13 Aralık 2017 Çarşamba

BU GİDİŞLE.

BU GİDİŞLE,



Yekta Güngör Özden
04.09.2006


Ülkemizi bölüp parçalayarak, saldırılarla ulusumuzu yeryüzünden silmeye çalışarak varlıklarımıza ve kaynaklarımıza elkoymak isteyen yayılmacı dış güçlerle dinsel ağırlıklı işbirlikçi yönetime karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze kavuşmuş, ulusal egemenlik temelinde cumhuriyeti benimseyerek çağdaş yapımızla uluslararası alanda onurlu yerimizi almıştık. Türk Mucizesi, Atatürk ilkelerinden kaynaklanan Türk Devrimi ile nice uygarlık olanaklarını edinmemizi sağlamıştı. Başta insanca yaşamanın tüm gereklerine açılan lâiklik, Türkiye Aydınlanmasıyla, yüzyıllardır çekilen acılar, katlanılan yaksınlıkla sona ermiş, her alandaki atılımlarla tutsak uluslara umut veren modern bir ülke durumuna gelmiştik. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı ateşinin dışında kalmak başarısından sonra geçtiğimiz demokrasi, düşkırıklıklarıyla kesintiye uğramışsa da, gelişme ve kalkınma çabalarımızla kendimizi korumayı her yönden daha iyi düzeye gelme amacımızı yitirmemiştik. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Türklük bilincini yükselterek, inan ve güven duygularımızı güçlendirerek getirdikleri çizgi göz kamaştırıcı bir şahlanıştı. Özellikle 1950 sonrası oy ve iktidar için girişilen oyunlar, verilen ödünlerle cumhuriyet karşıtlarını yüreklendirmiş, birçok kötü olayı izleyen 1980 Harekâtı’nın ağır yanlışlıklarıyla 10. Yıl Marşı’nın hepimize kıvanç veren lâik cumhuriyeti karşıtlarının yönetimine geçmiştir.

İçtikleri anda aykırı davranan, devletle, rejimle, devlet organlarıyla kavgaya tutuşan yönetim, yerinde kalmak için, sözde dost yabancılarla inanç sömürüsü yaparak aldattığı şeriat yanlılarının korumasına sığınmıştır. Geleceğini ancak böyle güvenceye aldığını sanarak istedikleri ödünleri vermekte, onların beğenisini alacak biçimde çalışmaktadır. Eğitimde, sağlıkta, ekonomide, çalışma yaşamında, dış ilişkilerde, yargıda, her dalda doğrultusu budur. Kafasındaki sakat düşünceleri gerçekleştirmek, dinci düzeni yaşama geçirmek için partizanlık, kadrolaşma, bildiğini okuma türünden kendisine uygun düşen her şeyi çekinmeden yapmaktadır. Devletin tüm işleriyle, belediyelerin çalışmaları iktidar yolundadır. Yakınmalar başlamış, çelişki ve aykırılıklar birbirini izleyince “Ne olacağız?” sorusu yurttaşların günlük yaşamını etkilemiştir. “Türkiye Fas olur - Olmaz” tartışması, değişik söylemler ve değerlendirmelerle sürmektedir. Umutsuzluk artıyor.

Bu gidişle Fas da olur, Afganistan da olur, İran da olur, Irak da olur, belki Libya ya da Somali olur. Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelere bağlılık var mı? Lâik cumhuriyeti kuranlarla yüceltenlere saygı duyuluyor mu? Bağımsızlık ve özgürlük kazanımlarına özen gösteriliyor mu? Yargısı, üniversitesi, silâhlı kuvvetleri gereken ilgiyi görüyor mu? Medyası büyük kesimiyle “mütareke medyası”ndan daha kötü değil mi? Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, ahlâksızlık, yolsuzluk her gün artarak sürmüyor mu? Suçlular, suçlardan zarar görenlerden daha rahat ve güvenceli yaşamıyor mu? Yetkili ve sorumlular nutuk atmaktan başka somut hangi kötülüğü önleyip hangi olumlu sonuçları sağladılar? Kıbrıs, Ege, Güneydoğu başarımız içinde mi? İkiyüzlüler, dönekler, hainler azaldı mı, arttı mı? Muhalefete, iktidara, iktidarın ağırlıklı olduğu yerlere bakılsın. Belediyelere bakılsın. Kurumlara, kuruluşlara, demokratik kitle örgütlerine, kimi üniversitelere, kimi müftülüklere bakılsın. Neler oluyor, neler yaşanıyor? Önceleri başı açık kızlarımız-kadınlarımız müslüman değil miydi ki şimdilerde sıkmabaş giderek yaygınlaşıp artıyor? Sıkmabaştan ne bekleniliyor, ne kazanılıyor? Kadınlarımız nereye sürüklendiklerini görmüyorlar mı? Haremlik selâmlık parti toplantıları, panellere, lokantalara, plâjlara indi. İmam nikâhı uygulaması hızlandı. Abdest suyu ilâç yerine alındı. İmamlar-müftüler psikolojik danışmanlığa başladı. Belediyeler dinci kitaplar, broşürler dağıttı. Kadınlarla erkekler ayrı yerlerde kan incelemesi yaptırıyor. Yargıya gitmek yerine din adamlarına danışılıp onların dediklerinin yapılması isteniyor. Terör duruyor mu tırmanıyor mu? İşlerine geldiği için, terörü durduramayanlar okşanıyor mu? Hizbullah, İbda-C, hücre evleri, domuz bağları, öldürme olayları yetmedi mi, Danıştay’a saldırılıyor. Daha ne olsun? “Ilımlı islâm cumhuriyeti” ya da “Şeriat düzeni” ilânı mı bekleniyor? Böyle giderse 1919 öncesinden de beter olur. Başka ülkelerde nasıl oldu? Aydınlar dağınık, tembel, çıkarcı, iktidar uyumlusu olursa neler olmaz ki.

* Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığım sırasında Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Merkez Valisi Aydemir Ceylan, emekli olunca anılarını yayımladı. Birlikte çalıştığımız zaman unutulmaz çabalarını izlediğim, katkılarından yararlandığım, mutluluk duyduğum Sayın Ceylan’ın “Bir İhtilâl Bir Darbe Arasında Yirmi Yıl” adlı anı kitabı, Atatürkçü bir valinin karşılaştığı olayları, bürokrasinin değişik yanlarını, ilgililerin tutumların ilginç tablolar biçiminde ortaya koymaktadır. Öğrencilik yıllarının renkli yaşamını da kimi özellikleriyle yansıtan kitabın ilgiyle okunacağını sanıyor, özellikle gençlere, genç yöneticilere salık veriyorum.
Kısa kısa...
Değinilmedik ve dokunulmadık konu ve sorun kalmadı gibi. Ama duyarlık azaldığından olacak sorumluların ilgisi görülmüyor. Düzeltme göndererek renkli gazetelerdeki kimi yazıları yanıtlamakla yetiniyorlar, o kadar. Gereksiz dâvalar, yargı kararları demokratik düzeyimizin nerede olduğunu ortaya koyuyor. Disiplin, hoşgörü, anlayış düzeni olarak da tanımlanabilecek demokrasinin Türkiye’deki dinci girişimlerle demokrasi sömürücü sözde ilericiler yüzünden gölgelendiği kuşkusuz.

İçerde orman, dışarda Irak ve Lübnan yangınları önceki yıllardakinden daha sıcak geçen Ağustos ayını büsbütün kavurucu yaptı. Can sıkmamak için ben de onbeş günlük geçmiş-gelecek çizelgesi niteliğindeki yazımı bu sayı için kısa kısa anlatımlar biçiminde sunacağım.

Lübnan Barış Gücü’nün görev yönergesi gereken açıklıkları taşımadan, kendi terör sorunlarımız çözümlenmeden değişik sakıncaları bulunan Lübnan’a asker gönderme işi iktidarın hevesiyle gerçekleşecek. Siyasal bir taktik olarak TBMM’ne sunmayı yeğleyerek 1 Mart tezkeresindeki durumla karşılaşmaktan kurtulmayı düşünen iktidar, çağrı almadan çağrılmayı, âdeta tâlip olmayı kafasına koyduğundan yürüyüşü buna göre oldu. Bakanlar Kurulu’nda kendi amaçlarına uygun görüşmeler sonunda ilke kararı aldı. Tüm uyarı ve önerileri bir yana iten iktidar, ABD’nin eğilimini buyruk sayarak kolları sıvadı. Ülkesindeki seslere değil, ABD güdümündeki Birleşmiş Milletler ile AB’nin kulağına fısıldadıklarına uydu. Barışçılara “Şahin” diyen yardakçı yazarların soyunduğu şahinliğe kandı. Tahminler doğru çıktı.
Dinci siyasetçilerle yalakaları, sıkılmadan, utanmadan, saygısız biçimde Cumhurbaşkanını eleştiriyor. Demokratlığına gülünecek Özal yetiştirmeleri ve beslemeleri, ABD ve AB ilgililerinin hakaretlerine katlanıyor da Cumhurbaşkanının gerçekçi ve iyi niyetli uyarılarına ateş püskürüyor. Meclis Başkanının oy kullanamayacağı unutuluyor. Her yurttaşın konuşabileceği konuda Cumhurbaşkanı konuşamazmış. Yazık. Atatürk’ü bayramlarda hatırlayanlara, Büyük Söylevini tartışmaya açanlara, komutanlara dalkavuklukta yarışanlara, kimlerin kimleri övüp yerdiğine bakmak, değerlendirme ve gerçek için yeterli.

Görevdeki yargıç ve savcıların aylıklarına ek getiren yasada Maliye bürokrasisine de 665 YTL aylık ek sağlandığı yazıldı. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bütçeyle ilgili düzenlemelerde kimi kurallara sıkıştırılan bu tür ekleri Maliye başka düzenlemeyle yeniden yaşama geçirirdi. Hukuksallık gözetilmeyince ne hak kalır ne adalet.

Memurlara %2’lik yılda iki kez zamla verilmek istenen %4 zam, bir alay etme ve aşağılama belirtisidir. Enflâsyonun hiç kullanılmayan ve çok az kullanılan ürünlerle hesaplandığı, alım gücünün aşağılara düştüğü bir ortamda böyle zam ciddiyetle de bağdaşmıyor.

Karaburun’da mayolu kıza, Bergama’da yurttaşlara saldırıdan sonra Dikili’de panel basma, kıyılarda tarikat kampları, bir üniversite öğretim üyesinin “Kadın erkek birlikte oynayamaz” görüşü, küçük kızlara kadar inen sıkmabaş yayılması, imamlar iktidarının ilerde daha neler yapacağının ve yaptıracağının habercisidir. Millî Eğitim Bakanlığı uygulamalarına bakmak yeter. “Siyasî simge türban küçük kızlara da giydirilmeye başlandı” diyenler ya sokaklara çıkmıyorlar ya da gözleri iyi görmüyor. Bu durum yıllardır var. Hem de artarak. Kimileri uykuda değilse bile geç uyanıyor olmalı.

Danıştay’ın verdiği kimi yürütmeyi durdurma kararları gerici oyunları bozuyor. “Mülâkat”ın ne olduğunu, niçin uygulandığını bilmeyen var mı? Nöbetçi Daire’nin sınavlarda sıkmabaş kaçağını önlemesi de yerinde bir karar.

Kırmızı çizgilerin çiğnendiği söyleniyor. Ne çizgi kaldı ne de kırmızı. Şimdi ABD ve AB kazıkları var.

Gazetelerden birinin başyönetmeni “Türkiye’nin kimyası bozuldu” diye yazdı. Yıllardan beri karşılaşılan kimi olumsuzluklar nedeniyle “Toplumsal doku bozuldu” dediğimizde dudak bükülüyordu. Gazetelerin üçüncü sayfalarını boydan boya dolduran cinayet, yaralama, gasp, kaçakçılık, intihar, soygun haberleri neyi gösteriyor? Bunlar bir bozulma-bozukluk belirtisi değilse nedir?

“Tehlikeli gelişmeler”den söz ettiğimizde ilgisiz kalanlar çok, kızanlar daha çoktu. Şimdi “Endişe verici gelişmeler” diye gazetelerde başlık atılıyor. Ve de “Türkiye nereye?” diye.

Sıkmabaşla inanç sömürüsü yapıp oy topladıklarından “Başörtüsü” yaygara ve şamatasını bırakmazlar. Sıkmabaşı zorunlu kılan kural yoktur. Güvenilir din bilginleri yıllardır yazıp söylüyor. Herkesi bağlayan yargı kararları da bu doğrultuda. İnsana ve insanlığa aykırı insan hakları olmaz. Tersine düşünülürse kendine ve başkasına karşı yaptığı kötülükler, saldırılar da insan haklarından sayılır. İlhan Selçuk doğru söylemiş. Doğruyu kınamak doğru değildir. Sıkmabaşın insan haklarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Olsa olsa şeriat baskı aracı, dinin siyasallaşma flâmasıdır.

İran Türkiye’nin karışması için devrim ihracı ilkeleri kapsamında sıkmabaşlılara burs vereceğini duyurarak ülkesine çağırıyor. Gidenler olur. kafasının içinde sıkmabaş olan dışını neden örtmesin? Şimdilerde Bulgaristan seferindeler.

Çelişkiler ülkesiyiz. Lâik güçleri uyarmaya çalıştığını söyleyenler uyuyanların ve uyutanların başında geliyor.

Ahlâk dersi vermeye kalkışan kadınlar skandallarda adları geçenlere hiç değinmiyorlar. Neden çekiniyorlar?

Erman Toroğlu demokrasiye yumruk vurulmasını önermedi. Kanımca PKK masasına, PKK kafasına ve PKK kasasına vurulmasını istedi. Bunları istemeyenler kim?

Mardin’de Kur’an kursu için promosyon dağıtılıyormuş. Anlamını bilmeden arapça sözcükleri ezberleyen 12 bin çocuk. Bugün içine düştüğümüz dinciliğin nedenlerinden biri de bu tutarsızlık değil mi? Düzeltmek gerekirken direnmenin nelere mal olduğu görülmüyor mu?

“Bir yazara karşı dâva açılması olacak şey mi”ymiş? Peki, Atatürk’e hakaret olacak şey mi? Koruma yasasını iktidarlarının ilk yıllarında Demokrat Parti çıkardı. Ya olmasa saldırılar nasıl durdurulurdu? Recep Tayyip ve avanesi neler derdi?

Yinelerken üzülüyoruz “Yanan orman değil, biziz”

Sıkmabaşlılar çoğunlukta olsa hiçbir kızımızı, hiçbir kadını başaçık gezdirmezler. Uyarılara karşı terbiye dışı tepkiler neyi anlatıyor?

Sokak adları siyasetçilerin reklâm panosuna dönüşen tabelâlarda sırıtıyor. Sanatçılar, bilim adamları gözardı ediliyor. Yazar Şefik Kahramankaptan’a katılıyorum.

Kimileri Mustafa Kemal Atatürk dururken içerde ve dışarda başka lider arıyor. Bilgisizlikten değilse bağnazlıktan kaynaklanan bir çarpıklık. Atatürk’ün değerini bilmeyen neyin değerini bilir? Zafer Bayramı iletilerinde iktidar ve aynı çizgideki siyasetçiler Atatürk’ü anmamaya çalıştılar. Ne günlere kaldık, ne durumlara düştük?

Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayın fiyaskosunun nedeni kitaplar için Cumhurbaşkanı “Rezalet” demiş. Daha ne desin?

Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun silâh stoklarını eritme kampanyasından köktendinci teröristlerle PKK yandaşları yararlanmaz mı acaba?

Komutanların devir-teslim töreni konuşmaları ve Anıt-Kabir Özel Defteri yazıları bilinen, beklenen, olağan içerikli. Atatürk’ü ve ilkelerine içtenlikli bağlılığı yansıtıyor. Mutluluk veriyor, yürek serinletiyor. Ancak, söylemlerle eylemler birbirine uygun olmalı. Kimse demokrasi dışı tutum istemiyor. Fakat, gereken ağırlık konulsaydı gericilik ve bölücülük bugünkü düzeye gelir, yönetim böyle olur muydu? Kimse yasalardaki görev dışına çıkılmasını da istemiyor. Döneminde askerlerin başına çuval geçirilen, bunca şehit verilen, bunca zikzak çizilen Genelkurmay Başkanı emekli edilirken madalya yerine başka şeyler düşünülebilirdi. Çok hoşgörülü bir ulusuz.

Emekli Genelkurmay Başkanı TBMM Başkanı Bülent Arınç’a “Meclisin itibarını artırdınız” demiş. Ne diyelim? Özkök, ayrıca “Kendini unutturacağını” da söylemiş. “Böyle bir zahmete gerek var mı?” diyenler ne kadar çokmuş.

Bir genç arkadaş “Ne dediğinizi, ne yazdığınızı, ne yaptığınızı belirtmeden salya-sümük size saldırıyorlar, neden?” deyince hemen ve özetle şöyle yanıtladım. Sizlerle paylaşmayı uygun buldum: Eski tüfekler, şeriatçılar, mezhepçiler, tarikatçılar, ırkçı-turancılar, faşistler, diktacılar, bölücüler, yıkıcılar, rüşvetçiler, uydular-uşaklar, psikopatlar, kiralık ve satılık sapkınlar, sapıklar, partizan militanlar, Türkiye, lâik cumhuriyet, Atatürk ve Atatürkçülük düşmanları, ahlâksız, namussuz ve onursuzlar saldırır. Kimseyle bir sorunum yok. Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelerle değerleri savunuyorum. Kötü bir şeyim olsa onu belirtirlerdi. Bunların içinde ve dışında kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukları olanlar da var.

Dua ettiğini söyleyen kimilerinin dili pislik yığını taşıyor. Terbiye, saygı, gerçek dışı yazan, insan olmaz ki müslüman olsun. Herkesi kandırsa Allah’ı kandıramaz. Geveze-gerzek sürüsünden biri, âdi bir tetikçi, fikirsiz bir karayüz. Benimle tanışmamış, konuşmamış, tartışmamış bir bağnaz, bir yobaz birilerine yaranmak için beni kötüleyebiliyor. Daha fazlası da olabilir. Nice olaylar, cinayetler görmedik mi? Ama her havlamaya başımı çevirsem yolda yürüyemem. Onlar kendi düzeylerini açıklayıp kendilerine yaraşır içerikte yazıyorlar.

Lübnan’a asker gönderme konusuna ilişkin bir televizyon yayınından “Güneydoğulu kimi milletvekilleri 1 Mart tezkeresinde red oyu kullanmıştı. Bu kez kabûl oyu verecekleri söyleniyor. Lübnan’a asker giderse Irak’ın kuzeyinde operasyon yapılmaz diye” sözlerini duydum. Ne kadar acı.

Yeni adalet yılı iki gün sonra açılacak. Yargıtay Başkanlığına “Eraslan” emekli olunca “Aslan” geldi. İki yılda neler değişti göreceğiz. Yıllardır aynı sözleri duyuyoruz. Yargı bağımsızlığından çok kendi konumları öne çıkıyor. Lâiklik anlayışı her zaman önemli.


http://www.turksolu.com.tr/115/ozden115.htm

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder