3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 5

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 5


ORSAM: Turhan Bey öncelikle bize kendiniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? 

            Turhan Ketene6*: 
Turhan Ketene6*. Irak Türkmen Cephesi Eski Başkanı 8 Temm uz 2010


Ben 1956 Kerkük doğumluyum, Almas mahallesinde doğmuşum. Babamın emniyet mensubu olmasından dolayı tayini sayesinde Kerkük katliamından 
kıl payı kurtulmuş. Babamın tayinlerinden dolayı Irak’ın birçok yerini gezdik, en son Bağdat’ta kaldık istikrarımız orada oldu. 
Bağdat Lisesi mezunuyum. Orada üniversiteyi kazanmama rağmen ailem beni orada bırakmak istemedi. Çünkü gençliğin verdiği heyecanla Türkmen davası için koşturuyorduk. Türkiye’ye gönderdiler beni. Normalde Türkmenler orada 
üniversiteyi kazanamadıkları için Türkiye’ye gelirler, fakat benim öyle değildi, orada kazandığım halde ailem Türkiye’ye gönderdi. Türkiye’ye 1974’de geldim. 1975’de de Ankara üniversitesi tıp fakültesini kazandım ve orayı bitirdim. Daha 
sonra aynı üniversitede kadın hastalıkları bölümünde çalıştım ve 1990’a kadar da orada baş asistan olarak çalıştım. Bu süre içerisinde dernekçiliğimiz de oldu, 
1981’de Türkmen demokratik hareketinin kuruluşunda Suriye’de onun içinde yer aldım. Daha sonra göç sırasında Çukurca’ya Şemdinli’ye ve bir çok sınır bölgesine gidip geldik. Ondan sonra üniversite de kalmak zorlaştı. Çünkü siyaset daha cazip geliyordu ve bu işe başladık. O zaman Irak Milli Türkmen Partisi kurulmuştu ve partide aktif olarak bulundum. Partinin karargâhları kurulacağı 
zaman kimse gitmek istemiyordu, herkes korkuyordu. 

1988’deki ilk kuruluşunda burada siz de başladınız mı? 

1988 yalan, 1988’de kurulmamıştır. Körfez Savaşının ilk aylarında kurulmuştur gerçeği budur. Zaten o tarihte Türkiye de müsaade etmiyordu. 

Ne zaman yeşil ışık alındı o zaman başladı. 

1991’de ilk karargâhımızı Erbil’de açtık. Oğuz Gürgür (Riyaz Sarıkahya olarak bilinir) ve İzzeddin Demirci diye arkadaşımızla beraber gittik. Yaklaşık bir aya yakın kaldık. Türkmen siyasi hareketi adına bölgedeki ilk karargâhımızı  Şaklava’da kurduk. Bir ay kaldıktan sonra geri döndüm. İkinci gidişimde Habur Sınır Kapısı açılmıştı, güvenli bölge haline gelmişti, herkes rahatça gidip gelebiliyordu. Kendi arabamla gittik. Bu sefer rahmetli Mustafa Kemal Yayçılı ile 
beraber gittik. Bu gidişimizde Celal’le (Talabani) ve Mesut’la (Barzani) görüştük. Perişan bir haldeydiler, Türkiye’nin oraya girmesini istiyorlardı. 
Hiç unutmam Mesut Barzani’nin politik büro karargahı o zaman Revanduz şehrindeydi, oraya gittik ziyaretlerine. O zaman bana aynen şöyle dedi; “Bıktık savaşmaktan. Yıllardır savaşıyoruz merkezi hükümetle. Biz perişan olduk, 
binlerce insanımız öldü, Türkiye PKK bahanesiyle gelsin, buraya girsin, biz de kurtulalım vazgeçelim bu işlerden”. Bir hafta sonra Şaklava’da Celal Talabani ile görüştük. Yanımda Mustafa Kemal’de vardı. Özal’ı çok övdü o zaman hakkında 
çok konuştu. Daha sonra “Türkiye gelsin girsin de şuraları alsın. Önümüzde ki seçimlerde bende Süleymaniye milletvekili olarak gidip Ankara’da otururum”, dedi. Bizim böyle bir yaptırım gücümüz yok ama iletiriz biz dedik. Yani 
böyle bir süreçten geçmiştik o zamanlar. Birçok Türkmen kardeşimizle görüştük. Erbil’de de yeni karargâhımızı açtık. O arada döndük, ben Irak Türkleri Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi başkanlığına seçildim. Zaten her şey 
Ankara şubesinden geçerdi daha faal çalışırdı Ankara. Bir süre Ankara’ya taşınması gündeme gelmiş zaten merkezin? 

Aynen öyle oldu. Başkanlık yaptığım dönem içerisinde 93–95 yılları arasında derneğin kamu yararına dernek haline gelmesi için bakanlar kurulu kararını çıkarttırdım. Artı şu anda okuyan öğrencilerin kontenjanını taleplerim ve ısrarlarımla çıkarttırdım. Yani bana ait şu anda okuyanların kontenjanı. 

Kontenjan ne zaman çıktı? 

1994’de çıktı. Yazışmaların hepsi bende var. Şöyle olmuştu o zaman rahmetli Özal Türki Cumhuriyetlerine 1000 kişilik kontenjan ayırmıştı, dağıtımı yapılmamıştı. 
Ben onu duyunca girişimlerde bulundum. O zaman Acar Okan Çevre Bakanlığı Müsteşarıydı onu devreye sokarak girişimlerde bulundum. Milli Eğitim Bakanlığıyla görüştüm, İhsan Doğramacı’yı devreye soktum. Nihayetinde 81 kontenjan hakkını çıkarttık o zaman. Şu ana kadar da devam ediyor biliyorsunuz. 
Artı aynı dönemde TİKA, Özbekistan’a matbaa gönderiyordu. Bunu duydum ve bir şekilde onu Irak’a gönderttim. Oraya Erbil’e ilk ofset matbaayı sokan ben oldum. 
Şimdi el koydular. 
Yine başkanlık döneminde okul açma kararı verdik Erbil ve Kifri’de. O zaman Irak Milli Türkmen Partisinin hepsi karşıydı, ben ve Mustafa Kemal razıydık bu işe, bir de Erbil’de birkaç arkadaş istiyordu bunu. 

Neden karşıydılar? 

Yapamayız zor iş diyorlardı. Siyasi bir nedeni yok yani? Siyasi değil, millet çalışmak istemiyor. Biz hep ne yapabiliriz diye düşündüğümüz için uğraşıyoruz. 
Karşı çıkmalarına rağmen biz Erbil’deki birkaç arkadaşla beraber Doğuş İlkokulunu açtık, Kifri ve Karaoğlan’a açtık. Orada gönüllü Türkmen öğretmenler eğitim vermeye başladılar. O zaman Celal Talabani vasıtasıyla ikna ettik ve izin çıktı. Daha sonra eğitim başladı, ama eğitim iyi seviyede değildi ve Türk alfabesiyle başladı. Dernek başkanlığım döneminde rahmetli İhsan Doğramacı’yla iyi ilişkilerim vardı. Birçok ortak projemiz bulunuyordu. Doğramacı’nın eğitime karşı zaafı olduğunu biliyordum. Erbil’de açtığım okulun videolarını izlettim. Türkçe eğitim yapan ve Türkmence marşlar söyleyen çocukları görünce çok duygulandı. Çünkü o dönemde Osmanlıcadan Arapçaya çevirmişlerdi eğitimi. 
Bu açıdan orada eğitimini bitirememiş ve bu yüzden babası almış onu okuldan. Daha sonra Beyrut’ta Amerikan kolejine göndermiş babası, orada bitirdi eğitimini. 
Şimdi onun Türkmen davasıyla ilgili yaptıklarını ve özel hayatını yazıyorum, kendisi istedi. Daha sonra ne yapabilirim dedim senin için. 
“ Hocam Selahaddin Eyyubi’yi bilirsiniz, o Araplar Arap’tır, Kürtler Kürt’tür, Türkler Türk’tür diyor. Ama adam öldü gitti, herkes kendi tarafına çekiyor. Sizin için Araplar Iraklıdır, Erbilliler Kürt’tür diyorlar ama biz sizin Türk olduğunuzu biliyoruz siz hayattasınız bunu ispat etme imkânımız var” dedim. 

Ben onun bu şekilde dikkatini çektim çünkü o siyasetle pek uğraşmazdı. Çünkü biz Irak Türkmen Cephesini kurduğumuz zaman şu anki Türkmen Meclisi yerini alan Türkmen Şurası, Türkiye’den önde gelenler vardı içerisinde, İhsan Doğramacı ile amca çocukları olan ve şu anda Amerika’da yaşayan Cemil Kırdar, 
Türkmen Şurası Başkanı seçildi. Ayda birkaç kere Bill Clinton ile kahvaltı yapan bir insandı, orada çok güçlü biriydi. O meclisin başkanı oldu ben Türkmen cephesi başkanı olduğum zaman, önce meclis kuruldu ve ben de ITC başkanı seçildim. Kimse gitmediği için ben seçildim. 

O zaman Erşat Hürmüzlü’ye teklif ettiler, kabul etmedi. Muzaffer Arslan’a da teklif edildi, oda yapmadı. Doğramacı, her toplantıda “Kimse gitmedi, Turhan Ketene gitti” diye söylerdi. Biz Türkmen Cephesinin ilk tüzüğünde bir madde koyduk. Bu maddede “Irak Türkmen Cephesi Başkanı ve yönetim kurulu bölgede yaşamak zorundadır”, tabiri geçiyor. Muzaffer Arslan ve partililer Türkiye’de yaşıyorlardı, ara sıra Irak’a gidiyorlardı. Bir ay Mustafa Kemal, bir ay Yaşar İmamoğlu bir ay Hasan Özmen gidiyordu. Bu yüzden bu maddeyi koyduk. Çünkü bu şekilde ara sıra gidildiği zaman millet sana güvenmiyordu. Ama o maddeyi koyunca kimse yanaşmadı tabi. 

Şimdiki tüzükte bu madde var mı? Yok artık gerek kalmadı buna. Zaten başkan orada kalmak zorunda başka çaresi yok. 
Daha sonra biz Türkmen cephesi çalışmalarına başladık ve bunu Türkiye Cumhuriyeti’ne de kabul ettirdik. Doğramacı’ya sormuşlar beni. O da “bu 
adamın garantisi benim” demiş. Bu şekilde başladık işte. 

Başkanlığınız ne kadar sürdü? 

24 Nisan’da başladı, ertesi sene 28 Şubat’ta istifa ettim. 

Siz istifamı ettiniz? 

Evet, tek istifa edende benim. Bunu sonra anlatacağım. Biz gittik başladık işlere. Hasan Özmen ve Riyaz Sarıkahya sonra geldi Irak’a. Onlara ben destek oldum. Türkiye bize vize kotası vermişti. Para karşılığında veriliyordu o vize 250 dolardı. 

Bu vize neyle ilgiliydi? 

Bölgedeki insanların Türkiye’ye girebilmeleriyle için vize alıyorlardı. O vizeyi kapıda gösterip giriyorlardı, bizim verdiğimiz isimler Türkiye’ye giriyordu. Onun dışındakiler giremiyordu. Böyle bir gelir kaynağımız vardı. Birde benim başkan olduğum dönemde Ağustos ayında o zaman Tansu Çiller başbakandı. Çiller’in başbakanlığı döneminde “Irak Türkmen Cephesi ve Turhan Ketene, bölgedeki tek muhataptır” gibi bir karar çıkarttırdık. Bunu bütün büyükelçiliklere gönderdiler. Bakanlar Kurulu kararıydı. 30 veya 31 Ağustos 1995 yılında karar çıkarılabilir arşivden. Neyse, Riyaz Sarıkahya Irak’a geldikten sonra güvenlik dairesinin başına geçti. Bir gün benden araba almak için 25 bin dolar para 
istedi. Ama aynı arabaları ben 12 bin dolara alabiliyordum. “Gel ben alayım arabaları” dedim. “Ama sen benim işime karışıyorsun” gibi sözler söyleyince, aramız açıldı. Ondan sonra kopmaya başladı bizden. Başkanlık binasının bir tarafı evim, bir tarafı toplantılar yaptığımız yerdi. Orada toplantıları yapıyorduk. “Orada yapılan toplantılara gelmem diyordu. Ona bir güç verildi ve bu gücü başkalarına kullanacağına bize kullanmaya başladı. O dönemde 35 kişilik bir koruma ekibi kurdum. O zamanlar 500 kişilik akıncılar dediğimiz grubumuz vardı. İşte o huzuru bozmaya başladı. Hasan Özmen bir gün bir belge getirerek imzalamamı istedi. Belge Yaşar İmamoğlu’yla kurdukları bir şirkete ait ticari ürünlerin olduğu bir belgeydi. Ben de Irak Türkmen Cephesi’nin kişisel ticari işlere alet olmayacağını, bir ticaret yapılacaksa bunun Irak Türkmen Cephesinin kuracağı bir şirketle olabileceğini söyledim. Bu olaydan sonra onunla da ilişkilerimiz bozuldu. Daha sonra bu kişiler benim aleyhimde kulis yapmaya başladılar. Ama biz çalışmaya devam ettik. İki okulu on dokuz okula çıkarttık. Muzaffer Gökbörü üniversitesinin kuruluş hazırlıklarını yapıyordum. Hatta Doğramacı’ya bunu anlattım destek olmasını istedim. Maliyetini sordu. Yaptığım hesaplara göre “800 bin veya 1 milyon dolar arasında bir parayla eğitime başlarım” dedim. Gayet olumlu buldu. Yani bu tür şeyler yapmaya çalışıyordum. 
Okul kitaplarını 1. 2. 3. sınıf kitaplarını Irak müfredatına uygun olarak Türkçe’ye çevirdim. Grafik ve resimlerini Bilkent Üniversitesinde yeniden çizdirip yaptırdım. Şimdi kullanılan hayat bilgisi, matematik kitapları benim hazırladığım kitaplardır. Bir süre benim adımı kaldırdılar sonra yine yazdılar kitaplara. 

Ben Türkiye’deyken bana bir haber geldi. Riyaz Sarıkahya’nın, ITC binasını ele geçirdiğini söylediler. Kuvvetli bir ekiple içeriye girip ve burayı işgal etmişler. “Gelirseniz sizi öldürürüz” gibi sözlerle beni oradan tehdit etti. Ama ben şahsi arabamla gittim. Sınırdan adamlarım beni aldı. Başkanlık binasına gelir gelmez bizi çapraz ateşe tuttular. On dakikaya yakın çatıştık orada. Daha sonra binaya girebildik. İki kişi şehit oldu, on sekiz kişi de yaralandı. O dönemde Kusret Resul yerel yönetimin başbakanıydı. Beni aradı. “Silah sesleri duyuluyor, ne oluyor, 10 tane adam gönderiyim, kimi istiyorsa vursun, hapse atsın” dedi. Ben de “o bizim aramızdaki mesele, bir şey yok, sadece küçük çaplı bir çatışma çıktı. 
Biz hallederiz, sen merak etme” dedim. O zaman Kürt gruplarla yakın ilişkiler var değil mi? 

Tabi. Şimdi şöyle bir şey var. O zaman biz güçlüyüz. Şimdi bir düşünün, sosyal ve sağlık yardım dairesi olarak ayda 250 aileye yemek dağıtıyorduk. 
İlk başta Türkmenlere dağıttık. Sonra Kürt’ü, Arap’ı ayırmadık, herkese dağıttık. Bölgesel yönetimin yöneticileri bize pusula gönderir, 
bizden yardım isterdi. 

Pusulalar var mı elinizde? 

Yok, bir tek okullarla ilgili “Turhan Ketene’nin dediği benim emrimdir” yazan Celal Talabani’nin bir pusulası var. Çünkü bizde eğitim çok iyiydi. Bakan çocukları, Kürtler filan hep bizim okullara gelmek istedi. Yemek veriliyor, kıyafet veriliyor, eğitim güzel, hepsi bizim okullara gelmek istiyordu. Bundan dolayı bize yer vermemeye, sorun çıkarmaya başladılar. Bunun için Celal Talabani’yle görüşmeye gittim. 
Bir gece de kaldım orada. Bu belgeleri bulmak mümkün olmaz değil mi? Çünkü tarihi belgeler bunlar. 
Bendeydi aslında, ama baskında bütün belgeleri mahvettiler. Hasan’ın kardeşi Ali vardı orada, o işi idare ediyordu. O aslında benim korumamdı, ama onu satın almışlar. O şekilde girebildiler binaya zaten. Yoksa o binaya giremezlerdi. Sonra Sabah Ketene, Riyaz Sarıkahya ve Mustafa Kemal’in yanına gittim. Biraz tartıştık. Sonra ben Türkiye’ye geldim. Onun üzerine Hasan Özmen, Riyaz Sayıkahya, Ali Özmen tutuklandı. Sonra Türkiye’ye geldiler. 
Bu tartışmaların ardından ben de istifa ettim. Türkmen milletinin bu kadar oyunu kaldıramayacağını biliyordum. 
Bu nedenle Türkmen milleti daha fazla zarar görmesin diye çekildim. Riyaz Sarıkahya ve Muzaffer Arslan parti kurdu. Ben de Ferit Çelebi vasıtasıyla Erbilli Türkmenler için Bağımsızlar Hareketi’nin kurulmasına yardımcı oldum. Sonraki süreçte neler yaptınız? 
Sonra istifa ettim ve Türkiye’ye geldim. Bizim oradaki yönetim kurulundaki arkadaşların çoğu ayrıldı ve Türkiye’ye geldi. Ama Türkiye’de de yaşatmadılar. Bu kişilere BM vasıtasıyla siyasi iltica istedim. Hepsi de kabul edildi. Kaç kişiydiler? 
Üç kişiydiler. Nihat ilhanlı, Münazıl Sebzeci ve Seyfettin Küreci ikisi Kanada’da biri Danimarka’da. Onlar işte o zaman dediler ki 1996’da Türkmen Halk Partisini kuralım. Ve o partiyi kurduk.

Ben ismini hiç duymadım. Halen devam ediyor mu? 

Nihat İlhanlı kendini tatmin anlamında devam ediyor. Ben Irak’a girdiğim zaman dondurdum. Çünkü siyasi konuşma hakkı olan tek kişi benim. Bu parti ne zaman kuruldu? 

Şubat 1996’da. Simgesi çift başlı kartaldı. Bildiğin Irak kartalı, kanatları hilal şeklinde ve üçü sağda üçü solda olmak üzere altı yıldızı vardı. Değişik heybetli bir semboldü. Biz bu partiyi kurunca ITC ile çalışmamız istendi. Zaten iyi 
çalışmadığı için oradan ayrılmıştık. Sonra zaten biz de ITC aleyhinde bir şey yapmayacağız ki. Arkadaşlar Avrupa’ya gidiyor, onlar orada, bende burada gücümüz yettiği kadar bir şeyler yapacaktık. Biz Erbil’de yer altı örgütlenmesini 
yapmayı düşünüyorduk ama imkânlar kısıtlı olduğu için sağlıklı çalışmalar yapamadık. 2003’e kadar geldiniz bu şekilde. Televizyonda Bağdat’ın düştğünü gördüğüm ilk gün Irak’a gitmeye karar verdim. 1996’dan sonra gittiniz mi hiç? 

Yok gitmedim. Saddam düştüğünde, Ziyat Köprülü, Savaş Avcı ve Aydın Beyatlı ile birlikte gittik. Muzaffer Arslan da Zaho’da bekliyormuş. O dönemde Hüsamettin Türkmenle birlikte çalışıyordum. Hüsamettin Türkmen geçmiş Irak’a o geçememişti. 

Hüsamettin Türkmen sizden önce mi girmişti? Çünkü Irak’ta beraber çalıştığınızı biliyoruz. Tabii, o işgalden bir ay önce oradaydı. Böyle bir işgal olacağını biliyordunuz değil mi? 

Tabi. Bu zaten herkes tarafından bilenen bir durumdu. Neyse biz geldik kapıya bizi Yaşar Abdullah karşıladı. Ertesi gün Kerkük’e gittik. Kerkük’te çok büyük kargaşa vardı. Mustafa Kemal, Aydın Beyatlı, Yaşar İmamoğlu falan aralarında sürtüşüp duruyorlardı. Daha sonra Musul bölgesini çok gezdim, bilinçlendirmek amacıyla. Telafer’e gittik, kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. ITC’yi tanıtıyorduk. Çünkü Türkmenlerin en büyük kuruluşuydu. Ama biz Hüsamettin Türkmen’le çalışıyorduk. Ondan sonra Bağdat’taki geçici konseyin önünde bir gösteri yaptık. Yolları kapattık, kimse geçemedi. Büyük bir ses getirmişti o eylem. Daha sonra ekip döndü benim Bağdat’ta evim vardı ben orada kaldım. Onları Kerkük’te kahraman gibi karşıladılar. Daha sonra biz bu işlere devam ettik. Bu arada ilk kurultay oldu. Önce Faruk Abdullah Abdurrahman sonra Sadettin Ergeç seçildi.

Sonraki süreci biraz anlatır mısınız? 

Amerikalılar gelip dediler ki, sembolik de olsa peşmergelerin yanında bir Türkmen akıncısı olsun istiyoruz. Bunu Türkiye’de istiyordu. Ama Sanan Ahmet Ağa’nın başkanlığındaki ITC’de istenmedi. Yani çok fırsatlar kaçtı. 

Türkiye’ye devamlı Türkmenler geliyorlar. Fakat sonradan gelen ikinci kuşak diye tabir ettiğimiz gençler bu davaya pek sahip çıkmıyorlar. Biraz Türkiye’deki Türkmenlerin toplumsal yapısına değinebilir miyiz? Türkiye’ye neden en fazla Kerküklüler geliyor? Şimdi Telaferlilere bakıyorsunuz, dışarıda okuyanların 
çoğu İngiltere’ye gitmiş. Neden? İlk gidenler peşinden diğerlerini sürüklemişler dir. Erbillilere bakıyorsunuz, Romanya taraflarına gidip orada okumuşlardır. Biz Kerküklüleri de buraya sürükleyenler büyüklerimizdir. Bu Necdet Koçak’tan evvel Sait Ketene’den başlıyor. Daha sonra Necdet Koçak ve grubuyla devam 
ediyor. Sonra Kardeşlik Ocağı vasıtasıyla bir öğrenci alışverişi başlıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından burs veriliyor ve bu şekilde gelişler artıyor doğal olarak. Bir de Kerküklülerin Türkiye’ye bağı diğer bölgelerde yaşayan Türkmenler de daha fazla. Diğer taraftan Türkiye’de bir şekilde eş dost akraba bağı var. 

Bundan dolayı Kerküklü fazla Türkiye’de.

Peki bu bilinç kaybı neden kaynaklanıyor? Türkiye’ye gelen gençler hemen buraya adapte oluyor. Orada yaşananları sanki unutuyorlar hemen. 
Şimdi bir Türkmen erkek veya kadın başka bir Türkmenle evlenirse hassasiyetleri devam ediyor. Fakat bir Türkiye’den biriyle evli olursa bu 
duygu biraz zayıflıyor. Türkmen göçü hala devam ediyor. Bunun sebepleri 
nedir sizce? 
En büyük neden emniyet meselesidir. 

Konuşmamızın başında söylemiştiniz; Türkiye’deki 81 öğrenci kontenjanını ben aldım diye. Bu göçü ne yönde etkiledi acaba? Etkilemiştir mutlaka, arttırmıştır. Buradaki benim amacım, şimdi gelen çocukların çoğu şehir merkezlerinden geliyor. Kerkük olsun, Erbil olsun, benim amacım kırsal bölgeden kafası çalışan 
çocukları getirmekti buraya. Bu olay amacından çok saptı. Herkes akrabasını eşini dostunu getirmeye çalıştı. 

Alan seçimi konusunda da doğru yönlendirme olmadığı ortada zaten. Herkes babasının mesleğini okumaya çalışıyor. 

Biz birkaç şart koymuştuk o zaman. Birincisi Türkiye vatandaşlığına geçmeyecek. İkincisi okul bitirdikten sonra en az bir yıl bölgede görev yapacak. Taaddüt alınıyordu onlardan. Şimdi Türk vatandaşlığına hem geçip hem de alınıyorlar. 

Biz bunların olacağını bildiğimiz için daha farklı bir sistem kurmaya çalıştık. Bir de kırsal bölgenin çocuğu Türkiye’ye pek adapte olamaz, onların %85’i geri döner. Fakat şehir çocuğunun %85’i Türkiye’de kalmak ister. 

Bu durumun örneklerini görüyoruz. Mesela Telaferli dönüyor. Onlar döner. Mesela benim iki kardeşim Türkiye’ye gelmişti, onları almadım. “Gidin hazırlanın, Yabancı Öğrenci Sınavıyla girin” dedim. 16 yıl içerisinde benim bir yakınım girmiştir. Onu da ben yapmadım. Hasan Özmen koydu. Bu konularda çok katıydım ben. 2003 sonrası Türkmen siyasetini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Tabi 2010 seçimlerine bağlı olarak. 

En büyük sorun bölgeyi tanımayan insanların görev alması. Hatta Faruk Bey’in seçildiği ilk kongredeki şura meclisinde bir karar çıkarttılar. 
Bölgede yaşamayanlar delege bile olamaz diye. Sadece Ekrem Pamukçu ve Cüneyt Mengü’yü delege yaptılar. O dönemde yetişmiş insanları koysalardı daha farklı olurdu her şey. Oradakiler bile istemiyordu dışarıdan gelen kişileri. Herkes 
bize düşman kesildi. Şimdi en iyisinin bile tecrübesi en fazla 3–4 senedir. Şimdi olmuştur 7–8 senelik bir bilgi. Siyaseti bilmiyorlar. Onların bizleri çağırarak bize yol gösterin, altyapı hazırlayın demeleri gerekiyordu. Bunlar tecrübeyle 
olan işlerdir. Hatta bir gün Kardeşlik Ocağında Saadettin Ergeç, “ Sen en tecrübelimizsin, gel bize yol göster”, dedi. Ben de izah ettim. Bazı fikirler  sundum. Ama o gün bu gündür gelen giden yok. Ama seçim sonrası durumlar belli olunca yeni bir hareket başlatacağız.

Yeni bir hareket mi? 

Tabi, millet bekliyor orada. Peki nasıl buluyorsunuz 2010 seçimlerini? Eskiye nazaran iyi. ITC için iyi değil mi? Tabii ki ITC için iyi. 

Çünkü geçtiğimiz dönemde Velid Şerike’yi sayarsak 10 milletvekili vardı. Ama bugün bu sayının düştüğünü görüyoruz. Fakat ITC 1’den 6’ya yükseldi. 
Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi, fakat kötünün iyisi diye kabul ediyorum. 

Milletvekili azalmasını nasıl buluyorsunuz? Ya şimdi iki milletvekili olur oranın altını üstüne getirir. Önemli olan bu bizim için. 
Peki bu milletvekillerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bir şey yapabileceklerini sanmıyorum. Mesela benim Hasan Özmen’le bazı sorunlarım vardır, ama o bunların hepsine bedeldi. Ben girsem o meclisin altını üstüne getirirdim. Diyala’da onu pek bilmezler, ama 8000 civarında oy aldı. Çok iyi bir sonuç değil mi? 

Sadece ona verilmiş oy değil bunlar. Peki gelecekte Türkmen hareketinden ne bekliyorsunuz? Ümitli misiniz? Tabii, önemli olan kim olursa olsun Türkmenleri 
bir araya toplamaktır. Onlara iyi bir kadro yetiştirerek yol göstermektir. Türkmen cephesi yeniden yapılandırılabilir. Bölgeler için farklı bir çalışma yapılabilir. 
Sizin kuracağınız yeni hareket hakkında biraz ipuçları verebilir misiniz? Yani yeni bir siyasi hareket mi geliyor? Yeni bir siyasi hareket de olabilir, şimdiki oluşumdan birini de canlandırabiliriz. Belli bir şey yok. Bölgeden birçok çağrı var. Bu nedenle seçim sonrasına bıraktık. Ne yapılacağına zamanla karar vereceğiz. 
Buradaki birçok arkadaşın da sağlıklı bir oluşum olursa destek veririz diye sözü var. Biliyorsunuz ITC karşı da diğer partilere karşı da muhalif çok. Şu anda yapacağım bir şey yok. Bölgeye gidip etraflıca düşünüp bir karara varacağız. 
Kafanızda nasıl bir şey var? Ne yapılmalıdan yola çıkılarak söylüyorum. Kendi açımdan en sağlıklı olacak şey Türkmen Cephesinin yeniden revize edilmesidir. Yeni tüzüğüyle, yeni meclisiyle sağlıklı bir Türkmen Meclisi kurmak, bu meclise Türkiye’den de bazı kişileri sokmak. Bölgede aklı çalışan insanları getirmek, gençlik teşkilatlarının hepsini bir araya getirerek bir konfederasyon, federasyon haline getirmek ama bunları Türkmen Cephesi içerisinde 
yapmak daha kolaydır. Bunun yanında da başka bir siyasi hareketle Türkmen Milliyetçi Hareketi de olabilir daha politik, daha dava yönünde 
hareket edebilecek iki tane ana merkezi oturtmak onun üzerinde çalışmaktır. Fayda sağlayacaktır diye düşünüyorsunuz? 

Tabii ki fayda sağlayacaktır. Sadece bir Irak vatandaşı olarak düşünürseniz Türkiye’den beklentileriniz nelerdir? Bu bölgede Türkiye çok güçlü bir ülkedir. buna dayanarak küçük bir anımı anlatayım. Talabani’ye misafir olduğum bir zaman bana şöyle demişti: “Türkiye’nin burada kabul etmediği hiçbir proje burada yürümez”. Hatta şunu da anlattı: 1970’lerin başında Kürtlerle Saddam anlaşma imzalamaya gelmişler. İzzettin Duri bunları o zaman ağırlıyor, ertesi gün saat dokuzda anlaşmaya gidecekler. İzzettin Duri o gün Türk heyetinin Bağdat’ta olduğunu duyuyor. Sabah anlaşma imzalamaya gitmiyor. Öğleden sonra gidip, bu anlaşma imzalanmayacak diyor. Celal Talabani, İzzettin Duri’ye “gelen Türk heyetinin bu konuda etkisi var mı?” diye soruyor. Duri de “evet var” diyor. Yani Türkiye gücünü bilse orada gerçekten çok güçlüdür. İsterse şu anda Irak Parlamentosunu elinde çevirir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ne kadar sağlıklı şeyler yapıyor bilmiyorum. 
Türkiye isterse Türkmenleri daha farklı yerlere hak ettiği bir yerlere getirebilir. Türkiye’nin yapabileceği çok şey var. Bizim başka yerden yardım alabilecek bir durumumuz yok. Şii grup İran’dan alıyor, ama bir yere kadar dayanıyorlar, daha sonra İran’a hizmet edebiliyorlar. İstemeseler de yapıyorlar. Türkiye bu konularda biraz aktif olsa Şiileri de çekebilir yanına.

Sizce Türkiye Türkmenlerden vazgeçer mi? Zira böyle bir eleştiri oluyor. 

Yok, Türkiye vazgeçmez ama Türkmenlerin de çok güçlü olmalarını istemiyor. Çünkü o zaman Türkmenler Türkiye için zararlı olabilirler. Güçlü olunursa Türkiye’nin dedikler yapılmaz. Türkiye istediğini yaptırmak amacıyla Türkmenler in aşırı güçlü olmasını istemiyor. 

Çok ilginç bir düşünce. Ama Türkiye’nin Irak politikası çok nettir ve Türkmenleri her zaman desteklemiştir. 
Evet. Ama desteğin artması gerektiğini düşünüyorum. Size çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Ben de size teşekkür ediyorum. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder