Aydın Maruf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aydın Maruf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 8


ORSAM: Bize kendinizle ilgili bilgi verebilir misiniz? 
       Hüsamettin Türkmen10*: 
10*. Türkmen Milliyet çi Hareketi Başkanı Hüsamettin Türkmen 28 Eylül 2010

1953 Kerkük doğumluyum. İlk ve ortaokulu Kerkük’te okudum. Gençlik hayatımda sporla ilgilendim. Irak birinci lig takımlarından olan Kerkük 
Takımında oynadım. Siyasi hayatla tanışmam ve Türkmen davasıyla ilgilenmem de bu günlere dayanıyor. 1969 senesinde iki defa emniyetle tanıştım. 
Kerkük’te gençleri toparlayıp emniyete götürüyorlardı. 
Emniyete alınmanızdaki sebep nedir? Gençliğimin geçtiği mahallede Baas Partisi teşkilatlanmıştı. Biz de Türkmen davası savunucuları olarak Baas teşkilatlanmasına karşıydık. Sonuçta Baas rejiminin Türkmen lehinde bir sonucu düşünülemezdi. Adı üstünde Arap-Baas Partisiydi. Biz 14 Temmuz 1959 katliamını yaşayan kuşaktık. Ben o zamanlar6 yaşındaydım. Eski köprübaşında krallık rejimine son veren 14 Temmuz 1958 Irak ihtilalının birinci yıl dönümü kutlamaları için Türkmenler olarak yürüyüş yapılıyordu. Ortalık bir anda karışmıştı. Biz ise saklandığımız herhangi bir evin bahçesinden yapılan katliamı seyrediyorduk. 

Tanık olduğunuz katliamda neler yapıldı? 
Bize biraz bahsedebilir misiniz? 

Bulunduğum bölgeden baktığımda ilk olarak İmam Kasım Polis Merkezine ateş açıldı. Ateşin etkisiyle yürüyüş yapan topluluk dağılmaya başladı. Biz Eskiköprü üzerinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, kortejin bir kısmı Atlas Caddesi istikametine ulaşmıştı. O nedenle Osman Hıdır’ın hunharca katledilmesi noktasında biz yoktuk. Kortej uzundu ve her noktadan ateş açılıyordu. Biz evlerin bahçelerine saklanmıştık ve katliamı seyrediyorduk. 

Neler yapıldı katliamda, nelere şahit oldunuz? 

Komünist Kürtçü gruplar ellerinde halat, zincir, satır ve bıçaklarla sağa sola saldırıyorlardı. Kargaşa da ellerine düşen Türkmenler hırpalanıyor ve öldürülüyordu. Böyle zulüm görülmemiştir. Müslümanlarda kurban kesiminde dahi bir adap vardır. Kurbanının başı kıbleye döndürülür ve kesim işlemi yapılır. Ama burada hayvana duyulan saygıyı bırakın insanlık adına yüz kızartan manzaralara şahit oluyorduk. 6-7 saat sonra biz evlerimize ulaşmıştık. Birkaç gün sonra olaylar hafifledi. Beşinci günün sonunda Irak merkezi hükümet tarafından askerler bölgeye gönderildi ve katliam durduruldu. 

Ailenizden kimseyi bu katliamda kaybettiniz mi? 

Katliamda biz ailemizden kayıp vermedik. Yaralananlar vardı. Biz ailecek esas sıkıntıyı ağabeyimi istediklerinde yaşadık. Ağabeyim eski teşkilatların 
içerisinde yer alıyordu. Onun peşinde çok koşturdular. Eskiden evler şimdikiler gibi değildi. Evlerden evlere geçişler vardı. Ağabeyim hep hazırlıklı beklerdi ve ufak bir hareketlenme olduğunda kaçmasına yardım etmeye çalışırdık. 
Zaten evlerimizde silah mevcuttu, kendimizi savunmak zorundaydık. Bu katliamdan sonra Irak Hükümetinin hakkımızı arayamayacağını biliyorduk. Kerkük’te Türkmenlere karşı teşkilatlanma da başlamıştı. Ortalık gergindi ve 
Türkmenlerde kendi içlerinden katliamın intikamını almak için bazı girişimlerde bulunacaktı. Hiç unutmam ve bunu birçok Türkmen dile getirmez ama ben sizinle paylaşayım. Kerkük’te katliamdan sonra Türkmenlerin teşkilatlanmasını 
sağlayan iki kişi vardı. Bunlardan birincisi Hasan Hancı ikincisi de meydanda hamamı bulunan Hamamcı Menef’ti. Hamamcı Menef ve Hasan Hancı birlikte otururlarken Mehmet Çamurcu adındaki genç bir oğlana Mehmet Emin    Şerbetçi’yi   öldürmesi gerektiğini söylerler. Neden Mehmet Emin Şerbetçi diyecek olursanız, 
Şerbetçi Kürtçü komünistlerin başıdır. Bir gün evden ekmek almak için dışarı çıktığımda birkaç el silah sesi duyuldu ve Mehmet Emin Şerbetçi 
öldürülmüştü. 

Ne zaman oldu bu olaylar? 

Katliamdan 3-4 gün sonra. Teşkilat intikam almak isteyen Türkmenler tarafından oluşturuldu sonra hare hare yayıldı. Büyük ve küçük abim bu teşkilat içerisinde yerlerini aldılar. Kürtçü Komünistlerin karşısında intikam tugayı gibiydi. 
Durum böyle olunca Kerkük’te Kürt kalmadı, ölen öldü, kaçabilenler gitti. Bu kargaşa 8 Şubat 1963 tarihinde yapılan ihtilalle Abdulkerim Kasım 
diktatörlüğü nün devrilmesi ve yönetimin Yarbay Abdusselam Arif’in devralmasıyla sona erdi. Ayrıca 1959 Musul-Kerkük katliamını yapanların 
elebaşları idam edildi ve Türkmenlerin güveni yeniden kazanılmaya çalışıldı. Fakat daha sonraları Baas Partisi duruşunu değiştirdi. Çünkü Türkmenler örgütleniyordu. Komünizme karşı olan Arap milliyetçileri de Türkmenlerin 
yanında yer alıyordu. Musul meselesinde de keza Kerkük Türkmenleriyle birleşmesi Baas Partisini tedirgin ediyordu. 1970 senesinde rahmetli 
Abdullah Abdurahman bize çok güzel bir şey anlattı. Dedi ki: “Irak’ta Dışişleri Bakanlığında bir daire var ve bu dairede eski İngilizlerin bıraktığı bir yazı ve bu yazıda Irak’ın üç milletli olduğu ve azınlıklardan oluştuğunu yazıyor”. Bahsi geçen üç milleti sorduğumuzda “Arap, Kürt ve Türkmenler” diyerek evrakı gösteriyordu. Arap milletiyle ilgili açıklamalarda, Arapların Irak topraklarının sahibi olduğu yazıyordu. Gerekçe olarak nüfus çoğunluğuna Arapların sahip olması gösteriliyordu. Kürtler için yazılanlarsa bir hayli şaşırtıcıydı. Kürtlerin her zaman dağa çıkıp yol kestiklerini, merkezi hükümete karşı geldiklerini anlatıyor du. Türkmenler için ise çok akıllı, çalışkan, tahsilli insanlar olduklarını 
yazarıyordu. Türkmenlerin çoğunun Irak ordusunda üst düzey subay olduklarını,  araştırmalarda ticaret ve genel kültür açısından önde olduklarını gösteriyordu. Bu milletin arkasında güçlü bir devlet var. Türkiye Cumhuriyeti. 
Onun için “her gelen rejim bu milleti yaşatmamalı” yazıyordu. Bu metinleri Abdullah ağabey bilir. Bize bir kütüphanede toplantı yaparken okutmuştu. Şimdi düşünüyorum da bütün bu teşkilatlanmalar, toplantılar yapıldı. Peki, neden 
Türkmen davası istediğimiz noktaya gelemedi. Yapılan teşkilatlanmalar kök salamadı. 1980’li yıllarda Türkiye ile de görüşmelerimiz oldu. 

Bu konuya geçmeden önce siz Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldiniz? 

1973 senesinde Türkiye’ye kaçak olarak geldim. 

Neden kaçtınız? 

Yok, kaçmadım, geri dönecektim. Biraz düşündüm kalmayı ama Rahmetli Alparslan Türkeş’in nasihatiyle geri döndüm. 

Siz buraya gelir gelmez Rahmetli Alparslan Türkeş’i mi ziyaret ettiniz? 

O niyetle geldim. Benden dönmemi ve orada mücadele vermemiz gerektiğini söyledi. Çünkü benim Türkiye’ye geldiğim süreçte biz Kerkük’te yeni teşkilatlanma süreci yaşıyorduk. Türkmen Milliyetçi Hareketi olarak şekilleniyorduk. Teşkilatlanmadan önce 24 Ocak 1970 yılında Irak 
hükümeti Devrim Komite Konseyi Türkmenlere kanun hükmünde Kültürel Haklar tanımıştı. Ancak kısa bir süre sonra Türkmenlerin eğitim haklarının ellerinden alınması sonucunda Türkmenler 1970 yılında öğrenci boykotları düzenledi. 
Bu süreç içerisinde işkenceler yapıldı ve arkadaşlarımızdan ölenler oldu. Biz de davamızı devam ettirmek için teşkilatlandık. Türkeş’te bu gelişmelerden haberdar olarak Kerkük’e geri dönmem gerektiği konusunda beni uyarıp, 
mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. Bende onu dinleyerek yeniden döndüm, Irak’a ve çalışmalara devam ettim. 

Öğrenciler neden boykot yapıyordu?

Öğrenci hareketinin olmasının sebebi 1970 senesinde bize kültür hakkı verildi. Kültür hakkı verilirken de bütün Türkmen okullarında yeni Türkçe okumamıza izin verildi. 3-4 ay sonra yeni Türkçeyi kaldırılıp, eski Türkçe eğitim verilmeye 
başlandı. Bizde bunu kabul etmedik. 24 saat içerisinde bütün okulları kapattık, okullara gitmedik. Ben ciddi bir şekilde bu hareketin içindeydim. Kalanlardan bahsedersem, Silah Nevruz şu anda Avustralya’da, Muhammed İzzet Hattat vardı bir de. Bu adamların ciddi bir şekilde Türkmen davasına katkısı var. Önemli isimler arasında yer alan Kadir Ahmet Beyatlı ve Abbas Erenay var. Bunun yanında Saffet Ağabey var. Şu anda Hollanda’da yaşıyor. 
Bunlar davanın önde gelen isimlerinden değil de arka planda olup asıl işi yürütenlerden mi diyelim? 

Saydığım isimler çok iyi fikir adamlarıydı. Türkmen davası için de çok çalıştılar. Bir kısmı boykot zamanında içeri alındı. Boykot sürecinde ben de aktiftim. O dönemde Irak polis futbol takımındaydım ve iyi bir futbolcuydum. Polisler bana kimlik sorduklarında ya da olayların olduğu zamanlarda nerede olduğumu tespit etmeye çalıştıklarında vereceğim cevabım hazırdı. Çünkü futbolcuydum. Irak’ın en iyi takımında Umman Sporda oynuyordum. Bu nedenle olayların olduğu saatte sahada antrenmandaydım. Fakat boykotun başlamasından bir gün sonra benim hakkımda da yakalama emri çıkartıldı. İlk başta teslim olmadım. Ağabeyime teslim olmam gerektiğini söylemişler. Olmazsam ağabeyimi 
alacaklarmış. O dönemde evin tek çalışanı ağabeyimdi. Evin geçimini o sağlıyordu. O nedenle gidip teslim oldum. İlk başta Polis İstihbaratına 
götürüldüm. Orada bir gece sorguda kaldım. 

Ardından Askeri İstihbarata teslim edildim. Askeri İstihbaratta “18 yaşındayım ve iyi bir futbolcuyum, beni bırakırlar” diye düşünüyordum ki, bir yüzbaşıya teslim edildim ve gözlerimi açtığımda işkence odasındaydım. 

İşkence gördünüz mü? Neler yaptılar? Biraz bahsedebilir misiniz? 

Tabi tabi herkes gibi ben de işkence gördüm. Türkmenler çok iyi bilir, biz, her zaman emniyetle karşı karşıya kalan insanlardık. Bir gece saat iki sularıydı oturuyorduk, kapı bir gümbürtüyle açıldı. Bizi işkenceye götürmeye geldiler 
sandık ama götürmediler. Ertesi gün polis istihbaratına gönderildim ve serbest kaldım. Çıktığımda yorgundum, işkence görmüştüm ve tek isteğim eve gidip yatmaktı. Eve vardığımda kapı çalındı. Gelen Muhammed İzzet Hattat’ın 
ablasının oğluydu. “Acele et, silahına sarıl Hüseyin Ali’yi öldürmüşler”, dedi. Hüseyin Ali ile aynı yerdeydik. Benim 2 koğuş yanımdaydı. Meğer Hüseyin Ali işkence sırasında ölmüş ve cesedini Televizyon binasının yanında elektrik 
direğine asıp, “televizyon binasını bombalamak isterken elektrik çarptı” demişler. O gece koğuştaki sesler Hüseyin Ali’nin ölümüymüş. Hazırlanmaya 
başladım ki ağabeyim geldi. Birlikte Hüseyin Ali’nin evine gittik. Evlerimiz yakındı. Cenazeyi “şehitlik”e gömeceklerini söylediler ve Kerkük’ün hazır olması gerektiği kararını aldık. Kısa sürede siz deyin beş bin, ben diyeyim on bin kişi toparladık. Hatta kadınlara kabze verdik. Biz yerleştik sokaklara, güvenlik için. Çünkü her şeye hazırlıklıydık. Bir baktık uzaktan bir konvoy geliyor. Yalan olması 20-30 polis arabası. Cenazeyi aldılar götürdüler ve bize teslim etmediler. Ertesi gün kim varsa içeride hepsini bıraktılar. Ben o gece çok düşündüm ve kendimce 
bir tahlil yaptım. Tahlile göre: biz teşkilat değildik ve onlar bizi bir balona benzetti. Balon şimdi patlamıştı. Çünkü rahmetli Hüseyin işkence sırasında ölmüştü ve biz bu duruma suskun kaldık. Şimdi gerçek teşkilat olma zamanıydı. 
Benim de davet edildiğim eski Tisin bölgesinde bir toplantı yapıldı. Toplantı da Türkmen Milliyetçi Hareketinin kurulacağını ve bizimde bu teşkilat içerisinde aktif rol almamız gerektiğine vurgu yapıldı. Teşkilat, Türkmenlerin haklarına 
sahip çıkılacak ve hakların elde edilmesi için mücadele verecekti. Teşkilatın amacı belliydi ve hızla Kerkük’te hareketin yaygınlaştırılması gerekiyordu. Ben de üzerime düşen vazifeyi yerine getirmek için çalışmalara başladım. 
Okullarda teşkilatlar kurduk. Kendi aramızda topladığımız paralarla bildiriler yayınlayıp dağıttık, kendimizi savunma adına silah alımı da yaptık. Teşkilatlanma devam ederken gözler bizim üzerimizdeydi. Bu nedenle ben Bağdat 
polis takımına futbolcu olarak transfer edildim. Üç-dört ay burada oynadıktan sonra dayanamadım ve geri döndüm Kerkük’e. 

Kerkük ve petrol takımlarında futbol oynamaya devam ettim. 1973 yılında Baas Partisi benim de içerisinde yaşadığım mahallede etkinliğini artırdı. 
Etkinliğini özellikle burada artırmasının sebepleri, Petrol şirketlerinde çalışan işçilerin büyük kısmının burada ikamet etmesi, aydın kesimin burada yer alması, nüfusun büyük çoğunluğunun Türkmen olmasıydı. Bu süreçler yaşanırken bizim ilk yaptığımız iş Eskişehir Futbol Takımını kurmak oldu. Antrenman yapacağımız yeri mahalleden insanları toplayıp temizlettirdik, çimleyip mahalle sahası haline getirdik. Şu anda da o saha Spor Bakanlığından aldığım destekle stadyum oldu. Daha önce de anlattığım gibi 1973’de Türkiye’ye gitmek üzere karar aldım ve kaçak yollarla sahte pasaport kullanarak Ankara’ya geldim. Ankara’da Burhan’ı gördüm, kendisi Kerküklü Kilis Belediye Başkanıydı. Şerif Ağabey de oradaydı, o da Kerkük’te petrol şirketinde mühendisti. Türkiye’ye gelmişim ne yapsam diye düşünürken Gençlerbirliğinde antrenmana çıktım. Isparta’ya gidip orada hazırlık 
maçı oynadım, o zaman Gençlerbirliği ikinci ligdeydi ve yerleri de Maltepe’de Vehbi Koç Yurdunun yanındaydı. On beş ya da yirmi gün orada antrenmanda kaldım, tabi bu arada Milliyetçi Hareket Partisine gidip geliyordum. Yani 
hem antrenmana çıkıyor hem de siyasi milli çalışmalarımıza devam ediyordum. Alparslan Türkeş ile görüşmem de bu zaman aralığındaydı ve Bana nasihatleri oldu. Mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi. 

Alparslan Türkeş mi böyle istemişti? 

Evet, onun talimatına göre hareket ettim ve bireysel olarak Türkiye’den nasıl gidebilirim diye düşünürken Habur sınır kapısını geçerken polisler etrafımı sardı ve emniyete götürüldüm. Bir iki gün orada tutulduktan sonra Musul’a gönderildim. Ağabeylerimin o zaman haberleri oldu. Araya birilerini sokarak beni oradan aldırdılar. Antrenmanlara başladım. Yine antrenmanda olduğum gün beni bir istihbarat arabası gelip götürdü. Orada epey bir işkence gördüm. Sonrasında 
beni büyük cezaevine götürdüler. Orada beni dinlenmem ve işkence işlerinin geçmesi için özel bir odaya yerleştirdiler. Çünkü mahkemeye çıkacaktım ve işkence izlerimin geçmesi gerekiyordu. Gider gitmez takatsizdim yattım, 
uyudum. Sabah uyandığımda 50 kişilik bir odada açtım gözlerimi. Kafamı kaldırdığımda 1971 yılında bana işkence yapan kişileri gördüm. 

Kendimi toparladıktan sonra araştırma yaptım ve doğru hatırladığımı anladım. Bir gün ziyaretime ağabeylerim geldi. Onlara içeride düşmanlarımızın 
da olduğunu söyledim. 

Ağabeyim nasihat etti bana ve içeride çok fazla kalmayacağımı söyledi. Ayrıca beni, kendimi toparlamam için ve Türkmen olan hâkimin beni böyle görmemesi 
gerektiği konusunda uyardı. 5-6 gün içeri de kalmıştım. 
Odada bir teneke vardı onu parçaladım ve bir parçasını alıp onların üstüne salladım. biraz arbede yaşadık ve ben başka koğuşa gönderildim. O dönemde oranın merkez genel müdürü bir Türkmen’di ve beni takdir etti. 

Diğer koğuşta 5-10 gün kaldıktan sonra mahkemeye çıktım. Mahkeme bizi serbest bıraktı. Yıl 1974’ün Şubat ayıydı, beni istihbarata çağırdılar 
ve Kerkük’ü terk etmem gerektiğini söylediler. Nasiriye’ye gitmem gerekiyormuş. Bir belge verdiler ve ben Nasiriye’de emniyete teslim oldum. Nasiriye’de bir arkadaşıma rastladım o da Nasiriye takımında oynuyordu. Beni takıma aldırdı ve antrenmana çıktım. 

Ne kadar kaldınız Nasiriye’de? 

1974-1976 arası Nasiriye’de kaldım.1976’nın ikinci ayında maçımız vardı ve biz de maçı kazanırsak finale kalacaktık. Rakibi yenip finale kaldık. 
Kulüp başkan beni çağırdı. Bayram arifesi olduğu için ailemi görmek istediğimi söyledim. Onlar da bana izin verdiler. 3 gün sonra, bir hadise geldi başıma. Sivil polisler geldi ve beni sıkıştırdılar. Tabi biz de çevredeki arkadaşlarla karşılık verdik ve kavga çıktı. Bu olay üzerine beni aramaya başladılar ve bizim bulunduğumuz bölge tehlikeli olmaya başladı. Ben de bir yerden bulduğum silahla havaya ateş edip onların kaçmasını sağladım. Daha sonrasında da Fahrettin isimli bir kişini yardımıyla Kerkük’ü terk ettim. Geri döndükten sonra futbol oynadığım kulübün başkanı vasıtasıyla Kerkük’te yaşadığım bu olay için şikâyette bulundum. Daha sonrasında beni ifade için Kerkük’e çağırsalar da 
yine başkanın yardımıyla ifademi bulunduğum yerde verdim ve bu konu da böylece kapanmış oldu. Daha sonrasında yine birkaç kez gözaltına alındım. Bu esnada bir kere Kerkük’e iki kerede Bağdat’a sevk edildim. Bağdat’ta kaldığım dönemde ciddi manada işkenceye maruz kaldım. 

Bunun sebebi ise Selahaddin kentinde yakılan ve Baas Partisine ait olan kütüphaneydi. Yapılan soruşturmada bu işi benim üzerime yıkmaya çalıştılar. Aile dostumuz olan ve Irak içerisinde nüfuzu olan iki Arap aşireti lideri sayesinde ben bu suçlamalardan kurtuldum. Ama Kerkük’te bulunduğum dönemde beni çok seven Abdulhadi isimli bir polis müdürünün bana gizlice “2 gün içinde beni tekrar gözaltına alacaklarını ve kaçmam gerektiğini söylemesi” üzerine aynı gece Kerkük’ten geçen bir kömür treniyle kaçtım ve Adil Şerif’in yanına sığındım. O da bana kaçmamı ve saklanmamı söyledi. Daha sonra ailemi görmek için eve geldim ama evin de basılmasıyla önce dayımlara sonra da teşkilatın o dönemki 
muhasebecisi olan İsmail Dabbah (Hurma)’ın yanına geldim ve bir süre onda kaldım. Daha sonrasında da Hasan Helvacı’nın yanına gittim. 

Kendisi aynı zamanda teşkilatında ilk kurucularındandı ve çok zengindi. O bana onun yanında kalabileceğimi söyledi ve beni koruyacaklarına dair söz verdi. Daha sonra yine o dönemde teşkilat içerisinde oldukça faal olan Nurettin Bozkurt geldi ve bana on tane pasaport getirdi Türkiye vizesi almak için. Ben de oradakilerin yardımıyla Hamit adıyla sahte bir kimlik hazırlattım. Daha sonrasında önce Musul’a oradan da Telafer’e Hacı Hamza’nın yanında gittim ve orada bir müddet kaldım. Oradan da Türkiye’ye geldim. Bunu da yine orada tanığımız eski bir Türkmen polis müdürünün yardımlarıyla başardık ve daha sonrasında da Türkiye hayatım başladı. Türkiye’ye geldikten sonra Türkmen siyaseti adına neler yaptınız veya ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? 

Şeref Abdullah, Aydın Beyatlı, Turhan Ketene, Savaş Avcı ile de özel münasebetlerim oldu. Hepsiyle tartışırdık Kerkük meselesini. Ben artık bu vatana gelmiştim ve vatana ne yapabilirdim diye düşündüm. Kaçak gelmiştim ve emniyet sürekli peşimdeydi. Türk vatandaşlığını ne zaman aldınız? Emniyete alındığım bir zamandı. 

Bir paşa, emniyet müdürü hepsi bir odadaydı. Onlara beni Irak’a gönderecekleri ni söyledim. Bana Türk olduğumu ve yarın mahkemeden sonra serbest kalacağımı söylediler. 

Türkiye’de neler yaptınız? Hangi kurumlarda görev aldınız? 

Ben her zaman siyasi teşkilatta görev aldım. 1985 yılında İstanbul’a yerleştim. 1990 yılında Milli Türkmen Partisinde Muzaffer (Arslan) Beye destek verdim. 
Daha sonra Irak Türkleri Yardımlaşma Derneğinde 1992 senesinde genel merkezde genel yönetim kuruluna, 1993 yılında genel sekreterliğe ve 1994 yılında da genel başkan yardımcılığna seçildim. 1996 yılında da görevi isteyerek bıraktım. 1993 yılında Türkmen Birlik Partisinden istifa ettim. İstifa etmemin 
nedeni yolsuzluk yapılmasıydı. Daha sonra kendi çabamla bir dernek kurdum. Dernekte ciddi çalışmalara ev sahipliği yaptık. 1991 yılında I. Körfez savaşında Türkmenlerden Türkiye’ye çok fazla göç olmuştu. 1976’da Türkiye’ye giriş yapmışsınız. O dönemde Türkmen göçleri nasıl oldu, sebepleri nelerdi? 

Türkiye’ye bizim dönemin ikinci kaçağı olarak 

-Mahir Şimşek’ten sonra- ben geldim. 1991 yılında Türkmen göçlerinin yaşandığı bir zamanda Türkiye’de basında Kürtlerin göç ettiğine dair haberler yer alıyordu. Biz de Türkmen olarak sesimizi duyurmak için Muzaffer Arslan’la bir Türkiye’de yapılmak üzere protesto yürüyüşüne karar verdik. Protesto yürüyüşünün yetkisi bana verildi. Çok kalabalık olmamakla birlikte Kerkük’te Türkmenlere yapılanları kınadık ve yürüdük. Üzerimize ateş açıldı. O zaman iki kişi öldü 1 kişi yaralandı. Akşam haberlerde Kürtler üzerine ateş açıldığı ve 2 Kürdün ölüp, 1 kişinin yaralı olduğu söylendi. Aradık ve durumu düzelttik. Türkiye’de bu iki şehit davamıza Türkleri ortak etti. 

Türkiye’ye büyük göç zamanı ne kadar Türkmen geldi? 

Büyük göç zamanı ben Şemdinli’de karşıladım kafileyi. 

Bir sayı verebilmeniz mümkün mü? 

Kayıtlarda vardır. Çünkü yiyecek, giyecek dağıtıldı. Siz Türkiye’ye uzun zaman önce geldiniz. Türkiye’ye adapte olabildiniz mi? Aynı zamanda siz davanızı unutmayıp 2003 senesinden sonra dönmüşsünüz. Ama benim gördüğüm kadarıyla göçen Türkmenlerin çocukları davalarından uzaklaşmış ve Türkiyelileşmişler. 

Bunun sebebi nedir? 

Biz Türkiye’ye geldik. Çünkü Türkiye’yi seviyorduk ve yardımımız dokunabilirdi. Bana birçok yerden yerleşmem için teklifler geldi ama Türkiye’yi vatan olarak görmüştük. 2003 yılıydı unutmam bir sabah arkadaşım Kerkük’e sabah kahvaltısına çağırmıştı. Mustafa Kemal Yayçılı ile gidecektik ve ben önden gidecektim o da bana yetişecekti. Siz o zaman bölgede miydiniz? Tabi. Siz bekliyordunuz böyle bir durumu yani doğru mu? 
Evet, biz bölgede bekliyorduk. Hatta 2001 yılında beklemeye başlamıştık. Hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Kerkük’e geçmeden önce biraz önce sorduğum 
soruyu cevaplar mısınız? 
Türkmenler Türkiye’ye geldiklerinde beni tanımazlardı. Ama ben onlara hep söyledim. Biz Türkmen olduğumuz için bu ülke bize kapılarını açtı. Bugün Türkmenler mühendis olabilmişse, doktor olabilmişse veyahut öğretmen olabilmiş ve aile kurabilmişse Türkiye’ye borçludur. 
Ama birçoğu vergisini ödemiyor. Türkmenler Türkiye’de vatan sahibi oldu. Ülkü Ocaklarının Türkmenlere faydasını hiç unutamam. Bizim çocuklarımız da unutmaz. Ne davamızı ne de Türkiye’nin bize yaptıklarını. Belki sizin çocuklarınız unutmaz ama genel izlenim pek de davayı unutmadıkları izlenimi vermiyor. Örneğin 2007’de Kerkük mitinginde ben çok az genç gördüm. Bu bir kriter değildir. Siz de iş yerinizde toplantılar yaptığınızda herkes gelmiyor. Bu durum 
ilgisizliği ya da davayı unuttuklarını göstermez. 

Çok doğru söylüyorsunuz. Peki, bunun sebebi nedir? 

Bunun sebepleri derneklerde, vakıflarda gençlik kolları yok. Gençlik kollarının kurulup, öğrencileri organize etmesi gerekiyor ve Türkmenler toplantıdan toplantıya görüşüyor. Birbirleriyle sıkı ilişkileri yok. Aslına bakarsak herkesin ailesinden birileri Kerkük’te yaşıyor. Türkmenlerde bir özellik var. Türkmenler kendilerini çok severler. 1918 yılından bugüne Türkmenler kötü şartlarda yaşadılar. Özellikle 1963’den bu yana ciddi bir kan kaybı yaşadılar. Özellikleri, kültürü gibi… 
Burada yapılan hiçbir şey bölgeye yansımıyor diye sıkıntı duyuyordunuz değil mi? Ondan çok şikâyetçiyim. Mesela geçenlerde “geleceğin siyasetçisi” başlığı altında bir sürü genç toplantıya getirildi. Toplantıya gelen çocuklar ya da konuklar hepsinin hısımı, akrabası. Yani sanki dava tüm Türkmenlerin değil, kişilere mal ediliyor. 

Ben bu konu üzerine birkaç fikir ortaya attım. Öğrenciler lise–2 sınıfından sonra sınava alınsın. Teşkilatlarda sorumluluk verilsin. Böylece sürecin nasıl işlediğine dair fikir elde etsin. 

Mesela geçenlerde bir öğrenci geldi, Türkmen kontenjanından. Oturuyoruz, “ ben Türkmen falan bilmem, Irak’lıyım. Türkmen diye bir şey yok” dedi. 
Hayretler içerisinde baktık ve Türkmen kontenjanında okuyan diğer öğrencileri araştırdığımızda maalesef sonuç parlak değildi. 

Bizim getirdiğimiz öğrenciler sadece okul bitirdi. Gelişim göstermedi. Yetişmiş eleman eksikliği. Belki de bütün sıkıtı buradan kaynaklanıyor. 
Akraba, arkadaş göz önüne alınarak işler yürütülmeye çalışılıyor. Ben onlar olmasın demiyorum. Onlarda olsun ama bildikleri konularda pozisyon belirlensin. Böylece işler istikrarlı yürüsün. Siyasetle teşkilat birbirinden ayrıdır. Bizim 
ciddi bir teşkilatlanmalarımız vardı. Irak’ta günlerce bunların üzerine kafa yoruyorduk. 

2003’den sonra teşkilatlanmayı nasıl yaptınız? 

Teşkilat sistemini yaşadık. Bana siyaseti sorarsanız anlamam ama teşkilattan anlarım. Şu anda ne kadar kuruluş varsa bizim çatımız altında kuruldu. Ondan sonra bizden ayrıldılar ve sonuç olarak da şimdi başarılı olamadılar. Ama biz 
sorumluluk alıyorduk, haftalık çalışmalar yaptırıyor, rapor istiyordum çalışanlardan. Raporları oturup değerlendiriyorduk. Hatalar yapılabilir ama hataların tekrarı kabul edilmemeli. Başka adam mı yok onun yerine bu işi yapabilecek. Türkiye’de çok iyi kişiler yetişmiş onlarla da çalışılabilir. 
Ayrıca bir öğrenci sınıfta kalmış ama hala kontenjanlardan yararlanıyor. 

Bu çocuk nasıl sınıfta kalır. Kalmasının sebebi nedir? O zaman bize Türkmen Milliyetçi Hareketi ile ilgili bilgi verebilir misiniz? 

2003 sonrası nasıl bir teşkilatlanma yapısı hazırladınız? 2003 yılından önce teşkilatımızda önceliğimiz halktı. Elimizde tüzüğümüz de dâhil olmak üzere her şeyimiz hazırdı. Teşkilatlanma süreci başladığında ilk işimiz yandaşlarımızı toplamak oldu. Okullarda gençlerle konuşup örgütsel yapımızı güçlendirdik. Ardından mahalleleri örgütledik. Böylece okullardan başlayan dava yandaş   larımız mahallelerde de örgütlendi. Mahallelerden sorumlu kişileri belirledik. Böylece mahalle istihbaratı toplayabilecektik. Şu anda da Kerkük’te 10 mahalle muhtarını biz tayin ettirdik. 

Peki, bu bize ne gibi avantajlar sağlayacaktı. 

Avantajı çok, çünkü Türkmen sahasında mahalle önemlidir. Bizim için birinci etapta öğrenci hareketi, ikinci etapta askeri teşkilatlanma ve üçüncü etapta da mahalle teşkilatı önemlidir. 

Biz bu başlıklar altında projelerimizi oluşturduk ve çalışma modellerimizi belirledik. 

Teşkilat ne demektir? 

Teşkilat istihbarattır. İstihbaratı sağlam olmayan teşkilat ne siyaset yapabilir ne de varlığını devam ettirebilir. Bilgi olmadan siyaset yapılamaz. Bilgiyi sağlayan iyi bir teşkilatlanmadır. 
Bizim burada başarılı olmamızı sağlayan unsur bir anda birçok insanı toparlayabilme kapasitemizin yüksek olmasıydı. Biz her gece 10’ar kişilik nöbetçiler yerleştirirdik. Nöbetçilere eğitim verirdik. Örneğin, uykusuz kalma, bir gün boyunca yemek yememe, gerekirse aynı tabakta aynı kaşıkla yemek yeme gibi.

 Böylece siz Türkmenlerin kendini savunması için bir güç oluşturmaya çalıştınız? 

2004’te biz bir boykot yaptık. Bu boykot Irak tarihinde bir ilkti. Dünya basını bundan bahsetti. 
Bu boykot sonrası Irak anayasasında Türkmen adı geçti. Biz ölümü göze aldık. Bağdat’a Amerikan askerlerinin giriş yaptığı kapıyı kapattık. 
Hiçbir Kürt içeri giremedi. Neden bunlar Türkmen davasında gündeme gelmiyor. Bizi gündeme dövüldüğümüzde, basıldığımızda, işkence gördüğümüzde gündeme getirdiler ama biz yaptığımız işlerle gündeme gelemedik. Bunu takip 
eden zamanda öğrencilerimiz Milli Eğitim Müdürlüğünde boykot yaptılar. Milli Eğitim Müdürlüğünün kapıları kapatıp kimseleri içeri almadılar. 3 gece dışarılarda yattılar. 

Kaymakamlık meselesinde de siz aktif miydiniz?

Kaymakamlık meselesinde yürüyüşü biz organize ettik. Yürüyüşün korunması bize aitti. Biz korumasaydık yürüyüş olmazdı. Her sokak başına 10 kişi koyduk. ITC’nin 4. Kurultayında da biz araya girdik. Konuya Milliyetçi Hareket el koymuştu. Kargaşa çıkmaması için önlemlerimiz almıştık. Saadettin Ergeç büroyu terk etmiş eve gitmişti. Daha sonra yönetim kurulunda bazı kişiler ITC’nin Genel Merkezi’ne el koydu. Sonra ben oraya gittim ve Sadettin Ergeç’i çağırdım. “Ben burada olduğum sürece hiç kimse sana dokunamaz” dedim. Sonra herkes gitti oradan. 

Bu olay 2008’de mi olmuştu? 

Evet. Şubat ayıydı sanırım. 

Sizin sahadaki temel amacınız o halde siyaset yapmak değildi. 

Hayır değildi. Hala da değil. Bizim temel amacımız şudur: İyi eğitimler vererek herhangi bir Türkmen’in Türkmen Milliyetçi Hareketi içinde görev yapmalarını sağlamak. Anlayacağınız Türkmen davasının fikri sağlam temeller üzerine 
kurulursa, insanlar yetiştirilebilinirse çok daha iyi hizmet verilebilir. Ama şu an da Türkmen davası profesyonel bir memur zihniyetiyle idare ediliyor. Herhangi biri Kerkük’e geldiğinde orada teşkilatlanmayı yapmak gerekir. Her yerde 
idari sorumlularımız var. Kapıların kapalı olmaması gerekir. 

Şu anda da aynı yapıya devam edebiliyor musunuz? 

Evet, ediyoruz. 

Türkmen siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Siz son seçimleri başarılı buluyorsunuz. Ancak ben böyle düşünmüyorum. Çünkü Kerkük’te Türkmenler ne kadar uyandı? O zaman “Kerkük’te tek liste çıkaralım, diğer yerlerde nasıl istiyorsanız öyle yapalım” dedik. Fikrime saygı duyuldu. Adalet Partisi katılmadı bize. Partileri bir araya toplayarak durumu bildirdik. Bize 
döneceklerini söylediler. Ama bizim yaratmaya çalıştığımız avantajı kullanamadı lar.

Nüfus meselesiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? 
Irak’ta nüfusumuz az gösterilerek meclisteki etkinliğimiz azaltılmaya çalışılıyor. Bunlar için neden bir şeyler yapılmıyor? 

Türkmenler bütün partileri bir araya toparlayıp bir liste çıkarsaydı çok daha iyi olurdu. Böyle bireysele oy kullanıldı. Yine de bu seçim bir adımdı ve daha iyi sonuçlara ulaşacağız. Daha iyi sonuçlar için de halkla olmak gerekir. Halka 
fil dişi kulelerinden bakmak sağlıklı değil. Ayrıca Türkiye’nin hep Türkmenlerin arkasındaki desteğini de ortaya koymak lazım. 
Son soru olarak size ne bir siyasetçi, ne bir parti başkanı ne de bir Türkmen dava adamı olarak değil de sadece bir Türkmen gözüyle Türkiye’den ne bekliyorsunuz? Bize destek verdi bunu inkâr edemem ama zihni açık tutamadı. Davanın devamı niteliğinde adam yetiştirmedi. Örneğin, İran Necef’te bir 
fuar yaptı. Türkiye neden yapamadı. Olay sadece okula gitmek değildi. Gençlerin iyi yetişmesi gerekiyordu. Türkiye Türkmen davasına destek vermek istiyorsa elini taşın altına sokacak. Irak böyle gitmez. Elde edilen 2 tane bakanın Türkmen davasına ne kadar faydası olur. Geleceği düşünüyorsan geleceğin kadrosunu yetiştirmek gerekir.Türkmenlerden bir tane dava adamı yürütecek 
insan yok. Türkmenleri paraya alıştırdılar. Türkmen davasında adım atmak gerekiyorsa önce bunun kırılması lazım. Sonra gerisi gelir zaten. 

Biz çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Ben de size teşekkür ediyorum.



TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 7

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 7


ORSAM: Öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Türkiye’ye gelemeden önce Irak’ta durumuz nasıldı, orada ne işle meşguldünüz ve Türkiye’ye hangi dönemde Türkiye’ye geldiniz ve Türkiye’ye geliş sebebiniz neydi? 

              Adil Selbi9*: 
9*. Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği Enformasyon Sorumlusu Adil Selbi 31 Ağustos 2010

Öncelikle bize burada konuşma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Irak’ta Saddam Hüseyin döneminde lise öğretmeniydim ve bu görevimi 12 sene öncesine kadar sürdürdüm. 

Nerede öğretmenlik yaptınız? 

Telafer’de İngilizce öğretmenliği yaptım. 1998 yılında Telafer’deki arkadaşlarla ve milliyetçi Türkmenlerle birlikte teşkilat çalışmalarına katıldım. 
Hala da bağlantılarım devam etmektedir ve arada bölgeye gidip gelmekteyim. Tüm bu çalışmaların sebebi Irak’taki Türkmen davasına destek olmaktı. 
Biz o dönemde de geleceğe yönelik ümitliydik ve Saddam Hüseyin rejimini sona yaklaşmakta olduğunu düşünmekteydik. Ayrıca Saddam dönemi sonrası Türkmenlerin de Irak’ın geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacağını biliyorduk. Bundan dolayı 2000’den 2003’e kadar çalışmalarımızı gizli yürüttük. 
2003’te Saddam rejiminin son bulmasıyla Erbil’deki Türkmen Cephesi ile de birlikte hareket etmeye başladık. Biz o dönemlerde yoğun bir şekilde çalışmalarımıza devam ettik. Ama Saddam sonrası dönemde insanların çoğu Saddam döneminin bittiğine inanamıyorlardı ve yine Saddam döneminde yapılan baskılarında Türkmen halkı üzerinde çok olumsuz etkileri olmuştu. O dönemde oluşan korkular bugün hala kendisini hissettirmektedir ve Türkmen gruplar ortak bir karar alamamaktadırlar. Saddam dönemindeki baskılar yoluyla Türkmen kimliğini gizleyenler yeniden demokratik bir yapının oluşmasıyla kendi öz kimliklerine dönmeye başladılar. İnsanların içindeki korkuyu gidermek ve kendi öz kimliklerine dönemlerini kolaylaştırmak için yoğun şekilde çalışmalar oldu. Buna bağlı olarak Türkmen Cephesi binası yapıldı. 
Ben de Musul’da temsilci yardımcılığı yaptım. Hangi yılda bu faaliyetlerinize başladınız? 2001 yılında Musul’da Türkmen Cephesi’nin bürosunun kurulmasıyla siyasete girdim. Türkmen Cephesi Musul’da tam olarak ne zaman kuruldu? Tam olarak kurulması Saddam Hüseyin dönemi sonrası yani 2003’te oldu. Hemen arkasından Ferit Said Abdullah Telafer bölge sorumluluğuna seçildi. O dönemde ben siyasi sorumlu olarak görev yaptım. Doktor Ferit 2004’te Kerkük yolu üzerinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Bunun üzerine Yaşar Abdullah görevi devraldı ve işlerimize aynı şekilde devam ettik. 2005 yılına kadar Irak Türkmen Cephesi bu bölgede sayısız sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetlerde ve yardımlarda bulundu. 2003’ten 2005’e kadar karşımızda başka partilerin olmasına rağmen çalışmalarımıza devam ettik ve Irak Türkmen Cephesi bu partiler arasında en etkili olanıydı. 

Ama yine o dönemde Telafer’de siyasi anlamda bir sıkıntı yaratıldı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Telafer’de yaşayan insanlar Saddam döneminde yapılan baskılar sonucu henüz siyası anlamda kendini ifade edebilecek seviyede değildi. Bundan dolayı birçok farklı siyasi parti kuruldu. 

Ayrıca Kuzey Irak partileri için de bu bölge çok önemliydi. Bu partiler Telafer’i siyasi anlamda ele geçirmeye çalıştılar, ama başarılı olamadılar. 
Bütün bu gelişmeler o dönem basına da yansıdı. İşte bu olaydan sonra Telafer üzerindeki baskılar artmaya başladı. Farklı şekillerde bu bölgede huzursuzluk yaratmaya çalıştılar. Daha sonrasında Şii-Sünni ayrımını körüklediler. Ama Telafer’deki insanlar veya aşiretler aralarındaki mezhep farklılıklarına rağmen uzun zamandır birlikte barışçıl çerçevede yaşamışlardır ve aralarında ayrıca akrabalık bağıda bulunmaktadır. Aynı aşiret içerisinde Sünni ve Şii olan insanlar bulunmaktadır. Bundan dolayı yaşanan olaylar arkasında başkalarının olduğuna inanmaktayız. 
Çünkü eğer gerçekten böyle bir Şii-Sünni meselesi olsaydı, bunun yıllar önce ortaya çıkması gerekirdi. 

Siz ne zamana kadar Telafer’de öğretmenlik yaptınız? 

Ben 2005 yılına kadar orada öğretmenlik yaptım. Daha sonrasında ne oldu? Daha sonra durum daha da kötüleşti. 2004’te Amerika Telafer’de büyük bir askeri operasyon yaptı. Biz bu operasyondan sonra Telafer’e geldiğimizde durum gerçekten kötüydü. Birçok farklı gruplaşmalar ortaya çıkmıştı. Aynı zamanda Amerika’nın bu bölge üzerindeki baskısı devam ediyordu. Ama en önemlisi 2005 yılına geldiğimizde Telafer bölgesinin tamamen peşmergenin silahlı birlikleri tarafından kontrol edildiğini gördük. Telafer’den başka şehirlere gitmek iyice zorlaşmıştı. Irak Türkmen Cephesi çalışanlarına yönelik suikast saldırıları oldu ve birçoğu da tutuklandı. Biz Irak Türkmen Cephesi olarak tüm bu yaşananlara rağmen Telafer’de barışı sağlamak mücadele ettik. Kürt yetkililerle ve Amerikalılarla görüştük ama bir sonuç alamadık ve tüm bu yaşananların birileri tarafından planlandığını düşünüyorduk. 

2005’ten sonra ne yaptınız? 

2005’teki operasyondan sonra artan baskılar nedeniyle Musul şehrine geçtik ve orada geçici bir merkez kurduk. 

Siz yalnız mı gittiniz? 

Hayır. Tüm ekip olarak Musul’a geçtik. Peki ailelerinizle birlikte mi gittiniz? 2004’ün Eylül ayından itibaren yaşanan olaylar sebebiyle Telaferliler aileleriyle 
birlikte göç etmeye başladı. 

Ne kadar insan bu süreçte göç etti? 

2004 yılı Eylül ayı itibariyle göçler başladı. Daha sonrasında dönenler olsa da 104 aile geri dönmedi. Peki sizin kaldığınız dönemde Musul’da ne kadar aile vardı? 2005 yılında Irak ordusu tarafından yapılan baskılar sonucu birçok insan her şeylerini bırakarak çeşitli bölgelere, tanıdıkları veya akrabalarının yanlarına taşındılar. Bu arada birçok aile de Musul’a göç etti. Tabi bunun altında yatan birçok sebep vardı. Mesela bölgede bir çatışma olsa Amerikan askerleri sebepsiz yere birçok insanı tutukluyordu. Ayrıca diğer siyasi gruplarında baskıları devam ediyordu. Ama en önemli sebep işsizliğin yaşanan olumsuz olaylara paralel 
yükselmesi ve ekonomik hayatın neredeyse tamamen durmasıydı. Su ve elektrik kesintileri oluyordu. Bunun haricinde Telafer’in tamamın askeri anlamda kuşatılmıştı. Giriş ve çıkışlar belli saatlerde mümkündü. Memurların %50’si her gün Musul’a gidip geliyordu. Tüm sebeplerden ötürü Musul’a yoğun bir göç yaşandı. Bizim yaptığımız sayımlarda 5000 aile tespit ettik. Bu 5000 aileden hariç başka bölge ve şehirlere göç edende çok aile oldu. Bu aileler arasında hem Sünni hem Şii olanlar vardı. Burada benim asıl dikkat çekmek istediğin uygulanan yanlış politikalardır. 
Bu bölgede güvenliği sağlamak adına kontrolü Kürtlere verdiler. Terörü durdurmak için birçok tutuklamalar yaptılar. Arada suikastlarda yaşandı. 

Peki siz bu dönemde neler yaşadınız, ne gibi sıkıntılarınız vardı? Bize biraz bu konulardan bahsedebilir misiniz?

Ben kendi adıma konuşmam gerekirse, yaşadığımız sıkıntılar büyüktü. Para kazanabileceğimiz noktalar tamamen peşmerge kuvvetleri denetimindeydi. 
Ayrıca biz Irak Türkmen Cephesinde çalıştığımız için isimlerimiz onlarda kayıtlıydı ve sürekli aranmaktaydık. Evimiz tam Telafer Hastanesinin karşısındaydı. 
Bazen evden dışarı çıkmamıza dahi mani oluyorlardı. Çalışamıyorduk ve bu durumdan dolayı insanlar göç etmeye başladılar. Bizde bu dönemde göç etmek zorunda kaldık. Sürekli çatışmalar yaşanıyordu. Bizde o dönemde Hasanköy’de yaşıyorduk ve burada çok kişi yaşanılan çatışmalarda yaralandı veya öldü. 
Peki siz bu dönemde nasıl zorluklarla mücadele ettiniz? Nasıl göç ettiniz? Ailenizi nasıl götürdünüz? 

Musul’da ablalarım olduğu için Musul’a göç ettik. Daha sonrasında ailemi de Musul’a getirdim. O dönemde Telafer’de yaşayanların evlerini taşıması yasak olduğu için biz ilk başlarda misafir olarak Musul’da kaldık. Bu arada tabiki büyük zorluklar yaşadık. Ama benden daha zor durumda olan binlerce insan vardı. Ben şanslıydım, çünkü Musul’da akrabalarım vardı. Ayrıca Musul’daki Irak Türkmen Cephesi üzerinden de birçok bağlantılarım vardı. Telafer’den gelen Türkmenlerle birlikte Irak Türkmen Cephesi için çalışmaya devam ettik. Burada her şeye yeniden başladık ve bu başlangıç birçok zorlukları da beraberinde getirdi. 2006 yılı Ocak ayında Irak Türkmen Cephesi içindeki seçimlerde ben Musul bölge sorumluluğuna seçildim. Amacımız bu bölgede yaşayan Türkmen halkını haklarını savunmaktı ve bu mücadelemiz sırasında çok kişi yaralandı ve öldü. Çok sayıda şehidimiz bulunmaktadır. Saddam döneminde de Türkmenler hep dürüst yaşamış ve görevlerini yerine getirmiş bir milletir. Saddam dönemi sonrasında da biz haklarımızı korumak için çalışmaya devam ettik. Bu çerçevede Türkmen köylerinin meseleleriyle ilgilendik. Birçok projeyi hayata geçirdik. Amacımız Türkmen halkının sesini duyurmak ve meselelerini çözmekti. 

Görev sürenizde Musul’da ne gibi faaliyetlerde bulundunuz? 

Bu dönemde biz gerçekten çok yoğun çalıştık. Sürekli halkımızın sorunlarıyla ilgilendik ve bu dönemde Musul’daki teşkilatımız Irak genelinde en aktif çalışan bölümdü. Gençlerin eğitimi için kurslar açtık. Sürekli konferanslar ve seminerler düzenledik. Diğer sivil toplum örgütleri olsun, Musul valiliği olsun birçok farklı kesimle bağlantılar kurduk ve ortak projeler ürettik. 2006-2007 arasındaki çalışmalarımız halkımız tarafından da takdirle karşılanıyordu ve ne zaman bir sorunları olsa bize geliyorlardı. Biz de elimizden geldiği kadar onlara yardım etmeye çalışıyorduk.

Peki Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu? 

Musul’daki çalışmalarımız diğer gruplarında dikkatini çekti tabiî ki. Bizi kontrol etmeye başladılar. Biz yinede çalışmalarımıza devam ettik ve temsilciliğimizin olmadığı köylerde de temsilcilikler açmak için çok çaba sarf ettik. Bu arada tüm bu baskılara rağmen biz çalışmalarımıza devam ettik. Ayrıca bir radyo kurduk. İl Meclis seçimleri öncesi çalışmalarımızı hızlandırdık. Tabiî ki bu çalışmalarımızı bozmak için de birçok girişim oldu. Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu? Çünkü o dönemde çeşitli yollarla Türkiye’ye çok Türkmen geldi. Bizim Musul’da her sene düzenlediğimiz bir festivalimiz vardı. Biz bunun hazırlığıyla uğraşırken bazı duyumlar aldık. Bölgedeki yönetim bizim faaliyetlerimizi engellemek veya durdurmak için hakkımızda bilgi toplamaya başlamıştı. Bu şekilde üzerimizde baskı kurmaya başladılar. 
Bu dönemde Telafer tamamıyla Kürt yönetiminin kontrolü altındaydı. Ellerindeki silahlı güçler, sahip oldukları parasal kaynaklarla ve destekledikleri siyasi oluşumlarla bizim çalışmalarımızın karşısındaydılar. Yine bu dönemde teşkilatımızda çalışanlar üzerine iftiralara atıldı. 
Hatta Musul’da yaşayan üyelerimizin Telafer’de sorun çıkardıkları gibi inanılması güç olan iftiralar atıldı üzerimize. Bütün çalışmaların arkasında eski Musul valisi yardımcısı vardı ve kendisi Kürttü. Tüm Musul bu adamın kontrolü altındaydı ve vali sadece ismen orada bulunuyordu. 
Onun hakkında birçok şikayet olduysa da kimse ona bir şey yapamadı. Onun emriyle hakkımda tutuklama kararı çıkartıldı. 

Peki siz ne yaptınız? 

9 Temmuz 2007’de evden Irak Türkmen Cephesi binasına giderken yolda beni polisler durdurdu. O bölgenin polis müdürü de ordaydı ve ben kendisini de iyi tanıyordum. Çünkü bizi Musul’da herkes tanırdı ve kimseye bir zararımızın olmadığını bilirdi. O bana hakkımda valinin emriyle tutuklama kararı olduğunu üzülerek söyledi. Çünkü kendisi de çok iyi biliyordu ki biz herkese yardım için çalışıyorduk. Ben o dönem valiyi de çok iyi tanırdım ve kendisiyle hep Telafer’den gelen göçmenlerin sorunları hakkında görüşürdüm. Polis müdürü bana gelmemi söyleyince ben şaşırdım. Çünkü normalde Musul’da parti çalışanları öyle tutuklanmaz. Eğer haklarında dava açılmışsa veya karar çıkmışsa ancak o zaman tutuklanırdı. Ama benim hakkımda sebepsiz yere tutuklama kararı çıkmıştı. 
Ben ısrar edince polis müdürü valiyi aradı ve vali ona beni tutuklamasını ve Amerikalılara teslim etmesini söyledi. Bunun üzerine ben çok şaşırdım ama polis müdürü beni tanıdığı için gitmeme göz yumdu ve ben o arada tanıdıklarımın yanında kaldım. Daha sonra bizim folklor takımımız Yalova’da bir festivale katılacaktı. 
Onlarla beraber Suriye üzerinden Türkiye’ye geldim. Bu olay üzerine Musul valisi oldukça sinirlendi ve ben bu dönemde çok zorluklar çektim. 
Bu arada hep Irak’a geri dönmeyi düşündüm. Çünkü ailem hala ordaydı. 

Bu olaydan sonra orada aileniz üzerine herhangi bir baskı uygulanmış mı? 

Direkt olarak bir baskı oluşmamış ama ailem kardeşlerimin yanında kalırken evimize baskın yapılmış ve evim ve arabamı yakmışlar. Bu olay tam olarak 2007 yılı Ramazan ayında benim tekrar Musul’a geleceğimi söyledikten sonra, gelmeme 2 gün kala oldu. 

Peki aileniz nasıl Türkiye’ye geldi? 

Ben Türkiye’ye geldikten sonra ailem orada büyük zorluklar yaşamışlar. Telafer’den Musul’a gelip yeniden başladığımız hayat bu olaydan sonra tamamen yıkılmış oldu. Sahip olduğumuz her şeyi yakmışlar hatta okula giden çocuklarımın okul çantalarını bile. 

Kaç çocuğunuz var? 

4 Çocuğum var. 

Çocuklarınızın kaçı o dönemde okula gidiyordu? 2 tanesi o dönemde okula gidiyorlardı. 2 tanesi henüz okul yaşında değildi. Bu olaydan sonra 
Irak’a geri dönme fikrimi değiştirdim. Benimse tek istediğim Irak’ta kalmak ve insanlarıma hizmet etmekti. Ben Türkiye’ye geldikten sonrada beni sürekli aradılar Musul’dan. Onlar da geri dönmemi istiyorlardı. Ben de bu davanın sadece bir kişiye bağlı olmadığını ve Türkiye’de olsam da elimden gelen her şeyi yine yapacağımı söyledim. Daha sonrasında aileme vize aldım ve Irak’taki dostlarımın da yardımıyla ailem Türkiye’ye geldi. Özellikle biz Telafer’deyken maddi durumumuz gerçekten iyiydi. Musul’a geldiğimizde biraz zorlukta çeksek, 
diğer insanlara göre durumumuz çok iyiydi. Ama Türkiye’ye geldikten sonra yeni bir hayat kurduk. Tabiî ki bu da kolay olmadı, çünkü Türkiye’de de sıfırdan hayat kurmak kolay değil. 

Her şey Irak’a oranla daha pahallı. Peki Türkiye’de hangi statü ile kalıyorsunuz? 

Burada sadece oturma izniniz mi var ya da çalışma izniniz de mi var? Ben Türkiye’ye ilk geldiğimde 1 senelik oturma izni aldım. Daha sonra ailem geldiğinde onlara da kendi üzerimden oturma izni çıkarttım. 

Oturum iznini nasıl aldınız? Irak Türkmen Cephesi üzerinden aldık. Çünkü ben 1998 yılından itibaren bu teşkilat için birçok görev yaptım ve en son Musul bölge sorumlusuydum. Bundan dolayı da teşkilat içinde tanınan birisiydim.

Yani size bir öncelik tanındı? Evet. Teşkilat içinde aldığım görevler olsun, hem de Irak’ta yapmış olduğumuz çalışmalar yoluyla herkes bizi tanıyordu. Nasıl çalıştığımızı herkes biliyordu. 

Türkiye’de ne gibi sıkıntılar çektiniz? Beni en çok zorlayan şey Irak’ta alışmış olduğum çalışma düzeninin, yani her zaman yapmış olduğum işleri burada yapamamam ve pasif kalmam oldu. Ayrıca buradaki teşkilatında bize karşı soğuk davranması bizi çok üzdü ama ITC Başkanı Saadettin Ergeç Bey beni hep teselli etti ve destek oldu ve bize Irak Türkmen Cephesi üzerinden bir maaş bağladılar. Bizde bu şekilde kendi hayatımızı sürmeye başladık. 

Sizinle beraber gelen başka aileler oldu mu? Veya 2005’te Telafer’de yaşanan olaylardan sonra Türkiye’ye göç eden sizin bildiğiniz veya tanığınız aileler var mı? 

Genelde Telafer’den Türkiye’ye gelen fazla olmadı çünkü Telafer kökenli olup da Türkiye’de yaşayan çok azdı. Birçok insan da bundan dolayı ve oturma izni alamama gibi korkulardan dolayı Türkiye’ye gelmedi veya gelemedi. Ama benim bildiğim 3-4 aile var. Onlar da Birleşmiş Milletler üzerinden sığınma başvurusunda bulundular. Benim duyduğum kadarıyla onlar da çok sıkıntı çekiyorlarmış. 

Peki aileniz Türkiye’ye uyum sağlayabildi mi? 

Temmuz 2007’de ben Türkiye’ye geldim ve ailem Kasım 2007’de geldi. 4 çocuğumun 2 tanesi Irak’ta okula gidiyorlardı. Ama Türkiye’de sadece 
bir tanesi okula devam edebildi. Diğer çocuğumun evrakları olmadığı için hemen kayıt yaptıramadık. Ama Milli Eğitim Bakanlığının da desteğiyle tüm denklik işlemlerini hallettik. Çocuklarımın 3-4 ayda okula alışacaklarını söylediler. Okula gittikçe Türkçeleri de gelişti. 

Çocuklarınız başlangıçta çok sıkıntı çektiler mi? 

Evet, başlangıçta çok zorluk yaşadılar. Çünkü Türkmen Türkçesi biliyorlardı ama zamanla alıştılar ve şimdi hiçbir sorunları kalmadı. Şuan 3 çocuğum okula gidiyor. 

Maddi sıkıntı çektiniz mi? 

Hayır, maddi sıkıntımız olmadı. Peki eşiniz Türkiye’ye uyum sağlayabildi mi? Eşim sadece Türkmen Türkçesi bildiği için başta o da biraz sorun yaşadı. 
Ayrıca komşu çevresiyle de fazla ilişkisi yoktu. Daha sonra çocukların Türkçesi ilerledikçe onun ki daha iyi olmaya başladı. Daha sonra taşındık. Yeni taşındığımız yerde komşularımızda bizimle çok ilgilendi ve bu şekilde eşimde yeni bir çevre edindi ve Türkçesi daha da gelişti. Hatta onun Türkçesi belki 
benimkinden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. 
Bu şekilde hayatımıza devam ediyoruz. Ben de yeniden Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilciliğin de görev almaya başladım. 

Şu an ki göreviniz nedir? 

İlk önce Telafer-Musul koordinatörlüğü görevini üstlendim ve şu an bu görevimin yanında idari temsilcilikte yapmaktayım. Ayrıca internet sitemiz ile de ilgilenmekteyim ve bunun yanında danışmalıkta yapmaktayım. Benim için önemli olan zaten çalışmak. Ne görev aldığım önemli değil. 

Geri dönmeyi düşünüyor musunuz? 

Bu soruya cevap vermeden önce söylemek istediğim bir şey var. Benim Türkiye’de gözlemlediğim, buradaki Türkmenlerin farklı çatılar altında 
toplandığı ve farklı çalışmalar yürüttüğü. Oysa Irak’taki Türkmenler hep birlik içerisinde ve tek ses olma gayreti içindeler. Ayrıca Türkmenleri beklentisi sadece onları dinleyecek birisinin olması. Bende sürekli oradaki köylerin ziyaret edilmesi ve halkla diyalog kurulması gerektiğini vurguluyorum. Ama bizim oradaki arkadaşlarımız henüz bunları başarmış değiller. Benim Türkiye’de bulunduğum süre içerisindeki amaçlarım ilk olarak buradaki görevimi elimden geldiği kadar iyi yapmak ve ikincisi yine elimden geldiği kadar buradan bölgeye yardım göndermektir. 
Amacımız genel olarak Türkmen halkını her alanda desteklemektir. Ben de Türkiye’de bulunduğum bu süre içerisinde Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden birisi olan Türkiye’nin tecrübelerinden faydalanmak ve yeni şeyler öğrenmek için mücadele ediyorum. Türkiye’den öğrenebileceğimiz gerçekten çok şeyler var. 

Bir gün geri dönmeyi düşünüyor musunuz? 

Tabiî ki düşünüyorum. Eğer ortam yeniden müsait olursa geri dönerim. Aileniz bu konuda neler düşünüyor? Açık konuşmam gerekirse ne eşim ne de çocuklarım geri dönmek istemiyorlar. Çünkü Türkiye’deki hayata iyice alıştılar. Yaklaşık 2,5 senedir buradayız ve hepsi burada yeni bir hayata başladılar. 
Irak’ta ise hala ne güvenlik var ne de temel ihtiyaçları gidermek mümkün. 

Bu söylediğiniz olumsuzluklar ortadan kalksa geri dönmeyi düşünür müsünüz? 

Onu şu an bilemem. Gidip görmem lazım. 

Özlediğiniz şeyler var mı? 

Eşim oradaki akrabalarını, komşularını ve arkadaşlarını özlüyor ama çocuklarım tamamen alıştı buraya. 

Çocuklarınızın Türkmen davasına bakışları nasıl? Onlarda sizin gibi bu dava için çalışmak istiyorlar mı? 

Büyük oğlum benimle hep büroya gelir. Ayrıca evde Türkmen televizyonunu seyrediyorlar ve sürekli gelişmeleri takip ediyorlar. 

Türkiye’de faaliyet gösteren diğer Türkmen kuruluşlarıyla görüşüyor musunuz? 

Tabiî ki diğer grup ve derneklerle de görüşmekteyiz. 

Peki size karşı tavırları nasıldı? Sizi kabullendiler mi? 

Bu konuda hayal kırıklığına uğradığımı söylemek zorundayım. Bana karşı neden böyle davrandıklarını bilmiyorum ama Telaferli olduğum için beni kötülediler. Beni en çok üzense bunun kendi insanımızdan gelmesi. Diğer milletlerde bu durum söz konusu değil ve ben hayatım boyunca bu dava hizmet etmiş bu dava için çalışmış birisiyim. Burada bu tartışmalar yaşanırken bölgedeki insanımız sıkıntı çekmeye devam ediyor ve biz Irak’tayken asla böyle bölgesel bir ayrım yapmadık, ama burada maalesef bu ayrım yapılmaktadır. 

Türkmenleri geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz ve Türkmenlerin Türkiye’den beklentileri nelerdir? 

Ben Irak Türkmen Cephesi adına konuşmam gerekirse, biz Saddam Hüseyin döneminde çalışmalarımıza başladık. Telafer, Musul ve Kerkük’te yoğun çalışmalarımız oldu çünkü Türkmen nüfusu bu bölgelerde yoğun olarak yaşamaktaydı. Ama maalesef Türkmen Cephesini genişletemedik. Bunu bir hata olarak kabul edebiliriz. Ama biz hep Türkmen Meclisi’ne bağlı olarak çalıştık ve bu Meclis tüm partileri kontrol eder. Ama meclis bünyesinde çalışanlar maalesef her zaman doğru kararlar alamadı ve aldıkları kararları uygulayamadılar. Biz de Irak Türkmen Cephesi olarak tam organize olamadık. Ayrıca Meclis içi seçimlerde de başka insanlar seçildi. Bunun sebebi de sistemin yanlış olmasıdır. Dava için çalışan insanlar, davayı bilen, insanlarla bağlantısı olanlar bu Meclisin dışında kaldılar. 

Gelecekte bu sorunların ortadan kalkacağı hakkında umutlu musunuz? Ben her zaman umutluydum. Türkmen Cephesi olarak halkımızın yaşadığı sorunları ortadan kaldırmak için hep projeler ürettik. Ama grupların hepsinin birbirini eleştirdiğini görüyorum. En büyük sorun Türkmen milletinin aynı sorunları yaşmasına rağmen bir araya gelememesi. 

Eğer amaçlarımıza ulaşmak istiyorsak birlik olmamız lazım. Türkmen Cephesi’nin de yeni ekiplere ve takımlara ihtiyacı var. Sistemi değiştirip parti sistemine geçmemiz lazım. Tabanı ve sistemi olmayan partiler yok olmaya mahkûmdur. 

Peki Türkiye’den ne bekliyorsunuz? 

Türkiye’den beklentilerimiz gerçekten çok ve bu güne kadar bize yapılmış olan yardımlar için ne kadar teşekkür etsek azdır. Türkiye’nin Irak barışı 
için mücadele etmesini ve Türkmen halkının sorunlarını siyasi gündeme taşımasını istiyoruz. Şimdi isteklerimizi burada saymakla bitiremem.

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 6

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 6



ORSAM: Aydın Bey öncelikle hoş geldiniz. Irak 7 Mart’ta yeni bir süreç yaşadı. Siz seçimleri kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz? 

              Aydın Maruf7*: 
7. Irak Türkmen Cephesi Erbil Milletvekili Adayı ve Suriye Temsilci Yardımcısı Aydın Maruf 22 Temmuz 2010

  Her zaman Erbil Türkmenleri ITC’ye karşı olarak düşünülüyordu. Ama bu böyle değildir. Irak’taki Kanada Büyükelçiliği, seçimlerden sonra Türkmenlerle 
ilgili bir çalışma yaptı ve ITC’ye Erbil’de birçok yerden daha fazla oy çıktığı tespit edildi. Yani Erbil Türkmenleri ITC’yi destekledirler. 

   Sizin tahmininize göre ne kadar oy çıktı? 7 Mart’ta dikkate değer bir oranda seçim ihlali yaşandı. Bizim 7 Mart günü Erbil’in çeşitli bölgelerindeki okullardaki 
gözlemcilerden aldığımız bilgilere göre, sadece 70 okulda 3450 oy çıkmıştır. Erbil’de toplam 480 okul var. Bu sonuçlar sadece Türkmenlerin olduğu mahallelerden de alınmamıştır. Buna dair kanıt sayılabilecek bazı olgular var. Mesela 8 Mart’ta bir yetkili Erbil’den bir Türkmen’i arayıp “Aydın Maruf bu kadar oyu nasıl almış?” diye soruyor. Türkmen arkadaşımız da “Biz Aydın’ı tanıyoruz. Fakir bir ailenin çocuğudur. İyi bir adaydı. Erbil’de Türkmenler onu destekledi” demiş. 

Yetkili “Aydın Maruf çok fazla oy almış. Hatta parlamentoda olacağı kesindir. ITC’nin oyları onun sayesinde böyle yüksek çıktı” demiş. Beni arayıp bunu söylediler. Hatta tebrik ettiler. Ben telefonu kapatıp hemen Neçirvan Mustafa’nın yardımcısını aradım. Beni tebrik etti; “İnşallah parlamentoda görüşeceğiz. 

Bizim gözlemcilerimizden aldığımız bilgilere göre sen parlamentoya giriyorsun. Aldığın oy 50 binden daha fazladır”, ifadesinde bulundu. Fakat Irak’ın kuzeyindeki hakim gruplar, oyları daha Bağdat’a gitmeden alıp kendi çıkarlarına göre değiştiriyor.Yani Erbil’deki Türkmen varlığı belli olmasın diye oylar siliniyor. 3000 civarında oy gönderiliyor. 2005’te de böyle yapıldı. 

Şimdi de aynısı yapılıyor. Bu ne zaman düzelir? Kürt gruplar demokrasiye inandığında. İkincisi ITC’nin gelecek seçimlerde 500 okul varsa 500 
okula da gözlemci göndermesi lazım. Sonuçlar açıklanmaya başladıkça kazandığımı söyleyen yetkiliyi arattım ki ciddi bir görevdedir, telefonuna 
cevap vermedi. Neden? Çünkü durum değişti. Sonra “Bu konuyu konuşmayalım, benim başımda belaya girer” demiş. Yine başka biri daha aradı. 
O da “Erbil’de Aydın’ın birçok oy aldığına biz şahidiz” dedi. Gorancılar da bunu kabul ettiler. “Bizim oylarımızda çalındı; ama gün gelecek Erbil’de Türkmenlerin varlığı kabul edilecek. Siz savaşmaktan vazgeçmeyi” dediler. Buradan hareketle Goran’ın Türkmenlere biraz daha yakın olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Evet. Türkmenlere daha yakınlar. Seçim zamanında konuşmalarımda da söylüyordum. Gorancılar KDP’den, KYB’den daha gerçekçiler. 
Politikaları bize daha yakındır. Aslında bundan Talabani rahatsız oluyordu. Hatta son zamanlarda bazı gazeteciler “Goran’la ITC’nin arasında gizli anlaşmalar var” diye yazdılar. Bir ITC Kerkük Sorumlusu Erşad (Salihi) Bey’in bir de benim konuşmamı almışlar. Talabani’ye yakın 15 Kürt gazetesi bunu manşet olarak verdi. Bir seçim propagandası haline getirdiler. Konuşmalarımızın altına “ITC Kürdistan’a karşıdır. Bırakın Kerkük’ü, Erbil’i bile Türkmen şehri olarak görüyorlar” diye not düşüyorlar. Hiç Goran’la işbirliği yapmak gibi bir şey düşündünüz mü? 

Hiç düşünülmedi. Ama onlarla ilişki kurmak hiç olmazsa Kürtler ve Türkmenler arasındaki ilişkiyi güçlendirirdi. Bizim açımızdan özellikle Erbil bölgesinde olumlu olabilirdi. Goran diğerlerinden daha ılımlı. Demokrasi için çalışıyorlar. Irak demokratikleşirse Barzani’nin ve Talabani’nin biteceğini biliyorlar. 
Bundan sonra bölgede neler yapmayı planlıyorsunuz? En başta Kuzey Irak’ta muhalefet olan partilerle işbirliği kurmamız lazım. Kürt gruplar bir toplantı 
yapmışlar. “Barzani ve Talabani’nin kurduğu ittifak parlamentoda bağımsız davranacak” denmiş. Yani bu toplantıya katılan Goran Hareketi, İslami Birlik ve İslami Cemaat parlamentoda bağımsız hareket etmek istiyor. Bu da demek 
oluyor ki Kürt gruplar eskisi gibi birlik içerisinde hareket edemiyor. 

Kürt İslamcıların samimiyetine inanıyor musunuz? 

Hayır. Ama şöyle bir şey var, özellikle tartışmalı bölgeleri bu gruplara karşı çok kullandılar. Kabul görmüyorlar. Hakim Kürt gruplar burada ne yapmak istiyorlar? Bir, iç politikalarında Kerkük meselesini tüm gruplarda dile getiriyorlar. Eğer 
kimse buna destek vermezse hain ilan ediyorlar. Ama bu, bu dönem için geçerli. Irak’ın kuzeyinde demokrasi gelişirse, Talabani ve Barzani silahlı 
gücüyle baskı yapamazsa, bunların görüşü Kerkük konusunda değişir.

Peki, Kerkük konusunda ne düşünüyorlar 
sizce? 

Talabani’nin bundan sonra Kerkük konusunda tutumu değişebilir. KYB’nin içerisinden çıkan Goran Hareketi’nin lideri Neçirvan Mustafa’nın da etkisi var burada. Goran’ın Kerkük’ten aldığı 37 bin oy önemli bir rakamdır. Ancak şimdi 
Kürt gruplar arasında yeni denge ortaya çıktı. Erbil’de KDP, Kerkük’te KYB ve Süleymaniye’de Goran. Bunlar bir gerçek. Şimdi baktığımız zaman 
Barzani’nin 29, Talabani’nin 13 sandalyesi var. Aradaki fark oldukça büyük. Bu Talabani’ye yakışmayan bir rakamdır. Kurulduklarından beri birbirlerine karşı mücadele veriyorlar. Bu duruma gelmelerine Goran sebep değil. Goran’ı 
da KYB ile birlikte hesap etseniz bile o rakama ulaşmıyor. Yine KDP önde geliyor. Goran burada bir avantaj kazandı. KYB-KDP itilafı şuana kadar Goran’ı kabul etmiyordu; ama artık ettiler. 

Özellikle Talabani Goran’ı bir rakip olarak hiç görmedi. Ama Goran şimdi rakip olduğunu kanıtlanmış oldu. Bunu da Barzani yaptı. KDPKYB arasında önceden stratejik bir anlaşma vardı. KYB için çok önemli iken KDP için hiçbir 
değeri yoktur. 

Bu 2004’te ki stratejik anlaşma mı? 

Evet. Bu anlaşmadan KYB büyük bir darbe gördü. Bu anlaşma Talabani ve Barzani arasında yapılmıştır. Alt kadronun haberi yoktur. Barzani için bunu bir önemi yoktur. Ama Talabani için bu önemlidir. Çünkü alt kadrosunda demokrasi 
daha ileridedir. KDP ile KYB arasındaki bu anlaşma ayrılmalara neden oldu. Mesela KYB’den bazı kişiler anlaşmayla ilgili tepkili. KYB içindeki muhalefetin bu anlaşmanın yüzünden olduğunu söylüyorlar. Bu anlaşmadan KDP fayda 
gördü. Hiç olmazsa KYB’yi böldü. 7 Mart’ta yapılan seçimlerde, KDP siyasi partiler içinde çok güçlü çıktı. Bu anlaşmayı olumsuz etkileyebilir. 

Peki, bu Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetime 
nasıl yansır? 

Dr. Berham Salih, KYB’nin başbakan adayıydı. Bu döneme kadar siyasi, sosyal, ekonomik bir faaliyette bulunmadı, sadece idari, mali durumlarla uğraştı. 
Berham Salih, başbakan olmasına rağmen Irak’ın kuzeyindeki etkisi de oldukça sınırlı. Erbil ve Duhok da zaten Barzani’nin etkisinde olduğundan bir varlık gösteremiyor. 
Buradaki atamaları bile KDP yapıyor. Bu durumdan Berham da çok rahatsız. Özellikle Neçirvan Barzani’nin Berham Salih’in haberi olmadan Türkiye’yi ziyaret 
etmesi onu çok rahatsız etmiş. Erbil’e gittiğimizde tam olarak hükümet kurulma süreciydi. Bazı siyasetçiler ve halkla konuştuğumuzda, Neçirvan Barzani, 
“Berham Salih’in başarısız olması için elinden gelen her şeyi yapar” yorumunda bulunanlar oldu. Niye başarısız olmasını istesin? 
Berham Salihi akıllı bir kişi ve iyi bir diplomat. Ilımlı bir politika izliyor. Ancak Irak’ın kuzeyinde başbakanlık seviyesine yükselmiş birinin mutlaka maddi ve askeri desteği olması gerekir. 

Ancak Salih’e bakıldığında korumaları bile KDP’li. Bu nedenle çok sorun yaşandı. Barzani, “Berham Salihi için hükümet işleriyle uğraşmıyor. KYB’ye hizmet veriyor” diye eleştiride bulunuyor. 
Neçirvan Barzani döneminde günde 20- 22 saat elektrik vardır. Ama Berham başbakan olur olmaz 10 saate indi. Barzani bunu da seçim için kullandı. 
Diğer taraftan Irak’ın kuzeyinde son dönemde politikacı, askeri yetkililer ve gazetecilere yönelik saldırılar arttı. KDP’liler bu durumu da seçim için kullandılar. 
Burada “biz Irak’ın kuzeyinde yönetimde olmazsak, bunlar bir şey yapamaz” mesajı verilmek isteniyor. Berham Salih başbakan olduktan sonra Celal Talabani, eşini, yani Hero Talabani’yi Süleymaniye KYB sorumlusu olarak atadı. Hero Talabani, Süleymaniye’de Celal Talabani’nin talimatıyla iş yapıyor. Erbil ve Duhok’ta da Barzani’nin talimatıyla iş yapılıyor. Bu nedenle Berham Salih siyasi bir çalışma yapamıyor. Sadece açılış yapıyor. 

Atamalar bile parti başkanlarının talimatıyla yapılıyor. Neçirvan Barzani ayrı bir konudur. KDP ayrı bir konudur. Neçirvan Barzani’nin ilerisi için atılımları var. 
Seçimden sonra başarısızlıktan dolayı Kusret Resul suçlandı ve Erbil’i terk etti. Hastalık bahanesiyle Fransa’ya gitti, ardından da KYB Erbil Bölge Sorumlusu 
Adnan Müftü oldu. Yani KYB içerisinde dağınıklık başladı. 

Yani KYB dağılır mı? 

KYB, Goran, İslami Birliği, İslami Cemaat Kerkük konusunda 140. maddede KDP’yi dışlayabilirler. 140. madde konusunda politikaları değişebilir. 
Bundan sonra özellikle Talabani intikam peşindedir. Çünkü Barzani ona büyük bir darbe vurdu. Geçen seçim Süleymaniye’de vuruldu. Goran’dan bu zaten beklenirdi, bu defa Erbil’de KDP’liler onları vurdu. Hatta KYB tarafından yapılan bir açıklamada “biz Erbil’de ki seçimi tanımıyoruz, hata yapıldı” denildi. Kuzey Irak’taki Kürt politikasındaki bu ihtilaf ve tartışmalar Bağdat politikasını da etkiler. Kürtler kendilerini ne kadar birleşik gösterseler de, yavaş yavaş ayrışmalar kendini gösteriyor. Artık KDP’ye ne Talabani ne Gorancılar ne de İslami Birliği güvenmiyor. Tarihlerine baktığınız zaman hepsi KDP’den darbe yemiş. Diğer partilerin de KDP’ye de güveni yoktur. 

Peki, Türkmenler bunun neresinde olur? 

Türkmenleri ikiye ayırıp konuşmamız daha faydalı olur. Irak Türkmen Cephesi şu an Erbil’de kabul görmüyor. Hem Kürtler tarafından kabul olmuyor hem de diğer gruplar tarafından. KDP’nin de Irak Türkmen Cephesinin de yanlış politikaları olmuştur. 2003’ten sonra ITC’nin merkezinin Erbil’den Kerkük’e taşınması, Erbil’deki Türkmenlerde olumsuz etkiler bıraktı. Sonra ITC’ye 2005’te Erbil’de KDP ve KYB’nin desteği ile bazı gruplar tarafından İhtilal yapıldı. 2005’ten 2010’a kadar Erbil Türkmenleri, Kuzey Irak Yönetimi tarafından da Irak Türkmen Cephesi tarafından da kabul edilmediklerini, önem verilmediklerini ve ortada kaldıklarını düşünüyorlar. 
ITC’nin 17 bürosu kapandı. Erbil’i güçlendirmek istiyorsak, Türkmenler’i ayakta tutmak istiyorsak, gelecekte sandalye kazanmak istiyorsak Erbil için başka alternatif bir politika geliştirmek uygun olur. Ben ITC’liyim ama Erbil’de yeni bir oluşuma ihtiyaç var. Bu oluşum ne ITC gibi radikal ne de kukla partiler gibi olmalı. Tam tarafsız, bağımsız bir Türkmen oluşumu gerçekleştirmeli. Bu oluşumda Türkmenlerle iyi bağ kurmak, oradaki halklarla, Kürtlerle iyi ilişkiler kurmak kısaca o bölgeyi kabullenmek önemlidir. O bölgenin şu anki durumda 
kalmasının Talabani’ye çok faydası var ve bunu değiştirmek istemiyorlar. O bölgede Amerikalılar, Fransızlar, Türkler ve dünya ülkelerinin konsoloslukları 
vardır. Etkili bir Türkmen hareketi gördükleri anda orada siyaset değişir. 
Bu yeni oluşumla insanları güçlendirip, cesur insanları başa getirerek yapılabilir. 
Geçmiş politikalardan ders alarak yapılabilir. Yani Erbil, Duhok, Süleymaniye‘de Türkmenlere ait yeni bir yapılanma lazım diyorsunuz. 

Özellikle Erbil merkezli ılımlı bir politika benimseyen, Türkmenleri tanıyan, faaliyette bulunmalarına imkan veren, Kürtlerle iyi ilişkiler içerisinde olan, ama gerekirse Talabani’ye gerekirse Barzani’ye karşı çıkan, gerekirse Türkmen davası için işbirliği yapan, Türkiye ve Kerkük’le iyi ilişkileri olan Erbil’de iyi bir siyaset yapan bir oluşum bu günden elli yıl sonrasına kadar geçerlidir. Bu bölgedeki Türkmen çoğunluğunun istediği oluşum böyle bir yapılanmadır. Artık Türkmenler yeni siyasetçiler istiyor. Geçmişten bu yana Türkmen siyasetçilerin Türkmenler adına çok bir şey yaptıklarını söylemek mümkün değil. Görüyorsunuz Çelebiler, Sanan Ahmet Ağa gibi isimler artık Türkmen siyasetine çok fazla bir şey katamıyor. Siz Çelebiler, Sanan Ahmet Ağa gibi bazı isimlerden bahsettiniz; Erbil’in önemli Türkmen aileleri bunlar. Ancak Erbil’de Türkmen siyasetinde rastlaığımız durum biraz farklı. Yani her ailenin etrafında bir grup Türkmen’in toplandığı görülüyor. Hepsi birbiriyle görüşmesine rağmen ortak bir politika izleyemiyor. Bahsettiğiniz isimler çok değerli insanlardır. Türkmen Kardeşlik Ocağı, diğer kukla partiler, ITC bunların hepsi, 1995’ten 2010’a kadar hiçbir değişim getirmedi. Bir insan daha fazlalaşmadı, bir insan daha aydınlatılmadı, yeni biri siyasete girmedi. Bu yanlış. 

Peki, bunları dışlayarak bir siyaset yürütülebilir mi? 

Ben etkisiz kaldılar demiyorum, ama etkili de olamadılar, rolleri bitti. Bizim orada araştırma yapmamız, yeni oluşumda aktif politika izleyecek etkili insanlar 
bulmamız lazım. 15 yıldır hep aynı insanlar, aynı gruplar. Bu diğer Türkmen bölgelerinde de geçerlidir. Ortaya çıkmış yeni Türkmen siması yoktur. 
Ancak Erbil’deki Türkmen siyaseti göz önüne alındığında hemen hemen bütün Türkmen partilerinin ITC’de görev yapmış kişiler tarafında kurulduğu görülüyor. Buna rağmen ITC Erbil’de faaliyet gösteremiyor. Buna gerekçe olarak ITC’nin Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimi tanımaması gerekçe gösteriliyor. 

Burada önemli olan bölge yönetimini tanıyıp tanımamak değil. Önemli olan bölgesel yönetimden izin alabilmek. İzin almak ve bölgede siyaset yapmak için bölgesel makamlarla ilişki kurmanız gerekiyor. İzinsiz bir yapılanma kurmanız 
mümkün değil. İzin almadan kurulacak bir yapı emniyet tarafından kapanır. Sonra da partiyi koruyamayan insanlarını nasıl korurlar diye düşünülür. İzin alındığı zaman Erbil’de bir teşkilatlanma kurabilirsiniz. İnsanları Türkmen davası noktasında aydınlatabilir, bu arada da Kerkük, Musul Türkmenleriyle iyi ilişkiler kurmayı gerçekleştirebilirsiniz. 

Kürtlerle iyi ilişkiler içinde olup, Türkmenler için çalışan bir siyasi hareket düşünülüyor. Bu Çelebilerin veya İhsan Doğramacı Erbil Vakfının yürüttüğü siyaset tarzına uyuyor mu?

Onlar sosyal konulara ve ticarete önem verdiler, eski grupla devam ettiler yani değişik bir şey olmadı. Bizim hedefimiz yeni insanları cepheye katmak, parlamentoya dahil etmek ve dünyaya tanıtmak. Bu insanlar var, ama bazı nedenlerden dolayı siyasete girmemişler. Çözüm için bu uygun olabilir. Şu ana kadar Türkmenler iki siyaset üzerine çalıştılar. ITC, bürosu ve izni olmadan 
çalışıp etkili olmadı, diğer kukla partiler de maaşını aldılar bir şey yapmadı. Ya ITC’nin siyasetini değiştirip, Kürtlerle iyi ilişkiler kurmalı ki, bu zordur. ITC yönetimi Erbil için kendini riske atmaz. Gerçi yeni oluşum için de kolay olmayacaktır. Ama Erbil’i böyle bırakmak yazık olur, düşünmek zorundayız. 

Ancak diğer taraftan bakıldığında oturmuş bir Türkmen siyasi kitlesi görülüyor. 
Bunları tanıyor olabilirler. Ama ne kadar sayar severler mühim olan budur. Bu seçimlerde niye ITC bayrakları astılar? ITC az da oy alsa seçtiler. Türkmen halkı “hiçbir Kürt grubunda olan Türkmen’e oy vermeyeceğiz”, dedi. Bunlar önemlidir. Klasik görüşlerle bir şey yapamıyoruz. Erbil’de 60 mahalle, 200 sokak var. Ama hiç Türkmen ismi yok. Eğer 4-5 mahallenin ismini Türkmence yaptığınız zaman diğer Türkmen bölgelerinden de size destek gelir. Yönetimden izin almadan bunu nasıl yapacaksınız? Ben yönetime diyorum, özellikle KDP bölgede Türkmenleri ihmal ediyor. ITC’ye önem vermiyor. 1997’den bu yana ihmal politikası izliyor, Türkmenleri parçalamaya çalışıyor. Kendilerine ait 5-6 siyasi parti kurmuş. Türkiye ve Avrupa’ya “ben demokrasi taraftarıyım” diyor. Ama Türkmenlere kota olarak 5 parlamento üyesi ve 1 de bakan bırakılmış. Bunların önemi yoktur. 

Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimde bakan olan ve ITC’nin eski Başkanı Sinan Çelebi’nin hiç etkisi olmadı mı bölgede ki Türkmenlere? 

Olmadı. Hatta tepki çekti. Aslında kendisinden çok şey bekleniyordu ama yapamadı. Belki de izin verilmedi. Bölgede siyaset yapamadılar. 1997’den 2010’a kadar Kuzey Irak’ta yönetiminde hiçbir Türkmen siyasi parti başkanı, Bakan olarak görev almamıştır. 

Ancak eski ITC başkanlarının hep bakan olduğunu gördük. 

Bu konuda farklı bir şey söylemek istiyor. Benim söylediğim aktif siyasetçilerdir. Mesela Cevdet Naccar, Türkmen Kültür Merkezi Başkanıydı. Bakan oldu. Vedat Arslan, Türkmen Kardeşlik Ocağı Başkanıyken, bakan oldu. Sinan Çelebi de 
dışarıdan bakan oldu. Yani görevleri siyasi değil, kültürel ve sosyal bunu söylemeye çalışıyorum. 
Burada hala KDP’nin siyasal olarak bizi kabul etmediği ortaya çıkıyor. Böyle bir tesadüf olamaz. Türkmenlere bir hak tanıyorsunuz, ama siyasetçine bakanlık görevi vermiyorsunuz ya da kültürel alanda bakanlık veriyorsun. Mesela 
tarafsız birine bakanlık verilebilir, ama istemiyorlar. Bunu sadece KDP yapıyor, diğer gruplar yapmıyor. Erbil’de biz ne kadar güçlenirsek, Kerkük için de o kadar iyi olur. Hiç olmazsa Kuzey Irak’ta Kürtleri rahatsız edersin. 

Bu Rahatsızlık Türkmenleri hedef haline getirmez mi? 

Bakın Türkçe’de çok güzel bir söz vardır; “hamama giren terler”, diye. İşte siyaset yapan da riske de girer, hedef haline de gelir. Sadece ben değil, 
başkası da olabilir. Yani cesaretli o bölgeyi bilen, Kürtlerle, Türkmenlerle iyi ilişki kuran, kimseye tabi olmadan bu siyaseti orada yürütmeli. 
Siz bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz? Ben bundan sonra Suriye’ye gideceğim. Suriye temsilciliği yardımcılığına bir süre davam edeceğim. 
6 ay sonra Erbil’e döneceğim. Erbil de siyaset mi yapacaksınız? 
O duruma bağlı belki avukatlık yaparım. 
Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.


ORSAM: Öncelikle kendinizi bize tanıtır mısınız? 

         Abdullah Bayraktar8*:
8*. Irak Türkmen Adalet Partisi Ankara Temsilcisi Abdullah Bayraktar 2 Ağustos 2010

 1983 yılında Ankara’ya yerleştim. Türk vatandaşıyım. Dört çocuğum var. Ticaretle uğraşıyorum. Gümüş ve yarı değerli taşlar üzerinde çalışmaktayım. 
Konu itibariyle de Adalet Partisi Ankara Temsilciliği’ni yapıyorum. Partimizin kuruluş yılı olan 2004’ten beri Ankara Temsilciliği görevini ben yerine getiriyorum. 
Ben Kerkük’te doğdum. Ortaokul mezunuyum. Birkaç yıl medreselerde sorumlu olarak çalıştım. Adalet Partisi hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? 

Irak’ta Şii var, Sünni var, Kürt var, Türkmen var. Muhafazakâr insanlarımız çatısı altında toplanabilecekleri bir parti istiyorlardı. Biz 2004 yılında Adalet Partisi’ni kurarak bu açığı kapatmaya çalıştık. Davamızı bu parti çatısının altında sürdürüyoruz.

Parti yönetimi kimlerden oluşuyor? 

Bizim genel merkezimiz Kerkük’tedir. Diyala’da, Musul’da, Tuzhurmatu’da şubemiz var. Ben parti şurasındayım. 35-40 kişilik bir şuramız var. 
Yönetim kurulunda, Enver Bayraktar başkanlık yapıyor. Hasan Turan, Cevdet Zulal, Kemal Beyatlı ve İsmail Ahmet yönetim kurulumuzu oluşturuyor. 

Ankara’daki temsilciliğin yönetiminde kimler var? 

Oğuz Türkmen, Fuat Terzi, İmat Nurettin var. Bir de merkezi İstanbul’da olan bir derneğimiz var. Adı Türkmen Adalet Derneği. Derneğin Başkanı Mithat İbrahim. Başkan Yardımcılığını da ben yapıyorum. Yönetimdeki kişilerin hemen hemen birçoğu vatandaşlık almış. Genelde Kerküklüler var. Saygın Bey Altunköprülü. Cengiz Türkmen Altunköprülü. Türkiye’de yaklaşık olarak 200 civarında bir üyemiz var. Bağdatlılar, Erbilliler, Kerküklüler var. Ama ağırlık olarak, %80 oranında, Kerküklü üyelerimiz var. 

Peki, faaliyetleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? 

Kerkük’te birkaç tane kuruluşumuz var. Birisi Irak Türkleri Hayır Cemiyeti. Bu cemiyet gıda maddesi başta olmak üzere, elbise, ayakkabı, okul eşyaları dağıtıyor. 
Yaklaşık olarak 1000 civarında yetime yardımcı olmak isteyenlerden aylık 40-60 $ arası maaş alıp dağıtıyoruz. Aradaki irtibatı biz sağlıyoruz. O maaş direk yetime aktarılıyor. Ayrıca yetimlerimizin tüm ihtiyaçlarına vermeye çalışıyoruz. 

Peki, Türkiye’de ne gibi faaliyetler yaptınız? 

Buradan Kerkük’e erzak ve giysi gönderdik. Ayrıca kendi aramızda toplantılar düzenliyoruz. Bazı belediyelerden yardım alıp ihtiyacı olan Türkmen ailelere dağıtıyoruz. Bayramlarda, ramazan ayında yardımlar yapılıyor. Bazı hastalarımızı kendi imkanlarımız dahilinde Irak’tan getirip Türkiye’de tedavisini sağlıyoruz. Peki, bu faaliyetleri yapmak için desteği nereden alıyorsunuz? 

En büyük desteği Deniz Feneri sağlıyor. Can Suyu Derneği’nden de yardım alıyoruz. 

Türkiye’de işbirliğinde olduğunuz siyasi parti, sivil toplum kuruluşu var mı? Bizim siyasetle ilgili bir bağımız yok. O adım henüz atılmadı. Mesela ben temsilciyim, fakat makamım yok. Bizim en büyük sıkıntımız bu. Maddi imkânsızlıktan dolayı büromuz bile yok. 
Ankara siyasetin kalbi. Türkiye’de Türkmen lobisi çok zayıf. Birkaç kuruluş var. Her zaman onlar çıkıp bir şeyler söylüyor. Bunu hareketlendirmek lazım. Ama her şey maddiyata dayanıyor. Biz de yavaş yavaş bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. 

Var olan Türkmen kuruluşlar varken, neden ayrı bir parti kurmayı tercih ettiniz? 

Çok güzel bir soru. Konuşmamın başında da değindiğim gibi, biz “muhafazakâr Türkmenlere” cevap verdik. 
Peki, parti içinde mezhepsel bir ayrım var mı? Hayır, kesinlikle yok. Mesela Telafer’de yüzlerce Şii üyemiz var. Biz biraz yetim gibi kalmışız. Birçok 
faaliyetimiz var, fakat kimse bilmiyor. Televizyon bu faaliyetlerimizin onda birini ancak gösteriyordur. Bunu kınamak için söylemiyorum. 
Yanlış anlaşılmasın. Bunlar yapıcı eleştiri. Kerkük’te Fatih Torunları Derneğimiz var, gezici hastanemiz, kadın kollarımız var. Bunların her zaman ve her yerde faaliyetleri var. Fakat kimsenin haberi yok. Kimse duyurmuyor, anlatmıyor, göstermiyor. İnşallah bu sorunlar Türkmenlerin birliği için ileriki zamanlarda ortadan kalkar. Bu seçimin sonuçları kötü değildir. Fakat bu beş milletvekilini ona çıkarıp, bir grup kurabilirdik. 
Ama bu birinci adımdır. Devamı inşallah gelecektir. 
Cephenin kazanmasının altında yüzde yetmiş Hasan Turan’ın, Enver Bayraktar’ın payı vardır. Sırf birlik bozulmasın diye adaylıklarını Kerkük’ten oradan koymadılar. Bunu başka partiler yapmadı. Bizim partimiz yaptı. Her zamanda ITC’yi savunmuşlardır. ITC aleyhine bir toplantıya bile katılmamışlardır. 

İyi bir noktaya geldiniz. Hem Türkiye’de hem de Irak’ta diğer kurumlarla çalışmalarınız var mı? Bir araya geliyor musunuz? 

Diğer milletlerin dünya çapında lobileri var, Türkiye’de Türkmenlerin lobisi yok. Bizim birbirimizden haberimiz yok. Şuan da TBMM’nde bizim bir büromuzun olması lazım. O bile yok. Bunun için siz bir şey yapıyor musunuz? Bizim çalışmamızın amacı bu. Bu işe kendimizi adayıp, bir şeyler yaparsak Allah’ın izni ile birkaç sene sonra Türkmenler olarak çok daha iyi yerlere geleceğiz. Bizim içimiz yanmış. Bir dayımın oğlu şehit olmuş, teyzemin birine hapis vermişler, annemi İran sınırına atmışlar. Biz bunları yaşayan insanlar olarak mücadele veriyoruz. 

Buradan yola çıkarak şu soruyu soracağım; siz Türkiye’ye neden geldiniz? 1920’lerden bu yana gelen göçün nedenlerini söyleyebilir misiniz? 

Arap ülkeleri ile Irak ile Türkiye karşılaştırılamaz. Türkiye’de demokrasi var. Biz gözümüzü açtık, Saddam’ı gördük. “Kapımızın önünde çöp var” derdik, altı ay içeriatarlardı. Telsiz telefon bile yasaktı. Bizim sokağın başına “Saddam düşsün” diye yazı yazmışlardı. Ben camiden çıkarken bir emniyet görevlisi gelip bana; “Şu sokakta Türkiye’ye kaçan var mı?” diye soruyordu. 

Siz Türkiye’ye kaçak mı geldiniz? 

Evet. Ben bir sene İran’da kalıp daha sonra Türkiye’ye geldim. 

Bu dönemi biraz anlatır mısınız? 

Ben Askerdim. 2 dönem komando eğitimi aldım Irak’ta. Bizim kaçmamızın sebebi askeriye ve boşu boşuna yapılan bir savaştır. Bizim elimize silah verip Müslümanları, İranlıları öldürmemizi istediler. Bu sebeple birçok insan kaçtı. Benim iki halamın oğlu halen kayıp. Anne ve babama sordum; “Durum budur, ben gitmek, kaçmak istiyorum. Ne dersiniz” diye. Onlarda bunun haksız bir savaş olduğunu söylediler. Bende o zaman İran’a kaçtım. 

Peki, Türkiye’ye neden gelmediniz de İran’a geçtiniz.

Türkiye geçiş çok zordu. İran daha dağlıktı, daha serbestti. İran’a gidip, İran’dan Türkiye’ye gelmeyi planladık. Benim teyzemin oğlu buradaydı zaten. Onunla irtibata geçtim ve Türkiye’ye geldim. 

Türkiye’ye de mi kaçak yolla geldiniz. Evet, yine aynı yola geldik, dağlardan. Vatandaşlığınızı ne zaman aldınız? 1984 yılında Türkiye’ye geldim, 1987 yılında 
vatandaşlığımı aldım. Türk kökenli olduğumuz için çabuk alabildik. 2 sene kaldım burada, ilticam kabul oldu, daha sonra Türk vatandaşlığı verildi. 
Sizin çocuklarınız Türkiye’de doğup büyümüşler. 

Bölgeyi hiç gördüler mi? 

Evet, götürdüm ben. Önce Ben Erbil’e gittim. Daha sonrada çocukları ve eşimi götürdüm. Bir kez Saddam düşmeden önce Erbil’e, bir kez de Saddam düştükten sonra Kerkük’e götürdüm onları. Ben tabi çok gidip geldim. Konuştuğumuz birçok kişinin çocukları burada doğup büyümüş ve birçoğu bölgeyi hiç görmemiş. Sizin çocuklarınız soruduğu zaman, 

“Ben Iraklı Türkmenim” diyorlar mı? O bilince sahipler mi? 

Benim çocuğuma “Nerelisin” diye sorulduğunda; “Ben Iraklı Türkmenim” diyor. “Neresinden?” denilince de “Kerküklüyüm. Piryadi Mahallesindenim” diyor ve bunu daha Irak’ı görmeden de söylüyorlardı. Bunlar çok önemli. Türkiye’de yaşayan Türkmenler genellikle Türkiye’nin şartlarına o kadar ayak uydurmuşlar 
ki oradaki bilinci unutmuşlar. Bu neden kaynaklanıyor sizce? Bu çok önemli bir soru. Biz her zaman söyledik. Okuyan kesimin çocukları hep kayboluyor. 
Fakat diğer kesimin her zaman Kerkük için içi yanıyor. Bunu siz de bir mukayese edin. Ben kimseyi kınamak için söylemiyorum, ama çoğu Kerkük’ün yolunu bile bilmiyorlar. 

Peki, bu neden kaynaklanıyor? 

Ben yıllardır bunu soruyorum. Bizim bir toplayıcımız yok. Derneklere bile kimse gelmiyor. Ama bu suç kuruluşlarda. Kimse gelmiyorsa siz gideceksiniz. 
İnşallah Adalet Partisi olarak bir dernek açacağız burada. Açtıktan bir sene sonra gelin görün. Gelmezlerse ben onlara gideceğim. Dernek başkanı her zaman milletine hizmet etmelidir. Ben buradaki dernekte de bir sene başkan yardımlığı yaptım. Sonraki seçimlerde çekildim. Sistemimiz yanlış çünkü. 

Ailenizden ne kadar göç var buraya? 

Bizim sülalemizin yarısı burada yarısı Irak’ta. 

Türkmenlerin geleceğinden ve buna bağlı olarak Türkiye’den ne bekliyorsunuz? 

Türkiye bizim her zaman bir ağabeyimiz olmuştu. Türkiye olmazsa biz olmayız. İğneyi önce kendimize batırmamız lazım. Bizimkiler her zaman “Türkiye onu yapmadı, bunu yapmadı” diyorlar. Peki, siz ne yaptınız? Ya da Türkiye’yi bir şey yapmak için ne zaman zorladınız? Bu nedenle suç bizdedir. 
Türkiye her şeyini açmış bizim için. Daha ne yapsın. Cumhurbaşkanı liderlerimizi ramazanda yemeğe çağırıyor, başbakan, diğer kuruluşlar keza öyle. Daha ne yapsınlar? 
Suç bizdedir. İllet bizdedir, dert bizdedir. Türkiye sadece bize değil, tüm Ortadoğu’ya kucak açmış durumda. Bosna’da mesela. Kürtlere bile ne yardımlar yapılıyor. 
Kürtlerin bile gül göndermeleri lazım. Türkiye tüm Ortadoğu’nun ağabeyidir. Türkmenlerin Irak’taki gelecekleri hakkında neler söyleyeceksiniz? 
Dengeler yavaş yavaş oturacak. Önümüzdeki yıl daha iyi olacağız. Oradaki partiler bize karşı daha yumuşak davranacaklar. İnşallah gelecekte de 
Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracağız. 
Bize zaman ayırıp, sorularımıza cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 5

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ ORSAM SÖYLEŞİLERİ BÖLÜM 5


ORSAM: Turhan Bey öncelikle bize kendiniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? 

            Turhan Ketene6*: 
Turhan Ketene6*. Irak Türkmen Cephesi Eski Başkanı 8 Temm uz 2010


Ben 1956 Kerkük doğumluyum, Almas mahallesinde doğmuşum. Babamın emniyet mensubu olmasından dolayı tayini sayesinde Kerkük katliamından 
kıl payı kurtulmuş. Babamın tayinlerinden dolayı Irak’ın birçok yerini gezdik, en son Bağdat’ta kaldık istikrarımız orada oldu. 
Bağdat Lisesi mezunuyum. Orada üniversiteyi kazanmama rağmen ailem beni orada bırakmak istemedi. Çünkü gençliğin verdiği heyecanla Türkmen davası için koşturuyorduk. Türkiye’ye gönderdiler beni. Normalde Türkmenler orada 
üniversiteyi kazanamadıkları için Türkiye’ye gelirler, fakat benim öyle değildi, orada kazandığım halde ailem Türkiye’ye gönderdi. Türkiye’ye 1974’de geldim. 1975’de de Ankara üniversitesi tıp fakültesini kazandım ve orayı bitirdim. Daha 
sonra aynı üniversitede kadın hastalıkları bölümünde çalıştım ve 1990’a kadar da orada baş asistan olarak çalıştım. Bu süre içerisinde dernekçiliğimiz de oldu, 
1981’de Türkmen demokratik hareketinin kuruluşunda Suriye’de onun içinde yer aldım. Daha sonra göç sırasında Çukurca’ya Şemdinli’ye ve bir çok sınır bölgesine gidip geldik. Ondan sonra üniversite de kalmak zorlaştı. Çünkü siyaset daha cazip geliyordu ve bu işe başladık. O zaman Irak Milli Türkmen Partisi kurulmuştu ve partide aktif olarak bulundum. Partinin karargâhları kurulacağı 
zaman kimse gitmek istemiyordu, herkes korkuyordu. 

1988’deki ilk kuruluşunda burada siz de başladınız mı? 

1988 yalan, 1988’de kurulmamıştır. Körfez Savaşının ilk aylarında kurulmuştur gerçeği budur. Zaten o tarihte Türkiye de müsaade etmiyordu. 

Ne zaman yeşil ışık alındı o zaman başladı. 

1991’de ilk karargâhımızı Erbil’de açtık. Oğuz Gürgür (Riyaz Sarıkahya olarak bilinir) ve İzzeddin Demirci diye arkadaşımızla beraber gittik. Yaklaşık bir aya yakın kaldık. Türkmen siyasi hareketi adına bölgedeki ilk karargâhımızı  Şaklava’da kurduk. Bir ay kaldıktan sonra geri döndüm. İkinci gidişimde Habur Sınır Kapısı açılmıştı, güvenli bölge haline gelmişti, herkes rahatça gidip gelebiliyordu. Kendi arabamla gittik. Bu sefer rahmetli Mustafa Kemal Yayçılı ile 
beraber gittik. Bu gidişimizde Celal’le (Talabani) ve Mesut’la (Barzani) görüştük. Perişan bir haldeydiler, Türkiye’nin oraya girmesini istiyorlardı. 
Hiç unutmam Mesut Barzani’nin politik büro karargahı o zaman Revanduz şehrindeydi, oraya gittik ziyaretlerine. O zaman bana aynen şöyle dedi; “Bıktık savaşmaktan. Yıllardır savaşıyoruz merkezi hükümetle. Biz perişan olduk, 
binlerce insanımız öldü, Türkiye PKK bahanesiyle gelsin, buraya girsin, biz de kurtulalım vazgeçelim bu işlerden”. Bir hafta sonra Şaklava’da Celal Talabani ile görüştük. Yanımda Mustafa Kemal’de vardı. Özal’ı çok övdü o zaman hakkında 
çok konuştu. Daha sonra “Türkiye gelsin girsin de şuraları alsın. Önümüzde ki seçimlerde bende Süleymaniye milletvekili olarak gidip Ankara’da otururum”, dedi. Bizim böyle bir yaptırım gücümüz yok ama iletiriz biz dedik. Yani 
böyle bir süreçten geçmiştik o zamanlar. Birçok Türkmen kardeşimizle görüştük. Erbil’de de yeni karargâhımızı açtık. O arada döndük, ben Irak Türkleri Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi başkanlığına seçildim. Zaten her şey 
Ankara şubesinden geçerdi daha faal çalışırdı Ankara. Bir süre Ankara’ya taşınması gündeme gelmiş zaten merkezin? 

Aynen öyle oldu. Başkanlık yaptığım dönem içerisinde 93–95 yılları arasında derneğin kamu yararına dernek haline gelmesi için bakanlar kurulu kararını çıkarttırdım. Artı şu anda okuyan öğrencilerin kontenjanını taleplerim ve ısrarlarımla çıkarttırdım. Yani bana ait şu anda okuyanların kontenjanı. 

Kontenjan ne zaman çıktı? 

1994’de çıktı. Yazışmaların hepsi bende var. Şöyle olmuştu o zaman rahmetli Özal Türki Cumhuriyetlerine 1000 kişilik kontenjan ayırmıştı, dağıtımı yapılmamıştı. 
Ben onu duyunca girişimlerde bulundum. O zaman Acar Okan Çevre Bakanlığı Müsteşarıydı onu devreye sokarak girişimlerde bulundum. Milli Eğitim Bakanlığıyla görüştüm, İhsan Doğramacı’yı devreye soktum. Nihayetinde 81 kontenjan hakkını çıkarttık o zaman. Şu ana kadar da devam ediyor biliyorsunuz. 
Artı aynı dönemde TİKA, Özbekistan’a matbaa gönderiyordu. Bunu duydum ve bir şekilde onu Irak’a gönderttim. Oraya Erbil’e ilk ofset matbaayı sokan ben oldum. 
Şimdi el koydular. 
Yine başkanlık döneminde okul açma kararı verdik Erbil ve Kifri’de. O zaman Irak Milli Türkmen Partisinin hepsi karşıydı, ben ve Mustafa Kemal razıydık bu işe, bir de Erbil’de birkaç arkadaş istiyordu bunu. 

Neden karşıydılar? 

Yapamayız zor iş diyorlardı. Siyasi bir nedeni yok yani? Siyasi değil, millet çalışmak istemiyor. Biz hep ne yapabiliriz diye düşündüğümüz için uğraşıyoruz. 
Karşı çıkmalarına rağmen biz Erbil’deki birkaç arkadaşla beraber Doğuş İlkokulunu açtık, Kifri ve Karaoğlan’a açtık. Orada gönüllü Türkmen öğretmenler eğitim vermeye başladılar. O zaman Celal Talabani vasıtasıyla ikna ettik ve izin çıktı. Daha sonra eğitim başladı, ama eğitim iyi seviyede değildi ve Türk alfabesiyle başladı. Dernek başkanlığım döneminde rahmetli İhsan Doğramacı’yla iyi ilişkilerim vardı. Birçok ortak projemiz bulunuyordu. Doğramacı’nın eğitime karşı zaafı olduğunu biliyordum. Erbil’de açtığım okulun videolarını izlettim. Türkçe eğitim yapan ve Türkmence marşlar söyleyen çocukları görünce çok duygulandı. Çünkü o dönemde Osmanlıcadan Arapçaya çevirmişlerdi eğitimi. 
Bu açıdan orada eğitimini bitirememiş ve bu yüzden babası almış onu okuldan. Daha sonra Beyrut’ta Amerikan kolejine göndermiş babası, orada bitirdi eğitimini. 
Şimdi onun Türkmen davasıyla ilgili yaptıklarını ve özel hayatını yazıyorum, kendisi istedi. Daha sonra ne yapabilirim dedim senin için. 
“ Hocam Selahaddin Eyyubi’yi bilirsiniz, o Araplar Arap’tır, Kürtler Kürt’tür, Türkler Türk’tür diyor. Ama adam öldü gitti, herkes kendi tarafına çekiyor. Sizin için Araplar Iraklıdır, Erbilliler Kürt’tür diyorlar ama biz sizin Türk olduğunuzu biliyoruz siz hayattasınız bunu ispat etme imkânımız var” dedim. 

Ben onun bu şekilde dikkatini çektim çünkü o siyasetle pek uğraşmazdı. Çünkü biz Irak Türkmen Cephesini kurduğumuz zaman şu anki Türkmen Meclisi yerini alan Türkmen Şurası, Türkiye’den önde gelenler vardı içerisinde, İhsan Doğramacı ile amca çocukları olan ve şu anda Amerika’da yaşayan Cemil Kırdar, 
Türkmen Şurası Başkanı seçildi. Ayda birkaç kere Bill Clinton ile kahvaltı yapan bir insandı, orada çok güçlü biriydi. O meclisin başkanı oldu ben Türkmen cephesi başkanı olduğum zaman, önce meclis kuruldu ve ben de ITC başkanı seçildim. Kimse gitmediği için ben seçildim. 

O zaman Erşat Hürmüzlü’ye teklif ettiler, kabul etmedi. Muzaffer Arslan’a da teklif edildi, oda yapmadı. Doğramacı, her toplantıda “Kimse gitmedi, Turhan Ketene gitti” diye söylerdi. Biz Türkmen Cephesinin ilk tüzüğünde bir madde koyduk. Bu maddede “Irak Türkmen Cephesi Başkanı ve yönetim kurulu bölgede yaşamak zorundadır”, tabiri geçiyor. Muzaffer Arslan ve partililer Türkiye’de yaşıyorlardı, ara sıra Irak’a gidiyorlardı. Bir ay Mustafa Kemal, bir ay Yaşar İmamoğlu bir ay Hasan Özmen gidiyordu. Bu yüzden bu maddeyi koyduk. Çünkü bu şekilde ara sıra gidildiği zaman millet sana güvenmiyordu. Ama o maddeyi koyunca kimse yanaşmadı tabi. 

Şimdiki tüzükte bu madde var mı? Yok artık gerek kalmadı buna. Zaten başkan orada kalmak zorunda başka çaresi yok. 
Daha sonra biz Türkmen cephesi çalışmalarına başladık ve bunu Türkiye Cumhuriyeti’ne de kabul ettirdik. Doğramacı’ya sormuşlar beni. O da “bu 
adamın garantisi benim” demiş. Bu şekilde başladık işte. 

Başkanlığınız ne kadar sürdü? 

24 Nisan’da başladı, ertesi sene 28 Şubat’ta istifa ettim. 

Siz istifamı ettiniz? 

Evet, tek istifa edende benim. Bunu sonra anlatacağım. Biz gittik başladık işlere. Hasan Özmen ve Riyaz Sarıkahya sonra geldi Irak’a. Onlara ben destek oldum. Türkiye bize vize kotası vermişti. Para karşılığında veriliyordu o vize 250 dolardı. 

Bu vize neyle ilgiliydi? 

Bölgedeki insanların Türkiye’ye girebilmeleriyle için vize alıyorlardı. O vizeyi kapıda gösterip giriyorlardı, bizim verdiğimiz isimler Türkiye’ye giriyordu. Onun dışındakiler giremiyordu. Böyle bir gelir kaynağımız vardı. Birde benim başkan olduğum dönemde Ağustos ayında o zaman Tansu Çiller başbakandı. Çiller’in başbakanlığı döneminde “Irak Türkmen Cephesi ve Turhan Ketene, bölgedeki tek muhataptır” gibi bir karar çıkarttırdık. Bunu bütün büyükelçiliklere gönderdiler. Bakanlar Kurulu kararıydı. 30 veya 31 Ağustos 1995 yılında karar çıkarılabilir arşivden. Neyse, Riyaz Sarıkahya Irak’a geldikten sonra güvenlik dairesinin başına geçti. Bir gün benden araba almak için 25 bin dolar para 
istedi. Ama aynı arabaları ben 12 bin dolara alabiliyordum. “Gel ben alayım arabaları” dedim. “Ama sen benim işime karışıyorsun” gibi sözler söyleyince, aramız açıldı. Ondan sonra kopmaya başladı bizden. Başkanlık binasının bir tarafı evim, bir tarafı toplantılar yaptığımız yerdi. Orada toplantıları yapıyorduk. “Orada yapılan toplantılara gelmem diyordu. Ona bir güç verildi ve bu gücü başkalarına kullanacağına bize kullanmaya başladı. O dönemde 35 kişilik bir koruma ekibi kurdum. O zamanlar 500 kişilik akıncılar dediğimiz grubumuz vardı. İşte o huzuru bozmaya başladı. Hasan Özmen bir gün bir belge getirerek imzalamamı istedi. Belge Yaşar İmamoğlu’yla kurdukları bir şirkete ait ticari ürünlerin olduğu bir belgeydi. Ben de Irak Türkmen Cephesi’nin kişisel ticari işlere alet olmayacağını, bir ticaret yapılacaksa bunun Irak Türkmen Cephesinin kuracağı bir şirketle olabileceğini söyledim. Bu olaydan sonra onunla da ilişkilerimiz bozuldu. Daha sonra bu kişiler benim aleyhimde kulis yapmaya başladılar. Ama biz çalışmaya devam ettik. İki okulu on dokuz okula çıkarttık. Muzaffer Gökbörü üniversitesinin kuruluş hazırlıklarını yapıyordum. Hatta Doğramacı’ya bunu anlattım destek olmasını istedim. Maliyetini sordu. Yaptığım hesaplara göre “800 bin veya 1 milyon dolar arasında bir parayla eğitime başlarım” dedim. Gayet olumlu buldu. Yani bu tür şeyler yapmaya çalışıyordum. 
Okul kitaplarını 1. 2. 3. sınıf kitaplarını Irak müfredatına uygun olarak Türkçe’ye çevirdim. Grafik ve resimlerini Bilkent Üniversitesinde yeniden çizdirip yaptırdım. Şimdi kullanılan hayat bilgisi, matematik kitapları benim hazırladığım kitaplardır. Bir süre benim adımı kaldırdılar sonra yine yazdılar kitaplara. 

Ben Türkiye’deyken bana bir haber geldi. Riyaz Sarıkahya’nın, ITC binasını ele geçirdiğini söylediler. Kuvvetli bir ekiple içeriye girip ve burayı işgal etmişler. “Gelirseniz sizi öldürürüz” gibi sözlerle beni oradan tehdit etti. Ama ben şahsi arabamla gittim. Sınırdan adamlarım beni aldı. Başkanlık binasına gelir gelmez bizi çapraz ateşe tuttular. On dakikaya yakın çatıştık orada. Daha sonra binaya girebildik. İki kişi şehit oldu, on sekiz kişi de yaralandı. O dönemde Kusret Resul yerel yönetimin başbakanıydı. Beni aradı. “Silah sesleri duyuluyor, ne oluyor, 10 tane adam gönderiyim, kimi istiyorsa vursun, hapse atsın” dedi. Ben de “o bizim aramızdaki mesele, bir şey yok, sadece küçük çaplı bir çatışma çıktı. 
Biz hallederiz, sen merak etme” dedim. O zaman Kürt gruplarla yakın ilişkiler var değil mi? 

Tabi. Şimdi şöyle bir şey var. O zaman biz güçlüyüz. Şimdi bir düşünün, sosyal ve sağlık yardım dairesi olarak ayda 250 aileye yemek dağıtıyorduk. 
İlk başta Türkmenlere dağıttık. Sonra Kürt’ü, Arap’ı ayırmadık, herkese dağıttık. Bölgesel yönetimin yöneticileri bize pusula gönderir, 
bizden yardım isterdi. 

Pusulalar var mı elinizde? 

Yok, bir tek okullarla ilgili “Turhan Ketene’nin dediği benim emrimdir” yazan Celal Talabani’nin bir pusulası var. Çünkü bizde eğitim çok iyiydi. Bakan çocukları, Kürtler filan hep bizim okullara gelmek istedi. Yemek veriliyor, kıyafet veriliyor, eğitim güzel, hepsi bizim okullara gelmek istiyordu. Bundan dolayı bize yer vermemeye, sorun çıkarmaya başladılar. Bunun için Celal Talabani’yle görüşmeye gittim. 
Bir gece de kaldım orada. Bu belgeleri bulmak mümkün olmaz değil mi? Çünkü tarihi belgeler bunlar. 
Bendeydi aslında, ama baskında bütün belgeleri mahvettiler. Hasan’ın kardeşi Ali vardı orada, o işi idare ediyordu. O aslında benim korumamdı, ama onu satın almışlar. O şekilde girebildiler binaya zaten. Yoksa o binaya giremezlerdi. Sonra Sabah Ketene, Riyaz Sarıkahya ve Mustafa Kemal’in yanına gittim. Biraz tartıştık. Sonra ben Türkiye’ye geldim. Onun üzerine Hasan Özmen, Riyaz Sayıkahya, Ali Özmen tutuklandı. Sonra Türkiye’ye geldiler. 
Bu tartışmaların ardından ben de istifa ettim. Türkmen milletinin bu kadar oyunu kaldıramayacağını biliyordum. 
Bu nedenle Türkmen milleti daha fazla zarar görmesin diye çekildim. Riyaz Sarıkahya ve Muzaffer Arslan parti kurdu. Ben de Ferit Çelebi vasıtasıyla Erbilli Türkmenler için Bağımsızlar Hareketi’nin kurulmasına yardımcı oldum. Sonraki süreçte neler yaptınız? 
Sonra istifa ettim ve Türkiye’ye geldim. Bizim oradaki yönetim kurulundaki arkadaşların çoğu ayrıldı ve Türkiye’ye geldi. Ama Türkiye’de de yaşatmadılar. Bu kişilere BM vasıtasıyla siyasi iltica istedim. Hepsi de kabul edildi. Kaç kişiydiler? 
Üç kişiydiler. Nihat ilhanlı, Münazıl Sebzeci ve Seyfettin Küreci ikisi Kanada’da biri Danimarka’da. Onlar işte o zaman dediler ki 1996’da Türkmen Halk Partisini kuralım. Ve o partiyi kurduk.

Ben ismini hiç duymadım. Halen devam ediyor mu? 

Nihat İlhanlı kendini tatmin anlamında devam ediyor. Ben Irak’a girdiğim zaman dondurdum. Çünkü siyasi konuşma hakkı olan tek kişi benim. Bu parti ne zaman kuruldu? 

Şubat 1996’da. Simgesi çift başlı kartaldı. Bildiğin Irak kartalı, kanatları hilal şeklinde ve üçü sağda üçü solda olmak üzere altı yıldızı vardı. Değişik heybetli bir semboldü. Biz bu partiyi kurunca ITC ile çalışmamız istendi. Zaten iyi 
çalışmadığı için oradan ayrılmıştık. Sonra zaten biz de ITC aleyhinde bir şey yapmayacağız ki. Arkadaşlar Avrupa’ya gidiyor, onlar orada, bende burada gücümüz yettiği kadar bir şeyler yapacaktık. Biz Erbil’de yer altı örgütlenmesini 
yapmayı düşünüyorduk ama imkânlar kısıtlı olduğu için sağlıklı çalışmalar yapamadık. 2003’e kadar geldiniz bu şekilde. Televizyonda Bağdat’ın düştğünü gördüğüm ilk gün Irak’a gitmeye karar verdim. 1996’dan sonra gittiniz mi hiç? 

Yok gitmedim. Saddam düştüğünde, Ziyat Köprülü, Savaş Avcı ve Aydın Beyatlı ile birlikte gittik. Muzaffer Arslan da Zaho’da bekliyormuş. O dönemde Hüsamettin Türkmenle birlikte çalışıyordum. Hüsamettin Türkmen geçmiş Irak’a o geçememişti. 

Hüsamettin Türkmen sizden önce mi girmişti? Çünkü Irak’ta beraber çalıştığınızı biliyoruz. Tabii, o işgalden bir ay önce oradaydı. Böyle bir işgal olacağını biliyordunuz değil mi? 

Tabi. Bu zaten herkes tarafından bilenen bir durumdu. Neyse biz geldik kapıya bizi Yaşar Abdullah karşıladı. Ertesi gün Kerkük’e gittik. Kerkük’te çok büyük kargaşa vardı. Mustafa Kemal, Aydın Beyatlı, Yaşar İmamoğlu falan aralarında sürtüşüp duruyorlardı. Daha sonra Musul bölgesini çok gezdim, bilinçlendirmek amacıyla. Telafer’e gittik, kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. ITC’yi tanıtıyorduk. Çünkü Türkmenlerin en büyük kuruluşuydu. Ama biz Hüsamettin Türkmen’le çalışıyorduk. Ondan sonra Bağdat’taki geçici konseyin önünde bir gösteri yaptık. Yolları kapattık, kimse geçemedi. Büyük bir ses getirmişti o eylem. Daha sonra ekip döndü benim Bağdat’ta evim vardı ben orada kaldım. Onları Kerkük’te kahraman gibi karşıladılar. Daha sonra biz bu işlere devam ettik. Bu arada ilk kurultay oldu. Önce Faruk Abdullah Abdurrahman sonra Sadettin Ergeç seçildi.

Sonraki süreci biraz anlatır mısınız? 

Amerikalılar gelip dediler ki, sembolik de olsa peşmergelerin yanında bir Türkmen akıncısı olsun istiyoruz. Bunu Türkiye’de istiyordu. Ama Sanan Ahmet Ağa’nın başkanlığındaki ITC’de istenmedi. Yani çok fırsatlar kaçtı. 

Türkiye’ye devamlı Türkmenler geliyorlar. Fakat sonradan gelen ikinci kuşak diye tabir ettiğimiz gençler bu davaya pek sahip çıkmıyorlar. Biraz Türkiye’deki Türkmenlerin toplumsal yapısına değinebilir miyiz? Türkiye’ye neden en fazla Kerküklüler geliyor? Şimdi Telaferlilere bakıyorsunuz, dışarıda okuyanların 
çoğu İngiltere’ye gitmiş. Neden? İlk gidenler peşinden diğerlerini sürüklemişler dir. Erbillilere bakıyorsunuz, Romanya taraflarına gidip orada okumuşlardır. Biz Kerküklüleri de buraya sürükleyenler büyüklerimizdir. Bu Necdet Koçak’tan evvel Sait Ketene’den başlıyor. Daha sonra Necdet Koçak ve grubuyla devam 
ediyor. Sonra Kardeşlik Ocağı vasıtasıyla bir öğrenci alışverişi başlıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından burs veriliyor ve bu şekilde gelişler artıyor doğal olarak. Bir de Kerküklülerin Türkiye’ye bağı diğer bölgelerde yaşayan Türkmenler de daha fazla. Diğer taraftan Türkiye’de bir şekilde eş dost akraba bağı var. 

Bundan dolayı Kerküklü fazla Türkiye’de.

Peki bu bilinç kaybı neden kaynaklanıyor? Türkiye’ye gelen gençler hemen buraya adapte oluyor. Orada yaşananları sanki unutuyorlar hemen. 
Şimdi bir Türkmen erkek veya kadın başka bir Türkmenle evlenirse hassasiyetleri devam ediyor. Fakat bir Türkiye’den biriyle evli olursa bu 
duygu biraz zayıflıyor. Türkmen göçü hala devam ediyor. Bunun sebepleri 
nedir sizce? 
En büyük neden emniyet meselesidir. 

Konuşmamızın başında söylemiştiniz; Türkiye’deki 81 öğrenci kontenjanını ben aldım diye. Bu göçü ne yönde etkiledi acaba? Etkilemiştir mutlaka, arttırmıştır. Buradaki benim amacım, şimdi gelen çocukların çoğu şehir merkezlerinden geliyor. Kerkük olsun, Erbil olsun, benim amacım kırsal bölgeden kafası çalışan 
çocukları getirmekti buraya. Bu olay amacından çok saptı. Herkes akrabasını eşini dostunu getirmeye çalıştı. 

Alan seçimi konusunda da doğru yönlendirme olmadığı ortada zaten. Herkes babasının mesleğini okumaya çalışıyor. 

Biz birkaç şart koymuştuk o zaman. Birincisi Türkiye vatandaşlığına geçmeyecek. İkincisi okul bitirdikten sonra en az bir yıl bölgede görev yapacak. Taaddüt alınıyordu onlardan. Şimdi Türk vatandaşlığına hem geçip hem de alınıyorlar. 

Biz bunların olacağını bildiğimiz için daha farklı bir sistem kurmaya çalıştık. Bir de kırsal bölgenin çocuğu Türkiye’ye pek adapte olamaz, onların %85’i geri döner. Fakat şehir çocuğunun %85’i Türkiye’de kalmak ister. 

Bu durumun örneklerini görüyoruz. Mesela Telaferli dönüyor. Onlar döner. Mesela benim iki kardeşim Türkiye’ye gelmişti, onları almadım. “Gidin hazırlanın, Yabancı Öğrenci Sınavıyla girin” dedim. 16 yıl içerisinde benim bir yakınım girmiştir. Onu da ben yapmadım. Hasan Özmen koydu. Bu konularda çok katıydım ben. 2003 sonrası Türkmen siyasetini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Tabi 2010 seçimlerine bağlı olarak. 

En büyük sorun bölgeyi tanımayan insanların görev alması. Hatta Faruk Bey’in seçildiği ilk kongredeki şura meclisinde bir karar çıkarttılar. 
Bölgede yaşamayanlar delege bile olamaz diye. Sadece Ekrem Pamukçu ve Cüneyt Mengü’yü delege yaptılar. O dönemde yetişmiş insanları koysalardı daha farklı olurdu her şey. Oradakiler bile istemiyordu dışarıdan gelen kişileri. Herkes 
bize düşman kesildi. Şimdi en iyisinin bile tecrübesi en fazla 3–4 senedir. Şimdi olmuştur 7–8 senelik bir bilgi. Siyaseti bilmiyorlar. Onların bizleri çağırarak bize yol gösterin, altyapı hazırlayın demeleri gerekiyordu. Bunlar tecrübeyle 
olan işlerdir. Hatta bir gün Kardeşlik Ocağında Saadettin Ergeç, “ Sen en tecrübelimizsin, gel bize yol göster”, dedi. Ben de izah ettim. Bazı fikirler  sundum. Ama o gün bu gündür gelen giden yok. Ama seçim sonrası durumlar belli olunca yeni bir hareket başlatacağız.

Yeni bir hareket mi? 

Tabi, millet bekliyor orada. Peki nasıl buluyorsunuz 2010 seçimlerini? Eskiye nazaran iyi. ITC için iyi değil mi? Tabii ki ITC için iyi. 

Çünkü geçtiğimiz dönemde Velid Şerike’yi sayarsak 10 milletvekili vardı. Ama bugün bu sayının düştüğünü görüyoruz. Fakat ITC 1’den 6’ya yükseldi. 
Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi, fakat kötünün iyisi diye kabul ediyorum. 

Milletvekili azalmasını nasıl buluyorsunuz? Ya şimdi iki milletvekili olur oranın altını üstüne getirir. Önemli olan bu bizim için. 
Peki bu milletvekillerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bir şey yapabileceklerini sanmıyorum. Mesela benim Hasan Özmen’le bazı sorunlarım vardır, ama o bunların hepsine bedeldi. Ben girsem o meclisin altını üstüne getirirdim. Diyala’da onu pek bilmezler, ama 8000 civarında oy aldı. Çok iyi bir sonuç değil mi? 

Sadece ona verilmiş oy değil bunlar. Peki gelecekte Türkmen hareketinden ne bekliyorsunuz? Ümitli misiniz? Tabii, önemli olan kim olursa olsun Türkmenleri 
bir araya toplamaktır. Onlara iyi bir kadro yetiştirerek yol göstermektir. Türkmen cephesi yeniden yapılandırılabilir. Bölgeler için farklı bir çalışma yapılabilir. 
Sizin kuracağınız yeni hareket hakkında biraz ipuçları verebilir misiniz? Yani yeni bir siyasi hareket mi geliyor? Yeni bir siyasi hareket de olabilir, şimdiki oluşumdan birini de canlandırabiliriz. Belli bir şey yok. Bölgeden birçok çağrı var. Bu nedenle seçim sonrasına bıraktık. Ne yapılacağına zamanla karar vereceğiz. 
Buradaki birçok arkadaşın da sağlıklı bir oluşum olursa destek veririz diye sözü var. Biliyorsunuz ITC karşı da diğer partilere karşı da muhalif çok. Şu anda yapacağım bir şey yok. Bölgeye gidip etraflıca düşünüp bir karara varacağız. 
Kafanızda nasıl bir şey var? Ne yapılmalıdan yola çıkılarak söylüyorum. Kendi açımdan en sağlıklı olacak şey Türkmen Cephesinin yeniden revize edilmesidir. Yeni tüzüğüyle, yeni meclisiyle sağlıklı bir Türkmen Meclisi kurmak, bu meclise Türkiye’den de bazı kişileri sokmak. Bölgede aklı çalışan insanları getirmek, gençlik teşkilatlarının hepsini bir araya getirerek bir konfederasyon, federasyon haline getirmek ama bunları Türkmen Cephesi içerisinde 
yapmak daha kolaydır. Bunun yanında da başka bir siyasi hareketle Türkmen Milliyetçi Hareketi de olabilir daha politik, daha dava yönünde 
hareket edebilecek iki tane ana merkezi oturtmak onun üzerinde çalışmaktır. Fayda sağlayacaktır diye düşünüyorsunuz? 

Tabii ki fayda sağlayacaktır. Sadece bir Irak vatandaşı olarak düşünürseniz Türkiye’den beklentileriniz nelerdir? Bu bölgede Türkiye çok güçlü bir ülkedir. buna dayanarak küçük bir anımı anlatayım. Talabani’ye misafir olduğum bir zaman bana şöyle demişti: “Türkiye’nin burada kabul etmediği hiçbir proje burada yürümez”. Hatta şunu da anlattı: 1970’lerin başında Kürtlerle Saddam anlaşma imzalamaya gelmişler. İzzettin Duri bunları o zaman ağırlıyor, ertesi gün saat dokuzda anlaşmaya gidecekler. İzzettin Duri o gün Türk heyetinin Bağdat’ta olduğunu duyuyor. Sabah anlaşma imzalamaya gitmiyor. Öğleden sonra gidip, bu anlaşma imzalanmayacak diyor. Celal Talabani, İzzettin Duri’ye “gelen Türk heyetinin bu konuda etkisi var mı?” diye soruyor. Duri de “evet var” diyor. Yani Türkiye gücünü bilse orada gerçekten çok güçlüdür. İsterse şu anda Irak Parlamentosunu elinde çevirir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ne kadar sağlıklı şeyler yapıyor bilmiyorum. 
Türkiye isterse Türkmenleri daha farklı yerlere hak ettiği bir yerlere getirebilir. Türkiye’nin yapabileceği çok şey var. Bizim başka yerden yardım alabilecek bir durumumuz yok. Şii grup İran’dan alıyor, ama bir yere kadar dayanıyorlar, daha sonra İran’a hizmet edebiliyorlar. İstemeseler de yapıyorlar. Türkiye bu konularda biraz aktif olsa Şiileri de çekebilir yanına.

Sizce Türkiye Türkmenlerden vazgeçer mi? Zira böyle bir eleştiri oluyor. 

Yok, Türkiye vazgeçmez ama Türkmenlerin de çok güçlü olmalarını istemiyor. Çünkü o zaman Türkmenler Türkiye için zararlı olabilirler. Güçlü olunursa Türkiye’nin dedikler yapılmaz. Türkiye istediğini yaptırmak amacıyla Türkmenler in aşırı güçlü olmasını istemiyor. 

Çok ilginç bir düşünce. Ama Türkiye’nin Irak politikası çok nettir ve Türkmenleri her zaman desteklemiştir. 
Evet. Ama desteğin artması gerektiğini düşünüyorum. Size çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Ben de size teşekkür ediyorum. 

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***