15 Aralık 2017 Cuma

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1


1. Kuzey Irak, Kürtler ve Türkiye 

1.1 Molla Mustafa Barzani ve İlk Ayaklanmalar 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından kurulan Irak Devleti’nin sınırlarını topraklarındaki petrol bölgeleri belirlemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiltere petrol kaynaklarını kendi kontrolünde tutmasına imkan sağlayan bir siyasal birim olarak Irak’ın kurulmasına önayak olmuştur. Irak’ın kuzeyindeki Kürt kentleri olan Musul, Kerkük ve Hanaqin’deki zengin petrol yataklarının varlığı bu bölgenin de Irak 
sınırları içine alınmasının temel nedeniydi. Böylelikle Kürtlerin bir kısmını içine alan fakat Kürtlerin çoğunlukta olmadığı yeni bir devlet ortaya çıkmıştır. Bu düzenlemeye itiraz eden Kürtler ilk olarak Barzan aşiretinin lideri olan Molla Mustafa Barzani önderliğinde 1931-32 yıllarında bir isyan gerçekleştirmiştir. Bu isyan bir sonuç vermese de Barzani İkinci Dünya Savaşı’nın berberinde getirdiği uygun iklimde bir kez daha silahlı bir ayaklanmanın önderliğini üstlenmiş ve 1943-45 yılları arasında yaşanan bu ayaklanma sırasında öncekinden farklı 
olarak Barzani, Irak ve İran’daki çeşitli aşiret ve gruplar arasında destek görmüştür. Sovyetler Birliği’nin İran’ı işgal etmesiyle burada 1946’da kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni destekleyen Barzani, Moskova’nın İran’dan geri çekilmesiyle birlikte Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan gücünü kaybetmiştir. Sovyetler Birliği’nin koruması olmaksızın Tahran’daki yeni merkezi devlet ve ordusu ile baş edemeyen İran merkezli Kürt hareketi dağılmış ve Barzani de yanındaki bir grup arkadaşıyla birlikte 11 yılını geçireceği Sovyetler Birliği’ne 
uzun bir yürüyüş yolculuğunun ardından iltica etmiştir. 

Barzani’nin Sovyetler Birliği’nde kaldığı yıllarda Irak’ta kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ciddi bir iç iktidar mücadelesi ile karşı karşıya kalmıştır. Molla Mustafa Barzani KDP’nin 16 Ağustos 1946’da yapılan ilk kongresinde parti başkanı, Hamza Abdullah ise genel sekreter seçilmiştir. Barzani’nin Sovyetler Birliği’nde kaldığı süre zarfında parti önemli ölçüde Genel Sekreter Abdullah’ın kontrolüne girmiş Abdullah’ın hapse girmesiyle de 1953 yılında İbrahim Ahmed KDP’nin Genel Sekreteri olmuştur. Barzani’nin Sovyetler Birliği’nde kaldığı dönem boyunca partide etkin 
olan İbrahim Ahmed, Barzani’nin Irak’a geri dönmesiyle birlikte yerini 1959 yılında tekrar Abdullah’a bırakmak zorunda kalmıştır. Barzani ve Abdullah’ın temsil ettiği kanat daha muhafazakar ve geleneksel bir çizgiyi temsil ederken, İbrahim Abdullah ve daha sonra partide aktif olacak olan damadı Celal Talabani kentli Marksist entelektüel kanadın temsilcisi konumundaydı. Bu ayrımın temellerine coğrafi olarak baktığımızda ise Barzani kanadının büyük ölçüde Kuzey’deki Kurmanci konuşan ve ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde yaşayan 
Kürtler arasında, Ahmed-Talabani kanadınınsa güney bölgelerinde Soranice konuşan kentli Kürtler arasında yaygınlaştığı görülür. Dil ve coğrafya temelindeki bu farklılığa iki kanat arasındaki Nakşibendi ve Kadiri tarikatlarına bağlı olmak gibi din temelli bir farklılık da eklenebilir (Gunter, 1996: 227-228). 

Irak’ta 14 Temmuz 1958’de Abdülkerim Kasım liderliğinde gerçekleşen askeri darbenin ardından o güne kadar yer altında örgütlenen KDP serbest bırakılmış ve Barzani’ye de Sovyetler Birliği’nden geri dönme çağrısında bulunulmuştur. Aşiretçiliği geri kalmışlığın işareti olarak görmeye başlayan KDP, İbrahim Ahmed’in Genel Sekreterliği döneminde şehirli aydınların etkinliğini iyice arttırması ile de toplumsal destekten önemli ölçüde yoksun kalmıştır. 
Toplumsal desteği kazanmak adına çelişkili bir tavır da olsa köylü Kürtler ve aşiret grupları arasında etkinliği yüksek olan Molla Mustafa Barzani’ye partinin fahri başkanı olması teklifinde bulunulmuştur (Bruinessen, 2006: 49). KDP’deki bu ikircikli yapı sonraki yıllar boyunca varlığını devam ettirmiş ve aynı zamanda Kürtleri kontrol altına almak isteyen merkezi Irak yönetimi tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Öte yandan Abdülkerim Kasım’ın Kürtlerle olan yakınlığı fazla uzun sürmemiş ve merkezi yönetimin Arap milliyetçiliğine kaymasıyla birlikte Eylül 1961’den itibaren merkezi güç ile Kürtler arasındaki çatışmalar yeniden başlamış tır. 



Harita 2: 1975 Kürt Otonom Bölgesi

General Kasım 1963’te iktidarını kaybetse de Irak askerleri ile Kürt 
gruplar arasındaki çatışmalar belli aralıklarla 1970 yılına kadar devam etmiştir. Çatışma sadece merkezi Irak yönetimi ile Kürt gruplar arasında olmamış aynı zamanda birçok Kürt aşireti merkezi hükümet ile işbirliğine gittiği gibi bu tarihlerde Kürt milliyetçisi KDP içinde de ciddi gerginlikler yaşanmıştır. KDP’de kentli aydın kesim Barzani’den hoşnut değildi ve 1964 yılında Barzani’nin merkezi hükümet ile yaptığı ateşkesi gerekçe gösteren KDP’nin merkezi komitesi Barzani’yi bu adımından dolayı kınamıştır. 

KDP içinde Barzani’ye muhalif kanadın başını Celal Talabani çekiyordu ve yaşanan gerilimden toplumsal desteği daha fazla olan ve İran’ın desteğini alan Barzani galip çıkmıştır. Talabani bir süre İran’a sığınmış, ardından da Irak’ın güney bölgesine geçerek burada yeniden örgütlenmeye başlamıştır. 
1970 yılı Irak Kürtleri için çatışmaların yatıştığı bir yıl olmuş ve merkezi yönetimle yapılan görüşmeler 11 Mart 1970’de Kürtlere bölgesel özerklik tanıyan bir antlaşma ile sonuçlanmıştır. 1968’de Irak’ta darbe ile yönetimi ele geçiren Al-Bakr ilk başta Barzani’nin gücünü dengelemek için kendisine yakınlaşan Talabani ile işbirliğine gitse de zamanla Barzani olmaksızın Kürt meselesinde olumlu bir gelişme yaşanamayacağını görmüş ve Barzani ile görüşmelere başlamıştı. Bu görüşmeler 11 Mart antlaşması ile sonuçlanınca başka bir yolu olmadığını gören Talabani, Barzani ile uzlaşma yoluna gitmiş ve böylelikle 1970 yılında merkezi hükümetle olduğu gibi Kürtlerin kendi aralarındaki çatışmalar da göreli bir durgunluk dönemine girmiştir (Bruinessen, 2006: 52-53). Ancak 11 Mart Antlaşması’nın öngördüğü Kürtçe eğitim ve toprak reformu konularında belli adımlar atılsa da, özerk Kürt bölgesinin nereyi kapsayacağı konusunda merkezi hükümet ile Kürtler arasında bir uzlaşmaya varılamamıştır. 



Harita 3: Kuzey Irak’taki Kürt Partilerin Nüfuz Bölgeleri 

Kürtler, Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu ve aynı zamanda petrol 
açısından zengin Kerkük ve Hanaqin gibi kentlerin oluşturulacak Kürt bölgesinin içinde kalmasını savunurken, buraları kaybetmek istemeyen merkezi yönetim her iki kenti kapsayan bir Araplaştırma politikası izlemeye başlamıştır (Bruinessen, 2006: 53). Araplaştırma politikası Kürtleri bir kez daha merkezi yönetimle karşı karşıya getirirken, aynı tarihlerde Irak’ın Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması Kürtler ve merkezi yönetim arasındaki ilişkilere yeni bir dinamiğin dahil olması ile sonuçlanmıştır. Soğuk Savaş kapsamında Moskova ile bölge üzerinde bir rekabet içinde olan ABD Kürtlere destek vermeye başlamış ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile Barzani Tahran’da bir araya gelmişlerdir. 

Göreli sakin geçen 1970 yılı yerini Irak merkezi hükümeti ile Kürtler arasında Soğuk Savaş ekseninde işlemeye başlayacak yeni bir gerginliğe bırakmıştır. Mart 1974’te merkezi Irak yönetimi tek taraflı olarak Kerkük ve Hanaqin kentlerini dışarıda bırakan bir Kürdistan özerk yönetimi ilan etmesiyle gerginlik yerini kısa süre içerisinde silahlı çatışmaya bırakmıştır. 

Kürtler daha önceki isyanlardan farklı olarak bu kez eğitilmiş askerler ve ağır silahlar eşliğinde bir savaş yürütmekteydi ve üstelik İran askeri güçleri de Irak’a girerek Kürtlere destek sağlamaktaydı. Fakat Irak, Mayıs 1975’te Kürtlere verdiği desteği çekmesi karşılığında Şatt-ül Arap ve bazı sınır bölgelerinde İran lehine düzenlemeler yapmayı kabul edince Tahran yönetimi Kürtlere verdiği desteği çekmiş ve Irak askeri güçlerinin ilerleyişi karşısında Barzani savaşı sona erdirdiğini açıklamıştır. Bu yenilginin ardından merkezi Irak yönetimi bir daha Kürt isyanı ile karşılaşmamak için Kürt bölgelerini zorla göç ettirme ve yerlerine 
ülkenin güneyinden getirilen Arapların yerleştirilmesi yoluyla Araplaştırma politikasına kaldığı yerden devam etmiştir. Bu yeni Araplaştırma politikasına yer yer direnişler olsa da Molla Mustafa Barzani’nin ağır hastalığı Kürtleri bir lider sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu boşluğu ilk doldurmaya çalışan kişi ise Suriye’de konuşlanan ve burada Haziran 1975’de kuruluşunu ilan ettiği Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) adı altında örgütlenen Celal Talabani 
olmuştur. 1977’de Irak’a geçen Talabani babalarının Washington’a gitmesinin ardından yeniden toparlanmaya çalışan Barzani kardeşlere karşı harekete geçmiş ve 1978 yılında iki grup arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Çatışmalarda her iki taraf da birbirine karşı bir üstünlük sağlayamamış, Talabani önderliğindeki KYB, Irak Kürdistanı’nın güney bölgelerinde konuşlanmaya devam ederken oğul Barzaniler Kuzey’deki etkinliklerini devam ettirmişlerdir. 

1.2 Erken Karşılaşma: Kuzey Irak ve Türkiyeli Kürtler 

1960’lı yıllar Türkiye’de Kürtlerin yeniden siyasallaştığı bir dönem olmuş ve bunda birçok gelişme rol oynamıştır. İlk olarak Kürtler arasında üniversite eğitimiyle birlikte siyasal bilinç gelişmiş ve ilk örgütlenmeler ağırlıklı olarak üniversite öğrencileri etrafında şekillenmiştir. 1950’lerle birlikte başlayan köyden kente göç Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı doğu ile batı bölgeleri arasındaki ekonomik eşitsizliği gözler önüne sermiş ve bunun karşılığı da Kürtler arasında sistem eleştirisinin yaygınlaşması olmuştur. Kürtler arasındaki bu hayal kırıklığı 1961 Anayasası ile birlikte artan siyasal haklar temelinde kendisine kurumsal karşılıklar bulmaya başlamıştır. Türkiye İşçi Partisi başta olmak üzere sosyalist partiler Kürtlerin sistem karşısındaki rahatsızlıklarını örgütlü bir çatı altında toplamış ve Kürtler arasında devrim fikirlerinin popülerleşmesine imkan sağlamıştır (Bruinessen, 2006: 57). 

Fakat Kürt hareketleri sadece siyasal alanla sınırlı kalmamış ve Türkiye’deki Kürt hareketinin liderlerinden iki isim Sait Kırmızıtoprak ve Sait Elçi 1970’de yapılan otonomi anlaşmasından sonra Kuzey Irak’a geçerek buradan doğru Türkiye’ye karşı eylem yapacak bir yapılanma oluşturmaya çalışmıştır. Bu politika Kuzey Irak’ı bir örgütlenme merkezine dönüştürerek buradan Türkiye’ye karşı mücadele başlatma fikrini ilk kez gündeme getirmiş olması nedeniyle önemliydi. Bu tarihe kadar Türkiye içinde örgütlenerek mücadele eden Kürtler, ilk 
defa Türkiye toprakları dışına çıkarak bir hareket başlatmayı denemişlerdir. 
Kuzey Irak’ta güçlü bir konumda bulunan Molla Mustafa Barzani Türkiye Kürtlerinin Kuzey Irak’taki toprakları kullanarak silahlı mücadele yürütmesinin kendi mücadelesine zarar vereceğini düşündüğü gibi bu doğrultuda bölgeye gelen Kürt önderlerin sol eğilimli fikirlerinden de hoşnut olmamıştır (Miroğlu, 2012: 188). Barzani’nin bu tavrı Kuzey Irak’taki Kürdistan hareketinin özellikle otonomi antlaşmasından sonra yarattığı olanaklarla Türkiye’de bir silahlı mücadele başlatılabileceğine inanan Sait Kırmızıtoprak’ı hayal kırıklığına uğratmıştır.

2. 1980’ler: PKK, Kuzey Irak ve Türkiye 

2.1 Kuzey Irak’ta Kürt Partiler 

Molla Mustafa Barzani’nin 1979’da ölmesinin ardından 4-12 Aralık 1979’da yapılan kongrede Barzani’nin iki oğlu İdris ve Mesut ortak bir şekilde partinin yönetimini ellerine almışlardır. 

1987 yılında kardeşi İdris’in kalp krizi geçirerek ölmesinin ardından Mesut Barzani partinin tek lideri olmuştur. 1979 yılının Kuzey Irak’taki Kürt hareketini ilgilendiren bir başka gelişmesi de İran’da yaşanan İslam Devrimi olmuştur. İran’daki yeni yönetim 1975 yılında Irak ile yapılan ve Kürtlerin sınırlardan geçişini sınırlandırmayı öngören Cezayir Antlaşması’nı iptal etmiş ve böylelikle KDP yeniden İran’da konuşlanma imkanına kavuşmuştur. 

Ancak 1980’de başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nı Kuzey Irak’taki Kürt hareketinin seyrini önemli ölçüde etkileyen asıl gelişme olarak kaydedebiliriz. Savaş boyunca KDP İran’ı desteklerken, Talabani’nin KYB’si Saddam ile işbirliğine girmiştir. Bu bağlamda KYB ve KDP arasındaki fikir ayrılığı ilk olarak İran’ın Temmuz 1983’de Irak’a yönelik gerçekleştirdiği geniş ölçekli bir saldırı sırasında ortaya çıkmıştır. KDP bu saldırıyı Irak’a karşı silahlı mücadelenin genişletilmesi yönünde bir fırsat olarak görürken, KYB savaş nedeniyle 
zayıflayan Irak’ın Kürtlerle anlaşma konusunda daha tavizkar bir tutum sergileyeceğini savunmuştur (Gunter, 1996: 230). 

KYB beklentilerinde bir karşılık bulamayınca 1985 yılının başında Irak hükümeti ile diyaloğu sona erdirmiş ve KDP ile yakınlaşmaya başlamıştır. Bu yakınlaşma nın sonucunda KDP ve KYB, diğer Kürt grupları da yanlarına alarak 1987 yılında Irak Kürt Cephesi çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Celal Talabani ve Mesut Barzani de bu yeni oluşumun iki ortak başkanları olmuşlardır. 

İran-Irak Savaşı sona erdiğinde Kürtlerin İran ile işbirliğinden rahatsız olan Saddam Hüseyin Kürtleri cezalandırmak amacıyla 1988 yılında Kuzey Irak’a yönelik “Enfal Operasyonu” adı altında kapsamlı bir askeri harekat başlatmıştır. Zehirli gazların kullanıldığı operasyon sırasında binlerce Kürt hayatını kaybederken, bir o kadarı da zorla güneydeki kamplara yerleştirilmiştir. Fakat yeni bir kimyasal saldırının olacağından korkan binlerce Iraklı Kürt, Türkiye sınırına akın etmiş ve bu durum karşısında Türkiye nasıl pozisyon alması gerektiği konusunda bir ikilem yaşamıştır. PKK sorunundan dolayı sınır bölgelerinde güvenlik probleminin yaşanması, mülteci sorununun ekonomik maliyeti ve Türk kamuoyunun tepkisinden dolayı Türkiye ilk günlerde sınırını kapatmış ve sınırı geçenleri de Irak’a göndermiştir. Fakat artan uluslararası baskı sonrasında Türkiye’yi iki günün ardından sınırlarını açtığını duyurmak zorunda kalmıştır. Sınırın açılması ile birlikte Eylül 1988’de Türkiye’ye sığınan Iraklı Kürtlerin sayısı 63.000’e ulaşmış (Oran, 1998: 134-135) ve mülteci akını Irak Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasında bir iletişim olanağı yaratınca Türkiye’ deki Kürtlerin hareketliliğini daha da güçlendirmiştir (Romano, 2006: 115). 

2.2 PKK’nın Kuzey Irak’ta Konuşlanması 

PKK 15-26 Temmuz 1981 tarihinde yapmış olduğu konferansta Irak Kürdistan’ ındaki Kürt hareketiyle irtibata geçilmesi yönünde bir karar almıştır.1 Bu karar kısa süre içinde Irak’taki Kürt gruplar ile resmi antlaşma ile sonuçlanmamışsa da PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme süreci Ocak 1982’de başlamış ve yaklaşık on ay içinde, Ekim 1982’de tamamlanmıştır (Özdağ, 2007: 43). 

Bu süre içinde Kuzey Irak’ta yeni PKK kampları oluşturulurken PKK lider 
kadroları Tahran üzerinden, militanlarsa Suriye’den Silopi ve Cizre üzerinden, Şırnak-Uludere yolu ile Kuzey Irak’a geçmişlerdir. PKK’nın Kuzey Irak’ta konuşlanmak istemesinin en önemli sebebi coğrafi koşulların uygun olmasıydı. Çünkü Cudi Dağları burada başlamakta ve Türkiye sınırının içlerine kadar devam etmektedir. PKK bu bölgeyi kontrol ederek Cudi Dağları’nın uzandığı Şırnak, Hakkari, Siirt, Bitlis, Diyarbakır ve Bingöl’e kadar uzanan bölgeyi de denetim altında tutmak istemiştir (Özdağ, 2008: 48). Aynı şekilde Türkiye’den 
Irak’a ve İran’a sıradağların uzanması PKK için önemli bir geçiş yolları sağlıyordu ve bu nedenle Kuzey Irak, PKK için kısa bir süre içinde Türkiye içlerinde yapılacak operasyonlarda önemli bir üs haline gelmiştir. Üstelik bu bölgelerde önemli ölçüde siyasallaşmış Kürtlerin bulunması da PKK için Kuzey Irak’ı rahat hareket edebilmesi açısından çekici kılmaktaydı (İmset, 1993: 99). 

Temmuz 1983’te PKK ve KDP arasında ‘Dayanışma İlkeleri’ adı altında bir antlaşma imzalanmış ve bu antlaşmaya göre taraflar Amerikan emperyalizmi öncelikli olarak her türlü emperyalizmin bölgedeki plan ve komplolarına karşı birleşik bir cephe oluşturulması konusunda anlaşmışlardır. Antlaşma metninde “bölge halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı, başta ABD olmak üzere emperyalizmin saldırgan vahşi bir gücü” olarak tanımlanan Türkiye, bu işbirliğinin yöneldiği en önemli hedeflerden birisi olmuştur.2 

Bu antlaşma, Suriye ve Lübnan’da konuşlanma problemleri yaşayan PKK’ya önemli bir fırsat sağlamış ve sonraki dönemde PKK buradaki kamplarını hızla Kuzey Irak’a transfer etmeye başlamıştır. Bu transfer süreci ile birlikte kısa süre içinde Türkiye, İran ve Irak sınırına yakın bir bölgede kurulan Lolan Kampı PKK’nın en geniş üssüne dönüşmüş ve ayrıca bu kamp basın ve yayın faaliyetlerinin organize edildiği bir üs diğer bir ifadeyle PKK’nın propaganda 
merkezi haline gelmiştir (Gunter, 1993: 305). Lolan Kampı’nın yanı sıra Lak-1, Haftanin, Lejna-Zaho, Kuvvet Barzan ve Miroz gibi kamplarda da PKK militanları eğitilmeye başlanmış (İmset, 1993: 102) ve bu kamplar sayesinde PKK kuruluş aşamasındaki coğrafi konuşlanma meselesini önemli ölçüde çözmüştür. 

KDP ile yaptığı anlaşmanın meyvelerini toplamaya başlayan PKK, Kuzey Irak’a askeri olarak tümüyle yerleştiği gibi aynı yıl içerisinde de Cemil Bayık, Duran Kalkan, Kesire Öcalan gibi birçok üst düzey yöneticisini de bölgeye nakletmiştir. Bu gelişmenin askeri bir sonucu olarak da ilerleyen yıllarda PKK’nın sınır karakollarına yaptığı baskınları arttırdığı görülmüştür (Özdağ, 2008: 52). PKK’nın bir taraftan eylemlerini ve bu eylemlerin etki gücünü artırması diğer taraftan Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla işbirliğine giderek kendisine güvenli bir ortam oluşturması Ankara’nın Irak ve Suriye ile PKK’ya karşı mücadele kapsamında 
işbirliği çabalarını artırmıştır. Bu doğrultuda ilk adım dönemin Dışişleri Bakanı 
Vahit Halefoğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun’un Bağdat ziyareti sırasında 15 Ekim 1984’te Irak ile imzalanan ve Türkiye’ye Irak topraklarında 5 km boyunca sıcak takip hakkı veren güvenlik protokolü olmuştur. Bu protokol Türkiye’nin daha sonra 1986 ve 1987 yıllarında bölgeye yaptığı sınır ötesi operasyonların hukuki zeminini oluşturmuştur. İkinci olarak ise Aralık 1984’te dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’a mektup yazarak bölgede terörizme karşı ortak mücadele 
önerisinin ardından Suriye ile 5 Mart 1985’te Sınır Güvenliği Protokolü imzalanmış ve protokol kapsamında iki ülke dışişleri bakanları arasında teknik düzeyde görüşmeler başlamıştır (Oran, 2005: 133-134). 

Fakat Türkiye’nin PKK kamplarına yönelik düzenlediği operasyonlardan önemli ölçüde zarar gördüğünü düşünen KDP, PKK ile ilişkilerini 1985 yılında askıya almış ve Mayıs 1987’de Dayanışma Antlaşması’nı lağvettiğini açıklamıştır (İmset, 1993: 225). Bu tarihten itibaren KDP Türkiye’ye yakınlaşırken, partinin üst düzey yöneticilerinden Sait Ahmed Barzani “PKK’nın eylemleri bizim Türkiye ile ilişkilerimizde pürüz çıkarıyor… Bizim tarafta PKK’lı olduğunu söyleyenler bizim düşmanlarımızdır” ifadelerini kullanmıştır.3 
KDP’nin PKK’ya yönelik desteğini açık bir şekilde sona erdirmesi PKK’yı İran’la görüşmelere ağırlık vermeye itmiş ve Celal Talabani’nin KYB’sine yakınlaştır mıştır. 
1 Mayıs 1989’da Şam’da bir araya gelen Talabani ve Öcalan Kürt birliğini güçlendirme ve Kürt gruplar arasında ortak eylem olanaklarını artırmayı öngören bir protokol imzalamışlardır. Fakat bu protokol fazla uzun sürmemiş ve Körfez Savaşı’nın getirdiği yeni koşullar altında imzalanmasından bir yıl kadar sonra Öcalan, protokolü içi boş bir metin olarak tanımlamıştır. KYB’nin içinde bulunduğu Irak Kürt Cephesi de 7 Ekim 1991’de yaptığı bir açıklamada PKK ile çatışma politikasını açıkça dile getirmiştir (Gunter, 1993: 305). 

2.3 Sınır Ötesi Operasyonlar 

Henüz KDP ve PKK arasında Temmuz 1983 Dayanışma İlkeleri Antlaşması imzalanmamış olsa da PKK Türkiye topraklarına düzenlediği saldırılarda Kuzey Irak’ı bir çekilme ve konuşlanma alanı olarak kullanmaya başlamıştı. 10 Mayıs 1983’te Uludere’de çıkan bir çatışmada 3 Türk askerinin öldürülmesi ile birlikte Ankara, PKK’nın artık Kuzey Irak’ta konuşlanmaya başladığına emin olmuş ve Bağdat yönetiminin bölgede kontrolü sağlayamadığına kanaat getirmişti (Bölükbaşı, 1991: 23-24). Bu gelişmeler üzerine 27 Mayıs 1983’te 
Türkiye ve Irak arasında birbirlerinin topraklarında sıcak takip yapma hakkının tanındığı karşılıklı bir antlaşma imzalanmıştır (Balcı, 2013a: 174). Bu antlaşma doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri yaklaşık 7.000 kişilik askerle Kuzey Irak’ın 3 mil kadar içerisine girildiği kapsamlı bir operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sırasında PKK ve KDP’ye ait kamplar arasında net bir ayrım olmadığı için KDP’ye bağlı bazı kamplar zarar görmüştür (Oran, 2005: 133). Gerek Türkiye’nin merkezi Irak yönetimi ile antlaşması gerekse sınır ötesi operasyon sırasında KDP kamplarının zarar görmesi Irak Kürtleri, özellikle de merkezi 
Irak yönetimi ile çatışma halinde bulunan KDP temsilcileri arasında rahatsızlık lara neden olmuştur. Bu rahatsızlık KDP kadrolarını Türkiye’ye karşı bir ittifak arayışına yöneltmiş ve kısa bir süre sonra PKK ile ‘Dayanışma İlkeleri Antlaşması’ imzalanmıştır. 1980’lerin ortasına gelindiğinde PKK eylemlerini arttırmaya başlamış ve Türkiye de buna karşılık Irak ile yaptığı antlaşma doğrultusunda sınır ötesi operasyonlara ağırlık vermiştir. 

12 askerin öldürüldüğü bir PKK baskınına karşılık Türkiye 15 Temmuz 1986’da Kuzey Irak’a havadan ikinci sınır ötesi operasyonunu gerçekleştirmiş ve bu operasyon sırasında PKK üyelerinden çok KDP’ye ait kamplar bombalanmıştır. Bu sınır ötesi operasyon bir taraftan KDP’yi ve bölgedeki diğer Kürt örgüt olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KYB) İran’a yakınlaştırmış diğer taraftan ise PKK’nın kendilerine zarar verdiğini düşünen bu örgütler PKK ile aralarına mesafe koymaya başlamıştır. Barzani bu tarihlerde PKK ile artık işbirliği yapılmayacağını PKK’nin Türkiye’de kadın, çocuk demeden masum halkı öldürmesi ile açıklamıştır (Özdağ, 2008: 56-58). PKK ve KDP arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi sadece 
somut pratiklerden kaynaklanmıyordu aynı zamanda PKK ile KDP arasında ideolojik fark, tarafları farklı politik tavırlara zorluyordu. Nitekim Marksist-Leninist çizgi takip etme iddiasındaki PKK, KDP’yi feodal, gerici, aşiret temelli bir örgüt olarak görüyordu. 


PKK’nın buradaki Kürt örgütleri ile arasının açılması gücünü azaltmamış aksine 1987 yılına gelindiğinde örgüt Türkiye içinde daha ekili operasyonlar düzenlemeye başlamıştır. Buna Türkiye’nin daha önceki PKK eylemlerinde olduğu gibi iki düzlemli bir tepkisi olmuştur. İlk olarak Türkiye 22 Şubat 1987’de bir kez daha Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon gerçekleştirmiştir. 3 Mart 1987’de 30 Türk savaş uçağı Kuzey Irak’ta KDP bölgesindeki Sırat, Era, Alamis civarındaki PKK kamplarına bir hava bombardımanı gerçekleştirmiştir. 
Bu saldırılar başta İran olmak üzere dış dünyanın tepkisini çekmiştir. İran Dışişleri Bakanı Türkiye’nin bir kez daha böyle bir sınır ötesi operasyon yapması durumunda karşısında İran’ı bulacağını söylerken Amerikan basını da bu operasyonu “Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü işgal provası” olarak duyurmuştur (Özdağ, 2008: 60-61). İkinci olarak ise dönemin Başbakanı Turgut Özal Temmuz 1987’de Suriye’ye giderek bu ülke ile bir güvenlik protokolü imzalamış ve bu protokol doğrultusunda taraflar kendi topraklarından diğer tarafa terörist faaliyetlere izin vermeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Türkiye’nin baskıları Kuzey Irak’taki dengeleri de değiştirmiş, KDP Nisan 1987’de 1983 tarihinde PKK ile imzaladığı protokolü feshederken, PKK’yı terörist ilan edip Türkiye ile işbirliği yapacağını açıklamıştır. Bunun üzerine PKK diğer Kürt örgüt olan KYB ile yakınlaşmış ve iki örgüt arasında 1 Mayıs 1988’de ittifak antlaşması imzalanmıştır. 

1988’de İran-Irak Savaşı sona erince savaş sırasında Irak hükümetine direniş gösteren Kürtleri cezalandırmak için Saddam Hüseyin orduyu ülkenin kuzeyine göndermiştir. Kimyasal silahların da kullanıldığı operasyonun sonuçları Iraklı Kürtler için yıkıcı olmuş ve yüzlerce Kürt yerleşim bölgesi imha edilirken, yüz binlerce Kürt de evlerinden çıkarılarak Irak’ın güney bölgelerine zorla göç ettirilmiştir. Olayların Türkiye’yi ilgilendiren boyutu ise kimyasal silahların kullanıldığı askeri operasyondan kaçan 70.000’e yakın Iraklı Kürdün 
Türkiye’ye sığınmasıydı (Oran, 1998: 34-35). Bu geniş ölçekli insan göçü kısa süre sonra Türkiye’nin sınırları kapatmasına neden olurken, gerek sınırda yığılan gerekse Türkiye’ye sığınan Kürtlerin Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren önemli sonuçları olmuştur. İlk olarak, Türkiye’ye sığınan Kürtlere yönelik 1984 protokolü kapsamında sıcak takip düzenlemek isteyen Irak yönetiminin bu talebini Türkiye reddedince, Irak söz konusu protokolü iptal etmiştir. Böylelikle Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik yapılan operasyonlar “hukuki” zeminini kaybetmiştir. İkincisi, Türkiye’nin o güne kadar ısrarla kullanmaktan kaçındığı Kürt sözcüğü kamusal alanda dolaşıma girmiş ve Kürtlüğün ayrı bir etkin kategori olarak gerek kamuoyunun gerekse devlet aktörlerinin gözünde normalleşmesine hizmet etmiştir. 

Enfal operasyonunun PKK açısından en önemli sonucu ise örgütün Kuzey Irak’a iyice yerleşmesi olmuştur. Bağdat’ın, KDP ve KYB’nin Kuzey Irak’taki etkinliğini sınırlandırmasıyla PKK, misafir olarak geldiği Kuzey Irak’ta ağırlığını arttırarak ev sahibi konumuna yükselmiştir. Bölgeyi önemli ölçüde terk eden KDP’nin boşalttığı alana tamamen yerleşen PKK, Bekaa Vadisi’ni eğitim kampına dönüştürmüştür. Diğer yandan da Kuzey Irak’tan çekilen Irak ordusunun silahları da PKK’ya kalmış ve örgüt bu silahlarla Türkiye sınırları içinde etki gücü daha yüksek operasyon düzenleme imkanına kavuşmuştur. Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ile birlikte PKK, Tahran ve Şam’ın yanı sıra bölgenin etkin 
gücü olan Bağdat’ın da desteğini almaya başlamıştır. Örneğin sınır güvenliği anlaşmasını yenilemek isteyen dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut 5-7 Nisan 1990 tarihlerinde Irak’ı ziyaret etmiş ancak anlaşmanın yenilenmesi teklifi, Saddam Hüseyin tarafından reddedilmiştir (Özdağ, 2008: 71-72). 

Gerek Kuzey Irak’ı etkin bir şekilde eğitim ve geri çekilme 
alanı olarak kullanma imkanına kavuşması gerekse İran, Suriye ve Irak’ın desteğini arkasına alması PKK’yı güçlendirmiş ve böylelikle PKK 1990’lı yıllarda Türkiye sınırları içine daha etkin operasyon düzenleme hatta Türkiye içlerinde kurtarılmış bölgeler oluşturma olanağına kavuşmuştur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder