katliamın intikamını almak için bazı girişimlerde bulunacaktı. Hiç unutmam ve bunu birçok Türkmen dile getirmez ama ben sizinle paylaşayım. Kerkük’te katliamdan sonra Türkmenlerin teşkilatlanmasını 
sağlayan iki kişi vardı. Bunlardan birincisi Hasan Hancı ikincisi de meydanda hamamı bulunan Hamamcı Menef’ti. Hamamcı Menef ve Hasan Hancı birlikte otururlarken Mehmet Çamurcu adındaki genç bir oğlana Mehmet Emin    Şerbetçi’yi   öldürmesi gerektiğini söylerler. Neden Mehmet Emin Şerbetçi diyecek olursanız, 
Şerbetçi Kürtçü komünistlerin başıdır. Bir gün evden ekmek almak için dışarı çıktığımda birkaç el silah sesi duyuldu ve Mehmet Emin Şerbetçi 
öldürülmüştü. 

Ne zaman oldu bu olaylar? 

Katliamdan 3-4 gün sonra. Teşkilat intikam almak isteyen Türkmenler tarafından oluşturuldu sonra hare hare yayıldı. Büyük ve küçük abim bu teşkilat içerisinde yerlerini aldılar. Kürtçü Komünistlerin karşısında intikam tugayı gibiydi. 
Durum böyle olunca Kerkük’te Kürt kalmadı, ölen öldü, kaçabilenler gitti. Bu kargaşa 8 Şubat 1963 tarihinde yapılan ihtilalle Abdulkerim Kasım 
diktatörlüğü nün devrilmesi ve yönetimin Yarbay Abdusselam Arif’in devralmasıyla sona erdi. Ayrıca 1959 Musul-Kerkük katliamını yapanların 
elebaşları idam edildi ve Türkmenlerin güveni yeniden kazanılmaya çalışıldı. Fakat daha sonraları Baas Partisi duruşunu değiştirdi. Çünkü Türkmenler örgütleniyordu. Komünizme karşı olan Arap milliyetçileri de Türkmenlerin 
yanında yer alıyordu. Musul meselesinde de keza Kerkük Türkmenleriyle birleşmesi Baas Partisini tedirgin ediyordu. 1970 senesinde rahmetli 
Abdullah Abdurahman bize çok güzel bir şey anlattı. Dedi ki: “Irak’ta Dışişleri Bakanlığında bir daire var ve bu dairede eski İngilizlerin bıraktığı bir yazı ve bu yazıda Irak’ın üç milletli olduğu ve azınlıklardan oluştuğunu yazıyor”. Bahsi geçen üç milleti sorduğumuzda “Arap, Kürt ve Türkmenler” diyerek evrakı gösteriyordu. Arap milletiyle ilgili açıklamalarda, Arapların Irak topraklarının sahibi olduğu yazıyordu. Gerekçe olarak nüfus çoğunluğuna Arapların sahip olması gösteriliyordu. Kürtler için yazılanlarsa bir hayli şaşırtıcıydı. Kürtlerin her zaman dağa çıkıp yol kestiklerini, merkezi hükümete karşı geldiklerini anlatıyor du. Türkmenler için ise çok akıllı, çalışkan, tahsilli insanlar olduklarını 
yazarıyordu. Türkmenlerin çoğunun Irak ordusunda üst düzey subay olduklarını,  araştırmalarda ticaret ve genel kültür açısından önde olduklarını gösteriyordu. Bu milletin arkasında güçlü bir devlet var. Türkiye Cumhuriyeti. 
Onun için “her gelen rejim bu milleti yaşatmamalı” yazıyordu. Bu metinleri Abdullah ağabey bilir. Bize bir kütüphanede toplantı yaparken okutmuştu. Şimdi düşünüyorum da bütün bu teşkilatlanmalar, toplantılar yapıldı. Peki, neden 
Türkmen davası istediğimiz noktaya gelemedi. Yapılan teşkilatlanmalar kök salamadı. 1980’li yıllarda Türkiye ile de görüşmelerimiz oldu. 

Bu konuya geçmeden önce siz Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldiniz? 

1973 senesinde Türkiye’ye kaçak olarak geldim. 

Neden kaçtınız? 

Yok, kaçmadım, geri dönecektim. Biraz düşündüm kalmayı ama Rahmetli Alparslan Türkeş’in nasihatiyle geri döndüm. 

Siz buraya gelir gelmez Rahmetli Alparslan Türkeş’i mi ziyaret ettiniz? 

O niyetle geldim. Benden dönmemi ve orada mücadele vermemiz gerektiğini söyledi. Çünkü benim Türkiye’ye geldiğim süreçte biz Kerkük’te yeni teşkilatlanma süreci yaşıyorduk. Türkmen Milliyetçi Hareketi olarak şekilleniyorduk. Teşkilatlanmadan önce 24 Ocak 1970 yılında Irak 
hükümeti Devrim Komite Konseyi Türkmenlere kanun hükmünde Kültürel Haklar tanımıştı. Ancak kısa bir süre sonra Türkmenlerin eğitim haklarının ellerinden alınması sonucunda Türkmenler 1970 yılında öğrenci boykotları düzenledi. 
Bu süreç içerisinde işkenceler yapıldı ve arkadaşlarımızdan ölenler oldu. Biz de davamızı devam ettirmek için teşkilatlandık. Türkeş’te bu gelişmelerden haberdar olarak Kerkük’e geri dönmem gerektiği konusunda beni uyarıp, 
mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. Bende onu dinleyerek yeniden döndüm, Irak’a ve çalışmalara devam ettim. 

Öğrenciler neden boykot yapıyordu?

Öğrenci hareketinin olmasının sebebi 1970 senesinde bize kültür hakkı verildi. Kültür hakkı verilirken de bütün Türkmen okullarında yeni Türkçe okumamıza izin verildi. 3-4 ay sonra yeni Türkçeyi kaldırılıp, eski Türkçe eğitim verilmeye 
başlandı. Bizde bunu kabul etmedik. 24 saat içerisinde bütün okulları kapattık, okullara gitmedik. Ben ciddi bir şekilde bu hareketin içindeydim. Kalanlardan bahsedersem, Silah Nevruz şu anda Avustralya’da, Muhammed İzzet Hattat vardı bir de. Bu adamların ciddi bir şekilde Türkmen davasına katkısı var. Önemli isimler arasında yer alan Kadir Ahmet Beyatlı ve Abbas Erenay var. Bunun yanında Saffet Ağabey var. Şu anda Hollanda’da yaşıyor. 
Bunlar davanın önde gelen isimlerinden değil de arka planda olup asıl işi yürütenlerden mi diyelim? 

Saydığım isimler çok iyi fikir adamlarıydı. Türkmen davası için de çok çalıştılar. Bir kısmı boykot zamanında içeri alındı. Boykot sürecinde ben de aktiftim. O dönemde Irak polis futbol takımındaydım ve iyi bir futbolcuydum. Polisler bana kimlik sorduklarında ya da olayların olduğu zamanlarda nerede olduğumu tespit etmeye çalıştıklarında vereceğim cevabım hazırdı. Çünkü futbolcuydum. Irak’ın en iyi takımında Umman Sporda oynuyordum. Bu nedenle olayların olduğu saatte sahada antrenmandaydım. Fakat boykotun başlamasından bir gün sonra benim hakkımda da yakalama emri çıkartıldı. İlk başta teslim olmadım. Ağabeyime teslim olmam gerektiğini söylemişler. Olmazsam ağabeyimi 
alacaklarmış. O dönemde evin tek çalışanı ağabeyimdi. Evin geçimini o sağlıyordu. O nedenle gidip teslim oldum. İlk başta Polis İstihbaratına 
götürüldüm. Orada bir gece sorguda kaldım. 

Ardından Askeri İstihbarata teslim edildim. Askeri İstihbaratta “18 yaşındayım ve iyi bir futbolcuyum, beni bırakırlar” diye düşünüyordum ki, bir yüzbaşıya teslim edildim ve gözlerimi açtığımda işkence odasındaydım. 

İşkence gördünüz mü? Neler yaptılar? Biraz bahsedebilir misiniz? 

Tabi tabi herkes gibi ben de işkence gördüm. Türkmenler çok iyi bilir, biz, her zaman emniyetle karşı karşıya kalan insanlardık. Bir gece saat iki sularıydı oturuyorduk, kapı bir gümbürtüyle açıldı. Bizi işkenceye götürmeye geldiler 
sandık ama götürmediler. Ertesi gün polis istihbaratına gönderildim ve serbest kaldım. Çıktığımda yorgundum, işkence görmüştüm ve tek isteğim eve gidip yatmaktı. Eve vardığımda kapı çalındı. Gelen Muhammed İzzet Hattat’ın 
ablasının oğluydu. “Acele et, silahına sarıl Hüseyin Ali’yi öldürmüşler”, dedi. Hüseyin Ali ile aynı yerdeydik. Benim 2 koğuş yanımdaydı. Meğer Hüseyin Ali işkence sırasında ölmüş ve cesedini Televizyon binasının yanında elektrik 
direğine asıp, “televizyon binasını bombalamak isterken elektrik çarptı” demişler. O gece koğuştaki sesler Hüseyin Ali’nin ölümüymüş. Hazırlanmaya 
başladım ki ağabeyim geldi. Birlikte Hüseyin Ali’nin evine gittik. Evlerimiz yakındı. Cenazeyi “şehitlik”e gömeceklerini söylediler ve Kerkük’ün hazır olması gerektiği kararını aldık. Kısa sürede siz deyin beş bin, ben diyeyim on bin kişi toparladık. Hatta kadınlara kabze verdik. Biz yerleştik sokaklara, güvenlik için. Çünkü her şeye hazırlıklıydık. Bir baktık uzaktan bir konvoy geliyor. Yalan olması 20-30 polis arabası. Cenazeyi aldılar götürdüler ve bize teslim etmediler. Ertesi gün kim varsa içeride hepsini bıraktılar. Ben o gece çok düşündüm ve kendimce 
bir tahlil yaptım. Tahlile göre: biz teşkilat değildik ve onlar bizi bir balona benzetti. Balon şimdi patlamıştı. Çünkü rahmetli Hüseyin işkence sırasında ölmüştü ve biz bu duruma suskun kaldık. Şimdi gerçek teşkilat olma zamanıydı. 
Benim de davet edildiğim eski Tisin bölgesinde bir toplantı yapıldı. Toplantı da Türkmen Milliyetçi Hareketinin kurulacağını ve bizimde bu teşkilat içerisinde aktif rol almamız gerektiğine vurgu yapıldı. Teşkilat, Türkmenlerin haklarına 
sahip çıkılacak ve hakların elde edilmesi için mücadele verecekti. Teşkilatın amacı belliydi ve hızla Kerkük’te hareketin yaygınlaştırılması gerekiyordu. Ben de üzerime düşen vazifeyi yerine getirmek için çalışmalara başladım. 
Okullarda teşkilatlar kurduk. Kendi aramızda topladığımız paralarla bildiriler yayınlayıp dağıttık, kendimizi savunma adına silah alımı da yaptık. Teşkilatlanma devam ederken gözler bizim üzerimizdeydi. Bu nedenle ben Bağdat 
polis takımına futbolcu olarak transfer edildim. Üç-dört ay burada oynadıktan sonra dayanamadım ve geri döndüm Kerkük’e. 

Kerkük ve petrol takımlarında futbol oynamaya devam ettim. 1973 yılında Baas Partisi benim de içerisinde yaşadığım mahallede etkinliğini artırdı. 
Etkinliğini özellikle burada artırmasının sebepleri, Petrol şirketlerinde çalışan işçilerin büyük kısmının burada ikamet etmesi, aydın kesimin burada yer alması, nüfusun büyük çoğunluğunun Türkmen olmasıydı. Bu süreçler yaşanırken bizim ilk yaptığımız iş Eskişehir Futbol Takımını kurmak oldu. Antrenman yapacağımız yeri mahalleden insanları toplayıp temizlettirdik, çimleyip mahalle sahası haline getirdik. Şu anda da o saha Spor Bakanlığından aldığım destekle stadyum oldu. Daha önce de anlattığım gibi 1973’de Türkiye’ye gitmek üzere karar aldım ve kaçak yollarla sahte pasaport kullanarak Ankara’ya geldim. Ankara’da Burhan’ı gördüm, kendisi Kerküklü Kilis Belediye Başkanıydı. Şerif Ağabey de oradaydı, o da Kerkük’te petrol şirketinde mühendisti. Türkiye’ye gelmişim ne yapsam diye düşünürken Gençlerbirliğinde antrenmana çıktım. Isparta’ya gidip orada hazırlık 
maçı oynadım, o zaman Gençlerbirliği ikinci ligdeydi ve yerleri de Maltepe’de Vehbi Koç Yurdunun yanındaydı. On beş ya da yirmi gün orada antrenmanda kaldım, tabi bu arada Milliyetçi Hareket Partisine gidip geliyordum. Yani 
hem antrenmana çıkıyor hem de siyasi milli çalışmalarımıza devam ediyordum. Alparslan Türkeş ile görüşmem de bu zaman aralığındaydı ve Bana nasihatleri oldu. Mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. 

Alparslan Türkeş mi böyle istemişti? 

Evet, onun talimatına göre hareket ettim ve bireysel olarak Türkiye’den nasıl gidebilirim diye düşünürken Habur sınır kapısını geçerken polisler etrafımı sardı ve emniyete götürüldüm. Bir iki gün orada tutulduktan sonra Musul’a gönderildim. Ağabeylerimin o zaman haberleri oldu. Araya birilerini sokarak beni oradan aldırdılar. Antrenmanlara başladım. Yine antrenmanda olduğum gün beni bir istihbarat arabası gelip götürdü. Orada epey bir işkence gördüm. Sonrasında 
beni büyük cezaevine götürdüler. Orada beni dinlenmem ve işkence işlerinin geçmesi için özel bir odaya yerleştirdiler. Çünkü mahkemeye çıkacaktım ve işkence izlerimin geçmesi gerekiyordu. Gider gitmez takatsizdim yattım, 
uyudum. Sabah uyandığımda 50 kişilik bir odada açtım gözlerimi. Kafamı kaldırdığımda 1971 yılında bana işkence yapan kişileri gördüm. 

Kendimi toparladıktan sonra araştırma yaptım ve doğru hatırladığımı anladım. Bir gün ziyaretime ağabeylerim geldi. Onlara içeride düşmanlarımızın 
da olduğunu söyledim. 

Ağabeyim nasihat etti bana ve içeride çok fazla kalmayacağımı söyledi. Ayrıca beni, kendimi toparlamam için ve Türkmen olan hâkimin beni böyle görmemesi 
gerektiği konusunda uyardı. 5-6 gün içeri de kalmıştım. 
Odada bir teneke vardı onu parçaladım ve bir parçasını alıp onların üstüne salladım. biraz arbede yaşadık ve ben başka koğuşa gönderildim. O dönemde oranın merkez genel müdürü bir Türkmen’di ve beni takdir etti. 

Diğer koğuşta 5-10 gün kaldıktan sonra mahkemeye çıktım. Mahkeme bizi serbest bıraktı. Yıl 1974’ün Şubat ayıydı, beni istihbarata çağırdılar 
ve Kerkük’ü terk etmem gerektiğini söylediler. Nasiriye’ye gitmem gerekiyormuş. Bir belge verdiler ve ben Nasiriye’de emniyete teslim oldum. Nasiriye’de bir arkadaşıma rastladım o da Nasiriye takımında oynuyordu. Beni takıma aldırdı ve antrenmana çıktım. 

Ne kadar kaldınız Nasiriye’de? 

1974-1976 arası Nasiriye’de kaldım.1976’nın ikinci ayında maçımız vardı ve biz de maçı kazanırsak finale kalacaktık. Rakibi yenip finale kaldık. 
Kulüp başkan beni çağırdı. Bayram arifesi olduğu için ailemi görmek istediğimi söyledim. Onlar da bana izin verdiler. 3 gün sonra, bir hadise geldi başıma. Sivil polisler geldi ve beni sıkıştırdılar. Tabi biz de çevredeki arkadaşlarla karşılık verdik ve kavga çıktı. Bu olay üzerine beni aramaya başladılar ve bizim bulunduğumuz bölge tehlikeli olmaya başladı. Ben de bir yerden bulduğum silahla havaya ateş edip onların kaçmasını sağladım. Daha sonrasında da Fahrettin isimli bir kişini yardımıyla Kerkük’ü terk ettim. Geri döndükten sonra futbol oynadığım kulübün başkanı vasıtasıyla Kerkük’te yaşadığım bu olay için şikâyette bulundum. Daha sonrasında beni ifade için Kerkük’e çağırsalar da 
yine başkanın yardımıyla ifademi bulunduğum yerde verdim ve bu konu da böylece kapanmış oldu. Daha sonrasında yine birkaç kez gözaltına alındım. Bu esnada bir kere Kerkük’e iki kerede Bağdat’a sevk edildim. Bağdat’ta kaldığım dönemde ciddi manada işkenceye maruz kaldım. 

Bunun sebebi ise Selahaddin kentinde yakılan ve Baas Partisine ait olan kütüphaneydi. Yapılan soruşturmada bu işi benim üzerime yıkmaya çalıştılar. Aile dostumuz olan ve Irak içerisinde nüfuzu olan iki Arap aşireti lideri sayesinde ben bu suçlamalardan kurtuldum. Ama Kerkük’te bulunduğum dönemde beni çok seven Abdulhadi isimli bir polis müdürünün bana gizlice “2 gün içinde beni tekrar gözaltına alacaklarını ve kaçmam gerektiğini söylemesi” üzerine aynı gece Kerkük’ten geçen bir kömür treniyle kaçtım ve Adil Şerif’in yanına sığındım. O da bana kaçmamı ve saklanmamı söyledi. Daha sonra ailemi görmek için eve geldim ama evin de basılmasıyla önce dayımlara sonra da teşkilatın o dönemki 
muhasebecisi olan İsmail Dabbah (Hurma)’ın yanına geldim ve bir süre onda kaldım. Daha sonrasında da Hasan Helvacı’nın yanına gittim. 

Kendisi aynı zamanda teşkilatında ilk kurucularındandı ve çok zengindi. O bana onun yanında kalabileceğimi söyledi ve beni koruyacaklarına dair söz verdi. Daha sonra yine o dönemde teşkilat içerisinde oldukça faal olan Nurettin Bozkurt geldi ve bana on tane pasaport getirdi Türkiye vizesi almak için. Ben de oradakilerin yardımıyla Hamit adıyla sahte bir kimlik hazırlattım. Daha sonrasında önce Musul’a oradan da Telafer’e Hacı Hamza’nın yanında gittim ve orada bir müddet kaldım. Oradan da Türkiye’ye geldim. Bunu da yine orada tanığımız eski bir Türkmen polis müdürünün yardımlarıyla başardık ve daha sonrasında da Türkiye hayatım başladı. Türkiye’ye geldikten sonra Türkmen siyaseti adına neler yaptınız veya ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? 

Şeref Abdullah, Aydın Beyatlı, Turhan Ketene, Savaş Avcı ile de özel münasebetlerim oldu. Hepsiyle tartışırdık Kerkük meselesini. Ben artık bu vatana gelmiştim ve vatana ne yapabilirdim diye düşündüm. Kaçak gelmiştim ve emniyet sürekli peşimdeydi. Türk vatandaşlığını ne zaman aldınız? Emniyete alındığım bir zamandı. 

Bir paşa, emniyet müdürü hepsi bir odadaydı. Onlara beni Irak’a gönderecekleri ni söyledim. Bana Türk olduğumu ve yarın mahkemeden sonra serbest kalacağımı söylediler. 

Türkiye’de neler yaptınız? Hangi kurumlarda görev aldınız? 

Ben her zaman siyasi teşkilatta görev aldım. 1985 yılında İstanbul’a yerleştim. 1990 yılında Milli Türkmen Partisinde Muzaffer (Arslan) Beye destek verdim. 
Daha sonra Irak Türkleri Yardımlaşma Derneğinde 1992 senesinde genel merkezde genel yönetim kuruluna, 1993 yılında genel sekreterliğe ve 1994 yılında da genel başkan yardımcılığna seçildim. 1996 yılında da görevi isteyerek bıraktım. 1993 yılında Türkmen Birlik Partisinden istifa ettim. İstifa etmemin 
nedeni yolsuzluk yapılmasıydı. Daha sonra kendi çabamla bir dernek kurdum. Dernekte ciddi çalışmalara ev sahipliği yaptık. 1991 yılında I. Körfez savaşında Türkmenlerden Türkiye’ye çok fazla göç olmuştu. 1976’da Türkiye’ye giriş yapmışsınız. O dönemde Türkmen göçleri nasıl oldu, sebepleri nelerdi? 

Türkiye’ye bizim dönemin ikinci kaçağı olarak 

-Mahir Şimşek’ten sonra- ben geldim. 1991 yılında Türkmen göçlerinin yaşandığı bir zamanda Türkiye’de basında Kürtlerin göç ettiğine dair haberler yer alıyordu. Biz de Türkmen olarak sesimizi duyurmak için Muzaffer Arslan’la bir Türkiye’de yapılmak üzere protesto yürüyüşüne karar verdik. Protesto yürüyüşünün yetkisi bana verildi. Çok kalabalık olmamakla birlikte Kerkük’te Türkmenlere yapılanları kınadık ve yürüdük. Üzerimize ateş açıldı. O zaman iki kişi öldü 1 kişi yaralandı. Akşam haberlerde Kürtler üzerine ateş açıldığı ve 2 Kürdün ölüp, 1 kişinin yaralı olduğu söylendi. Aradık ve durumu düzelttik. Türkiye’de bu iki şehit davamıza Türkleri ortak etti. 

Türkiye’ye büyük göç zamanı ne kadar Türkmen geldi? 

Büyük göç zamanı ben Şemdinli’de karşıladım kafileyi. 

Bir sayı verebilmeniz mümkün mü? 

Kayıtlarda vardır. Çünkü yiyecek, giyecek dağıtıldı. Siz Türkiye’ye uzun zaman önce geldiniz. Türkiye’ye adapte olabildiniz mi? Aynı zamanda siz davanızı unutmayıp 2003 senesinden sonra dönmüşsünüz. Ama benim gördüğüm kadarıyla göçen Türkmenlerin çocukları davalarından uzaklaşmış ve Türkiyelileşmişler. 

Bunun sebebi nedir? 

Biz Türkiye’ye geldik. Çünkü Türkiye’yi seviyorduk ve yardımımız dokunabilirdi. Bana birçok yerden yerleşmem için teklifler geldi ama Türkiye’yi vatan olarak görmüştük. 2003 yılıydı unutmam bir sabah arkadaşım Kerkük’e sabah kahvaltısına çağırmıştı. Mustafa Kemal Yayçılı ile gidecektik ve ben önden gidecektim o da bana yetişecekti. Siz o zaman bölgede miydiniz? Tabi. Siz bekliyordunuz böyle bir durumu yani doğru mu? 
Evet, biz bölgede bekliyorduk. Hatta 2001 yılında beklemeye başlamıştık. Hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Kerkük’e geçmeden önce biraz önce sorduğum 
soruyu cevaplar mısınız? 
Türkmenler Türkiye’ye geldiklerinde beni tanımazlardı. Ama ben onlara hep söyledim. Biz Türkmen olduğumuz için bu ülke bize kapılarını açtı. Bugün Türkmenler mühendis olabilmişse, doktor olabilmişse veyahut öğretmen olabilmiş ve aile kurabilmişse Türkiye’ye borçludur. 
Ama birçoğu vergisini ödemiyor. Türkmenler Türkiye’de vatan sahibi oldu. Ülkü Ocaklarının Türkmenlere faydasını hiç unutamam. Bizim çocuklarımız da unutmaz. Ne davamızı ne de Türkiye’nin bize yaptıklarını. Belki sizin çocuklarınız unutmaz ama genel izlenim pek de davayı unutmadıkları izlenimi vermiyor. Örneğin 2007’de Kerkük mitinginde ben çok az genç gördüm. Bu bir kriter değildir. Siz de iş yerinizde toplantılar yaptığınızda herkes gelmiyor. Bu durum 
ilgisizliği ya da davayı unuttuklarını göstermez. 

Çok doğru söylüyorsunuz. Peki, bunun sebebi nedir? 

Bunun sebepleri derneklerde, vakıflarda gençlik kolları yok. Gençlik kollarının kurulup, öğrencileri organize etmesi gerekiyor ve Türkmenler toplantıdan toplantıya görüşüyor. Birbirleriyle sıkı ilişkileri yok. Aslına bakarsak herkesin ailesinden birileri Kerkük’te yaşıyor. Türkmenlerde bir özellik var. Türkmenler kendilerini çok severler. 1918 yılından bugüne Türkmenler kötü şartlarda yaşadılar. Özellikle 1963’den bu yana ciddi bir kan kaybı yaşadılar. Özellikleri, kültürü gibi… 
Burada yapılan hiçbir şey bölgeye yansımıyor diye sıkıntı duyuyordunuz değil mi? Ondan çok şikâyetçiyim. Mesela geçenlerde “geleceğin siyasetçisi” başlığı altında bir sürü genç toplantıya getirildi. Toplantıya gelen çocuklar ya da konuklar hepsinin hısımı, akrabası. Yani sanki dava tüm Türkmenlerin değil, kişilere mal ediliyor. 

Ben bu konu üzerine birkaç fikir ortaya attım. Öğrenciler lise–2 sınıfından sonra sınava alınsın. Teşkilatlarda sorumluluk verilsin. Böylece sürecin nasıl işlediğine dair fikir elde etsin. 

Mesela geçenlerde bir öğrenci geldi, Türkmen kontenjanından. Oturuyoruz, “ ben Türkmen falan bilmem, Irak’lıyım. Türkmen diye bir şey yok” dedi. 
Hayretler içerisinde baktık ve Türkmen kontenjanında okuyan diğer öğrencileri araştırdığımızda maalesef sonuç parlak değildi. 

Bizim getirdiğimiz öğrenciler sadece okul bitirdi. Gelişim göstermedi. Yetişmiş eleman eksikliği. Belki de bütün sıkıtı buradan kaynaklanıyor. 
Akraba, arkadaş göz önüne alınarak işler yürütülmeye çalışılıyor. Ben onlar olmasın demiyorum. Onlarda olsun ama bildikleri konularda pozisyon belirlensin. Böylece işler istikrarlı yürüsün. Siyasetle teşkilat birbirinden ayrıdır. Bizim 
ciddi bir teşkilatlanmalarımız vardı. Irak’ta günlerce bunların üzerine kafa yoruyorduk. 

2003’den sonra teşkilatlanmayı nasıl yaptınız? 

Teşkilat sistemini yaşadık. Bana siyaseti sorarsanız anlamam ama teşkilattan anlarım. Şu anda ne kadar kuruluş varsa bizim çatımız altında kuruldu. Ondan sonra bizden ayrıldılar ve sonuç olarak da şimdi başarılı olamadılar. Ama biz 
sorumluluk alıyorduk, haftalık çalışmalar yaptırıyor, rapor istiyordum çalışanlardan. Raporları oturup değerlendiriyorduk. Hatalar yapılabilir ama hataların tekrarı kabul edilmemeli. Başka adam mı yok onun yerine bu işi yapabilecek. Türkiye’de çok iyi kişiler yetişmiş onlarla da çalışılabilir. 
Ayrıca bir öğrenci sınıfta kalmış ama hala kontenjanlardan yararlanıyor. 

Bu çocuk nasıl sınıfta kalır. Kalmasının sebebi nedir? O zaman bize Türkmen Milliyetçi Hareketi ile ilgili bilgi verebilir misiniz? 

2003 sonrası nasıl bir teşkilatlanma yapısı hazırladınız? 2003 yılından önce teşkilatımızda önceliğimiz halktı. Elimizde tüzüğümüz de dâhil olmak üzere her şeyimiz hazırdı. Teşkilatlanma süreci başladığında ilk işimiz yandaşlarımızı toplamak oldu. Okullarda gençlerle konuşup örgütsel yapımızı güçlendirdik. Ardından mahalleleri örgütledik. Böylece okullardan başlayan dava yandaş   larımız mahallelerde de örgütlendi. Mahallelerden sorumlu kişileri belirledik. Böylece mahalle istihbaratı toplayabilecektik. Şu anda da Kerkük’te 10 mahalle muhtarını biz tayin ettirdik. 

Peki, bu bize ne gibi avantajlar sağlayacaktı. 

Avantajı çok, çünkü Türkmen sahasında mahalle önemlidir. Bizim için birinci etapta öğrenci hareketi, ikinci etapta askeri teşkilatlanma ve üçüncü etapta da mahalle teşkilatı önemlidir. 

Biz bu başlıklar altında projelerimizi oluşturduk ve çalışma modellerimizi belirledik. 

Teşkilat ne demektir? 

Teşkilat istihbarattır. İstihbaratı sağlam olmayan teşkilat ne siyaset yapabilir ne de varlığını devam ettirebilir. Bilgi olmadan siyaset yapılamaz. Bilgiyi sağlayan iyi bir teşkilatlanmadır. 
Bizim burada başarılı olmamızı sağlayan unsur bir anda birçok insanı toparlayabilme kapasitemizin yüksek olmasıydı. Biz her gece 10’ar kişilik nöbetçiler yerleştirirdik. Nöbetçilere eğitim verirdik. Örneğin, uykusuz kalma, bir gün boyunca yemek yememe, gerekirse aynı tabakta aynı kaşıkla yemek yeme gibi.

 Böylece siz Türkmenlerin kendini savunması için bir güç oluşturmaya çalıştınız? 

2004’te biz bir boykot yaptık. Bu boykot Irak tarihinde bir ilkti. Dünya basını bundan bahsetti. 
Bu boykot sonrası Irak anayasasında Türkmen adı geçti. Biz ölümü göze aldık. Bağdat’a Amerikan askerlerinin giriş yaptığı kapıyı kapattık. 
Hiçbir Kürt içeri giremedi. Neden bunlar Türkmen davasında gündeme gelmiyor. Bizi gündeme dövüldüğümüzde, basıldığımızda, işkence gördüğümüzde gündeme getirdiler ama biz yaptığımız işlerle gündeme gelemedik. Bunu takip 
eden zamanda öğrencilerimiz Milli Eğitim Müdürlüğünde boykot yaptılar. Milli Eğitim Müdürlüğünün kapıları kapatıp kimseleri içeri almadılar. 3 gece dışarılarda yattılar. 

Kaymakamlık meselesinde de siz aktif miydiniz?

Kaymakamlık meselesinde yürüyüşü biz organize ettik. Yürüyüşün korunması bize aitti. Biz korumasaydık yürüyüş olmazdı. Her sokak başına 10 kişi koyduk. ITC’nin 4. Kurultayında da biz araya girdik. Konuya Milliyetçi Hareket el koymuştu. Kargaşa çıkmaması için önlemlerimiz almıştık. Saadettin Ergeç büroyu terk etmiş eve gitmişti. Daha sonra yönetim kurulunda bazı kişiler ITC’nin Genel Merkezi’ne el koydu. Sonra ben oraya gittim ve Sadettin Ergeç’i çağırdım. “Ben burada olduğum sürece hiç kimse sana dokunamaz” dedim. Sonra herkes gitti oradan. 

Bu olay 2008’de mi olmuştu? 

Evet. Şubat ayıydı sanırım. 

Sizin sahadaki temel amacınız o halde siyaset yapmak değildi. 

Hayır değildi. Hala da değil. Bizim temel amacımız şudur: İyi eğitimler vererek herhangi bir Türkmen’in Türkmen Milliyetçi Hareketi içinde görev yapmalarını sağlamak. Anlayacağınız Türkmen davasının fikri sağlam temeller üzerine 
kurulursa, insanlar yetiştirilebilinirse çok daha iyi hizmet verilebilir. Ama şu an da Türkmen davası profesyonel bir memur zihniyetiyle idare ediliyor. Herhangi biri Kerkük’e geldiğinde orada teşkilatlanmayı yapmak gerekir. Her yerde 
idari sorumlularımız var. Kapıların kapalı olmaması gerekir. 

Şu anda da aynı yapıya devam edebiliyor musunuz? 

Evet, ediyoruz. 

Türkmen siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Siz son seçimleri başarılı buluyorsunuz. Ancak ben böyle düşünmüyorum. Çünkü Kerkük’te Türkmenler ne kadar uyandı? O zaman “Kerkük’te tek liste çıkaralım, diğer yerlerde nasıl istiyorsanız öyle yapalım” dedik. Fikrime saygı duyuldu. Adalet Partisi katılmadı bize. Partileri bir araya toplayarak durumu bildirdik. Bize 
döneceklerini söylediler. Ama bizim yaratmaya çalıştığımız avantajı kullanamadı lar.

Nüfus meselesiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? 
Irak’ta nüfusumuz az gösterilerek meclisteki etkinliğimiz azaltılmaya çalışılıyor. Bunlar için neden bir şeyler yapılmıyor? 

Türkmenler bütün partileri bir araya toparlayıp bir liste çıkarsaydı çok daha iyi olurdu. Böyle bireysele oy kullanıldı. Yine de bu seçim bir adımdı ve daha iyi sonuçlara ulaşacağız. Daha iyi sonuçlar için de halkla olmak gerekir. Halka 
fil dişi kulelerinden bakmak sağlıklı değil. Ayrıca Türkiye’nin hep Türkmenlerin arkasındaki desteğini de ortaya koymak lazım. 
Son soru olarak size ne bir siyasetçi, ne bir parti başkanı ne de bir Türkmen dava adamı olarak değil de sadece bir Türkmen gözüyle Türkiye’den ne bekliyorsunuz? Bize destek verdi bunu inkâr edemem ama zihni açık tutamadı. Davanın devamı niteliğinde adam yetiştirmedi. Örneğin, İran Necef’te bir 
fuar yaptı. Türkiye neden yapamadı. Olay sadece okula gitmek değildi. Gençlerin iyi yetişmesi gerekiyordu. Türkiye Türkmen davasına destek vermek istiyorsa elini taşın altına sokacak. Irak böyle gitmez. Elde edilen 2 tane bakanın Türkmen davasına ne kadar faydası olur. Geleceği düşünüyorsan geleceğin kadrosunu yetiştirmek gerekir.Türkmenlerden bir tane dava adamı yürütecek 
insan yok. Türkmenleri paraya alıştırdılar. Türkmen davasında adım atmak gerekiyorsa önce bunun kırılması lazım. Sonra gerisi gelir zaten. 

Biz çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Ben de size teşekkür ediyorum.



TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 7

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 7


ORSAM: Öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Türkiye’ye gelemeden önce Irak’ta durumuz nasıldı, orada ne işle meşguldünüz ve Türkiye’ye hangi dönemde Türkiye’ye geldiniz ve Türkiye’ye geliş sebebiniz neydi? 

              Adil Selbi9*: 
9*. Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği Enformasyon Sorumlusu Adil Selbi 31 Ağustos 2010

Öncelikle bize burada konuşma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Irak’ta Saddam Hüseyin döneminde lise öğretmeniydim ve bu görevimi 12 sene öncesine kadar sürdürdüm. 

Nerede öğretmenlik yaptınız? 

Telafer’de İngilizce öğretmenliği yaptım. 1998 yılında Telafer’deki arkadaşlarla ve milliyetçi Türkmenlerle birlikte teşkilat çalışmalarına katıldım. 
Hala da bağlantılarım devam etmektedir ve arada bölgeye gidip gelmekteyim. Tüm bu çalışmaların sebebi Irak’taki Türkmen davasına destek olmaktı. 
Biz o dönemde de geleceğe yönelik ümitliydik ve Saddam Hüseyin rejimini sona yaklaşmakta olduğunu düşünmekteydik. Ayrıca Saddam dönemi sonrası Türkmenlerin de Irak’ın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacağını biliyorduk. Bundan dolayı 2000’den 2003’e kadar çalışmalarımızı gizli yürüttük. 
2003’te Saddam rejiminin son bulmasıyla Erbil’deki Türkmen Cephesi ile de birlikte hareket etmeye başladık. Biz o dönemlerde yoğun bir şekilde çalışmalarımıza devam ettik. Ama Saddam sonrası dönemde insanların çoğu Saddam döneminin bittiğine inanamıyorlardı ve yine Saddam döneminde yapılan baskılarında Türkmen halkı üzerinde çok olumsuz etkileri olmuştu. O dönemde oluşan korkular bugün hala kendisini hissettirmektedir ve Türkmen gruplar ortak bir karar alamamaktadırlar. Saddam dönemindeki baskılar yoluyla Türkmen kimliğini gizleyenler yeniden demokratik bir yapının oluşmasıyla kendi öz kimliklerine dönmeye başladılar. İnsanların içindeki korkuyu gidermek ve kendi öz kimliklerine dönemlerini kolaylaştırmak için yoğun şekilde çalışmalar oldu. Buna bağlı olarak Türkmen Cephesi binası yapıldı. 
Ben de Musul’da temsilci yardımcılığı yaptım. Hangi yılda bu faaliyetlerinize başladınız? 2001 yılında Musul’da Türkmen Cephesi’nin bürosunun kurulmasıyla siyasete girdim. Türkmen Cephesi Musul’da tam olarak ne zaman kuruldu? Tam olarak kurulması Saddam Hüseyin dönemi sonrası yani 2003’te oldu. Hemen arkasından Ferit Said Abdullah Telafer bölge sorumluluğuna seçildi. O dönemde ben siyasi sorumlu olarak görev yaptım. Doktor Ferit 2004’te Kerkük yolu üzerinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Bunun üzerine Yaşar Abdullah görevi devraldı ve işlerimize aynı şekilde devam ettik. 2005 yılına kadar Irak Türkmen Cephesi bu bölgede sayısız sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetlerde ve yardımlarda bulundu. 2003’ten 2005’e kadar karşımızda başka partilerin olmasına rağmen çalışmalarımıza devam ettik ve Irak Türkmen Cephesi bu partiler arasında en etkili olanıydı. 

Ama yine o dönemde Telafer’de siyasi anlamda bir sıkıntı yaratıldı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Telafer’de yaşayan insanlar Saddam döneminde yapılan baskılar sonucu henüz siyası anlamda kendini ifade edebilecek seviyede değildi. Bundan dolayı birçok farklı siyasi parti kuruldu. 

Ayrıca Kuzey Irak partileri için de bu bölge çok önemliydi. Bu partiler Telafer’i siyasi anlamda ele geçirmeye çalıştılar, ama başarılı olamadılar. 
Bütün bu gelişmeler o dönem basına da yansıdı. İşte bu olaydan sonra Telafer üzerindeki baskılar artmaya başladı. Farklı şekillerde bu bölgede huzursuzluk yaratmaya çalıştılar. Daha sonrasında Şii-Sünni ayrımını körüklediler. Ama Telafer’deki insanlar veya aşiretler aralarındaki mezhep farklılıklarına rağmen uzun zamandır birlikte barışçıl çerçevede yaşamışlardır ve aralarında ayrıca akrabalık bağıda bulunmaktadır. Aynı aşiret içerisinde Sünni ve Şii olan insanlar bulunmaktadır. Bundan dolayı yaşanan olaylar arkasında başkalarının olduğuna inanmaktayız. 
Çünkü eğer gerçekten böyle bir Şii-Sünni meselesi olsaydı, bunun yıllar önce ortaya çıkması gerekirdi. 

Siz ne zamana kadar Telafer’de öğretmenlik yaptınız? 

Ben 2005 yılına kadar orada öğretmenlik yaptım. Daha sonrasında ne oldu? Daha sonra durum daha da kötüleşti. 2004’te Amerika Telafer’de büyük bir askeri operasyon yaptı. Biz bu operasyondan sonra Telafer’e geldiğimizde durum gerçekten kötüydü. Birçok farklı gruplaşmalar ortaya çıkmıştı. Aynı zamanda Amerika’nın bu bölge üzerindeki baskısı devam ediyordu. Ama en önemlisi 2005 yılına geldiğimizde Telafer bölgesinin tamamen peşmergenin silahlı birlikleri tarafından kontrol edildiğini gördük. Telafer’den başka şehirlere gitmek iyice zorlaşmıştı. Irak Türkmen Cephesi çalışanlarına yönelik suikast saldırıları oldu ve birçoğu da tutuklandı. Biz Irak Türkmen Cephesi olarak tüm bu yaşananlara rağmen Telafer’de barışı sağlamak mücadele ettik. Kürt yetkililerle ve Amerikalılarla görüştük ama bir sonuç alamadık ve tüm bu yaşananların birileri tarafından planlandığını düşünüyorduk. 

2005’ten sonra ne yaptınız? 

2005’teki operasyondan sonra artan baskılar nedeniyle Musul şehrine geçtik ve orada geçici bir merkez kurduk. 

Siz yalnız mı gittiniz? 

Hayır. Tüm ekip olarak Musul’a geçtik. Peki ailelerinizle birlikte mi gittiniz? 2004’ün Eylül ayından itibaren yaşanan olaylar sebebiyle Telaferliler aileleriyle 
birlikte göç etmeye başladı. 

Ne kadar insan bu süreçte göç etti? 

2004 yılı Eylül ayı itibariyle göçler başladı. Daha sonrasında dönenler olsa da 104 aile geri dönmedi. Peki sizin kaldığınız dönemde Musul’da ne kadar aile vardı? 2005 yılında Irak ordusu tarafından yapılan baskılar sonucu birçok insan her şeylerini bırakarak çeşitli bölgelere, tanıdıkları veya akrabalarının yanlarına taşındılar. Bu arada birçok aile de Musul’a göç etti. Tabi bunun altında yatan birçok sebep vardı. Mesela bölgede bir çatışma olsa Amerikan askerleri sebepsiz yere birçok insanı tutukluyordu. Ayrıca diğer siyasi gruplarında baskıları devam ediyordu. Ama en önemli sebep işsizliğin yaşanan olumsuz olaylara paralel 
yükselmesi ve ekonomik hayatın neredeyse tamamen durmasıydı. Su ve elektrik kesintileri oluyordu. Bunun haricinde Telafer’in tamamın askeri anlamda kuşatılmıştı. Giriş ve çıkışlar belli saatlerde mümkündü. Memurların %50’si her gün Musul’a gidip geliyordu. Tüm sebeplerden ötürü Musul’a yoğun bir göç yaşandı. Bizim yaptığımız sayımlarda 5000 aile tespit ettik. Bu 5000 aileden hariç başka bölge ve şehirlere göç edende çok aile oldu. Bu aileler arasında hem Sünni hem Şii olanlar vardı. Burada benim asıl dikkat çekmek istediğin uygulanan yanlış politikalardır. 
Bu bölgede güvenliği sağlamak adına kontrolü Kürtlere verdiler. Terörü durdurmak için birçok tutuklamalar yaptılar. Arada suikastlarda yaşandı. 

Peki siz bu dönemde neler yaşadınız, ne gibi sıkıntılarınız vardı? Bize biraz bu konulardan bahsedebilir misiniz?

Ben kendi adıma konuşmam gerekirse, yaşadığımız sıkıntılar büyüktü. Para kazanabileceğimiz noktalar tamamen peşmerge kuvvetleri denetimindeydi. 
Ayrıca biz Irak Türkmen Cephesinde çalıştığımız için isimlerimiz onlarda kayıtlıydı ve sürekli aranmaktaydık. Evimiz tam Telafer Hastanesinin karşısındaydı. 
Bazen evden dışarı çıkmamıza dahi mani oluyorlardı. Çalışamıyorduk ve bu durumdan dolayı insanlar göç etmeye başladılar. Bizde bu dönemde göç etmek zorunda kaldık. Sürekli çatışmalar yaşanıyordu. Bizde o dönemde Hasanköy’de yaşıyorduk ve burada çok kişi yaşanılan çatışmalarda yaralandı veya öldü. 
Peki siz bu dönemde nasıl zorluklarla mücadele ettiniz? Nasıl göç ettiniz? Ailenizi nasıl götürdünüz? 

Musul’da ablalarım olduğu için Musul’a göç ettik. Daha sonrasında ailemi de Musul’a getirdim. O dönemde Telafer’de yaşayanların evlerini taşıması yasak olduğu için biz ilk başlarda misafir olarak Musul’da kaldık. Bu arada tabiki büyük zorluklar yaşadık. Ama benden daha zor durumda olan binlerce insan vardı. Ben şanslıydım, çünkü Musul’da akrabalarım vardı. Ayrıca Musul’daki Irak Türkmen Cephesi üzerinden de birçok bağlantılarım vardı. Telafer’den gelen Türkmenlerle birlikte Irak Türkmen Cephesi için çalışmaya devam ettik. Burada her şeye yeniden başladık ve bu başlangıç birçok zorlukları da beraberinde getirdi. 2006 yılı Ocak ayında Irak Türkmen Cephesi içindeki seçimlerde ben Musul bölge sorumluluğuna seçildim. Amacımız bu bölgede yaşayan Türkmen halkını haklarını savunmaktı ve bu mücadelemiz sırasında çok kişi yaralandı ve öldü. Çok sayıda şehidimiz bulunmaktadır. Saddam döneminde de Türkmenler hep dürüst yaşamış ve görevlerini yerine getirmiş bir milletir. Saddam dönemi sonrasında da biz haklarımızı korumak için çalışmaya devam ettik. Bu çerçevede Türkmen köylerinin meseleleriyle ilgilendik. Birçok projeyi hayata geçirdik. Amacımız Türkmen halkının sesini duyurmak ve meselelerini çözmekti. 

Görev sürenizde Musul’da ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? 

Bu dönemde biz gerçekten çok yoğun çalıştık. Sürekli halkımızın sorunlarıyla ilgilendik ve bu dönemde Musul’daki teşkilatımız Irak genelinde en aktif çalışan bölümdü. Gençlerin eğitimi için kurslar açtık. Sürekli konferanslar ve seminerler düzenledik. Diğer sivil toplum örgütleri olsun, Musul valiliği olsun birçok farklı kesimle bağlantılar kurduk ve ortak projeler ürettik. 2006-2007 arasındaki çalışmalarımız halkımız tarafından da takdirle karşılanıyordu ve ne zaman bir sorunları olsa bize geliyorlardı. Biz de elimizden geldiği kadar onlara yardım etmeye çalışıyorduk.

Peki Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu? 

Musul’daki çalışmalarımız diğer gruplarında dikkatini çekti tabiî ki. Bizi kontrol etmeye başladılar. Biz yinede çalışmalarımıza devam ettik ve temsilciliğimizin olmadığı köylerde de temsilcilikler açmak için çok çaba sarf ettik. Bu arada tüm bu baskılara rağmen biz çalışmalarımıza devam ettik. Ayrıca bir radyo kurduk. İl Meclis seçimleri öncesi çalışmalarımızı hızlandırdık. Tabiî ki bu çalışmalarımızı bozmak için de birçok girişim oldu. Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu? Çünkü o dönemde çeşitli yollarla Türkiye’ye çok Türkmen geldi. Bizim Musul’da her sene düzenlediğimiz bir festivalimiz vardı. Biz bunun hazırlığıyla uğraşırken bazı duyumlar aldık. Bölgedeki yönetim bizim faaliyetlerimizi engellemek veya durdurmak için hakkımızda bilgi toplamaya başlamıştı. Bu şekilde üzerimizde baskı kurmaya başladılar. 
Bu dönemde Telafer tamamıyla Kürt yönetiminin kontrolü altındaydı. Ellerindeki silahlı güçler, sahip oldukları parasal kaynaklarla ve destekledikleri siyasi oluşumlarla bizim çalışmalarımızın karşısındaydılar. Yine bu dönemde teşkilatımızda çalışanlar üzerine iftiralara atıldı. 
Hatta Musul’da yaşayan üyelerimizin Telafer’de sorun çıkardıkları gibi inanılması güç olan iftiralar atıldı üzerimize. Bütün çalışmaların arkasında eski Musul valisi yardımcısı vardı ve kendisi Kürttü. Tüm Musul bu adamın kontrolü altındaydı ve vali sadece ismen orada bulunuyordu. 
Onun hakkında birçok şikayet olduysa da kimse ona bir şey yapamadı. Onun emriyle hakkımda tutuklama kararı çıkartıldı. 

Peki siz ne yaptınız? 

9 Temmuz 2007’de evden Irak Türkmen Cephesi binasına giderken yolda beni polisler durdurdu. O bölgenin polis müdürü de ordaydı ve ben kendisini de iyi tanıyordum. Çünkü bizi Musul’da herkes tanırdı ve kimseye bir zararımızın olmadığını bilirdi. O bana hakkımda valinin emriyle tutuklama kararı olduğunu üzülerek söyledi. Çünkü kendisi de çok iyi biliyordu ki biz herkese yardım için çalışıyorduk. Ben o dönem valiyi de çok iyi tanırdım ve kendisiyle hep Telafer’den gelen göçmenlerin sorunları hakkında görüşürdüm. Polis müdürü bana gelmemi söyleyince ben şaşırdım. Çünkü normalde Musul’da parti çalışanları öyle tutuklanmaz. Eğer haklarında dava açılmışsa veya karar çıkmışsa ancak o zaman tutuklanırdı. Ama benim hakkımda sebepsiz yere tutuklama kararı çıkmıştı. 
Ben ısrar edince polis müdürü valiyi aradı ve vali ona beni tutuklamasını ve Amerikalılara teslim etmesini söyledi. Bunun üzerine ben çok şaşırdım ama polis müdürü beni tanıdığı için gitmeme göz yumdu ve ben o arada tanıdıklarımın yanında kaldım. Daha sonra bizim folklor takımımız Yalova’da bir festivale katılacaktı. 
Onlarla beraber Suriye üzerinden Türkiye’ye geldim. Bu olay üzerine Musul valisi oldukça sinirlendi ve ben bu dönemde çok zorluklar çektim. 
Bu arada hep Irak’a geri dönmeyi düşündüm. Çünkü ailem hala ordaydı. 

Bu olaydan sonra orada aileniz üzerine herhangi bir baskı uygulanmış mı? 

Direkt olarak bir baskı oluşmamış ama ailem kardeşlerimin yanında kalırken evimize baskın yapılmış ve evim ve arabamı yakmışlar. Bu olay tam olarak 2007 yılı Ramazan ayında benim tekrar Musul’a geleceğimi söyledikten sonra, gelmeme 2 gün kala oldu. 

Peki aileniz nasıl Türkiye’ye geldi? 

Ben Türkiye’ye geldikten sonra ailem orada büyük zorluklar yaşamışlar. Telafer’den Musul’a gelip yeniden başladığımız hayat bu olaydan sonra tamamen yıkılmış oldu. Sahip olduğumuz her şeyi yakmışlar hatta okula giden çocuklarımın okul çantalarını bile. 

Kaç çocuğunuz var? 

4 Çocuğum var. 

Çocuklarınızın kaçı o dönemde okula gidiyordu? 2 tanesi o dönemde okula gidiyorlardı. 2 tanesi henüz okul yaşında değildi. Bu olaydan sonra 
Irak’a geri dönme fikrimi değiştirdim. Benimse tek istediğim Irak’ta kalmak ve insanlarıma hizmet etmekti. Ben Türkiye’ye geldikten sonrada beni sürekli aradılar Musul’dan. Onlar da geri dönmemi istiyorlardı. Ben de bu davanın sadece bir kişiye bağlı olmadığını ve Türkiye’de olsam da elimden gelen her şeyi yine yapacağımı söyledim. Daha sonrasında aileme vize aldım ve Irak’taki dostlarımın da yardımıyla ailem Türkiye’ye geldi. Özellikle biz Telafer’deyken maddi durumumuz gerçekten iyiydi. Musul’a geldiğimizde biraz zorlukta çeksek, 
diğer insanlara göre durumumuz çok iyiydi. Ama Türkiye’ye geldikten sonra yeni bir hayat kurduk. Tabiî ki bu da kolay olmadı, çünkü Türkiye’de de sıfırdan hayat kurmak kolay değil. 

Her şey Irak’a oranla daha pahallı. Peki Türkiye’de hangi statü ile kalıyorsunuz? 

Burada sadece oturma izniniz mi var ya da çalışma izniniz de mi var? Ben Türkiye’ye ilk geldiğimde 1 senelik oturma izni aldım. Daha sonra ailem geldiğinde onlara da kendi üzerimden oturma izni çıkarttım. 

Oturum iznini nasıl aldınız? Irak Türkmen Cephesi üzerinden aldık. Çünkü ben 1998 yılından itibaren bu teşkilat için birçok görev yaptım ve en son Musul bölge sorumlusuydum. Bundan dolayı da teşkilat içinde tanınan birisiydim.

Yani size bir öncelik tanındı? Evet. Teşkilat içinde aldığım görevler olsun, hem de Irak’ta yapmış olduğumuz çalışmalar yoluyla herkes bizi tanıyordu. Nasıl çalıştığımızı herkes biliyordu. 

Türkiye’de ne gibi sıkıntılar çektiniz? Beni en çok zorlayan şey Irak’ta alışmış olduğum çalışma düzeninin, yani her zaman yapmış olduğum işleri burada yapamamam ve pasif kalmam oldu. Ayrıca buradaki teşkilatında bize karşı soğuk davranması bizi çok üzdü ama ITC Başkanı Saadettin Ergeç Bey beni hep teselli etti ve destek oldu ve bize Irak Türkmen Cephesi üzerinden bir maaş bağladılar. Bizde bu şekilde kendi hayatımızı sürmeye başladık. 

Sizinle beraber gelen başka aileler oldu mu? Veya 2005’te Telafer’de yaşanan olaylardan sonra Türkiye’ye göç eden sizin bildiğiniz veya tanığınız aileler var mı? 

Genelde Telafer’den Türkiye’ye gelen fazla olmadı çünkü Telafer kökenli olup da Türkiye’de yaşayan çok azdı. Birçok insan da bundan dolayı ve oturma izni alamama gibi korkulardan dolayı Türkiye’ye gelmedi veya gelemedi. Ama benim bildiğim 3-4 aile var. Onlar da Birleşmiş Milletler üzerinden sığınma başvurusunda bulundular. Benim duyduğum kadarıyla onlar da çok sıkıntı çekiyorlarmış. 

Peki aileniz Türkiye’ye uyum sağlayabildi mi? 

Temmuz 2007’de ben Türkiye’ye geldim ve ailem Kasım 2007’de geldi. 4 çocuğumun 2 tanesi Irak’ta okula gidiyorlardı. Ama Türkiye’de sadece 
bir tanesi okula devam edebildi. Diğer çocuğumun evrakları olmadığı için hemen kayıt yaptıramadık. Ama Milli Eğitim Bakanlığının da desteğiyle tüm denklik işlemlerini hallettik. Çocuklarımın 3-4 ayda okula alışacaklarını söylediler. Okula gittikçe Türkçeleri de gelişti. 

Çocuklarınız başlangıçta çok sıkıntı çektiler mi? 

Evet, başlangıçta çok zorluk yaşadılar. Çünkü Türkmen Türkçesi biliyorlardı ama zamanla alıştılar ve şimdi hiçbir sorunları kalmadı. Şuan 3 çocuğum okula gidiyor. 

Maddi sıkıntı çektiniz mi? 

Hayır, maddi sıkıntımız olmadı. Peki eşiniz Türkiye’ye uyum sağlayabildi mi? Eşim sadece Türkmen Türkçesi bildiği için başta o da biraz sorun yaşadı. 
Ayrıca komşu çevresiyle de fazla ilişkisi yoktu. Daha sonra çocukların Türkçesi ilerledikçe onun ki daha iyi olmaya başladı. Daha sonra taşındık. Yeni taşındığımız yerde komşularımızda bizimle çok ilgilendi ve bu şekilde eşimde yeni bir çevre edindi ve Türkçesi daha da gelişti. Hatta onun Türkçesi belki 
benimkinden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. 
Bu şekilde hayatımıza devam ediyoruz. Ben de yeniden Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilciliğin de görev almaya başladım. 

Şu an ki göreviniz nedir? 

İlk önce Telafer-Musul koordinatörlüğü görevini üstlendim ve şu an bu görevimin yanında idari temsilcilikte yapmaktayım. Ayrıca internet sitemiz ile de ilgilenmekteyim ve bunun yanında danışmalıkta yapmaktayım. Benim için önemli olan zaten çalışmak. Ne görev aldığım önemli değil. 

Geri dönmeyi düşünüyor musunuz? 

Bu soruya cevap vermeden önce söylemek istediğim bir şey var. Benim Türkiye’de gözlemlediğim, buradaki Türkmenlerin farklı çatılar altında 
toplandığı ve farklı çalışmalar yürüttüğü. Oysa Irak’taki Türkmenler hep birlik içerisinde ve tek ses olma gayreti içindeler. Ayrıca Türkmenleri beklentisi sadece onları dinleyecek birisinin olması. Bende sürekli oradaki köylerin ziyaret edilmesi ve halkla diyalog kurulması gerektiğini vurguluyorum. Ama bizim oradaki arkadaşlarımız henüz bunları başarmış değiller. Benim Türkiye’de bulunduğum süre içerisindeki amaçlarım ilk olarak buradaki görevimi elimden geldiği kadar iyi yapmak ve ikincisi yine elimden geldiği kadar buradan bölgeye yardım göndermektir. 
Amacımız genel olarak Türkmen halkını her alanda desteklemektir. Ben de Türkiye’de bulunduğum bu süre içerisinde Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden birisi olan Türkiye’nin tecrübelerinden faydalanmak ve yeni şeyler öğrenmek için mücadele ediyorum. Türkiye’den öğrenebileceğimiz gerçekten çok şeyler var. 

Bir gün geri dönmeyi düşünüyor musunuz? 

Tabiî ki düşünüyorum. Eğer ortam yeniden müsait olursa geri dönerim. Aileniz bu konuda neler düşünüyor? Açık konuşmam gerekirse ne eşim ne de çocuklarım geri dönmek istemiyorlar. Çünkü Türkiye’deki hayata iyice alıştılar. Yaklaşık 2,5 senedir buradayız ve hepsi burada yeni bir hayata başladılar. 
Irak’ta ise hala ne güvenlik var ne de temel ihtiyaçları gidermek mümkün. 

Bu söylediğiniz olumsuzluklar ortadan kalksa geri dönmeyi düşünür müsünüz? 

Onu şu an bilemem. Gidip görmem lazım. 

Özlediğiniz şeyler var mı? 

Eşim oradaki akrabalarını, komşularını ve arkadaşlarını özlüyor ama çocuklarım tamamen alıştı buraya. 

Çocuklarınızın Türkmen davasına bakışları nasıl? Onlarda sizin gibi bu dava için çalışmak istiyorlar mı? 

Büyük oğlum benimle hep büroya gelir. Ayrıca evde Türkmen televizyonunu seyrediyorlar ve sürekli gelişmeleri takip ediyorlar. 

Türkiye’de faaliyet gösteren diğer Türkmen kuruluşlarıyla görüşüyor musunuz? 

Tabiî ki diğer grup ve derneklerle de görüşmekteyiz. 

Peki size karşı tavırları nasıldı? Sizi kabullendiler mi? 

Bu konuda hayal kırıklığına uğradığımı söylemek zorundayım. Bana karşı neden böyle davrandıklarını bilmiyorum ama Telaferli olduğum için beni kötülediler. Beni en çok üzense bunun kendi insanımızdan gelmesi. Diğer milletlerde bu durum söz konusu değil ve ben hayatım boyunca bu dava hizmet etmiş bu dava için çalışmış birisiyim. Burada bu tartışmalar yaşanırken bölgedeki insanımız sıkıntı çekmeye devam ediyor ve biz Irak’tayken asla böyle bölgesel bir ayrım yapmadık, ama burada maalesef bu ayrım yapılmaktadır. 

Türkmenleri geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz ve Türkmenlerin Türkiye’den beklentileri nelerdir? 

Ben Irak Türkmen Cephesi adına konuşmam gerekirse, biz Saddam Hüseyin döneminde çalışmalarımıza başladık. Telafer, Musul ve Kerkük’te yoğun çalışmalarımız oldu çünkü Türkmen nüfusu bu bölgelerde yoğun olarak yaşamaktaydı. Ama maalesef Türkmen Cephesini genişletemedik. Bunu bir hata olarak kabul edebiliriz. Ama biz hep Türkmen Meclisi’ne bağlı olarak çalıştık ve bu Meclis tüm partileri kontrol eder. Ama meclis bünyesinde çalışanlar maalesef her zaman doğru kararlar alamadı ve aldıkları kararları uygulayamadılar. Biz de Irak Türkmen Cephesi olarak tam organize olamadık. Ayrıca Meclis içi seçimlerde de başka insanlar seçildi. Bunun sebebi de sistemin yanlış olmasıdır. Dava için çalışan insanlar, davayı bilen, insanlarla bağlantısı olanlar bu Meclisin dışında kaldılar. 

Gelecekte bu sorunların ortadan kalkacağı hakkında umutlu musunuz? Ben her zaman umutluydum. Türkmen Cephesi olarak halkımızın yaşadığı sorunları ortadan kaldırmak için hep projeler ürettik. Ama grupların hepsinin birbirini eleştirdiğini görüyorum. En büyük sorun Türkmen milletinin aynı sorunları yaşmasına rağmen bir araya gelememesi. 

Eğer amaçlarımıza ulaşmak istiyorsak birlik olmamız lazım. Türkmen Cephesi’nin de yeni ekiplere ve takımlara ihtiyacı var. Sistemi değiştirip parti sistemine geçmemiz lazım. Tabanı ve sistemi olmayan partiler yok olmaya mahkûmdur. 

Peki Türkiye’den ne bekliyorsunuz? 

Türkiye’den beklentilerimiz gerçekten çok ve bu güne kadar bize yapılmış olan yardımlar için ne kadar teşekkür etsek azdır. Türkiye’nin Irak barışı 
için mücadele etmesini ve Türkmen halkının sorunlarını siyasi gündeme taşımasını istiyoruz. Şimdi isteklerimizi burada saymakla bitiremem.

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 4

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 4



          Hicran Kazancı Bey5* 
5*. Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği Dışİlişkiler Sorumlusu Hicran Kazancı 27 Nisan 2010

ORSAM: Hicran Bey Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz? 

Buraya nasıl gediniz? 
Ne zaman geldiniz? Kısa bir özgeçmişini anlatabilir misiniz? 

Hicran Kazancı: Kerkük Doğumluyum. 

İlköğretim ve liseyi Kerkük’te tamamladıktan sonra, Bağdat’ta İdari Bilimler Fakültesini bitirdim. Daha sonra tarım ekonomisi okudum ve oradan mezun oldum. Kısa bir askerlik döneminin ardında, 1994’te Dış Türklere tanınan Türkiye’de okuma hakkından yararlanmak için Türkiye’ye geldim. Türkiye’de Uluslararası İlişkiler bölümünde master ve doktora yaptım. Doktoramı yaparken değişik araştırma merkezlerinde çalıştım. Amerika Kültür Merkezinde eğitim aldım. Siyasi Bilimler konusunda özel kurslar aldım. Daha sonra 2003 yılında Saddam devrildi. Kısa süre sonra bölgeye gittim. 1994’den beri Irak Türkmen Cephesi bünyesinde devamlı bulunuyor ve o hareketin içinde yer alıyordum. Zaman zaman Türkmen öğrencilerin sekreterliğini yaptım, Irak Türkmen Cephesi temsilciliğinde eğitim sorumlusu, dış ilişkiler sorumlusu olarak hizmet ettim. Sonra 2005’te kurultay oldu. 2007’ye kadar Sadettin beyin yanında danışmanlık yaptım. Sonra siyaset bilimlerini kazandım ve Washington’da altı ay eğitim aldım. Şimdi Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği Dış İlişkiler Sorumlusuyum.

Peki geçmişte yaşadığınız sıkıntıları anlatabilir misiniz? Buraya gelme sebeplerinizi nedir? 

Tabii buraya eğitim amacıyla geldik. Geçmişte bir takım sıkıntılar çektik. Sadece benim değil tüm Türkmen toplumunu kapsayan sıkıntılar. 
Esas sıkıntı nereden başladı? Irak’a baktığınız zaman halk babadan oğula geçen krallık rejiminden demokrasiye geçmek istedi ve Cumhuriyet kuruldu. Fakat demokrasi bile tankla, topla geldi. Bugüne kadar hep öyle geçti. Irak’ın yakın tarihine baktığınız zaman iktidarlar ya darbeyle geldi, ya darbeyle devrildi. Ortadoğu’yu anlamak için Irak’ı anlamak gerekir. Farklı etnik ve mezhepten oluşan bir yerdir. Ortadoğu’da zaten güç politikası hakimdir. 
Seçimle gelme süreci pek yok. Hep askeri darbelerle gelmişler, iktidarı ele geçirmişler. Esas sorun oradaki bütün iktidarların kendi görüşüne sahip olmayanları düşman görmeleridir, bu Türkmen olur, Arap olur, Kürt olur fark etmez. Dolayısıyla baktığınız zaman Irak’taki bütün etnik gruplara bastırma, idam, öldürme politikaları uygulanmıştır. 
Yani şunu diyebiliriz ki Irak’ın halkına eşit davranma politikası yok. Tüm iktidarlara baktığınız zaman Türkmenlere karşıydılar, hep aynı şeyi yaşadık. 
“Bunlar Türkmen’dir, Türklerin soyudur, Türkiye ile bağlantıları var” diye engellemeye çalıştılar, sayılarını az gösterdiler, yok saydılar, çevreleme 
ve Türkiye ile bağını koparma politikası uyguladılar. Devamlı ve geliştirerek hep baskı yaptılar. Bunları yapanlar bizim yakın tarihimizi herhalde tam olarak okumamışlar. 
Okumuş olsalardı böyle bir mantıkla gitmezlerdi. Çünkü Türkmenler her zaman Irak’ın yapılanmasında rol oynamıştır, parçalanmasında değil. Bugüne 
kadar kraliyet dönemi, kraliyet öncesi, cumhuriyet dönemi, iktidara ve hükümete hep açık olmuştur. Yani hiçbir zaman silahlı girişimde bulunmamışlar. Bu Türk geleneğine uyan bir şeydir. Kerkük’e de bakıldığı zaman Türkmenler hiçbir etnik kökenle, mezheple ilgili hiç sorun yaşamadı. Hep siyasi arenada sorunlar yaratıldı. 

Türkmenlerin farklı etnik gruplarla, farklı milletlerle bir arada yaşama kültürü var. Onun için bütün tahriklere rağmen büyük veya yoğun bir etnik çatışma çıkmıyor Kerkük’te. Bu da Türk kültüründen dolayıdır. Genelde baskılardan dolayı kaynaklanan göçler başladı, zaman zaman yoğun düzeyde oldu, bazen gizli, bazen çok zorladılar. Bakıldığı zaman hep baskıdan kaçmak için geldiler. Az bir kısmı da eğitim için geldi. 
Yüksek tahsil alıp oraya geri dönmek için. Tarihe baktığımız zaman büyük şehidimiz rahmetli Necdet Koçak örneğinde olduğu gibi, eğitimini aldı geri döndü. İstese burada kalabilir, çok yüksek yerlere gelebilirdi. Ama dönmeyi tercih etti. Çünkü “bana orada ihtiyaç var” dedi. Doğrusu da budur. Burada kalanlar da keşke gelenleri örgütleseydi. Burada çok kalan var, yüksek mertebeye ulaşmış çok Türkmen var Türkiye’de. Ama maalesef hala iyi organize olamadık. Farklı nedenlerden dolayı, tabii bu benim şahsi görüşüm. Daha sonra baktığımız zaman Türkmenler aşırı uç partilerin peşinde oldular, bilseler onların yerine devletle ilişki kurarlardı. Çünkü Iraklıysan ve partilerle ilişki kuruyorsan toplumda kendi menfaatleri için çalıştığın anlamı taşır, farkında olmadan kendi toplumuna büyük zararlar verirsin. Tabii insanlar hata yapabilir, fakat önemli 
olan zamanında bu hatanın farkına varabilmek. Orada böyle tablo ortaya çıktı. Bu tablo Saddam sonrası bizim politikamızı çok olumsuz etkiledi. 
Bakınız Irak Türkmenleri Türkiye’de yerleşen Dış Türklerden daha önce yerleşen toplumdur. Ama baktığımız zaman ne Türkiye parlamentosunda milletvekilimiz var, ne sivil toplum bazında organize bir örgütümüz var, ne de medya üzerinde bir etkimiz var. Bunlar olmadığı için oradaki politika dünya arenasında bizi etkiledi. Çünkü diplomasi artık eskisi gibi değil, eski uluslararası ilişkilere bakıp da iş yaptığınız zaman bugün başarılı olamıyorsunuz. Nedeni ise artık bir kamuoyu diplomasisi var, sivil toplum örgütleridir, iş adamlarıdır, medyadır, karar mekanizmasını bunlar etkiliyor. Çok güçlü ülkelerin bile mekanizmasını etkiliyor. Ama maalesef biz Türkmenler pek yerimizi alamadık, iç meselelerimizle uğraştık. Bugün de dış politika, iç politikanı yansımasıdır. Eğer senin iç politikan iyiyse, dış politikan da iyidir. Ama içte kargaşa yaşıyorsan, bu dış politikaya da yansır ve uluslararası arenada pek itibar göremezsin. 

Ailenizden veya tanıdıklarınızdan buraya göç eden kaç kişi var? Yoksa sadece siz misiniz? 

Sadece ben varım. Bir de ağabeyim Kanada’ya gidecekti ama Saddam düşünce Irak’ta kaldı. Daha çok göçler 1990- 91’den sonra oldu. Bu esnada çok insan göç etti. Bizim başka gidecek yerimiz yoktu, fakat Türkiye o zaman Kürtlere de kapısını açtı. Ondan sonra üçüncü ülkeye gitmeler başladı. Daha iyi bir hayat, daha iyi bir yaşam kurmak için üçüncü ülkelere Avrupa’ya, Amerika’ya, Kanada’ya gittiler. 
Biraz önce Türkiye’deki Türkmen’lerin organize olamadığını, bir araya gelemediğini söylediniz, ama şimdi görüyoruz ki Türkiye’de birçok Türkmen kuruluşu var. Dernekler var, vakıf var. Fakat bir tanesi çok eski bir kuruluş Türkiye’deki bir çok dernekten bile eski 1959’da Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, şu anda mevcut olan bütün dernekler bunun içinden çıkmış insanlar tarafından kurulmuş derneklerdir. 

Acaba doğrumuydu burada ne yapılması gerekiyordu? 

ITKYD faaliyeti hala devam eden bir kurumdur. Eğer dernek olmasaydı, bugün bu doktorlarımız, profesörlerimiz olamazdı. Burada çok önemli işler yapmış ve insanlarımıza çok faydalı olmuştur. Üçüncü ülkelere giden insanlar önce Türkiye’ye gelirlerdi ve buradaki bütün ihtiyaçlarını dernek sağlardı, onlara çok faydası olurdu. İş bulmada, ikamette, üniversitede, hatta gelen öğrencilere burs almada bunlar büyük işlerdir. 
Ama baktığınız zaman dernek zaten sivil toplum örgütüdür, yani kültürel faaliyettir. 

Bugün bu yeterli değil. Irak’taki siyaseti yapmak için Irak’ın yerlileriyle örtüşen bir politikanız olması lazım. Şimdi 1980’li yıllarda Türkmeneli’ni oluşturduk. 
İşte tüm Türkmeneli bölgesi, baktığınız zaman o coğrafyada Türkmen vardır. Sayıları ne kadardır sorsanız tam olarak kimse cevap veremez. 
Çünkü biraz önce söylediğimiz gibi Türkmenlere yönelik yıldırma politikası var orada. Tam sayımızı kimse bilmiyor o hale getirdiler bizi. Hep % 1 veya %1,5 deniliyor ve bu oranı tutturmaya çalışıyorlar. Birde politik nedenler var. Şimdi Türkmeneli bölgesi oluşturduk, bir de onu simgeleyecek bayrak yaptık. 

Bu ne demektir. Toprak ve bayrak, bağımsız bir bölge demektir. Uluslararası arenada anlatıldı. Zaten Türkmen çoğunluğun olduğu bir bölgeydi ve 36. paralelin altında oluşmuş bir bölgeydi. 
“Erbil Türk kenti” dedik. Daha sonra Erbil’i bıraktık, “Kerkük Türk’tür Türk kalacak” dedik. Daha sonra Kerkük’te 2005 seçim sonuçlarına baktığımız zaman ki bu seçimin hem yöntemi hem tekniği hem de sonucu tartışılır. Orada neler yapıldığı herkes tarafından biliniyor. Sonuç itibari ile bakıldığı zaman Türkmenler üçüncü sıraya düştü. Nereden nereye geldik. Türkiye’de nasıl herkes Osmanlı’nın güçlü zamanını anlatır ve kimse çöküş dönemini anlatmaz, aynı onun gibi bu da. 
Esas olan çöküş dönemini anlatıp ondan ders çıkarmamız lazım. Şimdi biz de nereden nereye geldik, nerelerde hata yaptık, milli bir stratejimiz var mı, yok mu? 

Türkiye’deki Türkmenler nerelerde yanlış yaptılar acaba? 

Burada aşırı uç siyasi partilerin peşine düştüler, hala da bu devam ediyor. Bunun uzantılarını hala görmek mümkün. Sanki Kerkük Türkmenleri etiketlendi o partinin bir parçası gibi. Ama şöyle bir şey var, Türkiye devleti bir hukuk devletidir, kanunları var, devletin çıkarttığı talimatlar vardır. Bu çerçevede durduğun zaman bir partinin ilgilenmesine gerek yok. Bir ülkeye gittiğin zaman o ülkenin kuralları var, göçmen bürosu var, vakfımız var, derneğimiz var. Ama başka bir partiye gittiğin zaman bu partizanlık olur, diğer partiler de seninle ilgisini keser. Bizim bütün partilerle, devletle, hükümetle iyi ilişki kurmamız gerekir. Bunlar büyük hatadır. Biz o zaman Türkmeneli bölgesi demişiz, bir 
taraftan bunu söylüyoruz, diğer taraftan Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyoruz. Burada ne oluyor meşruiyetini kaybediyorsun. Şimdi Kerkük Türk’tür, Türkmen’dir, Türk ocaklarına aittir diyoruz, ama 2008 Haziran ayındaki oluşuma katılıyorsunuz. Bunun hedefi nedir? Kerkük’ün Iraklı olduğunu gösteriyor. O zaman çelişkiye düşülmüyor mu? Düşülüyor. Bunları oturup da düzeltmemiz lazım. Her ulusun bir milli stratejisi vardır ve milli politika üretir. Milli politika ürettiği zaman diğerinin ilgi alanına girebilir, benim ulusal çıkarımla çatışabilir. 
Çatışması da gayet doğaldır, uluslararasının platformun temel kuralıdır. Ama önemli olan bunu çözmeye çalıştığımız zaman düşmanlık ve teslimiyet temelinden uzak tutarsak o zaman başarılı bir politika uygularız. Yani o zaman Türkmeneli’nde patlak veren sorunlar henüz çıkış noktasındayken çözülür. 
Ama öyle olmuyor. 
Irak’ta bunu görüntüyle yapmaya çalışıyoruz. Şimdi Kerkük meselesi önemli bir meseledir. Bir grubun diğerine egemen olması görüntüsü var. 
Biz hep bunu yapmayı düşünüyoruz. Görüntü. Ama bu görüntünün üstündeki örtüyü kaldırıp altına bakmamız lazım. Bu egemen güçlerin çatışmasından 
doğan bir tablodur. Biz buna göre tam halk hareketimizi belirlememiz lazım. Yani sen Irak’ın siyasetinde yer almayacaksın, Musul’un Kerkük’ün penceresinden Irak’ın sorununa bakacaksın. O zaman Irak’ın siyasi değerleriyle örtüşen bir politika üretemeyiz. 
Türkiye’de yaşayan Türkmenlerin burada çok sorunları olduğunu biliyoruz. 
Mesela oturma izni, çalışma izni, vatandaşlık, bölgeye gidiş dönüş gibi sorunları var. Buradaki Türkmenlerin sorunlarını çözebilmek için ne yapılabilir ve bölgeye nasıl yansıtabiliriz?

Şimdi bölgede dağınık bir şekilde yaşadığımız için ve bir bütün haline gelemediği miz için bir şey yapamıyoruz. Bu sadece Türkmenler için geçerli değil, bütün toplumlar için geçerli. Türkmenlerin örgütlü bir hale gelmesi gerekir, eğer gelmezse sesini duyuramazsın. Ama örgütlü hale geldiğin zaman hukuk çerçevesi içerisinde geleceksiniz. Burada bir sivil toplum örgütü olarak kurulması gerekir. Tabi bizim burada yaşayan insanlarımız var. Bunlar katkıda bulunacak, örgütlü bir hale gelecek, ama bunların ilişkileri partiyle olmayacak. TBMM’de etkin hale gelebilecek, her yerle ilişkisi olacak. Ayrıca Türkiye’nin uyguladığı politikayla paralel olarak yürütülmesi gerekir. Çünkü hiçbir ülke, toprağında 
barındığı nüfusun politikasını eleştirmesini kabul etmez. Çünkü her ülkenin daha önce söylediğim gibi ulusal çıkarı var ve ona dönük politika uygular. Bu sizinle ters düşebilir ama önemli olan burada düşmana teslimiyetten uzak olmaktır. Siz burada Irak değerleriyle örtüşen bir politika yaratacaksınız. Irak toprak bütünlüğünü korumak istiyorsanız bunu sözde, özde yapacaksınız. Ama biz bir taraftan istiyoruz, bir taraftan da harita çiziyoruz. Irak anayasasına baktığınız zaman Irak toprak bütünlüğü gevşek bir bütünlük, federal bir sistem içerisinde. 
Oysa burada Türkmenlerin örgütlü bir hale gelmesi gerekir. Parlamentoyu etkileyecek şekilde, medyayı etkileyecek şekilde, hükümetle iyi ilişki 
kuracak şekilde. Amerika’da veya Avrupa’da gelişmiş ülkelerin her hangi birinde, birisi çıkar, araştırmacı veya siyasetçi şunu söyler: “2010’un sonunda Amerika Irak’ı vuracak”. Yani öyle bir şey ortaya atar. O tarih gelir Amerika Irak’ı vurmaz, hatta iyi ilişkiler kurar. Şimdi o araştırmacı veya siyasetçi ne kadar iyi olursa olsun kaybolur gider. Ama maalesef bizde öyle değil, yıllardır bu örgüte zarar veren, yıllardır Türkmen politikasını olumsuz yönde etkileyen ve bu hale gelmesinde de yani Irak devletinde yer almamasında büyük katkısı olan insanlar her geçiş sürecinde yine sahneye çıkıyorlar, yine aynı şeyleri yapıyorlar, sanki geçmişte hiç bir şey yapmamış gibi davranıyorlar. İşte bunların bu sahadan inmesi gerekir, eğer kendileri inmiyorsa öyle bir sistem geliştireceksiniz ki, onlar hata yaptığı zaman o sahada kalmayacak şekilde. İşte bunu geliştirebilmemiz 
için bir yöntem aramamız lazım. Bunu millet kendi yapmazsa sonu böyle olur. Bu hem orada hem de burada yaşayan insanlarımız için geçerli. Şimdi burada bir şey var, oradakiler ayrı buradakiler ayrı zannediliyor. Aslında öyle bir şey yok. Bir yer diğerinin tamamlayıcı olması lazım. Olmadığı müddetçe burada bir eksiklik kalır, öyle dağınık bir şekilde devam eder. Hata yapanların mutlaka çekilmesi gerekir. Bizim iyi bir mekanizma oluşturmamız lazım ve bu da neyle oluşur? Buradaki Türkmenlerle oluşur. Kim oluşturur? Güçlü bir sivil toplum örgütü, uluslararası alanda saygınlığı olan, komşu devletlerle iyi ilişkisi olan güçlü bir örgüt. Bunlara ihtiyacı var bizim Türkmenlerin. Herkesin bir arada olması, görüş birliği içinde olması lazım. 

Zincirleme sistem içerisinde bir stratejileri olması lazım. Bu da en iyi burada yapılır. Bunların planı, projesi yapılıp ona göre yapılır. 

Irak Türkmen Cephesi bu anlamda Türkiye’deki Türkmenlerin kuruluşu gibi gözüküyor. Türkmen sorunları ile ne kadar ilgilenebiliyor? Ne kadar kişiye ulaşabiliyorsunuz? Bunları bir araya getirmek için neler yapıyorsunuz? 

Siz dış ilişkiler sorumlusunuz ve dışarıda da çok fazla Türkmen kuruluşu var. Bunları bir araya getirmek için çalışmalarınız oldu mu? Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz? 

Tabi Türkiye’de bayağı Türkmen kuruluşlar var. Mesela derneğimiz, birçok ilde şubesi olan köklü bir kuruluşumuz. Güzel faaliyetleri olan, çeşitli faydalı dergiler çıkaran bir kuruluşumuzdur. Onlar da sürekli bu işlerin içinde ve onlarla toplantılar düzenliyor, konuşuyoruz. Diğer kuruluşlarımızla da iletişim halindeyiz. Türkmeneli Vakfı, Kültür Merkezi ve diğerleri var. Öğrencilerimiz var ve bunları organize eden Kültür Merkezi’dir. Devamlı bunlarla görüşüyoruz. Artık salt siyaset yapılmıyor. Siyasetin amacı da ekonomiyi düzelterek oradaki insanların refah seviyesini yükseltmektir. Ekonomi diyince elimizde şimdi büyük, ticari şeyler olmadığı için en azından insanların refah seviyesini düzeltmek 
lazım. Adımlar atılıyor ama ne kadar başarılı, ne kadar başarısız bunu zaman gösterecek.

Türkiye’deki Türkmenlerin sıkıntıları neler? Bu sıkıntıları gidermek için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? 

Şimdi Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği olarak bizim işimiz siyasidir. Türkmenlerin sıkıntıları derneklerle alakalıdır. Biz de bu işte bir sıkıntı olduğu zaman kurallar çerçevesinde yaparız. Eskisine nazaran pek sıkıntı kalmadı. Çünkü Türkiye’ye bakıldığı zaman buradaki iç politika oturmaya başladı. Her şey kural çerçevesinde çözülüyor. İçte demokrasi düzeldiği zaman dışa da yansır, itibarınız yükselir. Vatandaşlık sıkıntısı, ikamet sıkıntısı vardı, şimdi hepsidüzeldi. Ama hepsinin bir kuralı var. Şimdi sen gelmişsin. “Sen Türkmensin, gel seni vatandaş yapıyım” diye bir şey olamaz. Belirli bir süre kalırsın, suç işlemezsen belli kurallar çerçevesinde Türk vatandaşı olursun. Bu sadece Türkmenler 
için değil, herkes için geçerli. Türkiye’de yaşayan Türkmenler için siz siyasi bir kuruluşsunuz, siyasi görevleriniz var. 

Bu kapsamda sizi ne kadar tanıyorlar? İlişkiniz ne düzeyde? Bizim ilişkimiz sadece Ankara ve İstanbul’la sınırlı değil, her ilden herkesle bire bir görüşme imkânı sağladık. Ya o gelmiş ya da biz gitmişiz, ama herkesin sıkıntılarını dinlemişiz. Her zaman bunu periyodik olarak yapıyoruz. 

Her yere ulaşıyoruz diyorsunuz. Peki, Türkmenler nerede yoğunlukta lar? Başta İstanbul sonra Ankara, İzmir, Konya, Eskişehir. Bunların hepsine ulaştınız mı? 

Diyarbakır’dan tutun Mersin, İstanbul çevresine ulaştık. Sınır bölgesinde Türkmenler ne durumda? Diyarbakır’da, Elazığ’da, Urfa’da eğitim görmüş 
doktor, hakim, avukat oralarda yerleşmiş insanlarımız da var. 

Irak’la ilişkilerinizden biraz bahsedebilir misiniz? Bölge halkı buradakilerin sıkıntılarını ve ne yaptıklarını biliyor mu? Bunları oraya yansıtabiliyor musunuz? 

Biraz önce söylediğim gibi sıkıntıların büyük kısmı giderildi. Türkiye’deki iç politikanın düzelmesi bölgeye de yansıdı. Türkiye’nin bölge ülkeleri ile çok iyi ilişkileri var. Bunları herkes biliyor, Irak’ta da ağırlık kazandı. Türkiye Ortadoğu’da büyük bir ağırlık kazandı. Eskiden Avrupa’ya yönelik sanki Ortadoğu’ya sırtını dönmüş gibi bir imajı vardı. Şimdi bu imajı ters yönde değiştirdi. İsrail’in Gazze’de yaptığına karşı çıkıyor, Irak’ta azınlık gruplara yapılan haksızlığa karşı çıkıyor, böyle bir konuma geldi. Bu Türkiye’nin ağırlık kazanması olayı hem oradaki hem buradaki Türkmenleri garanti altına alır. İlişkisi ne kadar iyi olursa, Türkmenler o kadar rahat eder. Şimdi buradaki sıkıntıların çoğu giderildi. Oraya baktığımız zaman Irak’ın genel durumu iyiye gidiyor. Ben 2006 -2007’de oradaydım o dönemde çok kötü idi, mahalleler 
arasından geçemezdik, bölgeden bölgeye geçemezdik. 

Şimdi bunlar kalmadı, ama tamamen de bitmedi. Çünkü silahlı milisler var. Burada önemli olan Irak’ta şunu yapmaya çalışırız. 

Irak’ın kaç ordusu var? Bir merkezi hükümetin Irak ordusu, bunun yanında kuzeyde peşmerge ordusu, öbür tarafta Baas partili silahlı milisler. 

Şimdi siz düşünün Türkiye’de bir partinin silahlı ordusu var. Böyle bir şey olur mu? Amerika’da olur mu? İşte sıkıntılar buradan çıkıyor. Irak’ta bir merkezi hükümet ve Irak ordusu olması ve onun dışındakilerin lağvedilmesi lazım. Birde İçişleri Bakanlığına bağlı polis gücünün kalması ve bunların dışında kalanların iptal edilmesi gerekiyor. Bütün sıkıntılar silahlı liderler olduğu için çıkıyor. Şimdi merkezi hükümetin bile gücü yok, biliyorsunuz bunu zaten. Sıkıntıları çözecek kadar güçlü değil ki. Türkmenlerin sıkıntısı bütün bölge insanlarının sıkıntısıdır. Fakat Kerkük’te sıkıntı biraz daha fazladır. Neden? Çünkü 1991 sonrası 36. paralelin altında kaldı. Hem eski rejim tarafından hem de Irak’ta uygulanan 
rejimin ortasında kaldı. Diğer bölgeler böyle olmadı. Bu sıkıntılar Kerkük’ün statüsünden kaynaklandı. Diğer yerlerin sıkıntılarının iki katı yaşandı. Çünkü orada gruplar arası bir egemenlik savaşı oluştu. 

Peki bu sıkıntılar nedeniyle bölgeden Türkiye’ye göç devam ediyor mu? Oranın ekonomik ve siyasi durumundan kaynaklanan ufak çapta göçler oluyor. Dolayısıyla oradaki siyasi durumdan sonra ekonomik durumu da düzeltmeye yönelik çalışmalarımız da var. Neler yapıyorsunuz? 

Mesela Kerkük’teki havaalanının açılması planlanıyor. Orası açıldığı zaman insanlar rahatlar. İnsanlar farklı yollardan gidip gelmekten biraz korkuyor, çekiniyor. Bir de güvenlik sağlandığı zaman oraya gitmek isteyen şirketleri yönlendirebiliriz. Her şeyin başı güvenliktir. Sen Kerkük’te güveliği sağlayamazsan, ekonomiyi arttıramazsın. Güvenlik sağlanamazsa insanlar farklı yerlere daha güvenli yerlere yatırım yaparlar. Bunda da çok haklılar. Güvenliği sağlamak için Irak merkezi hükümetiyle görüşüyoruz, Irak’taki güç odakları ile görüşülüyor. Biz burada aynı şekilde yabancı misyonlarla görüşüyoruz, BM ile diğer gruplarla da görüşüyoruz. İşbirliği yapıldığı görülüyor zaten. Tabi yani Kerkük’teki, Irak’taki siyasi gruplarla görüşmezsen, anlaşmazsan sen bir şey yapamazsın. Ama şöyle bir algılama var. Sen siyasi partiyle görüştüğün zaman onların bir parçası olduğun anlamına gelmiyor. Düşmanlık ve teslimiyetten uzak bir politika izlenmesinden yanayım. 

Genel olarak Türkmenlerin seçim stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Merkezi hükümette ağırlık kazanması için tek başına girmesi söz konusu olamazdı. Dolayısı ile senin stratejinle, ilkenle örtüşen gruplarla seçime 
girmen en doğrudur. Zaten bunu 2005’ten önce de söyledik. 2005’te konjonktür farkı olduğu için tek başımıza girdik. Ama şimdi ne oldu muhalefetle, gerekirse Şii, Sünni, Amerika ile gerekirse Kürt gruplar ile ilgilenen kişilerimiz var. Bunlar parlamentoya göre toplanır bir araya gelir. 

Gelme ihtimalleri var mı? Böyle bir şey bekliyor musunuz? 

Bekliyoruz ama ne zaman olur bunu zaman gösterecek. 

Peki, Kerkük’te tek bir Türkmen listesinde diğer gruplarla birlikte hareket edilemez miydi? 

Bu çok tartışıldı. Yaptığımızın en doğru seçenek olduğu kanısındayım. Ya hepsiyle gireceksin ya da tek başına gireceksin. 

Peki nasıl bir hükümet bekliyorsunuz? 

Çoklu bir koalisyon olabilir. Irak ulusal çıkarlarını göz önünde tutan grupların iş başına geleceğini umuyoruz. Önceden seçimlere baktığınız zaman tüm siyasi partilerin seçim propagandası mezhep üzerine kuruluydu. Daha sonra insanlar baktılar bu bir işe yaramıyor, sadece kan ve gözyaşı istikrarsızlığa götürdü. halk da partilerde halka dönük, insana önem veren, Irak kimliğini ön planda tutan, Irak’ı parçalamak niyetinde olmayanların etrafında toplandı. 

Irak’ta Türkmenlerin geleceği için ne bekliyorsunuz? 

Gelecek için umutluyum. Saddam döneminde rahat bir şekilde konuşamıyorduk. Şimdi her şey daha kolay, isteklerimizi söyleyebiliyoruz, bizi temsil eden milletvekillerimiz var, daha da fazla olacak ilerde. Bunları neye borçluyuz? Tabi ki Amerika’ya borçluyuz. Eğer onlar olmasaydı Saddam’ı devirmeseydi, Saddam belki de bir yüz yıl daha kalırdı Irak’ta. Ancak Amerikalıların biraz stratejik hataları da olmadı değil. 
Başta da Türkiye’yi bu savaşa sokmak istedi, fakat Türkiye onları girmemesi için çok uyardı ve “cehennemin kapısını açıyorsunuz” dedi. Türkiye 2003 savaş öncesi Irak komşu ülkeler toplantısının mimarı oldu. Ancak Amerika hatasını anladı. Komşu ülkelerinin istemediği bir şeyi Irak’ta yapamazsın, o algılamaya geldi. Türkiyesiz Irak’ta bir şey olmayacağını ve Türkiye’nin Ortadoğu’da ağırlıklı bir ülke olduğunu anladı. 
Bunların hepsi Türkmenler için olumlu bir gelişmedir. Gelecekte daha da iyi olacaktır, demokrasi algılaması daha da yerleşecektir. Biliyorsunuz Avrupa ülkelerine baktığınız zaman 100 yıllık deneyime sahipler. biz Saddam sonrası demokrasi ile tanıştık. Ama çok hızlı genişliyor, 
2003’te Irak’a baktığınız zaman bugüne kıyasla çok fark var, hızla değişiyor. Bu da komşu ülkelerin katkısıyla olacaktır. Bir de Türkiye her zaman Arap ülkelerinde demokrasi ve reformları açısından, yapmış oldukları açısından örnek ülke konumundadır. Tabi onlar da örnek aldıkları zaman çok daha iyiye gideceklerdir. Gelecekte umudumuz budur, çok iyimserim. 

Peki Türkiye’den siyasi anlamda beklentiniz nedir? 

Türkiye bizler için çok şeyler yapmış, ama biz hiçbir zaman değerlendiremedik. Türkiye daha ne yapsın. Zaten her şeyi hem Irak hem de 
Türkmenler için yapıyor. Sorularımıza içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz. 

Bana bu fırsatı verdiğiniz ve sesimiz olduğunuz için ben teşekkür ederim. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



*************

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 3

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 3


ORSAM: Sayın Sadettin Ergeç, göreve geldiğinizden bu yana Türkmen siyasetinde ne gibi değişiklikler meydana geldi? 4*


      4*. Dr. Sadettin Ergeç, 
ITC Başkanı , Irak Ulusal Meclisi Kerkük Milletvekili 9 Ocak 2010

Sadettin Ergeç: Biz göreve geldikten, yani 2003’ten sonra, bizim tahminimiz aşan bazı gelişmeler yaşandı. 2003’ün bizim için güzel bir tarih olacağını düşündük. 

Neden? 
Irak devletinin kuruluşundan 2003’e kadar tüm hükümetlerin Irak Türkmenlerine davranışları, bakış tarzı, siyasi yaklaşımları hiç değişmemiş  tir. Bu yaklaşımın temelinde, Irak Türklüğünün gerçek yüzünün ortaya çıkmaması,  siyasi sürecin dışında tutulması vardı. Bizim kanaatimize göre bunun siyasi amaçları vardı. Irak’ta güçlü bir Türkmen toplumu neler getirir, neler götürür? Özellikle yeni Irak devleti içerisinde başkaları tarafında nasıl mütalaa edilir? 
Bu yüzden 2003’lere kadar aynı şekilde oldu. Bu noktada 2003’ten sonraki durumu değerlendirebilmemiz için çok kısa bir şekilde geçmişe de 
bakmamız lazım. Özellikle Saddam döneminde Türkmenler üzerinde yoğun bir baskı vardı. Tarih boyunca yapılan katliamlardan bahsetmek istemiyorum. Bunlar zaten biliniyor. Bu dönemde yapılan baskı ve sindirme politikaları 
benim kanaatime göre tamamen bir soykırımdı. 

Bir toplumun illaki insanlarını öldürerek soykırım yapmazsınız, bu da bir soykırım dır. Varlığını, milliyetini değiştireceksin, onu nüfusa Arap yazdıracak sın, toprak almasını ve kendi kardeşine toprak satmasını engelleyeceksin bunlar büyük 
baskılardır. Bizim için 2003 yeni bir başlangıçtı. 
Çok şey bekliyorduk. Ama 2003’ten sonra çok daha ağır baskılar, hareketler, saldırılar gördük. Yine Türkmenlerin güçlenmemesi, öne çıkmaması için her şey yapıldı. Bizim halkımız gerçekten çok mücadele verdi, çok zorluklarla 
karşı karşıya kaldı. ABD güçlerinin peşmergelere verdiği destek ve Kürt siyasi grupların amaçlarını gerçekleştirmek için atmış olduğu adımlar sonucu bu yapılanlar ortaya çıktı. Irak’ta müthiş bir kargaşa yaşandı. 

Bir güvenlik boşluğu ve siyasi boşluk meydana geldi. Arap ağırlığı gittiği andan itibaren, özellikle Kerkük’teki boşluğu ABD güçleri ve peşmergeler doldurdu ve hedeflerini gerçekleştirmek için adımlar atmaya başladılar. 

Eski dönemde yapılanlar bahane edilerek ciddi bir nüfus kaydırması yapıldı. 

2003’te işgal ilk başladığında bana Irak Türkmen Cephesi’nin (ITC) Kerkük sorumluluğu teklif edildi. Milletimiz bize bu sorumluluğu verdi ve biz de sorumluluğu aldığımızdan beri demokrasiyi kullanabileceğimizi düşündük. Biliyorsunuz Türkmen milli mücadelesinin merkezi Kerkük’tür. Kerkük’ün mücadele içinde geçmişi ve ödediği bedelleri vardır. Türkmenler Irak’ta 
demokrasiye en yatkın halktır ve silahla mücadele etmezler. Bize göre demokrasi, insanların haklarını yasal yollarla elde etmektir. Biz bunu 
uygulamaya çalıştık. Ancak bize demokrasi getirdiğini iddia eden, savunan güçler, “demokrasinin namlunun ucunda olduğunu” gösterdi. 
Gücü olan demokrasinden en güzel şekilde istifade edebilir. Bu devam etmektedir. Ama biz inanıyoruz, demokrasiye güveniyoruz. Demokraside 
çok farklı metotlar vardır. Demokrasi eğer tam olarak yerleşirse, bu metotlar silahtan daha güçlüdür. Biz yine demokrasiye başvurduk ve bu yolda devam ediyoruz. Görevi aldığımız andan itibaren demokratik haklarımızı kullanma 
yoluna gittik. Bağdat’a yürüyüşler düzenledik. Medeni isyan ve açlık grevleri başlattık. Bunları sesimizi duyurmak, bize yapılanların önüne geçilmesi için gayret ettik. Ama maalesef bu uygulamalar hiçbir zaman durmadı. Ancak 
biz de demokrasi yolumuza devam ettik. Sivil toplum örgütlerimiz çalışmalarına devam etti. Yürüyüşlerimiz de devam etti. Ancak bu yürüyüşlere saldırılar oldu. Bu saldırılar neticesinde birçok insanımız şehit oldu. 2004’te İki gün içerisinde 
5’i Tuzhurmatu ve 6’sı Kerkük’te (Kaymakamlık Yürüyüşünde) olmak üzere 11 kişi şehit oldu, 32’ye yakın kişi yaralandı. Kaymakamlık yürüyüşü Türkmen yakın tarihinde en büyük yürüyüş olarak tarihe geçmiştir. Bu yürüyüşte insanlarımıza saldırılar oldu. 

Ayrıca bizim dönemimizde 2004’te Geçici Anayasa çıkarıldı. Bu yasadan beklentilerimiz vardı. 
Ancak beklentilerimiz karşılanmadı. İsteğimizin dışında olaylar gerçekleşti. Kürt Kerkük’e girmemeleri gerekirken, Kürt gruplar beraber Kerkük’e girdiler. Bunun karşılığı olarak 53. ve 58. maddeler yazıldı ve Kerkük’le ilgili maddeler olarak ortaya kondu. Tartışmalı bölgeler ilan edildi. Hiçbir devletin kendi içerisinde toplumu arasında tartışmalı bölgelerden bahsedilmez. Bu ayıptır. Tartışmalı bölgeler, iki çarpışan devlet arasında, belirlenmemiş sınırlar üzerinde olur. Ancak 58. maddeyle tartışmalı bölgelerin ilan edilmesi ve Kerkük’ün buna dahil edilmesi manidardır. Kime neyi veriyorlar? Bunun yanında 53. maddede geçenler vardır. Bunlar geçici olarak ele alınmıştır. Biz buna karşı ciddi bir direniş gösterdik. Çeşitli nümayişlerimiz, boykotlarımız, yürüyüşlerimiz, Bağdat’a gidişlerimiz oldu. Bağdat’ın en karışık olduğu dönemde burada iki büyük yürüyüş yaptık. Gençlerimiz Bağdat caddelerini bile kapattılar. Bir hafta açlık grevi yaptılar. Netice itibariyle yetkililerle görüşmeler yaptık, bize bazı sözler verdiler ama gördük ki bu sözler suya yazılmış sözlerdi. Çünkü Irak Türkleri, silaha uzak, barıştan yana, insan haklarını seven ve devlet kurulduğundan bu yana “devlet bizimdir” anlayışıyla hareket eden bir toplumdur. Ancak gördük ki bu Irak’ta  kabul görmüyor. Geçmişte Saddam döneminde yaşadığımız sıkıntıları konuşamazdık. Konuşan hapse atılır, öldürülür ya da idam edilirdi. Ama 
bu dönemde konuşsak bile duyulmuyor. Saddam döneminde ağzımıza pamuk doldurdular, bu dönemde ağzımızdan çıkarıp kulaklarına tıkadılar. Ancak bağırıyoruz ama duyulmuyor. 

Yine de hakkın sesinin çok yüksek olduğunu bildiğimiz için sabrediyoruz. Bugün bile sabrediyoruz ama gelecek için çalışıyoruz. İster devletler olsun ister kurumlar olsun, insan haklarına inananların yardımıyla demokrasiye ulaşmaya 
çalışıyoruz. 

Biz bu yasa neticesinde 2004’te yapılan seçimlerden önce bir sayımın yapılmasını istiyorduk. Nitekim Kürt gruplar özellikle Kerkük için bugün 
sayım yapılmasını istiyorlar. O zaman sayım reddedildi. Bizim görüşümüze göre gerçek sayı bilinmeden doğru neticeler almak mümkün değildir. Dolayısıyla mutlaka seçim yapılmasına inanıyorduk. Planlama Bakanlığı tarafından 
sayıma hazır olmadığı belirtildi. Burada ifade etmek isterim ki; dönemin Planlama Bakanı, şimdi kuzey bölgesinde üst düzey sorumlu olan Berham Salih’ti. Güvenlik gerekçesiyle sayımın yapılamayacağı ifade edildi. Bu gerekçe zamanında geçersizdi. Çünkü seçim yapılabilmesi için insanların evlerinde çıkıp bir yerde toplanması gerekir. Bu durumda güvenlik daha fazla gereklidir. Bu yüzden bizim kanaatimize göre, bu karar tamamen siyasidir. Yani o dönemde 
daha henüz Kerkük’ün demografik yapısı değiştirilmemişti. 

Biz sürece devam ettik. Ondan sonra anayasa çıktı. Anayasa çıktıktan sonra, bu 
anayasa ile bir yere varamayacağımızı gördük. Bunun en önemli nedeni anayasanın 140. maddesiydi. Bu madde o kadar tehlikeli bir madde ki 
anayasal bir madde olmasına ve süresi bitmesine rağmen halen uygulanamadı. O dönemdeki boşluklardan faydalanarak bu maddeyi anayasaya koymayı başardılar. Anayasa hazırlanma sürecinde kurulan parlamentoda Sünni grupların, bizim ağırlığımız yoktu. Böylece iktidarda olan gruplar güneyde federal bir bölgeye karşılık kuzey federal bölgesini kabul ederek 140. Maddeyi 
anayasaya koydular. Biz bu maddeleri inceledikten sonra, Irak Türkmenleri olarak, özellikle ITC olarak yaptığımız toplantılar sonucu bu anayasaya “hayır” denmesi gerektiğini açıkladık. 

Yapılan referandum sonucunda özellikle Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde “hayır” oyu çıktı. 3-4 ay gibi kısa bir süre içerisinde yazılan bir anayasada sorunlar çıkması normal. Kurulduğundan bu yana doğru dürüst 
hiçbir anayasası olmayan, bu kadar karışıklığı olan bir ülkede ve dışarıdan müdahalelerle yazılan anayasada bu kadar çok boşluk olması doğaldır. 1932’de bile daha iyi bir anayasaya sahipti. Aylarca sonucu açıklanmayan uydurmaca 
bir referandumla anayasa kabul edildi. Anayasada yer alan maddeye göre Irak’taki üç vilayetin “hayır” demesi neticesinde anayasa iptal olacaktı. Ama biz biliyoruz ki bu anayasaya “hayır” denildi ve özellikle Musul’da da hayır 
denmesine rağmen kabul edenler kısmında gösterilerek geçirildi. Anayasa geçirildikten sonra buna göre çalışma zorunluluğumuz vardır. 140. 
Maddenin içeriğine baktığınızda, zamanla sınırlı bir maddedir ve bu maddenin zamanında gerçekleştirilmesi gerekir. Dönüp baktığımızda 
bu maddenin gerçekleştirilmediğini görüyoruz. 

Çünkü bu maddenin normalleştirme, sayım ve referandum olmak üzere üç aşaması vardı. Maalesef normalleştirme sürecini ellerinde olan imkânlarla, anormalleştirmeye çevirdiler. Normalleştirme içerisinde mülkiyet sorunları, geçmiş rejimler tarafından el konulmuş mülkiyetler vardı. Bunların yaklaşık yüzde 85’i Türkmenlere ait olmasına rağmen bugüne kadar gerçek bir 
normalleştirme gerçekleştirilemedi. Türkmenlerin arazileri üzerindeki yeni yapılanmalar çok fazla. Normalde insanlar terk edecekleri topraklara alt yapı götürmezler. Ancak yeni yapılan yerlerde inanılmaz ve çok muntazam bir altı 
yapı hizmeti söz konusudur. Bu noktada halen problemler çözülmüş değildir. Halen bizim arazilerimiz başkalarının elindedir. Birinci aşaması uygulanmayan bir maddenin diğer aşamalarına geçilmez. Bu maddenin de süresi 31.12.2007’de 
bitmiştir. Ancak süresi biten bir maddeyi yeniden canlandırma girişiminde olanlar vardır. 

Maddenin canlandırılması için anayasa tadilatına ihtiyaç vardır. Anayasa tadilatının da aşamaları bellidir. Anayasaya göre, anayasa çıktıktan sonra 4 aya kadar tadilat yapılabilme imkanı varken hiçbir şey yapılmamıştır. Bu süreç 
içerisinde 140. maddenin yanlışlığını herkese göstermek için elimizden gelen her şeyi yaptık. 

Bu neticesinde sivil toplum örgütleriyle, Kriz Grubuyla çeşitli kişilerle görüştük ve maddenin çok tehlikeli olduğunu göstermeye çalıştık. 
Demeçlerimizde bu maddenin Kerkük’ü bir barut fıçısına çevirdiğini ifade ettik ve bunu kabul ettirdik. Arkasında Baker-Hamilton ve çeşitli devletlerin raporlarıyla bu daha da pekişti. 140. maddenin süresi tamamen bitti. 

Peki, Kerkük’te seçimlere gidilmesi için ne yapılması lazım? 

Bu süreç içerisinde Kerkük konusunun çözümü için görüşmelerimiz oldu, fikirler sunduk. Kerkük’te büyük hatalar yapıldığını, demografik değişiklikler yapıldığını ve Kerkük’ün farklı bir özelliği olduğunu herkese kabullendirdik ve bu şartlar altında seçimlere gidilirse, büyük bir felaket olacağını, yanlış metotlarla yanlış neticelere varılacağını ve yanlış neticelerin Irak’a istikrar getirmeyeceğini, Irak’ı altüst edeceğini ifade ettik. Federal yapıların oluşturulması için yasalar ortaya atıldı. Bu noktada doğruya ulaşmak için Kerkük’te yerel seçimlerin yapılması 
ertelendi. Seçimlerin ertelenmesi, Iraklılar, hükümet, BM, komşu ülkeler ve uluslararası platform için Kerkük’te tamamıyla özel bir durum oluştuğunun göstergesi olarak ortaya kondu. Bu özel durumla bir netice elde edilmez. 

Biz parlamentoda olduğumuz süre içerisinde milletimizin sesini duyurmaya, ön plana çıkarmaya çalıştık. Ben halkımı kesinlikle bir sıralamaya tabi tutmam. Belki sayısal olarak bir sıralama söz konusu olabilir. Eğer Irak’ı kuran üç kurucu halk varsa bunlardan biri de benim. Bir Kürt bir Arap neyse ben de oyum. Türkmenler kendini ispat etme aşamasına gelmiştir. Ama hakkını yeterince almamıştır. Çünkü daha yapılması gereken çok şey vardır. Bu doğrultuda 24. 
Maddeyi çıkardık, ancak Kürt gruplar buna karşı çıkarak, tehditkar bir tavırla Kerkük’te bir yürüyüş yaptılar. Ancak bu yürüyüş kendiliğinden gelişen, barışçıl, doğal olarak ortaya çıkan bir yürüyüş değildi. Önceden planlanmış, silahlı, 
sopalı, bıçaklı bir yürüyüştü. İnsanlar ellerinde silahlar ve hatta benzin bidonları ile hazır gelmişlerdi. 

Netice itibariyle 28 Temmuz 2008’de yapılan bu yürüyüşte Irak Türkmen Cephesi karargahına saldırı oldu, yakıldı, yıkıldı. Ama ne oldu? Bize göre bize bir şey olmadı, sadece bizim ne kadar haklı ve güçlü olduğumuzu ortaya koydu. Çünkü güçsüz olan insan saldırıya geçer. Biz yine de ağırbaşlılığımızdan bir şey kaybetmedik, saldırıdan bahsetmedik, demokratik yollarla hakkımızı aramaya çalıştık. O gün bana haber geldiğinde ben meclisteydim ve meclisin 
çalışmalarını durdurma kararı almasını başardım. Sesimizi yükselttik. Orada neler oluyor diye herkesin bakışlarının Kerkük’e çevirmesini sağladık. Ama 24. madde veto edildi. Ama veto edilmemesi gerekirdi. Çünkü yanlış olan, anayasaya aykırı olan şeyler veto edilir. Orada olan cumhurbaşkanının Irak Cumhurbaşkanı olması gerekirdi. Ama başka kisveler altında Irak Cum
hurbaşkanı olup başka grupların çıkarlarını gözetmesi manidardır. Yine de veto edildi ve parlamentoya geri gönderildi. Ancak 23. maddeyi çıkarmakta başarılı olduk. 23. madde içerisinde Kerkük için bir paylaşım söz konusudur. Bu görev 
dağılımı yüzde 32 esasına göre planlanmıştır. 

Bu maddenin birinci fıkrası çok önemliydi. Üç önemli görev için yani vali, vali yardımcısı ve meclis başkanlığı ilk etapta üç ana unsur arasında bir paylaşım yapılacaktı. Buna göre il meclisinde temsilcisi fazla olan unsur kim ise bu üç 
ana görevden birini seçebilecekti. Bu noktada Kürt gruplar valiliği seçtiler. Araplar da vali yardımcılığını aldı. Türkmenlere de meclis başkanlığı 
kaldı. 23. Madde için bir komisyon kuruldu. 

Mehmet Mehdi arkadaşımızla birlikte ben de bu komisyon içerisinde yer aldım. Meclis başkanlığı bizim tarafımızdan seçilmeliydi. Meclise başvurmamıza rağmen hiçbir sonuç çıkmadı. 
Bu görev halen Türkmenlere teslim edilmiş değildir. Bakın burada eğer üç grup içinde aynı şeyler söz konusu ise bu doğaldır. Ancak diğerlerine görevi verilmiş, Türkmenlere verilmemişse bu kabul edilemez. Hatta bana verilmiş sandalyede başkası oturuyorsa bu onun hakkı değildir. O sandalye benim görüşüme göre işgal edilmiştir. Yani Kürt gruplar benim hakkımı gasp etmektedir. 

Yerel seçimlere ilişkin çıkan yasada 23. Maddeyle Kerkük’teki durumun oldu bittiye getirilmesini engelleyen engellenmişken, benzer bir durumun yeni seçim yasasında olmadığını görüyoruz. Ayrıca, Iraklı gruplar arasında 2008’teki gibi seçim yasası konusunda da bir ittifak yapılamadı. Kerkük için özel bir statü 
elde edilemedi. Kerküklüler 2009 verilerine göre oy kullanacaklar. Bu biraz önce bahsettiğiniz tahribatın kabul edilmesi gibi duruyor. 

Ayrıca seçim yasası veto edildiğinde hepimiz Kerkük meselesinin gündeme getirilmesini bekledik. Ama yeni yasa çıkarıldığında Kerkük meselesi ortada yoktu. Yapılan değişiklikler belli bir grubun çıkarına yapılan değişikliklerdi. Bu noktada neden Kerkük için özel bir durum elde edilemedi? Aslında Kerkük için özel bir durum ortaya konmuştur. Yasadaki 6. madde Kerkük’e özeldir. 
Seçim yasasının çıkmasını uzun bir süre boyunca erteleyen şey Kerkük’ün durumudur. Seçimlerin 16 Ocak’ta yapılması planlanıyordu. Üzerimizde olan baskılar, seçimlerin yapılması gerekir düşüncesi ve yapılan görüşmeler yasanın 
çıkmasına neden oldu. Ancak burada ortaya konan fikir, bu seçimlerin parlamento üyelerini belirlemek için yapıldığı ve Kerkük’ün özel durumuna tesir etmeyeceğiydi. Çünkü Kerkük için 23. madde vardır ve bu madde Kerkük’ün 
geleceği ve seçimini hazırlamaktadır. Ama ben bu kanaatte değilim ve buna karşı çıktım. Hatta Meclis Başkanı İyad Samarrai ile bir tartışmamızda, 
benim neden bu kadar Kerkük konusunda ısrarcı davrandığımı sorarak, “Kerkük’ten bir Türkmen gelmese bile başka yerden gelecek ve burada olacak. Kerkük’ten gelmese ne olur. Biz Irak çapında çalışan bir parlamentoyuz. Kerkük 
için çözüm burada değil, oradadır” gibi bir cümle sarf etti. Ben de bu kanaatte olmadığımı belirttim. 
Benim tek isteğim şu oldu. Kerkük için bir seçmen kütüğü istedim. “Yüzde 90 bu kütüğün doğru olduğuna kanaat getirelim. Başka bir şey istemiyorum”, dedim. Bakın 2004’te 369 bin seçmeni olan Kerkük’e, Richard Armitage geldiğinde 
108 bin daha Kürt seçmen eklendi. Ancak bizim önerimiz bu 108 bin seçmen eklenmeden önceki duruma dönmek ve doğal büyümeyle seçmen kütüğünü belirlemek ve bu seçmen kütüğüyle seçime gitmekti. Diğer bir faktörde 
Kerkük’ün bugünkü sınırlarıyla seçime gitmesiydi. 

Daha önceden Çemçemal, Kalar, Kifri Kerkük sınırları içerisindeydi. Siz bu sınırlarla oynarsanız, Irak’taki birçok vilayette değişiklik yapmak zorunda kalırsınız. Dünyanın hiçbir yerinde vilayetler sabit kalmaz. İdari işlemlerin 
daha doğru yapılması için yeni vilayetler ortaya çıkar. Bugün 600 bin nüfusa erişmiş Çemçemal’i tekrar Kerkük’e bağlamanın siyasi amaçtan başkan 
hiçbir hedefi yoktur. Git orayı vilayet yap. 

Eğer siyasi bir mesele yoksa 1 milyondan fazla nüfusu olan Kerkük’e 1 milyonluk bir yük daha yüklemenin felsefesi nedir? Dolayısıyla doğal bir büyüme var Irak’ta. Irak kurulduğunda 1920’lerde önce 8 vilayetti, sonra 14 oldu ve 
şimdi de 18. Benim kanaatime göre daha fazla olmalıdır. 450 binin üzerinde nüfusu olan Telafer vilayet olmalıdır. Tuzhurmatu vilayet olmalıdır. 
Bunların da vilayet olmamasının sebebi de açıktır. Telafer vilayet olma hakkını kazandığında daha Duhok kazanmamıştı. Neden? Telafer yüzde yüz bir Türkmen şehri olduğu için vilayet yapılmıyor. 

Buradan tekrar seçim yasası sürecine geçersek, Yüksek Seçim Komisyonu’nun üst düzey yöneticilerinden Hamdiye Hanım, 2004’teki seçmen kütüklerinin itlaf edildiğini söyledi. Dünyanın hiçbir yerinde seçmen kütükleri itlaf edilmez. Bu, devletin resmi vesikasıdır. Bu bilgiler üzerine doğal büyüme ilave edilir ve seçmen kütükleri hazırlanır. İki gün sonra 2005 seçmen kütüklerinin de itlaf edildiğini söyledi. Bu kütükleri kendilerinin değil Birleşmiş Milletlerin hazırladığını ifade etti. Bu da benim kanaatime göre ayıptır. “biz hazırlamadık, o yüzden ortadan kaldırdık” diye bir durum söz konusu olamaz. 2004’ten başlayıp 2009’a kadar hareket etmemiz lazım ki; 2009’da elde ettiğimiz seçmen kütüğüyle seçime gidelim. Bakınız bu nokta çok önemlidir. Sırf bizim dediğimiz noktaya gelmemek için belgeler yakıldı, yok edildi dediler. Ama burada ben biraz idareyi, özellikle meclis ve komisyon başkanlarını zayıf gördüm. Özellikle de meclis başkanı İyad Samarrai. Eğer bir meclis başkanı olarak gerçekten ağırlığını koyabilmiş olsaydı, yasalar güzel bir şekilde çıkardı. Biz Arap ve Türkmenler olarak 10’un üzerinde öneri verdik. Ancak Kürt gruplar bir öneri sunmuyor, sadece bizim verdiğimiz önerileri reddetmeye çalışıyor. Çünkü sunabileceği bir önerisi yok. 
Biliyorsunuz her parlamentonun bir çalışma sistemi ve yönetmeliği vardır. Bir önerinin altına belirli bir sayıda milletvekili imza atıyorsa, o önerinin mecliste tartışılması gerekir. Bizim seçimlerin nasıl yapılacağına ve bölgelerin nasıl oluşturulacağına ilişkin çok kuvvetli bir önerimiz vardı. Bunun altına 106 milletvekili imza attı. Ancak anayasaya herhangi bir aykırılığı bulunmamasına rağmen sanki aykırıymış gibi Yüksek Mahkeme’den görüş istediler. Ülkeyi Kuzey İrlanda gibi böleceğimizi öne sürerek, sanki biz bölgeler arasına duvar çekecekmişiz gibi davrandılar. Ancak bu böyle değil. Yani üç seçim bölgesi olarak biz tasarlamıştık. 23. maddeye dönerek, Türkmen, Kürt ve Arap bölgeleri 
olarak sandıklar üçe bölünmesi ve herkesin ayrı sandığı olması planlanmıştı. Biz de 23. maddeyi siz çıkardınız, bu maddeyi çıkararak seçmen kütüğünde yanlış olduğuna siz de kanaat getirdiniz dedik. Bunu başka bir şekilde mahkemeye taşıdılar. Mahkeme de kanaatini bize sorarak, “eğer etnik bölünme gayesiyle yapılıyorsa, anayasaya aykırıdır” diyor. Tabi biz de böyle değil dememize rağmen verdiğimiz hiçbir öneri kabul edilmiyor. Üst üste önerilere rağmen son noktaya geliyoruz. Burada ABD’nin de seçimin yapılması konusunda müthiş bir baskısı var. Burada gerçekten de belirli bir süre içerisinde seçimin yapılması gerekir. Anayasaya göre 4 yılda bir seçim yapılmalı. Yani parlamento 16 Mart 
2010’da yasallığını kaybeder. Çünkü mevcut parlamentonun ilk toplantısı 
16 Mart 2006’da yapıldı. Bunun sebebi yanlışlar üzerine yapılan 
seçimlerin kısır çekişmeleri, kısır anlaşmaları ve pazarlıkları beraberinde getirmesi. Bu şartlar altında hükümet kuruldu. Hükümet programına 
bakarsak da hükümetin hangi durum altında kurulduğu daha iyi anlaşılır. Hükümetin kurulabilmesi için 140. madde hükümet programına 
yerleştirilmiş ve aşamaları süreye tabii tutulmuştur. Bakın bunun gerçekleştirilmesi için çok çalışmalar yapıldı. Ancak biz bunun bir Kerkük 
meselesi olmadığını, Irak meselesi olduğunu sürekli ifade ettik. Özellikle anayasal bir maddeye dayanaraktan bunun üzerinde çok durdum. 
Kerkük, sıradan bir şehir değildir. İhtiva ettiği petrol neticesinde Kerkük, Irak’ın geleceğidir, ekonomisidir, gıdasıdır. Anayasaya göre mademki bütün petrol Iraklılara aittir, bunun geleceği konusunda da ancak Iraklılar karar verebilir. Yani Kerkük Irak’ın bir iç meselesi oldu. Kolay kolay bir maddeyle bir bölgeye bağlanması mümkün değildir. Bağlanması da felaket getirir. O yüzden herkes hesabını yeniden yapmalı. 
Bu maddeye göre hareket etmemelidir. Maddeye bakılacak olursak, 2005 seçmen kütükleri baz alınarak 2009’a kadar yapılacak bir projeksiyonla yeni seçmen kütükleri ortaya çıkacak ve buna göre seçimler yapılacak. Seçimlerin yapılmasının ardından bir komisyon kurulacak ve bu komisyon seçimleri inceleyecek. Buna göre Kerkük’teki seçim belli olacak. Ancak burada önemli olan seçimlerin yapılacak olması. Yani Kerkük’te seçimlerin yapılmasının önüne geçemiyoruz. Bu şartlar altında yapıldığında, kütükler üzerindeki kaydırmalar da dikkate alındığında seçimin sonucu hemen hemen ortada. Kerkük için bir milletvekili profili oluşacak. 

Peki, bu nasıl değiştirilecek? 

Bir milletvekili profili tabii ki oluşacak. Ancak bu da değiştirilir. Çünkü yasa içerisinde bu da var. Kerkük için seçilen milletvekilleri ilk etapta Kerkük milletvekili olarak gösterilmeyecek. Bir yıl içerisinde mutlaka yapılması gereken incelemeler sonucu, ortaya bir tablo çıkacak. Mesela Kerkük’ün 12 milletvekilinin 2 tanesi başka bölgelerden gelenlerin oyuyla seçilmiştir. O zaman bu 2 milletvekili Kerkük milletvekili olarak değil, Irak’ın genel milletvekili olarak gözükür. İkinci husus ise, 2009 seçmen kütükleri başka bir seçim için kullanılamaz. Özellikle de Kerkük için. Bu noktada Kerkük’e bir özellik bir statü veriliyor. Bir de önemli bir mesele daha mevcut. Yapılacak seçimlere ilişki sonuç Kerkük’ün geleceğini belirlemede idari ve siyasi yönden kullanılamaz. Diğer taratan yasanın ikinci maddesine göre mevcut sınırlar teyit ediliyor. Yani 
Kerkük’te mesela 1957’deki sınırlar dahilinde olan Çemçemal’e kayıtlı olanları tek tek ayıklayabilirsin. Bu şartlar altında tespit edersin. En önemlisi budur. Biz burada sadece zaman kaybına uğradık. Şimdi biz 2009’dan 2004’e doğru hareket ediyoruz. Yani geriye doğru yapılan ilerlemede fazlalıkları dışarı çıkarabiliriz. Bir de 2005’teki yapılan seçimler doğru seçimler miydi? Tartışmalı seçimlerdi.

Evet doğru söylüyorsunuz. Bu seçimler tartışmalıydı. 

Bakınız o dönemde Kerkük’ün milletvekili sayısı 9 ve seçmen sayısı 609 bin. Bugün için ise yaklaşık 800 bin. Milletvekili sayısı 12’idir. Şimdi bakın bir milletvekili çıkarmak için 609 bini 9’a bölün, bir de 800 bini 12’ye bölün kaç kişi gereklidir. Yani korkulmamalıdır. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Bugün dünden daha az oya ihtiyaç vardır. Bir de bu kütüklerin üstüne dört jenerasyon ilave vardır. Bizim gençlerimiz oy kullanacaktır. O dönemde 15 yaş ve daha büyük 
olanlar şimdi oy verebilecektir. Yani bunlar yeni seçmen sayısının içerisindedir. Bu noktada oransal olarak bizim durumumuz 2005’ten daha iyidir. Benim kanaatime göre en önemli ve en çok üzerinde durduğum nokta öncelikle emniyetin sağlanmasıdır. Çok sıkı bir gözlemci grubu olmalıdır. Bu iş BM, ABD, devletler ve özellikle Türkiye’nin üzerine düşmektedir. Her sandığın başında insanlar olmalıdır. Bakın 2005 seçimlerinde bir insanın 40’tan fazla oy verdiğini gördük. Biz bunları tespit ettik ama kimse dikkate almadı. Çünkü netice böyle isteniyordu. 
Sandıklarımız koruyabilirsek, emniyetimizi sağlayabilirsek insanlarımızın da morali yükselir ve sandığa gidebilir. Eğer o insan sandığı güvenmezse sandığı gitmez. Özellikle Türkmenlerde seçime katılma oranı düşüktür. Biz bu insanların sandığa gitmesini sağlayabilirsek, belki yapılanları bir nebze olsun telafi edebiliriz. Yani yasaları senin yüzde yüz alman mümkün değildir. Çünkü bizim bugünkü demokrasimiz uzlaşı demokrasisidir. Ancak bunun güzel tarafları olsa da Irak için uygulanması bana göre yanlıştır. Çünkü Iraklılar arasında güven kaybı vardır. Herkes birbirine karşı çıkmakta, kendi grubu için çalışmakta ve ortak bir hedef ortaya koyamamaktadır. Biz ne yaptık. Bizi ilgilendiren 
bu yasa Kerkük’ün geçmesiydi. Kürt grupların buna karşı çıkmasına rağmen 5 kez Kerkük’ün yasada geçmesini sağladık. Burada Kerkük için özel bir durum söz konusudur. Kerkük’le ilgili 6. madde çıkarıldığında bu yasa 17 vilayet için sorunsuz bir şekilde uygulanabilir. Yani Kerkük için özel bir yasa vardır. Özel durum nedir? Kerkük’ün bu sınırları içerisinde gerekenler yapılacak. 2009’dan 2004’e kadar olan seçmen kütükleri incelenecek. 2009 seçmen kütükleri hiçbir zaman seçim için kullanılamaz. Bu seçimler Kerkük’ün geleceğini ne idari ne de siyasi yönden tespit edemez. Kerkük’ün yerel seçimini belirleyecek olan 23. madde için kimse bize bu kütükleri kullanın diyemez. Bunlar özelliktir. 
Bakınız tekrar söylüyorum. Irak’ta hiçbir maddeye istediğiniz gibi şekil veremiyorsunuz. Siz bir şey dediğinizde karşı taraf buna karşı çıkıyor, karşı taraf bir şey dediğinde biz karşı çıkıyoruz. Bunun en güzel örneği Barzani’nin yasa çıktıktan sonra yaptığı açıklamalardır. 

Bu şartlar altında seçime katılmayacaklarını açıkladılar. 

Yani böyle yürümüyor. Bir de yasa çıkma aşamasında Meclis Başkanı’nın da zayıflığı, kötü ve etkisiz yönetimi etkili olmuştur. Burada 
kötü niyetli demek istemiyorum. Bir de Komisyon Başkanı’nı da aynı şekilde kötü çalışmıştır. Bunun neticesinde gecikmeler ve bazı hatalar 
oldu. Yine de bana göre Türkmenler veya Kerkük meselesinde yüzde 50’den fazla kazanım sağlamıştır. Geri kalanı tesirini azaltmak için üzerimize düşenlerdir. Yani geçen seçimlerden Türkmenlerin seçime katılımı yüzde 30-35 civarındaydı. Biz bunu yüzde 70’e çıkarabilirsek tesirini azaltmış oluruz.

Tabi burada önemli olan seçimde verilen oyların da nasıl ve kim tarafından sayıldığıdır değil mi? 

Bu konu güvenlik çerçevesinde ele alınmalıdır. Seçim emniyet demektir. Benim emniyetim sağlanmış mıdır? Hayır. Kütükler düzeltilmiş midir? 
Hayır. Sandığı ben mi merkeze götürüyorum? Hayır. Oyları ben mi sayıyorum? Hayır. O zaman ben bu sandıktan ne beklerim. Eğer beklenti doğrultusunda bir şeyler bekliyorsam, bu sistemde benim de olmam lazım. Diğer gruplar kadar ağırlıkta olmam gerekir. Sandık başında, oyların taşınmasında, oy sayımında 
ben de olmalıyım. Teker teker defterlere ben de bakmalıyım. Eskiden bir kartla oy veriliyordu. Eski seçimdeki bazı yanlışlıklar ortadan kalktı. 
Ancak ben yine de emin değilim. Çünkü sandık başında olanlar tarafsız değildir. Tarafsız olmalıdır. Birleşmiş Milletler tarafsız olmalı. Tarafsız 
gözlemciler seçimlere eşlik etmeli. Komşu ülkelerde, insan hakları kuruluşlarından gözlemciler gelmeli. Çünkü Irak öyle bir dönem yaşıyor ki, 
her şey çok zordur. İstikrarsızlık, cinayet, adam kaçırma ve en önemlisi bir dönemden yeni bir döneme geçiş vardır. Bu geçişi sağlamak ve düzeni 
oturtmak için ağırlıklı bir kontrole ihtiyaç vardır. Kontrol de Birleşmiş Milletler, ABD, Türkiye gibi ülke ve kuruluşların gözlemci göndermesi ve bize yardımcı olmasıyla sağlanabilir. Ben de sandığa güveniyim, benim sandık ve can güvenliğim sağlansın, oyumu kullanayım, benim de oyumu gelip başkası çalmasın. Yani sizin de değindiğiniz gibi bunlar çok önemlidir ve yapılması gerekenlerdir. 

Oyların sayımı seçimin kendisi kadar önemli. Ancak seçime katılım faktörü de ciddi bir mesele. Siz Türkmenlerin seçime katılım oranının düşük olduğunu söylediniz. 
Bu bağlamda siz seçim için ne gibi hazırlıklar yapıyorsunuz? Seçim sonucuna ilişkin beklentiniz nedir? 

Biz öncelikle bütün Türkmenlerin tek bir liste ile seçime girmesine çaba gösterdik. Ancak bu kabul görmedi. Arkadaşlar farklı listelerden seçime girmeyi tercih etti. 
Biz yasa çıkmadan bütün partilerle görüşmeler yaptık ve görüşlerimizi aktardık. Bizim öncelikli olarak ifade ettiğimiz, başka gruplarla koalisyonları bir yana 
bırakıp önce kendi içimizde koalisyon kurmaktı. 
Bu söylediklerim tarih olarak yürütme kurulu tutanaklarında yer almaktadır. Başta ITC dışındaki gerçek Türkmen partileri, kendi iç koalisyonlarını gerçekleştirmeli, ondan sonra eğer dış koalisyona gidecekse, kurulacak komisyonda karar alınarak yapılmalıydı. Böylece daha kuvvetli olarak koalisyona girebilirdik. Seçim yasası çıkmadan dış koalisyonlara girilmemeliydi. Geçtiğimiz seçimlerde milli bakiye diye bir kavram vardı. Bunun üzerine oynayan çok oldu. Biz buna karşı çıktık ve milli bakiyenin üzerine bina inşa edilemeyeceğini ve yasanın çıkmasının beklenmesi gerektiğini belirttik. 

Planlanan 310 milletvekilinin yüzde 15’inin milli bakiye olarak gösterileceği ve mevcut parlamentoda olan 45 milletvekilinden fazla bir sayının milli 
bakiye olarak ortaya çıkacağıydı. Hesaplanan “her birimiz bir tarafta olalım. Mademki biz koalisyon yaptık, bu milli bakiyeden bir milletvekili bize verilir” düşüncesiydi. 
Bu iş aceleye gelmez. Seçim yasası çıkmadan herhangi bir strateji çizilmez. Seçim yasasıyla uğraştığım için biliyorum toplantıların yapıldığı dönemde seçim 
yasasında milli bakiyenin durumu belirsizdi ve yasanın çıkması için daha birçok aşama vardır. Ancak biz partilerimizi farklı koalisyonların içerisinde gördük. 

Arkasından ne oldu? 

Milli bakiyenin yüzdesi düştü ve Haşimi yüzdesi arttırmak için çaba gösterdi ve yasayı veto etti. Ancak bir şey değişmedi. Yüzde 5 olarak kaldı. Yani 15 milletvekili. 8’i azınlıklara verildi. Duhok ve Süleymaniye’ye de verildi. 
Geriye 5 sandalye kaldı. Benim kanaatime göre bu 5 milletvekilinin bir kısmı kadınların oranını dengelemek için kullanılır. 

Peki, ben soruyorum. Bu geri kalan milletvekili büyük kitlelere verilirse, hangi biri gelir bunu Türkmen’e hediye eder? 

Ama ne oldu, dağıldık. Ancak burada şu söylenebilir. Milletvekili sayısı yüksek olmayabilir. Ama bizim beklentilerimiz şu olabilir. İleride hükümet kurulur, milletvekilleri hükümette yer alır ve milletvekilliği boşalırsa, bu yerler bize verilebilir. Diğer taraftan hükümete iştirak edebiliriz. 

Bakan, bakan yardımcılığı, müsteşarlık alabilir, gençlerimiz devlet kurumlarına yerleştirebilir ve böylece tabanı yükseltebiliriz. Bu Türkmenlere moral anlamında da katkı yapar. Yani burada acele davranıldı. Dikkat edilirse koalisyona katılma kararını en son açıklayan ITC olmuştur. Biz bazı yerlerde koalisyona gitme zorunluluğu olduğunu biliyoruz. Musul, Diyala, Selahattin, Bağdat gibi yerlerde koalisyona ihtiyacımız vardır. Kerkük için kendi bayrağımızı çekebilirdik. Ancak son ana kadar bunun için uğraştım ve imkânlarımızı zorladım. Benim tek 
başıma Kerkük’te bir liste indirmem için Irak Listesi’nin Kerkük’te aday göstermemesi lazım. O zaman Irak Listesi’nin girdiği diğer yerlerden benim de aday göstermemem lazımdı. Hesap ettik, bu liste içerisinde diğer yerlerden milletvekili çıkarma potansiyelimiz yüksektir. Liste içerisinde kuruluşlar birbirlerine güç verir. Biz neden Irak Listesini seçtik? Bunu yerel seçimleri göz önünde bulundurarak yaptık. Diğer Türkmen partilerin birlikte olduğu koalisyon ların Türkmeneli bölgelerinde ağırlığı yoktur. Bizim ağırlığımız onlardan daha fazla. Telafer, Musul, Selahattin’de onlardan daha fazla oy çıkmıştır. Zaten Kerkük’te de durumumuz daha iyidir. Dolayısıyla ben bir koalisyon yaparsam, güç almam gerekir, güç vermemeliyim. 

Bu seçim sistemine göre, bir milletvekili kazandıktan sonra kalan bakiye, aşağıya doğru devreder. Yani bir liste başka yerde benden güçlüyse onun aldığı 
oy bana gelir. Ama benim güçlü olduğum yerde oylarım başkalarına gider. Biz bunu düşündük. Yerel seçimlerde alınan oyları hesap ederek Irak Listesini seçtik. 
Diğer taraftan Irak Listesi, Irak’ta yapılan bütün araştırmalarda birinci olan listedir ve büyük ihtimalle hükümet kurulma teklifi kendisine verilecektir. 
Tabii ki hiçbir liste kendi başına hükümet kuramaz. Mutlaka diğerleriyle müşterek bir iktidar oluşturması lazım. Ama başbakanlığı elinde tutarsa seçme kapasitesi de o derece yüksek olur. 

Yani Irak Listesi size göre seçimi kazanan koalisyon mu olacak? 

Başbakan Nuri El- Maliki’nin liderliğindeki Hukuk Devleti Koalisyonu da güçlü görünüyor. 

Benim kanaatime göre Irak Listesi birinci koalisyon olarak seçimlerden çıkacaktır. ABD’nin Irak’ta yaptığı anketler bile bunu gösteriyor. Çeşitli 
taraflardan oluşan içeriği vardır ve en kuvvetli liste budur. Iraklılar da zaten “en büyük liste” olarak adlandırmaktadır. Bugün bu liste içerisinde 20 kuruluş yer almaktadır. Bu kuruluşların içerisinde de başka kuruluşlar vardır. Mesela İyad Allavi’nin kuruluşu bir kuruluş olarak sayılmasına rağmen, içerisinde yaklaşık 39 kuruluş yer almaktadır. ITC de tek başına değildir. Bizim yanımızda Türkmen Milliyetçi Hareketi, Milliyetçi Türkmenler Topluluğu, Halk Derneği de bulunmaktadır. Yalnız burada şunu da ifade etmek isterim. ITC Erbil ve Süleymaniye’de kendi adıyla tek başına liste ortaya koymuştur. Çünkü Irak Listesi Erbil ve Süleymaniye’de aday göstermemiştir. 

Bu noktada ITC olarak kaç milletvekili çıkarabileceksiniz ve sizce Irak parlamentosunda tüm Türkmenler olarak kaç milletvekili görebileceğiz? 
Bizim temennimiz kütleyi geçmek yani 10-15 milletvekili çıkarmak. Ancak şu anda ahkam kesmek çok zordur. Çünkü Irak’ın durumu her an değişebilir. 
Ama bunun için uğraşacağız ve çalışacağız. Tabii siz bir hedef koyarsınız ve bunun için sizin birinci, ikinci, üçüncü ve daha çok planlarınız olur. 
Hedefe ulaşmak için bu planları gerçekleştirmeye çalışırsınız. Tabii ki en fazla sayıyı elde etmek için çalışmalar yapacağız. 
Komisyonlar kurduk. Seçim Yüksek Komisyonumuz vardır. Yerel teşkilatlar da kurulmuştur. Fikirler, yapılması gerekenler, sloganlar tespit edilmiştir. Seçim stratejimiz nedir, Irak’ın genelindeki ve yereldeki eksikler nelerdir, bunun tespiti için çalışmalar vardır. Halkımıza, yönelik çalışmalar mevcuttur. Morallerini yükseltecek ve seçimlerde yapılacaklar için adımlar atılmaktadır. Bizim için en önemli konu, seçim sürecinde her Türkmen evine girmektir. Bizim 22 adet sivil toplum kuruluşumuz vardır. Başta kadın kolları olmak üzere, bütün Türkmeneli bölgesinde çalışmalar yapılmaktadır. Onlar için de stratejiler ortaya konmakta dır. Yani seçim sürecini gayet güzel bir şekilde götürürüz, yeter ki emniyet sağlanabilsin, insanlarımız vurulmasın. 

Seçimden sonra hükümet kurulma süreci gelecek. Bu süreçte başbakan adayı olarak İyad Allavi’nin şanslı olduğunu ortaya koydunuz. 
Ancak tek başına bir hükümet kurmasının zor olduğunu söylediniz. Bu süreçte seçime katılan koalisyonlar, yapılarını koruyabilecekler mi? Yani seçimlerde farklı listelerle girip hükümet kurma sürecinde bu koalisyonların dağılıp yeni oluşumların ortaya çıkması mümkün mü? 

Bu doğaldır. Bu süreçte pazarlıklar başlar. Herkes pazarlığa girer ve birilerini kendi tarafına çekmeye çalışır. Ancak kopmaların olmaması için neler yapılmalı biz ona bakmalıyız. Listeler, koalisyonlar bunu düşünmelidir. Hangi şartlarda kopmalar olmaz bu ortaya konmalıdır. 
Çünkü Musul, Kerkük ve hatta Diyala’da yaşananlar göz önüne alındığında, koalisyonunuz içerisinde yer alan Hadba kökenlilerle Kürtler arasında, Kürtlerin baskısı nedeniyle Türkmenlerle sorun yaşamaları nedeniyle bir araya gelmeleri nin zor olduğunu söyleyebiliriz. 
Sadece Irak’ta muhalif gruplar nasıl yana yana gelir diye bir durum söz konusu değildir. Irak’ta birçok parti ve kuruluş vardır ve bunların oluşturduğu 
koalisyonlar vardır. Hiçbir grup tek bir oluşum değildir. 

Mesela Kürtler arasında da gruplaşma söz konusu. Komünistler, İslamcılar onların içerisinde de vardır. Bakın burada şunu belirtmek isterim. Bizim Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktur. Belki onlar arasında bize oy verenler de vardır. Bizim meselemiz siyasidir. Tabi Irak’ta çok fazla kuruluş vardır. Bunları azaltmak için koalisyonlar kuruluyor. Gelecekte partiler kanunu çıkarsa muhtemelen bunların birçoğu erir gider. 

Peki, sizce Irak Listesi’nden sonra ikinci kim olabilir? 

Muhtemelen Irak Listesi’nin ardından ikinci olarak ya Hukuk Devleti Koalisyonu ya da Ulusal İttifak ortaya çıkar. 

Yerel seçimlere baktığımızda Hukuk Devleti Koalisyonu’nun da şansının az olmadığı söylenebilir. Yerel seçimlere bakmamak lazım. Siz demokrasi 
içerisinde yaşıyorsunuz. Ancak Irak farklıdır. Bakın bir görevin getirdiğinin yanın da yıprattığı da vardır. Bir yere gelip bazı sözler veriyor ve bunları gerçekleştiremiyorsanız sizin için sıkıntı olur. Seçmen sabırsızdır. Verilen sözün hemen yerine getirilmesini ister. Son zamanlarda yaşananlar ve patlamalar, yani güvenlikteki sıkıntılar giderilemedi. Bu durumu hükümete bağlayanlar oldu. Bazı çekişmeler de var. Ben burada onları eleştirmek istemiyorum. Bunlar kendi aralarındaki problemler. Ancak bir şekilde yıpranma var ortada. 

Bu süreçte Allavi’nin isminin ortaya çıkması, ABD ile ilişkileri düşünüldüğünde önemli. Bundan sonra ABD’nin Irak’ta çekileceği de hesaba katıldığında, ABD sonrası Irak için nasıl bir tablo çizebilirsiniz? Son günlerdeki güvenlikteki kötüleşme de göz önüne alındığında ABD askerlerini çektikten sonra istikrar sağlanabilecek midir? Bir kaos ortamının oluşma ihtimalini nasıl görüyorsunuz? 
ABD Irak’ta güçlü bir lider istiyor. Güçlü bir sistem kurulması gerekir. Siz son dönemdeki patlamalara bakıyorsunuz. Ama 2005’ten bu zamana kadar Irak’ta önemli bir düzelme vardır. Ancak pazarlarda, yollarda küçük patlamalar yaşanmaktadır. Çünkü bir çekişme ve mücadele vardır. Yine de Irak kendi gücünü kurma çabasında adımlar atmaya başlamıştır. Atılması gereken çok daha adım vardır. Evet, ABD çıktıktan sonra bir kaos yaşanma ihtimali bulunmaktadır. Ancak bazı şiddet olaylarında ABD askerlerinin Irak’ta olmasının da payı vardır. 

Tekrar bir önceki soruya dönersek; Irak daha önce Allavi’nin başbakanlık tecrübesini geçirmiştir. Bu dönemde güvenliği sağlamada pek de başarılı olduğu söylenemez. Güçlü bir figür gibi görünmesine rağmen, gelecekte başbakan olması halinde istikrarı sağlayabilme noktasında şüpheleriniz yok mu? Irak’ta hiç kimse için tam anlamıyla güvenliği sağlayabilir dememiz mümkün değildir. Ancak sürece iyi bakmak gerekir. Yani birinci günden bu yana Irak’ta bir ilerleme var mıdır yok mudur? Yani ilerleme varsa o zaman yapamadığını bugün yapabilir. İlerisi için yeni adımlar atabilir. Bizim kanaatimize göre Irak kendi sorumluluğunu üstlenmeli, ABD güçleri hemen ülkeden çıkmalıdır. ABD güçleri demokrasiyi getirdi, bıraksınlar artık onu da biz kullanalım. 

Bu seçimde emniyeti kim sağlayacak? Irak güvenlik güçleri ve belki de ABD güçleri katılacaktır. Ancak bizim için en önemli konu Kerkük’e peşmerge güçlerinin gelecek olması. Bakınız bölgede peşmerge gücünün olmaması gerekirken, birkaç gün önce Kerkük’e 100 kişilik bir peşmerge gücü gelmiştir. Güçlerin eğitimi devam etmektedir. Bu 100 kişinin anlamı nedir? Belki bu 100 kişinin pek anlamı yok. Ancak Kerkük’te 4000 kişilik asayiş ve peşmerge gücü bulunmaktadır. Ancak yasal değillerdir. Bu 100 kişi onlara yasallık verir. Peşmerge gücü anayasaya göre mavi çizginin yukarısında olmalıdır. Yani bu güçler tekrar aşağı inmemelidir. Bunu da yapan Irak’taki ABD güçlerinin 
komutanı Raymond Odierno’dur. Bu güçler Kerkük’te ABD üssünde kalıyorlar ve eğitim yapıyorlar. Benim sandığımı kim koruyacak. 

Bu peşmerge güçleri. Seçim süreci yaklaştıkça güvenlik durumu kötüleşmekte dir. Son zamanlarda Türkmenlerin yaşadıkları yerler olan Telafer, Tuzhurmatu, Tazehurmatu ve Kerkük gibi yerlerde terör olaylarında artış yaşanmaktadır. Özellikle nüfusun tamamının Türkmen olduğu bazı bölgelerde yaşanan saldırılar engellenememekte ve failleri bulunamamaktadır. Bu nedenle Irak Türkmenleri de kendilerini koruyacak bir güce sahip olmalıdır. Ama bu güç milis gücü olmamalıdır. Bu güç, Irak Devleti’nin otoritesi altında, Iraklı Türkmen şahsiyetleri, siyasetçileri, Türkmenlerin bulundukları yerlerdeki sandıkları ve masum vatandaşları koruyacak ve Türkmenlerden oluşan bir güç olmalıdır. Böylece yerel halkın güvenliğini sağlayacak ve o yörenin Türkmenlerinden oluşacak güvenlik güçleri saldırıları engelleyebilir. Bu uygulamanın Irak’ın 
başka bölgelerinde başarılı olduğu görülmüştür. Irak’taki diğer gruplar; yani Yezidiler, Şebekler, Asuriler ve Kürtlerle ilişkileriniz nasıldır? 

Bakınız bizim Kürt toplumuyla bir sorunumuz yoktur. Kürt gruplarla aramızdaki sorunlar bellidir. Onların bize yaklaşımı bellidir. Tamamen siyasidir. Yoksa bir toplum içerisinde kukla partiler kurmalarının ve onları Türkmen olarak göstermelerinin felsefesi nedir. Satılmış insanları kullanıp, onlara parti kurdurup, onları Türkmen olarak gösteriyorlar. Bize uyguladıkları siyaseti Yezidilere ve Şebeklere de uyguluyorlar. Hatta onların Kürt olduğunu iddia ederek, aşırı baskı uyguluyorlar. Ancak ileriye doğru değişiklikler olabilir. Artık Kürt siyaseti tekelinden kurtulmuştur. Biri tamamen bölünürken, diğerinin baskısı devam etmektedir. Bu kuruluş eski metotları iyi bildiği için bunları kullanıyor. Hem 
kendi toplumuna hem diğerlerine silah yoluyla sindirme ve kendi isteklerine göre yönlendirme politikası uyguluyor. 

Sadece seçim sürecinde değil, genel durum olarak Irak dışında yaşayan Türkmenlerden beklentiniz nedir? Örneğin bunların Irak’a tamamen dönmesini mi hedefliyorsunuz? 

Nihai hedef nedir? 

Tabii ki insanlarımızın dönmesini arzu ederiz. Ancak her şeyden Irak’ta istikrarın gerçekleşmesi lazım. Dışarıda hayat kurmuş yerleşmiş insanların kısa süre içinde Irak’a dönmelerini beklemek çok gerçekçi olmaz. İnsanlar nerede daha iyi yaşayabilirlerse orada olmak isterler. Bu yüzden Irak’ı daha iyi bir hale getirmek şarttır.Bizim ABD’ye, Almanya’ya giden kardeşlerimiz oldu. Onlar Amerikalı veya Alman oldukları için oralara gitmediler. Daha iyi bir yaşam elde etmek için gittiler. Eğer bizim memleketimiz çekici bir yer olursa, bizim insanlarımız tekrar akrabalarının yanına dönmeyi düşünür. Temennimiz Irak’ta hayatın normale dönmesi, istikrara kavuşması, alt yapının tamamlanması, insanlar için yaşanabilir bir yer olması ve rahatlık unsurlarının çoğalmasıdır. Özellikle bizim kaynaklarımız doğru kullanılır, zengin memleketin fakir koruyucuları olmaktan çıkar ve zengin memleketin zengin evlatları olursak, o zaman Irak çekici olur. Ancak bu dönemde Irak’ta rahat yaşamak mümkün değildir. Yine de biz yurt dışında yaşayan halkımızla görüşüp onları, bölgede bulunan halk için ne yapmaları konusunda yönlendirmeye çalışıyoruz. İnşallah gelecekte Irak istikrarını ortaya koyar ve gerçek gücüne kavuşursa çekici olur. Bir de artık dünya global bir köy haline gelmiştir. Birlik olmak için illaki aynı yerde olmanın şartı yoktur. İnsanlar artık çok kısa süreler içerisinde istedikleri yere 
gidebilmektedir. Yani bunlar bizim temennimizdir. Yalnız dışarıda olan Türkmenlerden tek istediğimiz birliklerini sağlasınlar, halkları için iyi çalışsınlar. Dışarıda bölgedeki Türkmenlere yönelik birlik mesajları veriliyor. Hayır, biz önce birliği dışarıda bekliyoruz. Dışarıda birlik sağlandığı zaman zaten biz de sağlarız. 

Bu süreç içerisinde Türkiye’den, Türk halkından beklentiniz nedir? 

Türkiye’den bizim beklentimiz, ilgi ve manevi destek. Ayrıca, Türkiye güvenliğin sağlanmasında noktasında bize yardım edebilir. Bakın Türkiye’nin Irak’ta özellikle Irak’ın kuzeyinde önemli bir ağırlığı vardır. Oradaki alt yapının oluşturulması yüzde 80’in üzerinde Türkiye tarafından sağlanmıştır. Ama Kerkük’te kim var? Hiç. Yani 1991’den bu zamana kadar Irak’ın kuzeyine büyük destek verilmiştir. 
Bunda da bizim hakkımız vardır. Irak’ta da. Türkiye ile soydaşlık ve tarihsel birliktelik söz konusudur. Türkiye ile Irak bu anlamda iç içedir. Türkiye’de sürekli akrabalıktan bahsediliyor. Akraba olan insanların birbirleri üzerinde hakları vardır. Beni rahatsız eden, “akrabaları rahatsız etmeyin” denmesi. Çünkü ben de akrabayım. Hatta ben akraba değil ötesiyim. Bu yüzden beklentilerimiz çoktur. Şu anda en kritik dönemdeyiz. Kerkük meselesi ortadadır. Seçim olacaktır. Haksızlıklar mevcuttur. Biz bunları belgeler üzerinden ispat ettik. Ama bu belgelerin hiçbir dikkate alınmadı. Bizdeki demokraside gücü olmayanın sesi dinlenmedi. Güç nedir? Silahı olanın sesi çıkmaktadır. Ancak biz hiçbir zaman silahı bir güç olarak görmedik. Hakkı güç olarak gördük. Haksızlığı silahla savunan hiçbir şey güç değildir. Zalim bir güçtür. Zalim güç hiçbir zaman hakkı gerçekleştirmez. 
Biz haklıyız ve bu yüzden daha güçlüyüz. Bugün olmazsa yarın. Ama hakkı seven, toplumların hakkını elde etmek için çalışan herkesin üzerine düşen görevler vardır. 
Bizim hakkımız yenilirken, geleceğimiz yok edilirken, 
Türkiye bunu dikkate almalıdır. 
Bunu savunmalıdır. 
Yoksa başka bizim Türkiye’den isteğimiz maneviyattan başka ne olabilir. Bu noktada Türkiye’nin seçimlere gözlemci göndermesi faydalı olur mu? 

Şarttır. Ancak iyi seçim yapılmalıdır. Yani her gözlemci, gözlemci değildir. Çok gerçekçi olmalıdır. Seçimlerde çok şey dönüyor. Oyların sayımı çok önemlidir. 
Mesela seçim sistemine göre, ya koalisyonun tamamına ya da listede yer alan şahsa oy verilir. Belki benim seçmenim doğru oy kullanır. Ancak bir gelir, bir çizgi daha atar ve benim oyum iptal olur. Bu çok yapıldı. Diğer taraftan asıl önemli olan oy verme işlemleri bittikten sonra yapılanlardır. Oy sandıklarını kim, 
nereye, nasıl götürüyor. Bakın biz 2005’te yapılan seçimlerde birçok sandığı Hassa Çayı’nda bulduk. Her oy insanın şerefidir, geleceğidir. Bu yüzden herkes kendi oyunu iyi korumalı ve sahip çıkmalıdır. 
Bize vakit ayırıp sorularımıza içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz. 

Biz bunu davamıza bir destek olarak görüyoruz. Sesimizin duyulması, isteklerimizi tek tek dikkate alınması, görüşlerimizin başkalarına 
aktarılmasını davamı için bir çaba olarak algılamaktayız. Bu yüzden çalışmalarınızda başarılar temenni ediyorum.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***